BEN TEMMUZ

Por maimasper

17 1 0

Günümüz şartlarına göre oldukça garip bir hayat yaşayan 17 yaşında bir genç kız, hiçbir şekilde tutunamadığı... Más

Son

17 1 0
Por maimasper

         

'Söylesene dadı bana neden böyle davranıyorlar.'

'Sana nasıl davranıyorlar, kızım.'

'Çok zor be dadı, çok zor.'

'Kızım, ne...'

Söylemek istediklerini biliyordum, ama duymak istediğimden emin değildim. Kapının vurmasına şükranlarım da bundandır. Kapıyı çalan küçük kuzenim, merak içinde odaya kendini attığında ben de dadımın dizlerine yatmış ona 5 yaşımdan beri yaptırdığım gibi saçlarımı okşatıyordum. Garip olan bunu hep benim istemiş olmamdı. Müthiş yaramaz ve kendini dünyanın tek merkezi olarak gören küçük kuzenim Mert içeri girer girmez odamın en rahat köşesine kendini atarak (ki bunu yaklaşık 1 yılda 54367kez yaptığı için buna bağışıklık geliştirdiğim de doğrudur.)

'İz sanırım teyzemin sana ihtiyacı var'

'Aramızda bulunan, o kocaman 10 yıllık farkı acaba ne zaman öğreneceksin ufaklık söyler misin?'

'Bana ufaklık demeyi kes!'

'Peki, sen de bana abla demeyi deneyebilirsin o halde. Nerede benim canım annem.'

'Bilmiyorum en son kendi odasından sana sesleniyordu.'

'Hemen İz, acele etmen lazım, yoksa...' Dadım yine panik bir halde beni kollarımdan yukarıya çekiştirerek arkamdan itekledi.

'Yoksa annem beni nasıl sevdiğini haykırır değil mi dadı. Tamam, biliyorum.'

Aklımdaki bin bir soru, beni son yıllarda hiç bırakmayan depresyonum ve ben, tuttuk Çolpan Hanımın odasını. Tüm görkemiyle pencerenin önünde kollarını bağlamış, arkasını dönmüş bir ayağını yere vurarak beni bekleyen hali bana pek güven vermedi doğrusu. Cesur bir kız olduğumu hatırlayarak kapısını tıklayıp izin aldım.

'Çolpan Hanım bana ihtiyacınız olduğunu duydum.'

'Çok geç kaldınız küçük hanım, işimi çoktan hallettim.'

'Şey, özür dilerim efendim. Mert daha...'

'Tamam! Bunu uzatmaya gerek yok. Bu akşam için babanız bir davet organize ediyor ve bize siz de katılacaksınız, elit ve seçkin misafirlerimiz olacağından kılık kıyafetinize dikkat etmeniz gerekir.'

Heyecana kapıldığım acaba yüzümden belli oluyor muydu? Olmaması için ne gerekiyorsa yapmalıyım. Bu inanılmaz bir olay. Yıllar sonra yine başka insanlar görebileceğim. Bana adımla hitap edecekler, nasıl olduğumu merak edecekler , bu mutluluk nasıl gizlenir ki.

'Peki, efendim, tam istediğiniz şekilde hazır olacağım.'

Arkamı dönmeden odadan ağır adımlarla çıkıyordum ki, o kötü bakan ama itiraf etmeliyim ki çok güzel olan zümrüt gözlerini bana dikerek;

'Söyler misiniz acaba saat kaç gibi hazır olacaksınız, zira size bir saat belirttiğimi sanmıyorum.'

'Çok özür dilerim efendim ama genellikle bu tür yemeklerimiz saat 8 civarı yapılır diye ben...'

'Öncelikle, bu bir yemek değil, davettir. Ve lütfen kendi aklınızı bizim işlerimiz için yorup, düşünmeyin! Ben size söylerim' Dayanılmaz derecede yavaş ilerleyen 10 saniye sonra 'Ve saat 8 de aşağıda hazır bulunun lütfen.' Diyerek, eliyle kapıyı gösterip, bu dünya tatlısı diyalogu sonlandırdı. Ruhumun en çok acı çeken yanı neresi bilmiyordum ama bunu göz pınarlarımda beliren kaçak yaşlardan anlayabiliyordum. Kendimi bir kez daha sıkarak ve boğazımda kocaman olmuş bir kaya parçasıyla konuşmaya çalışarak, zar zor söyledim.

'Peki, efendim. Siz nasıl isterseniz.'

Odanın kapısını, geçtiğim koridorları, aştığım basamakları hiç birini hatırlamıyorum. Odama gelip aynaya baktığımda bunları düşünmüyordum da zaten. Dadım hala odada elleri dizlerinde yüzünde bir çaresizlik, bana acır bir halde gözlerini gözlerime kenetleyerek sordu. 'Kızım, iyi misin?' O sırada tam olarak ne yapıyordum acaba. Aynayı kırmadan önce mi sormuştu bu soruyu yoksa saçlarıma makası kenetlediğimde mi? Hangisinde beni o gözlerle süzmüştü. 'Dadı, ben galiba ölmek istiyorum. Hayatımın tam 17 yılını bu evde annem bile diyemediğim bir kadın ve kendisini sadece yemekten yemeğe gördüğüm bir adamla, babayla yaşadım ve daha kaç yıl böyle olacak bilmiyorum.'

'Kızım, onlar senin annen ve baban, artık alışmış olman gerekir. Çok iyi eğitim almış kendilerini sadece senin güzel yaşamana adamış iki insan, insan yavrusunu sevmez mi hiç! Sever tabi, ama öyle sever ama böyle sever. Sever!'

'Dadı, doğru söyle bana. O kadın benim gerçek annem mi?'

'Elbette gerçek annen, sen benim ellerime doğdun güzel kızım. Boncuk boncuk gözlerin vardı.' Dadım bu hikâyeye hep böyle başlar, nasıl esmer olduğumu ve tüm karalığıma inat olan lacivert gözlerime kimsenin anlam veremediğini ve daha o zamandan buklelerimden benim asi olacağımı anladığını söylerdi. Ne asilik ama! Bir eve hatta bir odaya kapatılmış, hayatına anne ve babasından başka kimse giremeyen bir asi. Bana hep bu hikâyeyi anlatan dadımdı. Ne annem, ne anneannem, ne de pek kıymetli babam...

'Evet bunu biliyorum.' Defalarca sorduğum bir sorunun cevabını hiç unutur mu insan. Bir jet sosyete mensubu olan Çolpan Hanım benim öz annem ve daha da acısı adını iş dünyasına altın harflerle kazımış Sedat Bey ise gerçek babamdı. Şansımı yine kaybettim. Hikaye doğru ve annemle babamın kızıydım. Kabul etmekte zorlandığım gerçekler keşke bunlar yerine hoşlandığım çocuğun aslında bir sevgilisi olması falan olsaydı. Normal insanlar bunları yaşarken, bu nadide ailenin biricik kızı İz Sümeroğlu normal bir hayat yaşayamıyordum bile. Okula gitmiyor, evde eğitim alıyordum. Dadım ve kuzenim Mertten başka sohbet etmek için odama girip çıkan olmazdı. Kendi yaşadığım evde sadece yemek (davet) salonunu ve Çolpan Hanımın (biricik annem olur kendisi) odasını bilirdim. Arada kaçarak gittiğim mutfak da var tabi.

Hayatım hep doğru davranmak, yaşadığım çevreye ve aileye layık olmakla geçti. Hiç arkadaşım olmadı. Annemle ya da babamla özel hiçbir an geçirmedim. Tam 17 yılımı sadece dadımla oynayarak, konuşarak, kitap okuyarak ve tabiî ki dans ederek geçirdim. Dans benim kurtarıcı evrenim gibi. Dans ederken kendimi hep başka gezegende hayal ederim, sonra dadıma anlatırım o da bana gülümser. Çünkü bilir ki ben daha dünyayı tanımam, nasıl olur da başka gezegenleri hayal edebilirim.

'İz. Ben çıkıyorum kızım. Çolpan Hanım'ın senin için sipariş ettiği elbiseyi almam gerekli, sanırım 1 saate dönerim. Senin bir ihtiyacın var mı? Liste yaptın mı?'

Dadımın sesiyle irkilerek, odamın balkonundan içeri adım attım ve duyacağı şekilde bağırarak 'Evet, evet masamın üzerinde. Lütfen bu sefer fırçalarımı karıştırma ve bana yeni pisi pisiler al, bunlarla rahat dans edemiyorum artık. '

Çok net duyamamakla birlikte pisi pisiler ile ilgili bir şeyler söylendiğini duymuş olabilirim. Tekrar, mor menekşeler ve akasyalarla süslediğim minik ama dünyanın en sevimli yeri olan balkonuma geri dönüp kulaklıklarımı takıp eskiden kalma dergilerin sayfalarında geziniyordum ki odamın kapısının açıldığını gördüm.

'Merhabalar' diyerek giren Arif hocayı görünce içimde yine güzel hisler uyandı. Dansı seven ben, müzik yapmayı da seviyordum tabi ve Arif hoca benim piyano hocamdı yani müzik konusunda en büyük yardımcımdı. Müziği doya doya konuştuğum Mozart'ın muhteşem aşk hikâyelerini dinlediğim insandı.

Ona aşırı yakışan esmer tenini ve kömür karası gözlerini sayamıyorum nedenlerimin arasında çünkü benim için bu tür detaylara vakıf olmak yasak. Bunu o da bildiği için müzik dışında başka hiçbir şey konuşmazdı benimle hatta bakmazdı bile. Bana bir gün bile müzik dışında soru sorduğunu duymadım. Ha bir de 'Nasılsınız bugün?' var unutmamak lazım. Benimle konuşurken de hep acı çeken bir ifadesi olurdu. Sanki bana bakarken birisi topukların altına ateş yakmış da dayanması için de alnına silah dayamış gibi, dersi bana zorla veriyor gibi.

Ama Arif Hoca benim gün içinde gördüğüm en güzel şeydir. Onu görünce sıkıcı hayat birden yetişmesi zor bir serüvene dönüverir. Uyanmam için bir sebebim olduğunu hatırlatırım kendime. Ah bir de benimle konuşsa, bana gerçekten 'nasılsın' diye sorsa, bir anlasa tutsaklığımı...

Çocukluğumdan beri insanlara kibar davranmaya zorlandım, yapmadığım her kibarlık için ceza aldım, budandır insanlara 'neden' diye soramamam. Şansım olsa sormaz mıydım hiç saçlarının niye bu kadar uzun olduğunu ya da bir yıl boyunca parmağında yüzükle gelip sonra birden o yüzüğün nereye gittiğini mesela? Acaba ne oldu? Kesin ayrıldılar, evliler miydi acaba ya da sevgiliydiler...

Benim dadımdan başka birine özel bir şeyler sormam aile kurallarımıza göre çok kaba ve affedilemez bir durumdu çünkü.

'Merhaba Arif Hocam.'

'İz hanım bugün sizinle Lacrimosa çalışacağız. Mozart bugünümüze uygun olur diye düşündüm.'

'Çok teşekkür ederim, siz nasıl isterseniz.'

Arif hoca tuhaf bir şekilde bilirdi beni, neyi sevdiğimi. Sohbet etmezdik, müzik dışında. Sormazdık hiç. Ama anlardı beni. Bunu içten içe hep hissederdim. Elimdekileri masaya bırakırken, birden garip bir şey fark ettim tam soracak oldum ki bunun sorabileceğim konu sınırlarının dışında olduğunu hatırladım ve aldığım heyecanı bir nefesle geri vererek yine sustum. Notaları önüme açtığında elinde gördüğüm o garip ve yeni olduğu belli olan yara izinin koluna kadar devam ettiğini fark ettim. Bu gerçekle birlikte sonra bir şeyi daha anlayınca olay iyice garipleşti gözümde. Bu adam Temmuz ayının başında, yaz mevsimin tam ortasında neden uzun kollu kıyafet giymişti ki? Bu garipleşen olay beni git gide içine alıyordu. Tüm hücrelerim bana Neden? Diye sormamı emrediyordu. 'Hadi sorsana.' Ama sen bu soruyu sakın sorma İz. Tüm bunlar beynimin içini kemirirken parçanın notasını kaçırıp saçma bir hata yapınca sanırım kendimi ele verdim. 'İz hanım, biraz daha odaklanabilir misiniz?' Bu gelen uyarı bana bir uyarıdan çok, 'siz çabuk bir şekilde doğru çalabilin ki ben de çabucak gidebileyim' diye bir yalvarıştı sanki. 'Özür dilerim, elinizdeki yara izi dikkatimi çekti. Umarım kötü bir şey yoktur?' Odanın içi birden buz kesmişti. İkimizde sınırı aştığımın farkındaydık. İşte olmuştu, Sümerlerin kızı İz soru sormuştu, şimdi ne olacaktı. Cevap verir miydi? Ya Çolpan Hanıma söylerse? Konuşuyorlar mıdır derslerden sonra? Düşündüğüm şeye de bak, tabii ki konuşuyorlardır, uygunsuz hareketim oldu mu diye kesin rapor veriyordur Arif hoca. Tüm bu sorular kafamın içinde savaşırken gelen cevapla irkildim.

'İz Hanım, sorularınız yalnızca dersimizle alakalı olmalıdır. Bu kuralı sanırım siz de çok iyi biliyorsunuz.' Ne bekliyordum ki. 'Tabi efendim, özür dilerim.'

Bundan sonraki kırk dakika geçmek bilmedi, aldığım derslerin en bilinmezini ve en korkuncunu alıyordum sanırım. Acaba Çolpan Hanım akşamki davette yerimi iptal eder miydi? Bu sorumu cevaplayacak tek bir kişi vardı o da dışarıdaydı. Yetmişbeş milyonuncu kez çaldığım parça hala yerine oturmayınca Arif hoca pes etti. 'Peki, İz Hanım bugün sanırım odaklanma problemi yaşıyorsunuz. Bu durumu Çolpan Hanıma rapor etmem gerekecek. Siz lütfen bugünü yine tekrar ediniz. Haftaya olan dersimizde bu hatalar olacak mı diye merak ediyorum.'

Ve işte oldu. Rapor edecek ve ben akşamki davete katılamayacağım. Neden hiçbir şey yapmayarak her şeyi mahvetme yetisi sadece bende mevcut acaba. Küçücük odamdan kocaman dünyaları yıkabiliyorum. 'Arif hocam, bugün size sorduğum soru için beni affedin ve lütfen Çolpan Hanıma rapor etmeyin. Ben hatamı gerçekten anladım ve bir sonraki dersimizde parçayı size sıfır hata ile çalacağım, söz veriyorum efendim.' Arif hocanın yüzünde o anda başka, bambaşka bir duygu belirdi. Duygu somut değildir, görülmez ama ben o an bunu gördüm. Arif Hoca o an beni affetti. Bunu bana söyleyen dudakları olmadı. Zaten benim dünyamda kimse benimle dudaklarıyla konuşmazdı duygularını. Gözler bunun için vardı benim dünyamda. Onlar bakar ben anlardım. Arif hoca hiçbir şey söylemeden ve aslında çok şey anlatarak kapı arkasından kapattı. Saat bu sırada öğlen 15.00 olmuş, davete az kalmış ancak dadım ve beklediğim haber henüz gelmemişti.

Acaba Arif hoca durumu rapor edecek mi diye endişe içinde beklerken kendimi yine, o hep gittiğim dünyalar güzeli yerde buldum. 'Düşler Hanı' bu yerin adı. Yemyeşil, çiçekli mi çiçekli bir tepenin zirvesinde, müstakil, ahşap verandası olan, önünde minik tabureler ve masanın bulunduğu sıcacık sevimli bir evdi aslında burası. Mevsimlerin yorduğu ama yıllara meydan okuyan tabelasında yazardı 'Düşler Hanı' diye. Ben her çaresiz hissettiğimde kendimi o yemyeşil tepenin en başında bulur, karşımda upuzun bir yol ve tüm sevimliliğiyle duran bu ev olurdu. Her seferinde bu hana varamadan uyanır, merak içinde yine uykuya dalmak isteyip hiç başaramazdım. Yine o yemyeşil tepenin en başındaydım ve yine yürümeye başladım. Bu kez kararlıydım, adımları biraz daha hızlı atıyor, koşar adımlarla minik tepecikleri süratle aşıyordum. Uzaktayken fark edemediğim bir derenin başına bile gelmiştim, bu sefer emindim; düşler hanına ulaşıp içinde ne satılıyor bakacaktım.

'İz, kızım. Sen yine mi uyudun.' ' İz! Hadi.' ' Aç gözlerini, İz korkutma beni.' ' İz!'

Dadımın giderek bağırmaya dönen sesini duyuyor ama bir türlü gözlerimi açamıyordum niye açacaktım ki zaten düşler hanına ilk kez bu kadar yaklaşıyordum, ancak dadımı da endişelendirmek istemiyordum. Ha bir de bu konu vardı tabi merak ettiğim. İz Sümeroğlunun gün ortasında uyuması yasaktı, günden çaldığı için bu hırsızlık bile sayılabilirdi. Ama ben hep kaçamak yapardım ve ilginç bir şekilde de dadım endişe ile uyandırırdı. 'Korkutma' sözü bana hep garip gelmiştir. Sorduğumda da 'Büyük hanım senin gün ortası uykularını yasakladığı için korkuyorum, ya yakalarsa diye' derdi hep. Haklı, ya yakalarsa. Ne olur ki 17 yaşında bir kız tamamen güvenli odasında uykuya dalarsa. Tamam kabul ediyorum bu çok sık oluyor olabilir ve birden...

'Aç gözlerini İz! Tamam bak dereye kadar gelebildin, daha fazlasına gerek yok. Ya dadını çok üzeceksin ya da Çolpan Hanıma yakalanıp yine ceza alacaksın. Hadi İz!' kendi kendime bağırıp aslında bir nevi tokatlama bile yapıyordum ama işe yaramıyordu. İyi de ben niye uyanamıyordum. Dadımın sesi git gide çığlığa dönüyordu. Hatta kollarımı çok sert bir şekilde sarsıyor alnıma su sürüyordu. Su mu? O niye? Daha çabuk uyanmam için sanırım.

'İz! Kızım! Uyan, lütfen. Bak annen geliyor, sanırım sesimi duydu, yine ceza verecek. Davete katılamayacaksın. İz!'

'İz! Bak kızım bu işin şakası yok, Çolpan Hanım da geliyormuş, yandın ki ne yandın. Uyan artık.'

Yok olmuyor, gözlerimi bir türlü açamıyordum. Tüm sesleri duyuyor, dokunuşları hissediyor ama bir türlü cevap veremiyordum. Ne olduğunu bir anlasam çözerdim ama anlayamıyordum. Dadım birkaç kez daha sarsıp iyice ıslattıktan sonra çok tanıdık ama yersiz ve zamansız bir ses duydum. Tüm iliklerim hissetti. Duyguları çok bilmem, çünkü çok şey yaşamadım ben. Ama bu çok tanıdıktı. Bu hissettiğim korkudan başkası değildi. Bana doğru emin ve yavaş adımlarla yaklaşan topuklu ayakkabılar,

'Tijen Hanım, yine mi uyudu İz Hanım' diye buz gibi bir soru sordu.

'Büyük Hanım, dersi bitmişti, ben de dışarıdaydım, yapacak bir şey bulamamıştır. Şimdi hemen uyanır.'

'Derhal uyandırın, uyanınca da söyleyin beni görsün.'

'Peki, emredersiniz efendim.'

Duyabildiğim ama cevap veremediğim diyalogdan anladığım kadarıyla çok harika bir cezayı hak etmiş davet hakkımı da kaybetmiştim. 'Çok güzel İz Hanım sen böyle devam et, hayatında görüp görebileceğin insan sayısı zaten bu kadardı, onu da kaybettin.' 'Bak İz Hanım son kez söylüyorum uyan artık!'

...........

Sesler kesildikten sonra ne kadar geçti bilmiyorum. Birden odamda yanan lambanın ışığı gözbebeğime sanki ateş etti. Bu sanırım uyandığım anlamına geliyordu. Davet hakkımı kaybetmemiş aslında kaçırmıştım. Sanırım saat çoktan sekizi geçmişti. Etrafıma bakıp kimseyi göremeyince panik oldum ve birden ayağa fırladım aynı anda da yere kapaklandım zaten. Gözlerim inanılmaz acıyordu ve sanki bileklerimde de hiç güç yoktu. Basit bir uyku hali niye bu kadar sıkıntıya sebep oluyordu anlamıyorum. Ayaklarım beni taşımamaya inat edince düştüğüm yerde birisi beni görene kadar beklemeye karar verdim.

Kaç dakika geçti bilmem, dadım koşarak yanıma geldiğinde ben hala yerde oturuyordum.

'N'oldu yavrum sana, niye yerdesin?'

'Ay, bilmiyorum ki Tijen sultan harika uykumdan uyanınca hemen yanına gelmek istedim, dengemi sağlayamadım ve işte buradayım. Merak ediyorsan, bileklerim sanırım artık beni taşımaktan vazgeçmiş, dolayısıyla da kalkamadım.'

'Seslenseydin ya yavrum bana, aşk olsun.'

'Ya sen boş ver şimdi beni, ölmüyorum merak etme. Aşağıda neler oluyor? Çolpan Hanım beni sordu mu? Çok kızdı mı? Peki ya ne ceza vermeyi uygun gördü? Of, dadı beni nasıl bir gelecek bekliyor lütfen açıkça her şeyi anlat!2

'Bir saniye sussan anlatacağım da.. Çolpan Hanım bu uygunsuz davranışın karşısında zaten davete katılamayacağını söylemişti. Yani daveti kaçırmadın, men edildin. Ama güzel haber konuşma kısmını kendisi yapmayacak sanırım.'

'Ow! Ne diyorsun bu harika tam iki hafta olmuşu babamı görmeyeli, sanırım Sedat bey sonunda beni özledi. Kendisi görmek istemiştir değil mi beni, bu ceza falan bahanedir.'

'Elbette kızım, bak gör bu akşam seninle hasret giderecek. Saat tam on ikide davet salonunda seni bekliyor olacaklar.'

Dadımın da kendimin de yalan söylediğinin farkında olan yanım kendimden nefret ediyordu. Çok bitkin halde hissettiğim için çok fazla üstünde durmadım. Tedirginliğimi dizginlemek için her zaman yaptığım gibi Mozart'ı düşünmek istedim ama Mozart bu kez bana Arif Hocayı ve yarasını yani neticede de bugünü hatırlatıyordu. Demek Mozart Amca da fayda olmayacaktı. O zaman hayal edelim, bir gün buradan gitmeyi hayal edelim, edelim etmesine de var mıdır beni özgür bırakacak bir âlem şu dünya üzerinde. Tüm bunlar aklımda saklambaç oynarken zamanı fark etmemiş ve zamanın gelip çattığını anlamamıştım. Dadım gelip o anın geldiğini söylediğinde kalbimde hissettiğim tarif edilemez o duygular tüm hareketlerimi ele geçirmişti ve hareket etmem iyiden iyiye zorlaşıyordu. Sonunda dadım koluma girip beni davet salonuna götürdü. Sedat Bey sanki boğazına bir şey takılmış gibi boğazını temizleyerek girdi lafa. Bu iki anlama geliyordu; birincisi bu bir sohbet olmayacaktı ikincisi de bu her ne olacaksa bundan bir sonuç çıkacaktı ve ben bu sonuçtan hiç hoşlanmayacaktım.

'İz Hanım iyi geceler, aldığım rapora göre yine gün ortasında uyumuş bu da yetmezmiş gibi tüm gününüzü harcamışsınız.'

'Evet, babacım haklısınız, bunun için özür dilerim.'

'Lütfen uygun hitap şekli kullanınız. Burada evinizin sahibi duruyor. Bazı planların aksamasına sebep oldunuz, bu durumun bir sonucu elbette olacaktır. Ancak sizinle asıl konuşmamız gereken şey bu değildir. Sevgili eşim Çolpan bunu size anlatacak, aklınıza takılan bir şey olursa lütfen sorunuzu konuşmanın sonunda sorunuz.'

'Peki efendim.'

Kanım dondu. Üşüyorum. Lütfen birisi söylesin bana dünya neden bu kadar soğuk? Kalp hiç mi ısınmaz? Sizin hiç kalbiniz üşür mü? Ben çok üşürüm, hele kalbim...

'İz Hanım artık bildiğiniz gibi yakında 18 yaşınızı dolduracaksınız.'

Aman Allah'ım benim iki gün sonra doğum günüm. Normal bir insan doğum gününde ne yapar acaba ben bazı belge işleri için avukatlarla görüştürülür sonra odama geri gönderilirdim ancak dadım odamda annemden sakı gizli yaptığı tatlıya taktığı mumları bana üfletir bu esnada bana dilek tuttururdu. Ben hiçbir dilek düşünemezdim. Acaba iki gün sonra nasıl bir nasıl bir pasta yapacak, bu sefer kesin dilek tutmalıyım...

'İz Hanım, sakın beni dinliyor olduğunuzu söylemeyin, zira dinlemediğiniz her halinizden belli.' 'Görmüyor musun hayatım bütün gün yaptıkları yetmiyor gibi.' Diyerek babamın yanında aldı soluğu sevgili anneciğim.

'Hayır, efendim, doğum günüm olduğunu unutmuştum da hatırlamanıza seviniyordum.'

'Konumuz sizin doğum gününüz değil Sayın İz, asıl mesele olacağınız yaş. Artık 18 olduğunuza göre bizimle yaşayamazsınız. Kendi başınızın çaresine bakacaksınız. Bu iki gün size nereye gideceğinizi planlayacak kadar zaman verir diye düşünüyoruz. Gittiğinizde mağdur etmeyecek kadar –sanırım 1 yıl yeterli olacaktır- para da vereceğiz.'

'Na- nas- nasıl yani. Beni artık dünyaya mı salıyorsunuz. Hem de bir başıma.'

'Siz nasıl anlarsanız bizim için de uygundur, yalnız biz buna artık bizimle yaşayamazsınız diyoruz. Yaşınızı doldurduğunuza göre artık burada işiniz yok.'

'Geri dönemeyecek miyim?'

'Hayır. Bu da nerden çıktı.'

'Ama...'

'Aslında bu sizin itiraz edebileceğiniz ya da kıymetli fikirlerinizi sunabileceğiniz bir durum değil küçük hanım.' Bir baba düşünün, bu cümleyi gözlerini bile kırpmadan söyleyebilen.

'Anlıyorum, efendim. Bilgilendirdiğiniz için teşekkür ederim. Ben gidip nereye gidebileceğime bakayım, size haber veririm. Özür dileyerek evi terk etmek için tam olarak kaç saatim olduğunu sorabilir miyim acaba?' Sesim mi titredi benim? Gözlerimdeki bu sıcaklık... Yok, hayır İz, şimdi olmaz, şu an istenmediğin lanet olası bir yerdesin. Kurtulacaksın. Gülmen lazım, artık özgürsün. Dünya nasıl bir yer onu keşfedeceksin.

Başka hayatlar tanıyacaksın. Sen artık kendi hayatının öznesi olacaksın. Bu harika bir şey olacak.

Kendi kendimle konuşmalarımdan bir seans yaparken Sedat Bey'in boğazını bir kez daha temizlediğini duyduğumda bir soru sorduğumu tekrar hatırladım.

'Tam olarak 47 saat 24 dakikanız var. Ayrıca bilin diye söylüyorum, bize nereye gittiğinizi bildirmenize hiç ama hiç gerek yok. Hatta lütfen bilgilendirmeyin.'

'Peki, efendim.' Senin sorunun ne piç herif? Ben İz. Kızın. Ben ne tür bir günahım sizin hayatınızda ya. İkiniz de beni dünyadan değilmiş gibi kabul ediyorsunuz. Hayır, ağlama İz, ağlamayacaksın.

'Odama gidebilir miyim?' sorumun üzerine ikisi de yüzüme birer buz dağı gibi bakınca soruyu yanış sorduğumu fark edip düzelterek tekrar sordum.

'İzninizle odama gidebilir miyim?'

'Son bir şey kaldı aslında bilgilendirmediğimiz.'

Daha ne olabilir acaba. Nasıl bir psikopatlık düşündünüz.

'Bugünkü davranışınızdan dolayı iki gün boyunca olacak olan tüm dersleriniz iptal edildi. Dans, Piyano ve Portre.'

Arif Hocama veda bile edemeyeceğim, asla öğrenemeyeceğim eline ne olduğunu ve ona hiç 'seni hep merak ettim' diyemeyeceğim.

'Siz nasıl uygun gördüyseniz efendim, teşekkür ederim.'

'Şimdi odanıza gidebilirsiniz.'

Aklımın tam ortasına bir makine yerleştirip ortalığın tozunu dumana kattılar. Bana harika anne baba olduğunuz için teşekkür ederim.

Düşünemiyor, hissedemiyor ne yapacağımı bilemiyordum. Kimsem yok ki benim, ya param... Dış dünyayı zaten bilmiyorum, kimseyi tanımıyorum, beni madem salıverecektiniz ne diye yıllar boyu bir fanus içinde tuttunuz...

Ben size ne yaptım. Beni neden sevmediniz. Bir insanı anne babası sevmez, istemezse kim sever ki. Peki ya o sevebilir mi?

Sevmek... Anlaşılan zor bulunan bir duygu, iyi ki masallar yazmışlar küçükken öğrenebildiğimiz, hep onlarda duyduğum sevgi böyle değildi.

Omzumda bir el hissettiğimde geldim kendime, meğer çoktan odama gelmiş, oturmuş hatta hıçkırıklarla ağlamıştım bile... Dadım yanımda duruyordu biliyorum bana her şeyi biliyorum kızım diyordu. Ona sarıldım...

'Söylesene dadı beni neden hiç sevmediler?'

'Seni sevdiler kızım, seviyorlar...'

'Yalan söylemesene, beni kovdular, gelme bir daha dediler, haber bile verme dediler...' bağırdım, ben ilk kez dadıma bağırarak konuşuyordum. Hani İz etkilenmeyecektin, kurtulmuştun, bu harika bir şey olacaktı...

'Ben şimdi nereye giderim, dadı.'

Cevap yok. Cevapsız milyonlarca sorumdan sadece bir tanesi, belki en basiti çünkü onu yarın görecektim. Ben şimdi nereye gideceğim...

Cevap basit dedi kahraman İz derinlerden bir yerden...

Tabi ki özgürlüğüne gideceksin.

Bu SON senin miladın olacak...

İlk bölümden herkese helloooğğğ,
Biliyorummm çook uzun bir ara verdim ama en kısa zamanda 2. bölümle karşınıza çıkacağım.. Ondan önce sizden yorum, dönüt ve fikir bekliyorum..

Ben ikinci bölümü yayınlamadan siz acaba ne düşünüyorsunuz onu çok merak ediyorum.. İz hakkında ne düşünüyorsunuz.? Sizce onu nasıl bir hayat bekliyor.? İkinci bölüme sadece İz ile mi devam etmeli yoksa bir yerde Arif ile hayatları kesişmeli mi.?

Hadi sizin de fikirlerinize kuvvet.. Yorumlar altın değerinde..

Hepinize sonsuz sevgiler...

Seguir leyendo

También te gustarán

865K 44.6K 33
Bir ailem olmamıştı benim. Anne,baba,abinin ne olduğunu bilmiyordum. Kendi kendime yetinmeyi öğrenmeyi öğrendim. Ileride her şey güzel olacak diye av...
41.9K 3.4K 19
Acar, gözü pek demekti. Daha öğrenciyken bu lakabı uygun gören komutanı bu zamanlara geleceğini bilerek ona böyle seslenmişti. Bade Demir. Askeriyen...
2.9M 159K 107
Hayat, fırtınanın dinmesini beklemekle ilgili değildir... Yağmurda dans etmeyi öğrenmekle ilgilidir. "Umay?" "Operasyondayız." "Benimle evlenir misin...
584K 4.7K 4
Olaylar ve kişilerin hepsi kurgudur. Bir kız var doğduğu topraklara aşık, Bir kız var milletine aşık, Bir kız var bayrağına aşık, Ve yine bir kız va...