İntikam Değişimi (TAMAMLANDI.)

By sude__ynk

306K 11.9K 3.8K

Herkesten saklanan o sır, günü geldiğinde kesilmeyi unutulmuş zehirli sarmaşık gibi hayatına sarıldığında eli... More

"Çirkin Betty?"
"Zehir."
"İzmir."
"Taş."
"Acı..." (Düzenlendi!)
"Gidiş."
"Yeni."
"Gölge."
"Aylar..."
"Konuşma..."
"Küçük Kızlara Bıçak Çekmemelisin."
"Tanımak?"
"Hatırlamak?"
"İmza."
"Galata..."
"Kaç..!"
"Mert?"
"Hafıza."
"Hiçbir şeyi."
"İnanmak."
*6k mi? 😱* (Eski Duyuru)
"Dosyalar."
"Ev."
"Gölge."
"Tanışmak."
"Buz."
"Teklif."
"Kavga."
"Pişmanlık."
"Silah."
"Güç?"
"İlkler ve Acılar."
"Kendin?"
"Gitme!"
"Gerçekler."
"Okul."
"İtiraf."
"Öldürmeyin."
40. Bölüm "Yeşil."
"Cenaze?"
"İtiraf."
"Kurşun."
"Savaş."
"Av ve Avcı."
"Şeytanı Öldürmek."(Final!-1-)
"Rüya..?" Final-2-
Düzenleme Duyurusu! Önemli.
İKİNCİ KİTAP BAŞLIYOR!
"Ebabil." İkinci Kitap Bölüm-1-
"Aynanın Ardındaki..." (2/2)
"Sorgu..." (3/2)
"Hedef..?" (4/2)
"Kanla Davet..."
"İyi Olacak Mısın?"
"Engellenemez zehrin etkisinde..."
"İp Söküğü..."
"Paramparça..."
"Kırmızının Tonları"
"Çırılçıplak."
"Mezarlık."
"Acı."
"Alt Üst."
"Canavar."
"Takım Lideri?"
"Kumar..."
"Yakalanbaç."
"Yalan Çıkmazı..."
"Avucumda Açan Çiçekler..."
"Avucumda Açan Çiçekler-2"
"Kasımpatı ve Ruhu." FİNAL.

"Şüpheler..."

1.1K 51 13
By sude__ynk

Slow müzikler kulağınızda yaşasın...

İyi Okumalar İntikam ailesi...

---

Sır...

---

Gerginlik gözlerimizle kurduğumuz köprünün tam ortasına geçip kendini yer çekiminin adaletinde ki rüzgar salıncağına bıraktı. Bana saldıran adam toparlanıp hızla koridoru terk ettiğinde sessizliğimiz sürerken şaşkınlık içerisindeydim. Daha doğrusu şaşkınlık içerisindeydik. Mert, gerçekten benim yaşadığımı bilmiyordu. Can... Ona söylememe ihtimali var mıydı? Canımın bahis olduğu bu oyunda yaşadığımı bencilce düşünerek mi söylememişti yoksa... Devamını tamamlayamadım. Mert'e söylememesinin hafif bir nedenini bulamadım. 

"Sen bilmiyorsun..." diye mırıldanırken buldum kendimi. O kadar uzaklaşmıştım ki andan kendi sesimden bile irkildim. Mert, özgürlüklerine kavuşmasına izin vermemek için direndiği gözyaşları içerisinde kafasını yavaşça iki yana salladı. Loş ışığın vurduğu yüzünde ki acı bire bir bu kadar fazla mıydı yoksa ben mi hafif karanlığa kaldığı için öyle görüyordum anlamadım. Gözleri gözyaşlarında boğulmaktan kurtulmak için ne kadar çabalarsa çabalasın gözlerini kırpmıyor sadece yüzüme bakıyordu. "Mert..." dedim birkaç adım ona doğru ilerler iken. 

Ona yakınlaştığım kadar uzaklaştı benden. "Hayır..." diye fısıldadığını duydum. Neye vermişti hayır infazını anlamasam da gülümseye çalıştım. "Mert burada..."

"Hayır!" dedi bu sefer daha keskin bir tonda. Derin bir nefes çekti ciğerlerine  ve sonunda kırptı gözlerini. Anında yanağına süzülen üç dört gözyaşı çenesine ulaşıp yok oldu. Gözyaşları bir ateş parçası gibi yüreğime düştü. Benim yüzümden aktıkları için mi? Yoksa benim yüzümden onunda acı çektiğini bildiğimden miydi, çıkaramadım. Sonuçta o demişti. Beni sevdiğini...

Ellerini şakaklarına bastırıp uzun koridorda arkasını döndü ve derin nefesler almaya başladı. 

"Mert..." Acı fısıltım yarasına çıplak elle dokunmuşum gibi irkilmesini sağladı. Birkaç adım daha uzaklaştı. Sonra durdu. Derin bir nefes aldı. Elleri ile yanaklarını hızla ve öfke içinde sildi. Öfkeli miydi? 

Bana mı öfkeliydi?

Sadece çok az hissettirdiği sevgisi yok olmuştu değil mi? Bana, beni sevdiğini kanıtlayamayacak kadar inanmadığım sevgisi eskisi gibi derin bir öfke topuna mı dönüşecekti haberi yok diye? Ne yapacaktı? Hislerini hangi Mert'e dönüştürecekti? Değişmeden önce ki Mert'e mi yoksa o uçurumda endişesini gözlerinden işittiğim Mert'e mi?

Korkuyorum.

Ellerini daha sert bastırdı şakaklarına. Kafasının içini susturmaya çalışıyor gibiydi. Sürekli derin nefesler alıp veriyordu. Çenesinin sürekli açılıp kapandığını görüyordum. "Hala orada mısın ki?" diye mırıldandığını duydum. "Bu bir rüya mı?" diye devam etti. 

Daha fazla dayanamadım bu görüntüye. Ben onun sert, acımasız hallerine alışkın iken çaresizliğe boyanmış ses tonu siyaha batan hayat tuvalimi daha da karartıyordu. Oysaki beyaz tarafın ayakta kalmasını o sağlamış iken...

"Rüya değil. Buradayım."

Bir çırpıda bana döndü ve ellerini bedeninin iki yanına indirip kendini tutmaksızın ağlamaya başladı. Şuursuz olduğunu düşündüğüm adımlar üzerime gelmeye başladığında bir an için kendimi onun kollarının arasında buldum. "Sen ne yaptın?" diyordu bana. Fısıltıyla başlayan tekrarları şiddetli ağlaması ile gittikçe yükselirken ses tonundan dökülen acı bedenimde fiziksel acı çekiyormuş hissine dönüştü. Ağlarken yere çöktüğümüz her üç saniyede bir "Sen ne yaptın?" diye sormaya devam etti. Her bir harf bir çizik daha bıraktı, hissettim. 

Dizlerimizin üzerine çöktüğümüzde fısıldayarak devam etti. "Sen ne yaptın Nefes? Sen kimi kime bırakıp gittin? Ben onu ayakta tutacağım diye uğraşıp acımı yaşayamaz iken sen ne yaptın Nefes!" Ellerini yanaklarıma yerleştirip geri çekildiğinde kızarmış gözlerinin ortasında dalgalanmaya devam eden maviliklerine baktım dolan gözlerim izin verdiğince.

"Aklıma gelen ihtimali değerlendirmediğim bu bir yıl boyunca sen ne yaptın Nefes? Ne yaptın o herifle? Nelere... Nelere katlandın!" Dudaklarım yavaşça birbirinden kopup minik bir hava boşluğu oluşturdu. Gözlerim olduğundan bir tık daha açıldığında kalbimde hissettiğim garip duygunun tarifini aradım. Bunu annemizin özel yemek tariflerini yazdığımız defterimiz gibi aradım ama bulamadım. 

Mert, Serkan'ın oynadığı oyunu tahmin etmiş miydi?

Ama nasıl?.. Ama neden?..

Alnını alnıma yasladığında vicdan azabında pişerek yükselen nefesinin sıcaklığını hissettim habersizce akıp giden yaşlarımın kurumaya yüz tutmuş yerlerinde. Kafamın iki yanında olan ellerinden tutun, az bir mesafe bulunan bedeninde ki tüm yangını kemiklerime kadar hissettim. Hissettim. Hissettim ama... nasıl söndürürdüm?

"Özür dilerim." diye mırıldandı. Kelimelerinin ucunu biraz daha sivriltip devam etti sessiz ölüm fermanımı yazmaya. "Özür dilerim. Aklıma gelmişti. Bunu yapabileceğini tahmin etmiştim. Yemin ederim..." Alnını bir miktar geri çekip sessizce ağlayan gözlerime baktı. Evet, artık sadece gözlerim ağlıyordu. Çok değil ya en fazla birkaç damla. Ama onun yüzünden yine ağlıyor muydum? Evet. Hesap sorulması gereken gözyaşlarım artıyordu. Mert'in nasıl ağladığına takıldı gözlerim. Sonra diğer herkesin ağladığı anlar geldi gözlerime. 

Hesabı sorulması gereken çok fazla gözyaşı vardı. 

"Yemin ederim aradım. Seni aradım. Serkan'ı birçok kez araştırdım. Üzerine kayıtlı olan adresleri teker teker kontrol ettim ölümünü kabullenemeyip omuzlarımda taşırken. Kaç ay aradım taradım bilmiyorum. Sonra baktım ki Can'ı ayakta tutmaya çalışırken kendimi de alıştırmışım bu duruma. 3 ay. 3 ay öncesinde yeniden, tüm umutsuzluğuma rağmen yeniden seni aramaya başlamışken bugün burada olman..." Derin bir nefes aldı ve gözlerim dışında konuşmayan bedenimi kendine doğru çekip sıkıca sarıldı. "İmkansız." diye noktaladı daha sonra konuşmasını. Kalbinin göğüs kafesinde ki çırpıntısı kulağımda yankılanırken Mert'in peşimde olduğunu öğrenmek bende ne hissettirmişti?

Mutluluk? Bulamadığı için öfke? Minnet? Pes edip ara verdiği için sinir? 

Biri... En azından biri yaşıyor olduğum ihtimaline sıkı sıkı tutunmuştu. Ancak paçalarına sarılıp ayakta kalması için her an yanında olduğu kişinin duygularına, inancına kapılıp kendi inancına dönmeyi başaramadan sürüklenmişti şu ana.

Öğrendiklerimden dizlerim tir tir titrerken ayaklarımın üzerinde olmadığım için şükrettim. Her an bir köşeye bayılacak kadar çekilen enerjime minik bir baş dönmesi eklenince Mert'in ceketini sıkıcı tuttum ve alnımı göğsüne yaslayıp bekledim. Ağırlığı altında ezildiğim hayatın bu kısmında başka sürpriz var mıydı? Var mıydı tanrım? Varsa olanı kaldırabilir miydim? Kaldıramayacağım yükü vermezsin değil mi?

Saçlarımı lise yıllarında ki nefretine ters oranla şefkatle okşadı. Mert, şu an sevdiği bir insana değil annesine sarılıyor gibiydi. Bir erkek çocuğunun annesini kollarının arasına çekip nasıl sevdiğini defalarca görmüştüm Yağız sayesinde. Annesine öyle güzel öyle sıkı sarılırdı ki bazen kıskanırdım bir anne olamadığım için. Ancak şu an kıskandığım hissi yaşıyordum. Duygu yoğunluğu o kadar fazlaydı ki... Annesi kollarının arasından bir anda koparıldığı için o bu duyguyu biliyor muydu? Beni fark etmeden nasıl bir duruma soktuğunu? Hiç sanmıyorum.

Kollarımı yavaşça omzunun üzerinden geçirip boynuna sarıldım. "Sakin ol... Sakin ol Mert. Buradayım. Gitmiyorum. Bir daha asla sizi bu acıya terk etmeyeceğim."

Yavaşça geri çekildiğinde bir anda kendimi buz dağının ortasında gibi hissettim. Kıskandığım sıcaklık hissi kanatlarını çırparak uzaklaştı bedenimden. Hâlâ yaş dolu gözlerinin içine bakıp gülümsedim. Ellerimi yüzüne kaldırıp gözyaşlarının ıslak mürekkebini yavaşça temizledim. "Ağlama daha fazla. Her gözyaşı haneme yazılıyor."

Anlamasa da bir şey demedi o an. Omuzlarımın altında duran ellerini çekip elimi tuttu ve yerden kalkmamızı sağladı. Sırtını duvara yaslayıp soluklandığın da gözlerinde ki alev artık taşların arasında yükselerek kazanı kaynatacak kadar fazlaydı.

İşte şimdi intikam kazanını o da kaynatmaya başlamıştı.

"O herifi bulacağım."

Hafif gülümseyerek, ettiği yeminin kapısını yavaşça kapattım. "Sıranı beklemelisin."

Bana öyle bir bakış attı ki birazdan silahını alıp alnıma dayayacakmış gibi hissettim. Sırtını yasladığı duvardan çekip birkaç adım yaklaştığında olduğum yerde kaldım. Çünkü artık alnıma yaslanan silahlardan korkmuyordum.

"Dudaklarından dökülen her kelime artık bir emir olsa da..." Çenemi dikleştirdim ve aynı bakışla karşılık verdim.

"Bana müsaade edeceksin. Ondan kendi tarzımla intikam alacağım. Bana yaşattığı o iğrenç anları teker teker anlamasını sağlayacağım."

"Tek başına mı?" diye sordu tek nefeste. Kaşlarını olabildiğince çattı ve yüzüme doğru eğildi. "Senin hiç korkun yok mu?"

Sorusu karşısında yaşadığım şaşkınlığı hızlıca köşeye itip zincirlerini büyük bir hırsla koparmaya çalışan öfkemi serbest bıraktım. "Ondan korkmamı mı bekliyorsun?" Bu sefer hayret ederek kaşlarımı kaldırdım ve işaret parmağım ile kendimi gösterdim. "Benim? Benim ondan korkmamı mı bekliyorsun?"

Derin bir nefes aldı. Gözlerinde ki korkunç bakış dursa bile artık bunu fark etmiyordum. "Evet Nefes. Korkmanı bekliyorum. Çünkü seni öldü gösterip bir sene kadar yanında tuttu. Evet, korkmanı bekliyorum çünkü neler yaşadığını bilmiyorken bile tahmin yürütebiliyorum. Gözlerin..." Son kelimesi ile bir anda yumuşayan sesi aynı tonda devam etti. "Bakışların daha dikenli artık. Değdiği yerleri kanatacak kadar keskin bıçaklarla donatmışsın. Yaşadıkların..."

Lafını işaret parmağımı göğsüne vurduğumda hızlıca kestim. "Eğer o bıçaklarla kesilmek istemiyorsan Mert, benden önce hiçbir işe kalkışma. Yanımda olacaksan ol, olmayacaksan git. Yaşadıklarım hakkında en ufak bir fikrin varsa dahi dillendirme. Bana el, ayak olacak insanlara ihtiyacım var, kösteklere değil. Zira onlardan yeterince var zaten." Derin bir nefes aldım ve daha sakin ve alaycı tonda devam ettim. 

"Her şey bir yana, seni burada gördüğüme sevindim eski düşmanım."

Bakışlarından bir parça acımasızlık düşürmeden cevap verdi. "Sanırım senin bu seviye atlayışından sonra eski olduğuma sevinmeliyim." Dudaklarım yavaşça kıvrıldığında geriye çekildi. Bir eli ile alnına düşmüş saçını geri ittirdi. Anlamsız sessizliğin içinde yüzerken sırtını yeniden duvara yasladı ve yüzüme baktı.

"Neden buradasın?"

Omzumu silktim. "Atakan'ı görmeye geldim."

"Sadece yüzü suyu hürmetine mi?"

"Hayır tabi ki."  dedikten sonra gözlerimi devirdim ve yerdeki çantamı alıp omzuma taktım. Atakan'ın odasına gitmek için harekete geçtiğimde peşimden gelmeye başladı. 

"Planlarım var." diye mırıldandım. Ses çıkarmadan odaya kadar beni takip etti. Odaya girip Atakan ile selamlaştığımda o çoktan koltuklardan birine oturmuştu. 

"Ne içersin?"

"Bir şey almayacağım çok sağ ol. Senden yine ve yine bir şey rica etmeye geldim." Sırtını koltuğundan ayırdı. Dirseklerini masaya yasladı ve parmaklarını çenesinin altında birbirine geçirdi.

"Emret komutanım." Bu haline gülümsedim ve flaş belleği çantamdan çıkartıp gösterdim.

"O evden kaçmadan önce bunu Serkan'ın bilgisayarından almıştım." Gözleri şaşkınlıktan kocaman açılırken merakla mırıldandı. 

"Ve..?" Ondan ne yapmasını istediğimi sorduğunu anladığımda belleği masasının üzerine koydum.

"Ve senden bunu açmanı rica ediyorum. İçinde kilitli dosyalar var."

Mert dirseklerini dizine yaslayarak oturduğu pozisyonu değiştirdi. Göz bebeklerinin bir köşesinde şaşkınlığı sürüyordu. Ancak soru işaretlerini de görebiliyordum.

"Peki bu dosyalardan ne bulmayı umuyorsun?"

Biraz konuşmadım ve bekledim. Onlara açık açık planımı anlatmazsam bana yardım edemezlerdi. O kadar dosyayı benim tarayacak vaktim yoktu. Ama Mert... Benim gibi intikam uğruna gün sayıyordu. 

Derin bir nefes aldım ve omuzlarımı dikleştirdim. "Karşımızda ki insan takıntılı ve sosyopat birisi. İnanılmaz bir düzen takıntısı var. Biri ile iletişime geçecek ise yedi ceddini araştırıyor. Buna şahit olduğum için biliyorum. Bu yüzden ailesi hakkında ki bilgileri, şirket bilgilerinin daha fazlasına burada ki dosyalardan ulaşabileceğimizi düşünüyorum."

Atakan nefesini bırakıp arkasına yaslandığında Mert kafasını sallıyordu. "Tamam, dosyaları açtık diyelim. Bunları araştırmamızı mı istiyorsun?" Atakan'da olan bakışlarımı çekip sırıtarak Mert'e baktım. "Benimle aynı oyunda oynamak istiyor musun?"

Gözleri hiç zaman kaybetmeden karardı ve düşünmeden cevapladı. "Evet."

"O zaman dosyaların içinde neye bakman gerektiğini biliyorsundur. Ailem de zarar vermeye çalışmadığı çok az insan kaldı. Artık onunda canı yanmalı." Son kelimelerimle planımı anladı. Ve sırıttı. Atakan'a döndüğünde onun sadece dosyaları açıp kendisine vermesi gerektiğini söyledi.  

Artık ikimizin de intikam adına parlayan bakışları vardı. 

"Nefes, geçen bana verdiğin isimlerin..." Atakan'ın neyden bahsettiğini anladığımda daha fazla konuşmaması için ne yapabilirim diye düşünürken Mert'in telefonu çalmaya başladı. Bu vesileyle sustuğunda Mert hemen geri döneceğini söyleyerek telefon ile konuşmak için odadan çıktı. Hızla Atakan'a döndüm.

"Hani kimseye söylemiyordun?" Aklına yeni gelmiş olmalı ki hızla dudaklarının üzerini kapattı. 

"Kusuruma bakma lütfen, unutmuşum. Burada işler Mert'den sonra biraz yoğun artık."

Merakla kaşlarımı havaya kaldırdım. "Mert'den sonra derken?"

"Senin ölümünden bir süre sonra Mert burayı satın aldı. Sanırım ailesi ile tüm ilişiğini kesti ve kendi işini yürütüyor."

Şaşkınlıkla yüzüne bakmaya devam ettim. Mert'in, beni o baloda kaçırılmaktan kurtardıktan sonra ki değişimi aklımdan hiç silinmemişti. Daha sakin bir yapıya bürünmüştü. Bana babasının onu maşa olarak kullandığını söylediğini hatırladığımda neredeyse tüm taşlar yerine oturdu. Zaten o evin bir bireyi gibi değil, çalışanı gibiydi. 

"Neyse, ben sana aradığın insanların numaralarını bulduğumu söyleyecektim."

"Gerçekten bulabildin mi?"

"Evet, emniyetten bir arkadaşımla hallettik. Ama bu bir sır olarak kalmalı."

Dudaklarımın üzerine hayali bir fermuar çektiğimde gülümsedi ve bana kare kağıdı uzattı. Elinden aldım ve üzerinde yazan numaralara baktım. Bu sayılar ya babamı o bataklıktan çekip çıkarmama ya da sonsuza kadar elini bırakmamı sağlayacaktı. 

Gözlerim hafiften dolduğunda kağıdı çantama yerleştirdim ve Atakan'a teşekkür ettim. Önemli olmadığını, flaş üzerinde de bir an önce çalışmaya başlayacağını söyledi. Artık gitmek için ayağa kalktığımda Mert odaya geldi ama gitmek için ayaklandığımı görünce benimle beraber sessizce çıkışa kadar ilerledi. 

Mekandan çıktığımızda ikimizde durduk ve birbirimize döndük. 

"Sana bir şey sormalıyım." diye mırıldandım. Dinlediğini belirtmek için kafasını salladı. 

"Benim ölmediğimi düşündüğünü ve beni aradığını söyledin. Neden? Neden inanmadın?"

Derin bir nefes aldı ve ellerini pantolonunun cebine yerleştirdi.

"Çünkü Nefes, ben en az onun kadar manyak bir herifin elinden kurtuldum. Artık hayatta sadece ben değil, ben ve şüphelerim olarak yaşıyorum. Her şey ama her şeyden şüphelenmem gerektiğini baba demeye dilimin varmadığı o adamdan öğrendim. Öyle bir insandı ki kendi düşüncelerini, nefretlerini benim meselem gibi kafamın içine kazıdı. Kalbimi kararttı. Nefret etmemin gerektiğini düşündüğü insanlardan nefret ettirdi. Bende ona sadece ufacık bir sevgi görebilmek için ayak uydurdum. İnsanların kalbini kırdım. Kardeşim dediğim kızın sevgilisini bıçakladım..." Kelimelerini dökmeye, içini açmaya devam edecekti ki zihnim canlandı. Yağız'ı bıçakladığı zamandan bahsediyordu. Kanım geri çekildi ve canımı yakan günleri hatırlamak derinlerde saklanan yılanın tıslamasını sağladı.

Gözlerime bakmadığı için fark etmedi bakışlarımda ki değişimi. Bana çektirdiği her şeyi teker teker hatırlattığını fark edemedi.

"Birisi vardı. Ondan sadece babamın tek bir kelimesi ile nefret etmeye başlamıştım. Şimdi düşünüyorum da o kız benim yüzümden kaçtı bu şehirden. Benim yaptığım piçlikler yüzünden gitti. Hayatını kararttım. Ondan nasıl özür dileyeceğimi hâla bilmiyorum. Ancak şöyle ki ondan özür dilemeye yüzümün bile olmadığını düşünüyorum."

Benden bahsediyordu. Toprağının altından el sallayıp sadece bana seslenen eski karakterim birilerinin onu hatırladığını duyduğu an hareketlenmeye başladı. Öfkeleri canlandı. Nefreti canlandı. Acıları canlandı.

O an anladım bir beden de iki kişi yaşamasının zor olduğunu. Ben daha bir tanesinin acısına zor katlanıyorken diğeri de ortaya çıkar ise ne yapardım?

Duymazlıktan geldim Mert'in dediklerini. Su'nun kulaklarını kapattım ve daha derinlerime gömdüm. Özür dilemek istediğini duymasını istemedim. Sildim bu kelimeleri zihnimden. Eski günlerin acısını topladım ve daha sonra bulup Mert'in yüzüne çalmak için sakladım. Su ile ne derdinin olduğunu en sona bıraktım. Cümlesinin başında intihar eden itiraf kaşlarımı çatmama sebep oldu.

Ancak bu iki saniye sürdü. Bu sefer önceliğim Mert'in Su'yu neden sevmediği veya Mert'le alakalı bir şey değildi. Önceliğim namı değer gizli numaraydı.

Bu sefer öncelikler sırası lise yıllarına nazaran ters dönmüştü.

Serkan'ı lise sonda daha çok dikkate alsaydım belki de hayatımdan bir yılım koparılıp gitmezdi... Bu düşünce kalbimi yaraladı. Sevdiklerimin yanında olabilirdim...

Kelimelerinin arasında zorla yutkundu. Su için yaptıklarından pişman iken bana yaşattıkları hakkında bir kelime bile etmedi. Ve bende gerçeklerle yüzleşemeyecek kadar güçsüz hissettiğim için sustum. Babasından nasıl kurtulduğunu bilmediğimi hatırladım. Ona bakarak merakla kaşlarımı çattığımda gözlerimden ve suskunluğumdan neyi merak ettiğimi anlamış olmalı ki "Bunu daha sonra anlatırım." deyip göz kırptı.

Gülümsedi. "Hadi git artık."

Kafamı salladım ve birkaç adım atmıştım ki kolumu tutup durdurdu. Bakışlarımı yüzüne çevirdim. "Lütfen dikkatli ol."

Artık biliyordum ki ne o eski Mert idi ne de ben eski Nefes'dim. Artık düşüncelerini örtülemiyordu. Gözlerinde tehditkar bakışları yoktu. Aksine açık açık endişesini gösteriyor, çekinmiyordu. Belki de onu tanıdığım andan bu zamana kadar ikinci kere samimiyetine inandım. İlki beni sevdiğini söylediği zamandı. İkincisi ise gözbebeklerinin bile endişesini sunduğu şu andı.

Yeniden kafamı salladım ve gülümsedim. "Merak etme. Artık bana zarar vermeyecek." Çünkü ben artık onun zarar verebileceği biri değildim. Kendi ipini benim canıma bağlamıştı. Bana bağımlıydı.

Mert kolumu bıraktığında arabama doğru ilerledim. Kilitleri açıp arabaya bindiğimde aynadan baktığımda gitmemi beklediğini görüyordum. Daha fazla beklemeden arabayı çalıştırdım ve oradan uzaklaştım. 

Mert, değişmişti. Ve aslında o an fark ettim. Bende bu değişime tanıklık etmek isterdim. Derin bir iç çektim. Bunun için oldukça geç kalmıştım. Hayat bir nehir gibi akmaya devam etmiş, insanları değiştirmiş, bazı yuvaları yıkmış, bazı insanları kızdırmış, bazı yeni hayatlar doğurmuştu. Ben ise acıya doyan ile doğan kişi arasında olan savaşımı devam ettirmiştim. 

-

Aileme karşı olan koruma iç güdüm bu bir yılda bazı özelliklerimin aksine azalmamış, katlanarak artmıştı. Asya ile Yağız'ın arasının bozulma sebebinin Serkan ile alakalı olmadığını hissetsem bile onları koruma iç güdüm sadece Serkan'a karşı olan bir şey değildi. Ben onları her şey adına koruyacaktım. Aralarında ki sorunun ne olduğunu öğrenmek veya çözebilmek adına Asya ile konuşmak için rotamı evlerinin adresine çevirdim ve hızla sürdüm. Ne kadar çok uykum olsa da, halsiz olsam da içimde ki merak beni ayakta tutuyordu. Barda Atakan'ın yanına gitmemi engellemeye çalışan herif enerjimin yarısını emmiş olsa bile Asya ve Yağız'ın arasında neler olup bittiğini çözmeliydim.

Gaza biraz daha yüklendim ve kendimi on dakika boyunca radyoda çalan şarkının melodisine bıraktım. Hayatımın üçüncü yarısında yaşadığım huzurlu anlardan biriydi. Ta ki arabayı durdurup yere ayak bastığım ana kadar. 

Asya ile konuştuğumda ne olduğu hakkında en ufak fikrimin olmadığı konu, beni oldukça geriyordu. Eve doğru attığım her adım da nefesim daralsa bile korkumun üzerine gittim. Verandaya çıktım ve zili çaldım.

Kapıyı açtığında karşımda kocaman bir enkaz görmeyi beklemiyordum. Göz altları hafiften morarmış, dudakları çatlamış, saçları birbirine karışmıştı. Üzerinde ki peluş geceliğine sarılmış baygın baygın suratıma baktığında uykudan yeni uyandığını düşündüm. Bir süre tepkisizce suratıma baktı. Daha sonra saniyelik olarak gözleri doldu ancak bunu gizlemek adına konuşmaya başladı. 

"Nefes?"

"Sen..." dedim ve çekinerek devam ettim. "...iyi misin?" Dudaklarını araladı ancak geri kapatması saniyelerini aldı. Yutkundu ve kafasını eğip başını sallamakla yetindi. Burnunu çektiğini duyduğumda kollarımı uzattım ve omuzlarından tutup kendime çektim. Sımsıkı sarılıp saçlarını okşarken hareketsizce bana sarılmayı sürdürdü. Ancak iç çekmelerini duyuyordum. Ah be kuzum... Seni ne bu kadar çok ağlattı, bu kadar yıprattı?

Kendini yavaşça geri çektiğinde kapıdan çekilmesi sessiz davetiydi. Ayakkabılarımı çıkarttığımda bir yıl önce onun evine geldiğimde verdiği terliklerimi yeniden çıkardı. Ben gülümserken o doluluğu geçmemiş gözleriyle hüzünle gülümsedi. Terliklerimi giyindim ve onu kapıdan çekip kapıyı kapattım. Sırtından ittirerek salona soktum ve koltuğa geçmemizi sağladım. 

"Şimdi kuzum..." diyerek söze başlayacaktım ki elimi tuttu ve yavaşça sıktı. Bakışlarımı elimden çekip yüzüne kaldırdım.

"Nefes..." dedi çok çıkmayan sesiyle. Çok hasta gözüküyordu. "Ben sana karşı dürüst..." derken sesinin fısıltı şeklinde çıkması içimi acıttı. O an evin soğuk olduğunu fark ettim. Asya'nın üzerinde peluş bir hırka olsa bile altında incecik bir pijama vardı ve ayaklarında çorap yoktu. Üzerindekiler hakkında söylenmeye başlayacaktım ki yüzüne daha ayrıntılı baktığımda burun kenarlarının minik minik yara olduğunu gördüm. Ya inanılmaz hastaydı ya da çok fazla ağlamıştı. Gerçi içimden bir ses ikisinin de olduğunu söylüyordu. 

"Bir saniye..." diyerek lafını böldüğümde şaşkınca bana baktı. "Şimdi beni bir kenara bırak olur mu? Öncelikle seni konuşalım. Bu halin ne? Hasta mısın?"

Bakışlarını kaçırdı ve bacaklarına çevirdi. "Hasta oldun değil mi? Hem ev neden bu kadar soğuk? Dışarısı evden daha sıcak."

"Bilmiyorum. En son peteklere bakacaktı ama ne yaptı bilmiyorum." O an fark ettim ki Yağız'ın adını anmıyordu. Adını anmayacak kadar ne yaşadınız siz? Ne oldu benim hatırladığım o dillere destan sevgiye?

"Tamam o zaman şöyle yapıyoruz..." diye mırıldandım ne olduğunu çözmeye çalışırken. "Ben öncelikle petekleri yakıyorum. Sonra sana bir çorba kaynatıyorum. Biraz kendine geldiğinde bana neler olduğunu anlatıyorsun. Anlaştık mı?" Son cümlemle göz kırptığımda gülümsedi ve kafasını salladı. 

"İstersen sende o sırada bir duş al. Rahatlarsın." 

Ses çıkarmadan oturduğu yerden kalktı ve üst kata ilerledi. Hızlıca ayağa kalktım ve petekleri yaktım. Çorbayı ocağa koymadan önce dağılmış salonu düzenledim ve mutfağa geçip hızlıca çorbayı hallettim. Bu süre zarfında üst kattan su sesi hiç kesilmemişti. Ellerimi gerginlikle açıp kapattım. Asya... Beklediğimden çok daha kötü gözüküyordu. Bu çift kavga ettiğinde ikisinin de kendinden geçecek şekilde üzüldüğünü biliyordum ama bu sefer Asya çok başka bir durumdaydı. Bakışları bende olsa bile sürekli kenara kayıp boşluğa yuvarlanıyordu. 

Hatta o kadar ki Yağız'ın eve uğradığını düşünmüyordum. 

Kafamı iki yana salladım ve çorbayı son bir kez karıştırıp altını kapattım. Beş dakika önce kesilen su sesinden sonra merdivenlerden yüzü gözü açılmış şekilde indi Asya. Çorbasını içene kadar sesimi çıkartmadım. 

Çorbasını içtikten sonra elimden tuttu ve yukarıya, yatak odasına çıkarttı beni. Kapısını açtı, beni içeriye çekti ve geri kapattı. Kapının hemen önünde odalarına bakarak konuşmaya başladı.

"Bu kapıyı her kapatıp gidişinde beni burada bıraktı. Bir başıma." dediğini duydum. 

"İyi günde, kötü günde diye daha yeni söz vermişken gidilir mi Nefes? Benim mutluluğumu, heyecanımı, sevgimi ve ailemi dağıtmaya hakkı var mı bu sırların? Aramıza kara kedi gibi sızmasına izin vermesi normal mi?"

Hızlıca düşen gözyaşlarını sildi. Neyden bahsettiğini anlamaya çalışırken sırlar kelimesinde takılı kalmıştım. Kendi sırrı veya Yağız'ın sırrı değildi aralarını bozan. Bir başkasının sırrıydı. Bir başkasının sırrı dokunuyordu evliliklerinin ucuna...

"Herkes kendi doğrusunu yapsaydı olmaz mıydı? Ben..." Burnunu hızla çekti ancak sesi titremeye başlamıştı. "Ben bu yükü taşıyamıyorum. Ben bu korkuyu taşıyarak yaşayamıyorum."

Benim karabasanım, Asya'yı korkutuyor muydu? Arkadaşlarıma nasıl bir psikolojik yük bırakmıştım, bilmiyordum. "Özür dilerim." diye mırıldandım. "Serkan'dan korkuyorsan eğer ondan kurtulana kadar..." 

"Hayır Nefes..." diyerek kesti beni. Gözleri gittikçe sulanmıştı ve mavi gözleri kara bulutlarla kaplıydı. "...senden veya senden gelenlerden korkmuyorum. Senin haberinin olmadıklarından korkuyorum. Senden saklamak, senden saklanmak çok zor. Bunun için sürekli Yağız ile tartışmaktan çok yoruldum." Ellerinden tuttum ve onu yatağa çekiştirdim. Oturttuğum da dizlerimin üzerine yere çöktüm. Dediklerinin altını kazmaya başlayacağım için ayakta durabileceğini sanmıyordum. 

"Benden neyi saklamak çok zor Asya? Bunun ilişkiniz ile ne alakası var?" Gözlerimin içine bakarak ağlamaya devam ederken sadece "Özür dilerim." dedi. Başka hiçbir şey söylemeden yana devrildi ve dizlerini kendine çekip cenin pozisyonunu aldı. Sessizce ağlamaya devam ederken bir süre şok içerisinde onu izledim. Benden çok büyük bir şey saklanıyordu. Asya bunu biliyordu ve ağırlığının altından kalkamıyordu. Söylemek istiyordu ama Yağız bunu engelliyordu. Ve Yağız ile bunun için sürekli kavga ediyorlardı. 

Araları benim iyiliğim için bozuluyordu. 

Oysaki ben herkes mutlu olsun isterdim. Kimsenin evinin ortasında kocaman bir bomba gibi oturmak istemiyordum. 

Saçlarını yavaşça okşamaya başladığımda yavaşça kapattı gözlerini. "Ben geri döndüm Asya. Ben ölümden döndüm. O manyağın elinde geçirdiğim her işkence dolu günden sonra yaşamaya devam ettim. Sizin varlığınıza tutunarak verdim mücadelemi. Çok ağladım. Hemen hemen her günü hasta, yarı baygın geçirdim. Son aylar geceleri gözüme uyku girmedi korkudan. Ne yaptığınızı bilmediğim için, ne gibi sorunlarla uğraştığınızı bilmediğim için gözüme uyku girmedi bazı günler. Ama hep mutlu olduğunuzu varsaydım. Çünkü sizi birbirinize emanet edip gittim. Beraberken mutlu olmak dışında becerebildiğimiz bir şey yoktu ki zaten. Buna inandım. Böyle devam edeceğini varsaydım. Birbirinize sahip çıkacağınızı bildiğim için..." Ağlaması daha çok şiddetli bu cümlemden sonra. Devamını getiremedim kafam kurcalandığı için.

"Sadece güzelim şunu demek istiyorum. Ben artık kimseye yük olmak istemiyorum. Bir yıldan fazladır, tanıştığımız günden beri benim adıma yeterince yük, sır sakladın. Ne Yağız'ın ne de senin artık benim yüzümden mutsuz olmanızı istemiyorum." Bakışlarını gözlerime çevirdiğinde dolduğunu fark etmediğim gözümden bir damla yaş süzüldü. Yine de gözlerine bakarak gülümsedim. 

"Unut güzelim. Bana söyleyemediğin o sırrı unut. Yağız ile aranızı bozan o sırrı bir kenara bırak. Buraya geri döndüğümde hepinizi mutlu görmek istiyordum. Ama sizi mutlu göremiyorum. Ve bu benim yüzümden oluyor. Sizi kavga ederken gördükçe, senin ağladığını gördükçe dayanamıyorum." Derin bir nefes aldım ve fısıldadım. "Gitmek istiyorum." Gecenin çöktüğü gözleri  anında bulutlarını dağıtırken kafasından geçen soruları görebiliyordum. 

"Varlığım, kimseyi mutsuz etmemeli güzelim. Ancak siz, oldukça mutsuzsunuz. Benim için sakladığınız o sır yüzünden."

"Senin suçun yok." diye mırıldandı. "Sana bu yükü bindirenler daha çok suçlu."

Beni ellerimden tutarak yatağa çekti ve bana sarılarak yattı. Tek bir kelime etmedi söylediklerinden sonra. 

Sırrı unutur muydu dediğim gibi yoksa evlerinin ortasında canlı bomba gibi yaşamaya devam mı ederdim tek kelime etmemişti. Sessizlik arasında fısıltılar kalbimde yankılandı. 

Gökyüzü, yer yüzüne küstüğünü fısıldadı. Rüzgarlar kelimeleri aldı ve savurdu kalbime doğru. Onlar yeryüzü ve gökyüzüydüler. Rüzgar, onları dağıtan, parçalayan kelimeleri taşıyan araç ise bendim. 

Asya'ya daha sıkı sarıldım ve mırıldandım. "Özür dilerim..." Daha çok sokuldu onlara açtığım sonsuz şefkatime. Daha çok sarıldı yüreğini kanatan dallarıma. Ve ben daha çok nefret ettim kendimden. 

Nefret ettim.

---

Asya uzun zaman sonra bu kadar derinlemesine uyuyormuş gibi gözüküyordu. Yanından kalkmış kollarını çekmiş olmama rağmen yerinden bir santim bile oynamamıştı. Bir süre başucunda izleyip arada sırada iç çekmelerini dinledim. Sonra evin hala soğuk olduğunu hissettim. Aydınlanmam çok kısa sürdü. 

Bir yıl önce ki hayatımda buraya ne zaman gelsem ailemin yanında gibi hissederdim. Hepimiz fiziken yan yana olamasak da birbirimizin akıllarında ve kalplerinde yaşamaya devam ederdik. Hep korurduk birbirimizi. 

Bu ev soğuktu.

Çünkü bir aile darmadumandı. 

Bu ev soğuktu. 

Çünkü ben bu evin ortasında sırrıma arkamı dönmüş bekliyordum.

Asya'nın saçlarını okşadım ve yanağından öptükten sonra bir kez daha özür diledim. Ne ilkini ne de az önce söylediğimi duydu. Çok da önemli değildi. Biliyordum ki kelimelerim onun güzel kalbine çoktan kazılmış, tohum açmak için hazırda bekliyordu. 

Asya hep böyle olmuştu zaten. Benim adıma kavgalar etmiş, Mert'i eskiden abisi olarak görse bile değiştiğini fark edince yardımıma koşmuştu. Kötü hissettiğimde güldürmek için yanımdaydı. Gülerken kahkaha attırmak için vardı. Ben hep mutlu olayım istiyordu. En az benim onun mutlu olmasını istediğim kadar...

Derin bir nefes aldım ve kendi düşüncelerimin ellerini boğazımdan usulca uzaklaştırdım. Onların yaptıklarının karşılığını nasıl vereceğimi bilmiyordum. Hayattan o kadar çok soyutlanmıştım ki bir insan nasıl mutlu edilir onu bile unutmuştum. Sahi, neye gülüyorduk bu kadar? Bizi bu kadar gülümseten şey neydi? Ağlatan maddeleri hatırlıyorum. Çünkü onları unutmam için kimse çabalamamıştı. 

Ama ben neye güldüğümüzü unutuyordum.

Gülmeyi unutuyordum. 

Farkına vardığım bu durum bir inşaat topu yüzüme çarpmış gibi bir etki bıraktı kalbime. Nasıl atacağını şaşırdı. Elimi kolumu nereye koyacağımı şaşırdım. İndiğim merdivenlerin son basamağında beklerken boş boş evin içini inceledim ve düşündüm. Gerçekten neye güldüğümü, beni nelerin eğlendirdiğini düşündüm. Geçmişimi, ailemi, Can'ı, lise dönemlerimi düşündüm. 

Hatırlamıyordum. 

Karanlığım o kadar yoğundu ki hayatım altında kalmaya başlamıştı. Kara bulutların arasında çakan şimşeklerden görebildiğim kadarıydı hatırladıklarım. Bunu kabullenmek istemeyerek başımı iki yana salladım. Ailemin acısını, babamın katil olma ihtimalini, lisede yaşadıklarımı ve bir yılda yaşadıklarımı kenara ittirip baktığımda ise elimde yaşadığım bir hayat kalmamıştı. Beyaz ışığın altında hiçbir anımı göremiyordum. Silüetler vardı. Ufak tefek kahkahalar işittim ancak bu kadardı. 

Elimde kocaman bir sıfırın kaldığını ilk defa kabullendim. 

Serkan, iyi anılarımı yok etmişti. Kendimi ne kadar onlara tutunduğumu söyleyerek avutsam da hayır, ben bir elimle diğer koluma tutunmaktan başka hiçbir şey yapmamıştım. 

Acı ile kıvrandım. 

Çığlık attı çocukluğum. Ve ben kulaklarımı ona da kapattım. Sadece farkındalığımı kabul etmek için birkaç dakika öylece durdum.

Kapı anahtarlıkların birbirine çarpmasının ardından açıldığında onu gördüm. Yağız'ı. Asya'yı sırrı tutması konusunda zorlayan kişiyi. Kuzenimi, arkadaşımı, dostumu, abimi...

İçimde yükselen aleve onu seven tarafım anında el attı ama ateş çok güçlüydü. 

"Evin yolunu bulabildin mi?" dedim sakince. Kaşlarını kaldırıp merak içinde suratıma baktı. İnmediğim, beklediğim o son basamağı indim ve yanına ilerledim. Anahtarların üzerinde duran elini çekti ve tamamen bana döndü. Birkaç saniye gözlerimin içine baktığında gözleri doldu. 

Fısıldayarak, "Konuştun mu?" diye sordu. O da adını anmıyordu. Sadece birbirleri için attığını düşündüğüm iki kalp kırılınca, dudaklarını isimleri için bile mühürlemişti. 

"Ne yaptığının farkında mısın?" Sakince sorduğum soru karşısında omuzlarını kaldırıp indirdi bilmiyorum dercesine. Konuşmadığında ben devam ettim. "Avuçlarının arasında biten elleri nasıl ittiğinin farkında mısın? Kalbi sadece senin için atan o kadının kalbini durdurduğunu biliyor musun?" Birkaç adım atıp ona yaklaştım. "Nasıl ağladığını gördün mü?" Biraz daha yaklaştım. "Omuzlarında taşıdığı yükün ona fazla geldiğini söylerken ki yorgunluğunu işittin mi?"

Gözünden bir damla gözyaşı akarken hareketlendi. "Nefes..."

Elimi yavaşça kaldırdım ve omzuna koydum. "Merak etme. Ben hepsini senin yerine gördüm, hissettim. Ve ona unutmasını söyledim Yağız. Acı çekmesi, benden sakladığınız her ne ise ondan önemli değildir. Unutmasını söyledim. Unutana, uyuyana kadar yanında kaldım. Bundan sonrası tamamen senin elinde. Ben bana düşen görevi kalbin yanarak, merakımın altında dostumdan daha önemli değil diye kalarak yerine getirdim. Şimdi bir eş ol ve bundan sonra onu bir daha asla ama asla üzme. Yoksa bu sefer karşında seni seven kardeşin olarak bulunmayacağım."

Ellerini belime sardığında ağlamaya başlamıştı. Tek bir söz etmedi dediklerimin üzerine. Hepsini sessizce kabullendi ve yaptıklarını düşündü. Biliyordum çünkü akan gözyaşları bana gereken cevapları veriyordu. Ben kuzenimi tanıyordum. Ben dostumu da tanıyordum. Bu kavga burada bitmişti. 

Ancak içimde sırrın ne olduğu konusunda çıkan kasırga yeni başlıyordu.

---

Umarım beğenmişsinizdir. ✨⭐

Sizleri seviyorum, bir dahaki bölüme kadar kendinize çok dikkat edin şayet bölüm bu yavaşlıkta bir yıl sonra bile gelebilir :)

1.03k 40 10

288.368 11.081 3.53k

17.12.2021 









Continue Reading

You'll Also Like

827 93 39
Eve geldiğim de hızlı bi şekilde içeriye girdim nefes nefese kalmıştım boğazım çok fazla acıyordu koştuğum için ama umursayacak durum da değildim yok...
300K 19.2K 25
Açelya hiç hatırlamasa da henüz 5 yaşındayken ailesinin düşmanları tarafından kaçırılmış ve gözlerini bir yetimhanenin revirinde açmıştı. Ailesi sen...
10.5K 1.8K 22
...ᘛ... Yeryüzüne ilk ateş düşmüştü ve insanlığa ateşi veren kişi zincire vurulup kargalara yem edilmişti. Böylece savaş başlamıştı. ** Ela gözlerin...
224K 15.4K 67
Doğmadan lanetlenmişti. Kurtulamadığı lanet onun kaderiydi. Yapabileceği hiçbir şey kalmamıştı. Laneti onun hayatı olacaktı. Lanetiyle yaşayacak, la...