İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 19.1K 7.1K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"
BÖLÜM:34 "MEVT"

BÖLÜM:10 "KORKU"

11.1K 557 70
By NerayArza

BÖLÜM:10 "KORKU"

ANGUS- JULIA STONE-FOR YOU

Duman zehirli bir sarmaşık gibi. Beni dolayan iplerin kuyusundan oluşan, o düğümün ipi ellerimde, bir günahın boynunda geziyordu.

Gözlerimi hızlıca açmış ve açık pencereden giren soğuğa boyun eğmiştim. Dün gece ne kadar uğraşsamda kapatamamış ve en sonunda öyle bırakmıştım. Battaniye soğuk bedenimi sıcak tutmaya yetmiyordu.

Sinirle soluyup pencereye hızlı bir darbe attığımda, geri dönüşüde aynı hızla gelmiş ve kolu yanağıma çarpmıştı. Saniyeler içerisinde kızaran yanağımla acıyan yerimi tuttum. Sabah kalktığımda bile eşyadan şiddet görüyordum.

Camın yansımasında olan kendime baktım. Sabah dağılmış saçlarım ve morarmış göz altlarımla yeni bir güne elimi sallayabilirdim. Eylül ayının sonlarına geliyorduk, hava kendini bu aylarda belirtiyordu. Ağaçların sallanışına ve uğultularına kulak diktim. Dışarıda bir kaç çocuğun arkasından anneleri yolcu ediyordu. Gözlerimi kaçırdım, bakmak istemeyeceğim bir manzaraydı.

Aşağı indim ve her zaman gitmediğim mutfağa tekrar gittim. Dolapları açacağım sıra üstüme düşen, dolap kapağının yuvarlağı başıma düşmüştü. Bir şey olmadığını bildiğim dolaplarda öylesine geziniyor ve buzdolabının kapağını zorlayıp açıyordum.

Karnımın gurultusu, kulaklarımda çınladığında yapabileceğim bir şey yoktu. Kafede çalıştığımın parasını bugün alacaktım. Elime geçen üç beş kuruşuda yemeğe harcamak istemiyordum.

Evin kapısından çıkacağım sıra annemin kısık olan sesini duydum. Salonda yerde yatmış ve iki büklüm olmuş halde dururken karnıma giren krampı hissettim. Yanına giderek yerde yatan bedenine elimin tersiyle elledim. Üşümüştü, tıpkı benim dün gece bozuk camdan dolayı kaldığım o soğuk yatakta kalmış gibiydi.

"Anne," dedim onu uyandırıp kaldırmak için. "Bedenin çok üşümüş anne, kalksana." Ağzında laflar geveleniyor ve yuvarlanarak anlamsız kelimeleri oluşturuyordu.

Bu durumda ne yapacağını bilemeyen aklımla, onun odasına gittim. Benim odamda ki battaniyenin iki misli yatağında vardı. Altına girse hemen onu ısıtacak bir battaniye.. Kafamı sağ sola salladım. Onun sıcağa daha çok ihtiyacı vardı. Battaniye ve yastığını alarak salona gittim. Eğilerek başını yastığın altına, bedenine de sıcak battaniyeyi serdim.

Paltomu ve botlarımı giyerek evden çıktığımda, neredeyse boş olan sırt çantamı omuzlandım. Çıktığım gibi kararan havada, rüzgarın ipine tutunmuş uçurtma gözüme çarptı. Nereden uçurulduğunu baktığımda çok uzak gibi gözükmüyordu.

Koştum. Bir uçurtmanın ipini tutan kişiyi bulabilmek için heyecanlanan kalbimi dinleyerek, rüzgarın kuklası olmuş uçurtmayı takip ettim.

Ne kadar koştuğumu bilmiyordum. Soğuk genzimi yakmış, gözlerimi yaşartmıştı. Sık ve kısa ağaçların oluğu yere geldiğimde, bir çocuğun elinde dolanan uçurtmayı gördüm. Mutlu gözüküyordu. Onca yolu bir uçurtma için kendimi feda etmiştim.

"Seni ayağıma kadar çağırmak ne kadar kolay," dedi tanıdık bir sesin varlığı hüküm sürerken. Atıl siyah porsche arabasına yaslanmış, bana bakıyordu.

"Bu çocuğu dedim," hala uçurtma uçuran çocuğu gösterirken. "Sen mi getirdin buraya?" Kafasını salladı. Ceketine sarmaladığı cepleri, onda aheste bir iz bırakıyordu.

"Bir uçurtmanın peşine takıldın," dedi şaşkınlığın onda hapsettiği ses tonuyla. Arabasının önünde hala dururken, gözlerim ona kayıyor ve ağaçların arasında ki karanlığı önüme seriyordu.

"Sadece meraktan," dedim usulca. "Daha önce hiç uçurtma uçurmamıştım." Sözlerim yalpalıyor ve hemen onun önünde can buluyordu. Atıl uçurtmayı uçurup beni bekleyecek hali yoktu.Onun yerine bir çocuğu bekletmek işine gelmiş olmalıydı.

"Uçurmak ister misin?" Diye sordu sabit bir sesle. Arabadan ayrılan bedeni önüme geldiğinde, aramızda ki mesafeyi neredeyse kapatmıştı.

"İsterim," dedim çocuksu bir sesle. Uçurtmayı uçuran çocuğa bakıp, kaşıyla elinde ki uçurtmayı bana vermesini istedi.

Çocuk masumiyetin ifade yaptığı mimikleriyle yanıma doğru gelip, uçurtmayı elime verdi. "Görüşürüz Atıl abi," diyerek yanımızdan ayrılırken, Atıl ona başıyla hareket yapmıştı.

Elimde ki uçurtmayı tedirgince tutarken, ne yapacağını bilemez halde Atıl'a baktım. "Bu nasıl uçuruluyor?"

"Tut ve bırakma," derken, gözlerimi devirerek ona baktım. Uçurtma havada kalırken, Atıl'ın sıcak elleri benim soğuk ellerimin üzerine tutundu. İpi sıkıca tutan parmaklarıma yön vererek uçurtmayı havada sallandırırken, "Biraz sal ipin ucunu," dediğinde, avcumda duran ipi ucundan salmıştım.

"Baksana uçuyor," dedim gökyüzüne hayranlıkla bakarak. Kırmızı uçurtma salınıyor ve arkasında ki kurdeleleri kendiyle beraber dolaştırıyordu.

"Görüyorum küçüğüm," dedi benimle beraber ipleri tutarken. Ellerim onun varlığıyla ısınıyor, her daim arkamda gölge yapan varlığı yüzümde gülümsemeye yol açıyordu.

"Bu nasıl aklına geldi," dedim bakışlarım ona dönerken. Uçurtma uçurmanın zevki ellerimde duruyordu.

"Soğuk havada.." dedi gözlerime gözleri takılırken. Siyah saçları rüzgarda savruluyordu. "İçinde ki küçük kızı yaşatmak istedim." Yutkundu. "Onu sakın öldürme olur mu?"

"Olur," dedim yüzüme bakan yüzüne karşı. "Sen yaşattıkça onu öleceği yok zaten." Kuzguni elalarına bakıyordum. Orada yanan ateş beni alıyor ve sıcaklatıyordu.

Elimden kayan ipin varlığını hissettiğimde, ona takılan gözlerimi gözlerinden çektim. "Düşüyor," dedi ipi elimden alıp uçurtmayı gökyüzünde tutmaya çalışırken.

Uçurtma bir ağacın üstünde takılı kalırken, ipi ellerinden bırakıp yere attı. "Dikkatimi dağıttın," dedim mızmızlanarak. "Ne güzel gökyüzünde salınıyordu." Kırmızı uçurtma, yeşil ağacın üstünde bariz bir şekilde dururken, somurtan suratıma engel olamadım. İpin elimden kayıp gitmesi tamamen onun suçuydu.

"Ya, bak sen." Dedi değişik bir ses ile. "Dikkatini mi dağıttım senin?"

"Hı hı." Dedim kaşlarımı çatıp, sahte bir sinirle. Oysaki ellerim yorulana kadar onu orada tutmak ve gökyüzünde ki duruşunu aklıma kazımak istiyordum.

"Küçüklüğünde uçurdun mu hiç?" Diye sordu. Sesinde oluşan küçük karanlığı beni dibe çekiyor ve anılarıma attığım toprağın üstünü eşeliyordu.

"Yani bir bakıma," dedim çatlak dudaklarımı birbirine bastırırken. "Mahalledeki çocukları görüyordum uçurtma uçururken ama annem bana almazdı." Dedim sesimi git gide kısıyor ve çıkan anılarımı yontmaya çalışıyordum. "Bende onlara özenir, poşetin ucuna ip bağlayıp uçururdum."

Sessiz kaldı. Sanki bir şeyleri anlamak ister gibi gözlerime dokunuyordu. En ucra köşelerine geçmiş, kapalı anılarımı kendime hatırlatmak istemiyor fakat ona anlatabiliyordum. Sanki anlatırsam, üzerimde ki yük kaybolacak zannediyordum. Gözlerine baktığımda ise tek gördüğüm üzerimde ki yük azalmıyor, ona da aynı şeyleri yüklediğimi görüyordum.

"Sen, çocukluğunu hiç yaşayamamışsın," dedi sesi beni mahvedip, karanlığa sürgün ederken. "Sana çocukluğunu yaşatırım."

Ağzından çıkan kelimelerde takılı kaldım. Söylediklerini duyan kulaklarım, bir saflığın düşünü kuruyordu. Kalbim hızlandı, ruhumu sarıp sarmalayan ılık bir sıcaklık kalbime akın etti ve hemen orada tetiğini tuttu.

"Üşüdüm," dedim bir bilinmezliği daha arkamda sürgün ederken. Kulaklarım uğulduyordu. Zehirli sarmaşığın dikenlerinden akan zehri, kendime pay biçiyor ve panzehir şişesini kırıyordum.

"Arabaya geç," dediğinde açık olan arabaya bindim. Hemen yanıma oturduğunda, araba ısınmış ve motoru çalıştırmıştı.

Okula doğru giderken, kanayan yaralarımı serdim yola. Akıp giden bir nehrin, yatağına bıraktım, tüm düşüncelerimi. Bütün bedenim ağrıyor ve sızlıyordu. Bir anda kendimi bakıma muhtaç bebekler gibi hissettim. Yolda bırakılmış küçük bir bebek..

Okula gelmeden önceki sokakta, "Arabayı durdurur musun?" Diye konuştum.

"Ned.." demesine kalmadan anlamıştı. Cümlenin yarısı ağzında parçalanırken, bana tuhaf bir şekilde baktı. "Dedikodu zırvalığını önemsiyor musun?"

"Hayır ama.." devamı vardı. Amaların cümlelerimi yarım bıraktığı sözcüklerimin kuyusu vardı.

"O zaman siktir et," dedi. Kızdığını hissettiğimde, ona bir şeyler söylemek isteyen dilim, kıvrılarak ağzımda kaldı.

Arabayı sanki inatla, önceden koyduğu yere değilde, okulun tam önüne çektiğinde derin bir nefesi kendime uygun gördüm. Karnımda ki büzüşme yukarı doğru tırmanırken, arabadan inmek istemedim. Burada kalmak istiyordum. Ya da arabasını biraz daha geri alır ve şu anda da arabaya yönelen bakışları üzerimden çekerdi.

"Hadi in artık," dedi kapısını açıp dışarı çıkarken. Bu yaptığı kesinlikle inat göstergesiydi.

"İnmeyeceğim," diye konuştum. Bakışları yorgunca ve sert bir şekilde bana bakarken, akan yeşil bir mürekkebin koyu sayfalarında yandığımı hissettim. Sayfa tutuşuyor ve gözlerinde bir ateşi oluşturuyordu. Yeşil ateş.

"Çocuklaşma," dediğinde, ona sinir dolu bir bakış attım. Şu an bana bunu yaparak hangimiz daha çocuktu.

"İçimde ki çocuğu çok değil, az önce öldürmememi isteyen sendin."

"İnatçı olan tarafını öldürebilirsin," diye konuştu. Hala arabanın önünde dikiliyordu ve insanların dikkatini daha çok çekiyor, arabada ne olduğuna bakmaya çalışıyorlardı.

Pes ederek indiğim arabada kısa süreli etrafa bakışımın ardından, hemen yere eğilmiş ve boynumu bükmüştüm. Hızlı adımlarımın katili olan botlarımla, sınıfa girmek için çabalıyordum.

Koridoru aşacağım sırada, Atıl'ı arkamda görmem ile ayaklarımın depar atması bir olmuştu. Hızla çıktığım merdevinlerde koridorlarda kimsenin olmayışı işime gelmişti. Duvarda ki saate baktığımda derste olmaları ve bahçedeki insanlarında beden dersinde oldukları için dışarıda olduğunu anladım.

"Küçük?" Sesiyle korkmama sebebiyet verirken, ayaklarımı daha büyük adımlara yordum. Neden kaçtığımı bilmeden saçma bir atraksiyonun içine girmiştik. "Ne diye kaçıyorsun anlamadım ki?"

Duvarın arkasına saklanırken, "Oynasana işte," diye yakındım. Boş koridorların verdiği boşluk, sesimi yankı yapıyor ve hemen bana geri çeviriyordu.

"Oyun mu oynamak istiyorsun?" Dedi koridorda temkinli bir şekilde yürürken. "Benim oyunlarımın cezaları serttir. Yakalarsam pişman olursun," dedi tehditkar cümlelerini sarf ederken.

Kalbim daha fazla atıyor, onun beni yakalayacak korkusu yerle bir ediyordu. "Ödül olsun, ceza değil," dedim saklandığım duvardan çıkıp, aramızda ki mesafeyle ona bakarken.

Bana çapkınca gülerken, "Fare deliğinden çıkmış," dedi. "Kedi onu yakalarsa yer." Dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp, içine gömdüm. Ayaklarım geri geri giderken, bana yaklaşan beden ürkmeme sebebiyet veriyordu.

"Kedi gitsin kendi kuyruğuna dolansın, zavallı fareden ne istiyor," dediğimde hırıltılı gülüşü koridorda yankılanmıştı. Israrla geriye giden adımlarımı, önce çevirmiş ve hızlı bir şekilde koşmaya başlamıştım.

"Bastıbacağa bak sen hele," dedi arkamdan gülerken. "Hızlı da koşarmış." Arkamdan gelen adım seslerini duyuyor ve kalbimi daha çok çarpıtırken, yorulan bacaklarımı biraz yavaşlatmıştım. Bir alt kata inen merdivenlerde onu gördüğümde tiz bir çığlığı dudaklarımdan firar ettim.

Hemen karşımda ki lavaboya gittiğimde, kızlar tuvaletine girdim. Biraz sonra Atıl karşımda yer alırken, tuvalette olmamın avantajını kullandım. "Hah, buradan ömür boyu çıkmayacağım," dedim.

"Peki bana kızlar tuvaletinde olman ne kadar söker?" Diye sordu ve uzun ince bacağını, kızlar tuvaletine attı. Geriye doğru giden bedenimin üstüne gelirken, hızlanan göğüs kafesim körükleniyordu.

"Ayıp ediyorsun," dedim gözlerimi kısarak. "Burası kızların mahrem bölgesi."

"Mahrem bölgelerini işgal etmeyi severim," dedi ses telleri kalınlaşıp boğuklaşırken. "Cezanı düşünmeme yardım etsene?"

"Tek ayak üstünde durabilirim? İnan sadece iki dakika durabiliyorum," diye konuştuğumda manasız bakışlarında ki kodese girmiştim.

"Cezan daha güzel hale gelecek, mesela bugün istediklerimi yapmazsan, beni tek ayak üstünde öpersin." Şaşkınlığıma vurulan uzuvlarım, nutuğun paragraflarına körpe olmuş, harfleri birbirine örselemişti.

"Ne?" Dedim şaşkınlıkla. Böyle bir şey elbet beklemiyordum fakat ela gözleri o kadar ciddi gözüküyordu. Boğazımdan aşağıya inen sesli bir yutkunmaya engel olamamıştım.

"Ne duysun o." Dedi sert ve ciddi bir sesle. Boynumu yere eğerek söylediklerinin karşısında tutulmuş ve dişlediğim yanağımı serbest bırakmıştım.

Zil çaldığında kızlar tuvaletinden rahat bir şekilde çıkarken konuştu. "Beni takip et çekirge." Demesiyle arkasında ki hizada yerini almıştım.

Tuvaletten çıkarken, her zaman oturdukları çardağa doğru gidiyorduk. Diğerleri zilin çaldığı gibi yerini almış otururken, bizi gördüklerinde kenara kaydılar.

"Göremiyoruz sizi," dedi Andaç imalı bir şekilde konuşurken. "Var mı aşna fişne?"

"Doğru konuş lan. Cümlelerine soktuğumun herifi." Diye Atıl ona sesini yükseltirken, masada ki aralarında olan her zamanki gerginlikle, kimse yüzünden taviz vermemişti.

"Sok banaa," diye Andaç bağırırken, kelimelerini uzatıyordu. Atıl'ın sinirlendiğini hissediyordum. Andaç da onu sinir etmek için yaptığı hareketlerde başarılı oluyordu.

"Lan," dedi Atıl sinirlenerek. "Sussana, rahatsız mısın?" Dediğinde, Andaç'ın karnına sert olmayacak şekilde dirsek attı.

"Atıl yapma oğlum," dedi Andaç gülerek. "Vallaha tahrik oluyorum."

Kızlarla beraber onların bu haline gülerken, Atıl hoşnutsuz bir şekilde bize baktı. "Lağım deliğini yalattığımın," dedi Atıl küfrederek. "Boş boş konuşma."

"Gel elini ayağını öpem," diyerek Atıl'ın elini öpecekken, Atıl uzattığı dudaklarını iki parmağının arasında kıskaç gibi yakalamıştı. "Keseyim mi lan bu dudaklarını."

"O zaman seni nasıl öpeceğim?" Diye zar zor konuşurken, Atıl ona vuracağı an geriye kaçmış ve banktan kaldırmıştı. "Seninle biz," dedi Andaç, sanki bir şiir okurken. "Tom ve Jerry, Bugs Bunney ve havucu, bir çorbanın iki suyu!" Diye saçmalarken, Atıl'ın sinirlenen yüzünü görmüştüm.

"Döveceğim şimdi onu istiyor, fönlü kafa."

"Fark ettin dime?" Dedi Andaç inatla onunla konuşmaya devam ederken. "Üşenmeden her sabah yapıyorum."

"Lan Andaç bak kalkacağım ayağa seni şurada ıslak sopayla döveceğim." Andaç artık gerçekten sinirlendiğini anladığında ağzına fermuar çekmiş ve zil çalmıştı.

Kızlarla beraber banktan kalkarken, Atıl'ın sesini duydum. "Sen buradasın küçüğüm," dediğinde, şişirdiğim yanaklarımı ona göstermeden indirdim. Böyle bir şeyin olacağını biliyordum. Şu ceza takıntısını halledecekti

"Ne diyor bu gine?" Dediğinde Balın bana alttan alttan bakarken, bir şey desem anında Atıl duyacağı için sessiz kaldım.

"Bilmiyorum, öğreneceğim." Dediğimde kafasını salladı.

"Bir şey yaparsa ara," diye Açelya konuştuğunda, gözlerimi ağırca indirdim. Sınıfa doğru gittiklerinde, Andaç hala Atıl'a bakarak el sallıyor ve elini dudaklarına götürüp üflüyordu.

"Bana mı kaldın?" Dediğinde ruhunun ruhuma değdirdiği ince tınıları kendime soyutladım. Herkes içeriye girmiş dışarıda tek bir kişi kalmamıştı.

"Ayrılamadım ki hiç," dedim alay kokan cümlelerimle. Banka oturacağım sıra elini yukarı kaldırdı ve oturmamam için işaret verdi. Darlanmış nefesimi dışarıya üfleyerek ayakta durdum.

"Çay istiyorum."

"Ha?"

"Çay," dedi az önceki cümlesini tekrarlarken. "Kantin orada, fırla."

"Çayın canı cehenneme," dedim arkamı dönerken.

"Ne dedin?" Diye sorduğunda, içimi mızrakla tırtıklayan hislerimi süzgece koydum. Süzülen düşüncelerim girdap oluyor delikte asılı kalırken, kuru bir öksürüğü dışarıya bıraktım.

"Alıp geliyorum, Atıl Paşa." Diye konuştuğumda arkamda gevelediği sözcükleri duymamazlıktan gelerek kantine doğru gittim. İçeride sadece birkaç kişi oturuyordu. Muhtemelen derslerden kaçmışlardı.

Görevli kantinciden çay istemiş, iki dakika içerisinde koyarak elime vermişti. Parayı cebimden çıkararak ona uzattım ve kantinden çıktım. Çay avcumu yakarken, diğer elime aldım ve parmaklarımın arasında tutmaya başladım. Çardağa geldiğimde önüne koydum.

Çayı içerken, cebinden çıkardığı sigara paketiyle çakmağı bana fırlattı. "Hazırla," dediğinde sinirim basamak gibi artıyordu. Ona belli etmemeye çalıştım. Sigara paketinden, beyaz ruloyu ellerimin arasına aldım. "Yanımda yak," dediğinde içim ürpermişti.

"Yok," dedim tedirgince. "Burası oldukça rahat."

Kaşlarıyla yanıma çağırdığında, elimdekileri alarak yanına oturdum. Elimde ki sigarayı alarak, çakmakla tutuşturdum. Sigara yanarken, eline verecektim ki eline almadı. "Ağzıma," diyerek dudaklarını araladı.

"Senin elinden olunca zehri daha bi güzel geldi," dedi duvarlarıma vuruyor ve utangaçlığımı üstüme yıkıyordu. "Sen hep cezalı olsanda, sigaramı mı yaktırsam?"

İçim içimde fokurdarken, utangaçlığın perde gibi gözlerime kapandığını hissettim. Yanan sigarayı, kalın dudaklarının arasına koyduğum anda, kaşları çatılmış ve ela gözlerinin altında ki bakışlarda sorguya çekilmiştim. Sigaranın dumanını kısa bir şekilde içti ve dumanını havaya soludu. Bir yandan da çayını içerken, heykel gibi göründüğünü düşündüm.

"Dikkatli bakma," diye uyardığında, gözlerimi hızlıca ondan kaçırdım. Yere değen bakışlarıma karşı, tuhaf bir homurtu ağzında yer aldı.

"Cezam bitti," dedim yerde ki taşı ayağımda itelerken. Cevap alamayınca, "Bitti değil mi?" Diye sordum tekrardan.

"Hadi bitmiş olsun," dedi çayından içerken. "Bir daha beni peşinden koşturmadan önce bin kez düşün."

Bir şey demeden banktan kalktım. Karton bardağı yere fırlatarak attığında, "Çevreyi pisletiyorsun," diye konuştum.

"Püh çok üzüldüm şimdi," dediğinde yüzünde yapmacık bir ifade yer aldı. Bu adam dengesiz olmak için eğitim mi alıyordu?

Arkamı ona dönüp sınıfa doğru gittim. Dersi kaçırmış ve son on dakikanın içine girmişlerdi. Koridorda beklerken, gözüme ilişen panoya baktım. Kara kalem çalışmaları ilgimi çekerken dahasına bakmak için gözlerimi tüm panoda gezdirdim.

"Panoda ki resimlere bu kadar ilgiyle bakan ilk kişisin," arkamı dönüp sesin geldiği yöne baktığımda, resim hocasını üzerine aldığı şal ile benimle, pano arasına bakıp duruyordu.

"Yetenekliler," dedim daha da dikkatli incelerken. "Bende böyle çizebilmeyi isterdim."

"Öğrenebilirsin aslında," dedi. Tepesinden yaptığı topuz ile önüne düşen bir kaç tutamı arkasına attı. "Okuldan sonra kurslarımız var, eğlenceli geçiyor."

"Okuldan sonra eve gitmem gerekiyor," dedim, çalıştığımı söylemeyi utanarak.

"Bazı aileler okul geç bittiği için çocuklarını karanlığa bırakmak istemiyorlar. Seninki de onlardan heralde." Dediğinde ne diyeceğimi bilemedim.Benim annem o saatlerde ne yaptığımı umursamıyordu. Zaten umursasa da çalışıyordum. Gelme olasılığım hiç yoktu.

"Evet," dedim utana sıkıla. "Onlardan."

"Eğer izin koparabilirsen, gel. Seni kursta görmek isterim," dediğinde kafamı salladım.

Çalan zil kulaklarımda uğuldarken, resim hocasıyla ayrılmış sınıfa yöneldim. Sınıfın kapısı açılmamış, hocanın çıkmadığını düşündüm. Bir kaç dakikanın ardında, kapı açıldığında, hoca elinde ki dosyalarla çıkmış ve sınıfı büyük bir kaos ile bırakmıştı.

Sınıfa girdiğimde ilk görüş açıma Balın girmişti. Onun yanına gidip otururken, ellerim kalorifer peteğini buldu ve dayanarak ısınmaya çalıştım.

"Ne yaptınız?" Dediğinde, anlamamış sonradan düşen jeton beynimde ki bibloları itmişti.

"Kantinden çay alıp içtik," dedim.

"Çay mı? Neden ki? Siz onunla ne zaman bu kadar samimi oldunuz?" Diye sorularını ardı ardına sıralarken, kaloriferde tuttuğum ellerim ısınmıştı.

"Öylesine," dedim belli etmemeye çalışırken.

"Onunla sadece çay içtiğine inanmıyorum. Hiç öyle bir tip değil ki." Dediğinde, düşüncelerinde ki analiz doğruydu fakat bunlara evet dersem işin işinden çıkamazdım.

"Peki ya sen?" Diye konuştum, konuyu benden alıp ona çevirirken. "Andaç ile aranız iyi mi?"

İçli bir nefes alıp verdiğinde, gözlerini ellerine düşürdü. "Şu anda öyle aramızda bir şey var diyemem. Daha çok arkadaş havası." Durdu ve yüzünde ki somurtuyu attı. "Hem.. biz arkadaş olarak daha iyiyiz."

İrdelemedim. Çünkü içinde ki burukluğu, mimiklerinden anlayacak kadar tanıyordum. İkisinin de zamana ihtiyacı vardı.

"Bugün çıkışta bir şeyler yapalım mı?" Diye teklifte bulunduğunda, sıranın altında sallanan bacağımı durdurdum.

"Bugün kafeye gitmem gerekiyor," dedim yüzümü düşürerek. "Maaş günü."

"Maaşını yesinler," dedi gülerek. "Açelya ile senin kafeye mi gelsek?"

"Tabiki gelsenize," dedim onun gibi gülerek. "Ama sizinle ilgilenemeyebilirim," diye konuştuğumda, eli elime değdi ve sıcak bir tebessümü bana yolladı.

"Bir şey olmaz. En azından seni görürüz." Dediğinde yutkundu. "Bazen gerçekten çok çalıştığını görüyorum. Kaç senedir böylesin."

"Yapmak zorunda olduğumu biliyorsun Balın," dedim. İçimde ki soğuk zindanda ki parmaklıklara değerken. Tiz bir ses hep içimden geliyordu.

"Biliyorum.. keşke benim yardımlarımı kabul etsen."

"Bunu milyon kez konuştuk Balın ve hoşlanmadığımı biliyorsun," dedim durgunca. Bir keresinde sırf bu konuyu açarak iki ay boyunca konuşmamıştık. Çünkü o zaman o kadar farklı yerlere sürükleniyordu ki.. ben bile şaşırıyordum.

"İyi tamam," dedi bana suratını büzüştürürken.

Kafamı kalorifer peteğine dayarken, kollarımı etrafına çerçeveledim ve uyumaya çalıştım. Arka sıralarda oturmayı bir nebze güzel yapan olayda buydu. Görünmüyordun!

Saatteki akrep, yelkovanı yemişti.

Gürültülerin teneffüs zilinden olsa gerek, yattığım kalorifer peteğinden kalkarak, mayışmış ve yorgunca etrafa bakındım.

"Sen petekli, Hogwards'a kabulümüzsün." Balın'ın cümlelerini anlamadan ona bakmayı sürdürdüğümde, bana gülerek baktı. "Alnın diyorum, peteğin izi çıkmış. Çizgi çizgisin."

Elim alnıma değdiğinde, kabarık çizgilerin belirtisi hemen yer almıştı. "Çok mu belli oluyor?" Diye sorduğumda, elim hala alnımı yokluyordu.

"Hayır tabiki de. Sadece uzakta duran yaşlı bir amcanın görebileceği kadar kabarık o kadar." Dediğinde somurttum. Saçlarımı önüme alıp alnımı kapamaya çalıştım.

"Çok yardımcı oldun saol." Derken öylesine bir sinir ağzımda yer almıştı.

"Ne demek bir tanem her zaman," dediğinde kıkırtısını duymuştum.

Telefonum çaldığında elimi cebime attım. Balın merakla bana bakarken, arayanın kim olduğuyla gözlerimi devirdim.

"Alo, Eflal?" Sesini duyurmaya çalışırken, arkada gelen seslerin önüne geçmeye çalışıyordu.

"Efendim?" Dedim, bir motor yarışını daha görmek istemiyordum.

"Akşam müsait misin?" Balın bana bakıp merakla kim olduğunu sorarken, ona nasıl hesap vereceğim konusunda bir fikrim yoktu.

"Hayır," dediğimde çok mu soğukkanlı davrandığımı kendime sorguladım fakat bunun üstünde çok durmadım. Çünkü sadece tesadüf eseri tanışmış iki arkadaştık.

"Peki.. ne yapacaksın?" Diye sorduğunda, bunu neden sorduğunu sormak istemiştim. Sonuçta akşam müsait olmadığımı söylemiştim.

"Kafeye gideceğim," dedim. Çalıştığımı söylemek istemiyordum ve daha fazla hayatımdan bir şeylerin öğrenmesine de gerek duymuyordum.

"Kimlerle?" Dediğinde kendi kendime sorguladım. Bu da neyin nesiydi? Bana hesap sormasını istemiyordum. Balın ikide bir kolumu dürterken, işaret parmağımı kaldırıp durmasını söyledim.

"Tuna," dedim sesimi kısık bir şekilde çıkartırken. Balın bu ismi daha yeni duyduğunda gözlerini büyütmüş ve bana sinsice bakmıştı. "Lütfen irdeleme olur mu? Bir işim var. Bu akşam müsait değilim."

"Pekala," dedi onunda sesi az öncekine nazaran daha kısık çıkarken. "Gideceğin kafe neredeydi?"

"Bizim evin arka sokağında. Zaten iki üç tane var, onlardan birisi." Duraksadım. "Ne oldu ki?"

"Hiç.." dedi beni boşluğa sararken. "Sana iyi eğlenceler."

"Saol," diyerek telefonumu kapattığımda, iyi eğlenceler dediği yerde çığlıklarım firar estirmişti. İyi filan eğlenmeyecektim. Gecenin bir karanlığında eve dönecek ve bugün alacağım paranın küçük bir mutluluğunu yaşayacaktım o kadar.

"Demek Tuna.." dedi Balın bana imalı bir şekilde bakarken. "Neden bana bahsetmedin?"

"Sadece.." bir yalan daha hızla dilime döküldü. "Yolda karşı karşıya geçerken, ona dikkat etmedim ve motoruyla burun buruna geldim, öyle tanıştık. Bir kaç gün önce." Hızla serpiştirilmiş sözcükler ardı ardına çıkarken, söylediğim saçma yalanı beynimde tarttım.

"Hadi bana elinde kitapların olduğunu söyle," dediğinde heyecanla başını sallıyordu. Hayır, elimde kitaplarım değil, intiharımı boynuma geçirdiğim salıncağın ipi vardı.

"Ah, o kadar da romantik değil," dedim gözlerimi devirerek. "Saçma bir arkadaşlık Balın. Bunu daha fazla yüceltme."

"Sende iki dakika romantikliğe gelmiyorsun," diye konuştuğunda omzumu silktim.

Gün sonunda, Atıl'ı bir daha görmemiştim. Okulda olmadığı kesindi, çünkü arabası olduğu yerde durmuyordu. Balın ile beraber durağa giderken, telefonum çaldığında bu sefer arayan kişi farklıydı.

Titreyen parmağımı dokunmatiği bozulmaya başlayan telefonumda sürgüledim. "E..efendim?" Balın benim bu titrek konuşmamdan kim olduğunu anlamış ve durağa gelmeden beni kenara çekmişti.

"Bugün maaş gününmüş," boş huzurlu bir ses, telefonumun duvarlarından geçti. Bir kez olsun aldığım parayı kendim için kullanmak istiyordum.

"Ha..hayır." Dedim. Onunla konuşurken, takılı kalan kekemelerim duraksamama neden oluyordu. Bir kez olsun yalan söylemek ve gelecek parayı üstüm başım için harcamak istiyordum.

"Bana yalan söyleme salak kız!" Dedi bağırırken. Kulağıma delip geçen bir uğultu, hortuma takılıyor ve beni yere savuruyordu. "Akşam paranın hepsini getir." Ve yüzüme kapatılan telefon sesi. O parayı ona vermek istemiyordum. Her gün giydiğim kıyafetleri elimle yıkıyor ve kurumasını beklerken çektiğim zahmetler sonucu okula gidebiliyordum.

Kesinlikle paranın tamamını ona vermek istemiyordum.

"Eflal ne dedi annen?" Annem mi? İnsan onu doğurduğu kadına anne derdi değil mi? Peki ona her anne dediğimde, içime bastırılan koyu bir öfke neden ona karşı kalkan oluyordu. Çünkü bir kere bile saçımı okşamak için değmeyen elleri, beni incitiyordu.

"Para istiyor," diye konuştum. "Bugün kafeden para alacağımı duymuş."

Bir şey diyemedi. Zaten ne denirdi ki? Yüzüme şefkatle ellese, onun için yapmayacağım şey olmazdı. Hoş, zaten şu anda da onun için yapmadığım şey yoktu.

Otobüs geldiğinde binerek boş yer bakındım. Hiçbir yerde boş yer yoktu. Balın ile beraber ayakta durduğumda, soğuk tutunma yerlerine, izlerimin geçmiş olduğu avuç içimle tutundum. Hemen yanımda Balın dururken, ayakta kalmaya mecali olmayan bacaklarımı güçlendirmek adına ileriye adımladım. Bu sefer arkamda ki direğe yaslanmış otobüste gidiyordum.

Bir adamın camda ki yansımayla, telefonundan Balın'ı çekmeye kalkıştığında kaşlarımı çattım. Yanlış anlamamak için tekrar baktığımda, gerçektende otobüsün yansımasından Balın'ı çekiyordu.

"Beyfendi," dedim omzundan dürtükleyerek. "Siz ne yaptığınızı sanıyorsunuz?" İnsanların dikkatini çekerken, Balın da bana bakışlar atıyordu ve hemen yanımda duruyordu.

Adam hiç utanmadan gülerek, "Ne yapıyormuşum?" Dediğinde, tartışmak ve kavga çıkartmak istemedim.

"Arkadaşımı çekiyorsunuz," dedim sinirle. Elinde ki telefonu gösterirken. "Siler misiniz?" Diye konuştum.

Balın, bir adama birde bana bakarken, öfkelendiğini hissettim. "Amca açsana sen şu telefonu," diyerek adama doğru atıldı.

"Ne münasebet? Benim telefonum, hangi hakla bakabilirsiniz ki?"

"Beyfendi, tartışma çıkmadan açında telefonu görelim," diye atıldı bir adam. Ona içten teşekkürlerimi gösterirken, adam homurdanarak telefonunu açtı ve galerisinde tam tahmin ettiğim gibi Balın'ın fotoğrafı vardı.

"Siz hangi hakla benim fotoğrafımı çekiyorsunuz!" Diye bağırdığında, otobüste birden gerginlik sarılmıştı. "Kimsin ya sen! Kimsin!"

"Aman be, iyiki bir fotoğrafını çektik, ne kıymetliymiş." Diyerek üste çıkmaya çalıştığında, arkadan bazı teyzelerin adamı ayıpladığını duydum.

"Seni tesçilli sapık!" Diye Balın ona saldırmaya kalktığında, adamın elinden telefonu aldım. Siyah telefonu elime alarak ne var ne yok bütün fotoğrafları silmiştim.

Balın adama saldırmayı bıraktığında, "Al," dedim elime verdiğim siyah telefonu ona uzatarak. Tam alacağı sırada elimden bilerek telefonu yere düşürdüm.

Kafenin önünde ki durakta ineceğimiz zaman Balın adamın saçlarını çekerek kafasını arkaya yatırdı ve hızlı bir şekilde otobüsten indik.

Otobüs yanımızdan gelip geçerken, Balın'ın adama orta parmağını kaldırdığını gördüm. Sinirim hala geçmemiş adamın yaptığı o rezil şeyde kalmıştım.

"Ulan ne iğrenç insanlar var, sinirim aha buramda," diyerek boyundan büyük yeri işaret etti.

"Boşver yaptık yapacağımızı zaten," dediğimde kafasını salladı ve üstünü düzelterek yürümeye başladı.

"Açelya?" Dedim onunda geleceğini hatırlayarak. "Gelmeyecek mi?"

"Sonradan gelecekmiş," dediğinde kafamı salladım ve yürümeye başladık.

Siğneye çekilmiş hislerim ve bedenimin sırtına vurulan kelepçeyi hissediyordum. Ruhumun sökük yerlerinde ki yamalı dikişler ve hemen ardından batan iğnelerin sızladığı girişler.

Kafeye geldiğimizde içeri girdim ve Balın'a dönerek,"Açelya gelene kadar boş bir masada bekle, sana bir şeyler getirebilirim." Diye konuştum. "Seninle ilgilenemeyeceğimi baştan söylemiştim." Mutsuz suratım, yüzen mutsuzluk havuzunda kaydıraktan kayıyor ve çamurlu bir gölette son buluyordu. Ayaklarıma takılan ber balçık beni geriye düşürüyor ve içime sıkıntının evrelerini katıyordu.

"Tamam, sen işine bak, iyi çalışmalar." Derken ondan ayrılmış ve dolapların oraya giderek üstüme yeşil önlüğü geçirdim.

"Tam vaktinde," dedi Jale neşeli bir tonda. "Bugün maaş alacağız." Ellerini çırparken, ona sadece sahte bir gülümse attım. Ne yazık ki çalıştığım ve her gün buraya geldiğim vakitler annemin cebime inecekti. Tamam, o benim annemdi. Elbette paramdan alabilirdi fakat yarısını bana vermesini isterdim..

"Sevinsene kız, insan para alacağı gün sevinmeyecekti de neye sevinecek başka?"

Benim bugünümü bile zehir eden bir kadına hala nasıl olurda merhamet duygularım ona karşı kabarıyordu. Bugün bir kaç mağazaya gidip kazak almak istiyordum. Ucuz olacaktı ama en azından okula giderken bir farklılık yapabilirdim. İki tane siyah kazak ve bir pantolondan başka kıyafetim yoktu.

"Her neyse, hadi işimizin başına," diyerek onu dürttüm ve tezgahta yerimi aldı.

Masalarda gözüm gezerken, duvar kenarına oturmuş, Balın ve Açelya'yı gördüğümde, tezgahtan menüyü alarak yanlarına gittim.

Açelya beni gördüğünde sandalyesini geriye iterek ayağa kalktı ve sarıldı. Menüyü havada tutup ona sarılırken, geriye çekildi. "Yeşil sana yakışıyor."

"Teşekkür ederim," dedim önden çıkan saçlarımı, kulağımın arkasına koyarken. Elimde duran menüyü ortalarına koyduğumda, başlarında dikiliyordum.

"Sen getirsene bize," dedi Balın gülüp önünde ki menüyü iterken. "Zevkine güveniyorum."

"Aynen," diye onayladı Açelya. "Sen varken, menüde kim."

Gülerek önlerinde ki menüyü aldım ve tezgahın arkasına geçtim. İki tane çikolatalı pastanın dilimini keserken, tabakalara yerleştirdim ve boş kalan yerinede çikolata sosuyla süsledim.

"Arkadaşların mı?" Jale hemen yanımda merakla sorarken, tepsiye koyduğum pastalara bakıyordu.

"Evet," diye cevaplarken, peçete ve çatalıda yanına ilave ettim.

"Çok samimisiniz, sıkı dostsunuz?" Dediğinde ellerini çenesinin altına koyup bana baktı.

"Evet." Diye onu cevaplayıp, tepsiyi elime aldım ve oldukları masaya gittim.

Pastaları önlerine koyup, çatallarıda yanlarına koyduğumda, Balın dayanamadan çoktan bir dilimi midesine indirmişti.

"Çok güzel,"diye fısıldadı gözlerini kapatarak.

"Gerçektende çok güzel," dedi Açelya elinde ki çatalla, pastadan bir dilim daha alarak. "Hey, bugün bütün konuşmalarım seni destekleyerek geçiyor." Dediğinde Balın'a bakarak konuşmuştu.

"Bir yandaş her yerde, her zaman, daima." Dedi çatalını onun çatalına sürterken.

"Eflal buraya bakabilir misin?" Jale çaprazımda duran cam tarafının olduğu masadan seslenince, ona döndüm.

"Eşek sıpası, ben bunun küçüklüğünü bilirim, şimdi büyümüşde çalışıyor," dediğinde gülerek masalarından ayrıldım.

Tezgahtan menü alarak Jale'nin işaret ettiği masaya doğru gittim ve iki kişinin önüne koydum. Etrafa bakındığımda iki kız arkadaşın masadan kalktığını gördüm, bezi alarak masayı yüzeysel olarak sildim ve pis tabakları elime alarak mutfağa götürdüm.

Kızların yanına giderken, pastalarını bitirmesiyle önünde ki pis tabakları aldım.

"Teşekkürler," ikisinin de aynı anda demesiyle, elime dolan pis tabakları tutmaya çalıştım.

"Afiyet olsun."

İçeriye mutfağa götürürken, kapıda duran kişiyi görmek şaşırmamı sağlamıştı. Siyah kaskıyla içeri girerken, yüzümü başka yöne çevirdim. Yeşil önlüğü üstümde düzeltirken, Jale'nin ne yapmaya çalıştığıma baktığını gördüm. Tek istediğim görünmemekti.

"Eflal?" Sesi duyduğumda dönmek istemeyen vücudumu ağırca ona doğru çevirdim. Karşımda siyah kaskını, iki parmağıyla aşağıda tutmuş ve siyah, demir detaylı ceketiyle bana bakıyordu.

"Tuna?" Dedim onun gibi bakarak. Bu durumda biraz homurdanmıştım aslında. Buraya gelmek için bütün kafeleri dolaştığına inanamıyordum.

"Sen gelmiyorsan, ben sana gelmek istedim," diye konuştuğunda, yeşil önlüğümü fark eden bakışları, tırmanarak yüzüme ulaştı. Şaşkınlığı gözlerinde hissettiğimde, önlüğümü saklamak istedim. "Burada mı çalışıyorsun?"

"Evet," dedim ellerimi arkama koyarak. Siyah botlarım göz çevreme takıldı. Müşterilerle ilgilenmem gerekiyordu, aksi halde patron gördüğünde şu anki durumdan pek memnun olmayabilirdi.

"Kusura bakma, ben sandım ki.." Elini arkasına götürüp saçlarını karıştırdığında, o anda Açelya ve Balın da yanımıza geldi. Balın ona bakıp iyice süzerken arkadan onu görmeyeceği şekilde ellerini büzüştürdü ve güzel olduğuna ima eden hareketler yaptı.

"Bu kim?" Dedi Açelya değişik bir tavırla. Ona bakarken, tuhaf bir hale bürünmüştü.

"Arkadaşım," dedim Tuna'nın konuşmasına izin vermeyerek. "Tuna bunlarda benim arkadaşlarım, Balın ve Açelya."

"Memnun oldum," dedi Açelya bir elini siyah saçlarında ki buklelere daldırırken. Balın da aynı şekilde memnun olduğunu dile getirirken, Tuna'nın yüzünde de güzel bir gülümseme vardı.

"Eflal, masalarla ilgilenmen gerekiyor," diye Jale beni uyarırken, doğru söylüyordu.

"Benim gitmem gerekiyor ama isterseniz siz oturun." Dediğimde, üçü birbirine bakıştı.

"Biz kalkı.." Balın cümlesini tamamlamadan, Açelya ona dirsek attı. "Oturalım tabii neden olmasın," diyerek az önce kalktığı masaya doğru Tuna'yı yönlendirdi.

Aralarında geçenlere bir mana veremezken, diğer masalarla ilgilenmek için menüyü elime aldım. Şu an Tuna onlarla otururken içime ukte oturdu. Kızlara hiçbir şey anlatmamasını istiyordum. Aksi halde olacak çok şey olurdu.

"Dalyan gibi erkek," dedi Jale kolumu dürterken. "Kim kız bu?"

"Arkadaşım," dedim omuz silkip diğer masalara yönelirken. Diğer masalarla ilgilenirken, gözüm ara sıra onların oturduğu masaya gidiyordu. Tuna onlarla sohbete dalmış, Açelya'nın tuhaf davranışlarının karşısında gülüyordu. Balın bana kaş hareketleriyle onu gösterirken, tekrar omuz silktim ve işime devam ettim.

Saatler geçerken, dakikalar yorgunluğuma gebe kalmıştı.

Kızlar ve Tuna masadan kalkarken, tezgahın arkasından çıktım. "Her şey çok güzeldi," dedi Balın yanıma gelip bana sarılırken.

"Burası şahane bir yer," diye konuştu Açelya etrafa son kez bakınıp bana sarılırken.

"Buraya sık sık uğrayacağımı bilmeni isterim," Tuna bana bakıp söylediği cümlelerde, ruhuma oturan sıkıntı büyüdü ve içimdeki kaosa karıştı.

"Bende sık sık uğrayacağım ya," diye söylendi Açelya. Anlam veremediğim bir konuşma balonuna sığan cümlelerde, Balın'la birbirimize anlamayan bakışlarla baktık.

"Görüşürüz," dediklerinde el salladım ve onları kapıya kadar geçirdim. Kızlar ayrı bir yöne giderken, Tuna elinde ki kaskı taktı ve motoruna binerken bana asker selamı verip gitti.

Soğuğu içeri sızdıran kapıyı kapatarak, kafede ki küçük zilin sesini duyurdum ve tezgaha geçtim. Daha kapanmasına yarım saat vardı ve yorgun düşüyordum. Ellerim sürekli ıslak bezi yıkarken, eklemlerimde ki kızarıklık dikkatimi çekti. Sürekli soğuk suya girip çıkıyordum.

Aradan geçen yarım saatin sonunda, kafede tek bir insan kalmamış ve kapıya astığımız 'kapalı' yazısıyla içim rahatlamıştı. Jale ile son kez masaları düzeltip her şeyi yerli yerine koyarken, patronun gelmesiyle Jale'nin sevindiğini gördüm.

"Maaş günü hanımlar," dedi patron elinde ki zarfı sallarken.

Jale patronun yanına hızla gidip, "Ay evet." Diye söylendi. Bayramda dedesinin elini öpüp harçlık bekleyen çocuk gibiydi.

Zarfı uzattığında, "Teşekkürler," diyerek elinden aldım. Kafasını sallarken, montunu giyip kafeyi terk etti. Arkada ki elemanlarda onunla beraber çıkarken, Jale ile tek kalmıştık.

"Evet be bebeğim, gelsin yeni cicişler," diyerek elinde ki parayı sayıyor hemde mutlulukla bir şeyler söylüyordu.

Elimde ki zarfı kendi kendime salladım. İçine bakmayı bile tenezzül etmeden dolabın yanına gittim ve kapağını açarak montum ile çantamı aldım. Önlüğü dolabın içine tıkıştırarak attığımda aklıma gelen ilk fikri yaptım.

Beyaz zarfı açıp sadece 100 lirasını alarak çantamın en dibine koydum. Zarfı paltoma koyarak kafeden çıkarken, "Sen kapatırsın," diye Jale'ye söylendim.

Soğuk hava bana paslı zincirlerini geçirirken, çantamda ki para ile alacağım kıyafetleri düşündüm. Ucuz ama renk renk kazak ve bir pantolon daha alarak harcamak istiyordum. Bizim oralarda ki tuhafiyeler almam için uygun yerlerdi.

Yağmur çiselemeye başlarken, adımlarımı hızlandırdım ve kaldırımın engebelli yollarına ayak uydurdum. Saniyeler içerisinde ayağım taşa takılıp, cebimde ki zarf, hızlı geçen arabanın altına girerken, içimde ki şaşkınlığı yuttum.

"Hayır, hayır," diye söylendim zarfın içerisinde ki paraya bir şey olmasını istemiyordum. Araba son sürat yoldan geçip giderken, çamurlanmış yolda, lekelenen beyaz zarfı titreyen parmaklarımın arasına aldım.

İçinde ki paralar yırtılmış ve çamura bürünürken, göz yaşlarımı büyün yüzüme akıttım. İnanmayı, zarfı tekrar kapayıp açtım. Titrek parmaklarımı zarfın içerisinden paraları çıkartırken, hıçkırıkları serbest bıraktım.

Yola düşen bedenim ve anneme ne hesap vereceğimi düşünen zihnimle ıssız sokakta yolun ortasında durmuş ağlıyordum. Ayağa kalktım ama buna gram mecalim yoktu. Zarfı avuçlarımın arasına hapsettim. "Aptal, aptal," dedim kendi kendime söylenirken. "Paltonun cebine neden koyarsın."

Eve giden yolda zarfı bir çöpe atmış, onca emeğimi plastik poşete hapsetmiştim. Çantama koyduğum 100 lirayı çıkararak, beyazlaşan parmak boğumlarımla sıktım. Eve girerken anahtarı bir kaç düşürmüş en sonunda açarken, nefesimi tuttum.

"Benim biricik kızım hoş mu gelmiş," diyen annemin sesini duydum. İçimde kabarıp beni kanatan bir kalemin son sözlerinde ki boş sevecenlik yazıldı.

"Yorgunum, yatacağım." Dedim sözlerimin katiline sebep olan avcumda ki parayı göstermemeye çalışarak.

"Ama annecim, yapma böyle," dedi oturduğu koltuktan kalkarken. "Bugün senin bana para yatırma günün."

Kaybolan günahlarımın bana geri dönüşü müydü bu illet cezalar? Annemin bana söylediği sözler..

"Al," dedim elimde büzüşen parayı ona vererek. Ellerim bariz bir şekilde titrerken, korkumla sarmalanmış bedenim, üzüntüye toprak attı.

Kahkahasını duydum, beni boğan o çirkin gülüşünün sesleri sardı. "Salak mıyım lan ben! Nerde bunun gerisi!" Diye bağırdı.

Konuşamadım, çünkü anlattığım hiçbir şeye inanmayacak ve bu onu daha fazla kızmasına sebep olacaktı. Akşamın karanlığında, ampulü patlamış bir evde, sığıntımın harabe izleri vardı.

"Nereye sakladın!" Dediğinde, deliye dönmüş ve elimde ki parayı hızla köşeye atmıştı. Çantamı alıp hızla beni geriye attığında, içinde ne var ne yok hepsini çıkarmıştı. "Nerede diyorum sana sürtük!"

Üstüme doğru adım atarken, ağlamamak için direttiğim göz yaşlarımı sıktım. "Sana diyorum! Açsana lan o ağzını!" Diye konuştuğumda saçımdan tuttu ve başımı geriye yatırırken, kısık bir inlemeyi firar ettim.

"Yok," dedim acıyla bağırırken. "Yolda kaybettim."

Saçımı aniden bıraktığında, daha da öfkelenmişti. Sarsılarak yere düştüğümde, bu sefer saçımdan tuttu ve beni soğuk parkede sürüklemeye başladı. Sırtım izlerin olduğu yerlerde yanarken, saçımı ellerinden kurtarmaya çalışıyor ve ağlayarak durmasını söylüyordum.

"Bana getireceğin parayı sen hangi hakla kaybedersin! Beyinsiz hayvan!" Sözleri, yaptığı şiddetin acısını arttırırken, salonun ortasına beni bıraktı ve ellerini saçlarımdan çekti. Başım ağrıyla, vücudumu kıvrandırırken, ayağa kalkacak gücü bulamadım.

"Ne yapayım lan ben sana!" Dedi öfkeyle sorarken. "Ne yapayım!"

Canımı daha da yakma, yeter. Artık o istediğim sevgide sende kalsın, istemiyorum. Anne.. demek istiyor ve bütün acımı onun yüzüne kusmak istiyordum.

"Bırak artık beni nolur," dedim yerde yatan bedenimle.

"Seni bırakmamı istiyorsun?" Diye sordu bağırırken. Bir kaç ses arkamdan duyulurken, bakamadım. O kadar yorgundum ki be üzerimde ki acı beni katletmişti.

Korku, tetikte tutukluluk yapmıştı.

Kırdığı koltuktan çıkan, yere düşmüş kalın sopayla karşımda dururken, göz yaşlarım ön hazırlık yaparcasına akmaya başlamıştı.

Bacaklarıma inen darbeyle, acıyla kıvranıp bağırdım. "Yapma, nolur.." dedim elim bacaklarıma gidip acıyan yeri tutarken.

Bir darbe daha ellerimin üzerine gelirken, acıyla çığlık attım. "Canım acıyor, yapma. Devam etme artık."

"Ben sana ne yapıyorum lan!" Dedi bir kalın tahtayla vururken. "Gerizekalı sürtük!"

Canımın yanan yerlerini tutamadım artık. Göz yaşlarım akan bir yolu gösterirken, gücümün çekildiği ve gözlerimin kaydığını hissettim.

Soğuk parkeler üzerinde, geceye armağan ettim kendimi. Yaralarımla.

-Y.A.A.

Continue Reading

You'll Also Like

62.3K 24.9K 41
Alevlerin üzerinde yürürken dünyadaki ruhani hazinelerin hepsini teker teker acılarımın bedeli olarak aldım. Tanrı'nın ceza kırbacı ve mucizevi hediy...
2.2M 135K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
833K 48.3K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...