Lacivert - Safir - Amber

By tymazerr

2.8M 125K 24.3K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... More

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 6 | DARKBLUE
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON

11.8K 704 253
By tymazerr

Instagram/threads: t.y.mazer

Twitter: tymazerr

Tiktok: t.y.mazer

LACİVERT AMBER

22. BÖLÜM FİNAL 1

İLLÜZYON



"Hayır dostum hayır" diye bağırdım. "O çiçekler oraya değil, şuraya fıskiyenin yanına."

Bu adamlar hiçbir şeyden anlamıyordu!

"Hey sen, kovboy şapkalı, kızlara hava atmayı bırak da buraya gel!"

Ellerimi saçlarımdan geçirip etrafı son bir kez daha kontrol ettim. Şamdanlar doğru yerdeydi. Çiçekler -nihayet- doğru yere varmak üzereydi. Lanet olası balonlar -balonlardan gerçekten nefret ediyordum bana korkunç palyaçoları hatırlatıyorlardı- doğru yerdeydi. Işık ve ses denemeleri tamamdı. Masalar düzenlenmişti.

Hava Şubat ayında olmamıza rağmen güzeldi. Elbette açık havada olduğumuz için ortamı sıcak tutmak adına birkaç numara kullanmak zorunda kalmıştım. Birlik'in minik ileri teknolojilerinden bahsediyordum. Minicik.

Bu mekanı seçmek biraz zor olsa da, uykusuz kalmama rağmen hani şu kızların rüya gibi dediği yerlerden birini bulmuştum. Daire şeklinde dizayn edilmiş mekanın etrafı amfi tiyatro gibi merdivenlerle kaplıydı. Merdivenler genişti ve çimenlerle derinlik kazanmıştı. Tüm daire boyunca top şeklinde yerden aydınlatmalar yerleştirilmişti. Dairenin sol köşesinde bir balkon ve balkonun bağlı bulunduğu taştan yapılmış bir oda, oradan da ortaya inen zarif bir merdiven vardı. Güneşin batmaya başladığında ışıklar yandı. Görüntü muazzamdı.

Derin bir nefes aldım. James'i morartacak olmanın verdiği keyifle sırıttım. Bu davet işini iyi kıvırmıştım. Böyle kadınsı şeylerden anlamasam da -elbette anlıyordum ajan olmak bunu gerektirirdi- mükemmel bir iş çıkarmıştım. Ajan olmak zor işti dostum. Pekala yalan söylüyorum. Ajan olmak süper cool bir şeydi ve ben Mike Winsley mükemmelliğin tanımıydım.

"Çiçekler yanlış yerde." dedi Elizabeth yüzünü buruşturarak. Üzerinde onunla bağdaştıramadığım uçuk pembe vücudunu saran bir elbise vardı. Oldukça güzeldi. Elizabeth hep güzeldi.

"Hadi ama dostum, sabahtan beri bunlarla uğraşıyorum. Bir daha hatırlatır mısın James bu görevi neden sen yerine bana verdi?"

Elizabeth ukala bir tavırla burnunu kaldırıp, yanımdan uzaklaştı. Belli ki yardım etmeyecekti. Pekala bu işi ben halledebilirdim.

Bir süre sonra davetliler salonu doldurmaya başladı. Sahi James bu kadar insanı nereden bulmuştu?

Yanıma koşarak gelen Sinem'in hemen belini kavradım. Bu tatlı kız beni hem dizginliyor hem de kendimden geçiriyordu. Saçlarını tepeden toplatmış güzel yüzünü ortaya çıkarmıştı. Üzerinde saçlarına tezat renkte açık mavi bir elbise vardı. Enfes görünüyordu. Yanakları mutluluktan ve heyecandan kızarmıştı.

"Mert!" dedi şakıyarak. "Onu görmen lazım, muhteşem görünüyor. Tam bir prenses gibi."

Sırıttım. Öyle olduğuna emindim. O kız her şeye rağmen hepimizden daha sıkıydı. Oldukça geniş bir kalbi ve sağlam cesareti vardı. Kız kardeşim olsa ancak bu kadar sevebilirdim.

Sinem bana sarıldı. Eridiğimi hissettim. "Hazır mısın sağdıç?" Dedi

Gülümseyerek. Papyonumu düzeltip güldüm. "Her zaman bebeğim."

En iyi arkadaşımı en iyi diğer arkadaşıma teslim etmek üzere mihraba yürüdüm.

*

Aynaya yansıyan görüntü mükemmeldi. Gerçekten mükemmel.

Üzerimde hayallerimin ötesinde bir kıyafet vardı. Gözlerimde oluşan şişlikler kusursuz bir makyajla giderilmişti. Saçlarım omuzlarımda açık bırakılmıştı. Başımın üzerinde gerçek çiçeklerden oluşan bir taç vardı.

Aksime bakarak saçlarıma dokundum. Oysaki daha dün gece yalnızdım. Oysaki kendimi özgür ama yalnız hayatıma alıştırmaya başlamıştım. Üzgün ve ağlayarak geçen gecelerim, zihnimin tam ortasına çöreklenmiş karanlık anılar ve kalbimde yer etmiş koca bir ağrıyla hayatta kalmaya çalışıyordum.

Sonra o gelmişti. Hayatımı bir gecede değiştiren adam, geriye kalan hayatımı yine bir gecede değiştirmişti. Dün gece ellerimi sıkıca tuttu. Bir aylık yalnızlıktan sonra onu görmek düşlerin gerçeğe dönüşünden daha mucizeviydi. Sonra tam kalbimin ortasına ikimize ait bir şey bıraktı. Bunu şimdi anlayamasam bile yakında anlayacağımı söyledi. Ona inandım. Çünkü inanmaya ihtiyacım vardı. Onun yokluğunda her şeyin onla kaplı olduğunu, küçük dünyamın ondan ibaret olduğunu anladım. Nedenleri sorgulamadım. İlk defa onun koşulsuz güven beklentisine hiç düşünmeden yanıt verdim.

Onu kabul ettim.

Son defa gelinliğime ve görüntüme odaklandım.

Hala yansımadaki kadının ben olduğuna inanamıyordum. Üzerimdeki gelinlik öylesine güzeldi ki, daha önce bu ana dair bir hayalim olmamasına rağmen hayallerimin gerçek olduğu bir anda gibi hissediyordum. Boyun kısmı kalp şeklinde tasarlanmış gelinliğin omuzlarımın çevresini kaplayan kolları vardı. Yakası, kolları ve eteklerinin bir kısmı zarif şifon kelebeklerle süslenmişti. Bele kadar oturan kıyafet belden aşağı seyrekleşen kelebeklerle ve incecik tüllerle verev uzanıyordu.

Derin bir nefes aldım. Kafam hem delicesine karışık hem de berraktı. Zihnimin karanlıkta kalan kısımları hala aynı esaretin altındaydılar. O anılardan umudu kesmiştim. Ama içimdeki o güçlü ses kalbimin atış yönünü dinlemem gerektiğini söylüyordu. Ve o yön belliydi.

Dün gece bu anı yaşayacağımı söyleseler histerik bir şekilde gülerdim. Şimdi ise aynanın karşısına geçmiş kendimi gülümsemeye zorluyor, şaşkın ifademden kurtulmaya çalışıyordum. Buraya apar topar gelirken, rüya gibi bir yer olduğunu görmüştüm. Beni hazırlarlarken penceremden gördüğüm kadarıyla dışarıda muhteşem bir atmosfer vardı.

Kapı tıkladığında arkamı döndüm. Sofia göründü, elinde şakayıklarından oluşan bir buket vardı.

"Merhaba" dedi sıcak bir gülümsemeyle. "Muhteşem görünüyorsun!"

"Selam" dedim ben de gülümseyerek. "Teşekkürler Sofia." Çiçeği nazik bir şekilde uzattı. Ellerimin titrediğini çiçeğe uzandığımda fark ettim. "Heyecanlı mısın?" dedi.

"Öyleyim." dedim hiç tereddütsüz.

"Yani" dedi Sofia, "Hepimiz şaşkınız. Önce Birlik'ten çıkarıldığın bilgisini aldık. Sonra seni bir daha görmedik. Şimdi de..."

"Evet, biliyorum." Diye sözünü kestim. Sofia bu zamana kadar bana karşı kötü bir niyet sergilememişti ancak nedense bu konuşmanın gidişinden hoşlanmamıştım. Verdiğim keskin cevap karşısında her zamanki gülümsemesini takındı yine. Tam yeni bir şeyler söyleyecekti ki, kapım tekrar çaldı. Daha "girin" diyemeden Mike içeri daldı. Birileri bu çocuğa görgü kurallarını öğretmeliydi.

"Hazır mısın fıstık?" dedi kocaman bir sırıtışla. "Seni mihrapta bekleyen biri var ve herkes sabırsızlanıyor."

Mike'ın arkasından Sinem göründü. Hazırlandığım süre boyunca yanımdaydı. Işıl ışıldı. İki dostuma gülümsedim. İkisinin de koluna girdim. Sofia arkadan eteğimi ve duvağımı düzeltti. Kapıdan çıkarken kalbim de yerinden çıkacak gibiydi. Önce batmak üzere olan güneşin aydınlattığı yarı aydınlık havaya adım attım. Ortam loştu ancak yer aydınlatmaları birer yıldız gibi parlıyordu. Yine de davet alanını flu görüyordum. Çünkü bakışlarımın buluşmak istediği tek bir nokta vardı. Sonra onu gördüm. Merdivenlerin başında, delici gözlerle bana bakıyordu. Üzerinde ona taktığım isimle uyumlu lacivert smokini ve yakasında gelin demetimden bir şakayık vardı.

Saçlarını geriye doğru taramış, hafif kirli sakalığını sevdiğim gibi bırakmıştı. Gömleğinin rengi gelinliğimle aynı renkti. Kırık beyaz. O an salonda ondan başka kimse yoktu. Dünya aramızda kalan merdiven basamakları ve bakışlarımızın buluştuğu yerden oluşuyordu. Öyle ki, birkaç adım uzağımda olmasına rağmen harelerindeki lacivertlerin dansını gördüm, tattım. O an, zaten uzun zamandır hissettiğim başka bir şeyden emin oldum. Ben bu adama aittim. Ben bu adama aşıktım.

Ve şimdi ona yürüdüğüm yol, tüm engebelerine rağmen benim kararımdı. Özgür kararım. Ve ona gitmeyi tercih etmiştim.

Merdivenleri adımlarken dizlerim titriyordu. İyi ki Mike ve Sinem koluma girmişlerdi. Bir basamak, ardından iki... Beş basamak sonra ona ulaşacaktım. Ona doğru son adımımı atarken kalbim farkındalıkla sarsıldı. Tüm maskelerini, tüm kırılganlıklarını görebiliyordum şimdi. Zihnimdeki bütün karanlık köşelere rağmen emindim. Nasıl olmuştu da daha önce görememiştim? Nasıl birçok yanılgıya düşmüştüm?

Bakışlarıma aynı yoğunlukta karşılık verince dünya tekrar durdu. Sanki o da yüzümü kaplayan tüle rağmen tüm hislerimi, kalbimin çıplaklığını görebiliyordu. Ona kapılıp gittim. Öyle ki Mike'ın ve Sinem'in kolumdan çıktığını bile fark etmedim. Mike omzumu sıktı. James'e dönüp "ona iyi bak" dedi. Bir abi gibi beni ona emanet etti. Boğazımın düğümlendiğini hissettim. Gözlerim doldu, burnumu çekmek istedim ama o an garip kaçardı.

James elimi tuttu. Nazikçe parmaklarımı onunkilere doladı. Herhangi bir şey söylemese de ilk defa onun da ellerinin hafifçe titrediğini hissettim. Bu paha biçilemez bir andı.

"Çok güzelsin" diye fısıldadı sadece benim duyabileceğim bir şekilde. Yüz ifadesi öyle şeffaf, öyle kırılgandı ki, masumiyetinden öpmek istedim. Sanki onunla ilgili keşfettiğim birçok şey vardı ancak bunları dillendiremiyor, sadece hissediyordum.

"Sen de" dedim kuru damağımla.

Elimi daha sıkı tuttu, dirseğimden kavrayarak beni yakınına çekti.

Ondan güç alarak adımlarımı nikah masasına yönlendirdim. Islıklar ve alkışlar içerisinde bizleri bekleyen konukların önünde kurulan masaya doğru yürüdük. Gözlerimi James'den alamıyordum. O anlarda ondan ötesini göremiyordum.

Nikah masasına oturduğumuzda duyduğum alkışlar tamamen fon müziği gibi geliyordu çünkü James'ten başkasını düşünemiyordum. Tüm algılarımı ve kalp atışlarımı ellerimi saran güveni kaplamıştı. Nikah memuru isimlerimizi okuduğunda ve onu eşim olarak kabul edip etmediğimi sorduğumda, bir uçurumun zirvesine tırmanmış gibiydim. O ise elimi hala tutuyor ve zirvede benimle olduğunu hissettiriyordu.

"Evet" dedim kendimden emin bir sesle. İçimden defalarca tekrarladım. Evet, evet, evet, evet...

Ardından soru ona yöneltildi. James tüm konuklarımızın arasında bir Türk'ü aratmayan Türkçesi ve tok sesiyle "Evet" dedi, sonra gözlerimin içine baktı. "Sonsuza dek evet."

Şahitlerimiz Sinem ile Mike'dı. Onlar da şahitlik ettiklerini onaylayınca, memur nikahımızı ilan etti. Bağlılığımızın mühürlendiği defteri bana uzattı. Ellerim titreyerek defteri kavradım. Ayağa kalktığımda heyecandan bayılacak gibiydim.

James duvağımı kaldırdı. Dokunmaya kıyamıyormuş gibi baktı gözlerime. İtinayla işlemeli tülü yüzümden sıyırdı. Ardından dudaklarını alnıma bastırdı.

"Sonsuza dek Deirdre" diye fısıldadı.

Gözlerim mutluluk gözyaşlarıyla dolmuştu. Öpücüğü ile beraber flaşlar patladı.

Bakışlarım sonunda konuklara kaydığında gerçekten şaşırdım. Bu kadar kalabalık bir düğün olacağını hiç tahmin etmemiştim. Gözlerim yavaşça ön sıralarda oturan yüzleri buldu. Eskilerden kalma bir sesin kulağımı doldurduğuna emindim. Ekip üyeleri dışındaki misafirlere baktım. Bir ıslık daha duyunca artık emin oldum. Çocukluk arkadaşım Sevgi oradaydı. Delicesine alkışlıyordu. Mutlulukla kahkaha attım. James'in onu bulduğuna inanamıyordum! Başka bir ıslık sesi yükseldi. Lisedeki arkadaşlarımın kızlı erkekli gruplar halinde toplandıklarını görünce elimi ağzıma kapattım. Gerçekten, sevdiğim tüm insanlar, hayatımdan geçen tüm dostlar oradaydı. Gözyaşlarım akmaya başlayınca James bana sarıldı. "Ağlama" dedi tatlı sesiyle. "Onlar seni mutlu görmek için burada."

"Çok teşekkür ederim, ben ne diyeceğimi bilemiyorum" dedim heyecanla. Devam eden alkışlar eşliğinde pistin ortasına ilerledik. İlk dansımız için ellerimiz buluştu. Lacivert'in kolu belimi sardı. Başımı omzuna koydum. "Bu gerçek mi?" dedim harika bir melodide dans ederken. "Gerçekten sonsuza kadar benim misin?"

"Ben hep senindim." dedi yanağımı okşayarak. "Hep sana aittim."

Her şeyin bir rüya olmasından ve birkaç saniye sonra uyanma riskimden delicesine korkuyordum. Dansımız bittiğinde Mike yanımıza geldi. "Tebrik ederim dostum" dedi James'e sarılarak. "Bir dans için gelini ödünç alabilir miyim?" James başını salladı. "Kollarını fazla dolama." dedi pistten uzaklaşırken. Sonra bir anda geri döndü. "Başka kimsenin onunla dans etmesine izin verme." dedi Mike'a.

Mike sırıtıp beni kollarına aldı. "Bunu bir kenara yaz, James Hunter hayatında ilk defa açık bir kıskançlık belirtisi gösterdi."

Mike'ın usta adımlarına ayak uydururken kıkırdadım. "O gerçek mi emin değilim. Yani James'den bahsediyoruz. Dün gece çıkıp geldi ve şu an evliyiz. Sanki hepsi bir illüzyon gibi" dedim.

"Hepsi gerçek" dedi Mike. "O sadece görmemizi istediği kadarını gösteriyordu."

Davetin ilerleyen saatlerinde lise arkadaşlarım ve çocukluk arkadaşımla özlem giderdim. Yalnız olmadığıma, hayatımdan iyi insanların geçtiğini tekrar hatırlamama ihtiyacım olduğunu fark etmiştim. James yine beni, benden önce düşünmüştü.

Gecenin sonuna doğru üşüyerek kollarımı ovuşturdum. Zaten Şubat ayında ortamın böylesine sıcak oluşunu anlayamamış, sonra Birlik'in teknolojilerinin burada da kullanıldığını tahmin etmiştim. James bana bir şal getirmek için yanımdan ayrıldı. Pistte Sinem'le delicesine dans eden Mike'a gülümsedim. Arkamda bir hareketlilik hissettiğimde Elizabeth'i fark ettim. Uçuk pembe bir elbisesi vardı. Hem normalden daha genç, hem de oldukça güzel görünüyordu.

"Selam" dedi. "Ve tebrikler."

"Teşekkürler, Elizabeth" dedim.

"Sonunda aptallığından kurtulman iyi oldu." dedi benimle beraber Mike'ı izlemeye başlayarak. Yorumu üzerine kaşlarımı çattım. "Anlamadım?"

Güldü. "Fikrimi değiştirdim, hala aptalsın" dedi. Dalga geçiyor sanmıştım ama gülüşü samimiydi. "Tüm bu olanlardan bahsediyorum" dedi sonunda oflayarak. "Bazı şeylere sahip çıkman zaman aldı ancak sonunda doğru kararları verdin."

"Teşekkürler Elizabeth" dedim tekrar. "Aslında pek güzel şeyler söylemedim" dedi homurdanarak. Her zamanki gibi iyimserliğimden hoşlanmıyordu. "Olsun," dedim "ben içinden geçenleri biliyorum."

Yüzünü buruşturunca güldüm. Çantasından çıkardığı şeyi bana uzatana kadar fark etmemiştim. "Bu senin için." dedi ama sanki tam olarak ne söyleyeceğini bilmiyor gibiydi. Kalın olmasına rağmen zarif olan altın rengi bileziği görünce şaşırdım. "Bu çok güzel" dedim şaşkınlıkla. "Gerek yoktu Elizabeth, gerçekten."

"Ne zaman gerekeceğini asla tahmin edemezsin." dedi gizemli bir şekilde. Ben daha ne demek istediğini soramadan elimi sıkıp uzaklaştı. Elizabeth gerçekten kafa karıştırıcı bir kadındı.

Sofia ile David de pistteydi. Dans ediyorlardı. İkisi de mutlu görünüyordu. Bildiğim kadarıyla Sofia ile James'in bir geçmişi vardı. Ancak ne James ne Sofia bu konuda tek kelime etmiş, puslu zihnim de konuyu anlamam için pek yardımcı olmamıştı. Yine de Sofia'nın bu kadar neşeli olmasını garip buldum. Kendi düğünüymüşçesine eğleniyordu. Sanki onu izlediğimi tahmin etmiş gibi gülümsedi. Ardından dansı bırakıp bana doğru geldi. Belki de paranoyaklık ediyordum.

"Elizabeth gittiğine göre bir selam vereyim" dedi gülümseyerek. Nedense Elizabeth'i savunma ihtiyacı hissettim. "Sadece tebrik ediyordu." dedim biraz soğuk bir sesle. Sofia'nın yanakları kızardı. "Elbette" dedi utanmış bir şekilde. "Bu arada önceki konuşmam için kusura bakma. Yani biliyorsun James'le çocukluk arkadaşı sayılırız. Hepimiz için ani oldu bu karar. Ancak sizin adınıza çok mutluyum."

Sofia kollarını açıp bana sarılmak için uzandı. Ona karşılık verdim. Kollarımı açtım, bir elini sırtıma doladı. Fazla samimi bir sarılmaydı bu. Sağ kolu beni çok sıkıyordu. Sonra omzunda bir acı hissettim. İğne batması gibi. Devamında bir yanma hissi oluştu. Tüm vücudum karıncalanmaya başladı. Her şeyi ağır çekim hisseder oldum.

"Geçen sefer hiçbir şeyi hatırlamıyordun." diye fısıldadı kulağıma. Beni hala sıkıca tutuyordu. Dışarıdan bakanlar için bu uzun, dostça bir sarılmaydı. "Bu sefer her şeyi hatırlayacaksın Deirdre, tek fark işleri düzeltmek için pek vaktin olmayacak. Ölümsüz aşkına kavuşmak ve veda etmek için bir saatin var. Bir saat sonra sana enjekte ettiğim minik organizmalar harekete geçecek. Seni içten içe yiyecekler. Biraz canın yanacak. Ölümün kolay olmayacak ancak hep hatırlanacaksın."

Gözlerim yaşadığım fiziksel şokla büyüdü. Önce sözlerini anlamlandıramadım. Sofia'nın normal konuşmasıyla hiç ilgilisi olmayan acımasız sesine, ya da zihnimde yaşadığım derin karmaşaya karşı gözlerimi kapamak istedim. Neler oluyordu? Neden bu haldeydim bir fikrim yoktu. Sofia beni daha çok sardı. "Titriyorsun" dedi gülümseyerek. "Demek hissetmeye başladın."

Evet hissediyordum. Parmak uçlarıma kadar ulaşan bir sızı vardı. Tüm vücudum ağır bir şokun etkisinde gibi titriyor, zihnimden tonlarca görüntü güçlü bir akım gibi akıp gidiyordu. Dişlerimi sıktım. Her ne yaşıyorsam canım çok yanıyordu. Bağırmak istedim ancak çenem kilitlenmiş gibiydi. Çaresizce kollarında çırpındım ancak kıpırdayamıyordum da. Yine de Sofia'nın güldüğünü hissedebiliyordum.

Sonra onu gördüm. Bana doğru gelen James'i, Lacivert'i.

Belki saniyelik bir süreydi. Ancak yüzünün her noktasını incelememe, ifadesindeki aşkı ve sadakati görmeme ve de lacivert harelerindeki yoğunluğu anlamama yeterdi. Sanki beynimin içinde bir patlama oldu. Onu görünce zihnime yerleşen tüm anılar anlam kazandı. Bana "Deirdre" deyişi, yaralarımı sarışı, çıktığımız görevler, yaşadığımız anılar, kavgalar, kucaklaşmalar, en özel anlarımız, ruhlarımızı bağlayan Arabistan'daki kutsal nikah ve onun kalbimin tamamını çoktan kapladığı gerçeği... Tüm hücrelerim biriken anılarımın yoğunluğu ile ağır bir deprem yaşayarak, sarsıldı. Gözlerimden yaşlar akmaya başlarken Sofia'nın bana yaptıklarını, bize yaşattıklarını hatırladım. James bunca zaman birbirimize bağlılığımızı haykırırken, ben ondan uzaklaşmaya, kendimi ondan nefret ettiğime inandırmaya uğraşmıştım. Göğsüm bu sefer acıyla sarsıldı. İstemeden de olsa ona yaşattıklarım için kendimden nefret ettim. Tek istediğim Sofia'dan kurtulmak ve James'e koşup ondan af dilemekti. Bu zamana kadar söyleyemediğim her şeyi söylemek, Sofia'nın etkisi altında olsam bile ona tekrar aşık olduğumu, sonsuza dek ona ait olacağımı haykırmak istiyordum. Sofia bakışlarımı takip etti ve tekrar fısıldadı. "Boşuna direnme, kısa süreliğine felç oldun. Bir saatin var derken bu süreyi felç olarak geçireceğini belirtmeyi unutmuşum." dedi üzülmüş gibi. Sonra bir anda çığlık atmaya başladı. "Yardım edin! Lütfen! Yardım..."

Beni tutmakta zorlanıyor gibi hafifçe yere yatırdığında yüz ifadesini şokla değiştirmişti. Hala bağırmaya, yardım istemeye devam ediyordu. "Yardım edin, Beren'e bir şey oluyor!"

Bu zamana kadar abimin bile ölmesini istememiştim. Ancak kalbim o kadar karardı ki, o an Sofia'nın ölmesini, bize tüm yaşattıkları sonrasında yaşamamasını diledim. Çünkü böylesine hastalıklı bir beyin herkesi zehirleyebilirdi.

Sofia'nın kollarında yere yığılırken, başka bir beden beni kendine çekti. Onun James olduğunu anlamak için bana dokunmasına gerek yoktu. Avuçlarıyla yüzümü kavrayıp, ıslak gözlerimi, yanaklarımı be bedenimi kontrol etti. Sofia hızlı bir şekilde konuşuyor, neler olduğunu anlatıyordu. Söylediklerini takip edemesem de ustaca yalan söylediğini tahmin ediyordum. Ancak konuşamıyordum.

"Geçici felç" dedi James dişlerini sıkarak.

Sofia'nın perişan bir görüntü sergilediğine emindim. "Mike!" diye bağırdı. Mike çoktan gelmişti. Hemen öne çıktı.

"Sofia'yı tutukla!"

Mike ile Sofia aynı anda "Ne?!" diye bağırdılar. James beni doğrultmuş ve kucağına almıştı. Kulağıma "geçecek" diye fısıldıyordu. Ancak geçmeyecekti. James her şeyi fark etmiş olsa da, bir saat sonra gelecek olan sonumu engelleyemezdi. Konuşamıyordum, hareket edemiyordum ancak her şeyi görüp hissedebiliyordum. Bizim artık bir sonumuz yoktu.

Göz bebeklerimi hareket ettirebildiğim kadarıyla olan biteni görmeye çalışıyordum. Mike'ın yüzünde şaşkın bir ifade vardı. Buna rağmen silkelendi, Sofia'yı savunmasız bırakmak için öne atıldı. Sofia hala neler olduğu hakkında hiçbir fikri yokmuş gibi davranıyordu.

"James neler oluyor? Beni tanımıyor musun? Ona bunu benim yapmadığımı biliyorsun! James!"

James beni ondan uzaklaştırırken, adeta tısladı. "Seni şu an öldürmemek için tek nedenim geleceğimizi tehlikeye atmamak. Adil bir şekilde sorgulanıp cezanı çekmene izin vereceğim. Ama senin için değil. Beren için."

Sofia şok olmuş bir şekilde bize bakıyordu. Rolü sandığımdan uzun sürmüştü.

Elbette bu durum Mike onu kollarından kavramaya çalışınca değişti. Mike'ın bacak arasına sağlam bir tekme savurarak onu hazırlıksız yakaladı ve kaçmak için hamle yaptı. Normalde Mike'ın bu numarayı yemeyeceğini bilsem de bir çeşit şokta olduğunu tahmin edebiliyordum. Mike rekor sürede ayağa kalkarak Sofia'nın üzerine atladı. James beni ters yöne taşıyarak oradan uzaklaştırmak istedi ancak Mike'ın altında kalan Sofia histerik bir şekilde kahkahalar atmaya başladı. "Sonunda her şeyi çözebilmiş olman harika James. Güvenin insanı ne hale getirdiğini gördün değil mi? Deirdre'n de sana aynısını yaptığında bir kez daha bu hataya düştüğüne lanet edeceksin. Bu arada başardıklarımı öğrendiğine göre, buraya hazırlıksız gelmediğimi tahmin etmişsindir."

Sofia tüm gücüyle "ŞİMDİ!" diye bağırdığında onlarca silah sesi aynı anda yankılandı. James kucağında beni güvenli bir yere götürmeye çalışırken, diğer ekip üyelerinin olay yerine koştuğunu tahmin edebiliyordum.

İnsanlar çığlıklar atıyordu. Kulaklarımı kapatmak istedim ama yapamadım. James hızla merdivenlerden iniyordu. Sonunda yer altına indik. Beni bir koltuğa oturttu ardından saçımdan öptü. "Bana güven, her şeyi düzelteceğim, bu sefer hata yapmayacağım" dedi. Ve sonra silahını çıkardı, kapıya parmak izini okutup kilitledikten sonra gözden kayboldu.

*

Aramızdaki tüm anlaşmazlıklara rağmen, bu zamana kadar James'in tek bir emrini ikiletmemiştim. Ama bu... bu delilikti.

"Ne?!" diye bağırdım verdiği emir karşısında. Küçük çaplı bir şok yaşıyordum. Sofia yanımda ağlayacak gibi duruyordu. Benden çocukluk arkadaşını tutuklamamı mı istiyordu? Hem de herkesin gözü önünde! Adam aklını kaçırmıştı. Tamam Beren iyileşmeden onunla evlenmesi de bir nevi delilik sayılırdı ama onun gibi bir adam aşık olunca ne yapar tahmin etmek zordu. Bu yüzden o kararına saygı göstermiştim. Ama bu... Burada ne haltlar dönüyordu?

James'in yüzündeki ciddiyeti görünce silkelendim. Sofia ağlamaya, yanlış yaptığımızı, bunu Beren'e onun yapmadığını söylemeye çalışıyordu. Kafam çorbaya dönmüştü. Ancak benim patronum Sofia değildi. James'ti. Patron ne derse oydu. James Sofia'yı neden öldüremediğinden bahsederken, Sofia'ya doğru uzandım. Ancak aldığım darbe ile birkaç saniye de olsa nefesim kesildi. Aramızda her zaman en zayıf olduğu bilinen Sofia'dan böyle bir tekme beklemiyordum. Hem de malum yerlerime. Yani en değerlilerime.

Bu beni kızdırdı, hızla ayağa kalktım. Sofia'yı yakalayıp üzerine atıldığımda, ona ait olduğuna inanamadığım bir sesle James'le alay etmeye başladı. İşte o an her şey daha anlamlı geldi. Tabii ya! Başından beri oydu. Kendini zayıf göstererek herkesi kandırmıştı. Sofia sinsi bir yılandı.

Bedenimin altında tüm gücüyle çırpınırken kollarını bağlamak zordu. Ayrıca yanımda kelepçe yoktu. Tanrı aşkına! Düğüne kelepçe ile gelmemek benim suçum muydu? Sofia birkaç tehdit daha savurduktan sonra "şimdi!" diye bağırdı. İşte o an, çılgınca bir şey oldu. Havadan kurşunlar yağmaya başladı. Hay lanet! Sofia kurşunlar sanki ona değmeyecek gibi gülmeye başladı. Bu kadın cidden deliydi.

Böyle bir anda her tutkun adamın yapacağını yaptım. Gözlerim Sinem'i aradı. James Beren'i çoktan alandan uzaklaştırmıştı. Sinem'in Elizabeth ve David'le beraber insanları güvenli çıkışa yönlendirdiğini görünce içim rahatladı. Ancak kafası dolu olan bir ajan zayıflık gösterirdi. Ben de öyle yaptım. Sofia manyağı burnuma kafa atarak altımdan kurtuldu. Burnumdan kan fışkırdı. Bir an için gözlerim karardı. Başımı geriye atıp kanamayı durdurmaya çalışırken bir yandan Sofia'yı görmeye çalışıyordum. Masalardan birini devirip arkasına geçtim. Elizabeth, David ve Sinem rekor sürede konukları alandan uzaklaştırmışlardı. Sinem'i de güvenli alana taşımış olmalılardı. Ancak birkaç dakika sonra Sinem'in onlarla beraber çatışmanın ortasına daldığını görünce neye uğradığımı şaşırdım. Masanın ardından onlara seslendim. "Ne yaptığınızı sanıyorsunuz! Sinem'i uzaklaştırın!" Sinem, Elizabeth ve David'e başını sallayarak geriye çekildi. Biraz rahatlamıştım. Pantolonumun iki paçasını da sıyırarak bileklerime sakladığım silahları çıkardım. Şarjörlerini kontrol ettikten sonra harekete geçtim. Şimdi muhteşem Mike Winsley'i görebilirlerdi.

Ayağa kalkmamla, diğer taraftan ortaya çıkan James'i gördüm. O da silahlarını kuşanmıştı. Ona bu zamana kadar birçok görevde eşlik etmiştim ancak yüzündeki gibi bir ifadeye ilk defa rastlıyordum. Katıksız bir öfkeydi bu. Önüne çıkanı yok edecek kadar acımasız görünüyordu. Eh, haksız da sayılmazdı. Sofia'nın sonunu iyi göremiyordum. Bir kurşun James'in sol omzunun üzerinden geçti. Hızla nişan alıp tetiği çekenin işini bitirdi. Bu adam bu işte cidden iyiydi. Kabul etmek gerekirdi. Sürünerek masalar arasında ilerledim. Elizabeth ve David de konumlarını almış, ateş etmeye başlamışlardı. Aklım hala Sinem'deydi. Yönümü onun olduğu yere doğru değiştirdim. Lanet olsun bu kadar kurşun nereden yağıyordu? Sofia nasıl bir tedarikle gelmişti böyle? Başımı koruyarak ağaçlık alana doğru baktım. Tetikçileri oraya konumlandırmış olmalıydı. Ağaçlardan birine fark ettirmeden tırmanırsam hepsini kolayca indirebilirdim. Sofia'nın adamları çemberi daraltmaya çalışıyorlardı. Ortama tam bir kaos hakimdi. Sonunda, oldukça korkmuş görünen sevgilime yaklaşmayı başardım. Kurşunlar kafamın üzerinden sekip giderken, küfür ettim. Lanet olası piçler öldürmek için vuruyor, acımıyorlardı.

Küçük bir patlama sesi duyunca yere yattım, Sinem'e doğru hızlandım. Çardağın köşesinde bacaklarını kendine çekmiş, başını da bacaklarının arasına almıştı. Ona ulaşır ulaşmaz "korkma bebeğim" dedim, saçlarına dokunarak. Başını kaldırıp bana baktı, gözleri kızarmıştı. "İyi olacaksın" dedim sesimi yumuşak tutarak. Onu korkutmadan silahlarımdan birini uzattım. "Bunu al ve sana doğru benden başka gelen biri olursa ateş et tamam mı?" Silahı Sinem'in avucuna bıraktım. Şaşkınca bana baktı. "Bu ne Mert?" dedi. "Ben yapamam."

"Senin baban asker değil miydi?" diye sordum biraz da sabırsızlanarak. Başını hızla salladı. "O zaman illaki nasıl kullanılacağını öğretmiştir." Derin bir nefes aldım. Kurşun sesleri ortamdaki sessizliği bozuyordu. Sinem'in hareket etmediğini görünce silahı onun eline tutuşturdum. Sabırlı bir sesle konuştum. "Bak bebeğim tek yapman gereken güvenliği açmak ve nişan almak. Ardından tetiğe bas. Tamam mı?" Sinem tekrar başını sallayınca elinden öpüp ayağa kalktım. Bir adım atıp ondan uzaklaşmıştım ki, geriye döndüm. Birlik'in canı cehennemeydi. Zaten her şey boka sarmıştı. "Sinem" diye seslenince, başını kaldırdı. "Bu arada adım Mert değil. Mike, yani Michael. Michael Winsley." dedim tek nefeste. Sanki omuzlarımdan koca bir yük kalkmıştı. Sinem'in önce gözleri büyüdü, ardından yüzü şaşkın bir ifadeye büründü. Derin bir nefes aldı. Başını inanamıyor gibi salladı. Ardından ayağa kalktı. Tam onu engellemek için harekete geçmiştim ki, silahını kaldırıp zarif bir şekilde nişan almasına şahit oldum. Arkamdan bir tak sesi geldi. Bir adamı kafasından vurmuştu. Yerde yatan ve alnında bir delik açılan adama baktım. Gözlerimi kırpıştırdım. "Bunu bana söylememen gerekiyordu." dedi ciddi bir tonla. Eteğini kaldırıp iç bacağından başka bir silah çıkarınca bu sefer benim gözlerim büyüdü. Bu hayatımda gördüğüm en çekici şeydi. Sonra kolundaki ışıldayan bilekliğe doğru bağırdı. "Sierra 1, harekete geçin şu işi bitirelim!"

Sinem yanımdan geçip çatışmaya koşarken, gözlerim yerinden çıkacak gibiydi. Rüyada gibi gözlerimi ovuşturdum. Yüzüme bir şaplak attım. Hayır. Her şey aynıydı. Sinem hiç korkmadan çarpışıyordu. Sonra yaptığım şey şu oldu. Bağırdım.

"James gördün mü? Sevgilim süper seksi bir ajan çıktı dostum!"

James benden uzaktaydı. Çemberi geçip Sofia'yı yakalamaya çalışıyordu ancak buradan bile sözlerime yaka silktiğini tahmin edebiliyordum. Sırıttım.

Ekibine seri bir şekilde komut veren Sinem'den gözlerimi alamıyordum. Benim tatlı ve masum sevgilim ekip lideri miydi? Sorumu tekrarlıyorum. Burada gerçekten ne haltlar dönüyordu? Maskeli yeni ekip etrafımızı sararken, Sinem hepsinin yerleştiğine emin olduktan sonra ilerlemeye başladı. Ortalık şimdi tam bir cümbüşe dönmüştü. Sinem'in adamlarının eğitimi bizim kadar iyiydi. Ortamda çıkan tek ses silah sesleriydi. Böyle çatışmalarda Birlik'in üstün teknolojilerini kullanmak yerine geleneksel yoldan ilerliyorduk. Ancak yine de keşke yanımızda bir lazer silahı olsaydı.

Beni saklayan ağacın etrafında dönerek ateş etmeye devam ettim. James çoktan birçok kişiyi yere sermiş, ateşe katılan Sofia'ya yaklaşmaya çalışıyordu. Bana kızgın olduğuna bahse girerdim. Ne de olsa Sofia'yı elimden kaçırmıştım. Tekrar Sinem'i kontrol etmek için eğildim. Soluma dönmemle kolumun kenarında bir yanma hissettim. Lanet olsun! Kurşun sıyırıp geçmişti. Kafamı kaldırıp beni vuranı görmeye çalıştım. Kızıl saçlı bir kadındı, bir yerden tanıdık geliyordu. Sonra hatırladım. Üniversitede korkuluklardan düşmek üzere olan Şebnem denen çılgın hatundu bu. O da mı Sofia'ya çalışıyordu? Sofia manyağı nasıl bir şebeke kurmuştu?

Sol kolum uyuşmaya başladığında parmaklarımı kıpırdattım. Hızla omzumdan bileğime doğru yayılan bir hissizlik oluştu. Sağ elimi kullanarak parmağımı yaraya bastırdım. Elime bulaşan kanı inceleyerek burnuma götürdüm. Kokusu kan gibiydi, metalik ve yoğun. Ancak bir koku daha vardı. Zaman kaybetmeden bağırdım. "Kurşunlarda balon zehri var! Dikkatli olun!"

Sol elim işlevini yitirmişti. Yüce Tanrım. Sofia bu zehirler için bolca balon balığı avlamış olmalıydı. Bu kadın artık tüylerimi ürpertiyordu. Sinem'in ekibi arkamızda uzanan ormana dalıp, bize saldıranları temizlerken ben de kızıl hatunun peşinden gittim. O sırada James, Sofia'ya ulaşan etten duvarı aşmıştı. İkisinin karşı karşıya geleceği anı merakla bekliyor bir yandan da tek kolumla balon zehirli kurşunlardan kaçıyordum. David ile Elizabeth kim bilir neredeydi. O an Sinem de görüş açımda değildi. Şebnem ismiyle tanıdığımız kızı bulmam çok uzun sürmedi. Bir ağacın gölgesinde saklanmış pusu kurmuştu. Ancak ben zaten nerede olduğunu o daha plan yapmadan tahmin etmiştim. Bir kadına el kaldırmayı sevmesem de bu işin de zorlukları vardı. Kızıla arkadan yaklaştım. Ensesine silahımla vurduğumda bayılmıştı. Kolay oldu. Onu öldürmediğime sevinmeliydi. Sinem'in ekibi sağ olsun bir maymun gibi ağaca tırmanmama gerek kalmamıştı.

Tekrar davet alanına koştum. Artık davet alanından çok kan gölüne dönmüştü. Yerde yatan onlarca adam vardı. Cesetlere basmadan ilerledim. Sonra onları gördüm, James ayaktaydı. Silahını Sofia'ya doğrultmuştu. İfadesi soğukkanlı bir katili andırıyordu. Tekrar ediyorum James'in bu yüzü korkunçtu. Sofia da James'e doğrulttuğu silahı sıkıca tutuyordu. Herkes gibi ben de nefesimi tuttum, James'in ne yapacağını bekledim. Elizabeth, David ve ben James'e kalkan olmuştuk. Hepimizin silahı Sofia'ya doğrulmuştu.

"Artık bitti Sofia" dedi James. "Silahını bırak."

"Asla!" dedi Sofia, "merkezde bana neler yapacaklarını bilmediğimi mi sanıyorsun? Beynimi ortaya serecekler. Hiç sanmıyorum."

"Direnirsen, buradan canlı çıkamazsın." dedi sabit bir sesle James.

"Beni öldüremezsin" dedi Sofia. "Beni öldürdüğün an müstakbel karını da ölüme terk edersin." Sonra küçük bir kahkaha attı.

James sabırla bekledi. Yüzünden hiçbir şey okunmuyordu. Sonra aniden iki şey oldu. İki silah sesi duyuldu.

Bir kurşun Sofia'nın alnına isabet etmiş, kocaman net bir delik açmıştı. Bu kurşun James'in silahından çıkmıştı. Diğer kurşun arkamda birine isabet etti. Bedenin yere düşüşünün verdiği tok sesi duydum.

Arkamı dönmeye korktum. 



Continue Reading

You'll Also Like

782K 46.2K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
291K 12.5K 51
Biraz fazla içki içtikten sonra birinin yanında uyanmak bu çağda yeni ve sürükleyici bir hikaye değildi. Ama Korkut Mirzan'nın çarşaflarında uyanmak...
97.3K 8.2K 5
Başlangıç Tarihi: 23.10.2021 Düzenleyip Yayınlama Tarihimiz: 29.12.2023 (Yetişkin İçeriklidir.) "İris çiçekleri saçlarına ne güzel yakıştı öyle... Tı...
408K 13.5K 26
Matilda, yıllardır her gün gördüğü bir adamın, yalnızca kendisinin görebildiğini fark etti. Bu fark ediş ise hayatında köklü değişikliklere neden old...