Kuyucaklı Yusuf

By WattpadClassicsTR

116K 2.4K 1K

İlk Basımı 1937 yılında "Yeni Kitapçı" tarafından basılan roman, Sabahattin Ali'nin roman türünde ilk eseridi... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7.Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
13.Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm

4. Bölüm

5.3K 131 7
By WattpadClassicsTR


Kadın ertesi gün geldiği zaman, kızı yanında yoktu. Hastalanmış ve evde yatıyormuş. Yusuf:

"Evde kiminiz kimseniz var mı? Kim bakar hastaya?" diye sordu.

"Kimsemiz ne gezer? Yalnız yatar fıkaracık!"

Yusuf sesini çıkarmadan arkasını döndü ve yürüdü, fakat akşama kadar, evde hasta hasta yatan ve bakacak kimsesi olmayan bu kızı düşündü. Onu sert bir yer yatağında, kara gözlerini tavana dikmiş, hiç kımıldamadan yatar görüyordu.

Akşam üzeri, iş paydosundan evvel kadına kendisiyle gelmesini işaret etti. Şehre kadar hiç ses çıkarmadan yürüdüler.

Hafif yağmur çiseliyor ve yoldaki araba tekerleği izlerini dolduruyordu. Aşağıçarşı'yı geçtiler. Yusuf, Bayramyeri'nde Ali'nin dükkânına girdi. Biraz yağ ve pirinç tarttırdı. Başıyla kadına bunları almasını işaret etti. Tekrar beraberce yürümeye başladılar. Kadın İbramcaköy yolu üstünde, Değirmenönü denilen bir yerde oturuyordu. Ayvalıbahçe dedikleri, etrafı çit çevrili, büyük bir bahçeyi geçtikten sonra arkası tepeye dayanmış, kerpiç bir kulübeye geldiler. Kayalık ve dik tepede çıkan bir yabani incir ağacının dalları kulübenin damına sarkıyordu.

Ortalık daha oldukça aydınlık olduğu halde, kulübenin içi zifiri karanlıktı. Kadın ocak kılıklı bir şeyin üzerinden bir yağ kandili alıp yakmaya uğraşırken, Yusuf'un gözleri karanlığa alıştı ve köşede bir yer yatağında yatan kızı gördü.

Kız başını duvara çevirmiş, üstünü örtmeye çalışıyordu. Yusuf daha kapının önünde dururken içeride süratli bazı tıpırtılar olmuş ve sonra birdenbire kesilmişti. Şimdi kızı böyle telaşla yatakta kımıldanır görünce, nedense aklına onun şimdi, bunlar gelince yatağa girdiği düşüncesi geldi.

Kadın, kızına:

"Haydi Kübra, doğrul azıcık, Yusuf Ağa geldi!" dedi.

Kız başını çevirdi. Yusuf'a doğru baktı. Sonra yavaşça doğrularak sırtını duvara dayadı ve yorganı göğsüne çekti. Siyah saçları omuzlarına dökülüyor ve bu, onları geriye atmaya uğraşıyordu. Omuzlarına kadar çıplak olan kollan soğuktan diken dikendi.

Yusuf odanın bir köşesine çekilip yataktaki kıza uzun uzun baktı. Kız da hiç başını çevirmeden buna bakıyordu. Bir müddet sonra Yusuf yorulduğunu hissetti ve gözlerini odada dolaştırmaya başladı.

Bütün ev, zemini toprak bir odadan ibaretti. Eşya namına Kübra'nın yatağı, yatakla ocağın arasında duran ufak bir tahta sandık ve bir de yatağın önüne serili duran eski bir kilim parçası vardı. Ocak başında iş görmeye çalışan kadın ikide birde tahta sandığı açarak içinden bir toprak tencere veya bir avuç tuz alıyordu. Üstü toprak olan tavanın isli kalaslarında birkaç koçan mısır 3$ allanıyordu. Kübra'nın yatağının üst tarafında, duvarda bir delik ve bu delikte kireçle sıvanmış bir cam parçası vardı: Herhalde bu, pencere vazifesini görecekti; fakat içerisi görünmesin diye sıvanan kireç, ışığın da pek azını içeri bırakıyordu. Yusuf un gözleri tekrar kıza ilişince onun hep kendisine baktığını gördü. Bir şey söylemek lüzumunu duyarak:

"Çok hasta mısın?" dedi-

"Değilim!"

"İyi öyleyse!"

Tekrar sükût başladı.

Ocakta çorba pişirmeye çalışan kadının tıkırtısından başka bir ses yoktu; bir de toprak dama düşen yağmur damlalarının boğuk sesi...

Bu sırada dışarıda hafif ayak sesleri oldu, evin civarında biraz dolaştı, sonra kireçli pencerede birdenbire bir insan başı belirdi. Kadın ile kızı da bunun farkına varmışlardı. Birbirlerine bakıştılar. Yusuf derhal yerinden fırladı, kapıya koştu; fakat kadın arkasından yetişerek onu kolundan yakaladı:

"Aman oğlum, mahalle kızanlarıdır; her zaman böyle bakarlar; sen otur, rahatına bak!"

Yusuf gene eski yerine gidip oturdu. Dizlerini dikip çenesini üstüne dayadı ve kollarım da dizlerinin alt tarafından kavuşturdu. Bu sefer kıza olsun> kadına olsun, çabuk çabuk, gözlerini kırpıştırarak bakıyordu.

Nihayet uzun bir beklemeden sonra çorba hazırlandı; kadın bunu çinko bir tasa doldurduktan sonra sandıktan aldığı tahta bir kaşıkla birlikte kızına uzattı.

Kız çıplak kollarım yorganın altından çıkararak tası tuttu ve birkaç kaşık aldı. Fakat birdenbire tası da, kaşığı da elinden fırlatıverdi. Annesi şaşkın gibi kızının üstüne koştu. Çocuk onu iki eliyle ve şiddetle iterek yorganların üstüne kapandı ve hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladı. Beyaz, fakat kirli bir gömleğin altındaki vücudu şiddetle sarsılıyordu.

Anası da olduğu yerde kalmış ve gözlerinden yaşlar süzülmeye başlamıştı. Birden olduğu yerden kalktı, Yusuf'a koştu, onun ellerine sarılarak:

"Git ağam, buralardan git. Biz senin başını nâre yakacaktık!" dedi.

Yusuf kadını hafifçe İterek oturttu ve çok sakin bir sesle: "Anlat bakalım derdini yenge, ağlamayı bırak da anlat!" dedi; ve o zaman kadın, tüyleri ürperten hikâyesini anlatmaya başladı.

Dışarıda yağmur biraz daha artmıştı ve tavandan gelen boğuk sesler daha hızlanmış ve daha çabuklaşmıştı. Ocağın üstündeki yağ kandili titriyor, cızırdıyor ve yalnız kendisini aydınlatıyordu. Yatağın önündeki devrilmiş çorba tası ve tahta kaşık olduğu gibi duruyor ve kimse onlara el sürmüyordu.

Yusuf yatağın kenarına oturmuştu. Önüne bakıyor, hikâye sini ara sıra ağlama nöbetleriyle kesen kadını dinliyordu. Kız yatağın bir köşesinde, yorganların arasına gömülmüş, duruyor, hiç ses çıkarmıyordu.

"Sana hepsini ne diye anlatıp başını ağrıtayım, ağam!" diye kadın başladı: "Yerimizden ayrılmasak başımıza bu işler gelmezdi, ama ne diyeceksin? Kaderde yazılı imiş; Allanın yazdığım kul bozamaz ki. Erkeğim beni alıp buralara gelmek isteyince ben gitmem dedim, ayak diredim. İlle ve lâkin, o da erkek, lafına daha çok karşı koyamazsın ki!.. Hem o eskiden, daha Çine'den çıkmadan, melaike gibi adamdı. Ona buralarda ne ettilerse ettiler. İçirdiler, sarhoş ettiler. Evinden, çocuğundan soğuttular. Ne diyordum? Kalktık, güzelim Çine'mizi bıraktık; buralara geldik. İlk önceleri burada da iyiydi. Gün günden kocam değişmeye başladı. Eve geç gelir oldu. Bazen bir hafta uğramaz, sorduğumda: 'Takipte idim!' derdi. Ama ben onun takipte filan olmadığını bilirdim. Arasta'da pabuççu bir Yunus Ağa vardı, o haber verirdi: Havran'a, yahut Frenkköyü'ne gidip avrat oynatırlarmış. Bir gün yine takipten geliyorum, dedi, ama bu sefer pek bitkin, pek san idi. Ben de inandım. Girdi yatağa yattı. Uyur gibi yaptı. Uyumadığı besbelliydi; yatakta iki yana döner, gözlerini aralar, bana bakardı. Üç kere kendini tutamadı, derin derin, of çekti. Yanına sokuldum: 'Bir şeyin mi var, Seyit Efe!' dedim. Candarmaydı ama, Çine'de hep efe derlerdi. Zati efeleri, zeybekleri de pek sever, pek korurdu. Dinarlı Kara Mehmet'i iki takipte yakalamış, yine salıvermişti. Bunu bana 'kimseciklere söyleme, beni asarlar ha!' diye and verdirip öyle anlatmıştı. 'Seyit Efe!' dedim, 'neye kasavet ediyon? Neyin var çok şükür Allaha?' O hiç sesini çıkarmadı, gözlerini büsbütün sıktı, uyuyor gibi yaptı; ama yüzü kıpkırmızı kesilmişti; göğsü yorganı kaldırıp indiriyordu. Seyit'imin derdi büyüktü ama, neydi? Bana neden diyivermiyordu?

"Akşama doğru kalktı. Kübra mahalle mektebine gidiyordu o zamanlar, babası Kur'an okumasını öğrensin demişti de... Ne diyordum? Akşama doğru kalktı. Kübra'yı sordu. Bu vakte mektep kalmaz ama, bir bakayım dedim. Değirmenönü'ne kadar gittim. Yine mahalle kızlan ile oyuna daldı ise babasından dayak yer, diye içim titriyordu. Baktım, Değirmenönü'nde yok. Rukiye Molla'nın evine kadar uzandım, hani mektep orasıydı da... Orada da yok: 'Şimdi çıktı, eve gitti!' dediler. Rukiye Molla'ya un eleyivermiş de geç kalmış. Pek de bilirdi kızcağızım böyle şeyleri. Şimdi her şeyleri bıraktı. Vah benim kara bahtlı kızım! Vah benim..."

Kadın bir gözyaşı selinde boğulur gibi ağlayıp dövünmeye başladı. Kübra başını kaldırarak anasına baktı, fakat bir şey söylemeden ve en küçük bir harekette bile bulunmadan başını tekrar yorganların arasına soktu. Bu sefer de onu teskine filan çalışmayarak susmasını bekledi. Kadın biraz sonra gözlerini kolunun yenine silerek tekrar anlatmaya başladı. İlk zamanlarda sözlerini hıçkırıklar kesiyor ve bir şey anlaşılmıyordu:

"Eve döndüğümde bir de ne göreyim? Kübra kapının dışında oturmuş, 'Baba! Baba!' diye ağlar... Ah, dedim, Seyit Efe dövdü çocukcağızı yine! 'Kızım, ne diye ağlıyorsun?' dedim. 'Ben babamı isterim!' dedi.

"Şaşırdım kaldım. Evin içine girdim, baktım Seyit Efe yok, Kübra'ya sordum, kız ağlamaktan iki yana bakacak halde değil. Biraz susunca anlattı: Eve gelince babası kucağına almış, dört bir yanından kızı şapır şapır öpmeye başlamış; kız, babasının yüzüne bakınca korkmuş: 'Baba, hasta mısın? Neyin var? Ne diye ağlarsın?' demiş. 

"Ya, koca adam çocuk gibi ağlarmış. Ben halbuki karısı oldum olalı gözünden yaş geldiğini görmemiştim. Seyit Efe kızını bir daha, bir daha bağrına basmış, sonra dolaklarını sarmış, duvardan martinini almış, gözlerini çevresine kurulayıp yürümüş gitmiş. Bir baktım kızın göğsü bağrı açık: 'Ne oldu?' dedim. 'Babam giderken boynumdan muskamı aldı, kendi boynuna taktı!' dedi. Ağlamaktan katılıyordu zavallı.

"Aman kızım, ne diye ağlarsın? Takibe gitmiştir, muska da ona uğur getirir de çabuk döner inşallah! dedim, ama benim gözlerimden de yaş seller gibi akıyordu. Kız: 'O gelmez artık!' dedi. 'Nereden biliyorsun?' dedim. 'Gidişinden belliydi!' dedi. Sahiden de o gün bugündür Seyif Efe'nin yüzünü görmedim. Daha ertesi günü evi gelip aradılar. Sordum, sordum bir şey diyivermediler. Gittim, o zamanlar sakallı bir kaymakam vardı, ona çıktım. Kim olduğumu söyleyince acırmış gibi yüzüme baktı: Hatun, kocanı biz de arıyoruz. Kaşıkkıran dedikleri Hayriye'yi almış, kaçmış. Ama kabahat sende: Kocanı zapt etmesini bilememişsin... Artık ondan sana hayır gelmez. Başının çaresine bak! dedi."

Kadın uzun müddet durdu, kızına baktı, tekrar başladı: "Bu olmasa hiçbir şeyi tasa etmezdim, lâkin babası gidince kızcağızım elime bakar oldu. O zamana kadar da bolluk İçinde değildik ama, şükür Allah'a darlık da görmemiştik. Seyif Efeciğim gideceği güne kadar bir şeyimizi eksik etmemişti. Gittikten sonra bile on beş gün evimizdeki bulgurumuz, yağımızla geçindik. On beş gün sonra kapta kaçakta ne varsa tükendi. İki gün, üç gün aç oturduk. Kızcağızım sesini çıkarmazdı ama, onun bu sessizliği, bu melilliği benim yüreğime büsbütün dokunurdu. Bir sabah: 'Anne, dedi, başım dönüyor, yataktan kalkamayacağım...' evlatcağızım açım dermanım yok demiyordu da başım dönüyor diyordu. O zaman aklım başımdan gider oldu. Eyvah, dedim, kızım gözümün önünde ölüp gidecek... Sen daha ne duruyorsun, a kan, dedim, evladın mum gibi sönüp gidiyor da sen daha ne duruyorsun? Hemen kıvrağımı sırtıma aldım, sokağa fırladım. Bizim komşu pabuççu Yunus Ağa olanı biteni haber almış, bize gelirmiş. Yolda rastladım; adam yüzüme bir baktı, her şeyi anladı. Kolumdan tutup: 'Aman kızım, dedi, dünya bu, beterin beteri var. Kendini topla da akıllı uslu çalış. Maşallah elin kolun tutuyor, hem kendini, hem kızını Allah'ın izniyle namerde muhtaç etme!' Adamcağız nurlu yüzlü bir ihtiyardı. Bana her zaman nasihat verir, yol gösterirdi. Bu sefer de onu önüme Allah çıkarmıştı. 'Yunus Ağa, dedim, nerede çalışayım, ben burada garibim, kimseyi tanıyıp bilmem, kim bana iş verir?'

Azıcık düşündü. 'Bizim ihtiyar bir şeyler diyordu, fabrikacı Hilmi Beyler bir kadın mı ararlarmış ne imiş, gel bir eve kadar gidelim!' dedi. Yürüdük. Evlerine vardık. Sahiden dediği gibiymiş. Hilmi Beyler orta hizmetine bakacak bir kadın ararlarmış. Yunus Ağa'nın karısı hemen kıvrağını giydi, beni yanma aldı, beraber gittik. Hilmi Bey'in hanımı şişman, her yanı İncili, elmaslı bir hanımdı, Yunus Ağa'nınki başımdan geçenleri anlattı. Meğer öbürleri de bu işi duymuşlarmış. Hanım: 'Erkek kısmına inan olur mu hiç?' dedi. 'Sen şimdi çalış da kendi elinin emeğiyle yaşa. Burada kocanın evinden daha çok rahat edersin!' Hanım biraz kibirliceydi ama, iyi kalpliye benziyordu. Bana kalsa, kocacığımın evi olsaydı da daha az rahat olsaydı. Ama ne yaparsın? El evinde çalışmak ne kadar güç gelse, kızımın hatırı için yapacaktım... Neyse, uzatmayalım, hemen ertesi günü Hilmi Beyler'e taşındık. Kübra ile bana küçük bir oda verdiler. Ne yalan söyleyeyim, iş biraz ağırcaydı ama, karnımız tok, sırtımız pekti. Ne de olsa insan yavaş yavaş alışıyordu. Kendi kendime: 'Şurada gayretle çalışıp kendimi efendilere beğendirirsem ömrümün sonuna kadar otururum. Kızcağızımı da namuslu bir esnafa verirsem içim büsbütün rahat eder. Kimbilir, damat belki çok hayırlı çıkar da beni de yanma alır, ben de el evinde çalışacağıma, kızımla damadıma saçımı süpürge ederim; onların çocuklarına bakarım!' dedim. Artık bütün ümidim Kübra'daydı."

Kadın kendini tutmak için çok çalıştı, fakat gözyaşları ondan daha kuvvetli çıktılar ve o bu sefer sessiz sessiz, yaşlarının yansını içine akıtarak ağladı.

Tam bu sırada hiç beklenilmeyen bir şey oldu ve kadının hikâyesini yarım bıraktırdı.

Dışarıda yağmur damlalarının boğuk sesi arasında bir ayak tıpırtısı peyda oldu, kapıya yaklaştı ve hızlı hızlı vurdu.

Kadın birdenbire sapsan olarak yerinden fırladı; kapıya gidip sordu:

"Kim o?"

"Aç, aç, benim!"

Yusuf derhal Hacı Etem'in sesini tanıdı.

"Açsana be!"

Kadın yavaşça kapıyı açtı. Dışarıda, yağmur sularının altın-sırtında gocuğu ile Hacı Etem göründü. İçeriye doğru bir adım attı, fakat Yusuf'u görür görmez derhal geriledi. Herhalde bu vakitte burada göreceğini ümit etmiyordu.

Fakat kendini çabuk topladı. Gülerek:

'Akşamlar hayır olsun, Yusuf Efe!" dedi, sonra ona başka bir nazar bile atmadan kadını yanma çekerek bir şeyler söylemek istedi.

Daha ağzından birkaç kelime çıkmamıştı ki, kadının yüzü değişti. Ellerini yumruk yapıp ona doğru uzatarak bağırmaya Başladı:

"Daha ne istiyorsunuz benden? Ha? Daha benden ne istiyorsunuz? Hacı Etem, söyle bakayım ne diye geldin buraya? Haber almaya geldin değil mi? İşler nasıl gidiyor, yolunda gidiyor mu diye haber almaya geldin! İşler hiç yolunda değil Hacı Etem! Dolapları iyi çeviremedik. Belayı bu delikanlının başına sardıramadık. Ne yapalım, daha sizin kadar kansız olamamışız. Daha bu işlerin acemisiyiz. Öyle öldürecek gibi ne yüzüme bakıyorsun? Yok, bana kızma! Benim hiç kabahatim yok. Ben belki işi sonuna kadar götürürdüm, fakat şu kızı görüyor musun? O dayanamadı. O kahpeliği bu kadar ileri götüremedi. Her şeyleri meydana vurdu. Kızım beni utandırdı. Anasına ders verdi. Allah beni affetsin. Bu masum kızcağız, (siz ne derseniz deyin, o masumdur, onun yüreği masumdur, yüreciği temizdir) ya, bu kızcağız bana ne büyük günaha girdiğimi anlatıverdi. Bak, ağlamaktan boğulacak. Beğeniyor musunuz yaptığınızı? Allah bunu yanınıza bırakır mı sanıyordunuz? Bu çocuğun ahi sizi iflah eder mi? Bak, Hacı Etem, bak: Yüreğin ezilmez mi senin bunları görünce? Bir de sıkılmadan gelip ne olduğunu mu soruyorsun? Bir şeycikler olmadı. Bu delikanlıya bir şeycikler yapamayacaksınız. Hiç olmaz-sa, bunu bize yaptıramayacaksınız. Kasabanın meydanına çıkıp ümmeti Muhammed'e bağıra bağıra her şeyleri söylerim, her şeyleri diyorum, anlıyor musun? Helbet bize de inanan iki Müslüman bulunur. İsterseniz ondan sonra bizi Öldürün, yapmadığınız bir bu kaldı, onu da yapın! Ama ben daha önce kızımı alır, Aşağıçarşı meydanına gider, her şeyi anlatırım. En katı yürekliler bile Kübra'nın yüzüne bir bakınca merhamete gelirler de sözlerime inanırlar..."

Kadın sözünü bitirmeden Hacı Etem birden kolundan yakaladı, kıvırdı ve iki büklüm olup bağıran kadına şiddetli bir tokat yapıştırdı. Kübra keskin bir feryat kopararak yerinden fırladı ve o tarafa koştu; fakat Yusuf daha evvel koşmuş, bir eliyle herifi boğazından yakalamıştı. Yumruğunu vurmak için öbür elini kaldırdı, birden iki eli de havaya kalktı, bir inilti çıkardı, sallandı ve arka üstü yere yıkıldı.

Continue Reading

You'll Also Like

600 128 19
Dört farklı kızın hikayesi. İlda bu hayatında Faye sayesinde hatalarını telafi etme şansını bulur. Bu yolda çok değerlilerini kaybeder veya çoktan ka...
224K 11.5K 61
Gurur ve Önyargı, taşralı bir beyefendinin kızı olan Elizabeth Bennett ile varlıklı ve soylu toprak sahibi Fitzwilliam Darcy arasındaki çatışmayı anl...
642 76 7
"Geçmiş ve gelecek yoktur, yalnızca sonsuz bir şimdi vardır"demiş A.cowley gerçekten öyle miydi? Geçmişimizin şimdimizi inşa etmez mi? Bugünü müzede...
37.2K 1.2K 20
Beyaz Diş vahşi bir hayvanın gözünden, hem doğal hayata hem de insanların acımasız dün yasına eleştirel bir bakış... Beyaz Diş Alaska'nın sert doğa k...