İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 18.8K 6.8K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"

BÖLÜM:18 "YARA"

10.4K 519 329
By NerayArza

Satır arası baldan tatlı yorumlarınızı bekliyorum..:)

Sizi sevirem. (Evet sevirem sjsj)

BÖLÜM:18 "YARA"

BOY EPIC-SCARS

İhtiratın pençesine yakalandığım andan beri avcının ağına düşmüştüm. Görmediğim bir tuzağın düğümlerine takılırken, kalbimdeki noksan, aklımdaki bin soru işaretine bedeldi.

Soru işaretleri ters döndü.

Kalbim fazla atıp, beynim silikleşmeye başladı.

Yağmurun altında, kollarımı kendime sarmış dururken, gözlerim kapalı dizlerime gömülüydü.

Üşüyordum.

Ama onu beklemeye değen her saatte bir kıvılcım yükseliyor, içimi ısıtıyordu. İleri geri gidip kendi içimde sirkülasyon yaparken, üzerime düşen her damla beni delip geçiyordu.

Islanmadık yerim kalmamıştı. Onu beklerken, sırılsıklam olmuş ve olmayada devam ediyordum.

Ne illet bir adamdı? Kurtulamıyor, kendi ayaklarımın özgürlüğünde ona geliyordum. Yağmurun damlasında bile onu düşünmek dayanma gücümü arttırıyor, vücudumu daha çok titreten bir hale getiriyordu.

Dakikalar birbirini kovalıyor, saniyelerin omzuna geçen hükmünde boğuluyordum. Burnum akıyordu ve hava kararıyordu. Hala gelmemişti. Deli olacak kadar sinirlenirken, ıslak saçlarımı tuttum ve başımı tekrar dizlerime dayadım. Bu saate kadar ne işler yapıyordu, bilmiyorum fakat gerçekten açığa çıkan sinirim yağmurun son damlasına kadar birikiyordu.

Gözlerimi kısıp hapşuracağım an başımı yana çevirdim ve burnumun akıntısı ile beraber hapşurdum.

"Çok yaşa."

"Sende.." dememe kalmadan ne olduğunu anlamış beynim şimdi idrak ediyordu onun sesini. Bakışlarımın hizasındaki postalları gözüme çarparken, burnumu çektim ve ona baktım. Koyu elalarına gizlenmiş ateşi, yağmur ıslatmıştı sanki.

Burnuma kamçılanmış tıkanıklık ve yorgunluk ile çökmüş olduğum duvarın dibinde sabit dururken, gözlerim ona takıldı. Kaşlarım çatılırken, "Neredeydin?" Diye konuştum.

"Ne zamandan beri bana hesap soruyorsun?" Diye karşılık verdiğinde, burnumun tıkanıklığı ve saç diplerimdeki ıslaklık ile başım ağrımaya başlamıştı.

Soğuktan titreyen elimi duvara dayadım ve kalkmaya çalışırken, gücümün yetersizliği ile olduğum yere çöktüm. Düşerken, daha da ıslanan pantolonum, dinmek bilmeyen yağmura karşı içimden geçen bütün hisler birbirinin çelmesine takıldı.

"Beceriksiz," diye Atıl homurdandığında, aynı anda da beni kolumdan tuttu ve yerden kaldırdı. Beni kendisine çekerken, gözlerine mest olan gözlerim, elaların arasına serpiştirilmiş grilikte kaldı. Daha önce yakınına girmiştim ama bu denli değildi. "Ne diye geldin buraya?"

"Seni görmek için," dediğimde yutkunan boğazım ile beraber küçük bir homurtuyla burnumu çektim, aynı anda da boğazımdan kuru bir öksürük firar ettiğinde, onu beklerken hasta olduğuma sinir olmuştum. Okula gelseydi, bir kaç gün atlatmak zorunda olacağım bir hastalığa sahip olmazdım.

"Bu yağmurun altında beklemek akıllıca mı sence?" Dediğinde, söylediği her bir kelimeyi tartan beynim, elbette bu dediklerine hak vermişti. Kalbim gideceği yönü belirlerken, yağmurun altında ıslanan bedenim, her daim onu bekliyordu.. Zaten gelmişti. Karşımdaydı ve bu yağmurda durmamın hakkını vermişti.

"Akıl bırakmadın ki," diye konuştum yağmura zincirlenen sesimi yükseltirken. "Yaptığımın pişmanlığı yüzünden buradayım."

"Kedi yavrusu gibi duvara sığınmışsın," diye konuştu agresif bir şekilde. "Hasta olacaksın geç içeri."

Hemen arkasından giderken, anahtarla kapıyı açtı ve içeri geçmem için bana müsaade verdi. Botlarımı kenara koyarken zihnimi istila eden dejavu hissi ile kavruldum.

"Bu sahneler çok tanıdık," diye konuşurken, küçük bir tebessümün firarcısı olmuştum. İçeri geçerken, ıslak eşyalarımla geçiyor aynı zamanda da burnumu çekiyordum.

Hemen dibimde yer alırken, "Bir kere daha böyle ıslaktın," diye konuştu. Farklı duygu karmaşaları ve boğuk sesi yüzüme temas ediyordu. "Benim kokumla uyumuştun, tekrar aynı şekilde uyutacağım seni."

İçimde kopan fırtınan takibinde kalan zihnim, gözlerimi utançla kaçırdım. Kalbim, daha fazla çarparken, yüreğimden kopup eşelenen hisler, yoğunlaşıyordu. Sözlerine dokunan mısraları kulaklarım daha fazla duymak istiyor, içimdeki düğümü ona verip, avucunda tutmasını istiyordum.

"Yaptıklarıma nazaran alacak mısın beni evine?" Diye saf bir merhametle sorarken, gözlerine batım. Usulca kanayan, derin bir yara izini kazıyan o gözlere.

"Dışarıda bırakma mı istersin?" Dediğinde, soruma soruyla cevap verirken, gözlerimi kaçırdım ve büyük bir homurtu eşliğiyle ondan ayrılıp kalorifere gittim. Merdivenlerden çıkıp yanımdan geçerken, onu takip etmemi isteyen bir işaretle beni yanına çağırdı.

Her basamakta onun attığı adımların arkasından gitmeye çalışıyor, bastığı yer ile aynı yere basmaya çalışıyordum. Merdivenin basamağı biterken, onun odasına doğru geçtik. Kapıdan girer girmez, mistik bir koku burnumun diğerinde, kalbimin en ucra köşelerinde harekete geçerken, içime çekebildiğim kadar çektim.

Atıl hem kendine hem de bana kıyafet bakarken, "Fazla büyük olacak ama belini katlarsın," dediğinde usulca kafamı salladım. Yatağa kıyafetleri bırakırken, hiçbir şey demeden odayı terk etti.

Karnım gurulduyor, çıt kırıldım vücudumu harekete geçirmeye çalıştım. Açlık ile yorgunluk beni başka bir hale taşırken, odada ki koku ile ayakta kalmaya gayret gösteriyordum.

Yatağın üstündeki kıyafetleri hızlıca giyerken, beli Atıl'ın dediği gibi büyük olmuştu fakat üstüme giydiğim kazak ile belimi sıkıca bağlamış, düşmemesini sağlamıştım. İç çamaşırlarımı içimde nemli olarak bırakmıştım. Onları çıkarırsam giyecek başka hiçbir şeyim olmadığından, kazağın sıcaklığıyla nemin kuruyacağını düşünüp, çıkartmamıştım.

Aşağı inerken, başımın hafif dönmesiyle, merdivenin korkuluğuna tutundum ve kendime hakim olmaya çalıştım. Yavaşça merdivenlerden inerken, dikkatli olup düşmemeye çalışıyor, aynı zamanda da şakaklarımda ki ağrıyı dişlerimi bastırarak önemsememeye çalışıyordum.

Aşağıya indiğimde uzun kazağın kollarını kıvırarak, Atıl'ın yanına gittim ve kapanan göz kapaklarıma engel olarak koltuğa yerleştim. Ensemdeki ağrı ile burnumu çekerken, bu sesten rahatsız olup olmadığına baktım ama yüzünde hiçbir ifade belirmediği için anlamamıştım.

"Uyuyabilir miyim?" Diye sorarken, ağrıyı ancak unutarak atacağımı hissettim.

"Uyu."

Kafamı salladım ve baş ucumdaki battaniyeyi kendime çekerek, her zaman yattığım salonda, yumuşaklığı benim yatağımı geçen koltukta gözlerimi kapadım. Rüya alemine de hastalık bulaştıracaktım.

Gece saat kaçtı bilmiyorum ama alnıma değen sıcak ellerin etkisiyle irkilmiş, yatıştırıcı bir ses ile olduğum yerde kalmıştım. Göz kapaklarım kımıldayamıyor, kirpiklerim titriyordu.

"Ne yapmam gerekiyor?" Endişenin varlığında olan tanıdık ses kalırken, uyumaya çalışıyor fakat bir türlü uyuyamıyordum. Ağrım vardı. "Tamam, telefonda kal."

Adım sesleri benden uzaklaşırken, göz kapaklarımı titrettim ve yerimden kalkmaya çalıştım. O kadar bitkindim ki, göz kapaklarıma örtünmüş perdeleri bile çekemiyordum. Alnıma aniden soğuk değen şey ile irkilirken, aynı zamanda, "Şşş.." diye bir ses ile tekrar durgun hale geldim. Soğuk gözlerimi açmama sebebiyet verirken, yüzümü buruşturdum.

"Atıl ne oluyor?" Diye sorduğumda, göz kapaklarım hala kapalı, kuru dudaklarımdan çıkan nefes ile zar zor konuşmuştum.

"Hastasın gerizekalı," dedi sabit bir sesle. "Ne diye inatla beklersin beni?"

Sinirle sesiyle çınlayan kulaklarıma, arkasına dolan ilgiyle sızladı vücudum. "Baştan anlat, dinliyorum." Dediğinde bana değil, telefonla konuştuğunu anladım. Yanıma geldiğinde varlığı milisantimlerle beraberimde duruyordu. Göz kapaklarıma gölge olmuştu.

Kazağımın uçlarından tutup yukarıya kaldırdığında, "Atıl.." diye konuştum. Gözlerimi açamıyor, konuşmaya mecalim olmuyordu.

"Ateşin çok var, vücudun bunu kaldıramaz," ellerim elinin üstünde engel olarak dururken, "İzin ver," diye konuştu. Bitkince ellerimi üzerinden çektim. "Aferin küçüğüme."

Kazağı başımdan çıkarıp attığında, soğuk bir esinti çeneme vurmuş, dişlerimi titretmişti. Sızlayan vücuduma karşı sıcak bir şeyler arıyor, ona sığınmak istiyordum.

Koltuk altıma koyduğu aletle daha fazla titrerken, soğuk metal bir kaç dakika sonra ses vermişti. "39.7" diye konuştu Atıl. "Çok fazla havale geçirebilir, hastaneye götürmeli miyim?" Konuşurken, bir süre duraksadı ve bakışları kendimde hissettim. "Farkındayım, karnından tuhaf tuhaf sesler geliyor. Ona burnundan yemek gelene kadar yedireceğim," bir kaç dakika daha karşı tarafı dinledikten sonra, "Tamam." Dedi.

Başıma koyduğu soğuk su bana iyi gelirken, göz kapaklarımı ortadan ikiye yarmıştım. Bana kızgınca bakarken, aynı anda termometreyi elinde sallıyordu. "Sen ne tür belasın? Gerizekalı. Ateşin kaç senin haberin var mı?"

Kısıkça araladığım gözlerimde oluşan pusluluk yavaş yavaş açılırken, artık her şey daha netti. "Öz.. özür dilerim," dedim başımı yana yatırırken.

Alnımda duran soğukluğu alırken, elinin tersiyle alnıma baktı. Keskin bakışları beni bulurken, üşüyordum. "Nasıl indireceğiz ateşini?"

Başımı bilmediğim için sağa sola sallarken, ellerimi bedenime sardım. "Üşüyorum," derken kırılgan sesim perde arkasından çıkıyordu.

Yanımda ayaklanıp giderken, lavaboya doğru gitti ve bir kaç dakika sonra elindeki küçük havluyla yanıma geldi. Burnum akarken, masadaki mendile uzandım ve burnumu sildim.

Atıl elindeki havluyu başıma koyarken, hiç beklemediğim halde koltukla aramdaki boşluğa geçti. "Atıl ne yapı.." dememe kalmadan beni susturdu ve hemen yanımda yerini aldı.

"Soğuksun, seni ısıtacağım," dediğinde ona sırtımı döndüm. Eli omuzlarımla beraber, belimi sararken, tüylerim ürperdi. Sıcaklığı, soğukluğuma bir tabaka çekiyor, ona karşı bir düğüm daha atıyordum. "Kemiklerini elimin altında hissediyorum."

Parmakları belimdeki kemiklere ellerken, yutkundum. Vücudumda farklı bir etki yaratıyor, o etkiden doğan hisler beni ele geçiriyordu.

"Kötü bir şey mi?" Dediğimde saf bir çocuğu dudaklarımda canlandırmıştım.

"Evet, yarın sana yemek yedireceğim."

"İştahım yok ki," dediğinde elleri belime daha çok kenetlenirken, ona sokuldum.

İlk defa bana sarılıyor, ellerini tenimde, sıcaklığı vücudumda, ruhu ruhuma değiyordu.

Buradan çıkmak istemiyordum.

"Sus," dedi sert bir ses ile. "Uyu."

Dediğini yaptım ve soğuk bedeninle harmanlanmış sıcaklığın beni ele geçirmesini istedim.

"Sanırım şu an geceler iyi."

Ne güneş ışığı, ne de filmlerde gördüğüm başka bir şey. Atıl ile uyanmıştım fakat yerimden kımıldamamaya çalışıyor, onun ile beraber yatmayı sürdürüyordum.

Yerleri gece boyu değişmiştik ve şu anki halim, ben ona sarılıyordum. Parmak boğumlarımın ucunda hissettiğim sıcak ten ile yanarken, elâlarında ki ateş göz kapaklarının ardına gizlenmişti.

Dağınık saçlarındaki asi tutamlara bakıyor, onu inceliyordum. Burnumu sessizce çektim ve boğazımda ki kuruluğa rağmen tekrar başımı yastığa koydum.

Heybetli sırtını gören gözlerim ile göz kapaklarımı kapattım. Sutyenin üstünde siyah sporcu atleti olduğundan bunu giydiğim için kendimi nedensizce tebrik etmiştim.

"Kımıldanma artık," dediğinde olduğum yerde kalakaldım. Onu rahatsız etmek istemiyordum ve rahat etmesi için kendimi daha sabit tuttum. "Kasıl demedim, normal yat."

"Karar ver sende," dediğimde çatallı sesime aykırı olarak ona homurdanmış ve ellerimi inatla onun beline sararak rahat bir pozisyona gelmiştim.

"Hasta hasta çenen açılmış senin," dediğinde sırtını koltuk tarafına çevirdi ve yüzünü bana döndü. Bakışlarım onun bakışlarına mest olurken, kitlendim. Elinin tersiyle alnıma dokunup bakarken, "Ateşin düşmüş." Diye konuştu.

"İyileştim mi artık?" Dediğimde burnumun tıkalı olmasından dolayı sesim boğuk çıkmıştı. Burnumu çekip rahat bir nefes almak isterken, boğazım sızlamıştı. Acıyla yüzümü buruşturdum.

"Sümüklü tahtını kimseye bırakmıyor," diye konuştu alayla. Ruhum ruhuna çözülüyor, ilmekler birer birer açılıyordu. Nefesi her noksanımı örterken, öylece sabit kalıyor, heyecanımı kenara öteliyordum.

"Hastayla dalga geçilmez, ayıp," diye konuştuğumda, kendimi bir gecede iyi hissetmeyi başarmıştım.

Onun sıcaklığı benim şifam olmuştu.

Bir şey demeden bana arkasını döndüğünde, koltuktan kalktım ve yere fırlattığı kazağı giydim. Aheste olan bir kokuyu çekerken, koltukta yatmak istemeyen tarafıma saygı duydum. Hastaymışım gibi hissediyordum ve bu histen kurtulmak için enerji dolu olmalıydım.

"Atıl kalksana okula gidelim," dediğimde, terden alnıma yapışan saçlarımı geriye ittim.

"Saatten haberin yok mu senin? Öğleni geçiyor," dediğinde sesinde uyku batağına batmış bir kıvılcımın esintisi serpişti. "Hem bugün dinlenmen gerekiyor."

"Yeterince dinlendim," diye konuştum bir burun akıntısını daha geri gönderirken. "Hadi kalk."

"Bütün gece başında bekledim, gerizekalı. Bir sus." Ona burun kıvırdım ama bakmadı bile. Bana sırtını dönmüş koltukta yatarken, penyesinin ucu biraz açılmış, kaslı tenini ortaya sergiliyordu.

Gözlerimi kırpıştırdım ve mutfağa gittim. Kasılan bedenim ile bir kaç saniye dururken, alnımı ovaladım ve etrafa bakındım. Yemek yemem gerekiyordu, yoksa başımın dönmesini engelleyemeyecektim.

Ahşap dolaba uzanırken, boyum yetmedi. Bir şeyler arıyordum fakat bu dolap boyumun yetmeyeceği kadar uzun ve yukarıdaydı. Dolabın kulpunu tutup kendime çekerken, içindekilerde büyük bir hızla yeri boyladı. Olduğum yerde kalırken, ağzımı şaşkınlıkla araladım ve geriye çekildim.

Atıl hızlıca mutfağa geldiğinde, kaşlarını çattı ve aynı anda da bana baktı. "Ne yaramaz kız oldun sen ya," dediğinde omzumu silkeledim. Kalkmasını söylemiş ama kalmamıştı ve bu da beni suçlu yapmazdı.

"Başım dönüyor," diye konuştum, sesimi olabildiğince masum çıkarmaya çalıştım. "Acıktım."

Yüzünü gergince ovaladı ve bir kaç saniyeyi bakışmamız ile tamamladı. "Beraber yapalım," diye konuştuğunda, başımı olumlu anlamda salladım ve yere düşen malzemeleri tezgaha koydum. Atıl uzun boyundan tezgaha koyduklarımı dolaba yerleştirdiğinde etrafı temizledik.

"Ne istiyorsun?" Dediğinde, kalçamı tezgaha yasladım ve saçlarımı önüme aldım. Sorduğu sorunun şaşkınlığında kalan duygularım, hislerimi dürtüyor, dudaklarımı kıvırıyordu.

"Krep?"

"Yumurtaya bende bayılırım," dediğinde yüzümü buruşturdum.

"Kahvaltı yapmayan bir insan yumurtayı nasıl sevebilir ki?" Dediğimde sözlerimi takip eden kuru bir öksürüğü yollamış ve elimle ağzımı kapatmıştım.

"Çok bilmiş," diye konuştu bana bakarken. "Konuşmada iş yap."

"Hastayım," derken omuzlarımı düşürmüş, kaşlarımı indirmiştim. Kahvaltıyı bana servis etmesini isteyen ruhum, munzurluk arıyordu. Sanki onunla uyuyunca enerji depolanmış, hissiyatımın üzerinden yük kalkmıştı.

"Uyanmasam kendin yapacaktın," diye konuştu bana bakarken ve çekmeceden spatulayı çıkararak, "Hadi başla," diye konuştu.

Dolaptan yumurtaları alarak, tezgaha koydum. Atıl tavayı çıkarmış, yanan ocağa koyarken, hemen üzerine yağ damlatmıştı. Yumurtanın bir tanesini kırarken, diğerini kıramamıştım ve tezgaha da vursam çatlamıyordu. "Beton gibi yumurta yapmışlar, Atıl," dediğimde ocakla ilgilenmeyi bırakmış bana bakmıştı.

"Bir yumurtayı bile kırmayı beceremiyorsun," dediğinde elimden yumurtayı aldı. Ona üstten bakışlarımı atarken, göğsünü germiş sanki çok büyük bir işmiş gibi yumurtayı tezgaha vurmuştu.

"Ne oldu Atıl Bey? Çatlatamadınız?" Dediğimde, agresif suratı hanesine yerleşmiş, göz çukurlarında ki asi bakışı içimde hissetmiştim. Yumurtayı iki elinin arasına alıp kırmaya çalışırken, içten içe gülüyor, dişlerimi sıkıyordum. "Kırılmıyor gibi?"

"Beton mu bu?" Diye sinirle konuştuğunda yumurtayı elinde çevirmeye başladı. "İçinde döllenmiş yumurta yerine ne var amına koyayım."

"Ne!" Dedim yüzümü buruşturup geri çekilirken. "Sen az önce döllenmiş yumurta mı dedin?"

"Evet," derken yüzündeki ifade tam olarak; ifadesizdi. Dudaklarına peyda edilmiş alayla bana bakarken, yeni öğrendiğim bilgi midemi bulandırmıştı.

"Iyk," diye konuştum iğrenircesine. Ağzımdan kusma hareketleri yaparken, tabakta kırılmış yumurtaya bakıyordum. "Ne yani ben bu zamana kadar küçük bir bebeği mi yiyordum?"

"Sende benim gibi katilsin artık," dedi kısık gülüşünün yarattığı seslerin daimi olarak kulağımda kalmasını sağladı. "Bebek katili."

Elimi ağzıma götürürken, dudaklarımı birbirine bastırdım. "Karnımda büyür mü peki Atıl?" Diye sordum karnıma ellerken.

"Çoktan civciv olmuştur," dediğinde kaşlarımı çattım ve mideme allak bullak baktım. Küçücük bir civcivi yaşamından alıp mideme yollamıştım. "Şimdi annesi onu ararken, sen yavrusunu yemiş bir katilsin."

Kasedeki yumurtayı alıp mutfağın kapısına doğru ilerlerken, "Onu dışarıya koyunca büyüyeceğini sanıyorsan, gerçekten salaksın." Dedi ve tam olarak bu cümleyi uygulayacağım için kendimi bir anda salak hissettim.

Mutfak kapısından geri dönerken, elimdeki kaseye yüzümü buruşturdum. "Atıl ben az önce bir bebek yiyecektim," dediğimde kaseyi tezgaha bıraktım ve öğrendiğim gerçeğin altına sığınarak başımı sağa sola yalpaladım.

"Hadi aç kalmanı istemiyorsak bunu yemek zorundasın. Hem bugüne kadar yedin ve gayet lezzetliydi," dediğinde gülümsüyordu. "Bir bebeği tavada kızartacağız," saf alay yüzünün her tarafına dağılmış bana bakarken, kafamı çevirdim.

"İğrençsin."

"Bu zaman kadar bebeği yiyen ben değildim."

O an ne yaptım bilmiyorum ama göğsümde duran ellerimi kenarlara saldım ve Atıl'ın elinde ki yumurtayı alıp tezgaha hızlıca attım. Yumurta çatlarken, içinden akan sarısı tabağa kadar yol çizmişti. "Yemeyeceğim."

"Çok yüz mü verdim ben sana?" Dedi bana yaklaşıp, ileriye doğru adımların hedefi olurken. "Yumurta zamlandı, gerizekalının yaptığına bak."

"Bundan sonra yumurta yeme," diye konuştum başımı eğerken. "Sonra midende civcivler büyüyecek."

Safa yatarken, dediklerimi gerçekten söylediğime inanıyor ve bunu surat ifadesi şekillenirken bir hayli komik oluyordu.

"Sikeyim civcivini," diye konuştu ocağı kapatıp, tavayı musluğun altına koyarken. "Yeme."

"Ama Atıl, midemi bulandıran sensin," dedim ona yaklaşıp, küçük bir öksürüğü boğazımdan firar ettirdim. "Söylemeseydin ne güzel yiyecektim."

"Sen ciddi misin? Yumurtayı döllenmiş olarak yediğini bilmiyor muydun?" Başımı iki yana salladım. Bunu gerçekten bilmiyordum fakat ondan sonra söylediklerim, sadece onu kızdırmak içindi. "Cahil."

"Bana öğretecek kimse yoktu," dediğimde omzumu silktim. Bir şekilde hayatta düşmeyi, kalkmayı ucundan babamdan öğrenmiştim. Küçükken yumurta yaptığımızda, elbette böyle şeyler konuşmuyor, zamanımızı iyi değerlendirmek için elimizden geleni yapıyorduk. Çünkü bir gün tatili vardı ve o tatili en iyi geçirmeye çalışıyorduk.

"Öğretirim," dedi bana bir adım atarken. "Emeklemekten, yürütmeye," yutkundu. "Yürümekten, konuşmaya, annenin her yapmadığı zırnığı sana öğretmeye hazırım."

"Biliyor musun?" Diye konuştum, bir gülün dikeninde incinirken. "O sokakta senin yanına geldiğim için kendimi şanslı hissediyorum."

🥀

Bir gülün dikeni..

İki saatin yelkovanında intihar etmiş bir kızın cesedi..

Akrebin zehrinden, ölen bir kızın mezarı..

Bir adamın gelip, zamanı durdurması.

Sandalyede ileri geri sarsılıyor, yarım saatte olacak pizzanın son beş dakikasına girmeye hazırlanıyordum. Masadaki suyu yudumlarken, Atıl telefonuyla ilgileniyordu. Sabah yumurta yemediğimden dolayı, beni pizzacıya getirmişti. Uzun zamandır yemediğim bir yiyecek olduğu için teklifini direk kabul etmiştim.

Şimdi buradaydık.

Karşımda normal bir şekilde telefonuyla ilgilenirken, arkasında duran kızların onu kesmesine sinir oluyordum. Ne denli bir sinirin hakimiyeti bende geziyordu anlamıyordum ama ona bakan kişilerin gözlerini oyma fikride beynimde yankılanıyordu.

"Atıl baksana bir," dediğimde arkadaki kızlarında bu manzaraya ortak olması için biraz sesli konuşmuştum.

Bir şey demeyince, "Ne oldu?" Diye sordu. Keskin bakışlarımın esiri olan kızlara bakarken, burnumu çektim ve kızaran yanaklarımı saklamaya çalıştım.

Atıl nereye baktığıma bakarken, bir kaç kızın ona el sallamasıyla, başımdan aşağıya kaynar sular döküldü. Atıl bir bana bakıp, bir de diğer kızlara baktığında, anlamış olacak ki sinsice sırıtıp, kızlara baktı ve el salladı.

El salladı.

Yutkun, nefes al. O senin hiçbir şeyin. Ne yaparsa yapsın, sana batmamalı. "Şu masada yemek yemek güzel bir fanteziye yol açar, sence yemeli miyim?" Dediğinde kelimelerini idrak eden beynim, bir süre fonksiyonlarını durdurdu. O şu anda, yamyamların kurulu olduğu bir masaya gidecekti ve bana bunu mu soruyordu.

"Beni hasta halimle burada tek mi bırakacaksın?" Diye sorduğumda, hastalığımı öne sürmüş, bir kaç parça acınma duygusu eklemiştim.

"Orası daha cazibeli gibi görünüyor," dediğinde tekrar başını omuz hizasından arkaya doğru yönlendirdi ve kızların olduğu masaya baktı. "Hem pizzayı onlar bana yedirirler."

"Git," dedim donuk bakışlarımın ileri sürdüğü mesafede ona bakarken. Dediğimi anlamamış, telefonunun ekranını karartırken, "Gitsene," diye tekrar söylendim.

Omuz silkti. Masadan kalkacağı an, "Otur!" Dedim ve o anda beni kurtaran garson imdadıma yetişerek, pizzalarımızı ve içeceklerimizi önümüze koydu. "Pizzalar geldi, masada kalsan iyi olur."

"Hım," dedi mırıltı eşliğinde söylenirken. "Masada mı kalmalıyım?"

"Masada kalmalısın."

Arkadaki kızların heyecanına bakarken, ağzımı açıp kusuyormuş gibi hareketimi onlara gösterdiğimde, bana olan bakışlarını çevirip, Atıl'a doğru yönlendirdiler. Atıl masaya oturduğu an zafer kazanmış yüzümü onlara sergiledim ve önüme konulan pizzayı ellerimin arasına alarak, ağzıma götürdüm ve ısırdım.

"Kızları korkutuyorsun," dedi mekanik bir ses ile. Kolasından bir yudumunu alırken, ona yüzümü buruşturarak baktım ve ağzımdaki pizzayı mideme gönderdim.

"Pizza çok iyi geldi," dediğimde, bende onun gibi kolamdan bir yudum aldım ve aynı anda da pizzadan bir ısırığı mideme gönderdim.

"Beğendin mi?" Kafamı olumlu anlamda salladım ve ağzımın içinde biten pizzaya karşı koca bir dilim daha aldım.

Pizzayı çiğnerken karşımda oturan kızlara, Atıl'a çaktırmadan, ağzımı açtım ve gösterdim. Kızlar iğrenir bakışlarını bana atarken, dil çıkardım ve yeme zevkime devam ettim.

"Sen az önce ağzındakileri karşıda ki kızlara mı gösterdin?"

Dehşete düşen kalbim, ucra köşelerinde unutulan utancımı aldı ve hemen masa üstüne yatırdı. Yüzüm kızarırken, boş mideme gönderdiğim ve zevkle yediğim pizzayı tabağa bıraktım. "Yo," diye konuştuğumda, yutkunmak için kolanın içinde duran kırmızı pipeti ağzıma götürdüm.

"Sen hiç büyümemişsin," diye konuşurken, pizza dilimini ağzına aldı ve yüzünde oluşan gülümseme ile afiyetle yedi. Ona bu zaferi tattıran duygularım ile beraber kızlara baktığımda, Atıl'ın dudaklarına baktıklarını gördüm.

Mide bulandırıcıydı.

Atıl'ın dudakları elbet mide bulandırıcı değildi, onu izleyen kızlar, kusmama sebebiyet verecek haldelerdi.

"Atıl, bunlar iğrenç," dedim tabağımı önümden itelerken.

"Az önce beğendiğini söylemiştin?"

"Şimdi ise midemi bulandırıyorlar," diye konuştum. Ona bakarken, eş zamanda göz ucuyla kızlara bakıyordum. "Hadi kalkalım."

Omuz silkti. İnadına yaptığını biliyordum. Kızların onun için can atmasını seviyordu ve benim bu duruma hoşnut olmadığımı direk surat ifademden anlayacak konumdaydı. "Ben daha yemedim."

Onun pizza dolu tabağından, bir dilimi alırken, bana anlamsız gözlerle bakıyordu. "Çabuk bitirelim de kalkalım," dediğimde elimdeki pizzayı hızlıca yemeğe çalışıyordum. Boş mideme giren ilk yemeklerde, elim ayağım titrerken, vücudum bu duruma alışmış ve normale dönüyordu. Akan burnum ve kuru öksürüklerimden başka hiçbir şikayetim yoktu.

Kolayı içerken, boğazım gıdıklandı ve öksürmeye başladım. Kısa çaplı öksürüklerimden sonra pizzayı tekrar yemeğe devam ederken, Atıl'ın, "Boğulacaksın, yavaş ye," demesine aldırmadım.

Pizzanın yarısına geldiğimde, şişen midem ile, "Tamam yemeyeceğim," diye konuştum. Toplamda iki buçuk pizza yemiştim ve üzerime çöken yorgunluğa da engel olamamıştım.

"İnatçı keçi," dedi bana doğru bakıp, dudaklarını kıvırırken. "Miden büyük olsa bütün pizzayı yiyeceğini düşündüm."

"Yerim," dedim ona bakıp, meydan okurken. "Yeme mi ister misin?"

"Yesene."

Pizzayı elime alıp ağzıma götüreceğim an, "Tamam, yiyemem," diyerek beyaz bayrağı elime alıp salladım.

"Yeterince o koca ağzınla rezil olduğumuza göre kalkalım mı?" Dediğinde, sandalyeye yaslanmış sırtımı ayırdım ve kalkmaya hazırlandım.

"O anı unutabilir misin? Senin görmediğini düşünüyordum," dediğimde, masaya yüz lira koydu.

Kabanımı üstüme geçirirken, "Seni utandıracak nedenlerim çoğalıyor," dediğinde yanıma geldi. İstemsizce arkadaki kızlara bakarken, omuz silktim ve Atıl'a baktım. "Kendine dikkat etsen iyi olur küçüğüm."

Bir şey demedim. Dilim utangaçlığın arkasına saklanıp, kaçarken ona ortak oldum ve Atıl'ın bakışlarından kaçtım. Hemen önümden yürümeye başladığında, ona eşlik ettim. Kızları arkamızda bırakırken, omuz hizasında onlara baktım ve dil çıkardım.

"Bunu da gördüm."

Hadi ama! Gözlerimi ona çevirirken, benim kızlara baktığım gibi o da bana bakıyordu. Dilini şaklatıp, sinsice sırıttı. Bu sefer önünden geçip giderken, pizzacıdan çıktık ve arabanın olduğu yere doğru gittim.

Rüzgara karşı tıkalı olan burnumu çektim ve göğsümde buluşturduğum ellerimi sinirle kendime batırdım. Her yerde dikkat çekiyordu. Kızlarda sanki ellerinde dedektör varmış gibi nerede yakışıklı biri varsa oraya hücumluyorlardı.

Atıl yanıma gelirken, arabayı açması için işaret yapmış fakat açmamıştı. Tam önümde bir kaç adımı firar estirirken, ona bakmadım. "Petrolde beni yaralayan adamlar, üç kişilermiş. Bir tanesini Andaç bulmuş ve onun yanına gitmem gerekiyor." Dediğinde bana yaptığı açıklama ile hayret içerisinde kaldım. Bana genellikle pek fazla açıklama yapmazdı. Genellikle bile değil, hiç açıklamaya yapmazdı.

"Bende gelebilir miyim?"

Cevabı kesindi. "Hayır."

"Atıl lütfen," diye konuştum. En büyük kozum annemdi ve onu oynamaktan başka şansım yoktu. "Annemin yanına bu hasta halimle gitmek istemiyorum, biliy.."

"Tamam, duymak istemiyorum," dediğinde cümlem havada askıya asılmış bir vaziyette yukarıya çıktı. Kelimeleri işitmek istemeyen kulaklarına karşı sessiz kaldım. "Gel ama dibimden ayrılırsan, seni yakarım."

Hızlıca başımı sallarken, mutlulukla gülümsedim. Arabayı açarken, içine bindim. Soğuk hava arabanın içini de katletmiş bir vaziyette vücudumu donduruyordu. Ellerimi birbirine sürterken, "Çok soğuk," diye mırıldandım.

"Ulan sen hastasın, benimle gelmek istiyorsun," diye konuştu Atıl sabit ve donuk bir sesle. "İn aşağıya."

Omuz silktim. "Bir kere aldın arabana," dedim burnumu çekerken. "Geri inmem."

Bir şeyler söylendi ama duymadım. Arabayı çalıştırırken, hızlı bir manevrayla pizzacının oradan çıktık ve arabayı asfalta çıkardı. Yol altımızda kayış gibi akıyor, ağaçların rüzgarı kölesi olmuş gibi savruluyordu. Güneş, bulutların arasında saklambaç oynarken, dünya kendi etrafında ebelembeç oynuyordu.

Ben ise hiçbir oyuna dahil edilmeyen, dışlanan bir çocuk olarak, dışarıda kalmayı tercih ediyordum. Çünkü korkuyordum, onlarda annem gibi beni dışlar diye, korkuyordum.

Bilinmedik mekanın hemen oralara gelirken, Atıl'ın barı hemen gözüme çarpmıştı. "Buraya niye geldik ki?" Dediğimde, sorumu yanıtsız bırakmış, arabadan çoktan inmişti.

Onu takip ederek arabadan indim ve kapıyı yavaşça kapattım. Atıl arabayı kilitlerken, mekana gelmiştik. Önümüzdeki güvenlik görevlileri Atıl'a selam verip, ellerin, önlerinde bağlarlarken, 19 yaşında birinin önünde saygı ile eğildiğini fark ettim. Bu yaşta bu saygıyı kazanmıştı.

Merdivenlerden inerken, bu saatte ıssız bir ortama benziyordu. Saat öğlendi ve barda tek bir müzik sesi dahi yoktu. Atıl'ın hemen arkasından izimi sürdürürken, bir adam Atıl'ın yanına gelmişti.

"Andaç Bey aşağıda, sizi bekliyordu," gözleri bana kaydı ve sıkıntıyla Atıl'a baktı. "İşinizi karışmak istemem ama arkanızdaki hanımefendi için aşağısı biraz fazla kan."

Kan?

Adamı dövüyorlar mıydı? Haksız diyemezdim fakat.. sanırım bu konuda hiçbir şey diyemezdim. Çenemi kapalı bir vaziyette tuttum. Atıl, kendisini bıçaklayanlardan intikamını alacağını biliyordum ama ne tür bir intikamı, adamlara tattırırdı orasını pek kestiremiyordum.

"İşini bak sen," diye Atıl sert bir sesi duvarlarına yıkarken, adam boğazını temizledi ve önümüzden geçerek Atıl'ı yönlendirdi.

Aşağı kata inen merdivenlere basarken, kulağıma çalan inleme sesleri, acı doluydu. İntikam körpe beşikte sallanırken, bıçaklanan Atıl'ın hatırası geldi gözüme. Ne kadar çok korktuğumu hatırlarken, şu anda yaptıklarına yanlış diyemeyecek kadar vicdansızdım belkide.

Atıl bir kapının önünde durduğunda, az önce ki adamda Atıl'ın biraz gerisinde durdu. "Sen burada bekle." Diye bana komut verdiğinde, içeriden gelen acı bir ses tekrar kulaklarıma doluluk yaptı.

"Ama.."

"Burada beklemeni istiyorum," dedi lafımı esirgeyip, beni bölerken. "Gelirken bir anlaşma yaptım seninle küçüğüm."

"Tamam."

Yanındaki adam ile beraber içeriye girdiğinde, kapı ardıma, hemen sonra da suratıma kapatıldı. Atıl'ın bağrışları ile etraf çınlarken, bir anda ürktüm ve kapının olduğu yerden bir kaç adım geriye gittim.

Bağrışları dinlerken, üzerinden dakikaların geçip, esiri olduğu mahzende kendime hakim olmaya çalıştım. İçimden gelen dürtünün intiharı olurken, hangi cesaretle yapacağımı bilmediğim bir şekilde kapı kolunu tuttum ve aşağıya doğru çekerek kapıyı açtım.

Bardan çok daha farklı bir şekilde dizayn edilmiş depoydu burası. Büyük ürkütücü seslerin geldiği yönde bir adam sandalyeye bağlanmış ve yüzü gözükmeyecek kadar kan ile kaplanmıştı. Eserleri, hemen karşımda Atıl ve Andaç olurken, ellerinde duran eklem yerlerinde ki kırmızı kan tüylerimi ürpertti. Deponun çeşitli yerlerinde, siyah giyinimli adamlar Atıl ve Andaç'ı korurken, içimde bir şey kavruldu ama duygusu ve tarifi boş bir sayfanın üzerinde gezindi.

Atıl'ın gözleri benim gözlerime saplandığında, yoğun bir duygunun bıçak altına girdim. Baktı ama hiçbir şey yapmadı.

"Onun burada ne işi var?" Diye Andaç konuşurken, şaşkınlık ile hala kapının kulpunu kavrayan parmaklarımı çekmemiş, öylece olduğum yerde duruyordum.

"Hanginizin fahişesi lan?" Diye konuştu sandalyeye bağlı olan adam. Ağzından çıkan kanları umursamadan zorlukla konuşuyordu. "Pekte güzelmiş."

Sözleri bana isabetliydi. Atıl çıldırırken, bir bana bir de adama bakarken, "Ona bir daha bakarsan, gözlerini götüne, onun için açılan ağzını da bir taraflarına ilave ederim!" Dediğinde öfkenin şiddetine kapılarak, sandalyede oturan adamı düşürdü ve hemen sonra vurmaya başladı.

Yanlarına gideceğim sıra, bir korumanın kocaman eli, vücuduma sarılmış ve beni geri ötelemişti. "Geçemezsiniz."

"Gitmem gerekiyor, görmüyor musunuz halini?" Dediğimde hiç oralı olmamışlardı.

Atıl yumruklarını tek tek adama serpiştirirken, Andaç en sonunda onu zorlayarak durdurmuş ve omzundan geriye doğru çekerek kenara itelemişti.

"Seni ayyaş! Söktüğüm dişlerini götüne ardından da başka bir taraflarına sokacağım," dedi ve soluklanarak geri adım attı. "Ulan kız var amına koyayım, küfürde edemiyorum."

Bu küfretmediği hali miydi? Cidden.. bu adamın psikolojisini de kendisini de anlayamıyordum.

"Sakin ol, o piç bize lazım," Andaç, Atıl'ı sakinleştirmeye çalışırken, buradan bile alnında kabaran damarları görebiliyordum.

"Duvarla aramda becereceğim piçi!" Dediğinde, tekrardan öfke kılıfına girdi ve sandalyeye bir tekme attı. Sandalyenin ayağı çıkarken, adamın dengesi hepten helak olmuştu.

"Demek Atıl'ın bu kız."

"Bak hala konuşuyor, sıçtığımın boku!" Dediğinde bu sefer Andaç, Atıl'ı durduramamıştı. Atıl yerde duran sandalyeye vururken, acıyla ama bir yandan da kahkaha ile adam karşılık verirken, yüreğim ağzımda atıyordu.

"Atıl yeter," diye Andaç onu kenara bir kez daha çekerken, yanına gidip sakinleşmesine yardım etmek istiyordum.

Atıl sinirle Andaç'a bakarken, "Duymuyor musun piç yavrusunun söylediğini!" Diye bağırdı Atıl. "İliğine kadar sikeceğim."

"Sikersin," dedi Andaç. Sinirinin altından kalkamayacağını o da çok iyi biliyordu. "Ama önce biraz sakinleş, böyle yaparak adamı dövmekten öldüreceksin."

Atıl kendine hakim olmaya çalışırken, güvenliğin bana yapmış olduğu engelden sıyrılarak hızla Atıl'ın yanına geldim. Adam arkamdan bağırdığında, Andaç beni fark etti ve eliyle adama işaret yaparak susmasını sağladı.

"Atıl?" Dedim onun yanına giderken. Sinirinin üstünü örttüğü duvarda beni fark etmemiş, hala adama bakıyordu. "Atıl?" Diye tekrardan konuştuğumda, bir kez olsun bana bakmıyor, hızlı nefeslerinin ardından sinirini atmaya çalışıyordu.

Avuçlarımı kirli sakallarının üstüne kapadım ve başını bana doğru çevirdim. Gözlerinde yaktığı ateşler, öfkesine dokunuyordu. Bunu hissedebiliyordum. "Atıl, sakinleş," diye uysal bir şekilde konuşmaya çalışırken, nefesi yüzümü yakıyor, kaşları çatık haline devran yapıyordu. "Sakinleş," dedim burnumu burnuna yakın tutarken. Gözleri itinayla bana dönüyor, nefesi önceki halinden daha sakin olmaya başlıyordu.

"Tamam, sakinim," dediğinde gözlerimi bir anlık kapatıp açarak ondan uzaklaştım ve bir adım geriye gittim. Hissettiğim duyguların yoğunluğunda batarken, tek çarem susmaktı. Ondan uzaklaştığım mesafede bir kaç saniye sessiz kalmış sonrasında ise kendine gelmişti.

"Pardon bölüyorum ama," dedi Andaç kinayeli bir ses ile. "Bu yavşak her şeyin Kamer'in altından çıktığını söyledi. Başka hiçbir halt söylemiyor."

"İkisininde çüklerini keseceğim! Evliyatsız piçler," diye Atıl gür sesiyle depoda yankılanırken, ürkmüştüm. O kadar donuktu ki sesindeki her bir tehdit yapacağının göstergesine işaret ediyordu.

"Varsa kesersin," diye yerde yatan adam alayla konuştuğunda kahkaha attı.

"Piç kusuru lan bu, beyinsiz." Diye Atıl sözlerinin arkasına sakladığı imalarında, kavga etmek istemiyordu. Zaten adamın şu an bile nefes almasına şaşırıyordum. Zor nefes aldığına dair, göğüs kafesi yavaşlarken, kan dolu ağzını kenara tükürdü ve tekrar kahkaha attı.

"Öldürsene beni Atılcık."

Atıl sinirlerine hakim olmaya çalışırken, nefesi yüzüme çarpıyor, boylu boyunca bir katliamın izini sürdürüyordu. "Bunu kapatın bir odaya, Kamer piçinin yerini öğrenene kadar çıkartmayın," diye bağırdığında, adamlar Atıl'ın emriyle hareketlendiler.

Atıl beni depo gibi yerden çıkartırken, Andaç da hemen arkamızdan geliyordu. Deponun kapısı kapatılırken, merdivenlere yöneldik. Hemen arkasında duran bedenim, cılız ve sıska adımlarla onu takip ederken, bardan soyutlanmış deri koltukların oraya oturduk.

"Niye getirdin Eflal'i?" Diye Andaç bir soruyu ortaya atarken, aynı anda da kaşlarım çatılmış ona baktım. Bunu benim yanımda konuşmasını istemiyordum.

"Israr etti, getirmeyecektim ama arabanın arkasından koşturur diye mecbur kaldım."

"Olmuşsunuz siz," dedi Andaç düşünceli sesine hitaben bana ve Atıl'a bakarken. "Ben ısrar ettiğimde, götüm çatlasa dahi izin vermezdi," gözleri sadece Atıl'a döndü. "Beni şüphelendiriyorsun."

"Boş boş konuşma," dedi Atıl ona sinirli bir şekilde. "Kamer nerede onu nasıl öğreneceğiz? İbne bir türlü ağzını açmıyor, iyi bağlamışlar."

"Sabahtan beri dayak yiyor," diye konuştu Andaç şüpheli bir ses ile. "Bugün arkasında değer verdiği insanları bulacağım, onunla tehdit edeceğim."

"Değer verdiği insanlarla tehdit etmek mi?" Diye sorduğumda bunun ne kadar acı ve kötü olduğu sarsıntısı geçirdi bedenimi.

"Sen karışma ve kapa kulaklarını," diye Atıl konuştuğunda ona burun kıvırdım. Dediğini yaparak sustuğumda, Atıl çoktan konuşmaya başlamıştı bile. "Bana bulduğun an haber vereceksin. O Kamer'i bulup daha sonrasında geberteceğim."

"Haberleşiriz," diye konuştuğunda, Andaç'la son kez tokalaştılar. Andaç'ın elini tutup bende tokalaştığımda, bardan çıktık.

Arabanın önüne geldiğimizde, arkadan dolanıp ön koltuğa geçecektim ki Atıl buna izin vermeden kolumdan tuttu. Bir şey demeden ne yaptığına bakarken, sürücü koltuğuna oturdu ve beni aniden kucağına çekti.

Kucağında sancılanan karnım ile heyecanım doruk noktasına geldiğinde, arabanın kapısını kapattı. Direksiyon ile onun arasında kalırken, başım omuz hizasında, gözlerim ise onun renkli ateşlerindeydi. "Şimdi sen anlatıyorsun."

"Neyi?" Dediğimde hızlanan kalbimdeki serçe kuşu kanatlarını çırpıyor, içimdeki kelebeklerin bağıntısı birbirine dolaşıyordu.

"Sırtındaki o yaranı," dediğinde kalbimde dehşete düşen kelebekler, ölümlenen ağıtlarını yazdı ve mezara girdi. Rotasını kaybetmiş kalbimin sesleri kulaklarımda çığır açtı.

"Yara işte," dediğimde sanki sırtım sızladı bir anda.

Atıl'ın elleri sırtımda kayarken, "Anlat," diye konuştu.

"Gerçekten duymak istiyor musun?"

"Evet."

Derin bir nefesi ciğerlerime akın ederken, beraberinde onun kokusunu da yollamıştım. Anılar zihnime hemen ardından da dilime düştü. "O gün, ilk defa dışarıya çıkmıştım, sanırım beş, altı yaşlarımdaydım. Hava çok güzeldi ve ben güneşi görmeyi herkesden daha çok seviyordum." Bakışlarım karşıya odaklanırken, onun gözleri benim üzerimdeydi. "Bir kaç kız görüp yanına gitmiştim. Beraber top oynamıştık ve saatlerin sonunda top oynamaktan sıkılmıştık. Herkes evinin bahçesinden bisiklet alırken, ben anneme koştum."

Yutkundum. Acı bir vaveyla boğazımda gezindi. "Kapıyı heyecanla açıp, salonda yatan anneme koştum. Uyuyordu fakat o zamanlar çok küçüktüm, Atıl. Annemi uykusundan uyandırmanın kötü olacağını düşünmüyordum. Onu bir kaç sefer sarstığım da öfkeyle bana baktı. İlk öfkemi ondan tatmıştım hayatta. Bana uykusundan neden uyandırdığımı sorduğunda, ona bisiklet istediği mi söyledim Atıl. O zaman çok küçüktüm ve anlayamazdım değil mi Atıl?"

"Evet, çok küçüktün. Küçüğüm."

Kolları beni sararken devam ettim. "Bağırdı, çağırdı ama ben inatla bisiklet isteyip durdum. Dışarıda ki kızlara çok özendim." Durdum ve bir acı tohum daha filizlendi yüreğimde. "Annem bir kaç dakika kayboldu, o sıra bana bisiklet bakmaya gittiğini düşünmüştüm ama.. elinde bisiklet zinciriyle geri geldi."

"Daha fazlasını duymak istemiyorum."

Elleri belimde kasılırken, dolan gözlerimi umursamadan, "Dinle," diye konuştum. "Hala yerde ağlıyor ve ara sıra dışarıya bakıp, eğlenen kızları gözlemliyordum. Sonrasında ise annem yanıma geldi ve bana hiç unutturmayacağı bir anıyı kazıdı." Nefesim soluk borumda takılırken, göz yaşlarıma mani olamadım. "İlk önce sırtımı açtı, ne yaptığını anlamadığım da, bisiklet zincirinin darbelerini hissettim sırtımda."

"Piç karı."

Anneme ettiği hakaret, vicdanımın tutsak kapılarında takılı kaldı fakat bir şey demeden, burnumu çekerek, sözlerime devam ettim. "Ağlıyordum, hatta debeleniyordum. Beni duvar arasına sıkıştırıp, o soğuk zinciri her seferinde daha hızlı vurarak sırtıma indirdi. Annem bir daha kafasını şişirip, şişirmeyeceğimi soruyordu ama ona cevap bile veremiyordum. Küçük ve cılız bedenimi o soğuk metalden korumak istiyordum ama annem beni o kadar sıkı tutuyordu ki, ona karşı gelemiyordum. Kaç saat bana vurdu bilmiyorum ama sonrasında bisiklet zinciri ile beni orada bırakıp, başka odaya gidip uyudu."

Göz yaşımı damlattım yanaklarıma, acı bir serzeniş doğup büyüyordu vicdanımda. "Soğuk, paslanmış zincire baktım saatlerce. Üzerindeki kanlarda elimi gezdirdim. Benim kanım o soğuk metallere akmış, acıyı sırtıma kazımıştı. Lavaboya koşarak gittim ve aynaya baktım. Derin çukurlar oluşmuş ve o çukurlara kan dolmuştu."

Atıl bir anda beni döndürdü ve sırtımı hızlıca açtı. Kazağı kaldırdığında, içime dolan telaş ile kazağı örtmeye çalıştım ama buna izin vermedi. "Bunu yaptığı elini kırmak isterdim." Dur, demek istiyordum. Anneme bu sözleri söyleme ama yediremiyordum kendime.

Kazağımı hızlıca kapatırken, tekrar kucağında buldum kendimi. "Sırtımı saatlerce tuvalette ki peçeteyle silmeye çalıştım. O kadar acıyordu ki, tişörtüm değdiğinde bağırmamak için elimi ağzıma kapatıp, hıçkırıklarımı içime atıyordum. Sırtıma yetişmeyen küçük ellerim ile pes ederek lavabodan çıktım ve kendi odamın soğuk parkelerinde yattım. Kanlı vücudum ile beraber."

Arabada sessizlik hakim oldu. Ona bakmıyor, avucumun içinde buruşturduğum kazağımla oynuyordum. "Daha fazla yara var bu bedende," dedi sessizliğin yeminini bozarken. "Kaldıramayacağın kadar çok."

"Kaldıramayacağım kadar çok," dediğimde daha bir sürü iz vardı vücudumda ama onları şimdi anlatacak kadar gücüm yoktu.

"Küçük bir kızın mahkumiyeti, annesinin dizinin dibinde geçmiş," dedi alayla ama o kadar sert konuşmuştu ki, bütün hücrelerime kadar donmuştum. Parmakları sırtımın rotasına girerken, ürperdim. "Bu hayat sana cehennem ama cennete giremeyecek kadar temiz kalamazsın."

"Neden?"

"Zamanı geldiğinde, sana nasıl cenneti göstermeyeceğimi açıklayacağım."

Zamanı yok eden adamın parmaklarında aktı, zehir. Gece, gökyüzündeki mezarlığın bekçisini yaparken, annesinden şefkat bekleyen kızın son sözü, intiharın pençesine saplandı.

Cehennem, cennete karışmadan hemen bir saniye önce;

Adamın parmakları, kızın yaralarına dokundu.

Şeytan, meleği cehennemine aldı.

-Y.A.A.

Beğenmeniz dileğiyle..

Gine ben geldim, ponçikler. Şimdi okuyanları, yoruma davet ediyorum. :)

Continue Reading

You'll Also Like

1.7M 19.2K 6
Kırmızı ojeli tırnaklarımı boynunda gezdirirken aklımda olan tek şey, onu alt etmekti. Beni alt ettiğini sanarak geçirdiği günlerin bir karşılığı. "S...
1.1M 43.5K 49
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
95.4K 4K 29
~Wattys 2015 Baştan Aşağı Kazananı~ Gözlerini kapat, nefesini tut... Acılarının geçmesini dile... Klonlanan bir kızın dağınık psikolojisini okumak is...
1.5M 5K 3
Gözlerinde boğuldum, yüreğinde paramparça oldum, kalbinde son nefesimi verdim... © Tüm hakları bana aittir. Benim iznim olmadan alıntı yapılamaz ve...