Rescuer

By Boipoi

50.8K 6K 3.9K

İzin verirseniz size neden 1980 yılında ve neden Londra'da olduğumu açıklayayım. More

Tanıtım
1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm (M)
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm (M)
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm (M)
26. Bölüm
27. Bölüm (Final)

5. Bölüm

1.8K 246 191
By Boipoi

Birazcık gecikmiş olabilir :( birazcık işlerim vardı da :(

Kontrol etmedim hatamı gördüğünüzde gözlerinizi kapatın şalksdaşlskd

İyi okumalar <3 


-----


"Bu şeyi yemek istediğine emin misin?" Oturduğumuz kaldırımın gerisindeki tezgahta hamburger hazırlayan adama baktım. Kesinlikle güven veren bir gıda olduğunu düşünmüyordum.

"Ülkenin en iyi hamburgerini yapıyor bu adam. Yediğinde bayılacaksın."

"Bana pek hijyenik gelmedi." Adamın çıplak elle eti ızgaraya atmasını, ürpertiyle izledim. Geceleri ortaya çıkan, genelde yabancıların işlettiği şu sokak yemekçilerinden birinin önünde oturuyorduk. Baekhyun heyecanla hamburgerimizin olmasını bekliyordu. Ben ise endişeyle. Eski yaşantımda asla böyle bir şeyi mideme sokmazdım. "Gerçek anlamda bayılmaktan korkuyorum."

"Yapma! İki genç adam olarak arada böyle şeyler yemeliyiz."

"Pekala, ben o kadar da genç değilim."

"Doğru ya." Gülerek oturduğu küçük taburede sabırsızlıkla bekledi. Oturduğum yer bile fazlasıyla rahatsız ediciydi. Güzel olan tek yanı Baekhyun'du ki zaten bu da neden burada hamburger yemeyi kabul ettiğimi gayet net açıklıyordu. "Bira alacağım, ister misin?" Başımı salladım.

"Sen yeterince içmedin mi zaten?" Diye sataştım, sarhoş olmasından korkuyordum. Daha çok sarhoş olmamdan.

"Bir birayla bayılmam merak etme." Cebinden çakmak çıkartıp biralarımızın kapağını açtı.

"Yanında çakmak mı taşıyorsun?" Şaşkınlığımı gizlemedim. Yanımda daha az masum olan şeyler taşıyordum ama Baekhyun'a bir çakmağı bile yakıştıramadım.

"Çakmak taşımama şaşırdıysan buna da çok şaşıracaksın." Sigara çıkartıp dudaklarına götürdüğünde öylece kaldım. Buna daha önce şahit olmamıştım.

"Sigara mı içiyorsun?" Beni onaylayıp çakmağını ateşledi. "İşte bunu bilmiyordum."

"Sigara içmeyen şu sürekli sabun kokan temiz erkeklerdensin. Sigara içen birinden hoşlanmayacağını düşünüp gizliyordum. Ama şu an kafam o kadar iyi ki bunu yapmaya cesaret edebiliyorum." Kahkahası karanlık ve kirli sokağı aydınlattı.

"Yani aslında pek hoşlanmadığım söylenemez..." Gözlerimi öylesine diktiğim sokak lambasından ayırıp ona baktım. Gözleri kısılmış, elmacık kemikleri çökmüş bir halde dumanını içine çekerken sanki yüz paket sigarayı bir günde içmişim gibi nefessiz kaldım. Dumanı ciğerlerine almasına yardım eden adem elmasını öpsem beni kesinlikle yanlış anlardı, değil mi? "Ama bu kadar güzel içiyorsan... Sana engel olamam." Başımı yumruğuma dayayarak onu izledim.

"Buna inanmıyorum." Başını şiddetle iki yana sallayıp birasından büyük sayılabilecek bir yudum aldı.

"Neye?"

"Yok bir şey." Gülmeye devam ederek her ne halt ediyorsa yapmaya devam etti ve zavallı gözlerim onu izlemekten başka bir şey yapamadı. Alkol kullanımında sıkıntı görmeyen, tanıdığı yaşlı bir adama kollarını rahatça dolayan, böyle bir yerde keyifle yemek yiyen ve yarım yamalak tanıdığı bir erkekle flört eden biri ideal tipim olmaktan oldukça uzaktı.

Uzak olduğunu sanıyordum daha doğrusu. Fakat karşımda sigara dumanını gelişi güzel bana doğru üfleyen adam her şeyi unutturuyordu.

"Geldiler!" Onu bir süre izledikten sonra hamburgerlerin yapılma süresi o kadar uzun gelmedi. Önümdeki enkaza baktım. Hamburgere benzeyen tek yanı kağıda sarılmış olmasıydı.

"Açık bir yer bulabiliriz." Diye öneride bulundum son kez.

"Tadına bak, beğeneceksin." Kağıdı sıyırıp gözlerimi yumarak ekmeği ısırdım. Korktuğum gibi berbat bir tadı olmaması içimi rahatlattı. "Güzel değil mi?" 38 yıl sonrasından geliyordum. Elbette çok daha güzel hamburgerler yemiştim.

"Güzel." Ama Baekhyun'u kırmamak için güzel olduğunu söylemiştim. Ona gerçeği de söylemezdim. Ben fastfood çağında yaşıyorum Baekhyun, ama sen o yıla geldiğinde büyük ihtimalle pek çok hastalığın olacağı için yiyemeyeceksin.

"Demiştim." Keyifle hamburgerini ısırdı. İtiraf etmem gerekirse gerçekten de güzeldi. Eğer tek vücutla, aklı başında bir şekilde geri dönebilirsem sokak yemeklerine bir şans verecektim. Hamburgerle konuşmak zor olduğu için bitirene kadar aramızda çıt çıkmadı.

Arada biralarımızı yudumlayıp ağzımızı ıslatıyorduk. Göz göze geldiğimizde ise birbirimize gülümsemeden edemiyorduk. Gözleri parlıyordu. Bu bana bakarken oluyordu. Ya da ben gülen gözlerini kendi üzerime alınıyordum. Lütfen ikinci olsun.

"Bir tane daha bira alacağım." Sok lokmasının ardından dudaklarını sildi.

"Bana da al." Midemin sınırlarını bilmiyordum, umarım sağlam bir midem vardır. Yoksa kusmam kaçınılmazdı.

"Eğer sarhoş olursan seni sırtımda taşımam, haberin olsun Sehun." Zaten beni sırtında taşıyabileceğini hayal edemezdim. O iş için burada ben vardım. Omuz silktim ve biralarımızı açtıktan sonra dudaklarıma götürdüm. Bu biradan sonra bir şey içemeyecek hale gelecektim.

"Üşümüyor musun sen öyle?" Uzun zamandır sormak istediğim soruydu. Üzerine giydiği kıyafetleri işarettim. Sadece bu gece değil, her gece böyleydi.

"Yoo. Hava soğuk bile değil."

"Ama serin."

"Ne o? Üşüdün mü? Üşüdüysen seni ısıtabilirim." Masada üzerime doğru eğildiğinde kendimi geri çektim.

"Senin için demiştim. Hassas görünüyorsun." Soluk bir cildi, zayıf bedeni ile üşümeye oldukça açık görünüyordu.

"Ama hassas değilim." Gülüp bir süre orada değilmişim gibi, kendi başınaymış gibi uzaklara dalarak içmeye devam etti. Belki de kendi hakkında öyle düşünülmesini istemiyordu. Yanlış bir şey söylediğim an itibariyle netleşmişti.

"Üzgünüm, düşündüğün şeyi kastetmedim."

"Sirkler değerini kaybedene kadar, bütün sirkle birlikte her ay başka bir yere taşındık. Günlerim ya yolda geçti ya da sirk çadırlarında. Soğuğa, salgın hastalıklara, gribe karşı bağışıklığım var."

"Yine yapıyorsun." Bir şey canımı fena yakıyordu.

"Ne yapıyorum?"

"Çocukluğundan bahsederken öyle bakıyorsun ki bir el boğazımı sıkıyor sanki." Acı dolu gülümsemesini yüzünden silebilmek için yapabileceğim şey belliydi. Yapamazdım. "Bu kadar mı kötüydü?" Yeniden yanlış bir şey demek için adeta fısıldadım. Başını sallayıp dalgın dalgın şişesini masanın üstünde gezdirdi. Cevap vermesini beklemedim, ama belki bana bir şeyler anlatırsa...

Anlatsa ne yapacaktım ki? En fazla sarılırdım ve sonra kendimi uçuruma biraz daha yakınlaştırırdım.

"Bir evin var mıydı Sehun? Aileni sev ya da sevme, bir evin var mıydı? Çocukken."

"Vardı." Çocukken çok güzel bir ailem vardı.

"Ben evin ne olduğunu bilmeden büyüdüm. Yumuşak, sıcak yataklar olmadan. Daha kötüsü bazen annemi günlerce görmeden. Benim uyuduğum çadır hariç her çadırda uyurdu. Erkeklerin çadırlarında, onlarla uyuduğunu sanıyordum. Geceleri uyumaktan başka bir şey yapıldığını bilmezdim." Güldü ve şişesinin dibinde kalan son sıvıyı içti. "Kötüydü Sehun. Bu kadar kötüydü."

Ona sarılamadım. Güzel hiçbir şey diyemedim. Saçlarını okşayamadım.

"En azından dinliyorsun Sehun. Birinin bana sarılmasını, güzel sözler söylemesini bekledim, bu hiç olmadı. Sen de yapmıyorsun. Ama en azından dinliyorsun. Daha önce kimse beni dinlememişti de." Dolu gözlerinde az da olsa minnet kırıntıları vardı. Kötü biri değildim, kötü biri olmadığımı biliyordum. Ama onu böyle üzdüğümü bilmek kötü adammışım gibi hissettiriyordu.

"Seni her zaman dinlerim Baek." Güldü ve bir anda eski neşesini kazandı.

"Hadi uyuşuk, bitir şu biranı da kalkalım. Popom uyuştu."

"Sen bacaklarımın ne halde olduğunu bilmiyorsun." Neredeyse ikiye katlanmak üzere olan bacaklarımı işaret ettim.

"Uzun boylu olmak her şeyin çözümü değilmiş." Ben içerken o da beni izledi. Hala kusmadığım için mutluydum. O kadar da zararlı şeyler içermiyormuş hamburger. "Sehun, bu arada bir şey söyleyeceğim. Ama sakın ani bir hareket yapma."

"Ne oldu? Böcek falan mı var?" Başını iki yana sallayıp kaşlarını çattı.

"Aslında bayadır farkındayım ama yanlış anlamaktan korkuyordum. Solunda, dört masa ötedeki adamlar bize dik dik bakıyor olabilir. Ya da bana öyle gelmiştir." Dediği gibi hemen oraya bakmadım ve başka yerlerle ilgilendim. Sonrasında dediği yere çevirdim başımı ve haklı olduğunu anladım.

"Haklı olabilirsin."

"Annem şu koklaşma işinde haklı sanırım ha?" Kıkırdadı ve ayağa kalktı. "Gerçi koklaşmadık bile." İç çekti. "Hadi gidelim." Masaya para bırakıp peşinden ilerledim.

Ana yola çıkana kadar sessizliğimizi koruduk. Sokaklar hala terk edilmemişti. Kalabalığını koruyordu ve biz de onlardan biri olduk. Yürürken arada bedenlerimiz çarpıyordu ve ardından Baekhyun çocuk gibi kıkırdayarak kaçıyordu. Yeniden gelip çarpacaksa kaçmasının bir anlamı yoktu. Ama ona bunu söylememiştim.

"Şimdi sana birkaç numara göstereceğim." Baekhyun önüme geçerek geri geri yürümeye başladı. Tam ona, dikkatli yürü, önüne bak gibi şeyler demeye hazırdım ki buna gerek olmadığını fark ettim. Bir anda gözlerimin önünde ters takla atması dikkatli yürümeye ihtiyacı olmadığını gösteriyordu. Taklasının ardından ellerinin üzerinde yürümeye başladı.

"Düşeceksin." Yeniden iki ayağının üzerinde durdu ve dünyayı sakladığına yemin edebileceğim şekilde gülümsedi.

"Daha zor yerlerde yaptım bunu merak etme." Dedi ve ikili bir perende atması da tam olarak lafını bitirmesinin ardından gerçekleşti.

"Baek-" Yanımdan geçerek Baekhyun'un arkasından giden adamları görünce adını seslendim. Neyse ki durmuş ve bana dönmüştü.

"Bu ne böyle? Sokak ortasında biraz daha dikkatli olun. İnsanlara zarar verebilirsiniz." Diyerek yanımızdan geçen adamlara baktım. Onaylamak için Baekhyun'a döndüm ve o da başını salladı. Az önce bizi izleyen adamlardı.

"Seni etkilemeye çalışıyordum ama görünen o ki seni etkilemek yerine başkalarının dikkatini çektim."

"Beni gayet iyi etkiledin Baek. Ama şimdi iki ayağının üstünde yürüsen daha iyi olur. Alkollüsün." Sözümü dinleyip, duracak gibi bakmıyordu. Gözleri yaramaz parıltılarla doluydu. Ya da kolumu beline dolamak için bahane üretmiştim yalnızca.

İnce belini kavrayan kolum elektrik akımına kapılmış gibiydi. Temasımdan cesaret alarak hemen dibime yapışmış ve yalpalayarak cadde boyunca yürüyordu. Kendini bana bırakmıştı sanırım, en son bırakması gerektiği kişiye kendini emanet edip az önce bir restoranın önünden geçerken duyduğu şarkıyı mırıldanmaya başladı.

Sesinin güzel olması, arada pansiyonun yemek odasında piyanoyu çalması ona olan duygularıma hiç yardımcı olmuyordu. Bir yanım onu unutmak istiyordu. Gerçek anlamda, burada ne gördüysem, ne hissettiysem unutmak istiyordu. Onu hatırlayarak bir hayata devam edip edemeyeceğimi bilemiyordum. Diğer yanım ise onu iliklerine kadar hatırlamak istiyordu. Bu yüzden bazen her şeyi boş vermek istiyordum. Onu en güzel şekilde hatırlamak bazen en tatlı günahtan daha cazip geliyordu. Onu en güzel haliyle hatırlamak...

Elleri ellerimde, dudakları dudaklarımda, bedeni bedenimde...

"Yine sonu gelmeyen şeyler düşünüyorsun Sehun. Ne düşünüyorsun?" Başını yukarı kaldırıp yüzümü inceledi. O küçük yüzünü kavrayıp sokak ortasında, hafif bulanık kafayla onu öpmenin nasıl bir his olacağını merak edip durdum.

"Hiç. Sadece bazen zamanın durmasını istiyorum." İhtiyacım olan tek şey buydu. Zaman durmalı ve onunla doya doya vakit geçirmeliydim. Sadece ikimizin olduğu bir evrende. Bana cevap vermeyip önüne döndü. Belki dediğimi anlamak için yeteri kadar kendinde değildi. Her zaman belkilere sığınıyordum sanırım, ama belki benim hissettiğim yoğun duyguları o da hissediyordur diye düşünmeden edemiyordum.

Sen de benim yüzünden karışmış ve bir daha hiç çözülemeyecekmiş gibi hissediyor musun Baekhyun?

Karşıdan karşıya geçip pansiyona çıkan ara sokaklardan birine saptık. Hala Baekhyun'a sarılıyordum. Sanki çok bilindik bir histi onunla böyle yürümek, tabii aynı zamanda çok yabancı. Her iki türlü de halimden oldukça memnun olduğum için geri çekilmedim. Bir iki saat önce öpüşmek üzere olan iki yakın insandık. Ya da birlikte uyuyan. Beline dolanmışım, çok mu?

Yürürken bir his bütün tüylerimi ürpertti. Gerginlikle Baekhyun üzerindeki kumaşa tutundum. Adımlarım sertleşti.

"Sehun." Baekhyun'un fısıltısı boynuma değip geçti. Başımı ona çevirip aşağı yukarı salladım. Ne demek istediğini, neyi fark ettiğini anlamıştım. Takip ediliyorduk. Elimi arka cebime götürdüm ve saatlerdir orada saklı olan katlanmış haldeki çakıyı çıkarttım.

"Elini ver." Baekhyun'un boştaki elini aldım ve çakıyı ona verdim. "Bu sende kalsın." Birkaç adım daha attıktan sonra adımlarımı yavaşlattım. Baekhyun'un korku içinde olduğunu biliyordum ve arkamı dönmeden önce ona gülümsediğime emin oldum. "Ne istiyorsan bir an önce söyle. Takip ederek boşuna uğraşma." Arkamızdaki adamın yüzündeki şaşkınlık nedense hoşuma gitmişti. Buraya geldiğimden beri yaşadığım şeyler bende engel olamadığım bir öz güvene neden olmuştu.

"Sandığımızdan daha cesurmuşsun." Sokağın diğer ucundan gelen sesle başımı hafifçe çevirdim. Bizi yemek yerken izleyen ve az önce Baekhyun'a laf atan adamlardı. Üç kişi.

Eh, eğer devamında başkalarını saklamıyorlarsa benim için yeterli sayıydı.

"Sehun, korkuyorum." Baekhyun arkama saklandı. Eğer yalnız olsaydım daha iyi olurdu. Endişelenmem gereken kişi sadece kendim olurdum.

"Kendini koru yeter. Gerisini ben hallederim." Diye fısıldadım. Adamları hayatımda hiç görmediğime emindim. Onların beni daha önce gördüğüne emin olduğum kadar hem de.

"Beni ne kadar cesur olduğumu görmek için takip etmediğinize göre neden peşimde olduğunuzu söyleyin."

"Sana bir ders vermek için. Daha önce, burnunu sokmaman gereken bir yere sokmuşsun." Arkamdaki iki, karşımdaki bir adam anlaşmış gibi aynı anda yürürken omuzlarımı gerdim. Baekhyun umarım çakının nereden açıldığını biliyordur.

"Burnumun büyük olduğunu söylerler, genelde böyle şeyler yaparım. Kusura bakmayın." Baekhyun'la yerimizi değiştirdim. Bir adama karşı kendini savunması daha kolay olabilirdi. Ya da en azından perende atarak kaçmasını diliyordum.

Adamlardan birinin yumruk atma çabasına karşılık geri çekilip ben ona vurdum. Birine yumruk atmak çok saçmaydı çünkü aynı zamanda sizin de canınız acıyordu. Bunu yapmaya mecbur olmayı sevmiyordum. Dönüp diğer adama da vurduğumda niye böyle bir işe kalkıştım diyerek kendime sövmeye başlamıştım. Kaçıp koşsam daha iyi olurdu, muhtemelen daha az havalı. Fakat en azından dayak yemekten kurtulurduk.

Baekhyun ne haldeydi hiç bilmiyordum. Üzerime atlayan adamı dirseğimle uzaklaştırmaya çalışıyordum. Ve diğerine de tekme atmakla. O kadar da kötü bir durumda değildim. En azından darbe almamıştım henüz. Boşta kaldığım anda sağlam bir yumruk atıp adamın birini sersemlettim ve diğerine döndüm. Bana olan darbesinden son anda kaçmıştım.

"Bizi bırakın." Baekhyun sesi bütün dar sokakta yankılanmıştı. İşimi yarım bırakıp ona döndüm. Tanrım. Kendisini savunması için verdiğim bıçakla adamı rehin almıştı. Ben tutmayı bilip bilmediğinden bile emin değildim. "Arkadaşınız zarar görmeden geçmemize izin verin."

"Yanlış taraftasın genç adam. Koruduğun adamın nasıl bir pislik olduğunu bilmiyorsun." Baekhyun rehin aldığı adam beni kötülerken neredeyse kırılmak üzereydim. Belki Baekhyun'un benden uzak durmasına neden olurdu.

"Size geri çekilin dedim." Adam başını salladı ve diğer adamlar etrafımdan uzaklaştı. Baekhyun'a yaklaşarak yanına vardım. Boynunu tuttuğu adamla birlikte geri geri sokağın başına kadar gittik. Sonrasında adamı öne doğru ittirdi. Ya da bunu yapan bendim. Adamı dokunduğumu ve aslında ne kadar iri yarı olduğunu fark ettiğimi hatırlıyorum. "Şimdi de arkanızı dönüp uzaklaşın." Bıçağı tehditkar bir şekilde uzatarak adamın biraz daha gitmesini sağladı ve onu tatmin eden bir mesafenin ardından yürümeye başladı.

Dumur olmuş şekilde onu takip ettim. Ne demem gerektiğini bilmiyordum. Ama benim düşündüğüm şeyi yapıp pansiyonun tersi yönünde ilerlemişti. Konuşamadım çünkü ne halt diyeceğimi bilmiyordum. Özür mü dilemeliydim, aslında pislik biri değil miyim demeliydim yoksa yaptığın şeyden etkilendim mi demeliydim? Her türlü yüzüme yumruğumu indirebilirdi.

Sessiz kalmayı tercih ederek yürüdük. Takip edilme durumuna karşılık sokaklarda oyalandık. Neyse ki başka birileriyle karşılaşmadık. Gerçekten üç kişilermiş. Kim olduklarını bilmiyordum ama daha önce birilerini kurtarırken başıma onca şey gelmişti. Şimdiye kadar bir daha ölmemem mucizeydi. Yalnızca beni burada bulmalarının tesadüf olmasını umuyordum. Pansiyonu bilmeleri durumunda az önce kendini koruma konusunda bir sıkıntı çekmeyen adamı ve annesini tehlikeye atabilirdim.

"Harika!" Baekhyun bir anda patladığında yerimde sıçradım. Nehrin kenarına hangi ara vardığımızı bilmiyordum. "Az önce birileri saldırdı ve sen yine her zaman olduğu gibi bir şeyler düşünüyorsun!" Ben her zaman düşünürdüm, düşünmediğim bir an bile yoktu.

"Saldırma denilemez aslında. Birkaç serseri bizi sıkıştırdı o kadar. Bak, yara bile almadık." Aniden durup bakışlarını üzerime dikti. Kısa boyuna rağmen o bakışlarla kendimi küçülmüş hissettim.

"Şimdi de bunu mu yapacaksın? Tesadüf olduğunu mu söyleyeceksin? O adamların seninle önceden bir meselesi olduğu belli Sehun. Buna rağmen hiçbir şey demeyecek misin?" Bir süre sessizlik oldu. Planladığım şeylerden hangisini söyleyeceğimi düşünüyordum, ne yapayım?

"Özür dilerim?" Diyebileceğim en doğru şeydi. Neden burnundan soluyup gözlerini devirerek yürümeye kaldığı yerden devam ettiğini anlamamıştım. Diğerini denemeliydim. "Az önce yaptığın şey etkileyiciydi?" Ayaklarını yerde sürüyerek bana döndü. Elindeki bıçağın ucunu bana doğrultup üzerime yürüdü. Yumruk falan atar demiştim, bıçak neydi Tanrı aşkına?

"Sen benimle dalga mı geçiyorsun?" O an gerçekten ne kadar berbat biri olduğumu fark ettim. Öfkeli bakışlarının arkasına gizlenen şeyi gördüm. Korkmuştu. Lanet olsun. Baekhyun'la sınanıyordum. Hayat kurtarmakla değil. Cevap veremedim. Felç geçirmekle meşguldüm. Sessizliğimden bıkarak yürümeye kaldığı yerden devam etti.

Üzgünüm Baekhyun olabildiğim en iyi adam bu.

Adımlarımı hızlandırıp elini kavrayıp kendime döndürdüm. Eklemleri buz kesmişti.

"Özür dilerim. Ama bu sefer gerçek anlamda özür dilerim. Geceni mahvettim. Sadece az önce olanlarla değil, sana karşı olan tavırlarımla da." Git ve ona sarıl diyordu. Hatta çığlık çığlığa bağırıyordu içimdeki ses. "Her şeyi batırdım, fena çuvalladım ve korkmana neden oldum. Fakat ne olduysa inan bana kontrolümde olan bir şey değil. Böyle olmasını istemezdim." Bakışları bir an bile yumuşamadı.

Ne yapacağımı bilemeden kaldım öyle. Eğer eski benle tanışsaydınız size yemin ederim bu halime hayret ederdiniz.

"Güvenini sarsacak çok şey yaptım. Bana güven ya da bana inan saçmalığını bir daha diyemem. Ama seni üzmek istemiyorum. Hiç istemedim de." Çoktan üzdün ama der gibi baktı ve yürüyüp gitti. Umutsuzca takip ettim. Bu sefer yolumuz pansiyona çıktı. Karşıdan görünen beş katlı binaya endişelenerek baktım. Burada biraz daha kalmayı isterdim. En azından Martha ve Baekhyun'un güvende olduğunu bilerek.

Pansiyona olan son birkaç adımı attıktan sonra Baekhyun kapının kenarında durup bana döndü. Kaldırımdaydı ve boylarımız artık birbirine daha yakındı.

"Tek bir şey soracağım Sehun. Eğer zamanı durdurma şansın olsaydı..." Sert bakışları anında yumuşadı ve daha uysal bir hal aldı. "Benimle olduğun bir anda, herhangi bir an... Zaman dursun ister miydin?" Onu öpmediğim her saniye için ölümüne pişmanlık duyduğum bir an varsa o da bu andı. Tedirginlikle cevabımı beklerken kemirdiği dudakları, utancını gizlemeye çalışan gözleri... Bütün irademi dudaklarından uzak durmak için kullandım.

"Hem de nasıl." İstekli çıkan sesimi bastıramadım. Arzu dolu bile olabilirdi. Hafif bir gülümseme eşliğinde gözlerini açıp kapattı. Her bir kirpiğini özleyecektim.

"Peki öyleyse, gecemi berbat etmedin. Aksine, oldukça güzeldi." Uzanıp yanağımdan öptü ve aceleci adımlarla büyük, altın rengi kapıdan içeri girip gözden kaybolmadı. İçeri girmekte onun gibi acele etmedim. Her şeye rağmen beni kabul edişinin ve öpücüğünün verdiği mutluluğa odaklandım. Dalgın adımlarla yürüyüp kapıyı açtım. Martha her zamanki yerinde oturup beslediği sokak kedilerinden birini kucağına almış oturuyordu.

"Beraber çıkarken sizi gördüm Honey, ayrı ayrı girmek neyin nesi?" Bulunduğumuz durumdan tek keyif alan kişi Martha'ydı. En azından birimiz mutluydu. Önemsemediğimi gösterir şekilde omuzlarımı kaldırıp indim. Kibar bir kıkırtının ardından esnedi. "Gecen nasıl? Baekhyun'a sordum cevap vermedi. Deli gibi gülümsemekle meşguldü." Martha olmasa bunu bile bilemeyecektim.

"Güzeldi." Sabır sınırlarımın denenmesi dışında güzeldi.

"Sevindim. Şimdi güzelce uyu, yarın size sürprizim var."

"İyi geceler." Diledikten sonra odama çıktım. Üzerimdekileri çıkartıp geceliklerimi giydim. Yatağa uzandığım anda bu gece de uyuyamayacağımı fark ettim. Kafam milyon şeyle doluydu. En belirgin şey ise Baekhyun'un az olsa geceden mutlu olup olmadığıydı.

Onu öpmemem, adamın biriyle görmem ve takip edilmemiz dışında çok da berbat sayılmazdı. Ben Baekhyun olsaydım 10 üzerinden 6 verebilirdim. Kendi adıma çoktan tam puan vermiştim tabii ki.

Gözümü kırpmadan saatler geçti. Eski günlerimi düşünmeden de edemedim. Severek yaptığım işimi, çevremi, parçalanan ailemi... Eskiden yastığa başımı koyar koymaz nasıl uyuduğumu sorguladım biraz da. Buraya gelmek beni daha duyarlı biri haline getirmişti.

Neredeyse gökyüzü aydınlanmak üzereyken uykum geldi ve gözlerimi kapattım. En azından bu kadarı beni ayakta tutabilirdi.

Birkaç saat sonra gözlerimi yumruklanan kapı sesine açtım. Saat sekizdi. Yapacak hiçbir şeyim yoktu ve bana kalsa odadan çıkmazdım. Yataktan ölüm zorluğunda çıkıp kapıyı açtım.

"Biliyorum, ben de bu saatte uyanmaktan şikayetçiyim ama annem çıldırmış." Baekhyun şiş ve yarı kapalı gözleriyle bana bakarken dün gece aklıma gelmişti. Bir anda daha dinç hissettim. Üzerinde sarı bir tshirt vardı. Güneşle rekabet etmeye hazırlanıyor gibiydi. Altındaki gökyüzü mavisi kotla bugün benim için bir doğa resmiydi.

"Sorun ne?" Neredeyse esnemekten konuşamayacaktım.

"Piknik gibi bir şeyler saçmalıyor. Beş dakika içinde hepimizi kapının önünde beklediğini de söyledi."

"Tanrım..." Gözlerimi çıkartırcasına ovaladım. "Annen kaçığın teki."

"Biliyorum." Dedikten sonra kapımdan çekilip koridorda ilerleyip gözden kayboldu. Herhangi bir sabah şakası, en ufak bir flört belirtisi yoktu. Huzursuzca kapımı kapatıp hazırlandım. Kendimi onun yaptığı gibi sarı bir tshirt giyerken bulmak elimden gelen bir şey değildi.

Tamamen saçmalıyordum, evet.

Aşağı indiğimde ne yapmam gerektiğini kestiremedim. Kaosun içine düşmüş gibiydim. Mutfaktan çıkan Martha'nın koca bir sepeti taşımaya çalıştığını görüp onun elinden sepeti aldım.

"Teşekkür ederim Honey."

"Bu da neyin nesi?" Sesimdeki huysuzluğu atamadım.

"Dün bahsettim ya. Bütün pansiyon pikniğe gidiyoruz. Şimdi bunu kapının önündeki minibüse götür." Açıklamasına rağmen hiçbir şey anlamayarak sepet elinde dışarı çıktım. Gerçekten ağırdı, benim için bile. Minibüs konusunda ciddi olduğunu görünce Martha'nın kaçık olduğundan bu sefer yüzde yüz emin oldum. Neredeyse pansiyondaki herkes minibüse yerleşmişti. Herkes böyle bir şeyi mi bekliyordu yani? Minibüsün bagajına eşyaları yerleştiren Baekhyun'un yanına gittim.

"Annenin bu kadar ciddi olduğunu neden bana söylemedin?" Verdiğim sepeti de yerleştirdikten sonra bana döndü. İlk yaptığı şey tshirtüme gözlerini dikmekti.

"Sabahın sekizinde ikimizi de kaldırmasından anlamadın mı?" Her zaman olduğu gibi alaylı konuşuyordu. Bu sefer yüzde doksan dokuz daha ciddiydi. Sanırım nefretini bu sefer gerçekten kazanmıştım. Nereye gideceğimizi bilmiyordum fakat yol boyunca gönlünü almayı planladım.

"Haklısın." Diyerek geri attım. Beni parçalayacakmış gibi görünüyordu. Kötü anlamda parçalamak.

"Siz iki civciv ne güzel olmuşsunuz böyle." Martha pansiyonun kapısını kilitledikten sonra yanımıza geldi. Gülen yüzü sinir bozucuydu. Adeta bizi bu saatte yola dökmekten mutluluk duyuyordu. "Anlaşarak mı giyindiniz?" Baekhyun cevabımı merak ederek önünde birleştirdiği kollarıyla beni süzdü.

"Temiz tshirtüm kalmamış. Havaların ısınmasına alışamadım daha." Önceden hazırladığım bir yalandı. Tıpkı diğerleri gibi.

"Her neyse, hadi artık binip gidelim!" Ellerini çırparak minibüse bindi.

"Ee..." Ağzımda bir iki kelime geveledim. Ne diyor bu aptal diyerek bana baktığını hissedebiliyordum. "Birlikte oturalım mı? Uykusuz olmalısın. Omzumda uyumana izin verebilirim." Flört ettiğimi açıkça gösterir şekilde gülümsedim. Beni umursamadan minibüse ilerledi.

"Ben şoför yanına oturacağım." Demeyi son anda aklına getirebildi. Başımdan dökülen bir kova buzlu su eşliğinde minibüse bindim. Boş kalan tek yer Martha'nın yanıydı. Yol boyu saçma sapan şeylerden konuşmaya hazırlıklı değildim.

"Yanıma oturman ne büyük onur yakışıklı." Oturur oturmaz kolumu kavradı ve başını omzuma dayadı. İlk defa Martha'ya bu kadar sinirlenmiştim.

Tam karşıya baktığımda şoför koltuğunda oturan çocuğun yüzündeki geniş gülümsemeyle Baekhyun'a eğildiğini, Baekhyun'un da ona uzandığını gördüm. Samimi bir şekilde birbirlerinin yanaklarını öptüler ve bir şeyler konuşup gülüştüler. Baekhyun'un yüzünde şimdiye kadar ki en güzel gülümseme vardı ve kendimi berbat hissettim. Çocuk bir şeyler dedi ve Baekhyun nazlı nazlı kıkırdayıp yumruğuyla çocuğa sataştı.

Askıdaki hayatımın en kötü günü buydu, hiç şüphesiz.

"Çok yakışıyorlar değil mi?" Martha nereye baktığımı fark edip bana seslenince anlamazdan geldim ve yüzüne boş boş geldim. Hiç de çok yakışmıyorlardı. "Baekhyun'un ilk aşkı." Diye açıklama getirdiğinde Baekhyun'un çocukla konuşurken yanaklarının nasıl kızardığını fark ettim. Ya da tamamen beynim öyle uydurmak istedi.

Sadece askıdaki hayatımın değil, iki hayatımın da en kötü günüydü bu. 



-------


Bence çok tatlı bi bölüm oldu ve bence bi sonraki bölüm daha tatlı olcak şlaskdlşsdkaş 

Kıskanç Sehuuuşşşş laşksdşlkdlsdaş

Bölüm ficlerimi okumaya geri dönen aşkım Teru'ya gelsin <3

Saat 17.17 sizi düşünüyorum aşlskdlşsd

Bu saatte bölüm atmaya ne zaman alışcam acaba? şalksdşlaskd

İyi akşamlaaaaaar 

Sizi seviyorum <3 

Continue Reading

You'll Also Like

882K 70.7K 14
arkadaşlarıyla birlikte orduya katılan jungkook, ilk görüşte etkilendiği komutan kim taehyung'a cinsel içerikli mesajlar atmaya başlar. taekook, tex...
93K 4K 21
Yabani dizisinden tanıdığımız Asi ve Alaz'ın muhtemelen hiç yazılmayacak anlarına dair tek veya birkaç bölümden oluşacak hikayelerdir.
208K 21.7K 34
taehyung kırmızı defterini kaybeder 290423, tk ☁️
23.8K 1.7K 60
ashleys: hepimiz intihar edelim o zaman napalım