Mavi Huydur Bende -Ara Verild...

By SherlockHolmess

737K 35.1K 4.5K

Bizimki zaten normal bir karşılaşma olmamıştı. Ne bileyim, ben taciz edilirken beni kurtarmamıştı yada birden... More

1. Bölüm
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
12. Bölüm
14. Bölüm
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
30. Bölüm
31. Bölüm
32. Bölüm
Duyuru
33. Bölüm
34. Bölüm

13. Bölüm

21K 1K 52
By SherlockHolmess

Soğukkanlı ben, afet durumunda hızlı bir şekilde olaylara müdahele eden sivil toplum kuruluşları gibi ortaya çıkıvermişti. Onunla gurur duyuyordum. Omuzlarımı dikleştirdim ve bana bir açık verdiğinde kızı ezmek için kendime de söz vermeyi ihmal etmedim.

Kızın Kıvanç'a yönelik hesap soran bakışları ortamda bir fazlalık hissetmiş gibi bana kaymıştı. Ama beklediğimin aksine, gözlerinden sevecenlik akıyordu. Hayret! Kıvanç'ın gözleri de maviydi ama onunkiler genellikle 'Gözlerimden ateş çıkartabiliyorum.' cümlesini heceleyen bakışlarla doluydu. Demek ki ikisinin gözleri mavinin farklı tonları. Yada daha bilimsel yaklaşacak olursak bunun göz rengiyle bir alakası yoktu. Seçim sizin.

"Merhaba. Ben Ceylin." Sempatik bakışlarından hiçbir şey kaybetmeden tokalaşmak için bana elini uzattı. Hatta o kadar tatlıydı ki tatlılığı, her saniye bölünerek çoğalan bakteriler gibi hızla artıyordu.

Bir an kızı neden ezmek istediğimi düşündüm. Kıvanç'ın sevgilisi olduğu için mi? Eğer öyleyse bu kadar sempatik bir kızı sarhoş mavi için üzemeyecektim. Bunun acısını bir şekilde sarhoş maviden de çıkartabilirdim. Hatta kesinlikle öyle yapacaktım. Ne bileyim, arabasını falan çizerdim belki yine. Yapardım yani.

Hala bir elimde tuttuğum su şişesini hızlıca çantama attım ve sonunda tokalaşmaya müsait hale getirdiğim elimi ona doğru uzattım. "Ben de Derin. Memnun oldum." Olmamıştım çünkü göğüs kafesimin içinde zincirleme trafik kazası olmuş da tek ağır yaralı kalbimmiş gibi hissediyordum. Bunun mantıklı bir yanı var mıydı? Sarhoş mavi benim hiçbir şeyimdi. Öyle de hissetmeliydim.

Kalbimin kaldırıldığı hastanede sessiz sessiz oturmak istiyordum. Tabi bunun için de öncelikle buradan uzaklaşmalıydım. Elimi yavaşça Ceylin'den ayırdığımda sanki mümkünmüş gibi gözlerinin içi daha fazla gülüyordu. Pes artık! Pollyanna'yı yese, bu kadar olurdu.

"Neyse. Ben artık gitsem iyi olacak." Herhangi bir veda beklemeden arkamı döndüm ve yürümeye başladım. O benim için önemli biri değil. İşte böyle düşün Derin! Kalbine söyle, efendi olsun.

Henüz iki adım atmıştım ki Kıvanç "Nereye gidiyorsun?" diye sordu. Sizce ona 'Sana ne!' diyebilir miydim? Bence de hayır ama en azındam sesimi soğuk tutup öyle demişim imajı verebilirdim. "Eve." Kısa, net ve aynı zamanda 'Sana ne!' mesajı içeren bir cevap. Yep!

Kıvanç Ceylin'i arkada bırakıp bana doğru gelmeye başladığında kendimi Ceylin'in yerine koydum. Sanırım beni boğmak isterdim. Ama Ceylin tahminlerimin aksine "Ben arabadayım abi." dedi ve kikirdedi. Ben hala nasıl bu kadar rahat davranabildiğini düşünürken yavaşlıkta operatörlerin internetiyle yarışan beynim, olayları yeni idrak ediyordu. Abi? Abisiymiş be! Mavi gözlerinden mevzuya uyanmalıydım. Aslında bu kadar geç anlamamın sebebi, Ceylin'in ilk karşılaşmada bile bu kadar güleç olmasıydı. Sarhoş mavi o kadar ters biriydi ki ikisini aynı soy ağacında hayal edememiştim. Gördünüz mü, yine o suçlu!

Sarhoş mavi konuya girmeden gireceği konuyu kapatmak için konuşmaya başladım. "Kalacak bir yerin olmadığını söylemiştin. Şimdi hem kalacak bir yerin hem de kaşındaki yaraya bakacak biri olduğuna göre bizim karşılıklı çıkarları gözetme olayına şu anda gerek kalmadı." Ceylin'le kardeş olduğunu öğrenmem bir şeyi değiştirmiyordu. Sonuçta çevresinde gezen her kız, kardeşi olamazdı. Yanında birini gördüğümde yine aynı tepkiyi vereceğimi bilmek beni sarsıyordu. Bundan kurtulmalıydım. Anayasamın ilk maddesi: Gerekirse onunla konuşmazdım da.

"Peki. Seni bırakayım." Upps. Az önce verdiğim kararı ilk yirmi saniye içinde bozmamak için hemen yeni bir karar aldım: 'Birinci kararın değiştirilmesi teklif bile edilemez.'. Sarhoş mavi sayesinde sadece dışımdaki benle içimdeki benin bir anayasası olacaktı. Ne mutlu bize!

"Hayır. Ben kendim gideceğim." Geçen seferki gibi 'Sana fikrini sormadım. Bırakacağım dedim.' gibi bir tepki bekliyordum ama sadece "Tamam o zaman. Dikkatli git." cevabını aldım. Aynı durumla iki kez karşılaşıp her seferinde birbirine tamamen zıt tepkiler verdiği için ona dengesiz diyip duruyordum işte.

Belli belirsiz kafamı salladım. Benimle vedalaşmak için bana sarılması çok ani olduğundan anayasamın birinci maddesini ihlal etmek zorunda kalmıştım. Neyseki bunu sadece içimdeki ben -Böyle söyledikçe birini yemiş gibi hissediyordum.- biliyordu. Kendimi ondan uzaklaştırmaya çalıştığımda iki gözüme de düzgün bir şekilde eyeliner çekmenin daha kolay olduğuna karar vermiştim. Ben uzaklaşmak için geri çekildikçe onun gerilen kol kaslarını sırtımda hissedebiliyordum ve inanın bana, bu kasların size yumruk atmak için gerilmesini istemezdiniz. Aklıma Berk geldiğinde yüzümü buruşturmadan edemedim.

Tam kolları gevşediğinde ondan uzaklaşacakken beni yanağımdan öptü ve öyle geri çekildi. Bense daha beş dakika önce oluşturduğum anayasama karşı, yanağımda başlayıp bütün hüclerime yayılan isyanı bastırmaya çalışıyordum. Vücudum tamamen isyancı hücrelerin eline geçmeden arkamı döndüm ve oradan uzaklaşmaya başladım. Anayasa falan kalmamıştı. İktidarlığım, bir çift mavi göz tarafından baltalanmıştı.

***

Vizeler, vizeler... Evde oturmuş, kalemle yaptığım topuzumu da yanıma almış vizelere hazırlanıyordum. Kalemimin silgili olan tarafını periyodik bir şekilde masaya vurarak o tok sesin uykumu getirmesine göz yumuyordum. Böylelikle eğitim hayatımda ilk kez ders çalışırken uyuyakalabilirdim. Ama vicdanım bu oyunu görmezden gelemiyordu maalesef. Bu nasıl bir çileydi ya hu? Bu okul hayatı ne kadar da uzundu böyle. Hayır onu geçtim, 16 yıl okuduktan sonra sadece 2000 Tl maaş alıyoruz. Böyle düşününce daha doğmamış meslek hayatımı aldırmak istedim.

Benim ders çalışma anlayışım, 'Geçecek kadar not alayım, bana yeter.'den çok 'Vicdanımı rahatlatacak kadar çalışayım, bana yeter.'e daha yakındı. O yüzden pek fazla dikkatimi vermiyordum.

Kulağım dersten kurtulmamı sağlayacak kapı ya da telefondaydı. İçlerinden biri o melodik sesi çıkartıp bu zulme son verebilirdi ama onlar benim acı çekmemi seçmişlerdi. Neden çalmıyordu bunlar cidden? En sonunda dayanamayarak kitapları kapattım ve yemek yeme bahanesiyle işkenceyi ileri bir saate erteledim.

Notlarımın çoğu eksikti zaten. Bu vize haftası, bir sürü küfür yemişimdir muhtemelen. Bildiğiniz üzere, herkesin, onun notlarını almak için peşinde dolaştığı çocuk vize haftası benim yüzümden hastanelik olmuştu. Hem de hiçbir suçu yokken. Ahhh, bu yüzden de sarhoş maviyi boğmak istiyordum. Tusunami olsa yine onu suçlu çıkartacak bir şeyler bulurdum belki, kabul. Ama bu sefer gerçekten saçmalamıştı ve onu tam dört gündür görmediğim için ben de çıldıracaktım.

Mutfağa girdiğimde bu sefer sandiviç yapmak istemediğimi farkettim. Kendime güzel bir kahvaltı sofrası hazırlayacaktım, hem de akşam vakti? Buzdolabını açtım ve elime geçen kahvaltılıkları mutfaktaki küçük beyaz masaya dizmeye başladım. Çay için ocağa suyu koyduğumda bir kahvaltı için olabilecek en önemli şeyin eksik olduğunu farkettim. Ekmek! Ve maalesef, fırına gitmemek için kavga edip sonunda kazanabileceğim ne bir ev arkadaşım ne de kardeşim vardı. Yani bugünün kaybedeni de bendim.

Mutfaktan çıkarken balkon kapısını kilitleyip odama doğru gittim ve altımdaki şortu çıkartıp yerine kot pantolonu geçirdim. Üstümdeki tişörtü değiştirmeye gerek yoktu. Normal bir AC/DC tişörtüydü. Üstümü hallettikten sonra yatağımın yanındaki çekmeceden ay başında babamın yolladığı paradan geriye kalanları aldım ki bu son param oluyordu. Kesinlikle hem bir ev arkadaşı bulmalı hem de bir işe falan girmeliydim. Sanki kış ayında sobayı odun yerine parayla tutuşturuyormuşum gibi hızlı bitiyordu annemlerin yolladıkları.

Kapıya geldiğimde saçımdaki kalemi bir anda çektim ve saçlarımın dağılmasına izin verdim. Bu sefer kapının üzerindeki anahtarı unutmamak için insan üstü bir çaba göstererek kapıyı kapattım ve onu da kilitledim. Ne olur, ne olmaz.

Ellerimi ceketimin ceplerine sokarak sokakta ilerlemeye başladım. Yaz gelmek üzereydi ama bu, yine de akşamları esip ortalığı serinleten rüzgarlara mani olamıyordu. Hava kararmıştı. Saat sekiz falan olmalıydı herhalde. Ahhh, ders çalışmaktan akıl mı kaldı bende(!)? Sokak pek kalabalık değildi ama yine de hava karardığı için yanımdan geçen her insana potansiyel sapık gözüyle bakarak kendi içimi karartıyordum. Neyse ki fırın yakındı.

Fırına girdiğimde gözlüklerim olsa camlarının buhardan dolayı beyaza döneceğinden emin olduğum bir sıcaklıkla karşılandım. Bir çiftli ekmek isteyip elimi cebime daldırdım ve bir an önce buradan çıkmayı diledim. Gözlüklerimdeki buhardan hiçbir şey göremiyordum. Şaka şaka, gözlüğüm falan yoktu ya hu.

Fırıncının bana uzattığı poşeti kaptım ve elimde son param olan yirmiliği ona uzattım. Bir yandan da ben buraya gelmeden önce ekmek fiyatlarında büyük bir düşüş olduğunu falan söylemesini bekledim umutsuzca. Ama tık yoktu. Zaten uzattığı para üstü de 'İndirim mi, ekmekte mi? Güldürme beni!' diyordu resmen. Görüyorsunuz değil mi? Mali durumum o kadar berbat ki onu da bir zamanlar kalbimi kaldırdığımız hastaneye yatırmayı düşünüyorum. Offf.

Eve doğru dönerken aklıma giren buram buram ekmek kokusuna uyup ekmeğin ucundan küçük bir parça kopardım. Cidden acıkmıştım.

Kapımın önüne geldiğimde bir dilim daha almak için eğdiğim başımı kaldırdım ve gözlerim direk balkonun kapısıyla buluştu. Hadi amaa! Cidden mi? Kapı açıktı. Yine mi evime gelmişti? Hem de balkondan? Mutfaktaki kahvaltı sofrasına dokunduysa onu boğacağımı kendi kendime hatırlatırken bir yandan da anahtarımı arıyordum. Anahtarı apartman kapısına soktuğumda vakit kaybetmeden sarhoş maviyi arayıp telefonu kulağımla omzum arasına sıkıştırmıştım. Onu arıyordum çünkü yemek masam için çok geç olmadan ona engel olmak istiyordum. Önümdeki birkaç basamağı ikişer ikişer çıkıp evimin kapısına ulaştığımda telefonun hala çaldığını bildiren ses kulaklarıma doluyordu. Kesin masama kurulmuştu ve telefonu açınca konuşamayacak kadar dolu bir ağızla etrafta geziyordu. Offf.

Kapıyı açıp salona girdiğimde sarhoş mavi sonunda telefonu açmıştı, birazdan yüz yüze gelecektik gerçi. "Alo?" Sesi hafif uykuluydu. "Neden evime balkondan girip duruyorsun? Nereye saklandın, hadi söyle!" Etrafa bakıyordum ama onu göremiyordum. Belki de geçen seferki gibi odamdaydı? Özel hayat denen bir şey de kalmamıştı. Ben yavaşça odama doğru yürürken telefondan kulaklarıma onun sesi doluyordu. "Ne saçmalıyorsun sen? Ben evdeyim. Kendi evimde." Birkaç saniye sessizlik olduktan sonra  sanki sesi gerçeği kavramış gibi uykudan arınmıştı. "Bir dakika, evinde biri mi var? Lanet olsun. Hemen dışarı çık. Duydun mu Derin?! Hemen!"

Sanırım biraz geç kalmıştık. Çünkü odama daldığımda kıyafetlerim etrafa saçılmış, bazı çekmeceler ardına kadar açık bir şekilde bana merhaba diyordu. En önemlisi de karşımda duran adamdı! Yaşadığım korkuyla omzumla kulağım arasındaki telefon yerinden ayrıldı ve yerle bütünleşti. Adam az önce, içindeki son parayı da cebime attığım çekmeceyi karıştırırken suç üstü yakalanmışlığın şaşkınlığını yaşıyordu. Ama hiç para bulamayacaktı. İçimdeki ben kikirdedi. Şanslı günümdeydim(!). Ahhh, evime gerçekten hırsız girmişti ve benim elimde bir vazo bile yoktu. Kahretsin! Kahretsin!

Merhaba. Geçen bölüm de yorum ve vote gelmedi. Beğendiğiniz yada beğenmediğiniz bir yere yorum yapmak çok zor olmasa gerek diye düşünüyorum. :( Lütfen yorum yapın. :(

Continue Reading

You'll Also Like

2.2M 154K 53
Tamamlandı Siz: Medya* Siz: Sen benim adresimi nereden biliyorsun aq? Siz: Hayır abi madem biliyorsun beni mi sikeceksin? Siz: Yemin ederim saygım...
2.8M 155K 51
✔️ TAMAMLANDI✔️ Siz: Canım sıkılıyorrrrrrrr. Siz: Güzelim nasılsın? Siz: Banu bir bomba var anlatsam var ya ortalık fena karşırrrr... Siz: Uyudun muu...
41.6K 1.6K 28
bu sefer karışan bebekler bir değil ikiyse ikizler doğum da karıştıysa ? merak ediyorsan ikizlerin eğlenceli mizah dolu maceralarını okumak istiyor...
2.9M 218K 61
"Ulan, diyor insan ister istemez. Bu kadar küçük bir şey de yaşıyor, konuşuyor. Hatta iç organları da var." Arşın yıllarca kardeşinden dinlediği Yüsr...