POBEDA

By oliveandturtle

450K 39.7K 26K

İpek ve Atlas. İki ünlü dağcı, sıkı dost, hayata ve kadere ortak iki babanın çocukları. Sekiz yıl önce; dünya... More

Özel Sebepler
Asla Asla Deme
Doğa Yürüyüşü
Darmadağın
Eğitilmez
Şarkı Listesi (YB Değil)
İddia
İntikam Planı
Oyun
Elma Bahçesindeki Ev
Kapı
Sorgulamalar
Düğüm
Karar
Sude'nin Gözyaşları
Domino Taşları
Utancın Külleri
Yaşattığının Bedeli
Seçilen Taraflar
Fırtınalı Bir Gece
Kendinden Vazgeçmek
Pobeda'nın Öncesi
Zirvede Bir Gece
Kaç Ya da Savaş
Elif'in Gözyaşları
Israrlı Bir Telefon
Bugün Çok Geç
Deniz Feneri
Zayıf Nokta
Bir Nikah Bir Cenaze
Yemin
Gidebilmek
Eninde Sonunda
Billie Jean
Veda
Eşik
Korkuları Aşmak
Köprü
Solstis
Pobeda I
Adalet Terazisi
Tarafsız Bölge
Oyun Dışı
Pobeda 2 (1. kısım)
Pobeda 2 (2. Kısım)
Son Oyun

Nefretin Başlangıcı

26.6K 1.3K 775
By oliveandturtle

Antalya'da cehennem sıcaklarının hüküm sürdüğü herhangi bir yaz gününün akşam üzeri saatleriydi. Evin bütün kapı ve pencereleri açık olmasına rağmen en ufak bir esinti yoktu. Sıcaktan yüzüme yapışan saçlarımı tepeden özensizce topladım. Her nefes alışımda ciğerlerime doldurduğum sıcak havayı ateş olarak dışarı veren bir ejderhaymışım gibi hissediyordum. Üniversite sınavı sonuçları yeni açıklanmıştı. Bir gözüm telefonda, okul arkadaşlarımla konuşuyordum. Bir gözüm tercih rehberinde geleceğime hükmedecek kararı vermeye çalışıyordum. Annem ıslak ellerini havluyla kurulayarak salona girdi.

"Haberler başlamıştır kızım. Televizyonu açsana."

Kafam dalgın bir halde kumandanın kırmızı tuşuna bastım. Bir anda ekranda beliren zirve, kar, türk bayrağı görüntüleriyle annem de ben de şaşkınlık içinde donup kaldık.

"Milli dağcımız Atlas Dorukan, Pobeda zirvesine tırmanışını tamamlayarak Rusya Dağcılık Federasyonu'nun layık gördüğü Kar Leoparı ünvanını elde eden en genç Türk dağcı oldu. Yirmi üç yaşındaki Dorukan, bu ünvanı haketmek için on sekiz yaşından beri Sovyet Asya'daki 7000 metre üzeri yükseklikteki beş dağa tırmanışlar gerçekleştiriyordu. 7439 m yükseklikteki zirvesiyle Kırgızistan - Kazakistan sınırında yer alan Pobeda Dağı, tırmanan her altı dağcıdan birinin ölümüne sebep olmasıyla ünlü, oldukça zorlu bir dağ. Babası Kenan Dorukan'ın izinden giden Atlas, ülkemizde Kar Leoparı ünvanını hak eden üçüncü sporcu oldu."

Atlas'ın zirveye diktiği Türk bayrağı ile çekilmiş fotoğrafı, gören herkesin milli duygularını kabartacak bir güzellikteydi. Herşeyden önce insan, ülkesi adına gururlanmaktan kendini alıkoyamıyordu. Bununla beraber, annem ve benim için farklı duygular uyandıran bir görüntüydü bu. Dorukan'lara duyduğumuz nefret, Atlas'ın başarısının getirdiği duygularla çelişiyordu. Tüm bu karmaşanın içinde bir de yüzündeki o ciddi ifadesiyle konuşan Atlas'ın kurduğu cümleleri duyduk.

"Bu başarımı sekiz yıl önce Pobeda'ya tırmanırken kaybettiğimiz ünlü dağcımız Timur Özgen'e ithaf ediyorum. Huzur içinde uyu Timur abi."

Babamın adını ağzına alma cüretini göstermesiyle içimde beliren hayret yerini çok çabuk şekilde yakıcı bir öfkeye bıraktı. Yumruk biçimini alan ellerimi sıktım. Annemin gözünden akan sessiz yaşları gördüğümde, Atlas'ın istediği herşeyi elde eden özgüvenli suratı gözlerime karanlık bir perde indirdi. Kaskatı bir nefret kör kuyular gibi sardı dört bir yanımı. Derinleştikçe derinleşen bir karanlığın içine çekildiğimi hissettim.

Yetmemiş miydi? Bunca yıl çektiklerimiz yetmemiş miydi? Nasıl bir yüzsüzlüktü bu? Hala ne cüretle babamdan bahsedebiliyordu?

Babam Timur Özgen başarılı bir dağcıydı. Ülkemiz adına sayısız ilke imza atmış bir sporcuydu. Spor çevrelerinde tanınan, sevilen, sayılan biriydi. Sekiz yıl önce Pobeda tırmanışı esnasında hayatını kaybettiğinden beri hayatımızda hiçbir şey bir daha eskisi gibi olmamıştı. Babamın üniversiteden en yakın arkadaşı, tırmanış partneri ve iş ortağı Kenan Dorukan, annemi arayıp acı haberi verdiğinde henüz on yaşında bir çocuktum. Çığ düştüğü haberini alan annemin gözü yaşlı bir şekilde, "Bir daha arayamaz mısın Kenan?" deyişini hiç unutmuyordum. İçimdeki yangın taptazeydi hala. "Bütün gün süren arama çalışmaları sonuç vermedi Melek. Timur'u bulamadık. Başımız sağ olsun."

Zirvelere tutkun bir adamın, babasına tutkun kızıydım ben. Birlikte çıktığımız doğa gezilerinde attığı büyük adımlarına yetişebilmek için canla başla çabalardım. Kocaman bir adamdı benim babam. Dağ gibi heybetliydi. Kocaman da bir yüreği vardı. Tüm canlıları sever, insanlara değer verirdi. Doğaya saygıyı, insana saygıyı ve adaleti ben ondan öğrendim. Farklılıklara hoşgörüyle yaklaşmayı, fakat başkalarını anlamaya çalışırken kendi sözünden şaşmamayı ondan öğrendim. On yıl kadar kısa süre bulunduğu hayatımdan gittiğinde büyük etkiler bırakmıştı geriye. Hiç istemezdi biliyorum, elinde olsa asla bırakmazdı annemle beni. Yaşanabilecek sonsuz anının onsuz eksik ve tatsız kalması gibi, babamı kaybettiğim günden itibaren eksik bir kız çocuğuydum ben de artık.

Atlas'ı son gördüğüm yer kalabalık cenaze töreniydi. Babamın karlar altında kalan bedeni bulunup geri getirilemediği için temsili bir tören düzenlenmişti. On beş yaşındaki Atlas'ın hüzün dolu kıpkırmızı gözlerini dün gibi hatırlıyordum. O ve babası yaşanan olayın hayatta kalan tanıklarıydı. Babamı yaşarken gören son kişilerdi. Annem sorduğunda, "Çok hızlı oldu." demişti Kenan amca. "Bir anda olup bitti." Ardından annem gözyaşları içinde Atlas'a bakıp "Timur senin için endişe ediyordu. Hiç değilse sana bir şey olmamasına seviniyorum." demişti. Atlas'ın daha fazla dayanamayan yıkılmış suratını ve o ortamdan uzaklaşmasını da dün gibi hatırlıyordum.

Cenazeden kısa süre sonra maddi güçlükler sebebiyle İstanbul'dan ayrılıp, Antalya'ya, annemin memleketine taşınmıştık. Kolay zamanlar değildi. Zor günleri annemle birbirimize güç vererek aşmaya çalışıyorduk. Yeni bir düzen kurmuştuk. Ta ki, olaydan tam üç sene sonra bildiğimiz herşeyi sorgulatan bir haber alana kadar. Olay günü Pobeda'nın ana kampında olan, babamın eski dostlarından rus bir dağcı, ailesiyle beraber Antalya'ya tatile geldiğinde bizi de ziyaret etmek istemişti. Vefalı bir insan olan Anton dertleşme esnasında annemden çığ kelimesini duyduğunda şaşkınlıkla karşılamıştı.

"Hafızam çok net, hayır. O gün hiç çığ düşmedi."

Annem hayret içindeydi.

"Nasıl olur? Kenan bana öyle anlatmadı."

Anton da sarsılmış görünüyordu.

"Bir kazaydı elbette. Pobeda'nın zirveye giden son traversinin altındaki vadi onlarca tecrübeli dağcının cesediyle doludur. Olay günü Timur, Kenan ve Atlas 5. kampa ulaşmışlardı. Hava koşulları oldukça sertti. Bense aşağıda ana kamptaydım. Telsiz bağlantımız vardı. Timur geri dönmekten bahsediyordu. Kenan zirveyi zorlamaktan yanaydı. Dönüş yolunda sis ve kaybolma riski olduğu için tırmanışı sonlandırma kararı aldığımızı bildirdim. Timur telsizden anlaşıldı dönüyoruz cevabını verdi. Onunla kurduğum son iletişim buydu. İrtibatımız kesilmişti. Sonraki bir gün boyunca gruptan hiç haber alamayarak çok endişelendik. Hava koşullarının biraz olsun düzelmesiyle alt kamptan bir kurtarma ekibi gönderdim. Kendi kazdıkları kar mağarasının içinde Kenan ve Atlas'ı buldular. Timur yoktu."

"Size ne söylediler?"

"Timur vazgeçmek istemeyip son kez göz atmak üzere traverse girmiş. Bir daha geri dönmemiş. Rüzgarda savrulduğunu düşünüyorlardı."

"Nasıl olduğunu görmemişler mi?"

"Hayır, o sırada mağaradalarmış."

"Ama vazgeçmeyi en önce isteyen Timur'du diyorsun. Neden bir daha fırtınaya girsin ki?"

"Hiç bilemiyorum Melek. Sadece tahmin yürütebilirim. Pobeda çok tutkuyla istenen bir zirvedir. Timur da tutkulu bir dağcıydı."

"Ama intihara meyilli biri değildi."

"Kaza olduğu gerçeği dışında, elimizdekiler varsayımlar sadece."

Anton'un anlattıklarıyla içine yeniden ateş düşen annem, vakit kaybetmeden Kenan amcayı aramıştı. Kenan Dorukan, babamın olduğu kadar annemin de dostuydu ve babamın yokluğunda ortak kurdukları şirketten gelen gelir desteğiyle yanımızda olmuştu. Eğer ki o yine de ısrarla çığ düştü dese, annem ona inanırdı. Fakat gerçekleştirdikleri telefon görüşmesinde bambaşka bir olay yaşandı.

"Üç yıl geçti Melek! Hala neyi sorguluyorsun? Hepimiz zor günler geçirdik. Çok zor atlattık."

"Ben atlatamadım Kenan."

"Ne istiyorsun anlamıyorum. Tek canı yanan sen misin? Benim de psikolojim bozuldu, aylarca tedavi gördüm. Ailem dağılmanın eşiğinden döndü. İş yapamadım. Şirkete gelir geliyormuş filan onu unut. Ben size hep cebimden para yolladım. Yetmiyor mu yani artık bunu mu demek istiyorsun? Açık konuş."

İşte o gün, iki aile arasına buzdan uçurumların girdiği gündü. Annem bu terbiyesizliği düzeltmesi için Kenan amcanın karısı Sude teyzeyi aramıştı. Fakat telefonları açılmamıştı. O günden sonra annemin ne aramaları cevaplandı ne de geri dönüş yapıldı. Son konuşmada gururundan "Paran batsın." dediği için, Kenan amca para yollamayı kesti. Nasıl bir kini varsa, o günden sonra babamın adını her yerden silmeye yemin etmiş gibiydi. Çocukluğumun geri kalan yıllarını eski dost iki yeni düşman olan annemle Kenan amcanın birbirlerine karşı açtıkları davaların arasında geçirdim.

Nefret ekilen toprak, gözyaşlarıyla sulanırsa üzerinde nefretin çiçekleri yetişirdi. Çocukluğumu çalan adamın bize açıklaması gereken bir gerçek, babama ise iade-i itibar borcu vardı. Pobeda'nın zirvesine bayrak diken oğlunun babamın adını ağzına almasını affedilmez bir küstahlık olarak görüyordum.

Biz Antalya'da zorluklar içerisinde bir hayat sürmeye çalışırken, onların saygınlık ve sefa içerisinde yaşamasını gururuma yediremedim. Atlas'ın yüzünü ekranda gördüğüm o gün benim için bir milattı. Hiçbir şeyden yıkılmaz görünen kusursuz güzel yüzüne iyice baktım. Ateşte dövülmüş bir demir gibi kor ve katıydım. Planımı o gün yaptım. Atlas'ın özgüvenli bakışlarını değiştireceğime dair kendime bir söz verdim. Babamın ölümüne sebep olan gerçeği öğrenmeye ve kalbimin kırıldığı gibi kalbini kırmaya yemin ettim.


***********

Annem, İstanbul'daki özel üniversiteyi burslu kazanmamdan ötürü tedirgindi. Ola ki bursumu yitirirsem, ödemeleri gerçekleştiremeyeceğimizi ben de biliyordum. Elbette başka okulları seçebilirdim. Fakat özellikle o okulu seçmemin özel bir sebebi vardı.

Okul başladığından beri tam bir aydır o özel sebebin ortaya çıkmasını bekliyordum. Atlas'ın okulda altıncı yılıydı. İlgimi çok fazla ele vermeden sağda solda yaptığım araştırmalar sonucu başkanı olduğu dağcılık kulübü etkinlikleri ve sınavlar hariç okula uğramadığını biliyordum.

Ve nihayet o gün, dağcılık kulübünün ilk toplantısının gerçekleşeceği gündü.

Öğle yemeğinde birkaç sınıf arkadaşımla beraber okulun en popüler kafesinde güç bela bulduğumuz bir masada oturuyorduk. Hiçbir zaman fazla arkadaş canlısı bir yapım olmamıştı. Sakinliği, sessizliği, tercihen yalnızlığı severdim ben. Kalabalıklarda konudan konuya atlanıldığında odaklanmakta zorlanır, ilgimi kolay yitirirdim. O gün de dikkatimi önümdeki tabağa vermiş, yemeğimi yiyordum. İçlerinden birinin,

"Çok sessizsin İpek."  demesiyle kafamı kaldırdım. Bakışlarım bana soru soran çocuğu geçip mekandan içeri giren yüze odaklandı. Çatal elimde, elim havada asılı kaldı.

Atlas, arkadaşlarından oluşan bir grupla birlikte kafeden içeri girmişti. İçimi kaplayan ve boğazımı sımsıkı saran duygularım yediğim yemeyi yutmayı zorlaştırdı. Bir yudum su içip, dikkat kesildim. Aramızdaki onca mesafeye rağmen dikkat çeken endamına şöylece bir baktım. Kesinlikle tek bakan da ben değildim.

Yıllarca spor yapmanın getirisi olarak iri ve kaslıydı. Havalı biçimde şekillendirilmiş kumral saçları, geniş bir alnı, kirli sakalı ve kalemle çizilmişçesine düzgün yüz hatları vardı. Buğday tenliydi. Açık gri renkte kapüşonlu sweatshirt giymiş, sweatshirt'ün kollarını dirseklerine kadar sıvamıştı. Kolundaki şık saati göz alıyordu. İçine giydiği tişörtü sweatshirt'ünün altından çıkmıştı. Sadece kastan oluştuğunu düşündüğüm bacaklarını saran biraz daha koyu gri bir eşofman altı ve spor botlarıyla kendine has bir tarza sahipti. Fizik üstünlüğü sebebiyle istese de istemese de dikkat çekerdi zaten ama sadece bundan ibaret değildi. Onda başka bir şey vardı. Adını koyamasam da hissedebiliyordum bunu.

Kız ve erkek arkadaşlarıyla birlikte oturduğu masasında hararetli bir sohbet dönerken Atlas genel olarak sessizdi. O da benim gibi diye düşündüm, yalnızlığı tercih ediyor olmalıydı. Masasındaki kızlarla olan iletişimi, beden dili çok arkadaşçaydı. Hiçbiri sevgilisi gibi durmuyorlardı. Pek telefonla da ilgilenmiyordu, bu da iyi bir işaret diye düşündüm.

Sınıf arkadaşlarımla birlikte derse yetişmek üzere masamızdan kalkmamızdan saniyeler önce Atlas'da masasından kalktı. Etrafındaki onu izleyen gözleri neredeyse hiç farketmez gibi doğruca kasaya yürüdü. O görevliyle bir şeyler konuşurken ben de çıkışa doğru yürüyordum. Aniden kapıda beliren çocuğun biri bana neredeyse omuz atarak "Atlas!" diye seslendi. Arkasını dönen Atlas'ın sesin kaynağını arayan bakışları anlık olarak benim üzerimden geçti, seslenen arkadaşını buldu. Fakat ona cevap vermek yerine ikinci kez bana baktı.

İlk düşüncem beni tanıması olsa da, bunun çok düşük bir ihtimal olduğunu hatırlattım kendime. Sekiz yıl olmuştu. Sekiz yıl önceki o kısa, tombul yanaklı, küçük kız değildim karşısında. Muhtemelen dikkatini çeken siyaha bürünmüş kıyafetlerimdi. Siyah postal botlar, siyah pantolon, sweatshirt üzerine deri ceket giymiştim. Okulda bulunma amacım onun dikkatini çekmek olsa da bu, uzmanı olduğum bir konu değildi. Ani ve beklenmedik şekilde olmasına da hiç hazırlıklı değildim. Tamamen başka bir planım vardı ve bu plan fiziksel güzelliğim üzerinden ilerlemiyordu. Dolayısıyla o çok kısa süren bakışma anı tenimin altına sızıp kan akışımı hızlandırdığında, teması bozan ben oldum. Sweatshirt'ümün kapüşonunu kafama çektim. Kafeden dışarıya, yağmurlu havaya doğru adımımı attım. Derin bir nefes alarak yürümeye devam ettim.


******************

Hedeflerim vardı, bir de gerçeklerim. Kaldığım yurdun aylık ödemesini yapmam gerekiyordu. Bir haftadır hatırlatıyorlardı, ben de anneme söylemiştim ama maaşını almasına birkaç gün daha vardı. Gündüz attığım mesaja, "Rica etsen, birkaç gün sonra ödesek, olur mu?" diye cevap vermişti. Zaten bir hafta geciktirdiğim için rica edecek yüzüm yoktu. Annemi de daha fazla zorlamak istemiyordum. Ona, "Tamam, kabul ettiler." yazdım. Haftada iki gün öğleden akşama dek çocuklarıyla ilgilendiğim kadına mesaj atıp ödemeyi erken alıp alamayacağımı sordum. Aynı gün beşe kadar iş yerine gelirsem elden ödeyebileceğini söyledi. Şansıma hoca dersi erken bitirdi. Kadının iş yeri kampüse yakındı. Hızlı gider gelirsem toplantıya yetişebilecektim.

Toplantı salonuna on beş dakika geç girdiğimde çoktan başlamışlardı. İçeride duyan gelmişçesine bir kalabalık vardı. Kapıyı yavaşça kapatıp fazla gürültü çıkarmadan boş bulduğum bir yere oturdum. Oturur oturmaz kafamı kaldırdım ve kapüşon altına gizlediğim bakışlarım ta sahnede ayakta duran Atlas'la buluştu. Şimdiden bu ikinci oluyordu. Sahnede kulübün eskilerinden üç kişilerdi. Biri dağcılık sporuyla ilgili genel bilgiler veriyordu. Atlas arkadaşının sözünü bıçak gibi keserek,

"Arkadaşlar ayrıca toplantılara vaktinde katılım önem verdiğimiz bir konudur. İlk toplantı olduğu için göz yumuyoruz ama bundan sonrakilerde özel bir sebebiniz yoksa kabul etmeyiz." diye uyardı.

Kollarını göğsünde kavuşturmuş, kendinden emin ve suratsız bir ifadeyle konuşmasından anında nefret ettim. Sözünü kestiği arkadaşı, sanki hiç saygısızlık yapmamış gibi onu onayladı ve kaldığı yerden anlatmaya devam etti. Elden ele bir katılımcı listesi dolaşıyordu. Adımı doğru, soyadımı bilinçli olarak yanlış yazarak istenen diğer bilgilerimle birlikte doldurduğum listeyi sıradaki kişiye uzattım.

Çoğunlukla ortam olsun diye gelmiş kalabalığın büyük çoğunluğunun ikinci toplantıya gelmeyecekleri gün gibi ortadaydı. Atlas'ı veya tayfasından birini kafalama hayalini kuran kızlar ve hazır yarı ünlü birini bulmuşken ağzından bir iki anı dinlemek isteyen meraklılar da vardı. Bütün bu gereksizleri eleyince bir avuç kişi kalıyordu geriye. Kendime güvendiğim anlar da işte o aşamada başlayacaktı.

Ne zamanki birileri el kaldırmaya başladı, o zaman dalgınlıktan kaçırdığım bir şey olduğunu farkedip sahneye döndüm. Belli ki bir soru sorulmuştu. Yanımda oturan, ilk ve son kez gördüğüme emin olduğum saçları fönlü, yüzü bol makyajlı kıza,

"Ne sordular?" diye fısıldadım. Tam bir gerizekalı olduğu için herkesin duyabileceği yüksek bir sesle,

"Daha önce dağcılık tecrübesi olan var mı diye sordular." diye açıkladı. Tüm dikkatleri üzerimize çektiği için kıza gözlerimi devirdikten sonra ben de elimi kaldırdım. Atlas yanıltmayarak anında yakaladı.

"Sen." dedi beni işaret ederek. "Geç geldin, anlatılanları dinlemiyorsun. Özgüveninin kaynağı olan tecrübeni merak ettim doğrusu."

Birdenbire salondaki bütün yüzler bana dönmüştü. Yanımdaki gerizekalı kız dahil herkesin yargılayıcı bakışlarına maruz kalıyordum. Yerimden kalkmadan,

"Hoca dersten geç bıraktı. Arka tarafa ses fazla gelmiyor, gelse bile en azından başlangıç seviyesi olarak anlattıklarınızın ötesinde bilgiye sahibim." dedim.

Kaşları yay gibi havalandı.

"Ayağa kalkar mısın lütfen? Yüzünü görelim." dedi dik bir ifadeyle.

Gidişattan hiç hoşlanmayarak yerimden kalktım. Kapüşonumu indirdim ve ben de ona dik dik baktım.

"Adını öğrenebilir miyim?" diye sordu.

"İpek Öztürk."

Bakışlarını eline yeni ulaşan katılımcı listesine çevirmişti.

"İpek Öztürk. İşletme okuyorsun. Son dersinin hocası kimdi İpek?"

"Arif hoca."

"Arif hoca derslerini blok yapar, her zaman erken bırakır. Kurduğun ilk cümle yalan." Bıçak gibi kesip atmıştı adeta. "Altı yıldır okuduğum bölümümü iyi bilirim." diye ekledi.

Tüm salon nefesini tutmuş gibiydi. Bense içimde bir kez daha tutuşmaya yüz tutmuş bir alevin küllerini soluyor ve kendime sabır diliyordum. Bu oyunu oynayacaksam eğer sabırlı olmam gerekiyordu. Babam sabır, derdi, sabır en önemli erdemdir.

"Özel bir sebepten ötürü geç kaldım." dedim aynı dik başlılıkla.

Dikkatle bana baktı. Uzun uzun ve dikkatle. Bana öyle geldi ki, ikimizden başka kimse kalmamıştı o an salonda. Koskoca odada yankılanan seslerimiz ve kılıçlarımızı çekmiş halde ikimizdik. Sonra o, sesinin dikliğini bir ton azaltarak,

"Dağcılık tecrübeni nerede edindin?" sorusuyla konuyu değiştirdi.

"Antalya'da. Şehrin çevre bölgelerinde birkaç kaya tırmanışı yaptım."

Ve ilgisini yitirdi. Bense gaza gelip elimi açık etmediğim için şimdilik mutluydum. Söylemeyi planladığım kadarını söylemiştim. Rotanın dışında ilerlemiş olsam da şu ana kadar herşeyin yolunda ilerlediğini düşünerek kendime rahatlama komutu verdim. Fakat hala sayısız gözü üstümde hissederken bu hiç kolay değildi. Özellikle sahnedeki iki arkadaşı ışıldayan gözlerle bakıyorlardı bana. Atlas için aynı şey geçerli değildi. 

"Arkadaşlar kısıtlı tecrübeleriniz bizim için amatör olduğunuz gerçeğini değiştirmiyor." dedi genele hitap ederek. "Dağcılık disiplin gerektiren bir spordur. Toplantılara katılımınız ve kurallara uymanız bu disipline adapte olmanız için önemli. Aramıza hoş geldin İpek, oturabilirsin, ayakta durmana gerek yok."

Atlas Dorukan zorlu bir hedefti. Kapüşonumu kafama çekerek otururken önce hangimiz diye düşünüyordum; önce o mu kibrinden yoksa ben mi nefretimden boğulacaktım, henüz belli değildi.

Beğendiyseniz oyunuzu ve kısacık da olsa fikrinizi belirten bir yorum görmek bu satırların sahibini çok ama çok mutlu eder.

Sevgiler 🌸

Continue Reading

You'll Also Like

ZAYİ By Hilâle Aşar

General Fiction

3.3K 404 23
İzbe bir sokak arasında dövülerek bırakılmış bir kadın... Uyandığında kendi ismini bile hatırlamıyor. Kendisine yardım eden hiç tanımadığı yaşlı bir...
8.1M 375K 65
"İkimizde biliyoruz ki, er ya da geç benimle evleneceksin. Ve bu zorunluluktan olmayacak!" "Başlangıç: 12 HAZİRAN 2016 Bitiş: 18 EKİM 2019" ...
325K 26.3K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
934K 55.6K 72
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...