İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 18.8K 6.8K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"

BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"

11.1K 513 168
By NerayArza

BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"

Hayır bir yakarış değildi kulağımda uğuldayan melodi. Bu bir serzeniş, belkide itidal ile harmanlarmış yorgun bir hırıltıydı.

Üzerimde kefen takılı, yoksul bir duvarın körpesine yaslandım. Ağzımdan çıkan her nefes köşe bucak yukarıya doğru soluduğum dumanın griliğine akıyordu.

Kalbim göğüs kafesimde sıkışarak koca bir sızıntıyı duvarlarıma yadigar etti. Gözlerim bu dünyaya kapanmak için çırpınıyor, ruhum artık ölüme kucak açıyordu.

Yere dökülmüş pansuman ve ilaç şişesinin camları duruyordu. Saniyeler durmuş, saliseler zamanda geriye akarak bütün işlevlerimi terk ettirmişti.

İdrak edemeyeceğim her kelime zihnimde dönüyordu. Az önce annem, beni kullanarak Atıl dan para kopardığını dile getirmişti. O zaman o barda yalandı. Annemde yalandı. Bende.

Saçlarımı aşağıya doğru çekiştirdim. Parmaklarıma takılan her tel bir çığlığımı hapsediyordu.

Sessiz soluklarımı kendime çektim. Adım sesleri yaklaşırken, her bir olaya kendimi hazırlamaya çalıştım. "Eflal?" Dedi annem biraz ürkek ama kendinden şaşmayan sesiyle. "Hani bana pansuman yapacaktın?"

Ellerim başıma kapanmıştı. "Halıya takılıp düştüm, sen geç içeri burayı toparlayıp geliyorum," dediğimde bir şey demeden bana uzun süre bakıp daha sonradan salona gitti. Yerdeki ilaç şişelerini toparlarken, kırık camları da çöpe atarak ortalığı temizlemiştim.

Elimde tuttuğum pansumanlar avuç içlerime doluşan tere mani olmazken, parmaklarım da bir o kadar titriyordu. Bana vururken, canımı daha az yakıyordu. Şimdi ise o gün.. ben o gün Atıl'ın yüzüne bir daha bakmamak için hesaplar yaparken, annem sadece para koparmak için bana oyun oynamıştı. Üstüne üstlük oradaki adam anneme vurduğunda ağlayacak gibi olmuştum.

Kendime acıyordum. Hiç kimseye değil annemi bu kadar seven kalbimi paramparça etmek istiyordum. Bir türlü dinmek bilmiyordu ona karşı hislerim. Hep bir anne duygusunu yaşayamamış çocuk duruyordu yüreğimde ve hep imzasını basıyordu.

Annem koltukta oturur vaziyete gelirken bende hemen yanına oturdum ve elime pamuk, pamuğun üzerine de ilaç dökerek gözünün altındaki morluğa hafif hafif dokundurdum.

"Bu sefer beni iki adam dövdü Eflal. Neye uğradığımı şaşırdım. Ağladım, zırladım ama hep vurdular. Sadece üç beş kuruş için hemde," diyerek benimle konuşmaya çalışırken, annemin gözlerine bir kez olsun bakmıyor, sadece yüzündeki morluklarla uğraşıyordum. "Çok acıttılar annecim. Baksana yüzüm darmaduman."

"Anne," dedim yorgun nefesime meçhul olmuş saç tutamlarımı geriye atarken. O böyle söyledikçe yalan söyleyen dudakları kalbimde yangın çıkartıyordu. "Okulda edebiyat hocamız bir söz söylemişti," diye pamuğu yavaş yavaş bastırırken, gözleri üstümdeydi. "Yalan söyleyen insanlar, yalanları ortata çıkacak diye korktukları için fazla konuşurlarmış."

"Ne alaka!" Dedi birden bana sesini yükseltip geriye doğru çekilirken. Elim havada kalmıştı. "Sen bana yalancı mı diyorsun? Dayak yedim ben. Dayak."

Benim her gün yediğimden yemişsin, demek istiyordum. sonra vicdanıma ört pas edilmiş korku salgılanıyor ve susmamı sağlıyordu. "Tamam anne," dedim yorgun sesimle. "Gel temizleyeyim yaranıda, sonra uzan."

Başını bana doğru getirirken, elimdeki pamuğu tekrar yaralarına bastırdım. Sırf para koparabilmek için kendinde açtığı her darbe, bende daha ağır yaraları misafir ediyordu.

Pamukla işim bitince, annemin rahat uzanması için yastığı sırtına koydum ve battaniye ile üstünü örttüm.

"İyi geceler anne," diye konuştuğumda, malzemeleride elime aldım. Bitkindim. Hemde fazlasıyla.

"Çabuk çık odadan."

Kalbim kırıldığı yerden tekrar parçalara ayrılıyordu. Bir şey diyemiyordum artık. Kelimelerim bile bu saatten sonra kifayesiz kalıyor, anlamı olan her sözcük koca bir boşluğa düşüyordu.

Salondan çıkıp eşyaları lavaboya koyduktan sonra kendimi yatağa attım. Yorgun bedenim ve uyuşan kemiklerim sert yatağın dokusu bile olsa rahatlıyordu.

Yorgunluk darmaduman olurken, telefonumda aynı hızla titredi fakat bakacak gücüm olmadığından kendimi uykuya adadım.

Belki öğlen güneşinde uyanıp, hevesle yatağımdan kalkarak oyuncak bebeklerle oynayacak bir kız çocuğu hiç olmamıştım. Yani izin verilmemişti bana. Ama ne olursa olsun vazgeçmemiştim hayattan. Bana şu an bu yatakta isyan eden bedenime uyup, kendimi koca bir boşlukta sallandırmaya hiç yeltenmemiştim.

Çünkü biliyordum ki, bana intihar salıncağını hazırlayan bir annem zaten geleceğime taht kurmuştu.

Gözlerimi artık ısınan havaların verdiği mahmurluk ile açarken, kendime gelmek adına kollarımı iki yana açtım ve esneyebildiğim kadar esnemeye çalıştım. Dün telefonumun sesi çalsa da bakacak gücüm olmadığından, yastığımın altına iliştirdiğim telefonumu elime aldım.

Gönderen; Atıl

Sabah seni almaya geleceğim hazır ol.

Aklımdan geçen ve kalbimin duvarlarında yanan her meşale bir anda parıldarken, dünün yorgunluğunu hızlıca vücudumdan atarak yataktan kalktım. Aynada kendime çeki düzen verip, saçlarımı düzelterek kendime baktığımda, heyecanıma ortak olan kendime baktım. İstediğim mutluluk anında elde edilmişti bile.

Çantamı kaptığım gibi aşağıya inerken, telefonum bir kez daha titredi. Atıl'ın kapıda olduğuna dair attığı mesaj olduğunu düşündüğümden dolayı bakma ihtiyacı duymadan annemin odasına anlık baktım. Uyuyordu ve bu benim için günün ikinci güzel haberiydi.

Ayakkabılarımı giyerek kapıdan çıktığımda etrafa kısaca bakındım. Atıl yoktu. Cebimde titreşimi tekrarlanan telefonumu elime aldığımda, bir yandan da kaldırıma doğru yürümeye başladım. Açelya aramıştı bir kere ve neden aradığı da zaten ortadaydı.

Bir kere daha aradığında, hızlıca telefonumu yana kaydırarak, aramasına cevap vermek isterken, kırılan ekranımdan dolayı biraz uğraşmış fakat sonunda açmıştım.

"Eflal?" Dedi bir anda sesi yüksek ve fazlasıyla mutlu gelirken. "Senin sayende şu an her şey çok güzel. Ben teşekkür etmek için aramıştım. Ne diyeceğimi bilemiyorum."

"Mutlu olun," dedim saf heyecanına gülerken. Fakat bir yandan da yola bakıyor, Atıl'ı bekliyordum.

"Ay hadi bakalım," dedi gülerken. "Şu an yerimde duramıyorum. Çıkışta buluşacağız. İnanabiliyor musun? Dün bir, bugün iki."

"Ne güzel işte. Demek ki Tuna da sana ilgiliymiş."

"Hoca geldi," dedi bir anda sesi kısılırken. "Tekrardan saol. Görüşürüz."

"Görüşürüz."

Açelya'nın adına mutlu olurken, kalbimde saplı hançerin sahibinden biraz daha uzaklaşmak adına ileriye doğru adımlar atarken, sonunda beklediğim adamın arabası bana uzaktan göz kırpmıştı bile.

Kafamda dolanan tilkinin bir kuyruğu, dün annemin söylediklerinde kalmıştı. Yılmıştım artık. Bana yaptığı uer harekette içimde kopan bir fırtınaya alev atıyordu. Annemi kurtarmak için Atıl'ın para vermesine izin vermiştim. Bu olağan dışı ve küçük düşürücüydü.

Atıl'ın arabası hemen görüş açıma girerken, lastiklerinin arta kalanından çıkan toz koca bir bulutu andırıyordu. Hemen önümde hızlıca dururken, oturduğu koltuğunun yanındaki camı açarak bana baktı. Sanırım biraz heyecanlanmıştım.

"Hadi atla," diyerek yanını gösterirken, dediğini yaptım ve kapıyı açarak arabanın içine bindim.

Yeni öğrendiğim bilgiyi kafamdan kazıp atmaya çalışırken, içimdeki merakı durduramadım. "Nereye gideceğiz?"

"Gidince görürsün."

"Bilmediğim yere gelmek istemiyorum," dedim verdiği cevapla çatılan kaşlarıma engel olamadan. Sorduğum sorulara bir kez olsun netlikle cevap vermiyordu.

"Arabaya binmeden öncede nereye gideceğini bilmiyordun ama bindim değil mi küçüğüm?" Dedi ve bana bakıp alayla güldü. "Kollarını bağlayıp çiçek olursan cezanı azaltabilirim."

"Ceza.." dedim mırıldanıp başımı geriye atarken. "Cezayı hak edecek bir şey yapmadım."

"O heriften haz etmediğimi bile bile yanına gittin. Etrafında dolanıp duruyor ve onu elimde sallamama az kaldı."

Derin bir nefes aldım. "Açelya ile Tuna artık görüşüyorlar Atıl." Dediğim an gözlerindeki şaşkınlığı hissederken, bir anda idrak ettiğim her şey gözlerimin önüne serildi sanki. "Hem etrafımda dolanması seni ilgilendirmez. Neden buna bu kadar sinirlendin?"

Dakikaları devirdiğimiz arabada, tüylerim ürpermiş, kalbim nefesimde atmıştı. Ağzından çıkacak olan lafları fazlasıyla merak ediyordum. Bir anda arabanın hızını düşürürken, gözleri gözlerime dokundu ve bana doğru yaklaştı. "O dudaklarına benden başka bir ten değdi mi? Vücuduna benden başka erkek baktı mı? Annen ile ilişkini başka bir erkek biliyor mu? Yaralarına merhem süren başka bir erkek var mı?" Konuşurken arabayı aniden durdurdu ve gözlerini gözlerimden çekmedi. "Sence de senin gözünde fazlasıyla değerli bir adam değil miyim?"

Dudaklarında oluşan her bir kıvrım nevrimi döndürdü ve söylediği her söz zihnimdeki perde oyununa taht kurdu. Öylece donup kalırken, perdenin arkasından bir ses zihnimde dolandı.

Değerli bir adamsın ama intiharımı söyleyecek kadar değerli bir insan değilim.

Arabadan inerken bende hızlıca indim. Kahverengi ahşaptan yapılmış olan yerde nezihlik hakimdi ve tabelada yazan şey ile bir an öylece durdum. "Meyhaneye mi geldik? Hemde sabah sabah."

"Sindirimi hızlandırır."

"Ciddi misin?"

"Hayır."

Adımlarım onu takip ederken, kapıdan içeriye girdik. Gözüm diğer masalara kayarken, bize uzak olan duvar kenarında bir kaç kişiden başka kimse yoktu. Atıl masalardan birine oturduğunda bende hemen karşısına oturdum.

Garson kılıklı adamdan daha çok normal giyinimli bir adama elini kaldırarak çağırdı. "Rakı istiyorum, yanına da meze."

"İki servis mi açalım?"

"Evet," diye adamı onaylarken, adam siparişi alarak içeriye doğru gitti.

Olanları şaşkınlıkla izlerken, gözlerimi kıstım. "Şu an okulda olmamız gerekiyordu, bir meyhanede değil ve sabah sabah alkol alacak kadar ne oldu?"

Arkaya doğru yaslandığı sandalyede saçlarını iteledi. "Canım istedi, geldik."

"Ben gidiyorum." Diye gözlerimi devirerek kalkmaya çalıştığım sıra kolumdan tutarak beni kendine doğru çekti. Masanın etrafından dolanarak, onun yanındaki boş sandalyeye beni oturttuğunda, garson gelmişti ve önümüze rakı ile mezeleri hızlıca koyarak gitmişti.

"Burada kal. Eğer okula gitmeni isteseydim, zaten okulda olurduk."

"Neden buradayız peki?" Sürahiye benzeyen bir şeyden rakıyı bardağa doldururken, hızlıca kafasına dikerek içtiğinde ağzımdan istemsizce, "Yavaş," diye konuştum.

Atıl beni dinlemeden bir tane daha koyup içerken, nedensizce onun güzelliğine tutulan bir dal kırılmıştı ve çıkan sesin takibinde onun gözleri vardı. Saçlarında ki tutamlardan dökülen her bir tel ve gözlerinde ki renkli kızıllık ona saatlerce bakmamı sağlayan unsurlardandı.

"Çok yakışıklıyım değil mi?" Dedi bana doğru yaklaşırken. Uzakta da olsa arkada tanımadığım yabancılar oturuyordu ve Atıl'ın bana bu denli ani yaklaşımı utanmama sebebiyet vermişti.

Dudakları aralanırken, içimde uçuşan her bir kelebek utançla örtülüyordu. "Cezan bu. Benden haz almak isteyen her hücrene bir işkence edeceğim. O Tuna denen piçte de vücudun böyle tepkiler veriyor mu gör bakayım."

Şaşkınlıkla ona bakarken, "Sen pislik adamın tekisin," dedim hışımla. Kendime gelmek adına başımı iki yana sallarken, yanaklarıma hücum olmuş kızarıklıkları hissediyordum. Bu gerçekten utanç vericiydi.

"Bu pislik adamı isteyecek kadar dudakların aralanıyor ama."

"Egon tavan yapmış senin."

"Ne zaman indi ki?"

Her lafıma bir cevap verirken, sustum ve masaya getirilen diğer bardağa rakıyı koyacağım anda Atıl önümden rakı şişesini alarak kendi önüne koydu. "İki kişilik servis açtırdın. Bende içmek istiyorum."

Tamamen yalandı. Alkol almak gibi bir niyetim yoktu. Sadece öylesine söylemiştim ve Atıl da böyle bir tepki verince üstüne yürümek istiyordum.

"İki kişilik servis derken mezelerden bahsetmiştim." Dedi ve bir tane fıstığın kabuğunu ayıklayarak dudaklarıma yerleşti. Fıstığı ağzıma alıp çiğnerken, aklına gelen bir şeyle bana baktı. "Daha önce alkol aldın mı sen?"

"Daha önce dışarıya çıkıp çıkmadığımı sorsana," dedim yuvarlanan kelimelerin bana kıymık misali bakarken. "Alkol almanın yanından geçemem."

"Güzel," dedi dudaklarını büküp rakısından bir yudum alırken. Bende o sırada fıstıkların kabuğunu soyup ayıklıyordum. Hepsini birden ağzıma atmak daha zevkliydi.

"Ama denemek isterim. Yani herkes içiyorsa tadı fena değildir."

"O kadar sevilecek bir yanı yok aslında," derken bir anda ayıkladığım fıstıklardan bir kaç tanesini ağzına attığında kaşlarımı çatarak ona baktım fakat gine her zamanki umursamazlığıyla beni takmadı. "Alkolü güzel yapan kafanın kıyak olmasını sağlaması."

"Ya," dedim bir anda neşem arşa doğru yükselirken. "Kıyakken nasılsın sen?"

"Neden soruyorsun?"

Ellerimi birbirine sürtüp ona gülerek baktım. "Sana sarhoşken bir kaç şey yapabilirim," dedim ve rakı dolu şişeyi önüne doğru iteledim. "Hadi biraz hızlı içsene."

"Ünlü bir söz vardır bilir misin?" Dedi bana tek kaşını kaldırıp yarım ağız gülerken. "Ben sarhoş olmam."

"Sen zaten onu olmazsın, bunu yaparsın, onu etmezsin. Biraz kusurun olsun yeter ya," diye hayıflanırken, hışımla ağzıma fıstık attım. "Sarhoş olmazmışmış."

"Olurum aslında ama ağır içkilerde. Bir gün deneriz."

"Bende mi deneyeceğim?"

"Benim gözetimim altında, evet."

Önündeki rakı bardağını bitirirken, alkol kokan nefesi tuhaf bir şekilde beni ona çekiyordu. Bende ki merak, onun asiliğine karışmıştı. Bakışlarımdan bir şeyler anlamış olacak ki Atıl bana doğru yaklaştığı an, aynı şekilde bende ona yaklaştım.

Dilini yaladığında, gözlerim aralandı. "Terbiyesiz."

"Ne yaptım ki?" Diye bana bıyık altından gülerken, gözlerimi kıstım. Ne yaptığını iyi biliyordu ve bunu benden duyma zevkini istiyordu. Elbette ona istediğini vermeyecektim.

"Buranın şarkıları çok garip," dedim kulağıma gelen ağır müzikleri dinlerken. "Sanki insanı daha çok mayhoş etmeye çalışıyorlar."

"Rihanna çalacak halleri yok."

Bu benzetmesiyle gülerken, ellerimi bacaklarımın altına sıkıştırdım ve olduğumuz konumda, anın tadını çıkarmaya çalıştım.

Gözlerim geçmişten bir anının kuru tahtanın üstünde duran paslanmış çividen bir şeyi hatırlarken, gözüm Atıl'ın bileklerine kaydı. "Atıl," diye konuştum merak dolu bir ses ile. "Senin mavi bir bileziğin vardı. Ne oldu ona?"

"O gece cafede taktığımı mı diyorsun?"

"Evet, beni kovdurduğun zamanda taktığın bilezik."

"Benim değildi."

Aklımda çelişen bin bir soru kendi kendine tavaf oluyordu. "Oraya neden kendini belli edecek bir şeyi taktın ki? Senin yüzünü görmemiştim bile. Eğer o bilezik olmasaydı tanıyamazdım."

"Bilerek yaptığımı görmüyor musun?"

"İyi ama neden?"

"O gün senin zırnık patronundan alacağım dosya için gittiğimi biliyorsun. Yüzümde maske vardı ve beni tanımaması için aramızda geçen bir olayın kilit anahtarıydı o bilezik. Kendimi göstermeden, herife üç buçuk attırdım."

"İyi de.." dedim her şeyi bir yapboz misali yerleştirmeye çalışırken. "Hırsızın sen olduğunu bilirken, neden beni kovdu?"

"Çünkü ben olduğuma inanmak istemedi," dedi gözleri gözlerimde, bir silahın tutuklu yapan yeri gibi bakıyordu. "Ben olursam başına neler geleceğini biliyordu. Senden şüphe etmek istedi sadece."

"Şimdi ne oldu?"

"Tuncay'a mı?" Diye sorduğunda başımı salladım. "Cafe'sinin bulunduğu bölgedeki arsayı satın aldım ve onu kovdum."

"Bu kadar düşmanca davranacak kadar sana ne yaptı?"

"Bak görüyor musun?" Dedi gözlerini benden alıp başka yere çekerken. "Alkol çenemi açtı. Sus biraz."

"Ya hadi," dedim mızmızlanırken. "Filmin en heyecanlı yerinde giren reklam gibisin."

"Bugünlük bu kadar. Dahası sonra." Diye konuştuğunda, ne kadar ısrar etsem de sözünün üstüne söz söyleyemeyecektim.

Masada boş duran rakı bardağını elime aldığımda, saçma bir şekilde güldüm. "Şerefe," diye konuştuğumda, onun dolu bardağı ile tokuştururken, Atıl yapmacık bir şekilde güldü. Bu gülümsemesini beğenmemiştim.

"Ben kadeh kaldırsam, kadehim kırık çıkar benim," dedi rakısını içerken. "Böylede bahtsız adamız."

"Sarhoş musun sen bakayım?"

"Seni hissedecek kadar ayığım."

Kalbim bir an sözlerinde duracak ve hemen burada, bu saniyeler ardında duracak gibi hissettim. Konuyu nedensizce başka bir yere çekmeye çalışırken, "Şimdi ne yapacağız?" Diye konuştum ve masaya baktım. Rakı bitmiş ve benim kemirdiğim mezelerin çöpü kenarda duruyordu.

Ağzını açıp tam bir şey söyleyecekken, Atıl'ın telefonu açılan ağzını kapamıştı. Telefonu aldığı gibi kulağına götürürken, büyük bir ciddiyetle karşı tarafı dinliyordu. Kaşları çatılırken, "Ne diyorsun lan sen?" Diye bağırmasıyla, arkada oturan adam ve hemen kasanın başında duran garsonun dikkat odağı olmuştuk.

"Mekana geç geliyorum." Diye telefonu hışımla kapatırken, bir yandan da elini sallayarak garsondan hesap istedi.

"Noldu?" Dediğimde, gözlerini kapatıp öfkelenen yüzünü biraz daha saklamıştı. Atıl'ın öfkesi, benim içimdeki garip soruların anahtarı olurken, öylece yüzünü bakıyordum.

"Mekana gideceğim. Seni de okula bırakırım," dediğinde garson kahverengi bir kutuyu önümüze koyduğunda, Atıl hesaba bakmadan cebindeki yüz lirayı kutunun içine koyarak ayağa kalktı.

Garson yanımızdan ayrılırken, bende Atıl ile beraber ayağa kalktım. "Okula gitmek istemiyorum. Seninle beraber gelmek istiyorum."

"Reddedildi."

"Atıl," dedim mızmızlanıp yalvaran sesime ithafen. "Gelmeme izin ver. Yanında olmak istiyorum."

Meyhanenin kapısında çıkarken, oraya ait mayhoş müzikte sonlanmıştı. Atıl arabaya bindiğinde bende hızlıca diğer tarafa dolandım ve arabanın içine bindim. Atıl'a bakıp hala gelmeme izin vermesi için bir söz bekliyordum.

"Gelmeni istemiyorum. Yeterince saçma sapan şeylere göz konuğu oldun." Dediğinde ona bas bas bağırmak istiyordum. Onun yanında saçma olan bir şey yoktu. Kötü olan bir şey yoktu.

Eğer bir kötülük arayacaksa, yokluğundaki beni arayabilirdi.

"Seninle ilgili hiçbir şey saçma sapan değil," dediğim an gözleri hızlıca bana döndü. Sanki gözlerimde bir şeyler aramış gibi bana dikkatle bakarken, cümlemi devam ettirdim. "Yanında olmak istiyorum."

"Senin yanındayken küfür bile edemiyorum."

"Atma." Dedim gözlerimi devirirken.

"Gelmiyorsun."

Atıl'ı ikna etmek bu dünyadaki her şeyden daha zordu. Arabayı çalıştırdığı gibi gaza basarken, ona inat olarak vitesi geriye taktığımda, bana garipçe baktı ve hemen vitesi düzeltti. "Manyak mısın sen kızım? Otur oturduğun yerde."

"Eğer seninle beraber gelmezsem vitesi her daim geriye takarım."

"Seni arabamdan atmamı istemiyorsun tabi, buyur," dediğinde, içimde bir yerlerde bir şeyler kırıldı ama ona göstermedim. Yüzüm hala az önceki halinde duruyordu ama üzülmüştüm.

"Tamam, arabandan mı atmak istiyorsun?" Dedim arabayı hızlı sürerken. Elim kapının kulpuna giderken, arabanın kapısını açtım. "Bende giderim o halde."

"Sanki türk dizisi çekiyoruz." Dedi Atıl sabır dilenirmişcesine. "Kapa şu kapıyı."

Omuz silktim.

"Kapasana kızım. İlla beni çileden mi çıkartacaksın."

"Geliyor muyum seninle?" Diye tekrardan bir ima ile sorarken, onu pes ettirmeye çalışıyordum.

"Tamam," dedi Atıl kapıyı biraz daha açtığımda. "Geliyorsun, gel amına koyayım." Beyaz bayrağı sallayacak olan sözleri ağzından çıkarken zaferle gülümsedim.

Direksiyonu elleriyle sıkı bir şekilde tutarken, arabanın kapılarının kilitlenme sesiyle yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamadım.

Bir kaç geldiğim bu yere hala alışamamıştım. Dışarıdan normal gibi görünse de içerisindeki odaların her biri Atıl'ın işine yaradığını biliyordum. Atıl önümde durup bana bakarken, "Hep arkamda duracaksın ve ne diyorsam onu yapacaksın," dediğinde başımı onaylar bir şekilde sallayarak kabul ettim.

İçeriye doğru girerken, korumaların yanından geçmiş ve tekrar o aşağıya inen merdivenlerden inmiştik. Andaç bizi karşılarken, içime huzursuzca bir şeyler dolmuştu. "Bir adamı tutamayan hangi piç?"

"Atıl.." dedi Andaç ensesini kaşıyıp gergince bakarken. "Abi adam bir bok yapmış."

"Gene ne oldu lan?"

"Onu ben kaçmasın diye parmağından direğe kelepçeletmiştim ama adam parmağını koparıp, aralık kapıdan kaçmış."

Dedikleriyle midem bulandı. Eş zamanlı yüzüm buruşurken, midem de beni dürdütüyordu. Kaçmak için kendi parmağından olacak kadar Atıl'dan korkuyor muydu? Ya da altında başka bir neden vardı ama her nedense bu çok iğrençti.

"Has siktir," dedi Atıl ileriye doğru atılırken. "Kendisi gibi adamları da psikopat bu Kamer'in."

"Öyle, şimdi ne yapacağız peki?"

"O Kamer illetini bulmamız gerek," dedi Atıl. Bense hala az önce duyduklarımın şokundaydım. "Bunların devamını getireceğine eminim. Arkasında bir sürü kişi var ve işimiz gittikçe zorlaşıyor."

"Harekete geçelim." Diye destekledi Andaç. "Artık işimiz Kamer'i bulmakta."

Atıl kafasını sallarken, o adamı tıkıp dövdüğü deponun kapısını açtığında ben bir adım, hatta daha çok adımımı gerileterek arkaya doğru kaçtım. Orada kanlar içinde iğrenç bir şey göreceğimi biliyordum ve bunu bilmek bile midemi ağzımda hissetmeme neden oluyordu.

"Temizleyin şurayı," dedi Atıl kapının yanında bulunan adamlara bakarken.

"Emredersin abi," Diye adamlardan biri yukarıya doğru çıkarken, gözlerimi kıstım. Deponun içine bakmak isterken, bir yandan da göreceğim vahşete karşı bakma tenezzülünde bulunamıyordum.

"Siz okula gidin," dedi Atıl bana bakıp, Andaç'a söylerken.

"Sen ne yapacaksın?"

Bana doğru adım attı ve hemen dibime gelmeden önce durdu. "Merak etme bugün içinde beni tekrardan göreceksin ama sonra."

"Peki," diye söylendiğim de, derin bir nefes aldım. Sanırım şu anda nefese her şeyden daha çok ihtiyacım vardı.

"Hadi eyvallah yafrum," diye Andaç yalaka bir şekilde Atıl ile konuşurken, Atıl ona küfür ederek karşılık vermişti. Benim yanıma gelip, merdivenlerden çıkarken, "Seviyor beni seviyor," dediğinde derin bir nefes yerine içimdeki sıkıntının derdi bulunmuştu ama hala öyle bir vahşetin yaşandığına aklım ermiyordu.

Mekandan çıktığımızda, Andaç'ın arabası hemen önümüzde durmuştu. Sürücü koltuğuna binerken, bende hemen yanına oturmuştum. Arabayı çalıştırıp, yola çıkarken, "Andaç," diye konuştum. "Kamer.. Atıl ile alakası ne?"

"Bu soruyu Atıl'a sordun mu?" Başımı iki yana olumsuzca salladım. "Ona sorsan daha iyi. Malum bazen bir yerlerimden tavana asmak ile tehdit ediyor."

Aklımdaki tilkilerin kırmızı tüyleri serpişti. Küçük soru işaretleri oluştu birden bire. "Atıl benim hakkımda mı konuşuyor?"

"Siz kadınlar, çok fenasınız," dedi Andaç oturduğu yerde kendini düzeltirken.

"Soruma cevap versene," dediğimde ağzına görünmez bir fermuar çekerek konuşmayacağını söylerken, kollarımı önümde bağladım. "Canımı sıkıyorsunuz."

"Sıkı can iyi.."

"Sakın," dedim uyarır bir ses tonuyla. "Saçma bir espiri yapma."

Kahkaha attı. "Hatunumu özledim," dedi Andaç bir anda. Şu an konuyu tamamen çevirmeye çalışıyordu. "Nerede o, konuştunuz mu hiç?"

İşte o zaman aklıma geldi. Telefonumu cebimden çıkarttığımda, cevapsız aramalar ve bir kaç mesajın olduğunu gördüğümde, dudağımı dişledim. "Sanırım bana baya kızacak."

"Kaç kere aramış?"

"Otuz filan."

"Yuh hiç mi duymadın telefonunun sesini?" Dediğinde, aklıma telefonumu açık bıraktığım ve hemen ardından da telefonumun artık varlığının yok olması geldi. Sanırım bozuluyordu ve benim otobüs param bile yokken, yeni telefon alacak kadar parayı hiç bir zaman bulamazdım.

"Sessizdeymiş," gibi bir yalan söylerken, her dakika nasıl oluyor da kendi canımı sıkacak bir şey buluyordum.. aklım almıyordu artık.

"Kız soğuk nevale," dedi Andaç neşeyle karışık bir şekilde gülerken. "Atıl ile fingirdiyor musunuz arada?"

Gözlerimi sonuna kadar açarken, onun gözleri yola bakıyordu. "Ha?" dedim hızlıca konuşurken. "Ne demek istediğini anlamadım."

"Çok safsın kız sen."

"Değilim."

"Benim cadolaza söylesene sana bir kaç şey öğretsin," dediğinde Balın'dan bahsettiğini biliyordum. Evet, bana göre daha kurnazdı ve işinin ehline geldiği zaman her şeyde iyi olabiliyordu. Ben daha çok insanları ve kullandıkları kelimelerin manalarının altında yatan cümleleri anlamaya çalışırken, Balın benden önce davranırdı. Bu iyiydi. En azından benim gibi bir arkadaşa sahip olmadığım için kendimi şanslı hissediyordum.

"Gerek yok, ben böyle iyiyim," dediğimde, omuz silkti ve arabayı sürmeye devam ederken, dirseğimi camın olduğu yere koyarak yola bakmaya başladım. "Andaç sana bir soru sorayım mı?"

"Atıl ile alak.."

"Yok, senin ile alakalı," dedim sözünü bölerken. "Bunca sene aynı okulda okuduk. Aramız hiç böyle olmamıştı. Dışarıdan seni hep soğuk görüyordum."

"Benimde garip bir yanım bu," dedi direksiyonu sağa kırarken. "Bir insana alışamadan açılamıyorum."

"Oysaki bu kadar dışa dönükken."

"Değil mi?" Dedi kendi kendine sorar gibi konuşuyordu. "Bu da benim eksikliğim."

"Sadece sormak istedim." Dediğimde asıl amacımın onun eksik bir yönünü ortaya çıkarmak değildi. Sadece bunca senedir beraberken, neden birden böyle oluşumuzu sorgulamaktı.

"Sorun değil, genellikle insanlar ile kaynaştıktan sonra bana sorulan ilk sorudur bu. Sen geç bile kaldın."

"İtiraf edeyim," dedim buruk bir sesle. "Tanımadan önce buz gibi birisi zannediyordum. Ben kafede çalışırken, Açelya ile geldiğinizde soğuktunuz."

"O zaman bir yerden gelmiştik. Gine mekanda bir sorun olmuştu ve moralimiz bozuktu. Yoksa seninle bir alakası yok."

"Peki."

"Soğuk nevalenin ağzı açılıyormuş demek ki."

"Konu merakımsa evet."

"Sahi, o Merak dene kız ne kadar garip. Kim kızının ismini Merak koyar ki?"

Omuz silktim. Bana da ilk başlarda tuhaf gelmişti. "Evet, biraz garip."

"Gariplik içinde gidiyoruz be anasını satayım," dedi ve yeşil ışıkta kornaya basarak gaza bastı.

Okulun önünde durduğumuzda, arabadan indiğim gibi buraya doğru bakan, Açelya ve bana sinirle bakan Balın'ı görmem ile uzakta da olsam küçük çaplı el salladım. "Hazır ol," dedi Andaç gülerken. Gülümsemesi zaten hiç solmuyordu. Balın yanımıza doğru gelirken, Andaç ile bende onlara doğru yürüyorduk. "Birazdan çok pis patlayacak."

"Eflal!" Diye Balın'ın bağırmasıyla bahçedeki bir kaç kişi bize baksa da, umurlarında pek olmadığımız için hemen önlerine dönmüşlerdi. "Neredesin sen? Kaç kez aradım, mesaj attım? İnsan geri döner. Kiminlesin, ne yapıyorsun, yaşıyor musun? Ses seda verdiğ.." bile demeden aniden Balın'a öyle sıkı sarıldım ki, sarılışım onu etkilemişe benziyor ki, sustu. "Bir tanem?" Diye az önceki halinden daha yumuşak bir ses ile konuştuğunda, sıkı sarılmaya devam ettim.

Yaşadıklarım bir bir üstüme biniyordu ama ben susmak ile yetiniyordum. Bazen her şeyin acısını, sevdiğim bir insanın enerjisiyle yok edebiliyordum.. ya da o anlık unutabiliyordum. "Özür dilerim," diye konuştum bir adım geri çekilip, boynuna sardığım ellerimi kendime dolarken. "Sana haber verecektim ama.." bir tek sen merak ediyorsun şu hayatta ve senin değerini bilemeyecek kadar bencilim.

"Tamam boşver," dedi Balın omzumu sıvazlayıp, tebessümünü dudağına kondururken. "Var senin bir şeyin. Sonra söylersin."

"Sevgilin de burada hatun," diye Andaç ellerini iki yana açarken, Balın hızlıca benden tarafa kayıp Andaç'a sarıldı.

"Şebeksin ya," dedi Andaç'ın yanağından sıkıp, öperken. "Sabah nereye kayboldunuz."

"Bir kaç iş vardı, pek önemli değil." Diye konuştuğunda, aramızdan telefonuyla soyutlanmış Açelya'ya döndüm. Kendini telefona öyle bir kaptırmıştı ki, kaçırsalar ruhu duymazdı. Ağzı kulaklarında atarken, onun bu haline anlam veremez gözlerimle Balın'a baktı.

"Tuna evladım ile konuşuyor," dediğinde, şimdi taşlar yerine oturmuştu. Gözlerindeki doluluk ve ekrana bakarken, dudaklarının yamacına kıvrılan küçük gamzeleri ile mesajlaşıyordu.

"Ulan bu da mı uçacak yuvadan be," diye Andaç, konuşurken, Açelya'yı aniden kolunun altına aldı. "Sırık oğlanı getir de bir gün tanışalım."

"Sırık olduğunu nereden biliyorsun?" Diye sorduğumda, Açelya bana mahçup olmuş gözlerle baktı. "Naber Eflal?"

"Pili kısa devre yapmış robot gibi olmuş bu. Eflal geleli çok oldu."

"Peki neden okulun dışında duruyoruz?" Dediğinde, omzumu silktim. Hiçbir fikrim yoktu.

"Mantıklı soru," diye Balın konuştu. "Birazdan zil çalacak zaten hadi içeri girelim."

Hepimiz içeriye doğru yürürken, ellerimi cebime soktum. "Andaç sen nereden biliyorsun uzun boylu olduğunu?" Diye sorumu yinelerken, bahçede kısa bir göz turu yaptım. Öylesine bakınsam bile bir kaç kızın sinir dolu bakışlarına maruz kalıyordum.

"Bir ara geliyordu ya okulun orasına burasına. O ara gördüm."

"Tamam," diye konuştuğumda zilin çalmasıyla adımlarımı sıklaştırdım ve merdivenlere yönelerek sınıfa doğru gittim.

Balın, Andaç ile konuşurken, alnımda oluşan boncuk terlere mana veremedim. Nedensizce vücudumun sıcaklığı artıyordu. Havaların ısınmasından dolayıda olabilirdi. Elimin tersiyle alnımı hafifçe sildiğimde, lavaboya doğru gittim. Soğuk bir suya ihtiyacım vardı.

Sınıf kapısının oradan ayrılıp adımlarımı lavabonun olduğu tarafa sürdüm. Kapıyı açıp içeriye girdiğimde, hızlıca soğuk suyu açtım ve avucuma doldurduğum suyu bütün yüzüme hücum ettim. Ellerimi lavabo kenarlarına dayarken, saçlarım iki yanıma dağıldı. Saçma sarsak gelen dürtülerimin duygusallığı içimde karmaşa yaratırken, kendime hakim olmaya çalıştım ve aynaya baktım.

Ne yaşıyordum şu an? Neydi bu saçma sapan duygu karmaşam. Göz kapaklarım yer çekimine ayak uydururken, mıknatıs gibi kapanıyor ve açılıyordu. Sarsak adımlarımda aynı izi sürerken, ellerimi tekrardan soğuk suyun altına soktum ve tekrar yüzüme sıçrattım.

Kendime gelmeliydim.

Lavabonun karşısında diklenirken, ıslak olan ellerimle saçlarımı düzelttim. Yüzümü bir kaç kez ovalarken, derin bir nefes alarak lavabodan çıktım ve sınıfa doğru yöneldim. Hoca çoktan sınıfa girdiği için özür dileyerek içeri girdim ve Balın'ın yanına oturdum. Hava güzeldi ve kaloriferler çok az yanıyordu. Soğuk ile sıcağa ihtiyacım vardı.

"İyi misin?" Diye Balın yüzüme bakıp konuşurken, hafifçe başımı salladım. "Betin benzin atmış. Ne oldu iki dakikada."

"Bilmiyorum," dedim kısık bir ses ile. "Birazdan geçer."

"Geçmezse revire gidelim. İlaç versinler sana," dediğinde başımı onaylar bir şekilde salladım ve başımı sıraya yaslayarak uyumaya çalıştım.

Ders bitimine doğru vuran karın ağrısı ile dişlerimi sıkarken, alnımdan akmaya başlayan terleri umursamadan kendime gelmeye çalıştım. "Eflal?" Dedi, Balın telaşlı bir ses ile. "Kuzum iyi değilsin sen. Gel revire gidelim."

Başımı sıradan kaldırdığımda, kolumdan tutarak beni ayağa kaldırdı. Midemde oluşan kramp ve hafif bir baş dönmesi bütün vücudumu sararken, halsizliğim de ön safta yerini alıyordu. Hemen sınıfın karşısında olan revire girdiğimizde, sadece Emine ablanın olması işime gelmişti. Revirde tek doktor vardı ve o da Emine ablaydı. Önceden bir kaç sefer tanışmışlığımız vardı.

"Emine abla, Eflal çok kötü," diye Balın benim yerime konuşurken, beni kolumdan tutarak sedyeye oturttuğunda, kazağımın kollarını avuç içime kadar çektim. Üşüyordum. Şu anda vücudumu anlayamıyordum. Sıcak, soğuk arasında bir gelgitte takılı kalmıştım.

"Eflal, neyin var?" Diye hemen karşımda dururken, gözlerimi yukarıya doğru kaldırdım. Elinin tersiyle alnıma dokunduğunda, "Ateşin yok ama yüzün çok solgun." dedi.

"Aniden oldu. Sınıfa doğru giderken terlemeye başladım, sonra ardından halsizlik ve baş dönmesi hissettim. Sınıfa uyurken de karın ağrım başladı."

"Sabah bir şey yedin mi?" Başımı olumsuzca iki yana salladım. "En son ne zaman yemek yedin?"

"Bir kaç gün önce sanırım, tam hatırlamıyorum," diye konuştuğumda, ellerimi belime sardım. Kötünün biraz üstünde iyi hissediyordum.

"Yemek yememektendir, insanlar bir öğün atlayınca başları ağrır, sen bir kaç gündür yemek yemediğini söylüyorsun," diye bana kızarken, Balın da hemen yanımda dikiliyordu. "Balın sen Eflal'e kantinden yemek alsana. Aç karnına ilaç veremem şimdi."

"Tamamdır," diye Balın sanki bu sözleri beklermişcesine hızlıca odadan çıkarken, arkasından öylece baktım.

"İştahım yok ki benim." Dedim sızlanarak. Şu an küçük bir çocuğu andırsamda, şımarıklık etmek istemiyordum.

"Eflal," dedi Emine abla sedyede yanıma otururken. Onun konuşması bile öyle samimi çıkıyordu ki, sanırım annemden başka herkes bana iyi davranıyordu. "Geçen senelerde de hiç yemek yemiyordun. Sonu hep bu sedye oluyordu. Gine ne oldu, anlatmak ister misin?"

Geçen seneler.. yemek yemeyip bayıldığım o geçen süreler. Bana ızdırap veriyordu. Annemin o haline alışamamıştım. Alışmak istemediğim ama kabullenmek zorunda olduğum o günler.. felaketti.

"Aynı şeyler Emine abla," dedim sesim kırgın çıkarken. Gözlerim boş bir noktaya bakıyor, parmaklarımın soğukluğu tenimi yakıyordu. "O zamandan bu zamana değişen tek şey; zaman."

"Ben her zaman yanındayım," dedi soğuk ellerimi, sıcak ellerinin arasına alıp samimi bir şekilde gülümserken. "Ne dersin olursa hep gel. Bir sıkıntın olduğunda ara ama kendini mahvetme. Gencecik kızsın sen."

"Tamam, düzeltmeye çalışırım," diye konuştuğumda, Balın içeriye girdi.

"Al bakalım," dedi beyaz poşetin içinden tost, ayran ve bir çikolata çıkarırken. "Yesin hepsini değil mi Emine abla?"

"Yesin tabi, şuraya bak, kupkuru kalmış."

Elime tostu verirken, "Yarısını yesem olur mu?" Dedim. Çünkü midem garip bir şekilde bulanmıyor ama zonkluyordu. Saçma bir hastalığa kapılmıştım.

"Hayır, hepsi bitecek." Diye Balın kollarını göğsünde bağlarken, sedyede boş kalan yere oturdu. Ders zili çalarken, Emine ablaya kaçamak bakış atarak. "Başında bekleyeceğim senin." dedi.

"Balın dersin yok mu senin?" Diye Emine abla, sorarken, tostumdan bir parça ısırık aldım ve ayrana pipeti batırıp içmeye başladım.

"Var ama Eflal hasta. Ben arkadaşımı burada bırakıp gidemem." Diye eski türk dizileri gibi konuya girerken, bu hareketine gülmek istedim.

Emine abla, beyaz eldivenli ellerini yukarıya kaldırarak, "Güvenli ellerde sen merak etme." Diye Balın'ı sınıfa yollamaya çalışıyordu.

"Olmaz," dedi Balın ısrarla. Ders matematikti ve en içtenliğimle biliyordum ki sayısal olmasına rağmen matematiği sevmiyordu. "Ben burada bekleyeceğim. Ders Eflal olmadan geçmez."

"Peki madem. Eflal sen yemeğini ye, bitirince de bana söyle ilaç vereceğim," dediğinde başımı salladım. Emine abla kendi yerine otururken, bende elime tutuşturulmuş tostu yavaş yavaş yemeğe başladım.

"Sen niye bu kadar üzüldün, anlat bakayım," diye Balın sedyeye konulmuş olan beyaz yastığı kucağına koydu ve bana meraklı gözlerle bakmaya başladı. Tam olarak ne diyeceğimi bilemiyordum. Klasikti. Tam on yedi yıldır bu klasiğin içinde yaşıyor, olay örgüsünde hep aynı şeyler yaşanıyordu.

Tostumdan bir ısırık alıp ayranımdan içtim. "Farklı bir şey olmadı aslında, bende neden böyle olduğumu anlayamadım," diye konuştuğumda, yorgunluk sanki yavaş yavaş üstümden geçiyor gibiydi. Belkide tek sorunum iştahsızlıktı.

"Atıl ile fazla vakit geçiriyorsun bu aralar. Aranızda bir şey var mı?" Dediğinde, ağzımda gezdirdiğim tostun parçaları boğazımda takılı kaldı. Aramızda bir kaç aya sığamayacak kadar çok şey olmuştu. Mesela..

Birbirimizi öpmüştük.

Bu hala bana imkansız geliyordu. Atıl'ı ilk gördüğümde aramızda böyle şeylerin geçeceğini söyleseler asla inanmazdım.

"Bilmiyorum," dedim tostun sucuklu yerine gelirken, koca bir ısırık aldım. Yemek yerken, karnım gurulduyordu ve aç kaldığımı daha fazla anlamama yardımcı oluyordu. "Aramızda bir boşluk var ve o boşluk her geçen gün daha fazla artıyor."

"Anlamadım."

"Emin ol bende anlamıyorum Balın," dedim ayranımın son yudumlarını pipet ile çekmeye çalışırken. Anlamsız bir dip, kelimeler kurulmuyor ama hissiyatın varlığı mutlu ediyordu.

"Eğer onun yanında kendini iyi hissediyorsan, hep onunla ol ama.."

Sustu. Devam etmedi. "Ama?"

"Bilmiyorum Eflal," dedi beyaz yastığın uçlarından tutup, parmakları ile oynarken. "O senin, benim gibi biri değil. Normal değil ve ben onunla yakınlaşmanı pek sağlıklı bulmuyorum."

Bunu beklemiyordum. Hemde hiç. "İnsanları böyle yargılamak hoş değil. Onun nasıl biri olduğunu bilmiyoruz."

"Evet, zaman bunu nasıl olsa sana gösterecek," dedi ve bana doğru yaklaştı. "Ben iyi olmanı istiyorum."

"Bende."

Sıcak bir gülümseme ikimizde de oluşurken, poşetteki çikolatayı da açıp yemeğe başladım. Şu an bu yediklerimle acıkmanın verdiği hissiyat ve tatlı istediğim amansızca körüklenmişti. "Obur şirin, bir de yemeyecekmiş," diye Balın gülerken, çikolatayı yerden gözlerimi bir kaç saniyelik kapadım.

"Çok özlemişim yemek yemeği."

"Özlersin tabi, sen aç ol ben hep yediririm seni," diye konuşurken, başını yana doğru kaldırdı. "Emine abla yemeğini bitirdi."

Emine abla yerinden kalkarken, çikolatanın son lokmasını da ağzıma attım ve yanda duran plastik bardaklardan bir tane alarak damacanadan su aldım. Hemen sedyenin yanında olması işime gelmişti.

Yemek yemekten dolayı kendimi biraz daha iyi hissederken, üzerimde ki yorgunluk hala geçmemişti. Enerjim çekiliyor gibiydi. Emine abla ecza dolabından hap kutusunu aldığında, bende damacanadan bardağıma su doldurdum. Mavi renkte bir ilaç verdiğinde, hapı dilimin üstüne koyduğum gibi su ile beraber hızlıca içtim.

"Daha kötü olursan, bir doktora görün. Burada fazla yapabileceğim bir şey yok," dediğinde başımı salladım.

"Kendimi şimdiden iyi hissediyorum, sadece karnımda biraz ağrı var o kadar."

"Aman iyi ol da," dedi Balın bana bakarken. "Bu erimiş vücudun dahasını kaldırmaz."

"Balın haklı Eflal," dedi Emine abla bana bakarken. "Gerçekten vücudun fazla hastalığı kaldıramaz. Biraz kilo almayı dene olur mu?"

"Biraz değil, fazla kilo alsın," diye Balın araya karışırken, gözlerimi devirdim.

"Denerim," diye konuştuğumda, başımı Balın'ın omzuna yasladım. "Biraz dinlensem burada sorun olmaz değil mi?"

"Keyfinize bakın."

Gözlerimi kapatırken, biraz uyumayı denedim. En azından yatağımdan rahat bir sedye, annem yerine, başımı yasladığım biri vardı. Rahat ve huzurlu.

"Okul çıkış vakti, onu kaldırmamız gerek."

"Ama çok hasta, kucağına mı alsan Andaç?"

"Alırım almasına da, bir şey oldu zannedecekler. Uyandırmayı mı denesek?"

Gözlerim seslerin yoğunluğu ile yavaş yavaş açılırken, bulanık görüşüm netleşti. Karşımda, Açelya, Balın ve Andaç dururken, başımı koyduğum yerde yumuşacık bir yastığın edası duruyordu.

"İyi misin?" Diye Açelya bana bakarak sorarken, yattığım yerde diklendim ve kendime gelmeye çalıştım.

"İyiyim, iyi olmasına da saat kaç?" Diye parmaklarımla şakaklarıma ovalarken, kendime gelmeye çalışıyordum.

"İlk öncelikle geçmiş olsun soğuk nevale," dedi ve hemen sonra sorumu yanıtladı. "Okul çıkış vakti," diye Andaç konuştuğunda, bir anda gözlerim belerdi. Başımdaki ağrı geçmiş ve karnımda artık tuhaf bir zonklama hissetmezken, mutlu oldum.

"Sabahtan beri uyuyor muyum ben?"

Balın, koltukta duran kabanımı ve çantamı yanıma koyarken, "Evet ama baksana kendine gelmişsin," dediğinde ellerimle saçlarımı karıştırdım. Yanıma koyduğu kabanımı giyerken, ayağa kalktım ve çantamı sırtıma aldım.

"Çok mu beklettim sizi? Keşke uyandırsaydınız."

"Kıyamadık, sanki bir kaç senedir uyumuyor gibiydin. Baya derin bir uykudaydın," Açelya bu sözleri söylerken, saçma bir şekilde yamuk ağızla güldüm. Bir kaç senedir, huzurlu bir uyku bana günahtı. Geceleri uyurken korkuyordum.

Balın telefonundan saatine bakarken, "Gidelim mi? Saat geç oluyor," dediğinde kapıya doğru yöneldiler.

Dışarı çıkmadan önce, Emine ablaya baktım. "Teşekkür ederim."

"Ne demek, her zaman," dediğinde gülümseyerek revirden çıktım.

Merdivenlerden inerken, koridorda sadece bir kaç öğretmen vardı. Okul tamamen boşalmıştı. Bizde okuldan çıktığımızda, soğuk rüzgar aniden bedenimi kaplamış ve burnumun ucuna yuva yapmışcasına sert bir şekilde esmişti.

Hava kararmıştı ve benim gözlerim havanın karanlık yasında, Atıl'a bakıyordu. Onu arıyordum ama yoktu. Gece onu kuyusuna çekmiş, ininde duruyordu.

"Ben sizi bırakırım, hava da karardı. Bu saatte otobüs ile gitmeyin," dediğinde, Andaç'ın teklifini Balın hemen kabul etmiş, bende başım ile onaylamıştım.

Demir kapıdan geçtiğimizde, Andaç pantolonunun cebinden çıkardığı araba anahtarı ile arabasının kapılarını açmıştı. Balın öne otururken, ben ve Açelya arkaya oturmuştuk. Aklımda yeşeren bir ürperti, bugünde derslere giremediğimdi. Eğer geleceğimi kazanamasam, geçmişimde yüzerdim. Bu oldukça kötü bir gerçekti.

"Açelya, o telefonu biraz elinden bıraksan mı?" Diye Balın ön koltuktan arkaya doğru bize bakarken, aynı zamanda Andaç arabayı çalıştırdı.

"Sanki hep elimde."

"Yuh," dedi Andaç arabayı sürerken. "Bütün gün elinde telefon ile dolaştın. Ne var şu Tuna da ben anlamadım ki."

"Sen anlama Andaç," dedi Açelya yüzünü buruştururken. "Ben anladım anlayacağımı."

"Renkli gözlü diye mi bu sevdan?"

"Sende olmayanı kıskanmasana," dedi Açelya tatlı tatlı gülümseyip, dikiz aynasından Andaç ile bakışırken.

"Beni alan aldı," dedi Balın'ın elini tutup dudaklarına götürürken. "Değil mi yavrum?"

"Evet yavrusu."

"Siz aşkınıza devam edin, beni de telefonum ile yalnız bırakın," diye Açelya tekrar mesajlaşmaya başlarken, Tuna hakkında olan varsayımlarım güzel bir hale dönüştüğünü görmek beni mutlu ediyordu.

İlk önce benim evimin olduğu yere geldiğimizde, çantamı sırtıma aldım ve kapıyı açarak, "Andaç teşekkür ederim," diye konuştum.

"Lafı olmaz." Dediğinde, içimde hep bir şeyler kopuyordu. Hayat anne tarafımdan bıçaklasa da, arkadaş tarafından güzel bir hediye vermişti.

"İyi akşamlar," dediğimde hepsi aynı şekilde karşılık verdiklerinde, gülümseyerek el salladım. Andaç arabayı hızlı bir şekilde sürdüğünde, bende evin anahtarını kabanımın cebinden çıkardım ve kapıyı açarak içeri girdim.

Botlarımı her zamanki gibi kenara koyarak içeri girdiğimde, annem koltukta sızmış bir şekilde yatıyordu. Bu gece vakti annemi düşünmek istemiyordum. Bana yaptığı ihaneti düşündükçe deli oluyor ve o gün küçük duruma düşüşüm hafızamda direk çıkıyordu.

Odama girmeden önce karanlık bir siluet gördüğümde, gördüklerimin bir yanlıştan ibaret olmasını isterken, odama temkinli bir şekilde adım attım ve korkudan nabzımın arşa çıktığı anda kapının arkasında duran kişi ile çığlık atacağım an eli ağzımı kapladı ve çığlık atmamı engelledi.

"Şşt benim," tanıdık bir sesin aşinası olurken, yükselen nabzımın tarikatları yavaş yavaş indi. Elini ağzımdan çektiğinde derin bir nefesi dışarıya verdim ve sıkışan kalbimi rahatlatmaya çalıştım.

"Ödüm koptu," dedim sıklaşan nefesimi düzeltmeye çalışırken.

"Anı canlandırdık fena mı oldu?" Dediğinde kafede bana yaptığı şeyden bahsettiğini biliyordum. Elim hala göğsümde dururken, odanın ışığını açtım. Atıl karşımda, bana keskin yüz hatlarıyla bakarken, bütün onu göremeyişim içimde bir burukluk yaratmıştı.

Odanın ışığını yakarken, "İçeriğe nasıl girdin?" Diye sordum.

"Orası da bana kalsın."

Gözlerimi kıstım ve düşünürken, aklıma gelen ilk fikri söyledim. "Annem camı açtı, bizimde camlar büyük olduğundan girdin değil mi?"

"Zeki küçüğüm benim." Dediğinde, her 'küçüğüm' kelimesini bana söylerken, fazla anlamlı hissediyordum. Çünkü bir tek bana bu sözü kullanıyordu ve bana ait kelimelerini seviyordum.

"Atıl," dedim bir anda mızmızlanarak. "Bütün gün neredeydin?" Hiç bir zaman okulda olmayışını var sayarak söylüyordum. Beş gün boyunca bir kaç günü, saatliğine okula uğruyordu.

"Merak mı ediyorsun?" Başımı hızlıca salladım. "Kamer'i arıyordum."

"Bulabildin mi?" Diye hızlıca sorarken, o adamın kim olduğunu ve neden Atıl ile böyls ölümüns mücadele ettiklerini anlamaya çalışıyordum.

"Evet."

Tüylerim diken diken olurken, "Neredeymiş?" Diye sordum ve omuzlarıma yük olan çantayı, yatağımın kenarına bıraktım.

"Şehir dışında, bugün bir kaç adamımı oraya gönderdim, yarın sabahtan bende gidiyorum."

Sustum. Bu suskunluğum söyleyecek sözümden değil, koca bir yakarışın öncesinde oluşan sessizlikti. Bir bakıma fırtınanın öncesi gibi. Onun gitmesinde oluşan büyük boşluk, beni sarsardı. Gitmesini düşünmek acı verirken, nedensizce yokluğunu düşünmek istemiyordum.

"Kaç gün kalacaksın? Yani çok mu duracaksın?" Diye art arda sorularımı sıralarken, yüzüm burkuluyor kelimelerim cılız çıkıyordu.

"Bir kaç gece," dediğinde sanki bir cam parçası boğazımdan geçiyormuşcasına yutkundum. Neden hislerim bana şu an savaş açıyordu da ben yeniliyordum bilmiyorum ama kalbim az öncekinden daha çok sıkışmıştı.

"Atıl, ben.." dedim ve dudaklarımı birbirine bastırdım. "Bende gelmek istiyorum lütfen. İzin vermeyeceksin ama lütfen beni de al yanına."

"Gel."

"Yemin ederim bir şey yapmayacağım. Gerçekten.." durdum ve az önceki dediğini şimdi idrak eden beynimle gözlerimi sonuna kadar açtım. "Geleyim mi yani? İzin veriyor musun?"

"Ben kırık bir kadehim," dedi adımları tam karşımda, heybetli bedeni bir okyanusa devrilen gözleri ile bana bakıyordu. "Sende o kırık kadehin bir parçası."

"Ben.."

"Sen küçüğüm," dedi aklımı bulandıran, mideme kramplar eden sesi ile. "Sen benim kanatlarımın altında nasıl güvende olduğunu öğreneceksin."

"Bundan hiç şüphem yok," dedim gülümserken. En içten.

O beni kanatlarının altında tutacaksa, ben o kanatların altında kalabilirdim.

"Güzel, yarın sabah yola çıkıyoruz." Dediğinde, heyecanlandım. Kalbim ve karnımda atan kelebekler narince kanatlarını çırptı.

Kırık bir kadehin parçasına layık görülmüş kız çocuğu.

Şarap o kadehten içildikçe, dudaklar kanayacak.

Ama o şaraba hiç bir zaman doyulmayacak.

-Y.A.A.

Sizi çok özledim ;)

Continue Reading

You'll Also Like

62.3K 24.9K 41
Alevlerin üzerinde yürürken dünyadaki ruhani hazinelerin hepsini teker teker acılarımın bedeli olarak aldım. Tanrı'nın ceza kırbacı ve mucizevi hediy...
1.1M 43.5K 49
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
263K 15.8K 50
Acı, tecavüze uğrayan bir kızın somut bağırışlarıydı. Bağırış, çocuğu ölen bir annenin çaresizliğidi. Çaresizlik, dört duvar arasında kalmaktı. Kalma...
580K 755 8
Bir oyun...Ekranlara verilen tutsak yarışması? Yalnızca bir kişi gerçeği biliyor. Yalnızca biri reytingler için savaş veriyor. Programın kurucusu...