POBEDA

Autorstwa oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... Więcej

Nefretin Başlangıcı
Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Darmadağın

11.5K 1K 734
Autorstwa oliveandturtle


Beşiktaş'ta yine Atlas'ın seçtiği ve yine Atlas'ın sevdiği bir pizzacıya gittik. Sabahtan beri sadece simit yediğim düşünülürse tüm gün oruç tutmuş bir insan kadar açtım ama yiğitliğe toz kondurmuyordum tabi.

"Hangisini seçtin?"

"Bilmem. Bakıyorum daha."

"Yuh, ne zamana kadar bakacaksın?"

"Sen niye bu kadar açsın?"

"Yarım ekmek arası az bir şey sucuk yedik ve bu saatler önceydi. Sence yeter mi o bana?"

"Yetmez tabi. İnsan olsan yeterdi ama."

"Hadi seç artık! Yeter, tamam ben seçiyorum. Bir tane bol etli bir tane de quattro formaggi. İkisi de büyük."

"Ver şu menüyü, ben senin istediğini istemiyorum."

"Mekan kapanacak sen seçene kadar." Bizi gülen bir ifadeyle izleyen garsona döndü. "Paket olsun."

"Paket ne alaka ya? Burada yeriz."

"Burada yeriz de burada birbirimizi duyamayız."

Cumartesi gecesi Beşiktaş semtinde her mekan olması beklendiği gibi kalabalıktı ve pizzacının içinde de uğul uğul bir gürültü vardı.

"Seni yurda sokamam." Şakaydı söylediğim ama değildi de bir yandan.

"O yüzden benim yurda gideceğiz."

"Ya ben senin evine gitmek istiyor muyum? Neden bana seçim şansı tanınmıyor şu hayatta?"

"Afedersin bak yine uzun uzun inatlaşma ve olurdu olmazdı faslına katlanamayacağım. İkimiz de açız. Önce yemek. Sonra konuşma. Sonra başımın etini yemene izin verebilirim ama şu an gündemimizde değil."

Göz devirerek öfledim.

"Şunu yaparsan şunu yapmana müsade ederim, bunu yaparsan bunu yapmana izin veririm. Allah senin kız arkadaşına sabır versin."

Yapmacık yapmacık gülümsedi.

"Amin derdim de ben öyle bir sevgili değilim."

Yok demedi. Var da demedi. Ama yok da demedi. Vardı bence, vardı tabi İpek. Gördün ya konser günü!

"Belli belli. Bana bile böyle davranıyorsan bence ona neler yapıyorsundur."

Hiç ilgilenmiyordu o an söylediklerimle. Yeniden çağırdığı garsona ekstra isteklerini saymakla meşguldü. Bense pizzayı beklerken içtiğim kolaya doğru eğilmiş, bir yandan da yaramaz çocuklar gibi Atlas'ın yan profilini izliyordum. İşaret parmağımı havada gezdirerek, saçlarından başlamak üzere kusursuz yüz hatlarının hayali bir haritasını çizdim. Aniden bana döndü.

"Napıyorsun?"

"Evde mi şimdi?" diye sordum hemen toparlanarak.

"Kim?"

"Kız arkadaşın."

"Napıcaksın?"

"Yan yana oturup dantel işleyeceğim."

"Sen ne anlarsın dantelden?"

"Çok ayıp. O anlıyor mu dantelden?"

"Anlasa iyi olur. Yetenekli kadınları severim."

"Ya offf amma saçmaladık ya. Evdeyse ona da pizza söyleyelim mi diyecektim."

"Gerek yok."

"Peki." Pizzalar nihayet çıkmıştı ve müthiş kokuyordu. "Ben ödüyorum." diye uzandım. "Bugünkü hakaretinden sonra itiraz etme bence."

"İyi öde."

"Konuşacağız bu konuyu."

"Konuşuruz."

Pizzalar benim elimde motosiklete bindik. Koca paketi tek elimle yan tutup, tek elimle de Atlas'a tutunmak kolay olmamıştı. Neyse ki, bu esnada çok yavaş kullandı. Evi de fazla uzak değildi, Beşiktaş sahilin biraz yukarısında Fulya tarafındaydı.

Merkeze oranla çok daha sakin, sıralı dizilmiş apartmanlarla düzenli bir mahalleydi burası. Tüm evlerin ışıkları yanıyordu. Huzurlu sessizliği bozan tek şey mahalleye giren motorun sesiydi. Apartmanın altındaki kapalı otoparka girdik. Atlas'ın yönlendirmesiyle yangın merdiveninin kapısından geçerek asansöre ulaştık. Eksi üçüncü kattan zemin kata çıktık. Yeni bir apartmandı. Tüm daire kapıları beyaza boyalıydı. İnsanın içini açan temiz bir görüntüsü vardı.

Atlas cebinden çıkardığı anahtarıyla kilitli kapıyı açtı. Kilitli. İçeri girdi ve ışıkları yaktı. Kapalı olan ışıkları.

"Kız arkadaşın nerede?"

Hala kapının önünde elimde dumanı tüten pizzalarla dikilirken bir restoran kuryesinden farkım yoktu.

"İpek içeri geçer misin?" dedi bıkmış bir tavırla.

Onun yaptığı gibi ayakkabılarımla girdim. Kapıyı arkamdan kapattı ve,

"Benim kız arkadaşım yok." dedi.

"Hiç mi yok?"

Gözlerimin içine içine gülümsedi. Pekala kabul, aptalca bir soruydu.

"Yeni mi ayrıldınız?" diye sordum. Botlarını ve montunu çıkarırken arkasını dönmüştü çoktan, sorumu kaale almadı. Bunun yerine elimdeki pizzaları alıp salon olduğunu tahmin ettiğim yöne doğru yürüdü.

"Geliyor musun?"

Mecburen peşi sıra yürüdüm ben de. Küçük bir evdi. İkea'nın prototip evleri gibi küçük alanda herşey bir aradaydı. Geniş ve konforlu görünen beyaz renkli bir koltuğun önünde kare biçimli büyük bir orta sehpa duruyordu. Koltuğun üzerine yine açık renkli, üzerinde basit desenler olan bir örtü atılmıştı ama en son oturulduğunda düzeltilmediği için biraz dağınık duruyordu. Duvarda iplerle birbirine bağlanmış fotoğraflar vardı. Ama ne fotoğraflar... her birinin Atlas'ın gözünden çekilmiş kamp ve zirve manzaraları olduğu anlaşılabiliyordu. İki tane tekli bir de puf koltuğun yanı sıra cam kenarında en fazla altı kişilik bir yemek masası vardı. Televizyon ünitesi aynı zamanda ahşap bir kitaplıktı. Yerler dahil herşey açık renkliydi.

Beni en çok çekense odaya hakim olan o yaşanmışlık dağınıklığıydı. Koltuğun örtüsünün yamukluğundan, sehpanın üstünde duran kahve fincanına, yemek masasının üzerindeki okunmuş yerine konulmamış kitaplara kadar... yaşayan, nefes alan bir evdi burası ve adımımı attığım ilk anda içim ısınmıştı.

Ben böyle etrafı incelerken Atlas çoktan masaya kurulmuş, beni beklemeden pizzaya gömülmüştü. Sessizce yanına oturdum ve onun yaptığını yaptım. Her dilimle birlikte, enerji yetersizliğinden çalışmayı durdurmuş bir makinenin kısım kısım yeniden çalışmaya başlaması gibi, vücudumun çalışmaya başladığını hissettim. Pizzalar yarılandığında Atlas şöyle bir gerinerek arkasına yaslandı.

"Bugün bana çok kızdın." dedi. "Ama ben haklıyım."

Zaten başka bir şey söylese şaşardım. Umursamazca omuz silktim.

"Beni artık ilgilendirmiyor. Kulüpten ayrılacağım." diye açıkladığımda gerçekten şaşırdı.

"Sana Tunç'u kötülediğim için mi?"

"Hayır. Herkesin parasını ödeyerek katıldığı bir gezide, para almayarak beni aşağıladığın için."

Yüzündeki ifade şaşkın bir çocuk saflığındaydı. Boyuna posuna tezat bu görüntüsü karşısında katılığımı korumakta zorlandım.

"İpek..."

"Beni dinle. Bu kez haklı değilsin. Ben sana burslu okuduğumu söyledim mi? Tesadüfen öğrendin. Söyleseydim de bu bilgiyi kendi başına değerlendiremezsin. Yaptığının, sana emanet edilmiş bir sırrı herkese anlatmaktan farkı yok. Ayrıca boktan bir okul gezisinin parasını ödeyemeyeceğimi nereden çıkardın?"

"Ödeyemeyeceğin için değil. Zorlansan da söyleyemezsin diye...yani sana yardımı olacağını düşündüm. Cebimden vermedim hem, kulüplerin bu gibi durumlar için ödenekleri var."

Söylerken dahi pişman olmuş görünüyordu.

"Ben senden yardım istemedim."

"Offff." diye iç çekti. "Haklısın. Büyük terbiyesizlik ettim." Samimi görünüyordu. "Senin iyiliğini düşünmüştüm ama önce sana sormam gerekirdi."

"Ben kendi iyiliğimi düşünürüm. Senin beni düşünmene gerek yok."

"Bu yüzden kulübü terkedersen vicdan azabı çekerim."

Düşünceli bir ifadeyle baktım bir süre.

"Kimler öğrendi?"

"Sadece Buket ve ben. Buket de kulübün mali işleriyle ilgilendiği için. İpek, haklı çıkmak için söylemiyorum ama cidden burslu okuduğun için rahatsız olmanı gerektirecek bir durum yok. Aksine gurur duyman gerek, haketmişsin ki bursu kazanmışsın. Ayrıca Buket de burslu okuyor. O bizim gibi okulu uzatanlardan değil, dördüncü senesi."

Bu yeni bir bilgiydi.

"Tamam." dedim bu konunun uzamasını istemiyordum. "Biraz düşüneceğim."

Bir süreliğine yeniden pizzalara döndük. Ben yarı yolda tıkanmıştım, o ise son dilimine kadar bitirdi. Ağzını kocaman bir peçeteyle sildikten sonra ela gözlerini üzerime dikti.

"Tunç konusuna gelelim." dedi. Dik dik baktım.

"Gelelim."

"Tunç'tan hoşlanıyor musun?"

"Bilmiyorum. Henüz buna karar verecek kadar vakit geçirmedik."

"Bir şans veririm diyorsun yani."

"Düşünebilirim."

"Peki." diye kestirip attı.

"Ne bu tavır? Neyin peşindesin?" dedim sinirlenerek.

"Tunç, benim altı yıllık arkadaşım." dedi ciddi bir şekilde. "Sadece okulda değil, okul dışında da birlikte çok vaktimiz geçiyor. Sana onu kötülemek istemiyorum ama yakın arkadaşım olması her davranışına kefil olacağım anlamına gelmiyor."

"Olabilir. Gayet normal."

"Bana karşı dürüst olup senden hoşlandığını söylese, hiçbir sorun olmazdı. Bunun yerine hakkımda ileri geri konuşarak kendince rakip eksiltmesine tahammül edemiyorum. Herkes herşeyi yanlış anlıyor bu tavrı yüzünden. İster sinirlen, ister karşı çık, onunla konuşacağım. Sen de bil istedim."

"Tunç'la yakınlaşmamıza kızgın değilsin yani?" diye sordum. Gözümün önünde motora binmeye oyalanan hali canlanmıştı. Resmen Tunç'la gidip gitmeyeceğimi görmek için beklemiş, ardından peşime düşüp beni buralara getirmişti ve şimdi de umrunda değilmiş gibi davranıyordu. Kafam çok karışmıştı.

"Ondan hoşlandığını söylüyorsun." dedi bir gerçeği ortaya koyarcasına. Oysa ben sadece olabilir demiştim ama her zamanki gibi emin konuşuyordu kendinden. "Sana bugün de söyledim. İstediğinle görüşebilirsin. Beni neden ilgilendirsin?"

"Bugün ilgilendirmiyormuş gibi davranmadığın için olabilir mi?"

"Başına kötü bir şey gelmesini istemedim. Ama sonra düşündüm, kendi kararlarını gayet iyi verebiliyorsun."

"Atlas yanlış anlaşılma kalmasın dedin, öyleyse şuna doğru düzgün bir cevap ver: Benim başıma bir şey gelmesi seni neden ilgilendiriyor?"

Cevap vermekte hiç acele etmedi. O düşünceli, dikkatli bakışlarını dikmişti yine üzerime. Bunu her yaptığında zihnimi okuyormuş gibi hissediyor, huzursuz oluyordum. Yanlış bir şeyler olacakmış gibi hissediyordum. Öyle de oldu. Beklemediğim bir anda beklemediğim bir şekilde elini alnına dayadı ve,

"Senden hoşlandığım için böyle davrandığımı düşünüyorsun." dedi.

Usta bir balıkçının zıpkınıyla vurulmuş bir balık gibi kalakaldım öylece. Masanın bir ucunda o bir ucunda ben, karşı karşıya, iki farklı dil konuşur gibiydik. O bir şeyler diyor ben yanlış anlıyordum. Ben bir şeyler diyordum o hiç anlamıyordu.

Yerinden kalktı. "Çok susadım ben, bir şeyler içeceğim. Sen de ister misin?" dedi.

Saatime baktım. Odanın girişinde durakladı.

"Şu saati alacağım kolundan. Ne zaman seninle konuşsam saatine bakıyorsun."

"Yurda giriş saatini kaçırmamam lazım."

"Söyle biri imza atsın senin yerine. Konuşuyoruz daha. Bira getiriyorum."

Az sonra elimizde biralarla koltuklara geçmiştik. Ben üçlüdeydim o da hafif öne eğilmiş şekilde yanımdaki teklide oturuyordu.

"İpek seninle bir şeyler yaşamak istesem, buna engel olmam. Ama biz o boyutta değiliz seninle. Hem sen küçüksün hem de farklı şeyler var beni alıkoyan. Seni Tunç'tan korumak isterken en önce ben kırarım ki bunun olmasını gerçekten istemiyorum." diye açıkladı.

Darmadağındım. Açıkça olmayacağını söylemişti. Daha da düşünülecek bir şey kalmamıştı benim için. Dönüp dolaşıp geldiğim nokta aynıydı bir kez daha. Elimi uzatsam değecekmişim gibi görünüyordu. Fakat elimi uzattığım, kendime rağmen ona doğru adım attığım an, aramıza ördüğü katman katman duvarları görüyordum.

Bu bir iş ilişkisiydi artık benim için. Başka şekilde değerlendirmenin, kafamı karıştırıp da onun karşısında küçük düşmemin bir anlamı yoktu. Japonların eşya yerleştirme sanatında olduğu gibi, aynı eşyalar aynı kısıtlı alana birden farklı şekilde yerleştirilebiliyordu. Benim uğruna evimden çıkıp İstanbul'a kadar geldiğim gerçeklere de birden farklı şekilde ulaşılabilirdi. Tek bir yöntemle pes etmem gerekmiyordu. Biraz buruklaşmıştım ama onun ne demek istediğini daha iyi anlamamı sağlayan sözcüklerine daha bir kulak verdim o andan sonra.

"Sana anlatmak istemiyordum. Çünkü konu sadece beni değil birden fazla kişiyi içeriyor ama anlıyorum ki anlatmazsam da sen beni yanlış anlayacaksın." diye konuya girdi bir itirafı dile getirircesine. "İki sene önce kulübe güzel bir kız katılmıştı. Tunç da ben de beğeniyorduk. Kafa kızdı. Her ortama uyan biriydi. Herşey doğal gelişti. Gel zaman git zaman ben bu kızla daha yakın görüşmeye başladım. Tunç'ta geri çekildi."

"Sevgili gibi mi?" diye sordum. Bu konu ona keyifsiz geliyordu belli ki.

"Öyle de diyebiliriz." diye onayladı içini çekerek. "Belli sınırlarım var benim. Elimde değil, kim olursa olsun, bir mesafem oluyor ister istemez. Bugüne kadar o mesafeyi kimse için kaldırmadım. " dedi.

Devam etmesi için onaylayarak kafamı salladım.

"Yediği içtiği ayrı gitmeyen, birbirinin telefonunu kurcalayan, ne bileyim her gün mıç mıç görüşülen ilişkilerden nefret ederim. Öyle bir ilişki hiç yaşamadım zaten. Bunu daha en başından belli ediyorum. Beklenti buysa ben o değilim diyorum. Bu kıza yeterince anlatamamışım demek ki. Bir gece geç saatte kapıya geldi yüzü gözü şişmiş ağlamaktan. Neden onu sevmiyormuşum?"

Sanki kızın yerine benim içim acıyordu Atlas anlattıkça yine de birayı elimden düşürmeden ilgiyle dinliyordum.

"O ara bir tırmanışa gitmek üzereydim. Dağda haftaları buluyor bazen kimseyi arayamıyorum. O zaman işime de geldi. Kafa ütülesin istemiyordum işte. Ben gidiyorum, şimdi sırası değil, dedim. Bu konuları döndüğümde konuşuruz, dedim."

"Yani ara verelim demişsin gibi olmuş."

"Evet işte bir nevi."

"Sonra gittin."

"Sonra gittim. Bir buçuk ay sonra geri geldim. Olmayacağını söylemeyi planlıyordum. Gerek kalmadı. Benim için ağlayan o kızı Tunç'un kollarında buldum." Nedense fazla şaşırmamıştım.

"Tunç biliyordu değil mi sizin ilişkinizi?"

"Sorun da orada zaten. Benim ilişki kelimesinden anladığımla diğer insanlarınki aynı olmuyor. Bana göre, buradayken buradayız. Yanımda olan yanımdadır. Mutluysak mutluyuz. Bu kadar. Kimsenin benimle ilgili gelecek hayalleri kurmasını istemiyorum diye kalp kıran oluyorum. Ben kimseyle öyle hayaller kurmuyorum. Bunu yapmadığım için Tunç'a gidip Atlas beni kullandı bıraktı demiş. Tunç da seve seve teselli etmiş. Eder. Ettirmeseymiş."

"Ağır oldu biraz."

"Daha ağır olanını duymadın. Tunç'la üç gün takıldıktan sonra ben döndüm diye ağlaya ağlaya yine bana geldi. Ben kabul etmedim tabi. Üzerinden bunca zaman geçti Tunç bunu hala hazmedemiyor. Şimdi kulübe sen katıldın. Yine güzel bir kız ve ben geçen gün senin söylediğinden daha tecrübeli olduğunu öğrendiğimi onlarla paylaştım. Yani seninle ilgilendiğimi de biliyor. Bunu bir rekabete dönüştürmesine izin verme. Dikkatli ol istiyorum. Böyle bir şeyi de hiç anlatmak istemezdim sana. Kendimi bok gibi hissettim."

"İyi ki anlattın." dedim kendimi en az onun kadar bok gibi hissederek. Kalktı iki bira daha getirdi.

Anlattığı olayla birlikte çok dikkatli olmam gereken bir noktaya geldiğimizin farkındaydım. Atlas, kendine has ilişki biçimini anlatırken, aslında ne kadar kendine has bir insan olduğunu da açıkça ortaya koyuyordu.

Kolaylıkla ben buyum diyebilen insanlar, sizin için değişmeyi o kadar kolaylıkla göze alamazlar. Kendi sert kabuğu içinde yaşayan bu insanlar, kendilerine güvenli ve ulaşılmaz tavırları ile size çok çekici gelir. Fakat kontrolsüzce çekildiğiniz bu girdabın sonunda ulaşabildiğiniz tek şey diken diken kabukları olur. Ne kadar şiddetle çarparsanız o kadar çok parçalanacağınız o kabuklar aslında baştan kabul ettiğiniz tek şeydir çünkü başka bir şey sunulmamıştır size. Fakat nedense bu gerçeği sadece canınız çok yandığında farkedersiniz.

Farkettiğinizdeyse, geçmiş olsundur artık. Gemi su almıştır çoktan.

Size kolaylıkla ben buyum diyebilen insanlara karşı dikkatli olmanız gerekir. Sundukları şey ilk ve son teklifleridir.

Ben Atlas'ı çok iyi anlıyordum. İletişimimiz henüz birbirimizi tanıyoruz diyebileceğimiz bir seviyeye gelmemişken bile aslında çok da iyi tanıyordum. Çünkü anlattığı bu adamın, belki toplumsal kurallar gereği yaşadıklarını birebir yaşamamış olsam da aynısıydım ben de. Kimsenin kabuğumun içine geçmesine izin vermemiştim bugüne kadar. Atlas'dan farklı olarak, bedenim de o kabuğun içine dahildi sadece.

"İkinciyi içmeyeyim. Ben gideyim artık." dedim. Hafifçe kaşları çatıldı.

"Gitmesen kalsan olmaz mı?"

"Sabahtan beri aynı kıyafetlerleyim, sulara girdik çıktık üstümde kurudu."

"Ben sana pijama veririm." İçime hiç sinmeyen bir ifadeyle baktım ona. Kesin olarak gitmek taraftarıydım. O çok çekici biriydi gerçekten, kolaylıkla etkisine kapılıp, davranışlarını yanlış değerlendirmek mümkündü. Ne kadar dürüst davranırsa davransın, yine de ona aşık olmaktan kendini alıkoyamayan o kıza sonra ne olduğunu merak ediyordum. Büyük ihtimalle bu sancıları yaşayan ilk kişi de değildi.

Kendi açımdansa, birbirimizi ilk gördüğümüz andan beri kontrol ettiğimi sandığım ama her defasında kontrol kumandasını onun ellerinde bulduğum bir çıkmazın içinde debelenip duruyordum. Ne zaman kendime sınır çizmeye çalışsam beni yakına çeken doğası, ona yine bir şey yapmazdı da böyle sürerse beni yıkıp geçerdi. Hayır, bunu da açıkça söylemiş olmasa içim yanmayacaktı. Herşey ortadayken hala orada kalıp kalmamayı düşünmem bile saçmaydı.

"Bırak beni gideyim." dedim neredeyse yardım istercesine. Gözlerindeki çaresiz ifadeye anlam veremedim bir an afalladım. Biçimli dudaklarını birbirine bastırdı, gözlerini kapadı. Kendine sabır dilercesine bir nefes koyverdi. Sabırsız bir şekilde ayaklarını sallıyordu bu esnada. Yeniden gözlerini açtı.

"Sana anlattıklarımdan sonra hiçbir şey söylemeden böyle sessizce gidersen aklım sende kalır." dedi.

"Ne söyleyebilirim ki sen herşeyi net olarak ortaya koydun."

"Bana kızgın mısın? Kırgın mısın? Ne hissediyorsun şu an?"

Ağlasam nasıl olur?

"Dürüst davrandığın için mutluyum. Farketmeden nasıl bir oyunun içine çekilebileceğimi görmüş oldum. Tunç'a karşı dikkatli olacağım. Sen zaten yeterince açık konuştun. İşte böyle."

"Başka şeyler hayal ediyordun mutlaka."

"Hayır ne seninle ne de onunla ilgili hiçbir hayalim yok benim." Ağlamak istiyorum. "Bu kadar drama benim için çok fazla. Yüksek tutmam gereken notlarım var. Dağcılığı da çok seviyorum. Gelecek hayallerim sadece bu ikisi üzerine."

Onaylayarak kafasını salladı.

"Hala benimle Pobeda'ya tırmanmak istiyor musun?" diye sordu. Çok zalimce buldum bunu.

Ellerimi yüzüme kapattım. Şu an en büyük üzüntüm içinde bulunduğum bu yetersizlik hissine dairdi. Tüm bu karmaşanın içinde bir de babamı delicesine özlediğimi hissetmek hiç iyi gelmiyordu bana. Hala Pobeda diyordu. Pobeda demek babam demekti ve ben bununla baş edemiyordum. Hayır, aslında o an Atlas'a dair hiçbir şey istemiyordum. Evime dönmek, sıcak odamda yatağımın altına sığınıp günler geceler boyu uyumak istiyordum. Tekrar on yaşıma dönmek, tırmanışa gitmek üzere evden ayrılan babam beni son kez öptüğünde ona gitme demek istiyordum.

Çünkü o gün gitmeseydi, her şey farklı olurdu. Babam yaşasaydı, kesinlikle her şey farklı olurdu. Burada bu evde olmazdım herşeyden önce. Sevmek nedir hiç bilmeyen ruhsuz bir adamın evinde, duygusuz oyunlarına alet olur muyum olmaz mıyım diye endişe ediyor olmazdım. Gururum da kırılmazdı. Kimsenin karşısında küçük de düşmezdim.

Ellerimi yüzümden çektim.

"Hayır istemiyorum." dedim kesin ve net bir şekilde.

Atlas sarsılmış görünüyordu.

Sebebini gözümden düşen hain bir damla yaş çenemi ıslattığında anladım.

"Özür dilerim." dedi sadece.

Neyin özrüydü bu hiç anlamadım. Usulca yerimden kalktım. Masanın üstüne bıraktığım çantamı aldım.

"Seni ben bırakacağım." dedi o da arkamdan ayaklanarak.

"Hayır." dedim kendimden emin bir şekilde. "Benim için tek bir şey yap, taksi çağır."

"Bu saatte taksiye binemezsin. İzin ver bırakayım. Söz veriyorum, istemezsen bir daha asla yoluna çıkmam."

"İstemiyorum."

"Lütfen." dedi montumu almama engel olmak için elini portmantonun kapağına dayadı. İtmek istedim iki yumruğumu göğsüne savurdum peş peşe. Gram olsun yerinden kıpırdamadı.

Vazgeçip arkamı döndüm, montsuz giderdim ben de. Bu sefer elini sokak kapısına dayadı.

"Atlas beni bırak!" diye bağırdım avaz avaz. "Katlanamıyorum yüzünü görmeye."

Oysa katlanamadığım şey yüzünü görmek değildi.

Tam aksine.

Hiç hissetmemem gereken hislerimdi katlanamadığım. Gitmemem için uğraşan bu tavrı, çaresizliğimi körüklüyor, yüzüne baktığım her saniye zaafımı yoğunlaştırıyordu. Tek eli omzumun üzerinden geçmiş kapıya dayanmışken, kapıyla geniş gövdesinin arasında sıkışıp kalmıştım. Birbirimize hiç değmiyorduk bile ama hissettiğim o kaçma isteği yüzünden kafese kapatılmış bir kuş kadar çaresiz hissediyordum. O çok büyüktü. Çok güçlüydü. Ela gözleri gözlerimi okur ikimizi de alev alev yakarken, birdenbire herşey çok yoğun bir hal almıştı. Dudaklarının kıvrımlarına takıldı kaldı bakışlarım. Yutkundum, başka yöne bakmaya çalıştım. İndirsin diye omzumdan geçen kolunu tuttum. Sanki bu dokunuşla birlikte ortalık alev aldı. Aradaki mesafeyi birdenbire kapatmasıyla bedenlerimiz çarpıştı. Diğer elinin sıcak dokunuşunu belimin üstünde hissettim. Dudakları teklifsizce dudaklarımı kavradı. Bu öpmek değildi kesinlikle. Bu sahip olmaktı. Çünkü vahşiydi ve sınırsızdı. Sadece dokunuşu bile yetecekken, nezaketten çok uzak tavrıyla bilinç ve bedenin ne kadar bağımsız olduğunu kanıtlar gibiydi adeta. Dudaklarım dudaklarının himayesindeyken bilincim çok çok uzaklarda, bilinmez diyarlara yol almıştı çoktan. Ve bir tek o öpmedi, ne yaptığımı bilmez bir haldeyken ben de ona karşılık verdim. Bir devin kanatlarının altına sığındığım o korkutucu ve büyülü öpüşme süresince durmadım ve hiç düşünmedim.

Sonra o, ansızın yüzünde apaçık bir pişmanlıkla, çatık kaşları ve koyulaşmış ifadesiyle birlikte geri çekildi. Bir saniye yetmişti büyüyü bozmaya. Kendime gelir gelmez tokadı yüzüne yapıştırdım. Sarsılmasından faydalanarak montumu botlarımı aldım, kapıyı açtım ve henüz giyinmemişken kendimi koşarcasına dışarı attım.

Kapının önüne çıktım. Botlarım ve montum elimde kaldım öylece. Soğuk hava alev alev yanan yüzüme, sırtıma vuruyordu. Ve ben deli gibi titriyordum.

Czytaj Dalej

To Też Polubisz

6.5K 724 28
"Kartlar yeniden dağıtılsa ne fayda, Sil gözyaşlarını, sana yazılmış masalı oynamaya başla, Çok zor olmasa gerek, Nasıl olsa adın bile yabancı sana."...
470K 39.4K 63
Başlangıç : 07.10.2019 Final : 20.11.2020 Bugüne kadar okuduğunuz tüm hikayeleri unutun. Şayet kötü erkek ile saf, ezilen, her şeye eyvallah kadının...
210K 13.7K 24
Bütün cümlelerimi, kelimelerimi feda ettim. Şakaklarımdan, köprücük kemiklerime doğru süzülen terleri hissediyordum. Avuç içlerimdeki kanların yere d...
293K 18.7K 48
Ölen bir lider ve koltuğuna geçen varisi... En iyiler: #1 - b×b #1- gay #1- boyslove #2 - lgbt #2 - mpreg #2 - interseks #6 - bl #5- eşcinsel