KAYIP PRENSES

By therebelcat

219K 16.6K 5.4K

Kayıp bir prenses ve bir nefes yakınlığında olduğunu bilmeden, yıllardır onu arayan koca ülke. Kralın küçük b... More

KARAKTER TANITIMI
1. BÖLÜM
2. BÖLÜM
3. BÖLÜM
4. BÖLÜM
5. BÖLÜM
7. BÖLÜM
8. BÖLÜM
9. BÖLÜM
10. BÖLÜM
11. BÖLÜM
12. BÖLÜM
13. BÖLÜM
14. BÖLÜM
15. BÖLÜM
16. BÖLÜM
17. BÖLÜM
18. BÖLÜM
19. BÖLÜM
20. BÖLÜM
21. BÖLÜM
22. BÖLÜM
23. BÖLÜM
24. BÖLÜM
25. BÖLÜM
26. BÖLÜM
27. BÖLÜM
28. BÖLÜM
29. BÖLÜM
30. BÖLÜM
31. BÖLÜM
32. BÖLÜM
33. BÖLÜM
34. BÖLÜM
35. BÖLÜM
36. BÖLÜM
37. BÖLÜM
38. BÖLÜM
39. BÖLÜM
40. BÖLÜM
41. BÖLÜM
42. BÖLÜM
43. BÖLÜM
44. BÖLÜM
45. BÖLÜM

6. BÖLÜM

6.6K 555 69
By therebelcat

"Buda ne, neden açılmıyor bu lanet kapı?" Bir yandan kendi kendime hayıflanırken, diğer yandan anahtarı, bilmem kaçıncı kez kilide sokmayı deniyordum ama ne yazık ki sonuç yine hüsran. Sorunu neydi bunun? Daha bir kaç gün öncesine kadar kapı gayet rahat açılıyordu. Anahtarı, sanki ilk defa görüyormuşçasına incelemeye başladım. Elimde bir süre evirip çevirdikten sonra... Ah tabi ya! Değiştirmiş. Hemde benimkinin, tıpatıp aynısı olan bir başkasıyla. Doğrusu bu, tam da Boris'e yakışır bir hareket. Ne bekliyordum ki zaten, anahtarı bana öylece geri vereceğini filan mı? Yapma Alex. O senin ağabeyin, tabi ki de tıpkı senin gibi işgüzar olacak.

Boris'in yanından ayrıldıktan sonra eve gitmek yerine ilk işim, elbette gizemli odayı ziyaret etmek olmuştu. Ama belli ki ağabeyim, ona verdiğim söze ihanet edeceğimi önceden tahmin etmiş ve bana bu ihanetimin bedelini peşin peşin ödetmişti. Birinin, hayatımı kurtardığın için sana borçluyum deyip, seni sahte bir anahtarla ödüllendirmesi hangi zekanın ürünü acaba? Cevap tabi ki de Adalbeorht sülalesinin beyninde saklı.

Her şeye rağmen, bu işe yaramaz anahtar da benim için bir çıkış yolu olmuştu. Eve her gittiğimde, olası bir Agatha felaketinin stresini yaşamaktan kurtulmuştum. Boris'in verdiği, gerçeğinden benim bile zor ayırt ettiğim anahtarı, büyükannemden çaldığım orjinalinin yerine koymuş ve o fark etmeden, bu kayıp anahtar sorunsalından kurtulmuştum. Yine de sağol Boris, sen iyi bir ağabeysin.

***

Sarayın geniş ve ihtişamlı koridorlarından birinde, kralın toplantı odasına doğru yıldırım hızıyla koşuyordum. Kral Wilhelm, suikast olayıyla ilgili konuşmak üzere, o gün görevli olan tüm askerleri huzuruna çağırmıştı. Ve ben Kıra'nın, yolun yarısında tutan keçi inadı yüzünden toplantıya geç kalmıştım. Şimdi de atımın inat edip koşmadığı toprak yollar yerine, altın varaklı koridorda depar atıyordum.

Ta ki, kabarık bir kumaş yığınına toslayana dek. Kafamı kaldırıp bakma gereği duymuyordum. Çünkü, çarpışmanın etkisini bir hayli azaltan gösterişli elbiseden ve burnumun direğini sızlatan yoğun esans kokusundan karşımdakinin kim olduğunu çoktan anlamıştım. Zaten başımı kaldırır, o şirret yüze bakarsam, yiyeceğim azarın iki katına çıkmasından endişe ediyordum. Bu yüzden de yere odakladığım gözlerle onu eğilerek selamladım.

"Kraliçem bağışlayın. Benim çok acelem vardı, sizi fark edemedim. Çok özür dilerim." O, vücudunu dikleştirip beni bir güzel kalaylamaya hazırlanırken, bende gözlerimi kapatıp şimdiden sabır dilemeye başladım. "Bu ne cüret! Bu ne terbiyesizlik! Sarayın içerisinde, at gibi dört nala koşmakta ne demek oluyor?" Sağol Kıra, gerçekten çok sağol(!)

Hiç ses çıkarmadan, başım önde ikinci darbeyi bekledim. Çağrısına her geçen dakika biraz daha geciktiğim babamdan gelecek üç ve aynı sebepten Acwell'den gelecek dördüncüye de kendimi şimdiden hazırlamaya başlamıştım. Bugün ne de aydınlık bir gündü böyle(!)

"Alexandra... Yoksa sen misin? Benim biricik oğlumun hayatını kurtaran asker misin sen?" Yüzüme doğru eğilip daha dikkatli bakınca, bu durumu fırsat bilip, koca bir gülümseme ve gurur ışıltılarıyla başımı kaldırdım. "Evet efendim, benim." Beni oldukça yapmacık bir hareketle kucaklayıp sıktı. "Ah baştan söylesene tatlım. Sana nasıl minnettarım bir bilsen." Sanırım kaburgalarımı biraz daha sıkarsa, söz konusu minnetini anlayamadan ölecektim.

"Ihm... Şey evet kraliçem. Beni mahcup ediyorsunuz. Ben yalnızca görevimi yaptım." Nihayet bedenimi serbest bırakıp, bu kez de yüzümü elleri arasına alarak devam etti. "Tatlım. Mahcup olacak bir şey yok. Ben, yaptığının karşılığını nasıl öderim hiç bilmiyorum ama bundan böyle sen benim kızım sayılırsın. Bunu sakın unutma Alexandra." Ah hayır Harriet çok sağol. Senin üvey kızın olduğumun bilincinde olmak bile bana fazlasıyla yetiyorken, birde üstüne, bu teklifi senden duymaya hiç ihtiyacım yok, inan bana.

Sevgili üvey annem, abartılı ve sahte sevgisini ayaküstü sunduktan sonra, nihayet beni azat etmişti. Ve ben tabanlara kuvvet, daha ne kadar gecikebilirim diye düşündüğüm toplantıya sonunda teşrif edebilmiştim. Muhafızların nazikçe açtığı kapıdan, kendimi tam tersi şekilde içeriye atıverdim. Odada hızlıca gözlerimi gezdirdim. Askerlerin dışında, kardeşlerim Boris ve Brice'da burada. Ne hoş(!)

"Özür dilerim kralım. Geç kaldım. Atım yüzünden. Ben koştum. Ama... Ama yolda kraliçe Harriet. Beni biraz azarladı. Yani sarayda koştuğum için. B-ben çok öz-" Kral babam, nefes nefese ve zorlukla anlattığım bahanemi, tek el hareketiyle kestiğinde, ergen bozuntusu Acwell bana kıs kıs gülüyordu. "Tamam Alexandra, yeter. Eğer günün esas kişisi olmasaydın sana çok kızabilirdim. Yaptığın atışa dua et. Şimdi, şuraya geç ve söz sana gelinceye kadar soluklan biraz." Gösterdiği yere, küçük kardeşim Brice'ın yanına geçerken, bana keyifle gülen Ac'e öldürücü bakışlarımı yolladım. Seninle buradan çıkınca görüşeceğiz koca kafa. Yanımda duran Brice'a doğru hafifçe dönüp, saygıyla eğildim. Bana nefret dolu gözlerle yalandan bir karşılık verdi. Cidden, bu çocuk neden bugün bu kadar suratsız?

"Evet gençler. Bugün sizi buraya neden topladığımdan hepiniz haberdarsınızdır zaten. Bu yüzden lafı fazla uzatmadan, direk konuya girmek istiyorum. Yaşanan hain suikast ile ilgili elimizde bulunan bilgileri sunun lütfen. Acwell, sen başla." Ac, kendine çeki düzen verdikten sonra konuşmaya başladı. "Kralım. Suikast bireysel bir tasarı gibi görünse de, çok ustaca kurgulanmış. Arkada hiç bir iz bırakmamışlar ve zannımca, suikast için en doğru zamanı tespit edebilmek adına, prens Boris'i olaydan önce bir süre takipte tutmuşlar." Wilhelm, sakalını sıvazlayarak bir süre düşündü. Belli ki oğlunun tehlike altında olduğu düşüncesi, onun bir hayli canını sıkıyordu. "Peki öldürülen katilin üstünden, kayda değer hiç bir şey çıkmadı mı?" Yüzbaşı lafa girdi. "Maalesef efendim. Adamın üstünde, kendini kamufle ettiği kıyafetleri ve silahından başka hiç bir detay bulamadık." Acwell tekrar sözü aldı. "Kralım. Olayda kullanılan ok ve yay, normalden çok daha küçük boyutlardaydı ama menzili buna nazaran oldukça yüksekti. Biz daha önce hiç bir orduda bu tür bir silaha rastlamadık. Sanırım katilin en dikkat çekici özelliği bu olmalı." Bu kısımda tartışmaya bende dahil oldum. "Muhtemelen, adamın kullandığı teçhizat özel üretim. Yani yalnızca bu tür, uzaktan atış yapılması gereken suikast girişimlerinde kullanılmak üzere üretilmiş. Portatif ama güçlü." Yüzbaşı; "İhtimaller dahilinde." diyerek beni onayladı.

İstişare bir süre daha böyle devam ettikten sonra, nihayet konu benim başarıma gelmişti. "Alexandra. Seni ayrıca kutluyorum. Bir kez daha, ne kadar yetenekli bir süvari olduğunu hepimize ispatladın. Ama en önemlisi... Oğlum, varisim Boris'in şuan yanımızda olmasını sana borçluyum. Minnettarım kızım." Kızım. Ne de güzel söylemişti. Cümlesinin sonuna doğru boğuklaşan sesine rağmen, sözlerinde ki içtenliği sonuna kadar hissedebiliyordum. Bir tek bu lafı bile, benim için tüm teşekkürlere bedeldi. Bu sırada tam yanımda oturan Brice, yerinde sıkıntı ile kıpırdanıp duruyordu. Belli ki varis Boris muhabbeti, onu bir hayli rahatsız ediyordu. Toplantı sona erdiğinde herkes, ardında hala sırrını koruyan bir suikast ve yorgun bir kral bırakarak odadan çıktı.

Henüz koridora yeni ayak basmıştım ki, üvey kardeşimin kolumdan tutup beni kendine çevirmesiyle olduğum yerde kalakaldım. Şoktan kurtulup hızlıca başımı eğdim. Bu sırada, hala kolumda olan elindeki yüzüğe gözüm takıldı. Burulmuş saf altından, özenle işlenmiş altıgenin içine bir yıldız yerleştirilmişti. Yıldızın ortasında, köşelerde bulunanlara nazaran, çok daha büyük ve göz alıcı kırmızı bir yakut vardı. Çok hoş bir yüzüktü ve garip bir şekilde, beynimde şimşekler çakmasına sebep oluyordu. Tüylerimi diken diken eden bu şeyi, daha önce başka bir yerde gördüğüme emindim.

Brice'ın sesiyle, yüzüğe kitlenmiş olan bakışlarımı ayırıp, bu kez yüzüne çevirdim. "Alexandra... Yetenekli asker Alexandra. İyi iş çıkardın, gerçekten. O zalimin canına nasılda okudun öyle. Benim sevgili ağabeyimi kurtardın sen. Tüm ailemiz sana minnettar." Her ne kadar dediklerine odaklanamasam da, yapmacık tebriğine karşılık, onun aksine içtenlikle gülümsedim. "Asıl ben size ve ailenize minnettarım prensim. Beni böyle onurlandırarak ne kadar mutlu ettiğinizi bilemezsiniz. O gün, sadece üstüme düşeni yaptım. Bundan sonrada, her zaman yapmaya devam edeceğim. Hatta artık çok daha fazla çalışacağıma sizi temin ederim." "Çalış tabi, çalış. Bu kraliyetin sizin gibi askerlere ihtiyacı var zaten. Sen gözünü dört aç, aman kimseye zarar gelmesin. Bundan böylede çok dikkatli ol. Malum, etrafta düşman kol geziyor. Böyle nadide bir askerimizin başına bir şey gelsin istemem." Sözlerini tamamladıktan sonra bir şey söylememe izin vermeden, oradan uzaklaştı. Bugün, her zamankinden daha da nefret dolu olan bakışları gözümden kaçmamıştı.

Saraydan çıkar çıkmaz, hızla surlara doğru ilerledim. O gün, suikastçının üstünde durduğu duvarın dibine vardığımda, yükseklik gözümü korkutsa da kararlıydım. Kafamda ki sorunun cevabını almadan, bugünü bitirmemekte çok kararlıydım. İlk hamlemi yapıp, büyük bir hırsla tırmanmaya başladım. Terleyen ellerim her geçen dakika işimi biraz daha zorlaştırıyordu. Buna rağmen pes etmek aklımın ucundan dahi geçmiyordu. Beni her daim ayakta tutan ve bitmek tükenmek bilmeyen hırsıma sımsıkı sarılarak taş duvarda ilerlemeye devam ettim.

Sonunda tepeye vardığımda, kan ter içinde kalmıştım. Kendimi tek hamlede duvarın geniş düzlüğüne attım. Ve o gün, o gizemli adamın tam olarak durduğu yeri bulmak için yürümeye başladım. Karşıda ki gözcü tepesine olan görüş açımı sürekli kontrol ederek, aynı noktayı saptamaya çalışıyordum. Ve işte, işte orada. Kırmızı yakutlarla bezenmiş altın mücevher, tamda adamı vurduğum noktada, hala o günkü ışıltısıyla gözümü kamaştırıyor. Ve beni, bin bir türlü duygunun içerisine hızla sürüklüyor...

Continue Reading

You'll Also Like

Algon By cicek8899

Historical Fiction

30.7K 1.4K 29
iki düşman ailenin arasında filizlenen bir sevda meselesi🌼
25.1K 1K 26
Zaman dilimi çok eski bir zaman değil ama çok gelişmiş bir zaman da değildir. 18+ İçerir. Ona göre okuyun. Cihan ve Sevda'nın sevgi hikayesini anlata...
Safderun | AlGon By zezuem

Historical Fiction

20.3K 789 15
Kuruluş Osman, AlGon çifti için yazılmış tek bölümlük hikayedir. •İstek sahneleri yorumlarda belirtebilirsiniz.
5K 325 64
Hastane yatağında yatan, gözlerini açamayacak kadar ağır hasta olan Yu Bing, ölümü beklemekten başka hiçbir şey yapamadı. Narin vücudu nedeniyle doğd...