İçgüdü

By MrsAuthor_99

119K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
13. Bölüm
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (1. kısım)
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

32. Bölüm (1. Kısım)

1.4K 98 21
By MrsAuthor_99

İyi okumalar 💜

Bakışlarım sol tarafımdaki büyük penceredeydi. Güneş, akşamın olduğunu belirtir şekilde yavaş yavaş aşağıya kayıyordu. Gün ışıkları ölüp yerini derin bir karanlığa bırakmadan önce son çırpınışlarını gerçekleştiriyordu. Turuncu ışık doğrudan odanın içine hücum ediyor, ölümden kaçmaya çalışır gibi içeriye yayılıyordu.

Anastasia hızlı adımlarla pencereye yaklaşıp tül perdeyi çektiğinde içeriye dolan son gün ışıkları bir anda kesilip karanlığa teslim oldu. "Abla, orada oturmayı bırakıp yardımcı olmaya ne dersin?"

Anastasia'nın sesi sitem doluydu. Bakışlarımı ağır ağır ona doğru çevirdim. Ancak uzun zamandır dışarıdaki ışığa baktığım için gözlerimin önünde rengarenk noktalar uçuşuyordu.

Bu sırada kardeşim yavaş adımlarla gardırobun yanına dönüp kollarını göğsünde bağladı. "Saatlerdir senin için uğraşıyorum." diye mırıldanıp bana ters bir bakış attı. Derin bir nefes alıp kendimi yatağımın soğuk yüzeyine bıraktım.

Vera'nın davetine gidecektik. Teo kartı getirdiğinde Alex'in onu buruşturup atacağını düşünmüştüm ancak öyle olmamıştı. Bunun normal bir parti olmadığını hepimiz biliyorduk. Gitmek tamamen saçmalıktı.

Ancak Alex, gücünü kanıtlayabileceği hiçbir gösteriyi kaçırmazdı.

Sonuç olarak, o partiye gidecektik ve bunu en çok kafaya takan Anastasia'ydı. Saatlerdir beni bu odaya kapatıp bir modacı gibi hangi kıyafeti giymem gerektiğini seçmeye çalışıyordu. Tamam, bundan kesinlikle sıkılmıştım.

"Oraya eğlenmek için gitmiyoruz." diye mırıldanıp ellerimi karnımın üzerinde birleştirdim. Bunu belki de bininci söyleyişimdi. Anastasia seslice nefesini verip "Ön yargılı davranıyorsun." diye mırıldandı. "Belki de çok eğlenirsin."

Ah, asla vazgeçmeyecekti.

Bu sırada odanın kapısı ritmik bir şekilde vuruldu ve Mila, elindeki büyük kutuyla içeri girdi. Yattığım yerden yavaşça kalkıp oturur hale geçtiğimde Anastasia'nın gözleri halen üzerimdeydi.

Bir anlığına Anastasia ile daha fazla yalnız kalmadığım için koşup Mila'ya sarılacaktım ancak aramızdaki soğukluk aklıma geldiğinde yerimden kıpırdamamaya karar verdim. Mila, bakışlarını bana doğru çevirip hafifçe gülümsedi. Bu gülümsemenin zoraki olduğunu anlayacak kadar büyümüştüm.

Onu seviyordum. Percy ve diğer arkadaşlarımla aram bozuk olduğunda yanımda o vardı. Teo Laurent yüzünden aramızın açılması isteyeceğim son şeydi. Bu yüzden ona, onunkinin aksine içten bir gülümsemeyle karşılık verdim.

Hemen ardından bakışlarım elindeki kutuya kaydı. Siyah, mat bir kutuydu. Mila bakışlarımı yakalayıp yavaş adımlarla yanıma geldi ve kutuyu yatağın üzerine bırakıp birkaç adım geri çekildi.

Parmaklarımı kutunun kapağına yerleştirip yavaşça araladım. Simsiyah bir elbise bana göz kırpıyordu. O anda bunun nereden çıktığını anladım.

Alex Laurent.

Anastasia elbiseyi özenle tutup kutudan çıkardığında kutunun içinde başka bir şey olup olmadığına bakıyordum. Bunun Alex'in işi olduğunu gösterecek bir şey...Ancak hiçbir şey yoktu.

Mila, yaptığım şeyi anlamış olacak ki "Alex bunu giymeni istedi." diye mırıldandı. Tamam, yine haklı çıkmıştım. Neden bir kereliğine de olsa beni şaşırtmıyorsun, Alex Laurent?

Anastasia "Bu muhteşem!" diye haykırıp elbiseyi bana doğru çevirdi. Gözleri ışıldıyordu. Hadi ama, sadece bir elbiseydi. Niçin bu kadar heyecanlanmıştı ki? Ya da ben niçin bu kadar sakindim?

Gözlerimi kumaşın üzerinde dolaştırdım. Baştan aşağıya -belindeki kurdele dahil- simsiyahtı. Tahminen dizimin birkaç karış yukarısında sonlanacaktı. Ayrıca straplez oluşu bunun içindeyken kesinlikle rahat etmeyeceğimi belirtiyordu.

Alex, üzerimde bu elbise varken benden nasıl dövüşmemi bekliyordu? Ah, zaten dövüşmemi beklemiyordu ki! Böyle zamanlarda beni saf dışı bırakmak için her şeyi yapardı. Şimdi de bu elbiseyi göndererek işini baştan sağlama almış olmalıydı.

Ben tepki vermeyince Anastasia elbiseyi elime tutuşturup parmaklarını Mila'nın koluna sardı ve kızı da kendisiyle birlikte kapıya doğru sürükledi. Odadan çıktıklarında oturmaya devam ediyordum.

İçimde, tüm bunların bir tuzak olduğunu söyleyen bir taraf vardı ve ne yaparsam yapayım onu susturmayı başaramıyordum. Ancak bir taraftan da Vera'yı nasıl öldüreceğimizi bulmak için tek şansımız bu parti olabilirdi.

Yani, en azından plan bu şekildeydi. Alex her ne kadar bana plandan bahsetmek istemesede Teo'dan birkaç ipucu kapmıştım. Vera'nın neler çevirdiğini öğrenmek için onun evinden daha iyi bir yer olamazdı herhalde.

Anastasia sabırsız bir şekilde kapıya vurduğunda gözlerimi elbiseden çektim. Ondan kurtuluş yoktu, bunun farkındaydım. Bu yüzden onu daha fazla sinirlendirmeden elbiseyi giymeye karar verdim. Eğer Vera'nın niyetini öğrenip ondan kurtulmak için bir ipucu yakalayacaksak üzerimdekinin çok da önemi kalmıyordu.

Üzerimdekilerden kurtulup elbiseyi giydim. Görüntüsü kadar hafif bir elbiseydi. Ayrıca vücuduma tam olarak uymuştu. Boy aynasındaki yansımama kaçamak bir bakış attığım sırada Anastasia odaya daldı. "Neredeyse saçını unutuyordum!"

Bunu dünyadaki en önemli şeymiş gibi söylemesi gözlerimi devirmeme neden oldu. Bu kadar abartılacak bir şey değildi, dahası saçım yeterince iyiydi. On sekizinci asır prensesleri gibi bir saça sahip olmak istediğimi hiç zannetmiyordum.

Ancak Anastasia'dan kurtulmak hayatta imkansız olan tek şey olabilirdi.

Sıkıntıyla "Bunu fazla abartmıyor musun?" diye mırıldandığımda kardeşim yanıma ulaşmıştı bile. Beni, yüzüm pencereye dönük kalacak şekilde oturttuktan sonra parmaklarını saçlarımın arasında dolaştırdı. "Hayır." diye mırıldanıp saçlarımı bölümlere ayırmaya başladı. "Aksine, sen fazla umursamazsın."

Bu, doğru olabilirdi. Çünkü ortada umursanması gereken bir şey yoktu. Fakat ona herhangi bir cevap vermedim. Bunun yerine, onu neşeli görmek hoşuma gittiği için saçıma bir şeyler yapmasına izin verdim.

Muhtemelen geri döndüğümde bu saçtan eser kalmayacaktı fakat onu kırmak istememiştim. Hatta sırf bu yüzden, saçıma devasa bir süs takmasına dahi sesimi çıkarmadım.

Bir süre sonra Anastasia parmaklarını saçlarımdan çektiğinde rahat bir nefes aldım. Tahminimden daha kısa sürmüş olması beni şaşırtmaya yetmişti. Anastasia bu konuda da yeterli beceriye ulaşmıştı anlaşılan.

Kardeşim birkaç adım geri çekilip yüzüne havalı bir gülüş yerleştirdi. "Son bir şey..." diye mırıldanıp ayakkabı kutusunu elime tutuşturduğunda derin bir nefes aldım. Topuklu ayakkabının icat edildiği zamanlarda bu kadar popüler olacağını kim düşünürdü? Doğrusu, ben düşünmemiştim.

Nihayet o sıkıcı odadan çıkmayı başarıp salonun zeminine adım attığımda nefesimi seslice verdim. İkisi de buradaydı. Alex, siyah gömleğinin kol düğmelerini takmakla uğraşırken abisine bir şeyler anlatıyordu.

Oldukça gürültülü bir giriş yapmış olmalıydım, çünkü şu anda ikisi de bakışlarını bana çevirmişti. Teo yüzüne belli belirsiz bir tebessüm yerleştirdiğinde onu taklit etmekle yetindim.

Alex yeşil gözlerini üzerime dikip beni süzdükten sonra "Bir an için korkup vazgeçtiğini düşünecektim." diye mırıldandı. Hemen ardından koltuğun kenarında duran ceketini giyip yanıma geldi.

Ona tuhaf bir bakış attım ancak umrunda olmadı. Bunun yerine, ceketinin düğmelerini iliklemekle uğraşıyordu. Takım elbisesinin elbisemle aynı renk olduğu da gözümden kaçmamıştı elbette.

"İyi eğlenceler!" dedi Anastasia neşeli bir ses tonuyla. Sesini duyuncaya kadar salona geldiğini fark etmemiştim. Ona gülümseyerek karşılık verdiğim sırada Teo'nun sesi duyuldu. "Ne yapman gerektiğini biliyorsun, orada olacağım."

Bunu Alex'e söylediğini biliyordum. Bu yüzden ona kaçamak bir bakış atmak dışında tepki vermedim. Birkaç saniye sonra Alex de başını hafifçe sallayarak ona cevap verdi ve parmaklarını belime yerleştirdi. Vücudumdan bir ürpertinin geçtiğini hissettim.

Yavaş adımlarla -sanırım bunun sebebi bendim- evden çıktığımızda bedenimi bir heyecan dalgası sarmıştı. Sanırım bunun bir tuzak olduğunu söyleyen iç sesim beynimi yeniden egemenliği altına almak üzereydi.

Kalbimin ritmini düzene sokmakta zorlanıyordum. Aklımdaki kötü düşüncelerin -her ne kadar kovmaya çalışsam da- asla gitmeyeceklerini biliyordum. Ayrıca Alex'in belimdeki eli de kalp ritmimin bir türlü düzene girememesinde etkiliydi.

Arabaya bindiğimizde dudaklarımı birbirine bastırıp etrafa ürkek bir bakış attım. Dışarısı oldukça sessizdi, ormanın ortasında olmamıza rağmen etrafta hiçbir canlılık belirtisi yoktu. Böyle bir şeyle en son Alex ile tanıştığım gün karşılaşmıştım. O zamana kadar bunun saçma bir inanç olduğunu düşünmüştüm ancak sanırım doğruydu.

Hayvanlar, tehlikeyi hissetmek konusunda bizden bile daha iyiydiler. Bu görüntü, kötü bir şey olabileceğini düşündürdü. Ya da paranoyaya kapılmak üzere olduğum için her şey olağan dışı görünüyordu. Bunu asla bilemeyecek olmak korkunçtu.

Bakışlarımı arabanın içine çevirdim. Her şeyi ilk kez görüyor hissine kapılmıştım. Kapılar, koltuklar ve bir arabada olabilecek her şey o kadar yabancı görünüyordu ki... Arabanın dışını görmemiş olsaydım Alex'in diğer arabalarından birine bindiğimi düşünürdüm.

Yerimde rahatsızca kıpırdanıp arkama yaslandığımda Alex bana tuhaf bir bakış attı. Garip göründüğümün farkındaydım, bir şey söylemese bile onun da bunu fark ettiğini biliyordum. Muhtemelen neden böyle davrandığımı çözmeye çalışıyordu. Onu biraz tanıyorsam çok kısa bir süre sonra alay konusu olacaktım.

Kalbimi göğüs kafesimde tutmak ister gibi kollarımı göğsümde birleştirdim ve ciğerlerime bolca hava doldurdum. Birkaç saniye sonra Alex arka koltuğa döndüğünde parfümü burnumu işgal etmişti. Bu, Alex'in her zaman kullandığı parfüm olmasına rağmen bugün dikkatimi daha çok çekiyordu.

Bir an için sıradan insanlar olup gerçek bir partiye gittiğimizi hayal ettim. Gerçekten öyle olması için neler vermezdim...Artık tüm bu ölümlerden ve tehlikeden öyle sıkılmıştım ki sıradan bir hayat, tehlike dolu bir ölümsüzlükten daha iyi görünüyordu.

Ancak Alex'in yanında olmaya devam ettiğim sürece tehlikenin benden uzak olmayacağını biliyordum. Fakat yine de, onun yanında olmak istiyordum. Sonsuza kadar...Sonsuza kadar onunla bu arabada oturabilirdim.

Alex elindeki kan torbalarından daha koyu renkli olanını bana uzattıktan sonra diğerini kucağına bırakıp arabayı çalıştırdı. Hemen ardından boştaki eliyle kan torbasını tutup, dişiyle yırttıktan sonra birkaç yudum aldı. Ben de onu taklit ettim, uzun süredir beslenmememden olsa gerek, kanın tadı muhteşem geliyordu.

Vücudumdaki tüm sinirler uyarılırken beynim elektrik akımına kapılmış gibiydi. Tek düşünebildiğim kana ne kadar ihtiyacım olduğuydu. Büyük bir açlıkla kısa süre içinde torbadaki sıvının tamamını içtiğimde Alex'in henüz yarıya geldiğini fark ettim.

"Birileri uzun süredir avlanmıyor anlaşılan." dedi Alex. Sesindeki alaycı tavır dikkatimden kaçmamıştı. Ayrıca bana hiç bakmamış olmasına rağmen bunu fark etmesi üçüncü bir gözü olduğunu düşündürüyordu.

Bakışlarımı diğer tarafa çevirerek "Arkanı kollamaktan fırsat kalmıyor." diye mırıldandım. Sesimde imalı bir tavır vardı. Alex güldü, üstelik kahkaha atarak. Tamam, bu hiç normal değildi.

"Hayvan kanı içmek konusunda ısrarcı olan ben değilim." dedi Alex az önceki tavrını sürdürerek. Gülümsedim. "Hayvan kanı da stoklayabiliriz." diye mırıldanıp elimdeki boş torbayı salladım. Bunları özel olarak yaptırdığımıza göre stok yapmak çok da zor değildi.

Alex çok tuhaf bir şey söylemişim gibi yüzünü buruşturdu. "Eğer her normal vampir gibi insan kanı içmeye karar verirsen depo en alt katta." diye mırıldandı. Sesinde muzip bir tavır vardı. "Hangi kan grubunu tercih edersin Alexandra?"

Güldüm. Hem de kahkahalarla güldüm. Bunun sebebi Alex'in esprisi değildi. Az önce insan kanı içmenin normal olduğunu söylemesine ve kendini de 'normal vampirler' grubuna dahil etmesine gülmüştüm. Gerçekten komikti. Çünkü Alex Laurent, normal olmanın yanından bile geçmiyordu.

Alex bakışlarını kısa bir anlığına bana doğru çevirdi. Yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Her ne kadar saçma bir konuşma olsa da en azından heyecanımın bir kısmını götürmeyi başarmıştı.

"Sahi..." diye mırıldandım bakışlarımı yeniden ona yöneltirken. Aynı zamanda az öncekine göre daha ciddi sayılırdım. "Sen hangi kan grubunu tercih ediyorsun?"

Alex yüzüne karizmatik bir gülüş yerleştirdikten sonra bana kaçamak bir bakış attı. Hemen sonrasında "Sıfır...Negatif." diye yanıtladığında kaşlarımı çattım. "Neden?"

Bu soruyu bakışlarımı yola çevirdiğimde sormuştum. Tanıdığım Alex, hiçbir şeyi sebepsiz yapmazdı. Bu yüzden vereceği cevabı merakla bekliyordum.

"Çünkü o en zor bulunanı." diye yanıtladı Alex birkaç saniye sonra. Cevabından sonra hafifçe gülümsedim. Beklediğim cevap tam olarak böyle bir şeydi.

Başka bir şey söylemek yerine bakışlarımı hızla akıp giden yola çevirdim. Güneş çoktan batmış, yerini derin bir karanlığa bırakmıştı. Belli aralıklarla yolun iki tarafına yerleştirilmiş ışıklar büyük bir çabayla etrafı aydınlatmaya çalışıyordu.

Alex direksiyonu kırıp arabayı ormanın içinden geçen yola soktuğunda tüm ışıklandırma arkamızda kalmıştı. Arabanın farları bile yeterli ışık sağlamıyordu. Sanki, bir kara delik tarafından yutulmuş gibiydik. Ağaçların uzun dallarındaki yapraklar camlara sürtündükçe ürkütücü sesler çıkıyordu.

Paranoya beynimi esir almadan hemen önce Alex arabayı durdurdu. Ormanın içinden çıkmış değildik. Üstelik burada ağaçlar o kadar sıklaşmıştı ki toprağa gün ışığının değmediğine emindim.

Ona doğru soran gözlerle baktığımda elindeki davet kartını gözlerimin önünde sallayıp "Buradan sonrasını arabayla gidebileceğimizi zannetmiyorum." diye mırıldandı. Hemen ardından anahtarı yerinden çıkardığında tepemizdeki ışık söndü.

Bakışlarımı karanlığın içine çevirip "Emin misin?" diye sordum. Vera ya bizimle dalga geçiyordu ya da bizi bilerek buraya getirmişti. Alex sorumu umursamadan arabadan indiğinde korkuyla onu izliyordum.

Bir an için tüm bunların aslında bir tuzaktan ibaret olduğu düşüncesi beynimi yeniden işgal etti. Oysaki bu düşünceyi silmek için oldukça çaba sarf etmiştim. Kolayca geri dönmesi adil değildi.

Paniğe kapılmak üzere olduğum sırada Alex oturduğum taraftaki kapıyı açınca yerdeki birkaç yaprak rüzgarın etkisiyle uçuştu. Üzerindeki siyah takım elbiseden olsa gerek, karanlıkla bütünleşmiş gibi görünüyordu.

Onun Alex olduğunu belirten tek şey açık renk saçlarıydı. Kapının hemen bitişiğinde durmuş, inmemi bekliyordu. Derin bir nefes alıp karanlığın içine adım attım. Aklımda halen bir şüphe kol geziyordu.

Fakat Alex o kadar rahat görünüyordu ki aklımdaki paranoyak düşünceleri onunla paylaşmamaya karar verdim. Yeterince gerginken onun alaycı tavırlarıyla uğraşacak halim yoktu.

Bu yüzden yavaş adımlarla onu takip etmeye başladım. Yol o kadar dar ve engebeliydi ki bu ayakkabılarla yürümek tam bir eziyete dönüşmüştü. Bu karanlıkta burada bulunmak kesinlikle saçmalıktı.

Neyseki etrafı yere kapaklanmayacak kadar görebiliyordum. Vampir olmanın en büyük faydası bu keskin gözler olmalıydı.

Birkaç dakika sonra ulaştığımız yer ise dudaklarımın şaşkınlıkla aralanmasına neden oldu. O bozuk, toprak yoldan eser kalmamış, aşağıdaki taş yolla birleşen bir merdivenin tepesindeydik.

Bir yağmur ormanını andıran orman gitmiş, yerine dümdüz bir alan gelmişti. İleride, okyanusun ufak bir kısmı görülebiliyordu ve arazinin ortasında yükselen bina bize göz kırpıyordu.

Burada, tek başına bir kale gibiydi. Etrafında küçük bir kasabayı rahatlıkla aydınlatabilecek kadar ışıklandırma kullanılmıştı. Eminim Vera, burayı bulmak için oldukça çaba sarf etmişti.

Dahası, normalde buraya kimsenin geleceğini sanmıyordum. O ormanın içine ancak buraya gelmekte kararlı olanlar girmeye cesaret edebilirdi.

Ev, Alex'in evine o kadar benziyordu ki bir an için tereddüte düştüm. Aralarındaki tek fark konumları olmalıydı. Bakışlarımı Alex'e doğru çevirdim. Bundan memnun olmadığı her halinden belli oluyordu.

Yüzünü ürkütücü bir ifade kaplarken girmem için hafifçe kolunu araladı. İstediğini yaptığımda yüzündeki ifade değişmemişti. Aksine, oldukça öfkeli görünüyordu. Bu benzerlik kesinlikle hoşuna gitmemişti.

Sonuçta Alex Laurent herkesten farklı olmalıydı, değil mi?

Alex yeniden adım atmaya başladığında yanında beni de sürükledi ve ayakkabılarım beni her ne kadar zorlasa da ona ayak uydurmayı başardım. Eh, en azından düzgün yapılmış bir yolda yürüyorduk.

Attığım her adımda nabzımın yükseldiğini hissediyordum.

Oysaki bundan yıllar önce en güvendiğim kadın Vera'ydı. Onu annem kadar severdim. Öyle ki koca kasabada ona gerçekten Anne diyen tek kişi bendim. Diğerleri bunu yalnızca saygıdan dolayı yapıyordu.

Tabii o zamanlar onu Anne olarak tanıyordum. Şimdiyse karşımda Vera vardı. Kadın, iki kişiliği birden taşıyor gibiydi. Bu da beni ürpertiyordu.

İçeride olabilecek şeyleri düşünmek istemiyordum. Vera, bize zarar vermeyi kafasına koyduysa onu engellemek için elimizde herhangi bir şey yoktu. Şu an için içeride olabileceklerden korunmamızı sağlayan tek şey önümüzdeki bu kapıydı.

Üzerinde altın rengi harflerle Vera Laurent yazan o kapı...

***************************

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce bu, gerçek bir parti mi yoksa yalnızca Vera'nın bir oyunu mu?

Continue Reading

You'll Also Like

633 67 14
Hikaye, küçük yaşta ailesini kaybeden prensesin amcası tarafından bir laboratuvara hapsedilmesiyle başlar. Bu laboratuvar, prensesin hayatını sonsuza...
3.6M 154K 74
'Ben Ateş'im, o da Alev. Hangimiz daha çok yakıyoruz belli değil ama yandığımız kesin.' Diğer tüm hikayelerden farklı bir hikaye bu. Kız masum de...
1M 92K 98
Ormanın içinde uyanan bir kız ... Hafızası silinmiş bir kamp dolusu insan ... Dövmelere göre ayrılmış gruplar ... Savaşın eşiğinde bir ülke ... Carme...
184K 5.4K 26
"Her şey Fransa'ya taşınmam ile başladı."