Kızıl Kraliçe 1: Kırlangıcın...

By CansuUredi

717K 6.9K 1.1K

Kızıl Kraliçe Serisi 1. Kitap Serinin ilk kitabı HitReads'e taşındı. Diğer iki kitabı hala buradan okuyabili... More

Yoluna kuş koysunlar
Uzun, güzel bacaklı kitaplar

Kırlangıcın dansı

52.4K 2K 240
By CansuUredi

2.Bölüm: Kırlangıcın dansı

Puf!

Bu sesle birlikte bembeyaz bir çiçek daha Miaetilra'nın kabarık, kızıl saçları arasında belirmiş, genç kızın dudaklarına keyifli bir gülümseme yayılmıştı. Yalnızca birkaç saat sonra on iki yaşını dolduracak olmasının heyecanıyla su yeşili gözlerinde rengarenk parıltılar vardı. Puf! Yeni bir çiçek daha patladı. Her puf sesi -sanki mümkünmüş gibi- genç kızın yüzündeki gülümsemeyi daha da genişletiyordu. Miae onu bekleyen dostunun yanına bir an önce gitmek için, koridor boyunca koşar adımlarla ilerlerken, bir yandan da ona yetişmeye çalışan adım seslerini takip ediyordu. Baş belası küçük kız kardeşinin başına bir şey gelmesini istemezdi. Başını arkaya doğru eğip, "Düşeceksin Luna," diye uyardı. Küçük kız kardeşi o nereye gitse peşine takılır, bu uğurda başını çeşit çeşit belalara sokar ve sonunda zarar gördüğünde de azar işiten hep Miaetilra olurdu. Bunu asla sesli dile getirmeyecek olsa da ufaklığın ona olan düşkünlüğünü de kulak çınlatan kahkahalarını da seviyordu. "İkimizi de yakalatmadan Bale'nin yanına dönmelisin."

"Ama ben de sizinle gelmek istiyorum."

Miae bıkkın bir tavırla gözlerini devirip, "Sana benimle gelemeyeceğini söylemiştim ufaklık," dedi, "Geç kalacağım." Ayakkabısındaki tokalar, elbisenin eteklerine takılıp dururken kendisi gibi hissetmiyordu pek. Başını geriye eğip sağa sola çarpıp duran ufaklığın iyi olup olmadığını göz ucuyla kontrol etti. "Peşimden gelmeyi bırak," diye homurdandı. "Ve odana dön."

"Pan'a sordum bugün, gelebileceğimi söyledi."

"Pan çok biliyormuş."

Şangırt!

Arkasında kopan gürültüyle birlikte endişeyle Luna'ya dönerken kaşlarını çatıp nefesini tutmuştu. Yaptığı ilk şey onun ciddi bir yarası olup olmadığını anlamak için Luna'nın ellerine, dizlerine, dirseklerine bakmak olmuştu. Sten çeliği zırhlardan birine takılan ve zırhı da beraberinde sürükleyerek poposunun üzerine düşen, korkmuş kız kardeşi canının acısıyla -tabii biraz da azarlanma korkusuyla- alt dudağını sarkıtmış, ağladı ağlayacak bir yüz ifadesiyle ona bakıyordu. Miae o söylemeden de kardeşinin canının yandığını görebiliyordu. İlerleyip onun yanında diz çöktü ve yüzüne dökülen saçlarını şefkatle geriye doğru taradı. "Daha yürüyemiyorsun bile benim tatlı Lu'm." Ellerinden tutup kızı ayağa kaldırdı ve üstüne başına çekidüzen verdikten sonra kızın sessizce akıp duran gözyaşlarını kuruladı. Ciddi bir yarası yok gibi görünüyordu. Buna rağmen Miae emin olmak için, "Bir yerin acıdı mı?" diye sordu. Küçük kız derin bir nefes alıp başını 'evet' anlamında cansızca salladı. Sanki bu kadarcık şey bile canını çok acıtıyormuş gibi alt dudağı inceden inceye titremeye başlamıştı. "Neresinin acıdığını bana gösterir misin?"

Ufaklık bir an için bile olsa ağlamaya ara vermeden, minik kolunu havaya kaldırdı ve ona doğru uzattı. Miae'nin yeşil bakışları onun titreyen koluna indi ve kızın canını yakmaktan endişe duyarak üzerindeki mavi elbisenin kolunu dikkatle dirseğine kadar sıyırdı. Dirseğinden bileğine kadar ince bir kesik varsa da derin değildi. Yine de ufaklığın canını yaktığına emindi. Onun acı çekmesine gönlü el vermeyince elini yarasının üzerine bıraktı ve bir şeyler mırıldanarak avuç içini yaranın bittiği yere kadar sürttü. Kızıl saçları sert bir rüzgârla havalanmış ve kabarmış, su yeşili gözleri gümüşi bir renge dönmüş, yüzü kararmıştı. Yara ağır ağır kapanırken Luna'nın gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Biraz sonra yara tamamen iyileştiğinde, Miae'nin aydınlık yüzü yeniden belirdi. Dudaklarında sevgi dolu bir gülümsemeyle, "Şimdi daha iyi mi?" diye sordu.

Luna şaşkınlıkla bir ona, bir de ortadan kaybolan yarasının eski yerine bakmış, gözyaşları kirpiklerinde duyduğu heyecanla asılı kalmıştı. Yüzüne kocaman, ışıldayan bir gülümseme yayılırken aniden, "Bunu bana da öğret Mi!" diye bağırmıştı. Miae aslında başına bunun geleceğini daha en başında biliyordu. "Lütfen, lütfen, lütfen!"

Miae ufaklığın heyecanına gözlerini devirdi. Yüzünü güzel bir gülümseme kaplamış, silinip giden endişesi ona derin bir nefes aldırmıştı. "Henüz bu büyüyü öğrenmek için çok küçüksün Lu," Kızın elinin sırtına sıcacık bir öpücük bırakıp, ıslanmış yanaklarını kuruladı ve doğruldu. "Odana dön artık."

"Ama Pan dedi ki..."

Miae, "Böyle giderse," diye iç geçirdi. "Bir daha adını anabileceğin bir Pan olmayacak."

"Neden beni istemiyorsun ki?"

"Çünkü," işaret parmağıyla küçük kızın çillerle kaplı burnuna yavaşça vurdu. "Daha doğru dürüst yürüyemiyorsun bile."

"Yoksa seni öpecek mi?" Luna'nın onun gözlerine eş gözleri merakla ışıldadı. Yanakları sorduğu soru yüzünden hafifçe kızarmış, az evvelki korkusu yerini çocukça bir meraka bırakmıştı. "Ağzından hani," dedi yeterince açık değilmiş gibi, "Balerra ve Errutua'nın öpüştüğü gibi?"

Miae rahatsız bir şekilde parmak uçlarında yaylanıp, "Umarım öpmez," diye homurdandı. "Bunun için çok küçüğüz!" Pan'ı seviyordu. Onunla gezmeyi, yasak kovuğa gidip gizli gizli büyü yapmayı, Işık Şelalesi'nde yüzmeyi ve maceradan maceraya atılmalarını da seviyordu. Ama onunla öpüşmek fikri -aslında yalnızca onunla değil herhangi biriyle öpüşmek fikri- ona çok uzaktı. Henüz sadece on iki yaşındaydı. Hatta on bir. Gerçi birkaç saat sonra on iki yaşına bastığında da böyle düşüneceğine emindi! Ufaklığın meraklı bakışlarını görmezden gelerek Luna'yı, "Az önce olanlardan kimseye bahsetme," diye tembihledi. Çünkü onu uyarmazsa onun biraz evvel yaşananları herkese -sarayda yaşayan ya da yaşamayan diye bir ayrım gözetmeksizin- anlatacağından emindi. Ufaklık biraz fazla heyecanlıydı.

"Ama neden ki?"

Yüzünü küçük kızın yüzüne eğdi. "Çünkü bu," dedi sessizce ve işaret parmağını önce ufaklığa, "Seninle," sonra kendine çevirdi, "Benim aramda bir sır."

Luna hevesle, "Bizim bir sırrımız var," diye bağırdı. Eteklerini hafifçe kaldırıp, "Bizim bir sırrımız var," diye dans etmeye başlamıştı. Sevimlice çevresinde dönüyor, başını iki yana sallayıp duruyordu. "Bizim bir sırrımız var! Bizim bir sırrımız var!"

Miae önündeki bu manzaraya önce kıkırdayarak karşılık verse de ardından ciddi durmaya çalışarak, "Böyle giderse herkes bizim bir sırrımız olduğunu öğrenecek Lu," dedi. İşaret parmağını dudağına bastırıp, "Şşt," diye uyardı. "Yedi Tanrı aşkına, biraz sessiz ol." Koridorda kimsenin olmadığından emin olmak için sağa sola baktı. Hevesi kırılsa da hâlâ olduğu yerde küçük küçük sallanan Luna'ya döndü. "Sırrın ne demek olduğunu biliyor musun ufaklık?"

Luna parmağını çenesine dayayıp bir süre düşündükten sonra büyük bir ciddiyetle "Hayır." dedi. Tabii ki bilmiyordu. Daha önce kimse ona sırlardan bahsetmemişti ki! Sır denilen bu şey nasıl bir şeydi? Luna neden onu göremiyordu? Yoksa görünmez miydi? Gözleri bu düşünceyle parladı. Umarım görünmez bir şeydir, diye düşündü. Böylece saraydaki diğer çocuklara bir sırrı olduğunu söyleyerek hava atabilirdi. "Ama bize ait olduğuna göre önemli bir şey olmalı."

"Evet, evet, çok önemli bir şey." Yan koridorlardan geçen birkaç kişinin konuşmaları kulağına çalınınca, Miaetilra sesinin tonunu düşürme ihtiyacı duymuştu. Fazla tedbir göz çıkarmazdı. "Bu," dedi ilgiyle onu izleyen kardeşine, "Az önce yaşananları kimseye söyleyemeyeceğin anlamına geliyor."

Küçük kızın bütün neşesi bir anda kaçtı. "Bale'ye bile mi?"

"Özellikle de Bale'ye."

Oysa Luna, Miae'nin koluna yaptığı şeyi herkese -özellikle de Balerra'ya- anlatmak için yanıp tutuşuyordu. Omuzları hayal kırıklığıyla düşerken alt dudağını sarkıtmış, üzgün gözlerle Miae'ye bakmıştı. Bu sır denilen şeyi hiç sevmemişti. Hiç! Eğer anlatamayacaksa böyle muhteşem şeyler yaşamanın ne anlamı vardı ki? Diğer çocuklara ablasının yaptığı şeyle ilgili hava atamayacak mıydı? Yerdeki zırhı ayağının ucuyla iterken, "Ne kadarını söyleyemem?" diye sordu. Dürttüğü zırh gürültüyle kıpırdandı ve elinde tuttuğu küçük hançer mermere çarparak koridor boyunca yankılanan tok bir ses çıkardı. Miae derin bir nefes alınca alt dudağını dişleyip sevimli bir şekilde bakışlarını ondan kaçırdı. "Şey," dedi, "Mesela yaramın birdenbire iyileştiğini söyleyebilir miyim?" Miae başını iki yana sallayınca huysuzca homurdandı. "Belki de kendiliğinden iyileşmiştir?" Onun hevesini kırmak istemese de Miae başını bir kez daha iki yana salladı. "Bu çok üzücü ama!"

"Söz ver ufaklık!"

"Hiç mi anlatamam?" Miae işaret parmağını ve baş parmağını birleştirip ona doğru uzatınca, Luna bir an için kabul etmeyecek gibi görünse de kendi ufak parmaklarını Miae'nin halkasının içinde birleştirip halkaları kırdı. "Sten sözü veriyorum." Zaten söz vermekten başka bir şansı da yok gibiydi. Miae eğilip saçlarının kıyısına sıcacık bir öpücük kondurunca suratını buruşturdu. "Peki seninle gelebilir miyim?"

Miae arkasını dönüp ormana doğru yürümeye başlarken, "Odana dön artık ufaklık!" diye seslendi, "Hava kararmak üzere."

"Ama Pan..."

"Umarım Yedi Tanrı Pan'ı sana söyledikleri yüzünden bir güzel pataklar," diye homurdandı. Onun bir şeyler mırıldandığın duyunca dönüp omzu üzerinden ona baktı ve "Bale seni aramaya başlamıştır bile! Hem peşimden gelip ormanda kaybolmak istemezsin değil mi?" dedi.

"Seni ağzından öpmesine izin verme Mi!" Küçük kızın sesi giderek uzaklaştı. "Ağızdan öpüşürseniz çocuğunuz olur."

Nasıl ikna ettiğini bilmese de ufaklık onu takip etmekten vazgeçmişti. Onun neşe veren dansını ve kısa süren mutluluğunu düşündü. Küçük kardeşi kimi zaman tam bir baş belası olsa da Miae onu üzen kişi olmaktan nefret ediyordu! Hava kararmaya başlarken Aydınlık Ormanı'nın kıyısında durup meyve ağaçlarının arasında bütün ihtişamıyla ışıldayan saraya bakarken, Miae'nin dudaklarında yaramaz bir gülümseme belirdi. Birkaç saat... Yalnızca birkaç saat sonra on iki yaşına basacaktı. Sonra da buradan, bu saraydan, Errutua'dan uzağa gidecekti. Tatlı bir rüzgâr saçları arasında dolanırken, orman seslerini takip etti. Işıldayan böceklerin yanından geçip ışık kuşlarıyla sohbet ettikten sonra Pan'ı bulmak için patikaya saptı. Pan, Işık Şelalesi'nin yanındaki ağaca tırmanmış, onu bekliyordu. Miae eteklerini toplayıp ağaca tırmanmaya koyuldu ve onun oturduğu dalın bir üstündeki dala çıkıp baş aşağı sallandı. Onu gördüğünde yüzünde kocaman bir sırıtış beliren Pan; sessizce onu izlemiş, yüz yüze geldiklerinde ise sessizce, "Selam." demişti. İkisi de çok heyecanlıydı. Miae aklı erdiğinden beridir saraydan gideceği günü bekliyor, hatta bu ikili uzun zamandır bununla ilgili hayaller kuruyordu. Ve sonunda bugün bu hayallerin gerçek olacağını ikisi de biliyordu. Miae daldan sarkarken, on bir yıllık ömrünün çoğunu ağaçlardan sallanarak geçirmiş biri olarak çok rahattı. Bir süre akşamki baloya kimlerin geleceğinden, ne zaman yola çıkacaklarından ve birbirlerine ne sıklıkla mektup yazacaklarından konuştular. Mesela Miae gitmeden evvel Errutua'ya bir sürpriz hazırlayacak mıydı?

"Bence Hollengard'a gitmem bile onun için bir sürpriz olacak," Havada savurduğu parmak uçlarından minik minik yıldızlar yağdı. "Gerçi henüz kabul alıp almadığım belli değil."

"Belki de Ruphus'u seçmelisin." Pan ağzına bir dal sıkıştırıp ellerini ensesinde birleştirdi ve ağacın kalın gövdesine yaslanıp kızıl saçlarının arasında kaybolan Miae'nin görüntüsüne sırıttı. Kız çok komik görünüyordu. "Senden iyi bir büyü yaratıcı olur."

Miae "Diğerlerini de tanımak istiyorum," dedi huysuzca. Yüzüne dökülen saçlarını iki yana doğru açtı. "Santeleri, insanları, Ayzaları, hatta Sürmeleri bile!"

"Seni hayal kırıklığına uğratmak istemem ama Sürmeler yüzyıllardır Üç Kutsal'a kabul edilmiyorlar Miae." Tek bacağını daldan aşağıya sarkıtıp yüzünü genç kıza döndü. "Santeria'ya en başından beridir kabul alamadılar ama Ruhbaz yüzünden artık Ruphus'tan ve Hollengard'dan da kabul alamıyorlar."

"Yetenekli bir Sürme yüzyıllardır doğmadı. Doğsaydı belki kabul alabilirdi."

Pan, kızın inadına gözlerini devirerek karşılık verdi. Sürmeler onların beslendiği kaynaktan beslenerek büyü yapmıyorlardı. Pan bir keresinde yaralı bir Sürmeyi iyileştiren bir şifacı görmüştü. Ezdiği çeşit çeşit ota bilmediği büyülü sözcükler fısıldıyor, yarayı ateşle dağlayıp hazırladığı bu bulamaçla yaranın üzerine kapatıyordu. Farklıydılar. Daha evvelki yaşamlarından kalma eski bir hayat ağacının kökleriyle bağ kuruyorlar, onun büyüsünü kullanıyorlardı. Bir Sten'in ya da bir Sante'nin onların büyüsünü anlaması, öğrenmesi, onların kaynağından beslenmesi mümkün değildi. Bu dünyadan olmayan bu ağaç onlara aynı zamanda başka başka yetenekler de katıyordu. Yaşayan Sürmelerin çok az bir kısmı kehanette bulunabiliyor, geleceği görüp hatalarından ders almaları için diğerlerini uyarabiliyordu. Hatta Sürmelerle diğer ırklar arasındaki ipleri koparan olay da yine böyle kendini gerçekleştiren bir kehanetle alakalıydı. Kadim bir Sürme, Ruhbaz'la ilgili bir kehanet görmüş ve bu kehaneti hiç kimseye anlatmamıştı. Pan ne derse desin Miae'nin inadını kıramayacağını bildiği için, bunların hiçbirinden ona bahsetmedi.

Yalnızca bir saat sonra genç kız huysuzca homurdanarak, saçları arasındaki yaprakları çekiştirirken berbat göründüğünden adı gibi emindi. Hayır, berbat yeterli değildi. Felaket görünüyor olmalıydı. İçinde aslında o kadar da kötü görünmediğine dair cılız da olsa bir umut varsa da sudaki yansımasını gördüğü anda o umut parçası da un ufak olmuştu. Berbat görünüyordu. Pan'la boğuşurlarken saçları iyice kabarmış ve aralarına bir sürü çalı çırpı karışmıştı. Onun yüzünden sarktığı daldan hayatında ilk kez pata küte düşmüş, kendini toparlayıp büyülü sözcüğü söyleme fırsatı bile bulamadan yere kapaklanmıştı. Üstelik sadece birkaç çalı çırpıdan bahsetmiyordu Miaetilra; o anda kafasında yavru bir kuşun öttüğüne de emindi. Başarısız birkaç girişimde bulunarak saçlarını savurdu ve her defasında hevesle suya eğilip kontrol etti. Dallarında yeşeren güzel yapraklar hariç, bütün o kuru yapraklar, dallar hatta öten yavru kuş, her şey hâlâ olduğu gibi saçları arasındaydı.

"Dön hadi!"

Pan'ın gerisinden gelen sesini duymazdan gelerek saçlarındaki dallardan birine asıldı. Eğer önce kendisinin ağaçtan inmesine izin verseydi bunların hiçbiri yaşanmayacaktı. Dal kıvırcık saçlarına öyle sağlam tutunmuştu ki Miae çok geçmeden gösterdiği çabanın boşuna olduğunu fark etti. Dalı serbest bırakıp elini saçları arasına daldırdı ve parmağını bir şey ısırdığında söylenerek elini geri çekti. Yedi Tanrı aşkına! Saçlarının arasında gerçekten yavru bir kuş vardı. Pan'ın ellerinin saçlarına değdiğini hissettiğinde huysuzca iç çekti. Birilerinin yardımına ihtiyaç duymaktan nefret etmesine rağmen, uslu bir kız çocuğu gibi oturup onun saçlarındaki karışıklığı temizlemesini bekledi. Yapraklar ve dallar birer birer saçlarından ayrılırken kendi dalları gürültüyle çiçek açıyordu.

Pan sessizce, "Kuşu bir türlü yakalayamıyorum," dedi. Miae'nin daha çok sinirlenmesinden korkuyordu. "Ne yaparsam yapayım başaramıyorum."

Miae saçlarından kayıp kucağına düşen sararmış bir yaprağı sapından tutup sağa sola çevirirken, "Bırak kalsın," diye mırıldandı. "Bale belki beni o kuşun hatırına bağışlar."

Üstündeki kar beyaz pelerin artık kahverengiydi. Elbisesinin boynunda yer alan el işlemesi boncuklar kopmuş, dökülmüş ve kaybolmuş; Bale'nin bin bir büyü ile biraz da olsa dizginleyebildiği saçları yeniden karışıp düğüm olmuştu. Somurtarak yüzünü Pan'a dönmeye çalıştığında, çocuğun saçları arasındaki elleri yüzünden canı acıdı ve suratı daha da asıldı.

"Yavaş ol, Miae!" Çocuğun sesi eğlendiğini açık edercesine boğuk çıkmıştı. "Canın acıyacak."

"Bilerek yaptın!"

Pan hayretle, "Neyi?" diye sordu. Neyi bilerek yapmış olabilirdi ki? O da onunla birlikte pata küte ağaçtan düşmemiş miydi?

"Bunu, seni budala!" Batmış üstünü başını ve ucundan bir örümceğin ağ yaparak sarktığı saçlarını işaret etti. "Bale bu kez beni kesinlikle öldüre-"

Pan bastırmakta güçlük çektiği bir sırıtışla, "Bilerek yapmadım." dedi.

Bilerek ya da değil, onun bu haliyle eğlendiği açıktı. Kızın çizilen yanağını baş parmağıyla okşadı ve kısık sesli bir büyü mırıldandı. İşe yaramamıştı. Bu kadar derin bir kesiği iyileştirebilmesi için Miae'nin bilgisine sahip olması gerekirdi -ki değildi. Miae homurdanarak ondan uzaklaştı.

"Buraya geldiğinde insanların şu tuhaf porselen bebeklerine benziyordun. Şimdi daha kendin gibisin."

Kız alt dudağını sarkıtıp çocuğa kırgın bir bakış attı. "Bir tek bana pasaklı demediğin kalmıştı Pan!"

"Öyle demek istemedim." Kızın sağ kaşının üzerindeki buklede asılı duran örümceğe tırmanması için elini uzattı ve onu altında oturmaya devam ettikleri ağaca bırakıp, "Hadi küçük dostum," dedi. "Eminim yukarıda bir yerlerde seni bekleyen bir ağ vardır." Örümcek ağaca tırmanırken Pan dönüp, Miae'nin saçları arasındaki kuru yapraklardan birini daha güçlükle oradan ayırdı ve gülümseyip kızın şakağına küçücük bir teselli öpücüğü kondurdu. "Böyle daha güzelsin."

"Diğerlerinin böyle düşüneceğini sanmıyorum."

"Ne düşündüklerinin ne önemi var?" Mavi bakışları, kızın çatılan kaşları altında öfkeden alev alev yanan yemyeşil gözlerine değince sevgiyle ılıdı. "Bizim böyle düşünmemiz yeterli."

"Budala biri gibi konuşuyorsun."

"Çünkü budalayım."

"Öyle olduğuna eminim zaten." Tedirgin bir şekilde gözlerini çocuktan kaçırdı ve saçları arasındaki kuşu bulabilme umuduyla ellerini son kez saçlarının arasına daldırdı. "Sadece bir kez onlar gibi görünmemi istemişti." Pan'ın ne dediğini anlamadığını fark edince, "Errutua," diye ekledi. "Dün sabah kahvaltıda bir kez olsun onu utandıracak bir şey yapmamamı ve diğer Stenler gibi davranmamı tembihledi." Söz konusu kendi kalbi olduğunda hissettiği utanma duygusu yüzüne hafif bir kırmızılık yaydı. "Belki biraz daha onlar gibi olabilseydim..." Ellerini umutsuzca saçları arasından çekti ve kucağında birleştirdi. "Beni sevebilirdi. Bir kez olsun bana..."

Pan'ın yanağıyla dudağı arasına bıraktığı minik öpücükle, başladığı cümle yarım kaldı. Çocuğun kızdan çaldığı ilk öpücüktü. Miae'nin meraklı gözleri hayretle irileşti. Aniden bastıran Minel yağmuruna tutulmuş gibi bütün bedeni titredi ve yüzünü telaşla çocuktan uzaklaştırdı. Beklediği gibi midesi bulanmamıştı. Küçücük ve ne olduğu anlaşılamayacak kadar hızlı bir öpücüktü. Hatta gerçek bir öpücük bile sayılmazdı. Pan ondan uzaklaşıp alnındaki kıvırcık tutamlardan birini yüzünden çektiğinde, tuttuğunu fark etmediği nefesini serbest bıraktı. Az daha içinden bir alev yükselecekti!

"Kendi doğum gününe geç kalıyorsun, Miae." Çocuk mahcup bir tavırla saçlarını karıştırıp ayağa fırladı ve tutması için elini kıza uzatarak, "Hadi ayağa kalk artık," dedi. "Seni bekliyorlar." Kız üstünü başına elinden geldiğince çeki düzen verip gitmek için hareketlenince, Pan dayanamayarak "Mi!" diye seslendi. Miae kızarmış yüzünü ona çevirdiğinde gülümsedi. "Sen her halinle çok güzelsin. Onlar gibi görünmene de onun sevgisine de ihtiyacın yok!"

Yüzünde şapşal bir gülümsemeyle ormanı, bahçeyi, çiçekleri geçti. Pan'a olan kızgınlığı yerini onun söylediklerinin içinde yarattığı tatlı heyecana bırakmıştı. Hiç kimseye görünmeden odasına gidebilmek için parmak uçlarında saraya girdiğinde, en son denk gelmek istediği kişiyle burun buruna gelmişti: Balerra. Kızgın mıydı? Ah, kesinlikle kızgındı. Hatta burnundan soluyordu ve hayır, ne yazık ki Miae abartmıyordu. Kadın onu fark ettiğinde kaşları çatılmış, dudakları incelmişti. Miae, onun çığlık çığlığa bağırmamak için derin derin nefes aldığını görebiliyordu. Sanki birazdan kulaklarından buharlar fışkıracak ve göğü yere indirecekti. Doğrusu haksız da değildi. Ne kadar korkunç göründüğünün, bu kez fazla ileri gittiğinin o da farkındaydı.

Balerra öfkeden titreyen bir sesle, "Sen," dedi. "Miae... Bu..." Sakin kalmaya çalışsa da başaramadı. "Bu... Yine mi?!"

Miaetilra omuzlarını dikleştirip gülümsemeye çalıştı ve soğukkanlılıkla, "Bu sefer gerçekten bilerek olmadı Bale," dedi. "Pan'la işler nasıl yürüyor bilirsin." Pan'dan bahsettiğinde bile midesi karıncalanıyordu ama üstün bir çabayla bunu kadından saklamayı başardı. "Biraz kavga, biraz boğuşma..." Ve bir öpücük. Tabii bu sonuncuyu içinden geçirecek kadar akıllıydı. "Yine de elbise ve pelerin için..."

"Bütün misafirler Aydınlık Salon'da seni bekliyor ve sen Pan ile boğuşuyorsun, öyle mi? Şu haline bak!" Kadın hayal kırıklığıyla soluklandı. Omuzları düşmüş, başını hafifçe sağ omzuna doğru yatırmıştı. "Ya karşılaşmasaydık? Baloya bu halde mi gelecektin?"

"Odama gidip diğer elbiselerimden birini giymeyi düşünüyordum."

Balerra kızın rahat tavrıyla dehşete düşse de en azından çözümünün mantıklı olduğunu kabul etmeliydi. Çoğu zaman sakin -hatta bazen gereğinden fazla sakin bir kadındı. Sadece bugün Errutua ile yaptıkları kavga, bütün misafirler gelmesine rağmen, Miae'nin gelmemiş olması ve Miae'nin darmadağınık görüntüsü birleştiğinde... Şey, bilirsiniz, bu kadarı ona bile fazla gelmişti. Tek bir şey istemişti bugün Miae'den; birazcık daha dikkatli davranmasını ve Errutua ile dalaşmalarına sebep olacak bir şey yapmamasını. Bu kadardı. Kızın saçları arasından işittiği 'cik' sesiyle birlikte çatılan kaşları hayretle havalandı.

"Saçların arasında bir kuş..." Şüpheyle Miae'ye doğru eğildi. "Olamaz, öyle değil mi?"

Kız soruya, "Emin değilim," diye yanıt verdi ve sevimlice omuz silkti. Başını kadına doğru kaldırmış, yüzüne küçük, sevimli bir gülümseme yaymıştı. "Sanırım yavru bir ışık kuşu ben ağaçtan düşerken saçlarıma saklandı."

Balerra inleyerek başını iki yana salladı. Üzerindeki su yeşili pelerinin içinden asasını çıkartıp Miae'ye doğrulttu ve onunla tartışmaktan vazgeçerek sessizce bir-iki büyü mırıldandı. Kızın saçlarındaki son yapraklar da ayaklarına dökülmüş, elbisesi ve pelerini temizlenmiş ve yakasından kopan boncuklar ormanın içerisinden uçarak gelip eski yerlerine dönmüşlerdi. En önemlisi de saçları arasındaki yavru ışık kuşu oradan ayrılmıştı -ki Balerra kuşu gördüğünde neredeyse düşüp bayılacaktı. Miae'nin kızıl saçları birkaç saat önceki kadar düzgün görünmese de en azından artık cadı süpürgesini andırmıyordu. Kadın asasını yerine kaldırırken, "Bu daha iyi," diye mırıldandı. Kızını son kez baştan ayağa süzdükten sonra uzanıp yanağındaki yarayı iyileştirmek için eski bir büyü mırıldandı. "En azından," başka bir yarası olup olmadığına baktı, "Saçlarına saklanan bir kuş olmadığından eminiz artık."

Miae üstünü başını önünde durdukları Sten çeliği kalkanda kontrol ederken, "Işık kuşunun saçlarımdaki dallarla farklı bir aura yayacağını düşünmüştüm," diye mırıldandı. "Hem sevmediğim misafirleri de ısırabilirdi."

Balerra kızmak istese de kızın daha derli toplu görünmesinin etkisiyle yumuşayarak söylediklerine gülümsedi. Eğlendiğini gizleme gereği duymadan, "Bir ışık kuşu, öyle mi?" diye sordu. "Bu ilk kez başımıza geliyor sanırım." Omzuna elini dayayıp onu hafifçe sırtından itekleyerek salona yönlendirdi. "Yedi Tanrı aşkına Miae! En başında o kuş oraya nasıl girdi?"

"Yuvasının olduğu dala çarptım belki de." Kıkırdayarak annesine baktı. "Ya da kafamdaki çiçek açmış dalların cazibesine dayanamayıp kendisi buldu beni."

Kadının gülümsemesi tatlı bir kahkahaya dönüştü. "O dallardan kurtulmanı söylemiştim."

"Ben de onların köklerinin kafamın içinde olduğunu söylemiştim Bale. Biliyorsun, artık beynimle bütünleşmişler. Onlarsız yaşamam mümkün değil!"

Balerra yarı ciddi yarı alaycı bir tavırla, "Belki onları sökersek," diye mırıldandı, "Doğaya karşı olan bu aşırı düşkünlüğünden de kurtulursun."

"Belki," Miae sırıtarak önüne döndü. "Ama bunu asla öğrenemeyeceğiz."

Miae bilmiyordu. Yüzünde tasasız gülüşü, saçları arasında çiçek açmış dalları, üzerinde Sten ipeğinden şık pelerin ve elbisesi ile başına kötü hiçbir şey gelmez sanıyordu. Üzerinde onun yaşındaki bir çocuğun hayatla ilgili tecrübesizliğinden doğan umursamazlığı vardı. Balerra ile Büyük Salon'un kapısından içeri girerlerken bir kırlangıç süratle Miae'ye doğru uçup saçları arasına daldı. Balerra ilkin şaşkınlıkla kıza bakmış, daha sonra ne olup bittiğini anlayarak bilgece gülümsemişti. Miae homurdanarak saçları arasındaki kırlangıcı yakalamaya çalışırken de kahkahalarla gülmekten kendini alıkoyamamıştı. Kızının arkasına dolanırken sakin bir tavırla, "Müsaadenle," dedi. "Ve Tanrılar aşkına Miae! Lütfen saçlarını yolmayı hemen bırak!"

Kız hırçın bir şekilde, "O salak kuş saçlarımın arasına girmemeliydi," diye homurdanarak karşılık verdi. "Neden diğer Stenlere yaptığı gibi benim de elime, omzuma falan konmuyor bu aptal kuşlar?"

"Saçlarındaki dallar yüzünden."

"Hey! Onları sökeceğimi sanıyorsan çok yanılıyorsun Bale!"

Balerra kızın saçları arasında saklanan kırlangıcı bulup çıkardı ve avuçları arasında nazikçe tuttuğu kuşu Miae'ye uzattı. "İşte oldu. Artık mektubunu alabilirsin."

Miae kırlangıcın ayağına bağlı mektubu hevesle söküp aldı. "Eğer beklediğim şey değilse küçük budala," avucunda duran kuşa tehditkâr bir bakış attı, "bir daha asla bu sarayın bahçesinden içeri giremezsin!" Kırlangıç aldırmaz bir tavırla şarkı söylemeye başlarken, Miae kuşu serbest bırakıp hevesle rulo şeklinde sarılmış mektubun mührüne baktı. Bu sırada kırlangıç kanatlarını görkemle açmış, çevresinde dans ederek dönüp durmaya başlamıştı. Miae kendine engel olamayarak birkaç saniye büyülenmiş gibi kuşun şarkısını dinlemiş, ardındansa hevesle mektubu koruyan mührü kırmıştı. Mektup süratle açılıp havalandı ve harfler parşömenin ucundan düşerken sesi yaşlılıktan paslanmış bir kadın konuşmaya başladı:

"Sevgili Prenses Miaetilra," Prenses hitabıyla Miae istemsizce homurdandı. "Bize ulaşan talebinizle ilgili yapılan değerlendirmeler sonucunda Hollengard'ın öğrencileri arasında yer almaya hak kazandığınızı belirtmekten gurur duyarız. Hasat Şenliği'nin yapıldığı günün gecesini izleyen yedi gün ve yedi gece içerisinde okulumuza ulaşmanız gerektiğini hatırlatır, yeni yaşınızı kutlarız. Aşağıda size okula kadar eşlik edecek ve okulda bulunacağınız önümüzdeki beş yıl boyunca sizinle kırılmaz eosk bağıyla bağlanacak kişinin adı yer almaktadır. Yolculuk için kullanacağınız parola daha sonra sizlere iletilecektir.

Hollengard Müdiresi

Profesör Elitia Herwick

Hatırlatma! Asa kullanacaksanız eğer asanızı yolculuk boyunca yanınızdan ayırmamanızı hatırlatırız."

Sevgilerimle,

Cansu U.

Continue Reading

You'll Also Like

7.4M 300K 55
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
725K 66.9K 58
Sadece kötülerin var olduğu bir şehirde hayatta kalabilir misin? Yekta kendini bir cesedin başında, elleri kanlı bir halde bulduğunda kötülük onun ya...
1K 268 14
Bir çocuk kınanırsa her zaman O da yapamaz başkasını ayıplamadan Ve düşmanlık görürse durmadan Kaçamaz hiçbir kavgadan DOROTHY NOLTE 13-15 yaşları ar...
ORENDA By ruhebhava

Science Fiction

3K 279 7
Görebiliyor musunuz? Bedenimden akıp giden ışığı Görebildiniz mi? Duyabiliyor musunuz? Ruhumun çaresiz haykırışlarını Duyabildiniz mi? Hissedebiliyo...