İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 19.1K 7.1K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:2 "GECE"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"
BÖLÜM:34 "MEVT"

BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"

11.5K 605 65
By NerayArza

BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"

Satırlanan hislerime alt yazı geçerek kendimi peydâ etmek istiyordum, benim gibi bir hiç, yeryüzünden sıyrılırsa, matematikten sıfırı silmek gibi etki yaratırdı.

Kalbim, hislerimde iyiydi. Annemi yalnız bırakmayacak kadar aptalca bir iyiliğe sürgün edilmiş ve vicdan azabıyla baş başa kalmıştım. Onu ne olursa olsun arkamda bırakamıyordum. Bu bana verilmiş lanetti.

Kafenin tezgahında aynı eski işim gibi yerimi almış dururken, burayı daha çok sevmiştim. Pasta ve fırından yeni çıkmış kurabiye kokusu her geldiğimde burnumda tütüyordu. Çok fazla kişi akın etmediğinden, servis işide o kadar kolaylaşıyor ve hayat bana bir yerden kısa sürelik molalar tanıyordu.

Anneme yeni bir işimin olduğunu söylediğimde ilgilenmeyerek kestirip attı, o günkü kârım bana şiddet uygulamamasıydı.

Yeni bir müşteri içeriye akın ederken, güler yüzlüklükle karşıladım. Kadın uzun sarı saçlarıyla kitaplığın yanına oturdu ve bir süre raflara bakındı.

Burada iki kişi garsonluk yapıyorduk. Yanımda benimle duran Jale, kıvırcıktı ve bu ona şenşakrat bir hava koyuyordu. Yeşil önlüğunden çıkardığı servis defteriyle, yeni gelen bayanın yanına gitti.

Buraya fazla gelen olmazdı. Her zaman tek tük ve sakin insanların tercih ettiği mekandı. Bazen sadece sigara içmek için dışarıya gelen insanlar vardı fakat onların ettiği güzel muhabbetler kafede huzurlu ortamı bozmuyordu.

"Baksana," dedi Jale yanıma gelip, yeni gelen bayanı gösterirken. "Takma tırnak yaptırmış nasıl güzel. Nerde yaptırdığını sorsam ayıp olur mu ki?"

"Bilmem," dedim omzumu silkelerken. "Bir şey demez heralde."

Tezgahta yanıma doğru gelirken, önümde ki önlüğü düzelttim. Jale'nin elime verdiği kağıda bakarak, tepsiye fıstıklı pasta koyduğumda arkada mutfakta ki görevlilere salep yapmasını söyledim.

"Saat yedi buçuk, gitmemize daha bir saat var," diye yanımda yakınırken, yorgunluğum üstüme peydahlandı. "Sen nasıl çalışıyorsun ya? Beşte okuldan geliyorsun ve hâlâ aynı tempodasın."

Malesef ben senin gibi hazırlıkta değildim.. bakmam gereken ve beni çileden çıkartan bir anneye sahipken, çalışmamamın imkanı yoktu.

"Enerjim yüksek, harcayamıyorum." Dedim alayla.

"Hı hı belli." Dediğinde, mutfaktan gelen zille, hazırlanmış salepi tepsiye ekledim. Çatal ve peçeteyi alarak tezgahtan çıktım ve gelen bayanın önüne koyarak yanından ayrıldım.

Mutfaktan tekrar gelen zille karamelli kurabiyeler burnumda tüttü. Tepsiyi elime alarak hızlıca tezgaha koydum. Cam duvarda iki üç tane kalan boş kurabiye tepsisini elime aldım ve sıcak kurabiyeleri tepsiye düzgünce yerleştirdim. İki tanesini Jale ile bana ayırarak karamelli kurabiyeleri eski yerine koydum.

Jale kurabiyeyi alıp gözlerini kapatarak, çok güzel bir kurabiye olduğunu gevelerken, bende aynı şekilde kurabiyeyi aldım ve küçük parçasını ağzıma attım. Kurabiyeler gercekten güzeldi, ağzımı kaplayan karamel dilimi uyuşturuyordu.

Boş tepsiyi mutfağa vererek tekrar tezgaha geçtim.

"Dudağının kenarında kurabiye kırıntısı var," diyerek Jale beni uyardığında, elime peçete alarak ağzımı sildim. "Ay, o ne leydiler gibi. Yalasana kızım ağzını."

"Müşteriler var, saçmalama." Diye onu uyardığımda, homurdanarak önüne baktı.

Biraz rahat bir kızdı. İşe geç kalıp patrondan azar yesede, arkasından el hareketi yapıp gülüyordu. Belki de ben öyle olmadığım için bana garip geliyordu.

Kafe oldukça sıcaktı, arkadan gelen rahatlatıcı müzik, göz kapaklarımı indiriyor ardından işte olduğumu hatırlatarak kaldırıyordum.

Sıradan bir iş gününü bitirirken, yorgunluktan bayılacağımı zannettiğim dakikalar çok olmuştu. Önlüğü çıkartarak askıya astım. Patron dahil herkes çıkarken Jale de benimle beraber üstünü çıkarıyordu.

"Ben etrafı son kez düzeltip geliyorum," diyerek içeri gittim.

Heryer karanlık sadece dışarıdan gelen ışıkla aydınlanan kafe de sanldayeleri ileri ittim. Çöp kalmış mı diye yerlere bakındığım esnada siyah bir karartı tam önümden geçti. Arkamda beliren hisle çığlık atacağım an, elini ağzımın üstüne kapatarak çığlığımı geri itti. Nefeslerim arka arkaya dizilirken, titreyen bedenimle nefesimi tuttum.

"Şş benim, korkma." Gelen tanıdık sesle, kaşlarımı çattım ve ağzımda ki elini kendimden uzaklaştırdım. Sırıtarak bana bakarken, bütün sinirim saniyeler içerisinde alt üst olmuştu.

"Manyak mısın sen, kapı var orada. Ne diye düzgün şekilde içeri girmiyorsun da beni korkutuyorsun." Diyerek sessizce fısıldarken aynı zamanda sinirlendiğim için sesim yüksek çıkıyordu.

"Normal şeyler pek benlik değil," dedi ellerini ceplerine koyup bana alayla bakarken. "Hayırlı olsuna geldim."

"Manyaksın sen," dedim yüzüne sinirle bakıp, az önce tuttuğum nefesleri verirken.

"Eflal, kiminle konuşuyorsun sen?" Jale arkamdan seslenirken, kafenin karanlık olmasından dolayı Atıl'ı görememişti.

"Hiç ya," dedim titrek sesimle. "Ayağımı çarptım da ona söyleniyordum."

"Bir şey oldu mu?"

Atıl'a öfkeyle bakarken, "Yok," dedim. "Olmadı."

"Kafeyi sana bırakıyorum ben çıktım." Dediğinde, çantasını alarak dışarı çıktı.

Karanlıkta sadece Atıl ile ben varken, uysal bir korku vücudumda gezindi. Onunla baş başa olmamız ve benim çalıştığım yerde olması, aklımın ucunda ki mezarı kazıyor ve oraya düşüncelerimi koyuyordu.

"Hırsızlık yapmaya mı geldin?" Dedim dişlerimi birbirine sürterek. Gözüm koluna gitti. "Bilekliğinde yok, kafeye giren hırsızı nasıl tanıyacağım ben?"

"Aptallığın bitti mi?" Diye sorduğunda, ellerimi kolumda bağladım. "Seni ziyaret ediyorum, ona bile karşısın."

"Akşam saatinde ve arkamdan gelip beni korkutarak mı? Teşekkür ederim." Dedim yapmacık sesimle. Ona arkamı dönerek tezgahta duran çantamı aldım.

Kafenin kapısını açıp, Atıl'a baktım. "Bu sefer sen çıkmadan gitmeyeceğim, çıkarmısın?" Dediğimde, bir şey demeden çıktı. Hayretle ona bakarken, anahtarı deliğine yerleştirdim ve kitleyebildiğim kadar kitledim.

"Benim burada olduğumu nereden öğrendin?" Dedim ona bakıp çantama anahtarı koyarken.

"Geçen gece sarhoş olan arkadaşından." Dedi sabit gözleriyle bana bakarken. "Şimdi söyle, şu an nerede olmak isterdin?"

"Lambadan çıkan cinsin de benim mi haberim yok?" Dedim suratımda aptalca bir ifade barındırırken fakat onun yüzünde sadece delici bakışlar yer alıyordu.

"Sen bilirsin," diyerek saçlarını geriye itti ve arkasını dönerek yürümeye başladı.

İçimde kıpraşan hisle, aniden gelen heyecanımı körükledi. "Park!" Dedim biraz sesimi yükseltirken. "Parkta olmak isterdim."

"Hımm," dedi arkasını bana dönmeden. "Takip et o zaman."

Dediğini yaptım. Hemen arkasında olan bedenim, ışıkların gölge yaptığı bedenine konuk oldu. Büyük adımlarına karşı, küçük adımlarım onunla olurken, bir kaç dakika sonra parkın önünde olmuştuk.

Çantamı kenara koyup salıncaklara doğru koştum ve bindim. Atıl bana boş bakışlarla bakarken, elimi hemen yanımda ki salıncağa koydum. "Gelsene," diyerek teklifte bulunduğum da ay dan gelen ışığın yansımasında boy göstererek hemen yanımda ki salıncağa oturdu.

Bedeni zar zor demirlerin arasına girdiğimde, onu bu haliyle fotoğraflamak istedim. Salıncağı ileri geri ittirerek kendimi hızlandırırken, saçlarımda bu hızıma eşlik etti.

"Benden isteyeceğin onca şey varken, neden park?" Diye sorduğunda hızımı yavaşlattım. "Başka kızlara sorduğumda teklifleri daha cazip geliyordu."

Salıncak yavaşladı, yavaşladı ve durdu.

Ona baktığımda yaramaz bir erkek çocuğunu andırıyordu. Sığmamış bedeni ve gözlerini kapatan uzun saçları onu gecede de karartıya boğuyordu.

Serzenişlere sığınarak salıncakta sallandım. Kaçışım sadece salıncakta ki yüksekliğimdi.

"Sadece özlüyorum," dedim salıncakta ileri geri yaparken. "Küçüklüğümde bir iki kere geldiğim parkların acısını çıkartmak istiyorum."

"Acıdan kaçmıyorsun, ona körükle gidiyorsun." Dedi stabil bir sesle. Hiçbir duygu yoktu.

"Biliyor musun?" Dedim dudaklarımda ufak bir tebessümü var ederken. "Ben salıncaktan ne kadar düşsemde parka hiç küsmedim."

Sustu, sustum.

Salıncağın zincir sesi yankılanırken, onunda benim gibi sönük ruhu, salıncakta sallandı.

🥀

Varlığımdan daha çok kaybedişlerim yoğunluktaydı benim.

Kapalı bir kafeste, cehennemim olan o yakıcı yerde muhtaç olduğum gerçeği midemi mızraklıyordu.

Okulun sıkıcı derslerinde saatlerde mekik dokuyor ve bu kasvetli havanın beni boğmasına izin veriyordum. Üstüme gelen onca yükün altında kalırken, bu sene önemli bir sınava girecektim ve derslerime daha az zaman tanıyordum, şu ana kadar tanımamıştım bile.

Sabah pastaneden aldığım poğçayı sıranın altından tırtıklarken, hocanın beni görmemesi içinde küçük lokmalar alarak ağzıma atıyordum.

"Sen söyle bakalım Eflal, alkoller ve eterler birbirinin izomeri olmasına rağmen alkollerin kaynama noktası, eterlerden neden yüksektir?"

Kimya hocasının sorduğu soruyla bir kaç kişinin bakışları bana dönmüştü. Ağzımda takılı kalan poğça dilimde dönüp dururken, sorunun cevabını bilmediğimden dolayı sustum.

"Peki,"dedi kimya hocası benden yanıt alamayarak başka kişilere bakarken. "Cevaplayacak olan?" Diye sorduğunda birilerinin parmağı yukarıya doğru hareketlendi ve hoca birisini seçerek sorusunu cevaplatdı.

Poğçayı hala tırtıklamaya devam ederken, Balın sıranın altında ki elime vurdu. "Yemesene kızım şunu," diye söylendiğinde omzumu silktim ve yemeğe devam ettim.

Atıl telefon ile oynarken kimsenin sesi çıkmıyor, ben minik bir poğçayı yerken hocanın bile dikkatini çekebiliyordum.

Kimya hocası, poğçayı tam ağzıma atacağım an gördüğünde sinirle kaşlarını çattı ve keskin bakışlarını bana yolladı. Ağzıma atamadan, poğçayı sıranın altına gönderdim.

Ne not almıştım ne de başka bir şey. Dönemin başından beri kendimi salıyor ve eski çalışkanlığımı geride bırakıyordum.

Ders bitiminde uykulu gözlerimi açmak adına lavaboya gidecektim. "Lavaboya gidiyorum." Diye Balın'a söylendiğimde, omuzlarına aldığı montuyla uyumaya çalışıyordu.

Musluğu açtığımda soğuk suyu yüzüme savurdum ve kendime gelmek için lavabonun kenarlarına tutunarak bir kaç saniye bekledim. Halsiz düşmemin tek nedeni bütün gün hareket halinde olup az yemek yememdi.

"Hep mi karşılaşacağız seninle?" Midemi bulandıran o alaca his kulaklarımda uğultu yaptı. Ayanadan arkamda ki kişiye baktığımda benimle Atıl hakkında mide bulandırıcı şeyler konuşan kızdı.

"Ne istiyorsun?" Diye sordum musluğu kapatıp, ona hâlâ aynadan bakmaya devam ederken.

"Kaydımı buraya aldırdım," dedi gülüp saçlarını düzeltirken. "Ama ne yazık ki sözelciyim."

"Kafan sayısala basmaz zaten," dedim kendi kendime fısıldayarak.

"Ne dedin?" Diye konuştu, tırnaklarına bakıp bana alttan alttan bakış atarken.

"Benimle uğraşma, bak önüne." Diyerek lavabodan çıkacağım an, çirkin sesi kulaklarıma doldu. "Daha önümüzde uzun bir sene var."

Onu lavaboda bırakıp sınıfa doğru gittim. İğrenç bir kızın bile beni sözleriyle kırmasına müsade ediyordum. Neydim ki ben? Bir dart tahtası, önüne gelenlerin nokta atışı.

Sınıfa girdiğimde Açelya'nın benim yerimde oturmuş, Balın ile konuştuğunu gördüm. Onları rahatsız etmemek için sınıftan çıkıp koridorda ki cama geçtim. Okulun hemen arkasına bakan camda kolumu duvara yasladım ve zilin çalmasını bekleyen dakikaları saymaya başladım.

"Eflal?" Arkamdan bir hocanın sesini duyduğumda sırtımı duvardan ayırdım. Küçük sınıflara giren, tiyatro hocası elinde kıyafetlerle bana bakıyordu. "Bunu alt katta ki salona götürür müsün?" Diye sorduğunda başımla onaylayarak elinde ki kostümleri aldım ve merdivene yönlendim.

Zil çaldığında adımlarımı daha da hızlandırdım. Alt kata geldiğimde kahverengi kapıyı açtım ve kıyafetleri boş sahnede ki koltuğa koyarak çıktım.

Hemen yanında ki labaratuardan sesler geldiğinde sessizce duvarın arkasına geçtim.

"Geçen gece kızı gördü," Andaç'ın sesini algıladığım da duvara biraz daha yaslandım.

"Hiçbir bok yapamaz," Atıl ağırca konuştuğu kelimelerde, bir an sigara içtiğini hissettim. Nefesinde ki boğukluk buradan duyuluyordu.

"Yapamaz ama yapmaya çalışabilir," dedi Andaç sıkıntılı bir sesle. Neyden bahsettiklerini bile bilmiyordum.

"Sikerim ceddini," diye hırladı Atıl. "Yaparsa karşılığını misliyle alır."

"Temkinli ol, sağı solu belli olmuyor," diyerek Andaç ona söylendiğinde duvarda duran bedenim soğuklaşmaya başlıyordu.

"Biliyor musun?" Dedi Atıl'ın sesi kartlaşırken. Adım sesleri de aynı şekilde yaklaşıyordu. "Seni dinleyen fareleri yakalamazsan, elinden kaçar."

Yakalanmıştım.

Tam karşımda dururken, gözlerimi indirdim ve utançla dudaklarımı birbirine bastırdım. Andaç'ın da yanıma geldiğini anladığımda, başımı eğdim.

"Nasıl anladın?" Diye sordu Andaç ona hayretle bakarken. "Ben sesini bile duymadım."

"Hızlı nefes alıp veriyor." Diye Atıl konuştuğunda, hâlâ başım yerdeydi.

"Baykuş gibi adam anasını satayım," dedi Atıl muzurluk yaparken. "Heyt be."

"Gizli gizli dinlemenin ayıp olduğunu bilmiyor musun?" dedi Atıl elinde ki sigarasını yere atıp ayağıyla ezerken.

"Ben..ben şey kostümleri bırakmaya gelmiştim. O sırada da sizin sesinizi duydum," dedim kendimi açıklamaya çalışarak. Fakat söylediğim sözlere memnun olmamış bana bakarken, başımı tekrar yere eğdim.

"Duydun ve dinledin? Senin gibi kızlara kabakulak olmak yakışmıyor." Dedi alayın bariz bir şekilde belli olduğu cümlelerinde. "Zil çaldı, hadi geç sınıfına."

Daha fazla rezil olmamak adına hareketlendim ve hızla yukarı çıktım. Arkamdan konuştuklarını duyarken, etrafta kimsenin kalmadığını fark ettim.

Sınıfa hocadan özür dileyerek girdim ve meraklı bakışların sahibi Balın ile karşılaştım.

"Nerdesin sen?"

"Tiyatro hocası kostümleri aşağıya bırakmamı istedi," diye kıvranırken, kafasını sallayarak dersi dinlemeye başladı.

Okul gerçekten bir çileydi. Banka üç kız oturmuş, soğukla sıcak arasında ki havada kahve yudumluyorduk.

"Ne iyi geldi şu kahve," diye Açelya söylenirken, Balında kafasını salladı.

İlerimizde futbol, hemen karşımızda da voleybol oynayan kızlara çarptı gözlerim. Kahveyi anlık bir heyecanla bitirip, "Ben voleybol oynamak istiyorum," dedim.

"Ben oynayamam ki," diye Açelya umutsuzca konuşurken, Balın, "Al benden de o kadar." Diyerek yüzünü buruşturdu.

"Tamam o zaman, ben oynarım." Dediğimde ikisinin suratında da anlamsız bakışlar vardı. "Ne oldu? Oynamayayım mı?"

"Yok, oyna tabi de. Şaşırdım." Diyen Açelya'ya elimde ki boş kahve bardağını verdim. Kahve bardağını alıp yanında ki çöp kutusuna atmaya çalışırken, yanından bile geçmemiş uzak mesafeye doğru gitmişti.

"O hep oynar ki," dedi Balın geçen seneleri hatırkayarak. O günler cehennemin ateşinde, kısa süreli oyun oynayarak geçirdiğim sancılı günlerimdi.

"Ya," dedi Açelya bana bakarak. "Göster onlara o zaman marifetini."

"Hadi git eğlenmene bak," diye Balında gülümseyerek konuştu.

Salık saçlarımı savuran rüzgara karşı, tanımadığım insanların arasına karıştım. Valeybola daha yeni başlayacak kızlarda karşı takımda eksik gördüğümde, aniden güldüm.

"Eksiğiniz var galiba," dediğimde o an tiksindiğim bir surat karşımda belirdi. Benimle Atıl hakkında konuşan kızın hala ismini bilmiyordum, gerçi bilmekte istemiyordum.

"Evet var," dedi topu elinde tutan kız. "Oynamak ister misin?" Diye sorduğunda kafamı salladım ve karşı takıma doğru geçerek ortada yerimi aldım.

"Hadi o zaman maç yapalım," dedi tiksindiğim kız. "Üç set oynayalım." Diğerleri onun bu fikrini beğenirken, gözlerim ağaçların kapladığı biraz ötemde ki banklara baktı. Atıl'ı gördüğüm an, elinde ki sigarasıyla beni izlediğini görmem bir olmuş ve içim kavrulmuştu.

Açelya ve Balın maç yapıldığını duydukları an elinde ki kahvelerle, valeybol sahasının biraz gerisinde durmuştu.

"Merve'nin dediği gibi olsun," dedi topu elinde sektirerek konuşan başka bir kız. Adının Merve olduğunu duyduğumda, tiksinen suratımı ona karşı değiştirmeden bakmaya devam ettim.

"Hadi o zaman, başlasın." Diyerek elinde ki topu aldı ve bize smaç olarak gönderdi.

Hemen arkamda ki kız onun smaçını karşılayarak, bana kısa pas olarak attı. Bana değen topla karşı takıma zayıf bir şekilde atıp tam filenin oraya topu attığımda, onlar bunu beklemiyormuşcasına top onların tarafında kaldı.

"Sayı!" Diye benim arkamda duran kız bağırdığında, karşı takımda ki uyuz Merve istifini bozmadan yerinde durmaya devam etti.

Açelya ve Balın gülerek bana baş parmaklarını kaldırdığında, aynı şekilde karşılık verdim. Uzağa bakmak için çabalayan gözlerimle, Atıl'a baktım. Sigarasından ufak ufak alıyor ve hâlâ beni izliyordu. Bu elimi ayağımı karıştırsa da o Merve denen kıza zaferi tattırmayacaktım.

Bizim takımda ki başka bir kız arkadan servis kullanarak ileriye attığında, top Merve'ye gelmiş ve büyük bir hırsla karşılayarak bize atmıştı. Yanımda duran kız onun attığı topu karşılarken, tekrar bana kısa bir pas attığında, bende hemen arkamda kıza pas attım ve o da karşı takıma gönderdi.

Karşı takımdan biri, ileriye doğru topu gönderdiğinde, blok yaparak topu ileriye attım. Smaçör yerinde duran kız bana karşılayarak verdiğinde arkamda duran kız karşılayamadan top yere düştü.

"Sayı mı oldu ne?" Diye Merve havalı olmaya çalışarak bize baktığında, kafamı iki yana salladım. Daha oyunun başındaydık.

İlk seti biz, ikinci seti onlar aldığında final setine kalmıştı. Bahçede ki çoğu insanın gözleri bu taraftaydı ve Atıl'ın gözleri de burdaydı. Aldırmamaya çalışıyordum fakat ne zaman ileri baksam, keskin, kuzgini gözleri benim tarafımda oluyordu.

Top bizden başlayarak ileri atıldığında, diğer takımda ki karşılayarak ileri atıldı. Bu sayıyı alan kazanıyordu. Bana atılan topla, hızlı bir şekilde ileriye attım. Arkadan, hızla öne doğru gelen kız, attığım topu karşılayarak bize gönderdiğinde, yanımda ki kız paslaşarak topu ileriye atmıştı.

Tekrar karşı takım aynı şekilde karşılayarak topu bize gönderdiğinde, içimden gelen dürtüyle ve heyecanla topu parmak uçlarımdan atarak filenin dibine attım. Merve saniyeler içerisinde topu karşılamak için dizlerinin üstüne yatsada topu karşılayamamış ve biz kazanmıştık.

"Kazandık!" Diye bağıran kızlara eşlik eden bahçede ki bir kaç kişide onlara katıldığında, takımda ki diğer kızlar tebrik etmek için yanıma gelmişti.

"Güzel oynuyorsun, okul takımına gelmek ister misin?" Turuncuyla, kahverengi arasında olan saçlarıyla, uzun boylu bir kız yanıma gelerek teklif ettiği soruyla mutlu olmuştum.

Aklıma okuldan sonra kalamayacağım ve kafeye gideceğim gelince, "Teşekkür ederim," diyerek teklifini reddettim.

Bizim takımdan başka bir kız Merve'ye bakarak, "Kazandık mı ne?" Diyerek onun taklidini yaptığında bu duruma gülmüştüm. Merve hiçbir şey demeden okul binasının içine girdi.

Maç sırasında kaç adet sigara içtiğini sayamasamda, gözleri gözlerime her an değmiş ve beni ürpertmişti. Atıl'ın yanında, bankta bir kaç erkek daha vardı. Onları göremesem de, tanıdık bakışlarla hep rast geliyorduk.

Açelya ve Balın yanıma gelerek, "Sen harbi iyi oynuyormuşsun," diye Açelya konuştuğunda, Atıldan gözlerimi aldım ve onlara döndüm.

"Teşekkür ederim."

"Nerden öğrendin?" Diye Açelya bana sorduğunda, sınıfa doğru ilerlemeye başlamıştık.

"Geçen senelerde okulda her gün oynuyordum." Diye konuştum.

"Evet, zil çaldığında bile gelmiyordunuz, hatta öğretmen sizi içeriye sokamıyor, müdür geliyordu." Diye Balın gülerek kurduğu cümlelerde o günleri anımsatan hatıralarım göz önüne geldi.

"Ya," dedim yorgunca. "Ne günlerdi."

"Ben okuldan kaçmayı özledim, bu illet hocalar yoklama almasalar keşke. Hep aileye mesaj atılıyor," dediğinde son kurduğu cümlede dolanan iplerim gerildi ve beni çekerek boşluğa düşürdü.

Aileye mesaj gidiyordu, ben bir kaç kere geç kaldığımda da gidiyorsa, beni takmayan annem için mesajlara bakıp geçmiştir. "Ne zamandan beri aileye mesaj gidiyor?" Diye sordum kendi içimde kanlı bir iç savaş verirken.

Balın, "Her sene," diye sıkıntıyla söylediğinde o an koca bir mızrağın beni alt etmesini istedim. İçime giren keskin acıyı damaklarımda hissettim. Her sene gidiyordu ve bundan bir kere bile haberim olmuyordu.

Teşekkür ederim anne, benimle hiç ilgilenmediğin için.

"Ders biyoloji," diye Balın, düşen suratımı fark etmiş ve konuyu değiştirmek adına bir şeyler geveliyordu. "O adam beni deli edecek türden."

"Edebiyat," diye söylendi Açelya da, Balın gibi. "Şiir incelemekten yoruldum."

"Sen şiir inceliyorsun, ben saçma sapan hayvanları. İllet oluyorum vallaha."

Sınıflarımıza geldiğimizde, Balın ile beraber vedalaşarak sınıfa girdik. Bir kaç kişi bana bakarken, ben sırama odaklı gidiyordum.

"Güzel valeybol oynuyorsun," ön sıralarda Berkay denen bir çocuk sırtını dönerek benimle konuştuğunda, şaşırmıştım. Daha önce birkaç sefer merabalaşmamızdan başka bir muhabbet yapmamıştık.

"Teşekkür ederim." Diye kısık sesle konuştuğumda, ela gözlerinin varlığını hissettim.

"Daha önceden de oynuyordu, hayırdır niye şimdi dikkatini çekti?" Diye Balın konuştuğunda, içeriden yanağımı dişledim. Çok açık sözlüydü.

"Görmedim?"

"İyi o zaman bundan sonrada dikkatini çekmesin," dediğinde neden böyle bir şey dediğini biliyordum. O sporla uğraşan kızlarla çıkmaya bayılıyordu. Hoş bir tipi vardı ve kızlara sadık olmadığından, Balın bu huyundan nefret ediyordu.

Atıl'a baktığımda gözleriyle Balın'ı göstererek ağzını oynattı. 'Tuttum kızı' dediğinde kaşlarımı hafifçe çattım.

"Seninle konuşmuyorum, Eflal bundan rahatsız olsa söylerdi."

"Berkay," dedim tatsızlık çıkarmamak adına. "Önüne döner misin?" Bunu diyeceğimi beklemiyor gibiydi. Sinirlenerek önüne döndüğünde, kafamı aşağıya indirdim.

"Hıyar ağası," dedi Balın söylenerek. "Yavşağı görüyorsun değil mi?"

"Görüyorum Balın, boşver." Diye konuştum. Dedikleri doğruydu fakat tartışmak bile istemiyordum. Çünkü bunu bana yapan annem, evde yeterince tartışmaya doyuruyordu.

Biyoloji hocası içeri girdiğinde, üstünde ceket ve altında da dar kotuyla diğer erkek hocalardan daha güzel giyindiğini bize üç senedir kanıtlıyordu. Dersi anlatırken, bir süre uyumak istedim. Çünkü bundan sonra kafeye gidecek ve yorucu günüme bir adım daha atacaktım.

Zil çaldığında, aynı anda da telefonumun müziği çantamda çaldı. Sınıf boşalırken, arayan numaraya baktım. Kayıtlı değildi. Balın hemen yanımda beklerken, telefonumu açtım.

"Alo, Eflal ile mi görüşüyorum?"

Tanıdığım sesle,"Jale?" Diye sordum.

"Evet benim. Patrondan aldım numaranı. Kafe bugün kapalı, patronun annesi rahatsızlanmış bizede gelmeyin dedi."

Ruhum dinlenmek için kendi aklımda planlar kurarken, "Tamam, haber verdiğin için teşekkür ederim." Dedim.

"Ne demek, görüşürüz." Diyerek telefonu kapattı.

Balın sorar gözlerle bana bakarken, "Bugün kafe kapalı gitmeyeceğim." Dedim.

"İyi bare, sende dinlenmiş olursun." Dediğinde çantamı sırtıma aldım ve okuldan çıkmak için yürümeye başladık.

Yerde duran bileklikle kaşlarım çatıldı. Mavi bilekliğin sahibini iyi tanıyordum. Geçen gece de takmadığına göre kaybetmiş olmalıydı.

"Ne o Eflal?" Diye Balın yanıma gelerek elimdekine baktı.

"Sanırım Atıl'ın," diye gevelediğimde bilekliği cebime koydum.

Okulun binasından çıkarken, Andaç'ı görmemle arkasından bağırdım. Beni duymuş olacak ki arkasına bakıp durdu. Yanına gittiğimde arkadan Balında geldi.

"Andaç, sen Atıl'ın evinin nerde olduğunu biliyormusun?" Diye sordum, ayaklarım birbirine karışmış, karnım kasılırken.

"Biliyorum, ne oldu ki?" Dediğinde söylemek istemeyen tarafıma uydum. Bilekliği Andaç'a vermek varken, içimden bir ses ona gitmemi söylüyordu. Beni kendi evine sokakta bayıldığımda götürmüştü fakat evi nerde bilmiyordum.

"Bir şey vermem gerekte, taksiye binsem yolu söyler misin?" Balın hemen yanımda dudağını büküp başka taraflara bakarken, ona aldırmadım.

"İstersen sen bana ver, ben ona veririm." Diye konuştuğunda, sallanan duvarlarda sıkıştığımı hissettim.

"Yok," dedim aceleyle. "Ben vericem."

"Pekâlâ." Diye söylendiğinde, okuldan çıktık. Taksi geçerken, Andaç durdurmuştu. Balın'a bakıp el sallarken, o bana imalı bir şekilde bakıp el salladı.

Andaç taksiye bir miktar para verdiğinde itiraz etmeme kalmadan, taksi hareketlenmişti.

Oluşan heyecanımı yutkunarak geçiştirmeye çalıştım. Dudaklarımı birbirine bastırıp, ellerimi avuçlarken, yola bakıyor ve içimden saniyeleri sayıyordum.

Adamın geldiğimizi söyleyen homurtusuna karşı arabadan indim. Buraya ilk geldiğimde korku ve heyecandan hiçbir şeye bakamamıştım. Şimdi ise detaylara kadar bakmak istiyordum.

Demir kapıyı ittirerek, büyük bahçeye göz gezdirdim. Bizim bahçe buranın yanında küçük kalırdı. Ev, gri renge boyanmış ve bazı detaylar siyahla sarmalanıp, bordo renkler kullanılmıştı.

Adımlarımı attığım yerde terleyen avuç içlerimi siyah pantolonuma sürüyor ve kendimi geciştirmeye çalışıyordum.

Kapıyı tokmağından tutup kapıyı çaldım. İçimde sallanan bir dürtü havada kalırken, nefeslerim sıklaştı.

Heybetli ve üstü çıplak gövdesiyle beni karşıladığında hızla gözümü kapadım. Ateşlenen yanaklarımın kızardığına emindim.

"Ne var?" Diyerek bana sorduğu sorunun altında, heyecanlanan kalbimi ayaklarının altında ezmiş ve çürütmüştü.

"Ben..şey," diyerek gözlerimi ona sabitlemeye çalıştım fakat üstü dikkatimi dağıtıyordu. "Üstüne bir şey geçirirmisin?"

Bakışlarımı kaldırdığımda arkasını döndü. Sırtında ki çukurlara dikkat etmemek için savaş verirken, bel kavisinde ki gamzelerini, üstüne mavi penye geçirerek kapattı.

"Söyle." Diye konuştuğunda tekrar yanıma geldi.

Elimi paltomun cebine soktum ve bilekliğini göstererek, "Bunu okulda buldum, önemlidir diye getirmek istedim," dedim mutlu bir şekilde.

"At çöpe." Diye konuştuğunda, hislerim darmaduman oldu. Okuldan onun için çıkıp gelmiştim. Bileklik avcumda sıkı sıkı dururken, sinirlendiğim için elimde iz çıktığını hissettim.

"İyi," dedim bilekliği avcumdan çıkartıp onun önünde parçalara ayırırken. Mavi taşlar etrafa dağıldığında, bana hala donuk bakışlarka bakıyordu.

Kapıyı suratıma kapattığı anda ağzım şokla aralanmıştı. O an ki sinirimle kapısına tekme atıp, bahçesinden geçeceğim an çimenleri sulayan büyük fıskiyeler açılmış ve tam olarak göğsüme doğru gelen sulardan ayrılamıyordum.

Ellerimle önüne geçerken, Atıl ne ara yanıma geldi bilmiyorum ama beni kendine çekip fıskiyenin sert dalgasından kurtarmıştı. Ona hala sinirim geçmemişken bu olayı fırsat bilip, diğer fıskiyeye doğru onu ittim.

Sinirle bakarken, "Seni küçük yaramaz," diye hırladı. Üstü sırılsıklam olmuştu. "Şimdi kim alacak seni, benim ellerimden?"

Hızla bana doğru koştuğunda, diğer fıskiyelerde açılmış ve bende kuru yer bırakmayacak şekilde ıslatmıştı.

Bahçede koşarken, Atıl hala arkamdan geliyordu. En sonunda ikimizde benim yakalanacağımı biliyordu. Yavaşlatmak adına etrafta çember kurarken, kolumdan yakaladı ve o an ne olduysa kendi ayağına takılarak ikimizde yeri boyladık.

Bedenim onun ıslak penyesine değerken, yüzünün kasıldığını hissettim. "Yakalandın."

"Yakalandım,"diyerek kaçamak bakışlar atarken, bir başka fıskiye gözümü kamaştırıyordu.

"Şimdi sana ne yapmalıyım?" Diye sorduğunda, üstünden kalkmak istedim fakat elleriyle dirseklerimi tutarak beni kendine daha çok yaklaştırdı. "Kaçamazsın."

"Denedim."

Yüzüm yüzüme yaklaşırken, arada ki az mesafe beni korkutuyor ve nefesimi içimde tutuyordu.

"Nefes almazsan ölürsün, aptal." Diyerek konuştuğunda, dediği ile nefeslerim sıklaştı. Oldukça yakındık ve biraz korkmama neden oluyordu.

"Kalksak mı artık?" Diye kıpraşırken, güldü. Soyut bir gülüş, dudaklarından feryat etti.

"Kapıma tekme at, ondan sonra kaçmaya çalış ama kaçamama." Nefesi hemen burnumda bitiyor ve fıskiyelerin ıslattığı yüzüne bakıyordum. "Ne zaman istersem o zaman kalkarız."

"Bırak beni," dedim sinirle solurken. O bileklik için buralara gelmiştim.

"Yo," diye alayla bakarken, gözlerimi devirdim. "Devirme o gözlerini. Ben ne dersem o."

Tekrar bileklerimi tutan ellerinden kaçmaya çalıştığımda daha sıkı tutmuş ve beni kendime daha da yaklaştırmıştı. "Sence biraz daha kıpraşırsan ne olur?" Diye sorduğunda, munzur bir ifade gözlerinde yer almıştı. Ani bir şey olsa, ortaya çok daha fazla utanacağım olay çıkabilirdi. "Uslu bir kız olman için gerçekten utanmaya ihtiyacın var."

Fıskiyeler dönmeye devam ederken, "Artık bırak. Rahatsız oluyorum." Diye konuştum.

"Ben çok rahatım."

En sonunda fıskiyeler dönmeyi bırakmış ve kuru olan yerlerim kalmayacak kadar ıslanmıştım. Atıl'ın elleri gevşerken, hızla üstünden kalktım ve çimene oturdum.

"Çimen lekesi kolay çıkmaz." Diyerek ayağa kalktığında, az önce yerde yatanın kim olduğunu sormak istedim.

"Çok bilmiş," diye ağzımda gevelerken, "Duyuyorum ve hala burdayım."dedi ayaktayken.

Kollarımı kendime sarıp ayağa kalktığımda, eve bu halde nasıl gideceğimi düşündüm. Annem hesap sorardı ve ondan öncesi ben bu halde otobüse bile binemezdim.

"Hadi gel," dedi evin açık kapısının orada dururken. "Seni kurutalım."

Ayaklarımı ona doğru adımladım. Kurutalım dediğinde bir damla anı gözlerime düştü fakat ateşimle yakıp kavurarak zihnimden kötü anıları attım.

Evin içine girdiğimde, ıslak ayakkabılarımı elime aldım. "Hemen yanında ki kalorifere koy," dediğinde paltosunu astığı yerde ki kaloriferin dibine koydum. "Gel benimle," diye emir verdiğinde ıslak paltomu kendime sararak arkasından gittim.

Odasına girdiğimizde buraya daha önceden girdiğimi onun oturduğu koltuktan biliyordum. Siyah bir puf gözlerime girerken, yatağa attığı eşortmanla, penyeyi bıraktı.

"Giyin, aşağıdayım." Dediğinde kapıyı kapatarak odadan çıktı.

Elime siyah penyeyle, eşortmanı aldığımda, üstümde ki kıyafetlere tekrar göz gezdirdim. İç çamaşırlarım o kadar ıslanmamış fakat kabanımla beraber penyem ve pantolonum sırılsıklamdı.

Üstümü çıkartarak, onun eşyalarını üzerime geçirdim. Kokusunu tenimde hissettiğimde gözlerimi bir anlık kapadım. Kestiremediğim kokuyu en dipten alırken, mayhoşlukla açılan gözlerimi kıstım. Eşortman fazla büyüktü. Belinde ki ipleri çektiğimde bir süre idare edeceğimi düşündüm.

Çıkardığım kıyafetleri alıp merdivenlerden aşağıya indim. Atıl saçlarını küçük beyaz bir havluyla kurularken, "Ben gideyim," dedim kuru sesimle.

"Saçların ıslak," diye katı sesiyle konuştuğunda, omzumu silktim. Umursamıyordum. "Gel buraya," diye yanına çağırdığında, kıyafetleri kalorifer peteğine astım.

Yanına geldiğimde koltukta oturan tipine baktım. Dağılmış saçlarıyla gözüme değişik gelirken, "Otur," diye bacaklarının önünü gösterdi.

"Gitmem gerekiyor, hava karardı." Dediğimde sert bakışlarının altında ezilerek dediğini yaptım. Saçlarım onun kurulandığı havluyla kurulanacakken, "Ben yaparım," diye itiraz ettim.

"Senin yapmanı isteseydim, sana verirdim küçüğüm," dedi. Havluyu saçlarıma sürdüğünde, açığa çıkan kokuyu ciğerlerime hapsettim. İkimizin saç kokusu birbirine harmanlanmıştı.

Penyenin açığa bıraktığı sırtıma ellediğinde tüylerim ürperdi. "Bunlar," dedi katı sesiyle. "Ne biçim izler lan?"

Sırtım gerildi, sallanan bir salıncaktan düşerek kanattığım yaralar açılarak canımı yakıyordu. "Oraya," dedim sesli nefeslerimle. "Oraya bakma lütfen."

"Görülmeyecek gibi değil," dedi sırtımın üstünü parmaklarıyla gezerken.

Beni kollarımın altından çocuk gibi koltuğa oturttuğunda, karşısında duruyordum. "Yaralarımdan söz etme." Dedim gözlerinde ki alevi görürken.

"Bundan sıkça bahsedeceğim," dedi çırağan bir ateş ikimizin arasına yerleşirken. "Ama sadece benimle olduğunda. Yaralarını bir başkasının görmesine izin vermeyeceğim."

"Verme," dedim onun karşısında çocuk gibi hissederken.

O an yağmur yağdı. Toprak kokusu misali, üzerimde ki penyeden gelen kokuyu uzuvlarımda yaşattım. Serzenişlerim boğazıma dizildi ve aşağıya kayarak, yaralarıma tutundu.

Karşısında yaralarım açık dururken, ona adanmış küçük bir kız olarak hissettim.

-Y.A.A.

Continue Reading

You'll Also Like

834K 48.4K 34
Kuru öksürükleri durmadı bir süre. Boğazının acısını ben hissetmiş gibi yüzümü buruşturdum. Hastalığı benden kaptığı için kendimi iki kat kötü hissed...
2.2M 135K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
1.6M 86.7K 47
En yakın arkadaşının hattını değiştirmesi sonucu, ona yeni numarasından mesaj atmaya çalışan Ada, aslında mesajı attığı kişinin bir yıldır hoşlandığı...
1.2M 47.8K 52
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...