İLİKLENMİŞ RUHLAR #WATTYS2018

By NerayArza

419K 19.1K 7.1K

2018 HİKAYE USTALARI WATTYS KAZANANI Ruhum ruhuna çengelli bir iğne gibi batıyor, her ilmesini nakış eden bir... More

İLİKLENMİŞ RUHLAR
BÖLÜM:1 "KOR ACI"
BÖLÜM:3 "VAVEYLA"
BÖLÜM:4 "SIZINTI"
BÖLÜM:5 "GEÇMİŞTE Kİ KAYBEDİŞ"
BÖLÜM:6 "SERZENİŞ"
BÖLÜM:7 "KÜL"
BÖLÜM:8 "KÜÇÜĞÜM"
BÖLÜM:9 "ATEŞ"
BÖLÜM:10 "KORKU"
BÖLÜM:11 "İZ"
BÖLÜM:12 "UMUT"
BÖLÜM:13 "LADES"
BÖLÜM:14 "KAN"
BÖLÜM:15 "LEYL"
BÖLÜM:16 "PİŞMANLIK"
BÖLÜM:17 "YAĞMUR"
BÖLÜM:18 "YARA"
BÖLÜM:19 "MELANKOLİ"
BÖLÜM:20 "DİLDAR"
BÖLÜM:21 "AVUÇTAKİ PAPATYA"
BÖLÜM:22 "İTİDAL"
BÖLÜM:23 "KIRIK KADEH"
BÖLÜM:24 "ACIYAN PAPATYA"
BÖLÜM:25 "IĞNENIN UCUNDAN"
BÖLÜM:26 "ACIMIN ACISI"
BÖLÜM:27 "KABZANIN UCU"
BÖLÜM:28 "SOĞUK"
Bölüm:29 "PRANGA"
BÖLÜM:30 "ÇÖKÜŞ"
BÖLÜM:31 "YAKARIŞ"
BÖLÜM:32 "RUHLARIN ÇIĞLIĞI"
BÖLÜM:33 "ÇÜRÜK KALPLER"
BÖLÜM:34 "MEVT"

BÖLÜM:2 "GECE"

17.5K 725 184
By NerayArza

Bölüm:2 "GECE"

Zincirlerimin duvalarlara yakıldığı, çığlıklarımın vazoda toplanarak atıldığı darbelerin hissiyatındaydım. Kalbim vaveyla, sürgülenen darbelerin izi. Kopuk saçlarımdan oluşan tutamlar, boğazıma sarmalanarak idamın ipini hazırlıyordu. Ben cellatı annem olarak tanımıştım. Bırakamayacak kadar severken, aynı zamanda nefret edecek kadarda sevmiyordum. Farklıydı. Bu araf değildi. Bu benim boğulduğum denizlerin dalgalarının oluşturduğu acı inlemeleriydi.

Gözlerimi kırpıştırarak, kirpiklerimi birbirinden ayırdım. Gördüğüm tavana bakınmaya başlarken, sızlayan ağrılarıma dişlerimi sıktım. Sanki uyuyunca daha fazla ağrımıştı. Etrafıma bakarken, koltukta gördüğüm simayla gözlerimi kıstım.

Onun irisleri, benim vücudumda kol geziyordu. Sanki sinirliydi, her bakışında arkasında saklanan kor öfkeyi görebiliyordum. Sigarasından sert nefes alıp, dumanı dudaklarından dışarıya boğuk bir şekilde üfledi.

"Ben.." ne diyeceğimi bilemedim. Kararsız kalarak ellerime bakındım. Hislerim denizde boğulmak üzereydi. Vücudum sızım sızım sızlarken, birisi değse hemen ağlayacaktım.

"Senin vücut rengin ne?" Aniden gelen saçma soruyla gözlerimi ona çevirdim. Bu da ne demek oluyordu. Gri battaniyenin altından çıkmış ellerim, onun kaşlarında kızgın bir etki yarattı.

"Ben, anlamadım." Dedim utana sıkıla. Şu an gerçekten utanıyordum. Neredeydim bilmiyordum. İlk öncelikle soracağım sorular yerine böyle saçma sorularla vakit kaybediyordum.

"Yüzün hariç her yerin mor ve eziklerle dolu." Ayağa kalktı. Kaslı bacakları podyumda yürürcesine bana doğru geldi ve hemen yatağın yanında durdu. "Bunları sana kim yapıyor?"

"Seni ne ilgilendirir?" Aklıma ilk gelen çığlık annem olmuştu. Şu anda ne yaptığını merak ediyordum. Muhtemelen eve geldiğimde tek kişilik bir raunda çıkacaktım. O bana vururken, ben susacaktım. "Sorgulayıcı bir şekilde bakmayı keser misin lütfen?"

"Nasıl bakma mı önerirsin?" Dediğinde gözlerimi devirdim. "Soranda kabahat."

Aslında yolda kötü olan birini görsem direk olarak neden kötü olduğunu sorardım. Bana yaralarımı sormasının pekde abest bir yanı yoktu. Sorusuna karşılık, "Düştüm," diye yalan söyledim.

"Bunlar.." dedi elimi kendi ellerine hapsedip daha detaylı bakarken, "En az bir kaç haftalık. Bazıları ise daha eski. Bana söyleyebilirsin. Bunları sana kim yaptı?" Sesi sertti ama kızmıyordu. Elimin üstünde ki ellerinden huylandım ama garip bir huylanmaydı. Elimi elinden çekerek ona baktım. Sigarasının son dumanını ciğerlerine hapsedip, kalanını yanında bulunan küllüğe bastırdı. Ateşin cazırdaması kulaklarımda adeta uğultu yaptı.

"Daha beni bir kaç saniyedir görüyorsun. Bu sorularla haddini aştığını düşünmüyor musun?" Bana sinirle baktı. Bu zamana kadar en ince sorguladığını düşündüğüm bir yapısı vardı. Sanki beni düşman bellemişti. "Ayrıca umrunda olmadığını söylemiştin," dedim kaşlarımı kaldırarak. Yanıt vermesine izin vermeden, "Ben gitsem iyi olacak. Her şey için teşekkür ederim."

Bana öylece bakarken, "Yaranı, yaralarından anlamıyorum." Dediğinde sinirinin yumuşadığını hissettim.Gelen dürtüyle ellerimi arkama sakladım. Şu anda korkuyordun. Bilmediğim bir evde, daha yeni tanıştığım bir insanla bu durumda olmam yanlıştı. Boğazıma ilmek ilmek dolanan kurşunları, yutkunarak ittirdim. Gözlerim gri çarşafda gezindi kısa süre. Susuyordu. Belki de söyleyecek sözü yoktu.

Ona cevap vermek istemiyordum. Aramızda bir muhabbet olsun dahi istemezken.. "Benim gerçekten gitmem gerekiyor. Hem okul var. Okula geç kalmak istemiyorum." Diye hızlıca konuştum.

"Hep böyle kaçar mısın? Gerçi kaçsan öyle yaraların olmaz." Derken dudakları acıyla kıvranır bir hal alırken. "Sana yardım etmeme müsade ed.."

Lafını kestim."Bak," dedim sinirli fakat bir o kadar sakin bir şekilde. "Gitmek istiyorum. Seni de bir daha görmek istemiyorum. Lütfen." Hızlıca yataktan kalktım ve hemen önümde duran kendi botlarımı giyerek ayağıma geçirdim.

"Bu havada bot giymen çok saçma. Yeterince sıcak." Sözleri acıtmıştı. Her kelimesi şu anda benim için hançer görevindeydi. Tek tek batıyor, ardından da kanatarak geri çekiyordu. Belki de ben abartıyordum, duygusala bağlamış kalbim ve ağlamamı emreden bir beynim vardı.

Etrafa bakarken gözlerim sandalyenin üstündeki cekette takıldı."Sende deri ceket giyiyorsun. Seninki ne kadar saçma ise benimkide o kadar saçma." Diye onun evinde ona kafa tutarken ruhumda akan yabancı güvensizlik beni tereddütte bırakıyordu.

"Bak böyle görünmene sebep olan şey ne ise.." elleriyle yüzünü avuçladı ve gözlerini sildi. "İnan bana düzeltebilirim." Ona bakmadan gitmedim istedim. Belki iki adım attım ya da atmadım kolumdan çekiştirip kendine çevirdi. Canımın yanmasından dolaylı, kısıkça inledim.

Elleri yavaşca siyah kazağıma doğru geldi ve kolumu kıvırdı. Buna neden şu anda müsade ediyordum, bilmiyorum. Elleri bileğimde gezintiye çıktı ve kazağımı biraz daha yukarı çektirdi. Gözlerinde gördüğüm karartı aynada kendime baktığım geçmişin yansıması gibiydi. Sanki onunda yaşanmışlığı vardıda bana o yüzden yardım etmek istiyor gibi bir hale bürünmüştü.

Annemin terlikle bastığı yer koca bir ezikten ibaretti. Ağzında bir şeyler geveledi fakat duymadım. Ben bile bu yaralarıma bakmaya korkuyordum.

Eziğin etrafında daireler çizerken seslice yutkundum. Sızlıyordu ama parmakları çevresinde tur atarken orayı tatlı bir şekilde yakıyordu.

"Bunların daha nicesi sırtında da var öyle değil mi?" Dedi boğuk ve hırıltılı sesiyle.

"Sen nereden biliyorsun? Yoksa.." ani telaşımdan dolayı gözlerimi kaçırdım. Böyle bir şeyin olmasını istemiyordum. Onun sırtıma bakıp, darbe izlerini görmesi..

"Aklına gelen şeyi yapmadım. Seni yatağa yatırdığım anda acıyla kıvrandın." Uyurken bile kanayan bir kız, uyurken canı acıyan kız. Sesim, soluklarımdan ibaretti. Kanayan bir yaramdan akan her damla, ateşin uzuvlarında taşınıyor ve yakıyordu.

"Benimle ilgilenmen çok hoş. Yakışıklısın falan ama mümkünse bana elleme," dedim nefesimi cümleme yayarken. "Başka kızlar tarafından eminim güzel karşılanırsın ama ben bu toplara girmem." Etrafa bakarken onu inceliyordum fakat surat ifadesi mıhlanmış gibi bana donuk bakıyordu. "Artık gitmek istiyorum," dedim bıkkınca.

"Okula beraber gideriz." Diyip kestirip attığında bir şey diyecektim ki keskin bakışları susmama yardımcı oldu. Cebimde ki telefonu hissettiğimde ellerim oraya kaydı. Annem hiç aramamıştı. Zaten arasa bağırmak için arardı.

Aklıma aniden düşen yangının alevinde, dün hatırladığım bilezik geldi. "Sen!" Dedim asabi sesimle. "Sen o hırsızsın!"

Gözleri aniden bana döndüğünde yüzüne donuk bir gülümseme hücum etti. "Evet ben o hırsızım." O kadar rahat söylemişti ki bu beni çileden çıkarmaya yetmişti.

"Senin yüzünden işten kovuldum! Çalıştığım ayın parasını bile vermeden beni o kafeden attı! Senin haberin mi var mı!" Diye bağırdığımda sinirlerim daha da gerilmişti. Zengindi. Benim ne halde olduğumu bilmiyordu.

"Orada mecburiyetten oradaydım. Emin ol böyle olsun istemezdim." Dediğinde aklına yeni fikir gelmişcesine kaşlarını çattı. "Sen yoksa.. bu yüzden mi dayak yedin?" Dediğinde kalbim hızlandı. Dün olanlardan bir türlü kurtulamıyordum. Ne illet bir kâbustu öyle. Annemin yaptığı her darbe önüme çıkıyordu.

"Ha..hayır." dedim kekeleyerek. Fakat buna inanmışa benzemiyordu. Konuyu dağıtmak adına öfkelenen sinirime bir odun daha attım. "Sersem herif! Senin yüzünden karakola kadar gittim biliyor musun!" Ne kadar bağırmak istesemde sesim bir kedi
miyavlaması gibi çıkıyordu.

"Yapabileceğim bir şey yok. Yanlış zamanda yanlış yerdeydin." Dediğinde yüzünde bir mimik dahi oynamadı.

"Senin gibiler ve senden nefret ediyorum." Dedim çatlak sesimle. "Ahmak herif."

Gitmek isterken önüme çıktı. "Bak, yapabileceğim bir şey yok anladın mı. Sen olmasan bir başkası olacaktı. O lanet kafeye girmesi için birini bulacaktım." Dediğinde saçlarımı çekiştirip, ayaklarımın üzerinde tepinmek istiyordum.

"O işe gerçekten ihtiyacım vardı!" Dediğimde bir şey demedi. Sadece baktı ve bakmayı sürdürdü.

Kader ağlarını hep benim etrafıma örüyordu. Kilit bir kapıydı, anahtarını bulduğumda ise bir felaketin sonuna giden uçuruma düşüyordum. Düştüğüm her dal beni çiziyordu.

"Gitmemiz gerekiyor." Dediğinde ise sustum. Çünkü ben ne kadar konuşsam da o yüzüme duvar misali bakacak ve kendini savunacaktı.

Deri ceketini üstüne sırtlandı. Beni de beraber götürerek evden çıktık. Hemen önümüzde duran pahalı siyah arabanın kapılarını açtığında duraksadım. Binmek istemiyordum. Fakat korkum ecelime fidan dikiyordu.

"Bin şu arabaya." Sıkılmış bir şekilde nefes verdiğinde, dediğini yaparak arabanın kapısını açtım ve bindim.

Uzun kemikli parmakları direksiyona ve vitese adapteydi. Emniyet kemerini takarak arkama yaslandığım da, yol altımızda bağırarak araba hareket etti. Gözlerim parmaklarıma kadar yayılan morluklardaydı. Bazı tırnaklarım ise kırılmış ve çirkin görünüyordu.

"Onlara bakmayı seviyor olmalısın?" Sorunun yöneltildiği kısım morluklarım olmalıydı. Omzumu silkeledim ve ona baktım. "Seni ne denli ilgilendirir?" Diye kendimden beklemediğim cesurca soruyu ona sordum. İçimde ki hisler birbirine dolanmıştı.

"Kollarıma bayılıp, evime getirdiğime göre bir hayli ilgilendirir." Evet, haklıydı. Ama meseleme karışmasını istemiyordum.

"Tekrardan teşekkür ederim." Dedim. Sinirlerim hala geçmemişti fakat kabalık etmek istemiyordum. Benim sinirim bir anda alevlenir, daha sonrasında ise çabuk geçerdi. Beni o sokakta bırakabilirdi fakat bırakmamıştı. Evine götürmeyebilir, hatta yatağına sokmayabilirdi. Bu yaptıkları bile teşekkür etmem için başlıca nedenlerdendi.

"Sorumun cevabı bu değildi."

"Şu ana kadar fazla soruna cevap vermedim zaten." Çünkü kelimeler ağzımdan çıkmaya korkaktı. Arkasına saklandığım duvarlarda tökezliyordum.

Geçen dakikaların ardından araba yavaşlamaya başladı. Gözlerim camda gezinirken, okulun biraz gerisinde durduğunu fark ettim. Arabadan indiğinde, bende aynı şekilde arabadan indim. Aramızda ki mesafeyi açarak yürümeye başladım.

"Benden korkma." Diye sesli bir şekilde söylediğinde okulun etrafında ki birkaç kişinin dikkatini çekmiştik.

Yüzümü çevirmeden kendi kendime, "Korkmuyorum," diye fısıldadım. Onun duyamadığına emindim.

"O zaman nedir bu paniğin?" Dediğinde bir adım gerimde olduğunu fark ettim.

"Bilmiyorum." Dedim açıkça. Aslında bariz belliydi. Ona yaralarımı açmak istemiyordum. Kendimi gösterip, bir hortumun arasında kalmaktan korkuyordum. Aldığım dertler omuzlarıma yeterdi. Şimdilik fazlasına gerek duymuyordum.

"Biliyorsun," dedi mayhoş sesiyle. Fısıldayışı kulağımı huylandırdı. "Ama korkuyorsun."

"Korkmuyorum." Dedim inatla. Dişlerimi sıkıştırarak kendimi ne kadar eziyet versemde korkmadığıma inanmasını istiyordum.

"Korkuyorsun." Dedi bu sefer sesi ciddiydi. Olduğumuz yerde kalmış kendi kendimize konuşuyorduk.

"Evet,"dedim sonu gelmeyecek cümlelere paragraf yaparken. "Korkuyorum."

"Biliyorum. Ve şimdi sınıfa geç." Dediğinde emrine itaat ettim. Arkama bakmadan sınıfa doğru gittim.

Balın bana somurtan suratla bakarken, gözlerimi ondan kaçırdım. Sıraya oturduğumda, "Ben Balın Soydan, Eflal Doğanı beş dakikalık arkadaşlıktan men ediyorum." Dedi ve hemen ekledi. "Tamam dayanamadım. Dün gece neredeydin?"

Bu haline gülmek istesemde, yüzümde ki kaslar kireç bağlamıştı sanki. Ona şu anda anlatmak istemiyordum. Belki daha sonrada anlatmayacaktım. "Kendimi iyi hissedince anlatırım Balın. Lütfen şu anda bunu sorma olurmu?" Dediğimde anlayışla başını salladı.

Sınıftan içeriye giren Atıl'a takıldı gözlerim. Bir askı gibi adeta onda kalırken, bana doğru baktığında yüzümü çevirdim. Duygularım birbirine harmanlanmış çorba gibiydi. Ne düşüneceğimi bilmiyordum. Kızgın mıydım ona? Evet. Onun hırsızlığı yüzünden başım yanıyordu ve eve gittiğimde daha da yanacaktı. Ama bu olanlar, bağırsam bile değiştirmeyecekti hiçbir şeyi.

"Atıl sana bakıyor ya kız." Dedi Balın elimi dürtükleyerek.

"Pek umrumda olduğu sayılmaz," dedim. Bilmem kaç milyonuncu yalanımı ağzımdan dökerek.

"Ama sinirli bakıyor. Kavga mı ettiniz gelirken?" Hırsız. Onun hırsızlığı yüzünden kafeden çıkarılmıştım. Bu bile öfkemi basamak basamak arttırıyor daha sonrasında ise dindiriyordu. Elimden hiçbir şey gelmiyordu.

"Bilmiyorum," dedim kuruyan boğazımla.

Matematik hocası gelip bize ders anlatırken, zaman zamanı kovaladı. Akrep, yelkovana zehrini batırdı. Ve bir dersi daha bitirdiğimize şükrederek, Balın ile beraber kantine doğru gittik.

Boş masalardan birine oturduğumda, "İki kahve alıp geliyorum." Diyerek kantinde ki sıraya karıştı Balın. Ben ise beyaz masanın çizgilerine tırnaklarımı batırıyordum.

"Eflal?" Yüzümü kaldırıp baktığımda, Andaç suratında ki tebessümle bana bakıyordu. "Burada yalnız ne yapıyorsun gelsene bizim masaya." Dediğinde az ötede ki masaya baktım. Atıl ve Açelya karşılıklı oturmuş, sanki Andaç'ın gelmesini bekliyorlardı.

"Yok teşekkür ederim. Balın birazda.." dememe kalmadan Balın hemen yanımızda belirmişti. "Eflal, bu arkadaş kim?" Diye sorduğunda elinde tuttuğu kahveyi bana verdi.

"Andaç," dedi elini Balın'a uzatıp tokalaşırken. "İleride ki masada oturuyoruz. Gelmek istermisiniz?"

"Tabiki de neden olmasın." Diye teklifi hemen kabul eden Balın'a bir anlam veremedim. Burada oturup beraber konuşmak varken, özellikle Atıl'ın bulunduğu yere gitmek istemiyordum.

Balın kolumdan tutup beni kaldırdığında, kahveyi de alıp, masaya doğru ilerledik.

"Millet, sizi birileriyle tanıştırmak istiyorum." Diyerek Açelya ve Atıl'ın dikkatini bize çekmişti. "Bu Eflal, arkadaşı da Balın." Dediğinde Açelya'nın suratında gülümseme oldu. "Merhaba." Diyerek karşılık verdiğinde, Balın da bende bu karşılığına yanıt verdik.

Boş sandalyelere oturduğumuzda, Atıl'ın hemen dibine oturmuştum. Ona bu kadar yaklaşmak istemiyordum. Çünkü garip bir enerjisi vardı. Anı anına tutmuyordu.

Açelya ve Balın hemen kaynaşıp muhabbet kurarken, ara sıra onları dinliyordum fakat muhabbetleri ilgimi çekmiyordu. Elimde ki kahve bardağını ağzıma götürüp sıcak bir yudumu boğazımdan aşağıya gönderdim.

Atıl'ın gözleri bana değerken, bir halıyı sirkelermişcesine kendimi toparlamak adına sirkelendim ve kahve bardağından büyük bir yudum daha alarak bitirdim.

"Senin kafe ne durumda?" Andaç ortaya güzel bir muhabbet atmak adına sorduğu soruda, benim gözlerim saniyelik olarak Atıl'a bakmıştı.

"İşten çıktım," dedim kırılgan sesimle. Benim sesim ne zaman düzgün çıkmıştı ki zaten.

"Neden, bir sorun mu oldu?" Dediğinde ellerimi ceplerime sakladım. Belki onunda dikkatini çekebilir ve sorabilirdi. Bunu istemiyordum.

Tam ağzımı açacakken, "Ne sen işten mi çıktın?" Diyen Balın'a baktım. Ona anlatmalıydım ama kafam o kadar doluydu ki anlatacak ne gücüm oluyordu ne de düşüncelerim.

"Söylecektim, unuttum." Dedim üzgün çıkan ses tonumla.

"Bunu sonra anlatacaksın bana." Dediğinde kafamı sallamakla yetindim. Atıl'ın gözleri hâla bendeyken elim o gün taktığı mavi taşlı bilekliğe gitti.

Gözlerim dalarken, "Başka bir iş mi bakacaksın peki?" Diyen Andaç'a baktım.

"Evet, bugün okul çıkışı bakmayı düşünüyorum." Dedim. Mecburdum. Eve para getirmek zorundaydım. Yoksa olacak olayların başlangıç fişeğini düşünmek istemiyordum.

"İstersen beraber bakabiliriz?" Bu teklif Açelya ve Balın dan aynı anda geldiğinde, yanağım biraz havaya kalktı fakat hemen sonra indi. Gülemiyordum bile. Açelya ise yeni tanışmamıza hatta konuşmamamıza rağmen bana böyle bir teklif sunduğunda hoşuma gitmişti.

"Teşekkür ederim. Kendi başıma baksam daha iyi."

Balın ilgili bir sesle "Akşam vakti tekin olmaz oralar." Dediğinde ona hak verdim ama onları kendim için akşam vakti peşimde sürükleyemezdim.

"Teşekkür ederim ama gerek yok." Dediğimde ders zilinin sesi kulağımda çınladı.

Atıl konuşmuyordu. Fakat gözlerinde ki kusurlu alevi yansıtan irisleri bir şeyleri ortaya koyuyordu. Onu hayata bu ifadeyle asan olayı merak ediyordum.

Sınıfa çıktığımızda dersin tekrardan fizik olmasıyla bir an kafamı duvarlara vurmak istedim. Sayısal olmak gerçekten zordu ve benim ne zaman ders çalışacağım da biraz kuşkuluydu. Sınav zamanları çalışıyordum fakat bu sene önemli bir sınava girecektim ve benim çözecek test kitabım bile yoktu.

Okul çıkışında etrafta dağılan kalabalığı Balın ile yararak okul kapısına ulaştık.

"Gerçekten gelmemi istemiyor musun? Yarım saate hava kararır." Dediğinde bu fikrimden vazgeçmeyecektim. Kimseyi kendim için akşam vakti yanımda tutamazdım.

"Teşekkür ederim ama olmaz Balın. Lütfen bunu anlayışla karşıla." Dediğimde yüzünün düştüğünü gördüm. Aramızda güzel bir arkadaşlık bağı vardı. Bu samimiyeti seviyordum. Şu anda ise sadece onu düşünüyordum. Böylesi daha iyiydi.

"O zaman eve gidince ara tamam mı? Unutursan seni döverim," diye konuştuğunda kafamı salladım ve ondan ayrılarak caddeye doğru yürüdüm.

Üzerimde ki kabanın düğmeleri kendinden geçmişcesine sallanıyordu. Siyah düğme önümü bir kaç gün sonra ilikleyemeyecek gibiydi. Gözlerim yeni çıkmaya başlayan ay'a kaydı. Bugün dolunaydı. Yürüdüğüm yollarda, kısa topuk sesi çıkarken, ellerimi göğsümde buluşturdum. Soğuk rüzgâr, ezik ellerimi yalarken canımı acıtıyordu.

Gözlerim her dükkanda bir arayışa çıkarken, ev ve hediyelik eşya satan yerde eleman alınacağı yazan bir duyuru gördüm. Şu anda ki sevinç ile aniden ellerimi birbirine çarparak küçük bir alkış tufanına girdim.

İçeriye girdiğim de sıcak klima sırtıma vurmuştu. Etrafa bakındığımda iki kişinin arkada yeni gelen kutuları açtığını gördüm. Oraya doğru ilerlediğimde, aklımda ki tek şey güzel bir sonuç almak ve anneme söylemekti.

"Merhaba," diye seslendiğimde iki adamında dikkatini çekebilmiştim.

"Buyrun? Nasıl yardımcı olabilirim?" Elinde ki bezle ayağa kalktığında, göğsümde ki ellerimi serbest bırakarak iki yanıma düşürdüm.

"Eleman aradığınızı gördüm. İşe ihtiyacım var, bana yardımcı olur musunuz?" Dediğimde adam beni kaba bir şekilde boydan boya süzdü.

"Çıtkırıldım bir kızsın. Okuyor musun sen?" Dediğinde hızlıca kafamı salladım. "Yarın okul çıkışından sonra gel, bir dene. Olursa detayları konuşuruz."

Bir an gözlerimin parladığını hissettim. "Ben çok teşekkür ederim. Çok saolun. Emin olun yarın geç kalmadan geleceğim,"dedim heyecanla ve hemen ekledim. "İyi akşamlar."

"İyi akşamlar," dediğinde heyecanla mağazadan çıktım.

Anneme anlatmak için sabırsızlanıyordum. İçimde ki tek dua ona anlattığımda gülmesiydi. Belki de oturur kahve içerdik. Ya da karşılıklı konuşurduk. Belki de işe girmemi kutlardık. Düşündüğüm tek bir cümlenin annemle olmasını istiyordum. Ona ihtiyacım vardı, en çokta sevgisine.

Hava gerçekten kararmıştı. Dolunay bile kendini tamamen serbest bırakmış, parlaklığını gösteriyordu. Sokaklar karanlıktı ve tenha yerlerden geçiyordum.

Gözlerimi botlarımda dolaştırdım. Hafif çamur izleri vardı. Eğer maaşımı alırsam kendime güzel bie ayakkabıda almak istiyordum. Yutkundum. Annem sevinir miydi bilemiyorum. Tek isteğim karanlık ve izbe sokakların arasında annemede bir ışık tutulmasıydı.

"Kız çocuğu?" Tanıdık bir ses arkamda belirirken olduğum yerde durdum ve başımı çevirdim. Atıl'ın gözleri, gözlerime değerken içimde akan ılık sıvıya engel olamamıştım.

"Atıl?" Diye konuştum merakla ona bakarken. "Burada ne işin var?" Dediğimde kemikli parmaklarını ceketinin ceplerine soktu. Gölgesinden onu izlerken, gecedeki karanlıkta bile ne kadar heybetli olduğunu görebiliyordum.

"Geçiyordum," diye kestirip atarken gözlerimi kıstım. Bu kadarıda tesadüf olamazdı heralde? "Vazgeçtim. Kantinde böyle izbe bir yere aptalca tek başına geleceğim havaları yaptığından seni takip ettim."

Bu itirafıyla gözlerim açılırken yutkundum. Gülümsedim. "Teşekkür ederim. Yani ince bir dav.."

"Aslında aptalca bir davranış." Diye sözümü kesti. "Tek başına böyle sokaklarda gezmek cesaret değil aptallıktır."

"Kendime buralara tek başına gelmeyi uygun gördüm," diye konuştum. Bana sürekli aptal demesine nazaran onun üstüne çıkmak istiyordum. "Ve bak buradayım."

"Önüme düş."

Ben onun önüne düştüm. O gölgemi takip etti bu karanlıkta. Dıştan fazla sert gözüküyordu ama içten içe duygusal olduğunu seziyordum.

"Bana neden iyi davranıyorsun?" Diye konuştum sokak ışıklarının altında dizili taşlara ayağımla dikkatle basmaya çalışırken. Çizgilere basarsam yanardım.

"İncindiğini görebiliyorum," dedi tek cümlesi ruhumu okşarken. "Hem sen hiç sokakta yaralı bir kedi görüp onun ne derdi olduğunu anladıktan sonra yardım etmek istemedin mi?" Diye bana sorar bakışlar atarken bir şey demedim. "Benimkide o misal."

"Ama beni hiç tanımadığın halde yardım etmek istedin?"

"Sınıf arkadaşları bunun için vardır." Derken gözüne gelen saçı az önce cebinde duran eliyle düzeltti. Bu hareketi geceye bir imza bırakırken, dediği cümleyi kendi içimde tartmaya çalıştım.

"Doğru haklısın ama sanki dışarıdan mağara ay.." dememe kalmadan dudaklarımı bastırdım. Adam bana yardım etmek için gelirken ben ona ayı mı diyecektim? Gerçekten aptalsın Eflal.

"Devam ettir." Bana meydan okuyan bir sesle konuşurken onunla ilgilenmemek için tekrar önümdeki taşlarla ilgilendim ama elbette Atıl üstelemeye devam etti. "Söylesene kızım."

"Unuttum."

"Unuttun demek ha?" Derken hemen arkamda duran varlığına dikiş atan gölgesine baktım. Onu yerdeki yansımasından izlemek daha iyiydi. Çünkü gözlerine, renkli gözlerine kapılmak kolay oluyordu.

"Hı hı," dedim bir taşın üstünden atlarken. "Unuttum."

"Sana hala yardım edebileceğimi biliyorsun öyle değil mi?" Dediğinde taşın üstünden tekrar atladım. Dışarıdan bende soğuk durmaya çalışıyordum. Kimse iç dünyamı bilmesin, yaşadıklarıma ortak olsun istemiyordum ama bir yandanda Atıl'a deli gibi beni kurtar demek istiyordum.

Peki beni kurtarırsa ne yapacaktım? Ben değil annem ne yapacaktı?

Onu bir keresinde ben çok küçükken komşular bana zarar verdiği için annemi şikayet ettirip adli işlemlerden sonra onu ruh ve sinir hastalıkları hastanesine kapatmışlardı. Annem ise kafayı daha çok yiyip intihar etmeye kalkmıştı bende bu hayatta bir tek yakınlığım olan kadını kaybetmemek uğruna bana iyi davrandığını komşuların bir dedikodusu olduğunu söylemiştim. Tabiki benim cümlemle annemi çıkartmasalarda bir süre annem normal givi davranıp oradan çıkmıştı.

"Teşekkür ederim." Diye konuştum ıssız gökyüzüns bakarken. "Ama emin ol ben kendi ayaklarımın üstünde durabilirim."

"Pekala," dediğinde evin önüne gelmiştik. "Hadi git kız çocuğu." Ona son bir kez baktım. Ruhuma koy veren vicdanıma rağmen içimde çığlık atan yaygaraya rağmen ben soğukta ona öylece baktım.

Kapıya doğru yöneldim ve kilidi yerleştirip kapıyı açtığımda aniden arkama bakma dürtüsüyle kafamı çevirdim. Ben eve adım attığımda ellerini ceplerine koymuş yürümeye başlamıştı. Bana yaptığı bu iyiliği unutmak istemiyordum. Ne de olsa hayatımdaki insanlar benimle pek fazla ilgilenmiyorlardi.

Botlarımı çıkararak yorgun bir sesle, "Anne?" Dedim. Odaları gezerken, bu sefer kendi odasında camdan dışarıyı seyrediyordu.

"İki gündür yoksun kızım?" Dedi ilgili bir sesle ama o ilgi boştu. Öylesine söylenmiş bir söz gibi.

"Anne iş buldum biliyor musun? Yarın çalışmaya başlayacağım." Dedim saf heyecanla.

Keskin bakışları bana döndü. "Sürtük mü olacaksın yoksa?" Diye sinirle sorduğunda kafamı aniden sağa sola yalpaladım. Benim öyle bir şey olacağımı nasıl düşünebilirdi ki? Nasıl yakıştırabilirdi insan kızına.

O işi bulabilmek için akşam vakti titreyerek geçtiğim sokaklarda zar zor bulmuştum. İki adamın beni sokakta duvara sıkıştırmasına maruz kalmıştım. Şimdi ise onun ağzından çıkan küfür gibi kelimeleri duymak istemiyordum.

"Hayır anne, mağazada çalışmaya başlayacağım. Bizim sokağın hemen az ötesinde." Kelimeler tükürük gibi etrafa saçılırken, annem üstüme doğru geliyordu. Her adımında, iki adım geriye gidiyordum.

"Bana bak! Bu zamana kadar yanımda durdun. Sürtük olacaksan, yallah başka kapıya!" Diye sinirlendiğinde göz yaşlarımı serbest bıraktım. Onlar akmaktan yorulmuştu ben ağlamaktan. "Hem iki gündür yoksun. Kimin kapılarında paspaslık yaptın!"

"Anne," dedim ağlarken. "Ben buraya ne hayallerle geldim, nasıl olaylar yaşadım. Bunları sormadan bana yaptığın eziyet.. sencede haksızlık değil mi?" Dediğimde bu onu daha da sinirlendirmişti.

Yüzüme inen darbeyle, başım sola yattı. Sağ yanağımda hissettiğim acıyla, yere çömeldim. Dudağımın şiştiğini ve zonkladığını hissedebiliyordum.

"Sen! Bana ne yapacağımı söyleyemezsin. Kepaze!" Diyerek attığı terliği hemen dibimden aldı ve titreyen parmaklarıma basarak odadan çıktı.

Yerden destek alarak, kapı kulpuna dayandım ve yavaşca ilerleyerek odama doğru çıktım.

Zihnime doluşan bir anı kondu gözlerime. Daha önceleri verdiğim yaşam savaşlarım. Bundan bir kaç yıl önce annemden kaçmak için kendime sığınacak bir delik arıyordum. Elbette ne akraba vardı ne de başka bir halt. Sadece bir adan bulmuştum. Annemin çok yakın tanıdığıymış eskiden ama o da ölmüştü.

Sonra..

Yetimhaneye sığınmak istemiştim ama buralara yakın yetimhane olmadığından beni kendi özel okulumdan alıp devlet okuluna verebileceklerini söylediklerinden yetimhane işide yatmıştı. Mecburen beni acıtan inime geri dönmeye mecbur kalmıştım.

Parmaklarıma baktığımda eklem yerlerinde ki sızılar bana savaş açmıştı. Saçımı kulağımın arkasına iteleyip, sağ yanağıma baktığımda kocaman bir izin somutlaşmasını gördüm. Dudağımın kenarı patlamış ve belirgin haldeyken, yanağım kırmızıdan yeşile doğru gidiyordu. Terliğinin üstünde ki püsküllerin çizikleri ise kulağıma yol almıştı.

Makyaj malzemem yoktu, istesem bile alacak param yoktu. Okula böyle gitmek istemiyordum.

Tek umudum geceden kalan zamanın beni sabaha kadar iyileştirmesiydi.

Sabahın güneşi yüzümde gezerken, ağzımda ki ekşi tat midemi bulandırmıştı. Kısık şekilde gözlerimi açtığımda, yataktan kalktım ve aynanın karşısına geçtim.

Dün geceden sonra ne zaman iyileştirmişti ne de gece. Hâlâ aynıydım ve bu çok utanç vericiydi. Beni böyle okula gönderirken hiç mi vicdanı sızlamıyordu. Oysa ki ona çok iyi bakıyordum.

Kendimi toparlayıp saçlarımı daha da dağıtarak yüzüme düşürdüm. Dün pantolon ve kazakla uyuduğum için değiştirmeye gerek duymadığım kıyafetlerimle odadan çıktım.

Aşağıya doğru sessiz adımlarla paltomu ve botumu giyerek dışarı çıktım. Başım sanki daha da eğilircesine aşağıya bakarken, ortalıkta deve kuşu misali geziyordum.

"Eflal?" Balın'ın sesini duyduğumda, bütün ipler kopmuş ağlama isteğiyle dolmuştum. Ona bakmamayı sürdürürken yanıma geldiğini hissettim. "Eflal sana diyorum duymuyor musun?"

Yüzümü ağır çekimde kaldırarak, dolan gözlerimle ona baktığımda, şaşkınlık ve üzüntü onda da yer almıştı. "Bir tanem.. sen? Sana ne oldu böyle?" Dediğinde yüzümü iki avcunun arasına aldı. İncitmemek adına sergilediği hareketlerle ona bakarken bir şey söyleyemiyordum.

"Balın," dedim kurumuş nefesimle. "Yüzümde ki yaraları kapatabilir misin?"

"Tabiki de okula gidince hemen tuvalete gider yaparız." Dediğinde içim biraz olsun rahatlamıştı. "Tahmin ettiğim şey değil mi?" Dediğinde başımı salladım. Yüzümde ki ellerini çektiğinde başımı tekrar yere eğdim.

Otobüsün geldiğine dair ses çıktığında, duraktan sıyrıldık ve otobüse bindik. Yüzümü kimsenin görmesini istemiyordum. En çokta onun.

Demir kapıyı gıcırdarak açıp,okulun bahçesine doğru ilerlerken hızlı ve yere bakan adımlarla Balın ile beraber tuvalete gidiyordum.

Taş zemin altımda her saniye hızlanırken, ellerimle başımı saklamaya çalışıyordum. Aniden çıkan bir çift ayakkabı önce önüme daha sonrada, bedenine çarptığımda kafam yukarı doğru kalkmıştı.

Atıl'ın gözleri bende takılı kalırken, eli yanağımda ki elime uzandığında bir adım geri gittim. O ise güçlü kollarıyla hızlı bir şekilde elimi yakalamış ve dudağımda ki yarayla, yanağımı açığa çıkarmıştı.

Dişlerini bastırırken, elimin üstünde ki eli kasılmış, başında ki damarlarını ortaya sergilemişti. "Kim yaptı sana bunu?" Dediğinde cümlesinde sinir dalgasını hissettim. Burda olmazdı. Herkes bize bakacak ve yayılan dedikodu her daim kulağıma uğultu olarak gelecekti. Bu hep canımı yakıyordu.

"Sana kim yaptı dedim!" Derken sesi yükseliyordu. Susmak en iyisiydi. Çünkü ağzımı açtığım an kaçışı olmayan kelimelerin tuzağına düşerdim.

Derin bir nefesi dudaklarından dökerken, yaramın olduğu yeri parmağıyla üstünden geçiyordu.

"Bizim gitmemiz gerekiyor,"dedi Balın aceleyle. "Hadi Eflal." Dediğinde beni çekiştirerek, Atıl'ın önünden sıyrıldım ve lavaboya doğru gittik.

Çantasından çıkardığı makyaj malzemeleriyle yüzümde ki yaraları kapatıyordu. Dudağımda ki yarayla daha çok uğraşsa da ilk başta ki gibi bariz belli değildi.

"Tamam, bitti." Dediğinde aynaya baktım. Yüzümün solan rengi, saçlarım ve morarmış göz altlarımla aynayı kırmak istedim. Yaralarım, beni ben yapan onlardı. Ruhumun bezmişliğini taşıyan şu vücudum ayakta durmakta zorlanıyordu.

Balın eşyalarını toplayıp çantasına yerleştirdiğinde lavabodan çıkmak üzere hareketlendik. Fakat duvara yaslanmış Atıl bize bakıyordu.

"Ben sizi yalnız bırakayım," diyen Balın uzaklaşırken, sesli nefesim arkasına takıldı. Onun yanımda olması ve şu anda beraber derse gitmemiz gerekiyordu. Beni burada yalnız bırakırken, iyi yapmamıştı.

"Sen iflah olmaz bir kızsın," dedi üzerime gelerek. "Biraz kendini savun, o saf düşüncelerin bu yaşadıklarına karşı çok temiz." Dedi. Mekanik sesi boş bulunduğumuz lavaboda yankı yapmıştı.

"Sende bir hırsızsın" dedim yutkunarak. "Rahat bırak beni."

"Bilmediğin şeyler var. Ben hırsız değilim, oraya bana ait olan bir şeyi almaya gelmiştim o kadar." Dediğinde midemden gelen sesle yüzüm kızarmıştı.

"Bana açıklama yapmak zorunda değilsin,"dedim utangaçlığın arkasına saklanan sesimle.

"Kendine bakmayan aciz bir kızın tekisin." Dedi ve lavaboyu terk ederek ortalıktan kayboldu.

Sınıfa doğru ilerledim ve özür dileyerek içeri girdim. Balın'ın yanına geçerken, Berke'nin yanı boştu. Atıl gelmemişti. Gerçi beni ilgilendirmiyordu fakat her kelimesi doğruydu, canımı sıkıyordu.

"Ne konuştunuz?" Balın fısıldayarak, bana sorduğunda omzumu silkeledim. "Sadece ne olduğunu sordu. Arkadaş olduk ya ondan," dedim.

"Hıhı eminim arkadaş olduğunuzdan dolayıdır," dediğinde yüzümü kırıştırdım.

"Ne demek istiyorsun?" Aklıma gelen düşünceleri kenara itikledim. "Saçmalama."

Hoca bize doğru baktığında, dudağımı birbirine bastırarak dersle ilgilenmeye başladım.

Zilin çaldığı ilk dakikalarda kafamı sıraya yasladım. Düşüncelerimde boğuluyordum, ızdırap gibiydi. Onun neden benle ilgilendiğini anlamıyordum, annem bile ilgilenmezken, bir kaç günlük tanıdığım bana bunları yapıyordu. Dünyaya gelmeden kader ilk oyununu bana karşı yazmıştı.

"Kantine iniyorum, bir şey istiyor musun?" Diye sorduğunda kafamı iki yana salladım. Balın benden uzaklaşırken, Atıl'ın olduğu sıraya tekrar göz attım. Hâlâ gelmemişti. Ne yaptığını merak ediyordum. Belki de bir yerlerde hırsızlık yapıyordur...

Başımı çevirip camda duran yansımaya baktım. Saçlarım önümde firar verirken, gözlerim ecelin sığınmasına geçiyordu. Altımda yatan ızdırabın pençesi, tırnaklarını çoktan bana geçirmişti. Camdan dışarıyı usulca seyrederken, ağaçların kendi aralarında ki sallanışını takip ettim. Kara bulutlar buraya doğru sineye çekilirken, camın yansımasından Balın'ı gördüm.

"Eflal, ye bakayım şunu." Başımı ona doğru çevirip, elinde ki tosta iyice baktım. Bir kaç gündür yemek yemiyordum ve hâlâ da canım istemiyordu.

"Teşekkür ederim ama sen ye," dediğimde öylesine kızdığını hissettim. "Ye şunu. Zaten kaldın minnak bir şey. Valla büyüyemeyeceksin. Bak arkadaşların uzar, sen bücür bir şey kalırsın." Dedi anne edasıyla. Bu yüzümde ki topak bir gülümseye yol açtığında elinde ki tostu ağırdan aldım.

"Saol," dediğimde kuru ekmeğin bir parçasını çoktan yemiştim.

"Bir şey değil canım," diyerek dudaklarını büzdüğünde, ben tostla ilgileniyordum. Karnım bayram etmişcesine kısık sesler verirken, Balın'ın yanımda olduğuna bir kez daha sevindim.

"Eflal.. bizde istediğin zaman kalabilirsin biliyorsun değil mi?" Diye söylendiğinde tostun son parçasını mideme gönderdim.

"Biliyorum ama anneme bakmak zorundayım Balın. Gelmediğim zaman daha asabi oluyor," dediğimde yüzüm aniden zonklamıştı sanki. Bu sadece benim çevreye karşı uydurmamdı elbet. Yoksa eve gitsemde gitmesemde, her zaman elleri bedenimde bir yere hasar veriyordu.

"Bu hafta ayarla o zaman bir şeyler de bize gel. Hem annem de seni çok özledi." Dediğinde gülümsedim. Annesi de, Balın kadar tatlı bir kadındı ve onlarda bir kaç kere kaldığımda cidden kendimi çok iyi hissediyordum.

"Bugün okul çıkışı bir iş ayarladım, ona bakarım yarın kalırım olur mu?"

"Tamamdır bebek. O zaman annemle, senin için bu akşamdan bir şeyler hazırlayalım."

"Yok, gerek yok gerçekten," dedim mahçup sesimle.

"Sanane kız. Ben sen gelince daha çok acıkıyorum, böyle mide asidim daha fazla salgılanıyor filan." Dediğinde bu hareketleri hoşuma gitmişti.

Okul bitiminde, dışarıya çıkarken, Atıl bir kere bile gelmemişti. Gözlerim onu etrafta ararken, karnıma giren kramplar ve beynimde dönen dolaplardan önüme döndüm.

Balın ile ayrılıp dün gittiğim küçük mağazaya doğru yol alırken, ellerimi cebime soktuğum anda, en üst düğmem kendi özgürlüğünü ilan etmiş ve kaldırıma düşmüştü. Evde iğne iplik yoktu fakat gine de düğmeyi alıp cebime koydum. Bu sefer boğazıma da vuran rüzgârı da önüme alarak mağazaya girdim.

Sıcağı tekrar ensemde hissettiğimde, konuştuğum adamı, diğer insanların simasından ayırt etmeye çalışıyordum. Adamı tanıdığımda yanına doğru gittim ve gülmeye çalışarak, "İşe ne zaman başlıyorum?" Diye sordum.

"Her zaman bu saatlerde okuldan çıkıyorsan olmaz ki kızım. Biz iki saat sonra mağazayı kapatacağız." Dediğinde yüzümde ki tüm kırıklar bir aynanın parçasından düşercesine kanattı.

"Peki buralarda bana başka bir iş imkanı verebilecek birisini tanıyor musunuz?" Dediğimde umutsuzca kafasını salladı. "Peki iyi günler," diyerek solmuş yüzümü de alarak ellerim göğsümde eve doğru gittim.

Şimdi aklımda ki tek tilki, anneme nasıl hesap vereceğimdi. Her günüm ağlamak ve morarmış yerlerimi görerek daha da canımın acımasından ibaret oluyordu.

Yolda bastığım her taş, botlarımdan kısa ve küt sesi arkada bakıyordu. Akşam olmamıştı ve bu da içimde küçük bir huzur hissi yaratıyordu. Eve gitmek istemiyordum. Adımlarımı ne kadar yavaş atsamda eninde sonunda kapısında olacağım kapı hemen karşımdaydı.

Ayaklarım geri geri giderken, korkumdan başka sokağa saparak duvara yaslandım ve sırtımı sürterek çöktüm. Kara bulutların üzerimde gezdiği havada, benim burada olmam annemim yaptığı davranışlara sebebiyet veriyordu. İçimde ki fırtına, şimşeklerini başıma vermişti. Kafamı geriye yaslayıp saçlarımı tutan taş duvarın soğukluğuna sokuldum.

Ellerim ve düğmenin bir tanesi firar etmiş kabanımla, sokakta oturuyordum. Etrafta bir kaç kişi vardı ve bana attıkları kaçamak bakışlar üzerimde toplanıyordu. Hiçbiri umrumda değildi. Umrumda olan tek sey şu an annemin kolları altında uyumak isteyişimdi.

Altında oturduğum kaldırımlar soğukluğunu, bacaklarımada sarmaya başladıklarında titreyen vücuduma engel olamadım.

Gözlerimi kapatıp kendimi o karanlık boşluğa bırakırken, sadece nefes alışverişlerimi duyuyordum. Bana ait olan sesler, kulağımda uğultu yapıyir ardından da var oluşumu sorguluyordu.

Başka bir ses daha işittim. Benim nefesimden daha hızlı olan birisine ait. Göz kapaklarımı ağırdan alarak açtığımda, Atıl karşımda durmuştu. İlk defa fark ettiğim ela gözleri ve yakından gördüğüm suratıyla, diz çökmüş bir şekilde önümde duruyordu.

"Beni nasıl buldun?" Diye sorumu gizlemeyerek, ona sorduğumda arkada motoru çalışan siyah arabasınında sesi gelmeye başlamıştı.

"Yavru kedinin sesini işittim geldim," dedi dalga geçen bir tınıyla.

Hala birbirimize bakarken, içimde ki heyecanın saçma olmasından dolayı, ayağa kalkmaya yeltendiğimde, beni durdu. "Sıradansın," dedi gözlerinde ki yeşil alevi büyürken. "Ama yaralısın."

"Ne.. ne dediğini anlamıyorum." Dediğimde gözlerime daha dikkatli baktı. Sanki bir şeyler arıyordu.

"Evine gir. Bedenin soğumuş." Dediğinde, elinin tersi yanaklarıma değdi. Sıcak elleri, soğuk yanaklarımla harmanlandığında, yalandan öksürüğüm boğazıma takıldı ve ayağa kalktım.

O da benim gibi ayağa kalktığında, bir kez daha uzun boyu, beni gölgesi altına almıştı. "Seni daha kaç kez yollarıma çıkarken görücem?"

"Bilmiyorum, sanırım gözlerini kapatıp ben yokmuşum gibi davranırsan yardımcı olur."

Dediklerime erkeksi bir gülüş sergiledi ama kısıktı. "Aptal bir kız," dedi alay etmiyordu. "Hadi git artık evine." Dediğinde ona bakmadan eve doğru gittim.

Neden duvarın orada oturduğumu sormamıştı. Belki sorsa gine cevap vermeyeceğimden tenezzül etmemişti.

Kapıyı açıp girdiğimde, araba sesi kulaklarımda yankı yaparak sokaktan kayboldu.

Geldiğimde ses çıkartmadan, botlarımı kenara koydum ve etrafa tedirgince bakınmaya başladım. Annemin koltukta sızdığını gördüğüm an, mutluluktan havaya uçmuştum. Yukarıya merdivenlerden hızla çıkarak odama geçtim ve kendimi banyayo hazırlayarak, pijamalarımı ve iç çamaşırlarımı yatağın üstüne koydum.

Kısa koridorda ilerleyip, pis kıyafetlerimi sepete attım ve banyoya girerek sıcak suyu ayarladım.

Tenimde hissettiğim sıcak suyun hissiyatı ile rahatlarken, gevşeyen vücuduma karşılık ağzımda ki esnemeye engel olamadım. Kirpiklerimden süzülen damlalar, yanaklarıma aktığında uzun bir yolun sonuna gelmişcesine çenemden sızdılar.

Islak saçlarımı omuzlarımdan önüme doğru alarak yıkadım ve vücudumu da temizledikten sonra banyoda ki işimi bitirmek için musluğu kapatacaktım fakat sıcak suyun etkisi bedenimi hapsetmişti ve saatlerce suyun altında kalmak istiyordum. Ne yazık ki annem uyanır korkusu içimde bir yerlerde yuva yapmış ve saatlerce kalma fikrine anında bir çizik koyuyordu.

Havluya sarınarak çıktım ve kısa koridordan geçerek odama gittim. Kıyafetlerimi bir çırpıda üstüme geçirdim. Islak saçlarımı havluya dolayarak kuruması için kafama doladım ve yatağın içine girerek kendime keyifli bir uykuyu armağan ettim.

En güzel gökyüzü bugündü. Mutlu huzurlu uyuduğum gecelere hitaben.

Sabah yataktan kalkmam gecem kadar güzel olmuştu. Annem hâlâ ortalıkta yokken, erken saatlerde kalkıp kendime kahve yapmıştım. Buram buram kokan kahve içimi ısıtırken, bir kez olsun bağlandığım demir parmaklıkların gevşediğini hissetmiştim. Şafak daha yeni doğarken attığı adımlarda, ay gökyüzünden siliniyordu. Bu manzaraya karşı elimde ki sıcaklık beni o kadar mutlu ediyordu ki. Sonsuz bir tablo olmak istiyordum burada. Kimse canımı acıtmıyordu çünkü.

Kahveden bir yudum alarak boş mideme gönderdim. Kirpiklerimi ovuşturup, kahveyi mermerin üzerine bıraktım ve ellerimi iki yana açarak genleştim. Rahat bir uyku üzerimde kol geziyordu. Dolabımdan çıkardığım kıyafetleri hızlıca giyinerek, bugünkü dersleri çantama yerleştirdim ve odadan çıktım.

Annem pozisyon değiştirmiş halde tekrar uyurken, içeriden bir battaniye aldım ve üzerini örttüm. Duvar saatine baktığımda biraz daha zaman olduğunu görmem ile çantamı kenara koydum ve mutfağa geçtim.

Yumurta, süt ve annemin ilaçlarını on dakika içinde tezgaha koyduğumda, uyanınca yemesi için bir not bırakmıştım. Bunu görünce mutlu olmasını istiyordum.

Çantamı yerden alarak, paltomla beraber sırtıma astım ve botlarımı giyerek dışarı çıktım.

Hava gittikçe soğurken, ellerimin üstü de aynı şekilde soyuluyordu. Bunu pek dert etmedim. Çünkü hiç bir zaman kendime bakacak ne param oluyordu ne de zamanım. Çantamda telefonum çaldığında, elim ön cebe gitti ve kırık ekranda zar zor okunan, Balın'ı cevapladım.

"Efendim?"

"Eflal, neredesin?" Sabah tam dolu enerjisiyle bana karşılık verirken, bir anda bu enerjinin kaynağını sormak istedim. Üç senedir bıkmadan sabahları nasıl gülerek cevaplıyordu sorularımı? Oysaki benim gülmeye mecalim yoktu.

"Şimdi evden çıktım, bir sorun mu var?" Dediğimde onunda evden çıktığını, arkada ki kapı sesinden anlamıştım.

"Hayır yok. Seni merak ettim. Beş dakikaya duraktayım, hemen gel."

"Balın!" Dedim çiseleyen yağmur avuçlarıma dökülürken. "Aradığın iyi oldu, ben geç kalıcam."

"Neden? Yanına geleyim mi?"

"Hayır, gerek yok. Okulda görüşürüz." Dediğimde somurttuğunu hissettim bir an.

"Görüşürüz." Dediğinde telefonu çantamın ön cebine koydum.

Yağmuru getiren kara bulutların etkisi altında kalmışken avuçlarımı yolda açarak yürümeye başladım. Yaralarama değen ıslaklık, bana şifa gibi olurken, saçlarımı özgürlüğüne saldım.

Prangalara bağlanarak, özgürlüğü yaşayan kız misali ortalıkta gezerken, tebessüm var oldu dudaklarımda. Yağmur şiddetini arttırırken, ağır yürümelerim hala aynı devamlılıktaydı.

Bir an özgürlüğe kulaç açmışcasına trafikte ki yoğunluğa aldırmadan ellerimi iki yana açtım ve dönmeye başladım. Şiddetli yağmur, şakaklarımdan başlayarak beni tamamen ıslatırken, korno seslerine aldırmadan dönmeye devam ediyordum.

Adamların camdan bağrışmaları, kornanın ısrarla çalışı ve benim bunlara asla aldırmadığım gerçegi.

Bir el yolun ortasından beni kendine çekerken, kapalı gözlerimi açarak afalladım.

"Sen ne denli bir manyaksın?" Diyen Atıl'a baktım. Kirli sakallarına damlayan yağmur, onu da ıslatıyordu.

"Im.. bilmiyorum." Dedim ona bakarak. Ela gözlerini dışarıdan bakan biri anlamazdı, sanki kahverengiyle elanın karışımından çıkıyordu.

Bu sefer karşıma çıktığında kaderin bizi örgülediği düşüncesi takıldı kafama. Her an karşımda duruyordu, bu kendimi körüklememe hatta düşüncelerimi uçurumdan atacak gibi bir hisse mââl oluyordu.

Yağmurun sesi kulaklarımda dolarken, ıslanan saçlarımı geriye öteledim. Onun ıslak saçları da alnında kavisli bir yol yapmıştı. "Bilsen iyi olur," Dedi sert sesle. "Ve seni her zaman kurtaracak birinin olacağını da kafandan çıkar. Sadece rastlantı."

"Rastlantıymış,"dedim kendi kendime. "Sence kurtarılmaya ihtiyacım var mış gibi mi duruyorum?" Dediğimde cümleleri idrak edemiyordum. Öylesine ağzımdan çıkıyordu adeta.

"Evet."dedi kusursuz sesiyle. "Ve sen benim karşıma her çıktığında, dinmek bilmeyen yangına adım atıyorsun," Diye soluduğunda, beynimde ki kıvrımlardan, kıvılcık çıktı. Karmaşa diğer düşüncelerimin önüne geçiyor ve kaynak yapıyordu.

"Sen, ne saçmalıyorsun?"diye sordum aniden. "Ben düştüm sadece o kadar. Bundan bir mana çıkarmana gerek yok."

"Aptal kız. Yaralarını dışardan okuyorum." Dediğinde bir anda ellerimi arkama gizledim. "Çünkü yüzünde hiç yara yok ya. Ellerini gizleyerek sakladığını düşünüyorsun."

"Bakma o zaman. Görme beni, istemiyorum." Dediğimde, etrafıma kısaca baktım. Herkes koştururken, ben burada ruhumun altına yatarak, bedenimi ondan gizlemeye çalışıyordum.

"Sana bakmaya tenezzül bile edemiyorum," dedi acımasızca. Kalbime ağırlık koyulmuş aşağıya çekilirken, kulaklarımı kapamak ve hemen ardından kaçmak istiyordum. "Önüme çıkıp duruyorsun."

Kelimeler ağzımda başka yerlere saçıldı. Tutuşan dilim ve yutkunmaktan kuruyan boğazım bana battı. Yetmiyor muydu annemden duyduğum can yakıcı sözler, sanki az gelmişcesine başkalarıda diyordu.

"Yaralarını, yaralananlar daha iyi anlar. Ve ben seni gördükçe kendimi görmek istemiyorum."

"Anlamıyorum.." dedim gözlerimin önüne gelen yağmur damlalarını iterek. "Atıl.."

"Şşş.." dedi beni bastırarak. "Sus."

Biz susarken, yağmur konuşmaya başladı. Asfalttan gelen sesler, bir karmaşa oldu kulaklarımda ve sineye çekilen ruhum, bezginliğini bir kenara attı. Kalbim, yükümü boynuna geçirmişti.

-Y.A.A.

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 135K 60
pabucumun bayboyu Ayşen: Ama senin gibi tiplerden hoşlanmam. Ayşen: Senin gibi tipler dediğim. Ayşen: Kötü çocuk gibi takılan. Ayşen: Zeki ve çalışk...
47.5K 2.2K 4
"Sor hadi, terörist misin de." Cam parçaları dağıldı, paramparça olan yürekler, hiçbir zaman anlayamayacakları acılara şahit oldu. "Sor bana, dağda a...
1.2M 47.6K 52
DİKKAT: ÖĞRETMEN ÖĞRENCİ KURGUSUDUR +18 VARDIR RAHATSIZ OLACAK OKUMASIN. Defne çocuk ruhlu biridir. Bir akşam canının sıkıntısı ile anonim bir uygul...
7M 336K 61
"Geçmişin bana ait," dedi ve kulağıma yaklaşarak fısıldadı. "İstesen de beni unutamazsın." Geçmiş can yakar. Yıllar sonra karşılaştığında bile. Faka...