OLMAZSA OLMAZIMSIN "Hicran-ı...

By aakdgnesra

3.1M 173K 17.3K

Kader baştan çizmişti hayatlarını. Bütün roller dağıtılmış, her ayrıntı düşünülmüştü. Yağmurlu bir günde karş... More

1.Bölüm "NEREDEN ÇIKTIN ?"
2.Bölüm "Yok Artık !"
3.Bölüm "Bir döngü"
4.Bölüm "Kasıntı"
5.Bölüm "Umursama"
6.Bölüm "Evlenmeyeceğim!"
7.Bölüm "Umut"
"Kargaşa"
"Kim?"
"Unutkanlık"
"Sessizlik"
"Darmaduman"
"Nefret!"
"Yara Bandı."
"Tesadüf?"
"Yine, Yeniden"
"Sevmek?"
"Boşluk"
" Belirsiz"
"Gaz Bulutu"
"Kayıp"
"Çarpışma"
"Fısıltı"
"Kına"
"Düğün"
"Başlangıç"
"Bebek?"
"Sever mi?"
"Korkusuz"
"Yenidenlik"
"Bizim, Döngümüz"
"Gerçekler "
"Hengame"
"Tek Yol"
"Belki de"
"Çünkü"
"Bir, umut"
"Serzeniş"
"Adı, Yeniden"
"Serüven"
"Veda"
"Umutsuzluk "
"Bitti, derken"
"İddia"
"Kıvılcım"
"Döngü"
"Kader?"
"Kabulleniş"
" Bir, nefes"
"Arayış"
"Vuslat "
"Sukut"
"Kayboluş"
"Yüreğini, seversin"
"Kontrolsüz"
"Gezegenden duyulan, his"
"Sınır"
"Tılsım"
"Hoşçakal" (SEZON FINALI )
"Vuslat"
"Kalbin, unutur mu?"
"Döngüsel, Süreç"
"Elden ne gelir "kader"
"Aşkın "dili"
"Huzura çeken, gözlerdi"
"Yürek Sevmeyi Unutur mu? "
"Dünyalık Cennetim"
"ÖNÜMÜZ BAHARDI "
"TATİL"
"Cennetim olur musun?"
"Hep, sev"
"Bir avuç cennet. "
"Umutsuzluk yok. "
"Hüzün, kokar mıydı?"
"Huzura serilen düşler"
"Ruhumda kırılan kanadım."
"Mazinin Külleri"
"Puslanmış Geçmiş"
"Tenimde ki İmza"
"Gezegenler arası 'Mutluluk'"
"UMUT ÇİÇEĞİ"
"Ben Sende Yandım"
"Kim Ölü, Kim Diri"
"Hicran-ı Layezali"
"ver'a"
"Hüsran Yağmuru"
"Firaz"
"Esrar-ı Acibe"
"Ruhumda ki Mezar"
"Virân"
"Mecruh"
"Vuru"
"İnzicar"
"Veryansın"
"Cüda"
Yeniden
İCDA
"Tevdi / VEDA"
Özel Bölüm

Mevsim-i Hazinane ☄

11K 727 282
By aakdgnesra

Gelincik / Yarını Belli olmayan, "HÜZÜN"

"Oturup konuşsak, geçerdi belki de her şey"
Cahit Zarifoğlu

14.04.2018 Y.E.O.O.AE
Yağan yağmurun çevreye saçtığı saf ve berrak koku, şimdilerde kızımı hatırlatır olmuştu.Ruhum kokusuna doyamadan, toprak kokusunu solumuştu. İmtihan dünyası, işte...

Mezarlığın, yağmur suyuna hasret ile çekmesi, gibi. Kara bulutları gökyüzünde misafir ederken, yağmur damlaları ile yeryüzünü buluşmasına vesile olmuştu. Toprak hasret kaldığı suyu karşılarken, iç çekerek yüzümü ıslatan damlaları izledim. Gök temizlendi, toprak temizlendi. Ağaçlar temizlendi. Yağmurun damlaların değdiği her yer temizlenmişdi. Peki, ya benim yüreğimi? Bedenime değen her bir damla ruhuma, değmiş miydi?

Bakışlarla ağır ağır etrafta dolaştırdı. Kirpik uçlarım da biriken birkaç yağmur damlasını gözlerimi, açıp kapıyarak süzülmesini sağlarken bir kez daha kıpırdaştırdım.

Ardımda küçük bir mezar bırakmıştım. Acının tadını, bebeğimi, canımı bırakmıştım. Boğazıma düğümlenen, dile gelmeyen bir çok acıyı...

İç çekerek, biraz ileri de Yavuzun sigara dumanını gördüğümde bakışlarım Yavuz'a doğru çekilmişti. Karanlık gecenin ardında bıraktığı sigara dumanını boş gözler ile dudaklarından üfürüyordu. İkimizin de yüreği yaralı. Gözlerimden yaşlar akmaya küsmüş. Bedenim titrek, bakışlarım durgundu. Gecenin fısıltıyla karanlığın arasında enfal suresi dileme dolanmıştı.

Ve'lamü ememà emvalukum ve evladukum fitnetun ve ennellahe indehu ecrun azim*

(Ve iyi biliniz ki, mallarınız ve evlatlarınız birer imtihan aracından başka bir şey değildir. Allah katında büyük ecir vardır. )

İç çektim ve gökyüzüne baktım. Birkaç damlanın yüzümü okşaması ile gözlerimi yumdum. Oturduğum toprak üzerinde hafifçe doğruldum. Biraz ileride ağacın altında duran Yavuzun yanına doğru çekingen bir kaç adımla ilerledim. Beni gördüğünde bakışları usulca beni buldu. Aramızdaki mesafe bırakarak tam karşısında duraksadım. Dudaklarına değdirdiği sigarasından derinden nefesini çekerken dumanını tatmin olmuş bir şekilde firar etmişti. Dumanı arasında ki esrarengiz bakışları arasında büyülenmiş hissiatıyla gözlerine dolandı bakışlarım.

Baktı, baktım.

Derin bir soluğun ardında bıraktığı izlerin pişmanlığını bakışlarında yakalamıştım. Acının, hüznün, sitemin, öfkenin, pişmanlığın ve bitmeyen, adının üstüne koyamadığım nice yıkımları. Üşüyen ellerimi birbirine değdirirken istemsizce gözlerimi kırpıştırdım. Sessiz çığlıklarını hiç bu kadar yakından dinlememiştim ve ne yazık ki feryadına dile getiremeyecek kadarda güçsüz hissetmiştim. Derince soluduğum havadan ciğerlerime ilişen sigaranın görünenin dışında ki kokusu ile öksürme isteğimi kendimi zorlayarak itelediğim de, boğazımın kaşınmasını sağlamıştı. Derin derin nefeslenmenin üzerine, Yavuzun bakışlarını hissettiğimde sanki ilk defa bedenime değdiğini hissettiğim bakışları utangaçlığını üzerine kuşanmıştı.

Elindeki sigarayı yere atarak bakışlarını tamamen bana odaklandı. İkimizde konuşmuyorduk. Birbirimize bakarak öylece durduk. Konuşmaktan çok, konuşmaya korkak olmuştuk. Bakışlarının çektiği bataklık ikimizi de suskunluğa itelemişti. Katil kim? Sorusunu soracak olmanın azmeti ile sustuk. Konuşmayarak aslında acının zehrini ötelemiş sanıyordum, sanıyordu. Suskunluğun ilaçdan ziya de, zehrin vücuda sessizce yayılması olduğunu, nasıl bilebilirdik. Aslında biz, hep kolay yolu seçmiştik. Susmak gibi. Tıpkı şimdiki gibi...

Birbirimizden kaçan bakışlarımız boş zemine düşerken bedeninin gerilediğini hissetmiştim. Çehresine düşen öfke, gölge misali bedenine dolanmıştı.

Sustu.
Sustum.

Konuşmadan yürüdüğünde ardına kılıp, ölü bedenlerin arasında bir can daha yerini bulurken, usulca Yavuz'u takip ettim.

Fatma babaannem bakardı. Bakarsın değil mi? Kızım sana emanet ona bak emi?Bıraktığım cana iyi bak. Gözümden koca bir damla acı ile süzülmüştü. Pas tutmuş demir kapıyı örterek ayrıldık, mezarlıktan. Yavuz, arabaya bindiğinde, peşi ardında bende bindim. Kızımızı, toprağa vermenin üzerinden 3 gün geçmişti. Koskoca 3 gün tasasızca, umursamazca geçip gitmişti. Aslında biz kızımızım ölümü ile bize ait olanları da toprağın altına gömmüştük. Konuşulacak konuları, söylenecek sözleri, gülüşlerimizi, umutlarımızı... Neyimiz var ise kızımızla beraber gömmüştük.Camı aralayarak kafamı camın üzerine yasladım. Baş ağrısının, ağırlığı çökmüştü adeta.

Yavuz, ise ilk defa bu kadar uzun susmuştu. İlk defa sadece uzaktan teskin etmişti. Yavuz, sustukça, ben daha çok susmuştum. Aramıza duvar örerek birbirimize uzak olmuştuk. Bakışlarımız, dokunuşlarımız iki yabancıdan farksız değildi.

İçtiği sigaranın sinen kokusu ile derince soludum. Araba evimin önünde durduğunda Yavuza bakmıştım. " Sen içeri gir ,işlerim var"dedi.

Soğukça sarf ettiği sözleri üzerine omuzlarımı düşürerek boğazımı yıpratan bir acı ile "Peki" diyebilmiştim. "Akşama, gelecek misin?"

Çekinerek sorduğum soruya karşı saçlarını eliyle gelişi güzel düzeltip "Bilmiyorum" dedi. Bakışları bana uğradığında ise yüzümde yer alan acı dolu, anladım bakışlarıma karşı "İşlerimi halledebilirsem gelmeye çalışacağım" dedi.

"Peki" dedim sadece ve son kez yüzüne baktım. Bakışları benden uzak, bir noktada bağ kurarken. "Allah'a emanet ol" diyerek, arabadan indim.  Asfaltı inleterek sakin sokağı gaz sesine boğması ile hızla uzaklaşmıştı. O kadar hızlı yaşanmıştı ki, ardından bakışlarımın düşmesi, dakikalar sonra algılarıma sinyaller yollamıştı. Derince üzerime binen yükü soluyarak bahçe kapısından içeri adımladım. Zemine dokunduğum her adımla bedenime yorgunluk yüklüyordu. Zile basıp sakince açılmasını bekledim. Kapıyı açan annem tebessümle karşılamıştı. Güçte olsa dudaklarımı kıvırmaya çalıştığım da ağır bir yük binmişti. Herşey o kadar yabancıydı ki, bir tebessüm bile zordu. Boş vererek içeri adımladım.

Taziye ziyareti için gelen tanış komşular, ve akrabalar ile mevlut yaparak kızımız için son görev de tamamlanmıştı. Geçen zamanın ardında eskisinin gittiği, yenisinin doldurduğu  ahbaplar yavaş yavaş çekilmişti. Koskoca 3 daha öylece geçip gitmişti. Derdimizden, ömrümüzden...

Önüme itilen çorba kasesi ile zoraki bir bakış ile anneme baktım. Çorba içmem için dayattığı baskıyı, ne yazık ki
midem umursamıyordu.

"Anne" Mırıltıyla düşen omzuma, dokunarak. "Hepsi bitiyor" dedi. Baskısını dayatmalı bir şekilde öne sürerek, yanımdaki sandalyeyi çekip oturduğunda güçlükle kaşığı kavradım. Evde dönen muhabbet, hiçbir şekilde cazip gelmiyordu. Gerçi ne konuştuklarını duyduğum halde algılarım seçim yapmakta zorlanıyordu. Derince bir solukla çorbayı bitirdiğim de bulunduğum ortamdan kalkarak odama gitmek için izin istedim. Yorgunluktan titreyen bedenimi güçlükle odama attım. Uykunun tutmadığı uzandığım da sızlayan bedenim ile birkaç saat boş tavana bakarak öylece durdum. Uyku için geldiğim oda da, uyuyamıyorum. Yataktan doğrularak, pencereye doğru ilerleyip, duraksadım. Bakışlarım boşça dışarıda dolandı. Dakikalar, saatler geçti belki de, yine de bulunduğum andan bir an öteye gidemiyordum. Geçen vakte rağmen göğsüme sarılan acı kaburgalarım da dolaşıyordu.

" Sen daha uyumadın mı?" Duyduğum ses ile pencereden bakışlarımı kapıya doğru çevirdiğim de tebessümle gülümseyen annem ile buluşmuştu. Olumsuz anlamda başımı salladığım da "Hım" diyerek odaya girmişti. Kapıyı örterek yatağın üzerine oturdu. "Gel " dedi. Dizlerinin üzerine iki kere dokunarak işaret etmişti.

"Ben uyuturum küçüğümü" diyerek dizlerini tekrar işaret ederek gülümseyerek kucak açmıştı. Yerimden doğrularak yatağa doğru ilerleyip, yatağa oturdum. Dizlerimin üzerinde adımlayarak, usulca ortaya doğru yer alarak dizlerinin üzerine başımı bıraktım. Saçlarımı okşayarak elini gezdirirken, küçüklükten gelen izlerin tılsımlı ile gülümsemiştim. Annem sessizce saçlarıma okşar iken dizine doğru daha  da yayılarak derince soludum. Yavuzun özlemi burun deliklerimi sızlatmıştı.

Bedenim örülüyor düğümler. Ruhuma, işliyor acıdan dertler. Ne yana dönsem, kıymık batar oldu. İşlediğimiz sabrın demiri, pas tutmuştu. Acımıza, derdimize, muhabbetimize...

Bizim ki, sessizliğimiz de boğulmaktı. Kendine, kendimize acı çektirmekdi. Belki de, daha fazlası. Gerekli, gereksiz konuşulacak ne varsa konuşmayarak, bitirmiştik. Aslında biz konuşmak için çaba da sarf etmiyorduk. Çığlıklarımızı, sessizliğimizle ötelemiştik... Bizim ki, acının tutsaklığına sağır olmaktı.

Annemin dizleri arasında saçımı okşamasın da ki hissiyatla huzuru tatmıştım. Histerik bir ağlama güdüsü ise göz kapaklarımı ziyaret etmişti. Titrekçe dudaklarımdan  yalpanarak yol almıştı.  "Anne" diyerek ağlamamak için dudaklarımı birbirine bastırdım. Titremeden zor da olsa kelimeler süzülmüştü.

"Efendim bal kızım" Saçlarımın arasında elleri şefkat ile gezdirirken gülümseyerek yüzümde bakışları dolaşmıştı.

"Saçlarımı okşarken, nasıl hissediyorsun? Yani bir anne, evladının saçını okşadığında, nasıl bir hisse sahip oluyor. Ben..." diyerek acıyla yutkumdum. Çatallaşan sesim de bakışlarımı beni izleyen anneme çevirdim. Yüzünde koca bir gülümseme vardı, huzur timsali.

"Şükür, huzur. Seni her gördüğümde, şükür ve huzur kapısını araladığımı hissediyorum. Şükrüm, hayırlı bir evlat olman.
Huzurum, rabbimin bana böyle güzel bir evlat hediye etmesi."

Güçlükle araladığım dudaklarım, defalarca yutkunma isteği ile eyleme geçmişti. Yutkunarak, soludum. Bir yerde tamiri olmayan bir göçük olmuştu. Altında  umutlarımız, hayallerim tutsak kalmıştı.

"Güzel bir duygu. Tatmaya bu kadar yakın iken" koca bir damla süzülerek sesime katılmıştı hıçkırığım. Acıyordu işte. sükunet dedikçe bir yerler sızlıyordu.  " Ne yazık ki tadamadım" dedim.

" Geçmiş zamanların birinde bağlarıyla ünlü Suriye topraklarında Eyüp adında zengin ve iyi ahlaklı biri yaşardı." Annemin sözleri ile göz yaşlarımı iteleyerek anneme baktığımda yüzünde eksilmeyen tebessümle dinlememi istediğinin imasın da bulunmuştu. İç çekerek anlatacağı kıssaya odaklandım.

"'Para insanı saptırır derler ya onunkisi öyle değildi. Malı gün geçtikçe çoğalıyor o da gün geçtikçe daha çok hayırsever biri oluyordu. Malın mülkün Allah vergisi olduğunu onların bir gün hesabını vereceğini aklından çıkarmaz dilinden şükrünü malından sadakasını eksik etmezdi.Bir insan hem varlıklı hem ahlaklı olunca onu çekemeyenler de elbette olacaktı...

Bazıları şöyle diyordu:
"İnsan bu kadar varlıklı olduktan sonra elbette herkese dağıtır... Malı nasıl olsa çok..! Dağıt dağıt bitmez ki...! Bu kadar refah içinde olan biri tabi ki iyi ahlaklı olur; ona sataşan yok çatışan yok... Herkes ona nasıl olsa saygılı davranıyor...

"Oysa Allah kulu Eyüp'ün samimiyetini ve Hakk'a bağlılığını biliyordu. Bunu diğer insanlara da göstermek istedi. Hem böylece Eyüp gelmiş geçmiş herkese sabrın simgesi olacaktı.Hz. Eyüp'ün tıkır tıkır giden işleri ilk kez hayvanlarının peş peşe hastalanmaya başlamasıyla bozuldu. Kısa süre içinde koca sürüden bir tek sıska inek bir tek kara keçi kalmadı; hepsi telef oldu. İnsanlar Eyüp'ün bu duruma ne diyeceğini merak ediyor; ağzını yoklayarak:

"Nedir bu başına gelenler...!" diyor ah vah ediyorlardı. Eyüp peygamber yüksek ahlakından ödün vermeksizin:

"Allah verdi; Allah aldı; her şey O'nun değil mi?" diyordu.Bu sözleri ve hareketi karşısında şeytan perişan olup,geri gitti. Eyüp Peygamber hayvanlarını kaybetti ama sabrını ve anetini kaybetmedi.Belalar geldiğinde aile ve akrabalarıyla gelirmiş...!

Eyüp Peygamber bir gün dışarıda işleriyle meşgul iken acı bir haber aldı. Ani bir sarsıntıyla evleri yıkılmış, tüm çocukları göçük altında kalmıştı. Yıkıntıdan sağ kurtulan yalnızca karısıydı. Hz. Eyüp'ün gözleri evlat acısından kanlı yaşlarla doldu. Ama 'sabır' dedi.

Hoca şekline giren şeytan feryâd ve figân ederek Eyyûb aleyhisselâmın yanına geldi;

"Ey Eyyûb!Allahü teâlâ evini zelzele ile yıktı.Çocukların öldü.Her biri parça parça oldular." dedi.Çocuklarına olan şefkatından dolayı gözlerinden yaşlar gelen Eyyûb aleyhisselâm sabır ve tevekkül ederek, Allahü teâlâya teslimiyetini bildirdi.Şeytana da:

"Ey mel'ûn!Sen İblissin.Beni Rabbime isyana teşvik etmek istiyorsun.Şunu bil ki,evladım bir emanet idi.Rabbime niçin inciniyim.Rabbime hamd ederim." buyurdu

"Eyüp Peygamber çocuklarını kaybetti ama sabrını ve anetini kaybetmedi"

Belalar henüz bitmemişti. Hz. Eyüp'ün vücudunda yaralar çıkmaya başladı. Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gün geçtikçe şiddetlendi. Akrabaları,komşuları ve başkaları yanına uğramaz oldu.Yalnız hanımı Rahîme Hatûn onu terk etmedi.Ona hizmetine devam edip,ihtiyaç için neyi varsa sarf etti.Hazret-i Eyyûb bu halinde de şikâyet ve feryâdda bulunmayıp,hamd etti ve sabır gösterdi.

Bu defa şeytan Eyyûb aleyhisselâmın bulunduğu şehir halkına vesvese vererek;
" Onun hastalığı size geçer,onu şehrinizden çıkarın." dedi.

Şehir halkı Eyyûb aleyhisselâmı ve hanımı Rahîme'yi şehirden dışarı çıkardılar.Rahîme Hâtun şehrin dışında bir yerde hazret-i Eyyûb'a hizmete devam etti.Hazret-i Eyyûb,yedi yıl dert ve bela içinde kaldı.Hâlinden hiç şikâyet etmedi.Şeytan,bu defa insan suretinde Rahîme Hâtunun karşısına çıkıp onu Eyyûb aleyhisselâmın hizmetinden alıkoymaya çalıştı.Ona;

" Kendine yazık ediyorsun.Hastalığı sana geçer." dedi.Rahîme Hâtun ise,şeytana;

" Onun üzerimdeki hakkı çoktur,ödeyemem.Nîmet ve rahat vaktinde onunla yaşadım.Bu hastalık hâlinde onu bırakamam." dedi.Dönüşte,onları hazret-i Eyyûb'a anlattı.Eyyûb aleyhisselâm da onun iblîs yani şeytan olduğunu ve onun vesvesesinden sakınmasını söyledi.Şeytan daha sonra da Rahîme Hâtunun karşısına çıkarak,vesvese vermeye çalıştıysa da aldırış etmedi.Hazret-i Eyyûb'un hastalığı gittikçe şiddetlendi.Onun bu hâli beden,kalp ve lisanıyla yaptığı kulluk ve peygamberlik vazifelerini iyice zorlaştırdı.O zaman Allahü teâlâya duâ ve niyazda bulundu:

" Bana gerçekten hastalık isabet etti.Sen merhamet edenlerin en merhametlisisin." dedi.Allahü teâlâ onun duâ ve niyâzını kabûl etti.Birgün Eyyûb aleyhisselâmın hanımı Rahîme Hâtun yiyecek aramaya çıkmıştı.İkindi vakti Allahü teâlânın lütuf ve müjdesi ulaştı.Cebrâil aleyhisselâm gelerek Allahü teâlâdan;

Ey Eyyûb!Belâ verdim sabrettin.Şimdi ben sihhat ve nîmet vereceğim." haberini getirdi.Allahü teâlâ;"(Ey Eyyûb!) Ayağını yere vur.Çıkan sudan gusleyle ve soğuğundan iç." (Sâd sûresi:42) buyurdu.

Bu emr-i ilâhî üzerine Eyyûb aleyhisselâm ayağını yere vurdu.Biri sıcak,biri soğuk, iki pınar fışkırdı.Sıcak sudan gusl edince bedenindeki,soğuk sudan içince içindeki hastalıklardan kurtuldu ve sıhhate kavuştu.Kuvveti geri geldi.Taze bir genç oldu.Elinden alınmış olan mallarını Allahü teâlâ geri iâde etti.Çok sayıda evlâd ihsân etti veya bir rivâyette ölmüş olan oğullarını diriltti.Yüz çeviren dostları kendisine muhabbetle yöneldiler.Eyyûb aleyhisselâmın hastalığı afiyet haline dönüşünce,o gece seher vaktinde bir âh eyledi.Sebebini sorduklarında;

" Her gece seher vaktinde diye ses duyardım. Şimdi o vakit geldi; sesini duyamadım. Onun için ağlıyorum." buyurdu.Eyyûb aleyhisselâm ömrünün sonunda en olgun evladı olan Havmel'i vâsi tâyin etti.Tehiz ve tekfin işlerini ona ısmarladı.Yüzkırk sene ömür sürdükten sonra vefât etti. "

Saçlarım da dolanan elleri buğulanan gözlerimle kesiştiğinde şefkat ile gülümseyerek,

"Allah en sevdiği kulu Hz.Muhammed'i (s.a.s) evlat acısıyla sınadı. Hz. Yakup yıllarca oğlunun kanlı gömleğiyle avundu. Allah sevdiği kullara büyük imtihanlar ile sınar. Nitekim ki kul; hidayete kapı açar. Yakutta acı şerbetine batar. Her ıstırabın sonu mükafatdır. Hüzün kederi aşındırır. Acına merhem ise sabırdır güzel kızım."

Alnıma busesini kondururken, yüzünde samimi gülümsemesi yerini almıştı. Acı ile gülümseyerek, hafifçe başımı kaldırdığımda "Bu da geçecek değil mi?" diyerek teskin aradım.

"Geçecekti. Belki tamamen değil ama, bu da geçecekti." Şefkatle dolandığı parmakları arasında nefsime kemer vurarak, şükür ettim. Gözlerim, bedenim, ruhum bütün yorgunluğu annemin şefkatli parmakları arasında huzura ruhaniyet sağlar iken, halen şükretmem gereken ne çok sebep olduğunu anladım. Acıma yoğunluk, güzellikleri perdelemek gibiydi. Gözlerimi tamamen kapattığımda, kesit kesit şahit olduğum rüyalar diyarında toprak kazarak korku ile ağlıyordum. Yerden hızla doğrulduğunda kan, ter içerisinde derin nefesler etrafıma bakındım,

Gördüklerimin kesik kesik birleşimleri ile soğuk bakışlarla ellerimi yüzümde gezdirerek derin derin soludum.

"Yarabbi nasıl bir rüyaydı bu" sol tarafıma 3 kere tükürerek yerimden doğrulup pencereye doğru ilerledim. Oksijensiz kalmışcasına hırıltı ile nefes alan solunumu desteklemek adına kafamı pencereden dışarı çıkarak, derince soludum. Sabahın titreten rüzgarı bedenimi okşarken kendime gelene kadar derin derin soludum. Gözlerimi kapatarak kendimi rahatlatarak, semadan yükselen sesle ezanın bitimine kadar pencere de rüzgara teslim olarak bekledim. Biten ezanla ezan duasını mırıldanarak safsak adımlarla lavaboya doğru ilerledim. Bedenime değen abdestin teslimiyeli ile semaya kaldırdım ellerimi.

..........
Güçlükle araladığım, gözlerimi tavana sabitledim. Sağ tarafındaki komedine uzanarak üstündeki saate baktığımda, 12 gösteriyordu. Günün yarısını uyuyarak geçmişti. Bütün günün ağırlığı üzerime yük gibi binmişti. Müslümana bu kadar uyumak yakışır mıydı?

Yerimden doğrularak çalan telefonuma uzandım. Arayan annemdi. Kısaca iyi olduğumun eminliğini sunarak, konuşmayı kısa keserken, lohusalı olduğumu söyleyerek, dikkat etmem gerektiğini daha çabuk soğuk alacağım gibi bin bir çeşit uyarı da bulunmuştu. Telefonu kapattığın da tamamen yataktan kalktım. Savsak adımlarla lavaboya yöneldim. Gerekli işelemlerimi hallettikten sonra yatağımı toplayıp, alt kata indim. Ev oldukça sessizdi. Dün akşam annemleri gerekli olmadığı için eve yollamıştım. Acıyan gözleri üzerimde istemiyordum, artık. Üstelik iyiyidim.

Yavuz ise beni bıraktığı zaman diliminden sonra eve uğramamıştı. Bu akşam için eve, gelemeyeceğini, kısaca konuşması gerekeni söylemesi ile telefonu kapatmıştı. Gündüzleri yoğun olduğunu bildiğim için arayarak rahatsız etmek istememiştim.

Mutfağa geçerek sürahiye uzandım. Midem çekmiyordu bir şeyler yemek. Bu yüzden su içerek mutfaktan çıktım. Ev oldukça düzenli olmuş olsa da süpürgeyi alarak en üst odalardan başladım. Bütün halıları süpürüp, halıları kaldırdım. Koltukları çekip süpürgenin ulaşamadığı yerleri temiz olmasına rağmen süpürgeyle geçtim. Üst odalara geçip süpürme işlemim bitmesiyle kovayla içeri girip en alt katta odaların camlarını sildim. Üst katları silmeye ne yazık ki yüreğim razı değildi. Yükseklik fobisi olan biriydim. Etraftaki toz alma işlevim bitimiyle, bu seferde başka bir kovayla yerleri silerek açıkta kalan yerleri kuruyana kadar kovadaki suyu değiştirip, merdivenlere yöneldim. Basamakları silme işlevinden sonra tırabzanları silerek kuruladım. Kovaları üst kattaki lavaboya çıkarıp birde  çamaşır suyuna batırdım. Fayansları cifleyip kapı oymaları temilerken, kapıları silmediğim aklıma gelmişti. Bir kova daha hazırlayıp, kapıları silmek için yöneldim. Kapıları oymalarını temizlerken daraldığımı hissederek gelişi güzel halledip, bütün kapılarla işlemim bittiğinde kapı silerken ki akıttığım sular zeminde su lekesi yapmıştı. Sinirle soluduğum nefes sitemle havaya karışırken yeni bir kovayla evi baştan sona tektar sildim. Kuruyan zemine, halıları yerine serip koltukları çektim. Yerimden doğrulduğumda bütün kemiklerimin sızladığını, su gibi olduğumu olduğumda kısa bir duş almanın huzuruyla banyodan çıktığında saat 9' du. Yavuzu merak ederek aramak için telefona uzandığımda mesaj kutusuna gelen mesaja tıkladım. Yavuzdan gelmişti.

"Toplantım uzadı. Yiğit bey gitmeden önce son kontrolleri yapıyoruz. Geç kalabilirim. Beni bekleme, sen uyu"

Hiç bir ifadenin yeri yoktu, tavrında. Derince soluyarak telefonu yatağın üzerine atıp ıslak saçlarımı gelişi güzel bağlayarak odadan çıktım. Mutfağa adımlarımı yönlendirerek buzdolabını açıp uzun uzun baktım. Neye baktığımı, niye baktığımı, niçin dolabı açtığımın, bilinmezliği ile dakikalarca dolapta dolanan bakışlarımı soğuk suya şişesini alarak dolabı kapadım. Dolaptan bardak çıkarıp, şişedeki suyu bardağa aktarıp sandalyeyi çekip oturdum. Susuz kalmış bedevi misali suyu bir dikişte içerken, ikinci bardağı doldurarak yanan yüreğimi serinletmek güdüsüyle dikledim. Boşalan bardağı iteleyerek mutfaktan çıktım. Odamdan aldığım yorgan ve yastıkla tekrardan, oturma odasına geçtim. Kumandayı sehpanın üzerinden alarak kendimi koltuğa bıraktığımda, birbirine batan kemiklerim anlık bir sızlaması misafir etmişti. Koltuğa daha da yayılıp kumdayı kavradım. Televizyonu açıp dalgın dalgın kanallarda dolandım. Eğlence programında yapılan şakalara, boş bakışlarla karşılık verirken, yorganın uçlarını kavrayarak boynuma kadar örttüm. Gözlerime çöken ağırlık ile gözlerimi kapattım.

...
Tenime değen soğuk ellerin, arasında rahatsız olarak yerimden kıpraştım.
Boynumdan aşağı akıp giden ter, bedenimi soğuktan üşütürken dudaklarımı yakarak çıkan nefesim, yanan boğazımla güçlükle yutkundum. Gözlerimi güçlükle araladığımda Yavuz'u görmüştüm.

" Yanıyorsun" Diyerek öfke arasın da savurduğu küfür ile alnımı elli tekrardan dokunmuştu.

"Yavuz" diyerek acıyan boğazımdan aşağı hissettiğim iğrenç tatla, yutkundum.

"Buradayım güzelim" Kolları arasında yükseldiğim de, ne olduğunu, ne yaptığını anlamanın yanın da her şeyi boş verip, dudakları arasından dökülen iki kelimenim huzurunda mutluluğa çekilmiştim. Nefesim kesikleşmiş, ruhum susuz kalmış bedevi misali, Yavuzun kolları arasına sığınmıştım.

"Buradayım, güzelim" hangi kelimesine tutup sarılayım ki. Onsuz geçen zaman öyle bir yakmıştı, acı dolu matemimi. Ruhumun sevgiye aç olan bütün odaları tek tek kendini sunmuştu. Muhtaç kalınmış öksüz kalan, sevgiye.

Bacaklarımın altında duran elleri hakimiyeti altına alırken göğsüne doğru bastırdı, bedenimi. Tenimi okşayan nefesi ile güvenli kolları arasında gözlerimi kıpırdaştırıp, keskin cehresini karşılayan bakışlarımın huzuru ile varlığını hissederek gözlerimi kapattığımda,  ''Nereye gidiyoruz" diyerek sayıklayarak kısıldı, gözlerim. Yavuz, yorgun bakışları arasında telaş ile
" Hastaneye " dedi.

Kesin net ve sadece yardım edebilmek için çabalayan tınısı ile oyalanırken içerlenmiştim. Hastalığın en kötü yanı daha fazla hassasiyet barınması, daha fazla ilgi ve daha fazla sevilmek.

"Hayır, istemiyorum. Gitmeyelim " küçük çocuk gibi ağlayarak, mızmızlandım. En büyük ilacının kendisi olduğunu bildiğim, bildiği halde ne yazık ki dile getirememiştim. Kolları arasından ayrılsam donacakmış gibi hissediyordum. Terden alnıma yapışan saçları Yavuzun göğsüne doğru sürtünerek gözlerimin önünden çekerken, şuan bu tavrımdan dolayı tiksinmiş olma ihtimalini bile umursamamış, sebepsizce Yavuz'a doğru daha fazla çekilmek istiyordum. Bu yaptığım, ruhumun aç olan enkazını doyurmaktı belki de. Eksik olan boşluklara izlerimi bırakmaktı..

" Ateşin var Esra" sinirle söylenirken keskince konuşmasıyla göğsüne doğru sokularak. " Sen iyileştirirsin beni" iç çekerek başımı sert bedenine yasladım.

" Esra" boştu, hissizlik, kırıktı, bir sesleniş ne çok ifade dizelenmişti. Kıpraştırarak açtığım gözlerimin Adem elması ile açılışı yaparken acıyan boğazıma inat, yutkundum,

" Daha öncede iyileştirdirdin, "diyerek üzerimdeki yorganı çekerek Yavuzun boynuna doğru gömdüm başımı. Derince soluyarak inip kalkan nefesi, pes ederek hareket ettiğinde, merdivenlere yöneldiğini anlayarak kedi gibi Yavuzun kolları arasında mayıştım . Yatağımıza yatırdığın da odamıza çıktığımızı güçte olsa anlamıştım. Yorganı üzerime çekerken "Üşüyorum " Sayıklayarak gözlerimi sımsıkı yumdum. Üzerimden çekilen yorganla titreyen dişlerimi birbirine bastırıp " Yavuz üşüyorum" dedim.

"Yanıyorsun Esra, duş alman lazım"

"Ben aldım" dedim huysuzca gözlerimi araladım. Yorganı tutup, çektiğimde gerisin geri üzerimden çekilen yorganla ağlayarak acıyan boğazımı zorlayan acıya rağmen "Yavuz çok üşüyorum"

Hafifçe doğrularak yorganı ayak uçlarımdan çektiğim de, Yavuz da bir tarafından tutarak
"Duş aldıktan sonra yorganı örtmen için izin vereceğim" dedi.

"İstemiyorum" gözünden aşağı süzülen yaş yakarak süzülürken Yavuz'a baktım. Bıkkınca nefes verip, "Ateşinin düşmesi lazım. İnat edersen hastaneye gideceğiz" diyerek keskince konuştuğunda yorganı kavradığım ellerim serbest bıraktım. Söylediklerin de ne kadar gerçekçi olduğunu daha öncelerde şahit olmuştum. Bitkin bir bakışla, Yavuzun gözlerinin içine baktım."Tamam" dedikten sonra bezgin bir edayla iç çektim. Sistemdi. Şuan için istediğim tek şey, sarılmaktı. Bunu anlamıyor olmasının sitemi ile yüzüm düşmüş, bakışlarımı kaçırmıştım.

Yataktan doğrularak Yavuzun yardımı ile yataktan kalmıştım. Safsak adımlarla lavaboya yöneldiğimde ardımda takip etmişti. Sessizce lavaboya girdim. Yavuz benden önce davranıp musluğu açıp suyu ayarladığında sesizce yaslandığım duvar dibinde öylece Yavuz'u izliyordum. Şu 4 günde konuştuğumu en uzun diyologtu.

" Hadi Esra" diyerek keskin bir bakış ile yüzüme baktığında sessizce duvar dibinde Yavuz'a bakmakla yetinmiştim. Kendimde hareket edebilecek gücü ve iradeyi bulamamıştım. Sabırla soluduğu nefesi titreyen bedenime değerken gözlerini saniyelik süreçte açıp  kapamıştı. Hareket etmeyeceğini anlayarak bileğimi kavrayarak duşa kabine zorla itelemişti. Hiç bir şey söylemeden sadece Yavuz'a baktım.

Baktı, baktım. Yutkundum, soluklandım. Suskunluğumuz, sessizliğimizde boguldu, adeta. Yavuzun bakışları tutan bileklerime yöneldiğin de yavaşca alnıma değdirdiğin de sinirle,
" Yanıyorsun, inadına sı**yım senin" dedi. Mırıldanarak saniyelik süreçte musluğu üzerime tutması ile çığlıklarım yankılandı.

" Çok soğuk" diyerek çırpınırken Yavuz ellerimi kavrayarak çırpınışlarımı engellerken soğuk su yüzünden titreyerek suyu üzerime gelmemesi içinde boşça bir çaba içirisin de idim. Musluğu kapatmasıyla ıslak kıyafetlerimle sudan çıkmış balığa dönmüştüm. Omuzlarıma geçirdiği havluyu kavrayarak ıslak saçlarımı yüzüme yapışmış, görme alanımı kısıtlarken, sadece Yavuz'a bakıyordum. Seri hareketlerle lavabodan çıkıp, kıyafetleri ile geldiğinde sepetin üzerine bıraktı.

" Bunları giy" Az önce ki koyduğu kıyafetleri gösterdiğide hareketsizce Yavuza baktım.

"Benim giydirme mi istersin?" kurnazca gülümsediğinde, saniyeler, zamanlar durmuştu. Günler sonra gamzesini sunmuştu, yitip giden gülüşlerimize. Belki kurnazcaydı. Ne fark eder ki, onca zaman sonra, o gülümsemenin benim için neler kattığı istinasız huzurdu vesselam.

Güçlükle "Giyebilirim "dedim.

"Pekala " dedi. Elini hafifçe alnıma deydirdiğinde, saçlarımı kulaklarımın arkasına iteledi. Ensemden nazikçe kavrayarak bir adım atması ile kendine çekmişti. Huzur kokan dudaklarını alnımın üzerine yerleştirdi. Saniyelik hareketi ve eylemi bütün bedenime soğuk bir su dalgası oluştururken kocaman yutkunup, nefesimi tutmuştum. Lavabodan çıktığında ise kursagıma dolanan mutluluğu nefesimle havaya dağıtmıştım. Hastalığın ve ıslaklığın getirdiği titreme olmasa idi uzun zaman sonra bahşeylediği busenin hülyasıyla, saatlerce kıvranırdım.

Derin bir nefes daha heyecan ile dudaklarından dağılırken üzerimden kıyafetlerimi hızla çıkarıp Yavuzun getirdiklerini üzerime geçirdim. Hızla lavabodan çıkıp yatağa yöneldiğimde kolumdan tutan Yavuza baygınca baktım. Gözlerimde acelesizce dolanan bakışları daha sonra kaşlarını oynatarak saçlarımı işaret etti.

" Saçlarını kurutalım " Yatağa oturtması ile baddaniyeyi omuzlarıma geçirerek yanıma oturdu. Tepkisizce Yavuza bakıyordum.

Eline aldığı orta boyutlarda ki krem renkli havluyu saç diplerime geçirerek hafif hafif kuruladığı da, bir saniye bile gözlerime ayırmadan Yavuz'a bakıyordum. İkimizde sessizliğe esir olurken konuşulacak konularımızı saklıyor gibiydik. Usulca saçlarımı okşayarak kurularken yeni doğmuş bir bebeği kundaklaması gibiydi. İncitmeden, yormadan ve oldukça ciddi bir endam ile saçlarımı kuruladığında gözlerime deydi gözleri. Baktı baktım. Sorgusuz sualsiz...
Yaptığı her bir ince davranış, Yavuz'a saatlerce bakma güdüsünü katarken güzel bir adam olduğunu ve sevmek için birden fazla sebep itelemeseydi. Bunun için bir çok örnek vardı. Kabaydı lakin, ince bir figüre de sayipdi. Koca bir taşı yarıp içersinden çıkan, cılız gelincik çiçeği misali.  Gelincik çiçeğinin bilinmeyen diğer isminin hüzün olması gibi. Yarınlarının olmaması. Belki de bizi temsil edendi, gelincik çiçeği...

Saç uclarıma değdirdiği havluyu öyle usta, kıvrak bir o kadar da nazik hareketler ile yapıyordu ki sanki dünyanın en önemli işini yaptığının tavrı ile ortaya sunuyordu.  İnce fikirlerini seviyordum. Bakışını, dokunuşunu,  her şeyiyle özel olmasını. Hissetirdiklerini, tenime değen nefesi... Bir çok eyleme, tavra anlam kazandırmasını... Bu haline istemsizce tebessüm etmiştim.  Mayışık bakışlarmın ardında mırıldanarak

"Ne güzelsin, be adam. Ruhum, ruhuna vurgun..."

Söylediğim sözlerin etkisi altında öyle afallamıştı ki, önce bakışları bakışlarımın üzerinde durakladı. Yüzünde saniyelik kavramda, adlandıramadığım ifadesi, saçlarımın arasında hareket eden eli ile duraksamıştı. Saniyelik bakışmamızın ardın da bakışlarını kaçırarak havluyu yavaşca indirdi. Bu da büyük bir yıkımdı.

"Yavuz"dedim yutkunarak, seslenişim üzerine bakışları deymişti, gözlerime. Derinden soluduğum hava acıyla yakmıştı. "Kaçırma benden bakışlarını. Uzak kalmasın gözlerin bana. Derdime, derdimize en iyi ilaçken, sakınma benden bakışlarını"

Göz bebekleri hissizce yerini bulurken, bir şeyler aradım. Bulmak zor olmasa da dudaklarımdan dökülmesi zincirin dilime dolanması kadar canımı yakmıştı. Bazen kelimeler daha çok yakardı, zehirlerdi. Çıkmaza itelerdi.

"Burası acıyor, biliyorum" diyerek kalbinin üzerine dokundum. "Hemde çok. Acın, acıma yarenken, sakınma benden bakışlarını. Acımıza ancak biz, nefes oluruz"

İrisleri koca halkalar olarak koyulaşırken, derinden soluyarak, nefesinin tenime bulaşmasını sağlamıştı. Suskunluğu en büyük uzaklaşmasıydı. Yine ve yine susmuş bakışlarını gözlerimin içerinde çıkış bulamayan kafeste ki güvercin misali, çaresizce dolanmıştı. Suskundu, hiç bir şey dememiş olsa bile, bakışları ile bir çok cümlenin kimliksizliğine, kimlik katmıştı.

Eli havalanarak alnıma deydiğinde " Düşmüş gibi" kararsız bir şekilde diğer elini kendi alnına koyduğunda aramızdaki sıcaklık değerini ölçmeye çalışıyordu. Bu kadar ince ayrıntıyı bile düşünürken nasıl yanmasın yüreğine, yüreğim.

"Tam düşmemiş ama, korkulacak gibi de değil" diyerek kendiyle konuşur bir tavır içinde söylenmişti.

Yataktan kalkmasıyla karşımda durdu. Sağ elini tutmam için uzattı. Elimi, kemikli ve zarif elinin arasında bıraktım. Sıcaklığını hissettiğimde, yüzümde tebessüm yayılmıştı. Yavaşca yerimden doğrulmam ile yatağı araladığında uzanmam içim teşvik etmişti. Komut almışcasına Yavuz söylemeden dediklerini bir bakışla anlayarak yatağa uzandım. Yorganı üzerime çektiğinde sımsıkı tutup kulaklarıma kadar kapattım, yorganı.

"Çok mu üşüyor?" eğilerek söylediği sözler üzerine gözlerimi güçle araladım" Evet," hastalığın getirdiği titrek bir sesle düdük, yutmuş  bir sese sahiplik ediyordum.

" Uyu sen" diyerek alnımda ki saçları geriye iteleyerek alnıma küçük bir buse kondurduğun da gözlerimi tamamen kapattım.

...
"Esra güzelim hadi kalk " Dürtülen bedenimle gözlerimi güçlükle açarak karşımda durgun bir şekilde ve oldukça yorgun bakan Yavuz ile gözlerimi tamamen açtım. " Yavuz"

"Bir şeyler yemen gerekiyor " kolumdan tutarak doğrulduğum da şaşkın bakışlar ile Yavuz'a bakıyordum. Her yanım ağrıyor, gözlerim acıyordu. Önüme koyduğu çorba ile Yavuz'a baktım." Mutfakta yiyebilirdim"

"Bu halinle mutfağa nasıl inecektin." Diyerek karşımda dikeldiğinde tepsiyi elime alarak komedinin üzerine bıraktım. Çatılmış kaşlarını üzerime sunduğunda yorganı iteledim.

" Yatarak yemek yememi bekleme. Nimete saygısızlık yapmak istemem. Yiyemeyecek kadar da kötü değilim. Üstelik uyuyacağım yerde yemek yemem. Ne olur, ne olmaz. Gece, hoplatırlar"

"Kim hoplatıyor" derken çatılan bakışları anlamsız bir hal alırken güçlükle yerimden kalkıp tepsiyi alıp çapraz köşede duran koltuğa oturdum.

" 3 harfliler 6 harfliler" diyerek kırılgan bir şekilde kaşığı kavradığımda dişlerim birbirine değiyordu. Halen üşüdüğüm ise bir istisnaydı.

" 3 harfli 6 harfli" anlamaz bakışlar ile yüzüme bakarken, omuzlarıma yorganı bırakmasıyla, gülümsedim.

"Cin, şeytan" kısık bir sesle söyledim. Yavuz da sadece "Anladım" diyerek gözlerini yumdu. Odadan çıkmasının üzerinden birkaç dakika sonra su ve küçük bir poşetle geri geldi. Önümde ki kasedeki çorbayı bitirip yaklaşan Yavuza deydi bakışlarım.

" Şimdi ilaçlarını iç" diyerek elime bıraktığı ilacı dudaklarıma yerleştirerek acı ile yutkunup su ile tadı bastırmak istedim. Önümdeki tepsinin alması ile kalkmama yardımcı olurken "Şimdi biraz uyu ilaçlar, biraz terletecek. O zaman biraz daha toparlanırsın" diyerek odadan çıktığında yastığıma gömülerek üşüyen bedenimi ısıtmak niyetiyle dizlerini birbirine sürttüm. Alnımı yoklayan eller açılmayan gözlerimi uyuyor olarak gösterse de, uyumuyordum.

" Ateşin halen düşmemiş. Hastaneye gidelim" gözlerimi açmaya çalışırken "Hayır ben iyiyim" diyerek başımda bekleyen Yavuz'a küçük bir bakış attım.

" Ateşin" dedi. Sabırla iç çekerek tekrardan parmakları alnımı yokladı.

"Elbette geçecek. Hem daha yeni ilaç aldım. Birazdan etkisi gösterir"

"Geçmezse"

"Gerek kalmayacak. Birazdan iyileşirim, bana çok iyi baktın" Güçlükle gülümsediğimde karanlık odada dış lambanın süzülen loş ışığı Yavuz'u gece rengini katerken Yavuz ağır adımlarla yatağın karşındaki pencereye doğru ilerleyerek duvar dibine çöktü.

" Bu konuda sana yardımım dokundu" yorgun ve bezgin sözleri ile bakışlarım ağırca Yavuz'a tırmandı.

" Onca acıyı sana yaşattıktan sonra tek yardımım bu oldu." Dizlerinin birini kendine çekerken, elini üzerine koyarak başını duvara yaslayıp havaya doğru kaldırdığında gözlerini kapattı.

"Kendinden bir hiç' mişsin gibi bahsetme"

'Öyleyim" keskin bir sesle noktalamıştı, sözlerini. "Acıdan başka ne verdim ki. Lanetli bir pi*ten başka ne gibi bir faydam oldu. Benim sana verdiğim tek şey acı"

" Böyle söyleme. Buralara kadar seninle tırmandık. Biz dişimizi tırnağımıza katarak yük binmesine rağmen tırmandık. Şimdi böyle söyleyerek, umutlarımızı yokuş aşağı yuvarlama"

" Biz değil, sen tırmandın. Ben anca sırtına bindiğim bir, yüküm"

"Yavuz" dedim. Titrekçe sayıklamıştım. Kendisini işe yaramaz gibi görmesi ve bunu hissettirmesi, kalbime keskin, bir acı saplanmıştı. "Böyle söyleme" dedim. Güçlükle aralanan bakışlarım, bedenimde ki sıcak dalga ile gözlerime vurmuştu. Damla damla süzülen yaşlar, içimde ki ateşin yansıtması misali değdiği yeri ısıtıyordu.

"Ne söylemem gerekiyordu. Esra çok fazla söylenmesi gereken söz arasında sadece gerçekleri itiraf ediyorum. Geç kalınmış, gerçekler. Biz bu gemide dik tutan sadece sendin. Acıyı sırtlanan, dik duran, sadece sendin. Şimdi yüklerden hafisleme vakti. Ödemem gereken bir borcum var. Sonra..."

" Ne borcu! sonra ne olacak" diyerek yırtılan boğazımla sayıkladığımda alnıma değen eller arasında küçük bir buse emanet etti. Bunca acının hediyesi miydi, ardın da bırakacağı zulmün tesellisi miydi?

"Sonra güzelim. Sonraların bitmesine az bir zaman. Belki de olmazlarımıza artık kapatmaya az kaldı. Borç defterini kapatıp temiz bir sayfa ardımda bırakacağım." Tenimi okşayan ellerin sihirli bir tılsım misali etkisi altına alırken tenimi okşayan nefesin soğukluğu, ateşler içerisinde yanan bedenime çarparak gücünü hissettirmişti.

"Nefesin, nefesim" Dudaklarımın üzerinde hissettiğim huzur ile gözlerimi kapatırken bir sesin, bu denli acı vereceğini bilememiştim. Dünyaya ölmek için geldimizin vurgusu. Yaşamak, sevmek, öpmek ve ölmek için ki yazgıya şahit olmuştum. Yaşamak ve ölmek.

"Gece yıldızları özgürlüğüne kavuşacak"

Duyduğum sözlerin etkisi ile "Yavuz" diyerek gözlerimi açtığımda ter içinde yataktan doğrulmuştum. Gördüğüm rüya mıydı, gerçek miydi? Ayırt edemeyecek bir çember içerisinde idim. Merak ettiğim kişinin heyecanı ile gözlerim etrafı taradığın da Yavuz'u görememiştim. Nasıl bir kavramın içeresinde yer aldığımı alğılayamamış. Dökülen bedenim ağrıyan kemiklerim ile boynumu kütleterek, soluklandım.

"Gece yıldızları özgürlüğüne kavuşacak"

Neydi bu duyduğum ses? Rüya olmayacak kadar gerçeklik barındıran sözlerin acısı kadar, tenimi okşayan nefesin sıcaklığı iliklerime dahi işlemişti.

"Gece yıldızları, özgürlüğüne kavuşacak" Tekrar tekrar dillendirdiğim kelimeler gelecek için açılan bir döngü misali içerisine çekiyordu .
Neydi bize itilen sır perdesi? Düş kapısına mı sürükleniyorduk, gerçeklik alemine mi bilet alıyorduk. Özgürlüğe koşmak isteyen tutsak kalan umutların, çaresizliği miydi? Yarınları olmayan bize bir hüzün müydü?

Yeni bölüm sonunda geldi. 😲 Öncelikle bir kaç şeyden bahsetmek istiyorum. Okuyup, okumamak size kalmış.

Temel konu bölüm niye bu kadar geç geliyor.... Arkadaşlar bölüm yazamıyor değilim. Tabiki yazıyorum. (Tabi, yazamadığım zamanlarda oluyor ama bu sorumluluk ve genel ihtiyaç doğrultusunda) Her hafta bölüm yazıp atabilirim ama bu 1 ayda sonrası için final demektir. Sizi bilmiyorum ama 3 senelik bir emeği bir anda bitirmek istemiyorum. Tabiki final yapacağım, herşeyin ömrü bitiyor. Ama bunun bu kadar çabuk olmasını istemiyorum.

2. Temel konu neden bu kadar çok detaylı yazıyorsun. En "nefret" gelen soru benim için. Benden sadece diyologları olan bir bölüm istiyorsunuz. "Kadın odaya girdi, erkek kızdı" gibi temel duyguları yer alan. Çok afedersiniz ama ot gibi bir bölüm talep ediyorsunuz. Ben, ilk zamanda böyle başladım, şimdide de. Gelip bana özelden yazanlara sözüm yok. Ama bunu uluorta bir şekilde söylemeniz, hiç bir şekilde samimi gelmiyor. Sıkıcı, olarak adlandığınız (buda güzel bir tabir değil, ne olursa olsun emek veriyorum, her neyse) kitabı ben ilk yazmaya başladığım da çizgim aynıydı. Bir anda bu şekilde yorum yazmanız oldukça absürt bir durum. Bakın arkadaşlar,  hikayemi sevmiyorum olabilirsiniz, kalemim sizi sıkar bunlar beni üzmez, hatta umursamam bile. Ama üslup çok önemli. Sözlerle de hakka girdiğinizi"LÜTFEN" unutmayın.

Okuduğunuz için teşekkür ederim. Bu sözleri buraya yazdığım için her ne kadar gereksiz bulmuş olsamda, artık bir şekilde sizlere kendimi ifade etmem gerektiğini düşündüm. Her neyse...

Yorum, beğeni, destekleriniz için çok çok teşekkür ederim. Rabb'im razı olsun.

Gecelerimiz hayır olsun 💜

Instagram: aakdgnesra

Continue Reading

You'll Also Like

55.2K 1.2K 31
bir gün ansızın babam yanında onlarca siyah takım elbiseli adamlarla gelmişti ben okulu bitirmeyi planlarken o benimle evlilik planları kuruyordu ond...
728K 18.6K 79
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
22.1M 899K 116
İşte oradaydı... Muhtaç olduğum kadın korkuyla bana bakıyordu. Ona biraz daha dokunmazsam sanki ölecektim. Bu hastalıklı duygular beni resmen ele geç...
697K 26.6K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...