Maşuka Mahallesi (TAMAMLANDI)

By ilovemebaex

203K 8.1K 3.3K

Hazan, biricik annesi ile Maşuka Mahallesi'nde yaşıyor. Maşuka Mahallesi... Bir mahalle ne kadar sıcak olabi... More

Part 1 *Bizim Ekip*
Part 2 *Tipim değilsin*
Part 3 *Hırsız ile Kedi*
Part 4 *Yıldız Kaysa*
Part 5 *Davetiyesiz Düğün*
Part 6 *Çakma*
Part 7 *İstifa*
Part 8 *Tanrı Misafiri*
Part 9
Part 10
Part 11
Part 12
Part 13
Part 14
Part 15
Part 16
Part 17
Part 18
Part 19
Part 20
Part 22
Part 23
Karakterlerle Sohbet
Tanıtım🍃
Part 24
Part 25
Part 26
Part 27
Part 28 (FİNAL)
Ya sonrası (Özel Bölüm)
Geçmiş *Özel Bölüm*
D U Y U R U

Part 21

3.4K 186 107
By ilovemebaex

Kulağıma dolan kemençe sesleri ile kaşlarımı hafifçe çatıp, ellerimi kulaklarıma siper ettim.
Uykum hep vardı, uykum hep var, uykum hep var olacak...

"Kiz Hazan, ötti horozlar, çaliyor kemençeler, deliren Emoş sultanlar... Uyaniver da!"

Başımda bağıran, Melek'in olduğunu algıladığım sesle gözlerimi açtım. Koltukta uyuyakalmış olduğumdan, boynum tutulmuştu galiba...

"Günaydın," derken oturur konuma geçtim ve ayaklarımı, ahşap zemine yerleştirdim. Ellerimle yüzümü ovuşturdum ve bileğimdeki siyah lastik toka ile, asi saç tellerimi esir ettim.
Belime kadar gelen saçlarımı seviyordum, gerçekten seviyordum.

"Ee de haydi! İnelum da, hazir kahvalti."

Başımla onayladım ve odadan çıktık ikimizde art arda. Merdivenleri, hızlıca indiğimizde salona kurulan kahvaltı masasına baktım. Dur bakayım, kuymak mıydı o?

Melek'i boşverip, hızlıca masanın yanına geldim. "Günaydın!" Diye cıvıldarken, henüz sandalyeye oturmadan mısır ekmeğini elimde parçaladım ve kuymağa bandırıp ağzıma attım.

"Besmele ila başla yemeğa da!" Diyen anneanneme öpücük atıp, "bismillah" dedim ve yemeğe devam ettim.

Dilara, bana hiç bakma gereği duymuyordu belli ki, başını kuymaktan kaldırmamıştı bile! Aç ayı derken, haksız mıydım?

••••••••••••••••
Giydiğim kot pantolonumun üzerine, siyah gömlek giymiştim. Bu gün, şaşırtıcı bir şekilde hava fazla soğuk değildi ve mont giyersem, terleyeceğimi hissediyordum. Bunun için, dolabımda askıda duran, dizlerime kadar gelen mor hırkayı çıkarttım ve üzerime geçirdim.

Boy aynasından kendime baktım, saçlarımın arasına parmaklarımı koyup taradım ve aynadaki yansımama bir kez daha bakıp gülümsedim. Dün gece, geç saatlere kadar ağlayıp, burnu kanayan kız değildim şu anda. Şimdi, daha güçlüydüm.

"Hazan! Ağaç oldi çocuk da!" Diye bağırdı, Emoş Sultan. "Geldim, anneanne," dedim ve kenarda duran çantamı kaptığım gibi odadan çıktım.

•••••••••••••
"Öncelikle, beni nereye götürmek istersiniz Hazan Alp?" Diye sordu, Sarp gülümseyerek. Dünün konusunu bile açmamıştık dakikalardır. Arabada ikimiz de oturmuş, bir şeyler konuşmamız gerektiğinin farkındalığı ile geriliyorduk.

Annem Sarp'a, Trabzon'u gezdirebileceğimi tavsiye ettiğinde Sarp kabul etmiş, eh! Bana da kabul etmek kaldı, tabii.

Düşünceler okyanusundan çıkamadığını fark edip, hafifçe öksürdüm. "Şey, Atatürk Köşkü'ne ne dersiniz, Sarp Bey?"

"Güzel fikirmiş, sevdim..."

Bundan başka bir konuşma da geçmemişti, yol boyunca aramızda. O navigasyonu Atatürk Köşkü olarak ayarladı, ben de camdan dışarıyı izledim. Belki de bir daha göremezdim...

•••••••••••••••••
Atatürk Köşkü'ne geldiğimizde, arabadan indim ve Sarp'ın arabayı uygun bir konuma, ustaca park etmesini izledim. Araba kullanmayı da özlemedim denilemezdi.

"Hadi bakalım, girelim." Yanıma gelmiş olduğunu fark ettiğim Sarp'la, silkindim. Bir hayli dalmıştım bu sefer. Boş boş, park edilmiş arabayı izliyordum demek ki dakikalardır. Boşverip, Sarp'ın uzattığı elini tuttum ve çam ağaçları arasından, karşıda görkemini belli eden köşke baktım.

Sonra, mümkün mertebe Sarp'ı sıkmamaya çalışarak, Atatürk Köşkü'nün ne zaman, neden yapıldığını anlatmaya başladım.

"Atatürk Köşkü, 1913 yılında yaptırılmış aslında. Bakma öyle, cumhuriyetin ilanından sonra Atatürk ve Eşi Latife Hanım, yurdun herbir köşesini tanırken, Trabzon'a da gelmişler. Geldiklerinde, Soğuksu'da ki bu Köşk'te konaklamışlar." 

Yüksek ihtimalle biliyordu bunları. Çünkü, bilinemeyecek kadar zor bir esprisi var değildi.
Buna rağmen, büyük bir heyecanla, yüzümü izliyor, dediklerimden veyahut yaptığım mimiklerden hiçbirini kaçırmamaya dikkat ediyordu.

Gülümsedim ve utançla başımı yere eğdim. Kulağıma, zarif ve aynı zamanda yaramaz kahkahası dolduğunda, dudaklarımdaki saf gülüşü silmeye çalışırken, bir yandan kaşlarımı çatmak için ter döküyordum. "Neyse neyse, dur dağıtma aklımı." Dedim, merdivenleri arşınlarken. Biraz daha yürüdükten sonra, 3. katın büyük odasının önünde durduk. Atatürk'ün odasıydı burası...

"Burası da, Ulu Önderimiz Atatürk'ün odasıymış... Bu odayı kullanmış, Trabzon'a geldikçe."

•••••••••••
"Hazan! Şuna bak," diye bağırdı Sarp. Bakışlarımı ona çevirdiğimde, kenardaki Akçaabat köfte yapan restoranı işaret ediyordu. "Acıktın mı acaba sen?" Dedim kaşlarımı kaldırıp.

Eh, kızmamalıydım. Sabah kahvaltı yapmadan çıkmıştı. Sahi, neden yoktu ki sabah kahvaltıda? Bunu sonra sormayı, aklımın bir köşesine yazıp, bana gülümseyen Sarp'a döndüm.

"Olamaz mıı, olabilir.." diye şarkının melodisinde karşılık vermişti, soruma Sarp. Başımı salladım ve dudaklarımı ısırıp gülerken, konuştum. "Olabilir tabii, hem ben de yemek istiyorum. Hadi oturalım."

•••••••••••••
"Bu köftenin tadını unutamayacağım," diyerek arabaya doğru yürüdü, Sarp. "Unutulmazdır buranın köftesi, tadı damağında kalır valla!" Diyerek ben de arabaya yaklaştım. Yolcu kapısını açtım.

"Sen sürsene arabayı, bakalım şöförümüz bizi nereye götürecek?" Eli ile, çenesini kaşırken sarf etmişti bu sözleri, Sarp. Mutlulukla, dudaklarım, kulaklarıma doğru gerilirken, "oluur." Dedim ve arabanın etrafından dolanıp, şöför koltuğuna oturdum.

Benim gibi, yolcu koltuğuna yerleşmekte olan Sarp'a çantamı uzattım ve "Çantamı tutar mısın?" Diye sordum. Başını, 'elimi verdim, kolumu kaptırdım' der gibi sallarken, tek kelime etmeden çantamı aldı.

Arabayı çalıştırdım ve navigasyonu, Sümela Manastırı için ayarladım...

••••••••••
Gök Sarp VURGUNLU
Saat oldukça geçi gösterirken, bu kadar saat nasıl dışarıda kalabildiğimizi sorguluyordum. Çiftliğin bahçesine arabayı park ettim ve yolcu koltuğunda uyuyan Hazan'a çevirdim bakışlarımı.

Sümela Manastırı'nda o kadar dolaştıktan sonra, yorgunlukla bırakıvermişti, narin bedenini arabanın koltuğuna. Beni de, çaresizliğim ile baş başa bırakmıştı.

Canım yanıyordu, ellerim arasından kayıp gidebilecek olma düşüncesi, beynimin tüm uzuvlarını uyuşturuyordu. Acı, bedenimin her zerresine intikal etmişti. Hastalığını araştırmıştım, bakmıştım, denemiştim. Sabahtan beri konuşmadığım doktor kalmamış, çözüm bulmazsa gözümü kırpmadan canlarını ellerinden alacağımı belirtmiştim açıkça. Ama hepsinin sözü aynıydı.

"Hazan Hanımın görüştüğü hastane ile irtibata geçildi, değerler çok düşük. Mucize gerekli... O da mümkün gözükmüyor, üzgünüm. Ameliyatı, göze alamam."

"Ben mesleğe başlarken, Hipokrat yeminini boşa etmedim, Sarp Bey. Olmayacak bir şey için, hastamın elinde olan 1 ayı da ondan alamam."

Korkuyordum, sevdiğin birilerini kaybetme ihtimali bile ne kadar zordu!

Yanımdaki güçlü kadının, gün boyu kahkahalar atabilmesine gıpta ile bakıyordum. Ben aklımdan çıkaramıyordum, çaresizce bakıp, 'ben ölüyorum.' Diyişlerini. O ise, hiç olmamış gibi gülebiliyordu.

Ne garipti, içinde depremlerden çıkan kazazedeler kadar büyük kayıplar vermiş bir kadın, dışarıya tatildeymişçesine gülüşler saçabiliyordu.

Başımı salladım iki yana. Ona bunu yaptığım için utanıyordum. Kendi kişisel sorunum yüzünden, Hazan'ın her gün hayatından çaldığım için utanıyordum.

Tam 6 yıl önce, öylesine bir günde, Hazan'ı set yemeğine götürürken, babamdan annemin öcünü almak için, üvey kardeşimi öldü göstermemiş miydim? Çevresindeki herkesi, acılar içinde koymamış mıydım?

Aslında, herkes umurumda falan değildi.

Üvey kardeşimi, Hazan'dan saklamıştım ben.

Kağan'ı, kendi komplekslerime kurban edip, en yakın arkadaşlarından saklamıştım ve bunun için vicdanımla cebelleşiyordum, çok ağırdı...

Nasıl yapacağımı bilmiyordum, fakat Kağan geri dönecekti. Kağan, yine ikimiz arasındaki yarışı kazanacak ve sevdiklerinin arasında olabilecekti.

Bu işin sonunda ben suçlu çıkabilirdim de, suçlu olduğum 6 yılda anlaşılmamasına rağmen, şu 1 haftada anlaşılabilirdi.

Önemli olan, Hazan'ın o derin uykuya dalarken, mutsuz olmamasıydı...

Sükunet, maneviyatta başıma ağır silahı dayamışken, gözümden akan bir damla yaşı silip, ellerimi Hazan'ın sol eline uzattım.

Ellerim arasına alıp, ufak bir öpücük koydum ve gözlerimi kapattım.

"Özür dilerim..."

*Bölüm Sonu*
Ay sonu için çok uğraştım ben! Nasıl yazacağımı bilemedim bir türlü.

Trabzon kısımları yine az oldu ama, hiç gezip görme imkanımın olmadığı yerleri anlatmak gerçekten o kadar zor ki...

Hayalimde canlandırabildiğimle yazmaya çalıştım, yetiremediğim için üzgünüm.

Bu arada, 10K 'lar öpsün sizi <3

Harikasınız, sizi seviyorum demeyeceğim. Zaten biliyorsunuz...

***30 vote, 30 yorum***

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 55.3K 24
"Zorla evlendik farkındasın değil mi?" dedim dehşetle. Umursamadı ve gözlerimin en derine bakıp, belimde olan eli belimi okşamaya başladı. "Evet kar...
291K 8.1K 42
Hayat gözünün önünde göremediklerinden ibaret oluyor bazen.Benim geleceğim aslında geçmişimde de olan bir adam da saklıymış. Ben Güneş Aydın birlikte...
59.3K 1.9K 38
Bismillahirrahmanirahim -Düzenleniyor- Olacaklardan haberleri var mıydı dersiniz? Büyük bir olasılıkla hayır. Tanışmaları onlar için bir mucize mi...
8.9K 1.6K 30
Hayatta hiç yalnız olduğunuz zamanlar ya da yerler oldu mu? Tek kişilik yatakta iki kişi uyudunuz mu mesela? Her gece uyumadan önce yanınıza size güç...