PEŞİMDE ZOMBİ VAR (TAMAMLANDI...

By Sema_Coban_YalknK

511K 31.5K 16.6K

X-18AB9 adında bir virüs..Kim bile bilirdi ki bu küçücük virüsün medeniyetin eşiğindeki Dünya 'nın sonunu ge... More

- TANITIM -
BAŞLANGIÇ
YAŞAMAK İÇİN KAÇ
YENİ İNSANLAR
KURTULMAK İÇİN UMUT
TERRENE ASKERİ KAMPI
ÖLMEMEK İÇİN ÖLDÜR
LABORATUVAR
KASABA
SİLAH
OTOBÜSTEKİ KARGAŞA
ANONS
ZOMBİ YIĞINI
ORMAN
GOLF SAHASI
NEREDELER ?
YÜKSELEN ALEVLER
SAKIN BURADAN ÇIKMA
PLAN BUYDU JACK !
ÇIKIŞ YOLU
İKİ TARAF : ZOMBİ
KIYAMET TESİSİ
EV
TERK EDİLMİŞ ŞEHİR
HARİCİ DİSKİN SIRRI
KALİOLA
TERK EDİLMİŞ OKUL-ALİCE
URANYUM MADENİ
ZOMBİLERE KARŞI SAVUNMA
SİYAH YARATIK
GEMİ
BEKLENMEDİK..
X-18AB9 ANTİDOT
PEŞİMDE ZOMBİ VAR
TAHTA DUVARLARIN ARDINA KASABA
SAVUNMA
ADA
ARSİA :KURTULUŞ
ARSİA 'DAKİ KAOS
NEREDEYİM ?
ŞEHRİN DIŞI
JACK 'İN PLANI
DOSTTAN GELEN KURŞUN
JOHN 'U ARARKEN
FİNALE DOĞRU -1
ÖZEL BÖLÜM- PEŞİMDE ZOMBİ VAR 2

FİNAL

10.5K 481 1K
By Sema_Coban_YalknK

ARKADAŞLAR NİHAYET OTUZ BİR SAYFA SÜREN FİNAL BÖLÜMÜNÜ DE YAZDIM.UMUDUNUZU YİTİRMEDEN SABIRLA BEKLEDİĞİNİZ İÇİN HEPİNİZE AYRI AYRI TEŞEKKÜR EDERİM..
BU ZAMANA KADAR KİTABIMI OKUYUP DESTEKLEDİĞİNİZ İÇİN TEŞEKKÜR EDERİM.
YORUMLARINIZ BENİM İÇİN ÇOK DEĞERLİ.. BÖLÜM SONUNDA YORUMLARINIZI BEKLİYORUM.. UMARIM BEĞENİRSİNİZ İYİ OKUMALAR..

************************************************************************

O sırada Oğuz ;

''Bu Alice değil mi ! ''

diye bağırdı.

buna onay verirmişcesine kafa sallayan John 'un yüzünde hiç bir şaşkınlık ifadesi olmayışı beni birazda olsa şaşırtmıştı.John her daim soğuk kanlı olmayı nasıl başarıyordu bilmiyordum.Fakat bildiğim tek şey hafızası silinmiş olan Alice 'i öldürmekten başka bir çaremizin olmadığıydı.Sayıları yirmiyi geçen adamların silahlarından çıkan metal kurşunlar kafamızı dahi uzatıp ileriye bakmaya fırsat vermiyor ve bu yüzdende ateş edememize neden oluyordu.Köşeye sıkışmıştık.Çaresizce adamların üzerimize doğru gelmesini beklerken John 'un adamlarından biri olan Gabe cebinden çıkartmış olduğu siyah renkteki bir el bombasını bana doğru uzattı.

El bombası bizi kurtarabilecek tek yol olabilirdi.Bu yüzden Gabe 'in adeta bir mermer gibi sep sert ve nasırlaşmış elinden bir saniye bile tereddüt etmeden hızlıca el bombasını aldım. Ve el bombasını aldığım gibi Alice ve arkasındaki adamların üzerine doğru fırlattım ancak Alice yine her zaman olduğu gibi pratik zekasını kullanıp hiç ummadığım bir şeyi yapmış ; attığım el bombasına benim atışımdan saniyeler sonra adeta futbol topuna vururmuşcasına tekme atarak üzerimize doğru geri göndermişti.

Bunun üzerine ben büyük bir şaşkınlık içerisinde dona kalmışken Oğuz ise bir anda kendini yere attı.Patlamanın etkisini azaltıp bizim yaralanmamıza engel olmaya çalışmayı düşünüp gelen el bombasının üzerine yüz üstü bir şekilde atlayan Oğuz 'a ;

''Ne yapıyorsun sen deli misin ! ''

diye bağırdım.Bunun üzerine ;

''Hadi siz devam edin ! Zaman yok hadi !''

diye yanıt vermişti cesaretine bir kez daha hayran kaldığım genç Oğuz .

Bu konuşmanın üzerine ise ;

''Aptallar pimini çekmemişsiniz ki ! ''

diye bağırdı alaycı bir tavırla John .

John kurduğu cümleyi bitirdiği anda ben saniyeler içinde bombanın pimini çekmeyi unutmuş olduğumu fark etmiştim. Bu cümlenin ardından yüz ifadesinden şaşkınlıkla beraber utanç duygusu belli olan Oğuz ise bu sırada aniden yerden kalktı ve el bombasını eline alıp küçük bir bakış attı.

''Üzgünüm benim hatam..''

demekten alıkoyamadım kendimi gayet mahçup bir şekilde.Yinede pimi çekmeyi unutmuş oluşum işimize yaramış ve hatta bu saçma durumda hayatımızı kurtarmıştı.John gayet soğuk ve kibirli bir şekilde Oğuz 'un elinde tuttuğu el bombasını bir hamlede çekip aldıktan sonra ;

''1 ''

''2''

''3''

''4''

şeklinde hafif kısık bir sesle sayış yaptıktan sonra beşinci saniyeye henüz girmeden el bombasını Alice 'in üzerine doğru fırlattı.Hızla ilerleyen el bombasının patlaması ile birlikte Koridorun duvarları yıkılarak etraf toz dumana karışmış Alice de dahil olma üzere Kaliola 'nın adamları bu enkazın altında kalmıştı.Ve hatta bundan birkaç saniye sonra ise koridorun orta kısımında zemini oluşturan yer patlamanın etkisi ile aşağı çökmüş ölü cesetler enkaz ile birlikte bir aşağı kata düşmüştü.

Koridorun ortasında bu şekilde büyük bir gedik açılışı bizim ileri gitmemize engel olacakken gördüğüm manzara karşısında adeta dona kalmıştım. Koridorunun yarısı yıkık beyaz duvarlarının ardında odalar vardı ve bu odaların oluşu bizim ilerlememize fırsat doğuşunu sağlamıştı.Asıl ilginç olan ve dikkatimi çeken şey ise koridorun arkasındaki bu odalara asıl girişin nereden olduğuydu.

Tıpkı örümcek ağı gibi her yer birbiri ile bağlantılı olan bu bina benim kafamı karıştırırken '' böyle şeyleri düşünmek için vakit yoktu '' bunu anımsadım.Bu yüzden bu düşüncelerimden sıyrılıp koridorun yıkık duvarından öteye geçmiştim.En önde benim gidiyor oluşum umurumda bile değildi.Bir saniye boyunca odaya göz gezdirdiğimde bakışlarım odaya kilitlenip kalmıştı.Koyu mavi gözlerimin içine adeta bir ok gibi saplanıp kalmış bu manzara beni gerçekten hayrete düşürmüştü.

Odanın her yerini birer metre ara ile koyulmuş tıpkı kıyamet tesislerinde gördüğüm ve hatta beni de daha önce onlardan birine koymuş oldukları saydam sıvı nitrojen tankları kaplıyordu.Asıl dikkatimi çeken ve bir anda ürkmeme neden olan şey tankların içindekilerdi.

Genleri ile oynanmış garip insanımsı şeyler olduğum yerde donup kalmama neden olmuştu.Bu değişik insan bedenleri..Her biri birbirinden farklı ve her biri birbirinden iğrençti.Tankların yanından geçmeye başladığımızda gerçekten midem bulanmıştı .

Özellikle ise Albino hastalarını andıran hafif buz mavisi ile karışmış kar tanesinin saf beyazlığının tonundaki teni ile uyumlu bembeyaz saçları ve burun kemiği ile burun derisi bulunmaksızın sadece iki burun deliği olan ve kolları yerine gövdesinden çıkan değişik uzantıları ile dikkatimi çeken insanımsı yaratıktan hemen sonra gelen tanktaki mutant midemi bulandırmıştı.

Ve bana hep gece boyanmış gökyüzünün tonunu anımsatan koyu mavi gözlerim hemen sağ yan tarafındaki sıvı nitrojen tankına hapsedilmiş o mutanta takılmıştı:

Bana eskiden izlediğim bilim kurgu filmlerindeki o uzaylı modellemesini andıran üçgenimsi kafası ; normal bir insanın vücuduna oranla boyutundan çok daha büyük olan mutantın normalde derinde olması gereken damarları belirgin bir hale gelerek yüzeyselleşmiş bu yüzden kafasında mavimsi bir haritayı andıran bir görüntü oluşmasına neden olmuştu.Kızıla kaçan kırmızı renkteki zombilerin çürümüş bedenlerini andıran pütür pütür derisinin üzerindeki su toplamış yanık bir deri görünümündeki baloncukların içinden sarıya çalan yeşil irin akıyor ve bu irinler saydam cama yapışarak midemi bir hayli bulandırıyordu..

Kaliola neden insanların üzerinde böyle canice deneyler yapıyordu anlamıyordum..Bu bir vahşetti..İnsanlığın zaten zombi denen o lanet yaratıklar ile başı derde girmiş onlara karşı mücadele veriyordu..Birde yetmezmiş gibi..

Kor ateş olarak içimde tuttuğum öfkem yeniden alevlenmişti.Bu büyük odanın içinde ilerledikçe içim bir tuhaf oluyordu..Genleri ile oynanmış insanlar bedenlerine her bir bakış attıkça hem ürküyor hemde onlara üzülüyordum..

''Bunlarda ne böyle ! ''

diyerek sessizliği bozmuştu Oğuz sesindeki iğrenme duygusu belli oluyordu.

''Kaliola 'nın müthiş eserleri..''

diye yanıtladı John her zamanki gibi sert ve gayet öfke dolu bir tavırla.

Bense bu sırada mutant zombileri de acaba bu şekildemi yaptıklarını düşünmeye başlamıştım.Çünkü benim Kaliola 'nın eline düştüğüm ilk zaman Bella bana bundan bahsetmişti.Zombileri öldürmeleri için insanların üzerinde deneyler yaparak Mutant zombileri oluşturduklarını söylemişti.Fakat bu mutasyon geçirmiş insan bedenleri zombilerden çok farklıydı.Acaba mutant zombiler bu mutantların bir türü müydü ?

Her bir adım attıkça yüzü aşkın saydam sıvı nitrojen tankların içindeki mutantları gördükçe bir kez daha dehşete düşüyordum.Neden böyle bir şey yapmışlardı..Neden..?Zombilere karşı savaşması için bile yapılsa bu bir vahşetti..Adeta insan ırkına yapılmış fakat ruhlarını bedenlerinden ayırmadan yapılan bir katliamdı..

''Bunlar şuan uyanık mı ?''

diye bir tartışma başlatmıştı Kağan.

''Sanmıyorum parmaklarını dahi kıpırdatmıyorlar !''

diye söze atılmıştı Oğuz.Ve ;

''Bilemeyiz belkide şuan açık göz kapakları ile bizi izliyorlar ! ''

diye yanıtlamıştı John.

Odanın çıkışına az kalmıştı ki o sırada gördüğüm bir mutant benim aniden olduğum yerde durmama neden olmuştu.Şuan bulunduğum konumumun sol taraftaki tankın içinde o siyah yaratık duruyordu.Çığlıklar atarak beni takip eden ve benim hayatımı hem laboratuvarda hem ormanda kurtaran o siyah yaratık..Düz gittiğim fayans yoldan sola doğru sapıp bir kaç adım attıktan sonra siyah yaratığın bulunduğu Tankın önüne iyice yaklaşmıştım.

Saydan sıvı nitrojen tankının alt kısımında isim yazan küçük dikdörtgen bölmeler vardı.Bunu benimde daha önce bizzat bu tanklara koyulmuş oluşumdan biliyordum.Bu yüzden eğildim ve isim yazan yere baktım ;

'' Carl Snow ''

yazıyordu.Bu isim bana çok tanıdık gelmişti.

''Hey Jack ne yapıyorsun orada ! ''

''Delirdin mi Jack !Çabuk buraya gel gitmemiz gerekiyor ! ''

diye sırasıyla bağıran John 'u ve Oğuz 'u hiç aldırış etmeden bu isimi hatırlamaya çalıştım.Çünkü bu isime sahip bu yaratık benim hayatımı kurtarmıştı ve ben bunu neden yaptığını anlayamnamıştım.Bu gizemler artık bu gün çözülmeliydi.Çünkü ne yazık ki bir daha hiç bir zaman çözemeyebilirdim ölümün derin uykusundan..

Hafızamı zorlayıp geçmişe doğru götürmeye çalışırken birden bu isimi anımsadım.Daisy olarak zannettiğim Bella 'nın kaçırılışının ardından beni de Kaliola 'nın laboratuvarına götürmüşlerdi.Ve benimde üzerimde deney yapmışlar ve tıkılıp kaldığım o hücrede yanıma getirilen küçük bir çocuğun adıydı Carl.Carl Snow bu küçük çocuğun üzerinde deney yapmışlar ve ben onu teselli etmeye çalışırken aniden kötüleşmişti ve o kötüleşince onu alıp götürmüşlerdi.

Bu o olabilir miydi ?İsim ve soy isimi aynı olan bu yaratık..Beni kurtarmasının nedeni o gün orada tanışmış olmamız mıydı ?Bu o olmalıydı..Kesinlikle o..

Tankın saydam camına iyice yaklaştım ve sağ elimi kaldırıp cama koyduktan sonra ;

''Teşekkür ederim küçük dostum..''

kelimelerini döktüm..

Tam geri arkadaşlarımın yanına gitmek için elimi camdan indirmiştim ki siyah yaratık kapalı olan gözlerini birden açtı ve benim gözlerimin içine bakmaya başladı.Açıkçası bu beni biraz ürkütmüş ve bu yüzden iki adım geriye doğru gitmeme neden olmuştu.Siyah yaratığın ne yaptığını anlamaya çalışırken siyah pul pul deriye sahip siyah kanadı ile kaynaşmış gibi duran kolunu kaldırarak uzun pençe görünümü ile ürküten elini bir sağa bir sola doğru yavaşça hareket ettirmeye başladı.Sanki bana el sallıyor gibiydi..

Ben sağ elim ile ona el salladım ve hızla John 'un yanına doğru koşmaya başladım.

Sesinden öfkesi belli olan John ;

''Sen aklını mı kaçırdın ! Ne yapıyordun öyle !''

diye bağırdı.Bunun üzerine ben ;

''Sakin ol John sanırım onu tanıyordum.''

diye karşılık verdim.O sırada Oğuz ise ;

''Nasıl yani ? ''

diye söze atıldı.

''Bu uzun bir hikaye zaten yeterince zaman kaybettik hadi hızlanalım. ''

Cümlesini kurduktan bir kaç saniye sonra gerek içinde barındırdığı mutantlardan gerekse insanın iliklerine kadar işleyen soğukluğundan dolayı tüylerimi diken diken etmiş buz kadar soğuk bu odadan çıkmış ve odanın sonunda bizi bekleyen merdivenlerden yukarı çıkmaya doğru yeltenmiştik ki o sırada ben içimden gelen bir ses ile aniden geriye doğru koştum.Ne yapıyordum bilmiyordum sanki akli dengesini yitirmiş bir deliye dönmüş ve bedenimin kontrolünü kaybetmiş gibiydim..Büyük bir hızla geriye doğru doğru koştum ve siyah yaratığın bulunduğu tankın camına elimdeki silahın dipçiğini geçirdim.Ben bile bu yaptığım harekete şaşırmış harita gibi çatlayan tankın kırılışını izlerken John Oğuz ve diğerlerinin şaşkınlık dolu konuşmalarını duyabiliyordum.

''Artık özgürsün dostum..!! ''

diye bağırdım ve etrafa saçılan cam kırıklarının bana ulaşmasına ramak kala merdivenlerde bana bakıp ne yaptığımı anlamlandırmaya çalışan dostlarımın yanına doğru koşmaya başladım.Koşarken bir yandan da göz ucu ile omuzumun üzerinden siyah yaratığa bakıyordum;

Siyah ve ıslak kanatlarını açmaya çalışıyor ve kocaman gözlerini bana dikmiş minnettar bir bakışla bakıyordu.Aslında yinede o anlamlı bakışları ben yanlış yorumluyor olabilirdim..Ama her şey için çok geçti..

Ona bakmayı bırakıp üst kata çıktığımızda karşımızda diğer katlardaki gibi düz beyaz koridor yoktu .Nedenini bizim koridordan sapıp mutantların olduğu tarafa gidişimize bağlıyordum.Fakat bu kat beni hayrete düşmüştü çünkü odanın içinde değişik tıbbi aletler vardı.Demek insanların üzerinde deney yaptıkları yerlerden biriside burasıydı.Hatta bir tanesi daha önce benim üzerimde deney yaptıkları aletin bir bir aynısındandı.Bu alet bana saniyeler içerisinde o günü anımsatmış ve garip hissetmeme neden olmuştu..

Kafamı sola çevirmem ile birlikte köşe kenarları yerden başlayıp tavana kadar uzanan kalın metaller ile desteklenmiş ama yan yüzeyleri cama benzeyen saydam bir maddeden yapılmış hatta bana camdan yapılmış kutu şeklindeki hayvanların kafeslerini anımsatan bir alanın içinde sayıları yaklaşık otuza yakın üzerleri perişan bir halde insanlar vardı. İnsanlar bizi görür görmez

''Yardım edin lütfen !''

Diye bağırıp cama benzeyen o yüzeyi yumrukluyorlardı.Ben adımlarıma hiç bakmdan şaşkın bir şekilde bu insanlara bakıp bu alanın içerisinde ilerlerken bir anda ayağım bir şeye takıldı ve bir anda yere kapaklandım.Neye takıldığıma bakarken ; Kaliola 'nın beyaz koruyucu kıyafetini giymiş bir araştırmacı doktorun yerde yaralı bir şekilde yattığını ve benim ona takıldığımı anlamam uzun sürmedi.O sırada düşmüş olmamı aldırış etmeden Oğuz ;

''O insanları kurtaralım, hem yanımıza alırız ''

Diye söze atıldı iki cümle arasında bir kaç saniye duraklayarak..

Yerde yatan bu yaralı adama bir kurşun sıkıp adamın son nefesini vermesine neden olan John ise yüzünde gamzesini belirginleştiren pis bir gülümseyişin eşliğinde Oğuz 'a dönüp ;

''Evet Oğuz 'a katılıyorum hedef şaşırtmak için güzel bir fikir ''

Ben yerden doğrulurken herkes gözlerini bana dikmiş benim ne cevap vereceğimi beklerken merakla bakışlarını bir an olsun ayırmıyorlardı.Bende onların beklediği cevap ile onların bakışlarını yanıtladım ;

''Tamam pekala ''

Bunun üzerine tam camsı saydam yerin dibinde duran Oğuz ve John arkalarını dönüp geriye doğru gitti ve tam insanların bulunduğu yerin karşı hizasına geçti.John sırtında asılı olan baltasının bağlı olduğu kayışını kontrol edip düğümün sıkı olduğundan emin olduktan sonra ;

''Ben hazırım peki ya sen Oğuz ? ''

''Ben her daim hazırım John ,hadi öyleyse üçe kadar say ve daha güçlü bir etki yapabilmek için hızla koşup aynı anda silahları bu yüzeye vuralım ! ''

diyen Oğuz ' a karşılık John;

''3 ''

diye bağırdı ve ikisi birlikte hızla koşup silahlarını yüzeye geçirdi.Ama ne yazık ki cama benzeyen ama farklı bir maddeden yapılmış bu yüzey kırılmadı.Bir kaç defa daha cama vurarlarken Oğuz ;

''1 ve 2 yi neden atladın ? ''

Diye bir soru yöneltti

John 'un yüzünde o klasik gülümseyişi belirdi;

''Mecbur kalmadıkça ben saymaya üçten başlarım ''

Buna benzer bir konuşma John ile benim aramdada geçmişti.Golf sahasında olduğumuz gün..Zaman ne kadar da çabuk geçmişti...Zamanın bizden alıp götürdükleri ve bize getirdikleri...Bunlara düşmeye dalış yapacaktım ki ;

''Olmuyor..! ''

diye isyan edip vurmayı bırakan John ve Oğuz 'un sesini duyana dek..İnsanları nasıl oradan kurtaracağımı düşünürken sonuçta bu insanları deney yapacakları zaman dışarı çıkarıyorlar yani bunu açan bir anahtar kilit gibi bir şey olmalı diye bir fikir yürüttüm ve yerde yaralı yatan ama her ihtimale karşı diye John 'un öldürdüğü o adamın üzerini aramaya başladım.Adamın kıyafetindeki cepleri karıştırıyordum ancak anahtara dair hiç bir şey bulamadım.

Ama bir yolu olmalıydı..

''Jack hadi artık Kaliola 'nın adamları buraya gelmeden gitmemiz gerek eğer biz koridora çıkamadan buraya gelirlerse kapana sıkışırız savunma yapamayız ''

diye söze atladı daha fazla sessiz kalamayan John.

Bense ;

''Dur iki dakika John biraz düşünmeye ihtiyacım var orayı açmanın bir yolu olmalı ''

Diye yanıt verdim bana haklıymış edası ile bakan John 'a.

O sırada yerde yatan adamın yaka kartı gözüme çarptı.Acaba bu kartı sol ve ön tarafta bulunan metal yüzeyin üzerindeki o çıkıntılı bölmeye okutsam açılır mı diye düşünmeye fırsat bile kalmadan adamın boynunda asılı kartını hızla çekip aldım ve camsı madeye yakın o maddeden oluşmuş yan yüzlerinin köşelerinde bulunan metal yerlerden sol tarafta olan ve tablet boyutunda bir ana ekrana sahip olan tarafa doğru koşup kartı tuttum.

İşe yaramıştı.Kartı okuduktan saniyeler sonra cihazdan bir doğrulanma sesi duyuldu ve hemen ardından camaken yüzeyler tıpkı sürgülü kapılar gibi ancak daha farklı bir mekanizma ile yukarı doğru yavaşca açıldı.İçeride çıkan insanlar özgürlüğün verdiği duygu ile sevinç çığlıkları atıp o camaken bölmeden çıkıyorlardı.

John elindeki silahi sağ omuzunun üzerine koymuş eliyle sıkıca kavrarken zümrüt yeşili gözlerini çıkan insanlara dikmiş ve derin bir nefes aldıktan sonra ;

''Hey hey ! Nereye gidiyorsunuz ? Sizi biz kurtardık şimdi sizde bizimle Kaliola 'ya karşı mücadele verip masum insanları kurtarmalı ve onların hafızalarını geri getiremliyiz ! ''

İnsanlar John 'un söylediklerine zerre kulak asmamış bir izdiham ile aşağı kata doğru koşuyorlardı.

''Lanet pislikler !! ''

Öfkesine hakim olamadan bağırmış John koşarak geriye doğru kaçan insanlara tekme atarak biraz da olsa hıncını alıp öfkesini gidermeye çalışıyordu.

''Biz elimizden geleni yaptık hadi gidelim ''

Diyen Kağan kurduğu bu cümle ile beni şaşırtmıştı.Çünkü onun sesini nadiren duyuyordum.

Tıpkı abisini andıran suratına bakıp onun kurduğu cümleyi onaylarmışcasına kafamı salladım ve silahımı sıkıca kavrayıp ilermeye devam ettim.

Bitmek bilmeyen bu katların merdivenlerinden birisinden daha yukarı çıkıyorduk.Ana koridordan sapmış olmamız işimizi bir hayli kolaylaştırmış Kaliola 'nın admalarını bir süreliğinede olsa atlatbilmiştik.Ama içimden bir ses bu katta onların olduğunı fısıldıyordu.

Ayaklarım geri adım atmak isterken baskın olan bedenim ileriye doğru gidiyordu.Ve son adımıda atıp yukarı çıktığımda iç sesimin yanılmamış olduğunu fark ettim.Çünkü Kaliola 'nın admaları koridor boyunca dizilmiş önlerinede siper alabilmek için içi dolu çuvallar koymuşlardı.Sanırım alt katta olmayışları bu hazırlıklar yüzündendi.Tüm koridoru kaplayan onca adamı görünce hayrete düşmüştüm.

Biz ise yine en güvenli bölge olduğu için kapıların o kenarlarına konuşlandık.Herkes ellerini silahlarının tetiğine götürdü ve çatışma yeniden alevlendi.Gittikçe mermilerimizin azalıyor oluşundan dolayı rastgele ateş edemezdim.Hedef alarak ateş etmeliydim bunu düşünerek sol gözümün göz kapağını indirip adamlara odaklandım ve derin bir nefes alıp tetikte duran parmağımı hareket ettirdim.Atışlarımı tıpkı zombilerde yaptığım gibi daha çok kafa bölgelerine yapıyor ve ölüm oranını bu sayede arttırmış oluyordum. Ve vurduğum her adamı bu sayede indiriyordum...Kurşun seslerinin yankısı koridorda büyük bir uğultuya neden olurken beyaz koridor kan kırmızısına bulanıyordu..Ölüm meleği yerde yatan cesetlerin ruhlarını alıp götürüyordu sanırım..

Öyleki o kadar çok mermi harcamıştım ki bir süre sonra silahımın şarjörünü değiştirmek zorunda kalmıştım ve bu konuda yalnız değildim.Tam yine odaklanmıştım ki o sırada bizim taraftan ;

''Aaaa ! ''

Diye aacı içinde bir haykırış ile tüm dikkatim dağıldı kafamı çevirdiğimde Kağan 'ın kolundan vurulmuş olduğunu fark ettim.

''Kağan ! Kradeşim iyi misin ? ''

diye bağırdı Oğuz ve hızla Kağan 'ın yanına koştu.Koridorun sağ tarafındaki Oğuz 'da koridorun sol tarafındaki giriş kapısının arkasındaki kardeşine doğru koşması sırasında az kalsın bir kurşunda ona isabet edip onu yaralayacaktı ki kurşun onu teğet geçti.

Oğuz yaralı kardeşine bakarken ;

''Dayan oğlum ; dayan sen güçlüsün ,sen benim kardeşimsin ''

Gibi kelimeleri söyleyip kardeşine destek olmaya çalışıyordu.Yüzünden büyük bir acı çektiği anlaşılan Kağan gözleri dolmuş abisinin gözlerinin içine bakarak ;

''Ağabey silahı kaldıramıyorum ! Olmuyor.. ! ''

Oğuz iyice eğilip yaralı kardeşin alnına kendi alnını dayadı ve onun gözlerinin içine bakarak ;

''Şşş..Kağan sus..Seni buraya hiç getirmemeliydim bu benim hatam özür dilerim..''

dedi ve bir damla göz yaşı hafif çıkık olan elmacık kemilerinden aşağı doğru süzüldü.Oğuz 'u hiç böyle görmemiştim..Bir yandan fazla odaklanamadan ateş ederken bir yandan da gözlerim ile onlara bakıyordum.İçim burkulmuştu..

Abisinin duymuş olduğu suçluluk duygusunu biraz da olsa azaltmak isteyen Kağan ;

''Bu senin hatan değil.Buraya gelmeyi ben istedim ve pişman değilim..Kendini suçlama..Hadi durma devam et..Eğer beni düşünüyorsan beni burda bırak ve sen beni vuran onlara karşı koymaya devam et..''

Oğuz ve Kağan kendi aralarında bir kaç dakika daha konuşmaya devam ettikten sonra Oğuz sarılmış olduğu kardeşini bırakıp yerinden doğruldu ve silahına sarıldı.Tam o sırada ise John 'un admalarından birisi tam kalp hizasında sol göğsünden vuruldu.Bir anda dengesini kaybeden John 'un adamının yaralı bedeni bir anda koridorun ortasına düştü.Yaralı adam son nefesini vermek üzere can çekişirken benim bir üst kata çıkma umudum ise azalıyordu.

Şarjörünü değiştirirken John ;

''Daha ne kadar böyle dayanabiliriz bilmiyorum Jack..''

diye bağırdı umutsuzluğun hakim olduğu sesi silah sesleri ve düşerek yere çarpan boş mermi kovanlarının çıkardığı sesler içinde dağılıyordu..

''Bilmiyorum..Bilmiyorum..''

Diye içimden geçiriyordum..

Bir müddet daha cebelleştikten sonra bir kaç saniyeliğine nefes almak için iyice duvara doğru yaklaşmıştım ki ayağıma bir şey çarptığını hissetmem ile ayağımın acıyıp onu geri çekişim bir oldu.Neye çarptığıma baktığımda bu benim arkasına doğru konumlandığım kapının duvarla yaptığı yer arasında kalan bu bölgede duvarın dibinde duran büyük boy bir oksijen tüpü olduğunu gördüm.Bu işimize yarayabilirdi.

''Baksanıza bunu nasıl ileriye doğru gönderebiliriz ? ''

diye seslendim karşı sağ tarafta durmaksızın tetiğe basan dostlarıma.

''Direk olarak yuvarlayalım gitsin ,olmaz mı ? ''

Diye geri dönüş yapan Gabe ' e bakıp ;

''Hayır , ağır fazla ileriye gitmez .Bizim bunu ileriye ulaştırmamız gerek diye yanıt verdim.

''O zaman beni koruyun ''

diye bağırıp hızla az önce orda bulunduğumuz bir aşağı ki kata indi Gabe.

Ben gerçekten ne yapacağını düşünmeye çalışırken bir yandanda hedeflere nişan almak için dikkatimi toplamaya çalışıyordum.

Bir iki dakika bile geçmeden yukarıya metal pansuman arabalarından birini tutup getiren Gabe 'i korumak için ateş etmeye devam ederek ona kurşunlar ulaşamadan adamları vuruyordum.

Bu metal pansuman arabası fikri hoşuma gitmişti.

''Bu tarafa getir ! ''diye seslendim.

Ardından saniyeler içinde yanıma gelmiş olan Gabe ile birlikte oksijen tüpünü bu metal pansuman arabasına yükledik.

John bize doğru bakıp ;

''Hey hey bu çok tehlikeli değil mi ?Ya karşı tarafa doğru ilerleyemeden bizim tarafta patlarsa ? ''

''Başka çaremiz yok ,hiç bir şey yapmadan buradan sağ çıkamayacağımızı sende biliyor olmalısın. ''

dedikten hemen sonra Gabe ile birlikte tüm kuvvetimizle metal pansuman arabasını ileriye doğru büyük bir hızla ittik.Tüp ilerlerken ben bir yandan da saniyeler içerisinde fizikte öğrendiğim ivme kuvvet sürtünme vs.hesaba katarak tüpün karşı tarafta patlama olasılığını düşünüyordum..

Kaliola 'nın adamları başta ne olduğunu anlamaya çalışırken kısa bir süre sonra onların silahlarının birinden çıkan kurşun oksijen tüpüne isabet etti ve oksijen tüpü adeta küçük çaplı bir bomba gibi patlayarak Kaliola 'nın adamlarının sonunu getirdi.Tıpkı Alice 'in olduğu kattaki gibi koridorun sonu yıkılmış enkazla dolmuş ve yine koridorun duvarları yıkılarak yan tarafındaki yere geçişimiz sağlanmıştı.Koridorda saniyeler içinde alevler yükselip bu ateş kümeleri yıkılan zeminle birlikte aşağı doğru inmişti.Her yer toz duman içinde kalmış tozların ciğerime inmemesi için kıyafetimi yukarı doğru çekip burnumu onunla kapatmıştım.Hala yıkık beton benzeri parçalar aşağıya doğru düşmekte olan koridorda oluşan boşluğun kıyısından büyük bir dikkatle geçikten sonra derin bir oh çekmiştim.Oğuz ise kardeşinin ellerini tutarak ;

''Hadi kalk bana tutun ilerlemeliyiz ''

Kağan ise kendisi için endişe duyan ve endişesi gözlerinden okunan abisinin gözlerinin içine bakıp ;

''Beni burda bırak ağabey.. ''

''Sizin Kaliola 'yı alt edebileceğinize inanıyorum..Onları alt ettiken sonra anneme ,babama ve Tomris ' e onları sevdiğimi söyle olur mu ? ''

diye karşılık vermişti Kağan iki cümle arasında yutunarak derin bir nefes almıştı.Zaten zorlanarak kurduğu cümlelerden derinlemesine bir acı çektiği anlaşılıyordu.Onun o küçük bedenine bu yara ağır gelmişti.

''Olmaz bunu sen kendin söylemelisin''

Dedi Oğuz ardından toparlanıp ayağı kalkarak ;

''Kağan Yalkın..Sana iki seçenek sunuyorum ; ya bizle gelir yukarı doğru çıkarsın yada alt kattaki kaçan o insanların peşine düşüp geriye dönersin ! Başka seçenek yada itiraz istemiyorum.Duydun mu beni ! Haa !''

Diye bağırmıştı kurduğu her cümlede kademe kademe sesini yükselten Oğuz .Ardından ellerini uzatarak kardeşini kaldırmıştı.

''Pekala..Sizinle gelirsem sizi yavaşlatırım.Aşağı inip eve döneceğim ! ''

Dedikten sonra abisi Oğuz ' a sımsıkı sarıldı

''Görüşürüz abi ''

''Görüşürüz kardeşim beni bekle işim biter bitmez yanına geleceğim tamam mı ? ''

Kağan onaylarmışcasına kafasını salladı.Ardından Oğuz sırt çantasından çıkardığı bir bez parçasını kardeşinin yarasının üzerine yerleştirdikten sonra ;

''Yol boyunca buraya bastır tamam mı ? ''

Dedi ve bir kez sarıldıktan sonra kardeşinin yanından ayrılıp bizim yanımıza doğru koştu.Gözleri dolan Oğuz kolu ile gözyaşını sildikten sonra ;

''Hadi gidelim ! ''

dedi son bir kez kafasını çevirip bir eli ile yarasına bastıran diğer eli ile duvardan destek alarak aşağı inen kardeşine doğru bakıp...

Yan tarafa geçtiğimizde tıpkı yan tarafa yani ana koridora benzeyen bir yer bizi karşılamıştı.Fakat burası daha dardı ve ileriye doğru baktığımda kordiroun yanlarına doğru açılan oda kapıları gibi kapılar olduğunu fark ettim.Ürktücü bir şekilde sessiz olan koridorda ayak seslerimizin yaptığı yankı ile karışık sesten başka bir şey duymuyordum ki o sırada bir kadın sesinin yankısını duydum ,

''Evet şimdi sıra sende Amelia..''

İnce nazik fakat bir o kadarda buyurgan bir tavırla söylenmiş bu ses yüzünden gözlerim büyümüştü.Çünkü kadın kurduğu cümlede

''Amelia..''demişti.Yoksa..O muydu..?Miley 'in bana emanet ettiği küçük dostum..En son Kaliola laboratuvarında onu götürmüşler ve bir daha ondan haber alamamıştım..Yoksa ben mi yanlış analmıştım..

Bunu düşünürken John;

''Duydunuzmu ses su açık kapıdan geliyor ''

Diyerek işaret parmağı ile ileride sol tarafta açık duran ilk kapıyı gösterek.

Hepimiz silahlarımızı kavramış dikkatli emin adımlarla o kapıya doğru yöneldik.Bir kaç adım sonra kapıdan içeri girdiğimizde ben şaşkınlığımı gizleyemeyerek ;

''Sınıf mı ? ''

diyerek söze atıldım anlık şaşkınlığım ile.Bu ana yönetim binası nasıl bir yerdi böyle ?Kafam bir hayli karışıyordu.

Karşımızda yaklaşık yirmi kişilik küçük bir sınıf duruyordu.Hepsi aynı yaşlarda gözüken sınıfın içinde en önde beyaz sırada ise saçları at kuyruğu şeklinde bağlanmış Amelia oturuyordu.

''Amelia ! ''

Diye bağırdım bir anda gözümün ona çarptığı dakikada

Amelia bir anda koşup ;

''Jack .!Beni bırakmıyacağını biliyordum ''

Diye bağırdı ve otudupu beyaz sıradan kalkıp hızla bana sarıldı.Tam o sırada ise öğretmen olduğunu düşündüğüm orta yaşlarda bir kadın ;

''Siz de kimsiniz çabuk terkedin burayı ! ''

Diye bağırdı.Ses tonu az önce koridorda duyduğum o sese aitti.

John ve diğerleri silahlarını öğretmen olduğunu düşündüğüm o kadına doğru doğrultmuşken ben kadını aldırış dahi etmeden bana minnettar bakışları ile bakan Amelia 'ya baktım ;

''Senin ne işin var burada ?İyimisin ? Dur biraz senin hafızan yerinde mi yani ? ''

Küçücük çocuğa yağmur gibi soruları yağdırırken bana bir kez daha sarılan Amelia 'yı sağ elim silah ile dolu olduğu için sol kolum ile onu kavrayıp kucağıma aldım.

''Hadi çıkalım ! ''

John ' un sözü ile sınıftan çıkarken ;

''Hey onu nereye götürüyorsunuz ! ''

Diye bağıran o kadını yine umursamamıştım.

''Jack, ben iyiyim.Kaliola beni aldıktan sonra bir makineye bağladılar.Çok korkuyordum fakat makine canımı hiç acıtmadı sadece görünüşü korkunçtu.Beni cihazdan kaldırdıklarından sonra benim üstün zekalı bir çocuk olduğumu söylediler ve benim gözlerimi bağlayıp bir araca bindirip buraya getirdiler.Burada sınıfta ders işliyoruz.Bize ait odamız bile var ve birde yemekhanede çeşit çeşit yemekler yiyoruz.''

Tane tane herşeyi anlatan Amelia ' ya şaşkınlıkla bakarken;

''Peki sen bütün bunları nasıl hatırlıyorsun .Bizi nereden hatırladın..?Herkesin hafızalarını sildiklerini sanıyordum.''

Amelia saçını düzeltti ve çok bilmiş ve yüzden konuşmasını tatlı kılan konuşmasına kaldığı yerden devam etti;

''Hayır Jack yanılıyorsun.Çünkü çocukalrın hafızalarını silmediler. Biz büyüyünce Kaliola 'da çalışacakmışız bizi onun için yetiştiriyorlar.Ha bide sarı saçlı bir kadın ben ilk geldiğimde senle ilgili sorular sormuştu..''

Ben içimden ;

''Demek zekası üstün olanları alıp kendi bünyesinde çalıştırmak bilim adamları yetiştirmek için kullanıyorlar..''

Diye geçirdim ve beni soran sarı saçlı kadının büyük ihtimalle annem olduğu kanısına varmıştım.

Koridorda ilerledikçe tıpkı Amelia 'nın sınıfı gibi koridor boyunca o sınıfların kapılarından içeri bakıyordum.İleride Kaliola 'nın adamlarının karşıma çıkacağını bildiğim için Amelia 'yı kucağımdan indirdim ve sol elim ile onun elinden tuttum.

''Jack biz nereye gidiyoruz ? ''

Diye soru yönelten Amelia 'ya bakıp;

''Bak Amelia ,Kaliola yüzünden zombi virüsü ortaya çıktı.Kaliola insanların üzerinde deneyler yapıp onları mutant zombilere ve mutantlara dönüşütürdü.İnsanların hafızalarını silerek kendisine köleler yaptı.Bir çok insanın ölümününe sebep oldu.Biz ise şimdi onlarla savaşıp insanların hafızalarını geri yerine getirmeye çalışıyoruz.Kaliola yönetimini bulup insanlara yaptıklarının bedelini ödetmek için en yukarı kata çıkacağız.Bu çok tehlikeli senin hayatında tehlikede ama seni burada da bırakamam bu yüzden sende bizimle geliyorsun küçük hanım . ''

Dokuz on yaşlarındaki bu çocuğa aralıksız anlatıp sırayla kurduğum bu cümleleri ondan tek seferde anlamasını beklemek sanırım biraz ağır olmuştu fakat bana verdiği tepki ile anlattıklarımı anladığını anlamıştım ;

''Hafızlarını yerine getirmek mi ?Ben o odayı biliyorum. ''

''Nasıl yani ? ''

''İnsanların hafızlarının silinip yüklendiği kontrol odasının yerini biliyorum.Daha önce iki kez gittim . ''

''Gerçekten mi ? Bizi oraya götürebilir misin ? ''

''Elbette Jack..''

dedikten sonra tıpkı büyük genç kızlar gibi gibi at kuyruğu şeklinde bağlanmış saçındaki tokayı tek hamlede saçının üzerinden kaydırarak çıkarıp yere atmış Amelia salık ince saçlarını geriye doğru attırmıştı.

Bense bu sırada olduğum yerde duraksayıp arkamı dönerek arkamdan gelen John Oğuz ve John 'un adamlarına bakarak;

''Amelia hafızların konrtol edildiği o odayı biliyormuş. ''

Diye heycanla bağırdım.Sırasıyla Oğuz , Gabe ve John söze atılmışlardı.

''Sen ciddi misin Jack ! ''

''Küçük bir çocuğun aklına uyup boşa gitmiş olmayalım ! ''

''Öyleyse götür bizi Amelia ! ''

Ve yüzünden de şaşkınlıkları okunan john 'un diğer üç adamı ise yine sessiz kalmayı tercih etmişlerdi.

''Hafıza kontrol odası ellinci katta '' dedi Amelia kafasını yukarı doğru kaldırmış bir şekilde bana bakıp.Onun çimen yeşili gözlerine bakıp kafamı onaylarmışcasına sallamıştım.

Nihayet kazasız, belasız çatışmasız koridorun sonuna gelmiş ve merdivenlere adımımızı atabilmiştik.

Merdivenlerden her bir basamak çıkışımızda ben ;

''Bak Amelia ,ne olursa olsun daima arkamızda dur tamam mı ? Asla önde durmak yok. ''

Amelia ise konuşamadan kafasını sallıyordu.

Nihayet merdivenlerden yukarı çıkmıştık ve diğer katlardaki gibi Kaliola 'nın adamaları çoktan koridora konuşlanmışlardı.Fakat bu sefer biraz daha farklıydı.Çünkü bu koridor ana koridor gibi geniş değildi ve her an yan kapılardan da adamlar çıkabilirdi ki benim bunu aklımdan geçirmemle birlikte çoktan kapılardan da adamlar çıkmaya başlamıştı.

İlk kurşunu bizden Oğuz sıkmıştı ve attığı o ilk kurşun şimdiden Kaliola 'nın Koridorun sonundaki kapıdan kafasını çıkarmış bir adamına isabet etmiş ve o kurşun yiyen adam ruhunu yukarıya bedenini de aşağı doğru bırakıp düşerken Kaliola 'nın adamlarından birisine çarpıp bir adamı da bu şekilde devirmişti bile.Oğuz 'un gerçekten çok iyi bir nişancı olduğunu bir kez daha anımsamış olmuştum.

Bu şekilde başlayan ölüm yarışı devam ediyordu.Mermilerimiz sınırlı olduğundan attığımız her kurşunu isabet ettiremeye çalışıyorduk çünkü boşa atıp israf edecek kadar fazla mermimiz yoktu.Biz ne kadar adamların sayısını azaltsakta tüm koridordan tıpkı yuvalarnın deliklerinden çıkan karınca sürüleri gibi yenileri çıkıyor ve bizi kurşun yağmuruna tutuyorlardı.Biz bu kurşun yağmurları içinde ölümüne ıslanmaya hazırlanırken o sırada arkamdan gelen bir gürültü ile irlikdim ve istmesizce ve hızla kafamı arkaya çevirdim ;

''Beni daha önce iki kez kurtaran o siyah yaratık koridorun başında yanımıza doğru uçuyordu ıslak kanatları kurumuş ve o büyük pul pul duran devasa görüntü bırakan yıldızsız bir gece kadar sim siyah kanatlarını her bir çırpışında kanatları duvarın yan taraflarına çarpıyor ve duvarda hasarlar bırakıyordu.onun çıkardığı kulaklarımda yankı yapan o çığlıkları anımsamıştım bu yüzden ;

''Herkes kulak deliklerini kapatsın ve basınca karşı ağzınızı açın ! ''

Diye bağırdım büyük bir dehşet ve korku ile siyah yaratığa bakan John Oğuz ve diğerlerine..Çünkü siyah yaratığın ne denli güçlü bir bağırış ile ses dalgalarının insanları yere devirecek düzeyde müthiş olduğunu biliyordum.

Bizim taraf ateş etmeyi bırakıp kordiorun duvarına tutunup destek alırken siyah yaratık ileriye Kaliola 'nın adamlarının üzerine doğru gidiyordu .Ama bu sefer yavaştı..Neden bilmiyordum herhalde bu dar alan onun hızlı olmasını kısıtlıyordu.Ben bunları beynimden geçirirken Kaliola 'nın adamları titremeye başlamış ve silahlarını onun üzerine doğru doğrultup ona ateş etmeye başlamışlardı.Siyah yaratık bir anda o eşsiz bağırışını yaptı.Kaliola 'nın admaların silahlarından çıkan gümüş rengi kurşunlar siyah yaratığın bağırışı ile geri onlara doğru dönmüş ve Kaliola 'nın admaları etrafa doğru savrulmuştu.Ben hayretler içinde kalmışken o kurşunların o ses dalgaları geri nasıl döndüğünü algılamaya çalışıyordum..O mutant nasıl bir şeydi öyle acaba onun haykırdığı o tiz çığlıklar sadece ses dalgasından ibaret değilmiydi..?Kafamdan bunları geçirip cevap bulmaya çalışırken bunu fırsat bilip siyah yaratığın peşinden koşmaya başladık..

Kulaklarım tıkalı ağzım açık olmasına rağmen gerçekten bu ses beni yinede etkilemiş çınalama tarzında değişik bir duygu ile koşamaya devam ediyordum ;

''Teşekkür ederim Carl ! ''

Diye bağırıp ona teşekkür etmiştim.

Ve Siyah yaratık yani Carl ile bir üst kata çıkmıştık.Biz daha ateş etmeden Siyah yaratık çığlıkları ile kurşunları adamlara geri çeviriyor ve onların etrafa savrulmasını sağlayarak koridorları rahatlıkla geçmemizi sağlıyordu fakat bu 50.kata geldiğimizde sona ermişti...Bina 53 katlı idi ve 10 katı zemin kattan oluşuyordu bu yüzden toplamda çıkmamız gereken kat sayısı 43 iken biz zaten belirli bir kat düzeyine ulaşmış ve buna siyah yaratığın da eşlik etmesi ile şuanda 50.kata ulaşmıştık..

Burası artık kordior olmaktan çıkmış büyük futbol sahası büyüklüğünde bir yer karşımıza çıkmıştı.Belirli bölgelerinde üst tavanı tutması destek amaçlı yerleştirilmiş büyük uzun beyaz sütunlar vardı.Zaten arkasına sığınabileceğimiz tek yer bu sütunların arkası olmuştu.Daha biz sütunlara doğru koşup yerleşmeden önce Kaliola 'nın adamları üzerimize ateş açmış ve bu yüzden John 'un adamlarından birisi vurularak yere yığılmıştı.

Kaliola 'nın adamları silahlarını siyah yaratığın üzerine değil bizim üzerimize doğrultmuş bize ateş ediyor siyah yaratığa tek bir kurşun dahi atmıyorlardı.Bir ordu kadar çok Kaliola 'nın adamlarının içinde bazılarının sırtında büyük metal değişik bir şey asılı idi.Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken sırtlarında o metal değişik şeylerden asılı olan adamlardan birisi elinde tıpkı elektrik süpürgesi gibi büyük bir hortumu olan bu silahın tuttuğu yerdeki metal tetiğine basılı tutması ile birlikte etrafa alev püskürtüyordu.Ne olduğunu bu sayede anlamıştım.Silah sesleri bu alanda uğultu oluştururken alev püskürten adamlar menzillerine giremiyor oluşumuzdan dolayı bize doğru yaklaşıyorlardı.

Kurşun etki etmeyen çığlıkçı Siyah yaratığı kurşun ile yenemeyeceklerini anlayan Kaliola bu alev püskürten silah ile siyah yaratığın üzerine doğru doğrultup tetiğe basılı tutarak silahtan çıkan maddelerin hızla oksijen ile tepkimeye girmesini sağlayarak kızıl ile turuncunun tonlarına hakim büyük tavana kadar yükselebilen alevleri siyah yaratığın kanatlarına püskürtmüşler ve siyah yaratık acı dolu derin bir çığlık atarak yanmakta olan kanatlarını çırpıp etrafa küçük ateş parçaları sıçratarak kaçmaya başladı.Siyah yaratık yukarıdaki büyük devasa havalandırmanın demirlerine çarpıp düşürerek oradan kaçıp gitti.

Koyu mavi gözlerimin içinde adeta bir tahtta oturyormuşcasına yerleşmiş kapkara gözbebeklerimin aydınlanmasını sağlayan parlak alevler beni bir hayli ürkütmüş ve sadece gözlerime değil hafızama da yerleşip kazınıp kalacak bu görüntü sadece beni değil küçük Amelia 'yıda dehşete düşürmüş bu yüzden arkama geçip küçücük boyu ile bacağıma sarılıp bana sığınmıştı.

''Yine biz bize kalmıştık.. ''

Silah sesleri kendi arasında ritim oluştururken bir anda acı içinde haykırış ile kafamı sola çevirdim.Gabe vurulmuştu.Sol göğsünün üzerine kurşun bir ok gibi saplanmış ve o ellerini duvara sürterek yavaş yavaş yere yığılmıştı.Ruhunu teslim ederken ben onun için üzülmüştüm.Geriye onlara karşı koyabilecek John 'un iki adamı Oğuz ,John ve ben kalmıştık.Bana doğru atılan kurşunlar bu beyaz sütunlara saplanıp kalırken bir kurşun sol kolumu teğet geçmişti.Az kalsın vurulacak oluşum silahıma dahada sıkı bağlanmama neden olurken o sırada durup bacağımdaki pantolonu çekiştiren Amelia ' ya baktım ;

''Jack..Ben gidiyorum , bunu yapmalıyım görüşürüz ! ''

Dedikten sonra hızla minik ellerini üzerimden çekip hızla geldiğimiz yöne doğru koşan Amelia 'ya ;

''Ne yapmalısın ? Nereye gidiyorsun ! ''

Diye bağırsamda ben daha ilk cümleyi bitirmeden o geçtiğimiz yerin sol tarafındaki farklı bir kısımına doğru sapmış karanlık kısmına doğru koşup karanlığın içine kaybolmuştu..

Onun peşinden gitmek için hamle yapacaktım ki John ;

''Hayır Jack bunu yapma sana ihtiyacımız var !''

Diye bağırması ile birlikte ayağımı geri sütunun içine çektim...

Yaklaşık on beş dakika geçmiş bu süreç içerisinde bizden kayıp vermemiştik.Karşı taraftan ise neredeyse her vurduğumuzu indiriyorduk fakat sayıları o kadar fazlaydı ki vurduğumuz adamların kaybı hiç bir şeyi değiştiremeyecek kadar az gibi geliyordu.

Oğuz ;

''Jack böyle devam ederse buradan asla sağ çıkmayacağız.Yakında mermilerimiz de tamamen tükenecek..''

John ;

''Sanırım her şey buraya kadarmış..Ben hapisteyken oradan çıkıp onca şey yaşayıp şimdi burada öleceğim aklımın ucundan bile geçmezdi..Tüm ömrümün orada çürüyeceğini düşünüyordum..Hayat işte bizden ne koparıp alacağı yada bize neler armağan edeceği belli olmuyor..''

John bir yandan ateş ederken bir yandan da bu cümleyi kurmuş ve hemen ardından derin bir nefes alarak duraksamıştı ;

''Hey.. !Sizi tanıdığım için şanslıyım..Annem ben küçükken bir gün aniden beni terk edip gitmişti..Ondan beri asla kimseye güvenemedim..Ama sonra sizi buldum ve hayatımda ilk defa güvenebileceğim birilerini yani siz dostlarımı edindim..Ölmeden önce güven duysunu bana yaşattığınız için Teşekkür ederim dostlarım.. ''

Diye duygu dolu kısa bir konuşma yapmıştı.Gözlerimin alt kısımına göz yaşları dolmuş bu yüzden görüşüm hafifte olsa bulanıklaşmıştı.Göz yaşı damlasının aşağı doğru süzülmesi ile saniyeler içinde tekrar görüşüm netleşmişti.

Ardından Oğuz söze atılmıştı ;

''Benim daima arkamda duran insanın içini ısıtıp sımcıcak yapan bir ailem vardı..Sürekli iç içe yaşadığımız birbirimizin evlerine sürekli gidip geldiğimiz akrabalarımızla dolu kalabalık kocaman bir aileydik..Mutluyduk..Taaki o insan eti düşkünü zombiler çürümüş bedenleri ile gelip kocaman ailemizi dağıtana kadar..Dahası ben askerliğimi babamın toprağı olan Türkiye 'de yaptıktan sonra orada kalıp huzur içinde ölene dek orada yaşamak istiyordum..Şuan nerede olduğunu bilemediğim ve en az kardeşim kadar çok sevdiğim Atılganımı da yanıma alacaktım.. Şimdi ise birazdan burada öleceğim..''

Dedi ve yutkunduktan sonra ;

''Yinede Adamson ,Miley ,Küçük Amelia ,Daisy ,Bayan Marry , Linda, Alice ve sizinle tanıştım..Bana ailem yanımda yokken ailemin yokluğunun içimde oluşturduğu büyük boşluğu biraz da olsa doldurup bana destek oldunuz..Teşekkürler...''

Diye son sözünü de kullanmıştı.Bu konuşmalar kalbimin en derinliklerine kadar inmiş ve yüzümde küçük bir gülümseyiş belirmişti..Kendi öz annem dahi beni öldürmeye çalışırken onlar benim için canlarını tehlikeye atmışlardı..Sanırım ömrümün en güzel kareleri evde oturup cips yeyip bilgisayar oyunları oynadığım günler değil..;Onca şey yaşayıp ölümlerden döndüğüm fakat gerçek ailemden daha çok koruyup kollandığım bu insanların içinde geçirdiğim zamanların oluşturduğu karelerdi..

Tam bende konuşma yapmak için hazırlanıyordum ki John 'un adamlarından sağ kalan iki kişiden diğerine göre daha iri ve daha uzun boylu olan sakallı adam ;

''Bu konuşmalarınızı yapmak yerine buradan nasıl sağ çıkacağımızı düşünüp fikirleri söyleseniz.Mesela ben şurada demir bir kapı görüyorum..!!''

Diye bağırması ile birlikte yapacağım konuşmayı bıraktım ve adamın işaret parmağı ile gösterdiği tarafa baktım.Adam büyük bir demir kapıyı gösteriyordu.Belkide bu son şansımız olabilirdi...

''Madem kaybedecek bir şeyimiz kalmadı hadi kapıya koşun ! ''

Diye bağırdım ve bu bağırışın ardından hepimiz kapıya doğru koşmaya başladık.Kurşunlar bedenlerimize saplanmak için üzerimize doğru gelirken biz durmaksızın kapıya doğru koştuk ve kapının bitim çizgisinden başlayan kalın duvarımsı kolondan dolayı adamların attığı kurşun bize isabet edemez hale gelmişti ve bu yüzden adamlar oldukları yerden ilerlemeye başlamışlardı.Biz ise bu sırada büyük demir kapıyı açmayı zorluyorduk.

Neyse ki tavana kadar uzanan büyük ve ağır kapıyı beş kişi ileriye doğru itebilmiş ve daha sonra içeri girip kapatabilmiştik.Ancak biz kapıyı kapattıktan sonra kapının kilidinin kendi kendine çevrilip kilitlenmesi beni büyük bir şüpheye düşürmüştü.''

''Bu kapının aslnda bir tuzak olduğunu anlamam gerekirdi fakat artık çok geçti.. ''

Kapı kilitlendikten sonra adımlarımızı atarken büyük bir dikkatle bu alanı inceliyordum.Hiç sütun bulunmayan az önceki yere göre daha dar fakat yinede geniş olan bu oda tamamen beyazdı.Kar beyazı rengi fayans benzeri fakat çok daha farklı bir maddeden yapılmış bu oda daha önce Kaliola 'nın laboratuvarlarında gördüğüm türdendi.Neden bu oda bomboştu.Hiç bir şey olmayışı beni hayrete düşürürken hiç çıkış yolu olmayışı beni yine karamsarlığa düşürmüştü..

''Olamaz..Buranın lanet çıkışı nerede ? ''

Diye bağıran John 'un sesini bile aldırış etmeden kendi yansımamın gözlenin içine bakıp derin bir dalgınlık içerisine girmiştim.Şimdi ne yapacağımı düşünürken bir anda bir ses dikkatimi dağıttı.Gözlerimi yerden çekip gelen sesin olduğu yere doğru odaklandığımda;

Duvarların dört bir yandan yukarı doğru kalktığını gördüm.Kapı halini alan tam dört yer vardı daha sonra ise bu kapılardan daha büyük olan ve tam karşıya açılmış olan beşinci bir kapı açılmıştı.Bunun nasıl olduğunu anlamaya çalışırken bu ana yönetim binansının bir labirentten farksız olduğunu anımsamamla birlikte bu düşüncem silinip yok olmuştu.

Beş tane kapı vardı ve bizi ne bekleyeceğinden habersiz odanın tam ortasında sırt sırta vermiş tutuğumuz silahları yukarı doğru doğrultmuştuk.Bu ölüm oyunundan canlı çıkamayacağımızı anlamıştım..Her daim kapana kısılmayı başarıyor ve hep ölümle burun buruna geliyordum.Ama bu sefer durum farklıydı sanırım bu oyunu ben kaybetmiştim.Bir anda bizi izlemeye başlayan kameralara doğru bakıp ;

''Sen kazandın anne ! Ben kaybettim ! ''

Diye bağırmıştım ve kapılardan hiç beklemediğim şeyler ;

''Kokuları kendinden önce gelen zombiler ''

Kapıdan içeriye doğru girereken.

Johhn ve adamları ve birde Oğuz hem benim neden bu şekilde bağırdığımı anlamayamamış hemde dört bir yandan ve hatta düzeltiyorum beş bir yandan gelen o lanet olası yaratıkların gelişine şaşırmış ve kurdukları kelimeler ile şaşkınlıklarını dile getiriyorlardı...

İlk kurşunu John atmış ve zombilerin kafasına atışalarımızı yapmaya başlamıştık.Daha şimdiden parlak kar beyazı zemin ve duvarlar kırmızı kana bulanmış ve etrafa bulanık kan kokusu yayarak zombilerin bedenlerinden çıkan koku ile karışmış ciğerlerimize doğru hücum ediyordu..

Ellerini öne doğru atarak bize uzanmaya çalışan zombiler daha bize yaklaşmadan onları vuruyor dışı pütür pütür olmuş ;küflenmiş yiyecekleri andıran yeşil kahverengi karışımı tonlarındaki derilerinin içinden geçen kurşunlar kafalarınındaki aşınmaya meyilli kafataslarının içinden geçip hızla beyinlerine saplanıyordu.Dağılan beyinlerinden akan kan ve ona eşlik eden sümüğe benzer beyin sıvıları etrafa saçılırken bir yandan da kıyafetlerimze yapışıyordu.Bir hayli midemizi bulandırsa da karşı koymaktan başka çaremiz yoktu..

Biz ne kadar karşı koymaya çalışsakta kapılardan garip hırıltılar eşliğinde yeni zombiler içeri giriyor ve bu sayılarının fazla oluşun yüzünden bize olan mesafeleri gittikçe azalıyordu..

İğrenç bedenleri ile üzeride yırtıklar bulunan kıyafetleri bedenlerine yapışarak bir bütün haline gelmiş zombilerin bir çember gibi etrafımızı sarmış ve neredeyse kulaklarının hizasına kadar açmış oldukları ağızları bizi canlı canlı yeyip organlarımızı büyük bir hazla midelerine indireceklerinin habercisi oluyordu.. Biz ise o aç zombileri kurşun ile doyuruyorduk..

''Zombiler..salgından ortaya çıktığından beri defalarca onlarla karşılaştım.Hiç ummadığım yerlerde bile karşıma dikilen o ruhsuz cesetlerin yüzlercesi ile mücadele verdim..Şimdi Kaliola 'nın ana yönetim binasına çıkmış ve annemi yok edip insanları kurtarmaya ramak kalmışken ölümüm onlardan olmamalıydı..Şimdi olamazdı..''

İçimden geçirdiğim bu kelimeler Kaliola 'ya ve başlarındaki anneme olan hırsımı arttırıyor ve zombilere karşı koyma gücümü toplamamda bana yardımcı oluyordu.. Bu intikam duygusu ile harlanmış içimdeki öfke ateşi yeniden alevlendirirken kurşunları bir bir saydırıyordum.Sanki içimdeki öfkeyi kusuyormuşcasına hiddet dolu bir bağırış yapmıştım..Benim ardımdan ise diğerleri de sanki ağır bir yükü kaldırıyormuşcasına bağırmaya başlamıştı...Kurşun sesleri , yere düşen boş kovanların çıkardığı ses zombilerin garip hırıltıları ve bizim içimizde birikmiş tam nefreti dışa vuruyormuşcasına bağırış seslerimiz..Hepsi birbirine girmiş duvar ile tavanın birleştiği yere dahi kan bulaşmış bu odada dağılıyordu..

Attığımız kurşunlar zombilerin çürümüş bedenlerinin yere düşmesini sağlarken kapıdan ; sonuna kadar açmış oldukları ağızlarından kanla karışık salyalar aşağı doğru süzülerek beyaz zeminin üzerinde iz bırakarak içeri giren yeni zombilerin ilerleyişini bu yerde yatan et yığını yani öldürülmüş zombilerin cesetleri sayesinde yavaşlıyordu.

''Lanet olası yaratıklar dünyayı mahfettiniz ! ''

Diye bağırmıştı John.

''Gelin bakalım çürümüş et yığınları !''

Diye bir haykırış daha gelmiş Oğuz 'dan.

John 'un iki adamı ise sadece

''Aaa... '' diye öfke dolu nidalar atmaya devam ediyorlardı..

Bense damarlarımda dolaşan kanın hızlandığını hissedebiliyordum.Kalbim göğsümü parçalayacakmışcasına şiddetli ve hızlı atmaya başlamış ve saatlerdir silahın tetiğinde duran işaret parmağım uyuşmaya başlamıştı..Sanki bir yolda koşmuşcasına hızlanan nefesimi kontrol altına almaya çalışırken iliklerime kadar işlemiş olan kinimi binanın en üst katındaki yöneticiye yani anneme saklıyordum..

Bir müddet sonra John 'un elindeki silahın mermisi tükenmiş ve elindeki büyük silahı yere doğru itmişti.Ardından beline koymuş olduğu tabanca benzeri bir silah aldı ve göz ucuyla sırtında her daim asılı duran baltasına küçük bir bakış attı.Sanırım bu silahında mermisi bittiğinde gölgesini ;yani baltasını kullanacaktı.Neden onun mermisinin bizden önce bittiği beni düşündürürken bir kaç dakika sonra Oğuz 'da mermisi bitmiş oda büyük silahını yere iterek belindeki tabancayı çıkartmıştı.

Burada kalıp ölene değin savaşmaya devam etmekten başka şansımız olmadığı biliyordum ki bir anda kapılardan girmeye çalışan zombilerin yere yığıldığı gördüm fakat bu bizim silahlarımızdan çıkan kurşunlardan dolayı değildi çünkü bu öldürücü kurşunlar bizim tam aksi yönümüzden geliyordu.Bir iki dakika sonra kapılardaki zombilerin hepsi temizlenmişti fakat bu kapıların arkasından atılan kurşunlar ile olmuştu.Neler olduğunu anlamaya çalışıyordum ;

''Buda ne böyle ! ''

''Neler oluyor !''

Şeklinde yanımdakiler bir bir tepki veriyordu.

Silah sesleri durmuş ve zombilerin hepsi yedikleri kurşunlar ile kapıların girişlerinde öylece yatıyorlardı .Tam ne olduğunu anlamak için sırt sırta vermiş olduğumuz yerden ayrılmış kapıya doğru gidebilmek için adımımı atmıştımki sağ birinci kapıdan koşan ;

''Jack ! ''

Diye bağıran Amelia ' yı gördüm.Hızla koşan Amelia için hafifçe yere doğru eğilmiş ve bana sarılmasını sağalyıp onu kucağıma almıştım ;

Neler olduğunu anlamak için gözlerimi Amelia 'dan çektim ve kapılara doğru baktım ;

Dört kapıdan da Kaliola 'nın adamları içeri dalmıştı.Yalnızca bir kapıdan içeri kimse girmemişti beşinci kapı.Bu var olan şaşkınlığıma küçük bir süs olurken mide bulandıran zombileri vuranların Kaliola 'nın adamları olduğunu anlamıştım.

Neler oluyordu? Neden böyle bir şey yapmışlardı ?Bizi öldürmek yerine neden yardım etmişlerdi ?Amelia buraya nasıl gelmiş ve onların yanında ne işi vardı ? ''

Saniyeler içinde kafamda beliren sorulara cevap almaya çalışırken sulu kocaman yeşil gözleri ile bana bakan Amelia ;

''Başardım Jack ,hafıza konrol odasına gittim ve insanların hafızalarını yerine getirdim ! ''

Dedi ince ve sevinç dolu sesi ile.

Bu imkansızdı.Küçücük bir çocuk dahi bile olsa bunu nasıl başarabilirdi ki ?Buna cevap alabilmek için ;

''Dur biraz bunu tek başına nasıl yaptın ? ''

Diye merak dolu bir soru yönelttim Amelia ' ya.

''Daisy oradaydı o yardım etti. ''

''Nasıl yani Bella ölmüştü..Bu imkansız. ''

''Hayır Jack ,sana diyorum ki Daisy yaptı.Daisy bana onu kardeşi zannedip buraya getirdiklerini söyledi.Biraz konuştuktan sonrada bana yardım etti. ''

Benim kafam iyice karışmıştı.Yani Daisy 'i ikizi olan fakat ölen genetik profesörü olan Bella zannedip onu buraya mı getirmişlerdi ?Ben en son elektrik süpürgesi parçası ile Kaliola 'nın adamlarını oyalayan Daisy 'i kasabada bırakmıştım...O gün saniyeler içinde anımsamıştım..Ardından neyse diye içimden geçirdikten sonra bizden emir bekliyormuşcasına bize bakan Kaliola 'nın kıyafetli adamlarına doğru bakmıştım ki o sırada beşinci kapıdan gelen ayak sesleri ile kafamı o yöne doğru çevirdim ;

En önde büyük beyaz bir köpek koşuyor hemen arkasında ise tekerlekli sandalyede oturmuş Bayan Marry 'i iten Adamson 'u ve arkasından gelen Kaliola adamalarını göremem ile bir anda bağırmam bir oldu.Havlayan köpek bir anda Oğuz 'un üstüne atlarken Oğuz küçük bir çocuk gibi sevinmiş ;

''Atılgan ! ''

Diye bağırıyordu.

John ve bense Bayan Marry ve Adamson ' a doğru koşuyordum.

Hızla koşup ;

''Evlat ! ''

diyen Adamson 'a sarılmıştım.Tıpkı öz babam gibi gördüğüm Adamson 'a sarılmamla birlikte onu ne kadar özlemiş olduğumu farketmiştim.

John ise bu sırada Bayan Marry 'in başına dikilmiş ;

''Hey moruk .!Ölmedin mi sen ! ''

Diye ayalycı fakat bir o kadarda içten doğal bir tavırla cümle kurmuştu.

Bayan Marry tekerlekli sandalyenin yan tarafına koymuş olduğu bastonu havaya kaldırarak;

''Hadi ordan !Ben seni bile gömerim ! ''

Diye çıkışmış ardından gülmeye başlayarak ;

''Gel buraya ! ''

Deyip John ' a sarılmıştı.

İlk defa onları böyle görmüştüm.Genellikle huysuz ihtiyar ve gayet sert yapısı olan John sarılıyordu.Bu beni büyük bir şaşkınlığa uğratırken ;

''Linda.. O nerede ? ''

Demekten alıkoyamamıştım kendimi.

Adamson ise derin bir iç çekip ;

''Bilmiyorum evlat .''

Diye yanıtlamıştı ardından yutnukarak gözlerini yerden çekti ve ;

''Bildiğim tek bir şey var asıl savaş şimdi başlıyor..''

''Nasıl yani bu nedemekti şimdi ? İnsanların hafızaları yerine gelmedi mi ?Kimle savaşacağız ki ? ''

Kafamda beliren bu sorular yüzünden bir kaç saniyeliğine dalıp gitmiştim.Benim bir cevap beklediğimi düşünmüş olsa gerek Adamson ;

''İnsanların hafızaları yerine geldi şu etrafında gördüğün üniformalı Kaliola adamları bizimle aynı tarafta savaşacak çünkü Kaliola onların hafızalarını silip bu durum içerisine sokmuştu.Hatta beni de..Fakat Kaliola 'nın kurulduğu günden beri ona büyük sadakatle çalışan takım elbiseli adamlarının sayısı da çok fazla.Yani üst katlarda bizi onlar bekliyor olacak.''

O sırada John ;

''Hey..!Bayan Marry 'i elli kat merdivenlerden nasıl çıkardınız ?Hani tekerlekli sandalye ile ?''

Ne yani onca şeyden sonra John 'un kafasına sadece bu mu takılmıştı ?

''Merdivenleri kullandığımı kim söyledi ? Asansör ile yukarı çıkardım. ''

Dedi Adamson hırıltılı bir şekilde gülerek.

''Adamson 'un kurduğu bu cümle kafama bir anda silahtan çıkan kurşun gibi dank etmişti.Tabii ya asansör !Tanrım neden herşeyi zorlaştırıyorum ki ben !Asansörü rahatlıkla kullanıp çıkabilirdim..Ama olmaz Jack Wolf her zaman zor yolu seçer değil mi ?Çünkü salağım ben ..! ''

Kendi kendimle bir iç çekişme yaşarken bu iç çekişme bedenimin dışınada yansıyor jest ve mimiklerim ile el hareketlerimden belli oluyordu.O sırada ise John ,onun iki adamı ve Oğuz bakışlarını banim üzerime dikmiş sanırım onları da zor yola sürüklediğim için bana dik dik bakıyorlardı.

''Lanet olsun !O kadar merdivenleri boşuna çıkıp o kadar adamla boşuna mı savaştık !''

Diye bağıran John 'un sesindeki öfke kendini bariz belli ediyordu.

Oğuz ise ;

''Jack bunu söylediğim için üzgünüm ama sen gerçekten bir aptalsın ! ''

Demiş yinede bu cümleyi kurarken bunu söylediğim için üzgünüm ile başlayıp biraz da olsa nazikliğinden ödün vermemişti.

Öfke dolu parlak gözlerinin bakışlarından gözlerimi kaçırmış ve ;

''Üzgünüm..''

Demekten başka bir şey yapamamıştım.Gayet sakin ve kısık bir sesle dudaklarımdan dökülen bu kelimenin ardından ;

''Hadi kaybedecek vaktimiz yok bir an önce asansöre gidelim ! ''

Diye söze atlamıştı Adamson.

Ardından beşinci kapıdan ilerlemeye devam ettik.En önde Adamson gidiyor onun hemen ardından sağ taraftan köpeği Atılganla birlikte Oğuz ,sol tarafında sırtındaki baltası sağa sola doğru hareket eden John ve ortada mermisi bitmeye yakın silahı elinden bırakmayan ben yürüyordum.Benim hemen arkamda ise John 'un iki adamı ve Kaliola 'nın üniformalı adamları geliyor en arkada ise tekerlekli sandalyedeki Bayan Marry 'i iterek ilerlemeye çalışan bir tane Kaliola 'nın adamı ve ona bakarak ilerleyen Amelia geliyordu.

Bir kaç yere saptıktan sonra bir yerde durduk.Karşımızda Kaliola 'nın üç büyük beyaz asansörü duruyordu.Adamson ;

''Pekala hadi herkes binsin sığmayanlar ikinci turda binsin ama ben yinede herkesin sığacağını düşünüyorum ''

Diye kısacık bir konuşma yaptı.

Ardından büyük bir evin salonu kadarki büyüklükte beyaz asansörlerden birine binmiştik.

Kapının hemen dibinde bulunan John ;

''53 ''e basıyorum ama kabul etmiyor !

Diyerek sessizliği bozmuştu.Nasıl yani diyen Adamson bir kaç adamı hafifçe itekleyip John 'un yanına ulaşmıştı.Adamson 'da işaret parmağını 53. Sayıya basmış ne yazık ki yine olmamıştı.Bunun üzerine John 52.kata bastı.Nihayet bunu kabul etmişti.

'' Yani sadece elli birinci katı es geçmiş olmuştuk.Olsun bir kat bir kattır. ''

Elli ikinci kata çıktığımızda asansörün kapılarının yana doğru açılması ile birlikte hayretler içerisine düşmüştüm.Gözlerime inanamıyordum.Hemen sol elimi gözlerime götürüp ovuşturdum saniyeler içerisinde yaptığım bu hareketin ardından asansörden ayağımı çıkartıp adımımı attım ;

Karşımızda insana huzur veren yemyeşil çimenlerin üzerinde rengarenk ve daha önce hiç türlerine rastlamadığım eşsiz güzellikteki çiçekler ve her çiçeğin yanında bulunan her biri birbirinden faklı ağaçlar bulunuyordu.Büyüleyici manzara şaşkın şaşkın bakarken Oğuz veJohn 'un da verdiği tepkileri duyuyordum...

Bundan bir kaç dakika sonra Adamson ;

''Bu botanik bahçenin birazdan mahvoluşunu izlemek birazcık üzücü olacak.''

Arkamı döndüğümde yaklaşık otuz kişinin yani herkesin asansörden inmiş bu yeşil çimenlere ayak basmış olduklarını fark ettim.

Adamson 'un arkasında duran adamları bize yeni silahlar getirmişti.Bizim daha önceki katlarda kullandığımız o silahların nerdeyse aynısıydı.O sırada Bayan Marry tekerlekli sandalyesinin alt bölmesindeki yere koymuş olduğu büyük çuval tarzı bir bez torbayı yanındaki adamdan çıkartmasını istedi.Adam eğilip güç bela oraya sıkışmış torbayı çıkarttıktan sonra Bayan Marry bana seslendi ;

''Jack buraya gel ! ''

Yine ne istiyordu bu ihtiyar.Bayan Marry 'nin yanına doğru ilerlerken Oğuz ise o sırada atılgana kalın şerit şeklindeki ipler bir kaç tane içi dolu şarjörler bağlıyordu.

Her zaman her durumdan sağ salim kurtularak bizi bulması konusunda hep beni şaşkınlığa düşüren Bayan Marry 'nin yanına geldiğimde benden o bez torbayı açmamı istedi.Ölümün uğramayı unuttuğu Bayan Marry 'nin isteği üzerine büyük bir dikkatle torbanın sıkıca bağlanmış ağzını açtığımda bir kez daha hayrete düşmüştüm.İçinde daha önce hiç görmediğim Kaliola 'nın damgaları bulunan silahlar vardı.İçini elimle biraz karıştırırken tam bunlar nasıl kulanılıyor diye soracakken benim daha önce kullanmış olduğum o değişik elektrikli silahın aynısından bir tane gördüm ve büyük bir heyecanla onu torbadan çekip çıkardım;

''Ama Bayan Marry sen bunları nasıl buldun böyle ? ''

Diye bağırmaktan alıkoamadım kendimi.

Bastonunu kaldırıp iğrenç dişlikleri ile pis bir gülüş yapan Bayan Marry ;

''Benim restaurantımdaki cephaneliği unuttun galiba .Aşağıda kamyonette nasıl hayatta kaldığımı sanıyorsun !''

Dedikten sonra ;

''Ehehe ''şeklinde garip sesler çıkararak gülen Bayan Marry 'in gülüşü beni bir kez daha tiksindirmişti.

Hala yinede nasıl oradan sağ çıktığı konusu ve Adamson 'un onu buraya getirişi konusu kafamı kurcalarken bir anda yanımda beliren Oğuz ve John ' a doğru dönmüştüm.

John hemen ağzı açık torbayı karıştırıp ;

''Vaay bunlarda ne böyle ! ''

Şeklinde bir yorum yapmıştı.Hemen ardından ise;

''Bunlar bayağı işimize yarayacak .''

Diye fikrini belirtmişti Oğuz.

Ardından ne işe yaradıklarını bile bilmeden içinden birer tane silah seçmişlerdi.Normal silahlar ile savaşacaklar acil durum olduğunda bu Kaliola 'nın özel yapım silahlarını kullanacaklardı.Tabii bende öyle.

John 'un seçtiği ve üzerinde ''F-60 ''yazan silahını beline koydu.

Oğuz da aynı şekilde ''I-60 ''yazan silahı beline koydu .

Bense belime yerleştirmeden önce elektirikli silaha baktım .Ve Silahın parlak beyaz kısımındaki küçük yansımama baktım..Linda 'yı anımsamıştım..Bir keresinde bu silahın aynısını kulübede unutmuştum ve o bana golf sahasının bahçesinde otobüste outururken gülümseyerek vermişti.Acaba şimdi neredeydi..

Bu düşüncelerimden sıyrıldıktan sonra bu elektrikli silahı Bayan Marry 'nin cephanesinden almış olduğum o bıçağın yanına doğru itekleyerek yerleştirdim.Ve yaklaşık bir dakika boyunca bunları cephanelikte neden görmemiş olduğumun pişmanlığı yaşadım.

Bir kaç dakika içerisinde herkes hazırlıklarını bitirmiş ve bu botanik bahçede ;adeta yapay ormanda ilerlemeye başlamıştık.Alanın ne kadar geniş olabilceğini bilmiyordum çünkü bu bina fazlasıyla büyüktü.Ağaçların arasında ilerlerken Adamson ;

''Buranın sonunda muhtemelen büyük bir kalabalık bizi bekliyor olacak..Hatta belkide bu sahte ormanın yarısına kadar gelmişlerdir..Herkes her an hazırda olsun ve ellerinizi tetikte olsun..Çünkü asıl savaş şimdi başlıyor ! ''

Şeklinde konuşmasının ardından herkes susmuş sadece yeşilliklerin üzerinde çıkardığımız ayak seslerini duyuyorduk.Yaklaşık beş altı dakika sonra hepimiz durduk ve ağaçların arkasında siper aldık.Ağaçların arası ne çok sık nede çok seyrekti.Tam olması gerektiği gibi bu saklanmamızı daha da kolaylaştırıyordu.Zaten tan bizim durdduğumuz bölgenin az ilerisinde sertleşmiş topraktan oluşan sadece boş bir alan vardı.

Adamson ;

''Botanik bahçenin dört tarafıda yeşillik alanlardan oluşuyor sadece şu ileride gördüğünüz alan boş açıklık.Daire şeklindeki bu toprak alanda Kaliola 'nın adamlarını gördüğünüz an saldırıya başlayacaksınız.Şuan onlarda karşı atarftaki yeşilliğin içinden geçiyor olmalılar.Hazır olun!''

Adamson bunu söyledikten hemen sonra açıklığın ilerisindeki yani bizim karşı tarafımızdaki yeşillik alanın ağaçlarının bazılarının bir bir yere düştüğünü gördük.Bu neydi böyle ağaçlarımı kesiyorlardı ?Ne olduğunu anlamya çalışırken o toprak alanla yeşilliğin bittiği yerde duran Kaliola 'ın adamlarının arkasında iki tane büyük tank durmuş ve hemen arkalarındanda dört beş taneüzerinde Kaliola 'nın simgesi bulunan ve tepelerinde ağır makinalı tüfek yerleştirilmiş dört beş tane siyah jeep gelmiş ve orada durmuştu.

İlk kurşunun karşı taraftan aılması ile birlikte çatışma başlamış.Daha biz bir kurşun atamadan Siyah jeeplerin üzerindeki ağır makineli tüfekleri kullanan admalar bize kurşunları saydırıyordu.Bizi kevgire çevirmeye çalışan adamlar yüzünden nerdeyse kolumuzu kaldırıp ateş dahi edemiyorduk.Kurşunlar ağaçlara saplanıp kalırken arada tek tükte olsa ateş edebiliyordum.Kafamı sağa çevirdim.John ölümüne susamışcasına sürekli ateş etmeye devam ediyor neyseki kurşunlar onu teğet geçiyordu.Taa ki o ana kadar ;

John yine ateş etmek için iki kolu ile tuttuğu silahının ucunu çıkarmış ve saniyeler içerisinde işaret parmağını tetiğe götürüp tetiğe basmıştı ki o sırada jeepdeki makineliyi kullanan adam yönünü ona doğru çevirmiş ve bir anda kurşunları saydırmıştı.John ağacın arkasına sağ kolunu çekmiş fakat sol kolunu çekemeden kurşunlar sol koluna isabet etmiş ve John 'un sol kolu giren kurşunlar yüzünden delik deşik olmuş bir anda bu deliklerden kanlar boşalmaya başlamıştı.John acı içinde bağırırken Kaliola 'nın tanklarındna birisi bizim bu tarafa doğru namlunun ucunu doğrulmuş ve bir anda ateşlemişlerdi .Patlamayla birlikte büyük bir hızla etrafa metal parçacıklar dağılmış bu dağılan şarapnel parçaları bizim adamlarımızdan bazılarını yaralamış bir kaç kişinin ise oracıkta can vermesine neden olmuştu.

Ben diğer adamlara bakmayı bırakıp ;

''John ! ''

Diye bağırıken ardına sığındığı ağaçtan bir şekilde çıkıp çimenlerin üzerinde hzıla koşan Oğuz John 'un yanına koşmuş ve onun koluna bakıp müdahale etmeye başlamıştı.

Ölümün üzerine koşmaya devam ederken o tankın tıpkısının aynısından olan ikinci bir tankda namluyu çevirip atışını yapmıştı.Yüzlerce metal parçaları ;kurşunlar üstümüze yağmur gibi yağarken biz ölümüne ıslanıyorduk..

Adamson 'un yönetiminde bizim taraftan bir kaç asker tahminimce tankları vurmak için ellerine roket atar silahlarından almış mermisini yerleştirirken yüz ifadelerinden anladığm kadarıyla bunu yaparken de büyük güç sarf etmişlerdi.Ben tam onlara doğru dönmüş nişan almalarını izlerken o sırada sol kolumda bir acı hissettim.Sanki kolumun içinden birşey girip çıkmış bu bana büyük bir yanma hissi vermişti.Bakışlarımı Adamson 'un adamlarından çekip koluma dikitiğimde bir kurşunun kolumu sıyırp geçtiğini ve bunun kolumda bırakan izini fark etmem uzun sürmemişti.Bu bana acı veririken silahımı bağlamak için hep yanımda taşıdığım o uzun bez parçasından bir parça koparıp tenimde oluşan hafif kanamya bastırıp o bezi oraya bağladım.Tam yarama bastırıken çıkardığım acı içindeki bağırış ile Adamsonların attığı roket atardan çıkan mermilerin isabet edişi ile tankların patlayış sesleri aynı anda çakışmış ve patlama sesleri benim sesimi bastırmıştı..Bu sırada ormandan farksız bu botanik bahçede tanların patlayışı ile birlikte etrafa duman eşliğinde alevler saçılmış bazı ağaçların yanmaya başlamasına neden olmuştu..

Kolumda oluşan yanma hissini aldırış etmemeye çalışıp aynı zamanda kolum acısa da çift el ile kullandığım silahı tekrar doğrulttum.Kolumu kurşun sıyırıp geçmeden önce kollarım yorulmuş olsada ben tüm gücümle silahıma bağlanmış ve direk olarak hedef alamasam bile Kaliola 'nın adamlarının üzerine ateş ediyordum.Fakat bu böyle olamaycaktı çünkü o jeepin üzerindeki adamları indirmeden bize rahat yoktu.Ağır makineli tüfek ile sık aralıklara uzun süreli atışını devam ettiren adamlar bizi çok fazla kısıtlıyordu.Bu yüzden onlardan birini hedef almalıydım.

Karşı tarafta yerdeki yaya adamların üzerinden bakışlarımı çektim ve o siyah jeeplerin üzerindeki adamların üzerine doğru silahımı yöneltmiştim.Hangisine hedef almam gerektiği konusunda kararsızklamış sol gözümü kapatıp sağ gözüm ile silahın ucunu o hedeflerin hizalarında gezidirp duruyordum.Hangisi ? Hangisi ? derken o sırada en ortadakinin mermilerinin tükenmiş olduğunu fark ettim.Ona yeni mermiler temin etmeden önce onu vurmalıydım.

Büyük bir dikkatle odaklandım ve kulaklarımı tırmalayan adeta işkence veren silah seslerini ve boş kovanların yere çarparak çıkardığı sesi aldırış etmemeye çalışarak hedefe kilitlendim.Tam hazırda bekleyen parmağım ile tetiğe basacaktım ki o sırada üzerime düşen bir şey ile birlikte dengemi kaybedip yere düşmem bir oldu.

Bir yandan lanet okuyup bir yandan düşme ile birlikte istemsizce kapatmış olduğum gözlerimi açtım ve üzerime düşenin hemen sağ tarafımda duran Adamson 'un adamlarından biri olduğunu farkettim.Boynundan vurulmuş adamın yüzünden benim yüzüme bir avuç kan boşalmıştı.Adamı üzerimden itekleyip ayağı kalkmaya çalışıyordum ki o sırada karşı taraftan gelen bir kurşunun bana gelmemesi için ayağımı bir adım sola atmam ile birlikte kurşunun bana isabet etmesine engel olmuştum.Hızla geri yerime iliştim.Ve az önceki amacımı tekrarlamak için uygun zamanı kolladım ve derin bir nefesin ardından tek gözümün kapağını aşağı indirip adama doğru kilitlendim.Tetiğe basmam ile birlikte önce ağaçların yapraklarının içerisinden geçen kurşun saniyeler içinde hızla o alana girmiş ve ortada konuşlanmış siyah jeepin üzerindeki adamın iki kaşının orta kısımından içeri girerek kafasına isabet etmişti.

Benim atışımın ardından bunu fark eden bizim taraftakiler benim atışımı örnek alıp hedef önceliğini yerde siper almış adamlara değil ağır makineli silahların başındaki ; jeepin üzerindekilere vermişti..

Kolumun acısının yanı sıra bedenim ise artık bitkin düşmeye başlamış ve yorulmuş olduğunu belli edermişcesine çeşitli yerlerinde yaygın şeklinde ağrılar ortaya çıkmıştı.Dayanmak zorunda olduğumu biliyor oluşum bu ağrıları hükmünü silip atmaya onları bastırmaya çalışıyordu.

Tam bize karşı koyan ve uzunlamasına hat oluşturmuş adamların sayılarını azaltıp ağır makineli silahlar ile bize nefes aldırmayan o adamları vurmuş olduğumuza seviniyorken bu sevincim gözlerimin tam orta noktasına yerleşmiş bu görüntü ile uzun sürmemişti ;

Karşı taraftan ağaçları yıka geçe ilerleyen daha önce defalarca karşılaşmış olduğum o büyük mutant zombilerinden üç tanesinin ellerindeki ilkel silahları etrafa savurarak ilerlediklerini görmüştüm.Beni en çok da dehşete düşüren ortadaki idi.Diğer ikisinden boy ve ence daha büyük olan ve elindeki neredeyse kendisi kadar büyük ucu parlak diken diken sivri metal çıkıntılara sahip topuzunu yere vura vura ilerleyen bu mutant zombinin pütür pütür ve buruşuk ; asker yeşili ile kahve renklerinin tonlarının karışımı ten renginde mutant zombi kıvrımların arası kan ile dolup taşmış görüntüsü yetmezmiş gibi garip sesler eşliğinde kocaman açtığı ağzı kana bürünmüş kanlı köpüklü salyaları alt dudağı ile üst dudağı arasında kanla karışmış örümcek ağlarını andıran görüntü oluşturmuş ve bu beni bir hayli ürkütmüştü.

Gözelrinin beyaz tabakasına kan oturmuş iri gözlerini bizim olduğumuz tarafa doğru dikmiş mutant zombiler bize doğru gittikçe yaklaşırken bizim taraf mutant zombilerin üzerine ateş açmaya çoktan başlamıştı.Mutant zombilerin bedenine giren metal kurşunlar sanki vücudunun bir parçasıymış gibi girdiği o yerde kalıyor ve adeta hiç bir etki yapmıyordu.Ben bu kurşunların onlara hasar vermediğini ve bu yüzden ellerimizdeki aynı tip silahlar ile ateş etmenin anlamsız olduğunu biliyordum bu yüzden daha fazla dayanamayıp ;

''Kurşunları boşa harcamayın bu onlara etki etmiyor ! ''

diye bağırmaktan alıkoyamamıştım kendimi.

Herkes bir anda önce bana doğru dönmüş ve mutant zombilerin üzerine ateş etmeyi bırakmış ve sadece Kaliola 'nın bitmek bilmeyen o takım elbiseli adamlarına doğru silahlarının uçlarını yöneltmişlerdi. Ardından beklediğim o soruları yöneltmişlerdi ;

''Pek şimdi ne yapacağız ! ''

''Çok fazla yaklaştılar şimdi ne olacak ? ''

gibi sorular havaya karışırken bense belime koymuş olduğum o elektrikli silahıma doğru küçük bir bakış attım ve elimde şuanda tuttuğum çift el silahımı yerine koyduktan sonra onu belimden yavaşça çekerek yerinden çıkartarak elime aldım.O sırada ise Oğuz ve John ' a;

''Bayan Marry 'den aldıklarımızı kullanma vakti ! ''

diye bağırdıktan hemen sonra John 'un ne olacağından habersiz her biri birbirinden farklı bu silahlardan üzerinde ;

''F-60 ''yazan silahı tek eli ile kullanıp kullanamaycağı konusunu aklıma takılmıştı.Bu yüzden Oğuz ' a ;

''Kendi silahınla atış yaptıktan hemen sonra John 'un silahını da sen kullan ! ''

diye buyurgan bir deyişle emir vermiş ve bunun üzerine ;

''Hayır ,bu değişik silahı ben kullanmak istiyorum ,Oğuz benim silahı kavramama yardım eder ama tetiğe ben basarım ! ''

diye sert bir çıkış yapmıştı John .

Bu adamı gerçekten anlayamıyordum bu haldeyken bile bunu mu düşünüyordu ? Kurumuş boğazımı nemlendirmek adına yutkunduktan hemen sonra ;

''Pekala önce ben atışımı yapacağım ardından Oğuz ve sonrada John .''

Bu konuşmaların hemen ardından ağaçlık yeri geçmiş toprak alanın hemen girişinde ve birbirlerinden ayrık duran ve bu yüzden üç ayrı atışa ihtiyaç duyuran mutant zombilerden en sağda duran ve büyük gözlerinin beyaz tabakasının tamamına kan oturmuş bu yüzden zaten kızıla kaçan koyu kırmızımsı göz rengi ile uyumu sağlamış ve bu korkunç gözlerini üzerimize doğru dikmiş mutantın ok denecek kadar az ve ince telli saçlarına sahip kafasının alnı ile birleştiği o alana doğru odaklandım.Sol gözümün kapağını tek seferde indirip sıkarak iyice hedefe kilitlendim ve derin bir nefes aldım ve tetikte bekleyen işaret parmağımı ileriye götürüp bir anda tetiğe bastım.Etrafa ışıklar saçılacağını bildiğimden zaten silahın etki tepki olayı ile beni geriye doğru savurup silahın kendiliğinden elimden düştüğünden kolumu hızla kaldırıp gözlerimi kapatmam saniyelerimi almıştı.Bunu yaparken de ;

''Gözlerinizi kapatın ! '' diye bağırmayı ihmal etmemiştim.

Gözleri kör edecek düzeyde saçılan ışıkların geçmiş olduğunu düşündüğüm anda kolumu indirmiş ve buna bağlı olarak gözlerimi açmıştım.Benim vurduğum zombinin belden yukarısı patlamış ve o iğrenç bedeninin kalan kısımı yere düşüyordu.Onun vurulduğu yerde ise saniyeler sonra kalın toprak tabakanın altındaki zemini delip geçen dev gibi bir alanı kaplayan büyük bir çukur meydana gelmiş ve yukarıya doğru hafif duman yükseliyordu.Bu içime büyük bir mutluluk ve umut parçaları doldururken atışını yapmak için Oğuz 'un en soldaki mutantı hedef aldığını gördüm.

Oğuz'un elindeki silahın nasıl bir şey olduğu konusu içimi damarlarıma kadar işleyen büyük bir merak duygusu ile kaplıyordu..Ona yalnızca ben meraklı gözler ile bakmıyordum kardeşi gibi çok sevdiği ona sadakat ile bağlı Atılganı da iri ve sulu gözlerini dikmiş onu izliyordu. .Nişan alma konusunda en çok güvendiğim kişi olan Oğuz atışını yaptığında geriye doğru savrulup arkasındaki ağaca çarpmıştı.Saniyeler içinde gözlerimi Oğuz 'dan çekip mutant zombini üzerine doğru çevirmiştim.Mutant zombi ve etrafındaki ağaçlar ve hatta o siyah jeeplerden ikisi bir anda buz ile kaplanmış ve saniyeler içerisinde buz kaplı her şey parçalanarak ufak cam parçaları gibi dağılmıştı.Kocaman şey adeta tuz ile buz olmuş gözlerimizin önünde öylece yok olmuş geriye yıkık beton parçaları gibi küçük küçük kristalimsi parçalar kalmıştı.

Hayretle dona kalmış bunun nasıl mümkün olduğunu düşünürken Kaliola 'nın kendisi kadar ürettiği silahlarında çok tehlikeli olduğunu bir kez daha anımsamıştım..Geriye en büyük ve ortadaki o iğrenç bedeni ile midemi bulandıran son mutant zombi kalmış ve o bu sırada toprak alanın ortasına kadar ilerlemişti.

Oğuz savrulduğu yerden hızla kalkıp John 'un belinden çıkartığı üzerinde ''F-60'' yazan üçüncü silahı tutmuş ve yaslandığı ağaçtan güç alan John 'un sağ elini tetiğe götürmesinde ona yardımcı olmuştu.Kısa bir süre sonra Oğuz 'un hedef alışı ve tetiğe o anda basan John 'un eşliğinde bu silahta ateşlenmiş ve silahtan çıkan parlak bir topu anımsatan bu şey hızla mutant zombinin üzerine doğru ilerlemiş ve ve sanki atom çekirdeğinin patlayışı gibi biranda patlayarak küresel bir şekilde büyüyerek ateşlerin sardığı büyük bir alev alanı oluşturmuş ve mutant zombi bu alanı içerisinde yanarak etkisiz hale gelmiş ve tıpkı benim atışımda olduğu gibi silahtan çıkan o topun etkilediği alanın zemini aşağı çökmüş yeşil yapraklarını ateşe teslim etmiş ağaçlar ve Kaliola 'nın adamları mutant zombinin bedeni ile birlikte komple aşağı çökmüştü.

Ona rağmen o alanın içerisindeki az önce aşağı düşen ağaçlardan sıçramış alevler o alanın dışındaki diğer ağaçların bazılarını da sarmıştı. Yanık et ,barut ve insanların bulanık kan kokusu etrafı kaplamış ve bu kokular benim midemi ayaklandırırken kokudan ve dumandan etkilenmemek için kıyafetimi yukarı çekiştirerek kendime adeta bir maske yapmış ; burnumu kapatmıştım.Botanik bahçenin sağ taraf ve orta kısım komple aşağı çökerek büyük bir boşluk haline gelmişti.Bu yüzden kalan beş altı kişi ile sol taraftan ilerleyerek bir üst kata çıkmak için yola koyulduk..

''Bekle beni anne ; Yanına geliyorum..Oğlunu özlemiş olmalısın.. !''

**********************************************************************************************

Nihayet yüzümü çizen ağaçların dallarını aldırış etmeden geçmiş ve yöneticinin bulunduğu binanın en son katına yani elli üçüncü katına gelmiştik.Yine geniş ve uzun beyaz bir koridor bizi karşılamıştı.Bu katın zemini ve duvarları fayans gibi yok denecek kadar ince çizgiler barındırırken tavanı pürüzsüz denecek kadar düzdü.Koridor boyunca hiç kapı olmayışı ve en sonunda ise büyük üzerinde Kaliola 'nın sembolü bulunan ve hemen bu sembolün üzerinde ;

''Kaliola Yönetim ''

yazan beyaz bir kapı oluşu dikkatimi çekmişti.

''Koridor neden bomboştu ?Neden bir tane bile adam yoktu ?Yoksa tüm adamlar o beyaz kapının ardına mı gizlenmişti ?Yada annem pes mi etmişti ?Bu derin sessizlik beni büyük bir şüpheye düşürmüş beynimin içinde bu soruların gezinmesine yol açmıştı..Fırtına öncesi sessizlik mi ?Yoksa ölüm sessizliği mi ?Hangisi ? ''

Yöneticiye yani anneme o kadar çok yaklaşmış olmak beni bir yandan heyecana sürüklüyor bir yandan içimi korkuyla kaplatıyor bir yandan da tarif edemediğim bir duygu ile karşı karşıya bırakıyordu..Beni karşısında gördüğü an ne tepki verecekti acaba ?Onu nasıl öldürmeyi başaracaktım ?İçimdeki merhamet beni büyüten o kadına acıyacak mıydı yoksa ?Hayır.. Hayır..Bunu aklından çıkarmalısın..Acımak yok..Çünkü o binlerce masum insanlara acımamıştı..

- Dileyen arkadaşlar bölümü okumaya devam ederken aşağıdaki müziği açıp okumaya devam edebilirler -

Duvarlardan gelen gürültü ile bu düşüncelerden ayrıldım ve en önde yürüyen Adamson 'un önderliğinde koridorun ortasına kadar gelmiş olduğumuzu farkettim.Hemen ardından gürültünün nedenini anlamak için kafamı duvarlara çevirdim ve bir anda duvarların belirli bölgelerinin açıldığını farketmem bir oldu.Şu zombilerle dolu odadaki açılan kapılar gibi gizlenmiş bu küçük bölmeler beni şaşkınlığa düşürürken bunun bir tuzak olduğunu anlamam duvarların içine gizlenmiş silahlardan çıkan kurşunlardan bir kaç tanesinin bir anda hemen önümdeki Adamson 'a isabet etmesi ve bir anda üzerime doğru düşmesi ile olmuştu.Ben kurşunlardan kaçabilmek için bir anda yere doğru kendimi atmak zorunda kalmadan otomatik olarak yere düşerken üzerime düşmüş olan Adamson beni sarmıştı..

Adamson 'un bedenine bir bir giren kurşunlar derisinin altındaki yağ kas tabakalarını aşıp organlarının içine doğru ilerlerken ben ;

''Adamsonn ! !''

diye bağırmış ve bir anda göz yaşlarıma hakim olamadan gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı.Adamson 'un bedeninden ,vurulduğu bölgelerden çıkan kanlar benim üzerime boşalıyor ve yüzümde göz yaşlarım ile karışıyordu...Yüreğim paramparça olmuşken elimden hiç bir şey gelmiyor oluşu beni kahrediyordu..Bazı ölümler uzun fakat tüm yaşamlar bunun aksine kısaydı..

O sırada

''Yere yatın ! ''

diye çaresizce bağıran Oğuz 'un kurduğu bu cümlede geç kalmış olduğunu anlamıştım..Çünkü gözyaşlarım yüzünden hafif bulanık görüşüm ile geriye doğru bakmaya çalıştım ve John 'un..Sahibinin üzerine atılmış onun üzerine yatarak kurşunlardan korumaya çalışan Atılgan..Aşağı ki katta bizimle birlikte o savaştan sağ çıkan o altı kişi..Hepsi kurşunlar içinde kalmıştı..Onların acı içindeki haykırışları çaresizliğin son şarkısıydı..

''Hayır !Hepsi benim yüzümden ! ''

ben büyük bir suçluluk duygusu ile bu şekilde bağırırken ayakta dikilip kalmış John 'un tenine kurşunlar bir bir giriyordu..Altı yedi kurşun birden yiyen John dayanamadı ve zümrüt yeşili gözlerini yavaşça kapatıp bir anda yere yığıldı..Bense ellerimi sıkıp yumruk yapmış ve öfke ile birlikte zemine vurmaktan başka hiç bir şey yapamıyordum..

Ölüm ile yaşam arasında kıyasıya mücadele verenler.. Ölüm ile Yaşam çizgisi arasında gidip gelenler..Sanırım bu sefer galip gelen ölüm olacaktı..Ölüm soğuk nefesi ile yerde can çekişen bedenlerin ruhlarını almak için tüm ihtişamı ile geliyordu..

Yaşam hep seni hep acıtır ve hep beklemediğin bir anda arkandan vurur..Şimdide öyle olmuştu.. Gözlerimin önünde sevdiğim insanlar vurulmuşken ben Adamson 'un istemsizce vücudu ile yapmış olduğu kalkanın altında küçük bir çocuk gibi ağlıyordum..Sanki kalbimi söküp almışlardı..Kalbim dururmuşcasına yavaşlamış sanki kum saati gibi akıp giden zaman bu anda yavaşlamıştı..Bu duyguyu tarif edemiyordum..Onca şey yaşamıştım ve hiç bu kadar çaresiz hissetmemiştim..Ben ölmeliydim..Onlar değil..Onları buraya getirmem benim hatamdı..

''Adamson ! ''

''John ! ''

''Oğuz ! ''

''Hayır ! ''

diye gırtlağım patlayacakmışcasına bağırıyordum..Benim yüzümden..

Duvara kurulmuş o kahrolası mekanizma durup Kurşunlar gelmeye son bulduğunda Adasmon 'u yavaşça üzerimden ittim ve oturur pozisyonda kana bulanmış beyaz koridorda yatan Adamson 'un yakasını tutarak ismini haykırmaya başladım ;

''Kalk Adamson ! ''

''Hadi !Beni bırakıp gidemezsin ! ''

''Duy beni, ne olur duy sesimi ! ''

diye bağırıp yakasını çekiştirirken göz yaşı damlalarım onun hafif kırışık yüzüne bir bir iniyordu..Ona veda bile edememiştim..Göz kapaklarını ve kirpiklerini bir saniyeliğine bile hiç kıpırdatmayan Adamson 'un üzerine doğru çöküp göğsüne yaslanıp babasını kaybetmiş küçük bir çocuk gibi ağlamaya devam ediyordum..Kaliola 'ya karşı olan öfkem bir hayli artmış bu yüzden nefes alış verişim hızlanmış ,kalbim sanki yerinden fırlayacakmışcasına güm güm atmaya başlamıştı.

Adamson 'un kireç gibi beyaza dönmüş buz gibi soğuk bedeni kollarımın arasındaydı.Gözlerinin içi parlıyor büyümüş donuk göz bebekleri ile bana bakıyordu.Gözlerinin içinde kalan son şey benim yansımam olmuştu.. Sağ elim ile açık kalmış göz kapaklarını aşağı indirmek için elimi kaldırmıştım ki ;

''Elveda oğlum..İntikamımızı al..Elvat.. ''

Nefes açlığı çeken Adamson 'un çatlamış kurak toprakları andıran kurumuş dudaklarından büyük zorlukla bu sözcükler dökülürken Adamson bu cümleyi kurarken kan içinde kalmış ellerini güçlükle kaldırdı ve benim koyu sarı saçlarımın arasında gezdirdi..Ardından sırasıyla önce ellerini sonrada göz kapaklarını yavaşça indirdi.

''Adamson..Dayan..Geri geleceğim yanına !''

dedikten sonra yavaşça kollarımın arasından bıraktım onu göz yaşlarım eşliğinde salya sümük ve kan içinde kalmış suratımı koluma tek hamlede sildim. Soğuk zeminden destek alarak yerden kalkmaya çalışıyordum.Kan içinde kalmış zeminde kalkmak için yaptığım her hamlede elim kayıyordu.Ardından geriye doğru döndüm..Altı adam ve John 'un bedeni yere kıpırdamadan yatıyor.Oğuz ise yerde diz çöküp eğilerek onu korumak için kurşunlanmış köpeği Atılgana sarılmış ağlıyordu..Oğuz yaşıyordu..Atılgan onun için kendini feda etmişti..

Geriye Oğuz 'dan başka koridorun en başında duran bu yüzden ona hiç bir şey olmamış tekerlekli sandalyeden olanları izleyip ağlayamaya başlayan Bayan Marry..Ve yeşil gözlerinden yağmur damlaları gibi süzülen göz yaşları ile birlikte çığlık atan Amelia..Onlar kalmıştı..

Yerden ve duvardan destek alıp ayağı kalktım ve John 'un yanına doğru koştum..Dizlerimin üzerine çöktüm ve yakından dikkatle John 'a baktım..Gözlerim tekrar dolmaya başlarken görünüşte hiç bir yaşam belirtisi göstermeyen John 'un üzerine doğru eğilip ona sarıldım..Zaten yaralı sol kolu yüzünden kay kaybeden John şimdide..Sert gibi dursa bile o insan bedeni bunu nasıl kaldırırdı ki..?

John 'a sarılmış bir şekilde kardeşini kaybetmiş bir küçük çocuk gibi hüngür hüngür ağlarken kafası Oğuz 'un kucağında kana bulanmış bembeyaz tüylü bedeni yerde yatan Atılgan'ın ismini sayıklayıp duran Oğuz bir müddet sonra Atılgan 'ı yere bıraktı ve yanıma geldi..

John 'a bakıp ;

''Hey..! Sen bizi nereye bırakıp gidiyorsun..Ha..?Öylece gidemezsin tamam mı ?Direnmen gerek ! ''

diye bağırarak göğsünün üzerine doğru vurmaya başladı..Bir müddet sonra vurmaktan ve John 'a ismini haykırmaktan nefes nefese kalmış neredeyse kendinden geçip kontrolü kaybetmiş Oğuz 'un kollarından tutup onu durdurdum ve birbirimizden destek alarak ağayı kalkıp dikildik;

''Hadi Oğuz..Geç olmadan gitmeliyiz..Önce intikamımızı alıp sonra buaraya geri döneceğiz gidelim .! ''

dedikten sonra buraya doğru gelen Bayan Marry ve Amelia 'ya doğru bakıp ;

''Biz dönene kadar onları size emanet ediyorum..''

dedikten sonra büyük bir öfke ile koşup kapının önüne dayandım.Var gücümle kapıyı tekmeleyip annemin ismini bağırmaya başladım..

''Aç artık şu Lanet kapıyıı ! ''

diye öfke dolu cümleler kurarken Oğuz bir anda sağ elini kaldırıp omzuma koydu ve ardından ;

''Kapıya vurmak ve tekmelemek bir işe yaramaz bu kapı şifreye açılıyor bak ! ''

demiş ve sol eli ile kapının önünde duran üzerinde sayılar bulunan tabletleri andıran görüntüsü ile dokunmatik ekranı göstermişti.Ben şifre ne olabilir diye düşünürken insanların doğum tarihi koymasından yola çıkarak annemin benim doğum tarihimi koymuş olacağını düşündüm ve doğum tarihimi girdim.Ancak başarısız olmuştu.

''Hadi ama ! ''

deyip tepki gösterirken başka ne olabileceği aklıma gelmiyordu.Ben bir müddet düşünürken ailemle ilgili özel tarihleri girmeyi deniyor ve her seferinde başarısız oluyordum.O sırada Oğuz ;

''Kaliola 'nın kuruluş yılı felan olabilir mi ? ''

Oğuz 'un kurduğu bu cümle mantıklı gelmişti .Fakat kuruluş yılı kaçtı ki gözüm hemen kapının üzerindeki Kaliola sembolüne ilişti fakat burada tarih yazmıyordu..Biraz hafızamı zorlayıp anımsamaya çalışırken Bayan Marry 'nin restaurantında '' Peter '' adında bir Kaliola adamının yaka kartındaki ''1987 '' tarihi hatırladım ve hızla ellerimi tuşlara götürerek sırsıyla 1-9-8-7 rakamlarına dokundum.Başarmıştık..Çünkü kapı açılmaya başlamıştı..

İçimde bir volkan gibi dolup taşan öfkem ve içimde kopan büyük fırtınalar eşliğinde saniyeler içinde açılan kapıdan içeri adımımı attım.Kapı açılır açılmaz odaya giden ve karşımıza çıkan bu küçücük koridorun ortasında bizi bekleyen Linda 'yı görünce adeta dona kalmış kilitlenmiştim.

''Linda ! ''

diye heyecan dolu bir bağırış ile adını bağırmaktan alıkoyamamıştım kendimi.

Linda mavi gözlerini benim üzerime dikmiş ve sinsice bir bakış atıp iki elinde de tutmuş olduğu silahların birini Oğuz ' un birini de benim üzerime doğrultmuştu.

''Dur bir dakika ,Linda senin hafızan geri gelmedi mi ? ''

diye bir soru yöneltmiş ve karşılığında hiç ummadığım bir yanıt almıştım ;

''Hafızam hiç gitmedi ki ! ''

dedikten saniyeler sonra yüzünde pis bir gülümseyiş belirmiş ve sağ ve sol işaret parmakları ile bir anda tetiklere basıp Oğuz 'u ve beni vurmuştu.Tabi o sırada ona da karşılık silah doğrultmuş olan Oğuz da boş durmamış oda saniyeler içinde Linda 'yı vurmuştu.Linda ve Oğuz peş peşe yere düşerken ben kapıdan destek alıp ayakta kalmayı başarmıştım..Daha önce o gün..Ormanda beni vurup arkasına bile bakmadan gitmişti...

''Vay delikanlı gönlüm vay sen bu kurşunu yine mi yedin ! ''

Sol göğsünün üzerinden vurulmuş acı çektiği belli olan Linda 'nın koyu mavi gözlerinin içine bakarak ;

''Oysa ben seni..Neyse unut gitsin !''

''Neden bunu yaptın ! Neden ! ''

Diye avazım çıktığı kadar bağırmış ve ben bu soruma bir cevap beklerken o silahını doğrultmuş bana yine ateş etmeye hazırlanırken cesaretimi topladım ve tetiğe basıp bir kez de ben onu vurdum..Bu kez olmazdı..Beni bir kez daha vuramazdı..Buna izin vermemiştim..

''Ailem..Onlar için yaptım.Üzgünüm Jack.! Seni seviyorum...''

dedikten sonra ağzından katranımsı koyu kırmızı renk tonuna hakim kanlar süzülen Linda'nın bedeni bir müddet can çekişti ve ardından gözleri kapandı..Bense onun için, onun arkasından sadece iki damla göz yaşı dökmüştüm..Bir kez bile karşısına dikip ona onu sevdiğimi söyleyemeden Linda adeta parmaklarımın arasından kayıp gitmişti..İliklerime kadar acı hissediyordum..Ama bu seferki farklıydı..Ruhun hissetme gerçeğinin bir ispatıdıydı bu..

Daha fazla onun donuk ,kurşunlanmış bedenine bakmaya tahammül edemeyip onun ruhundan ayrılmış bedenine bakmayı bıraktım ve gözlerimi üzerinden çekip ne olursa olsun hep yanımda duran dostumdan öte kardeşim Oğuz ' a dönüp yanına gelmek için hamle yapmıştım ki Oğuz ;

''Beni bırak ,durumum ağır değil başımın çaresine bakarım hadi ! ''

diye bağırmış ve bu cümlenin ardından onu bırakmak istemediğimi belirtmek için ileriye değil ona doğru yürümeye başladım.Fakat o elini kaldırarak ;

''Hadisene ! Git ! ''

diye bağırarak yanına yaklaştırmamış bunun üzerine bende onu daha sonra geri dönmek üzere orada bırakıp bu küçük koridoru geçip odanın kapısından içeri adımı attım ;

Tam karşımda altın sarısı saçlarını elleriyle geriye doğru atan annem ellerini büyük bir patron edasıyla iki yana açarak beni karşılamıştı.Annem bana baktıktan sonra ;

''Demek sonunda gelebildin Oğlum..''

Alaycı ve itaatkar bir tavırla kurmuş olduğu bu cümle benim biraz daha öfkelenmeme neden olurken :

''Ah..Jack..Üstün..yine kirletmişsin ''

diyerek gözleri ile üzerimdeki kanları göstererek bu alaycı tavrı devam ettirmesinin üzerine ;

''Alay etmeyi bırak ve bana neden tüm bunları yaptığını söyle ! ''

''Zombilerin orta çıkış nedeni..Kıyamet tesisi..Kendinize üs ve laboratuvarlar kurup masum insanları kullanıp onlar üzerinde deneyler yapıp mahluklara dönüşütrmeniz..Mutant zombileri üretip etrafa salmanız...Değişik silahlar üretip bunları masum insanlar üzerinde kulanmalarınız..Kaliola 'ya karşı gelen insanları öldürmeniz..İnsanların hafızalarını silip kendinize köle yapmanız..Ya hadi masum insanları da geçtim nasıl bir insan öz oğlunu nasıl öldürtmeye kalkışır hemde defalarca Tüm bunlar ne demek ha ?Neden ! ''

bu cümleleri ardı sıra kurarken öfkeden aklımı yitirmek üzereydim.Annemse yine sakinliğini kormuş ve dudağının bir tarafını yukarı kaldıracak bir biçimde hafifçe gülümseyerek ;

''Bunu gerçekten çok merak ediyor musun ? ''

dedikten sonra benim öfke; kin ve nefret dolu gözlerimin içine bakarak sol elinde tutuğu kumanda gibi bir şeyin üzerinde bulunan tuşlardan birini seçip o düğmeye bastı.Ardından benim sağ tarafımda bulunan beyaz duvar değişim geçirerek bir anda cam gibi saydam bir hal almaya başladı.Fakat beni şaşırtan bu cam değil camın arkasındaki görüntüydü.Çünkü yüzü benim görünümümün birebir aynısı hatta tüm bedenim aynısı olan bir genç bir yatakta yatıyor..Hastanelerin yoğun bakım bölümlerindeki gibi cihazlara bağlı bir şekilde ölü gibi kıpırdamadan duruyordu.Annem bana doğru dönüp ;

''Tanıştırayım bitkisel hayattaki oğlum Jack..Buradan başlamalıyım sanırım.. ''

Şaşkınlıktan nutkum tutulmuş ,boğazım düğümlenmişti.Dudaklarımın arasından tek kelime hatta küçük bir bağırış dahi çıkartamıyordum.Zaten yaralı oluşum benim gücümü düşürürken kafamı bir hayli karıştıran bu sözler ağır bir darbe almama neden olmuş annemin masasına tutunmaktan başka bir şey elimden gelmiyordu.Hayatımın en ağır ve şok edici darbesini yemiştim.Bu..Bu nasıl mümkün olabilirdi..?Beynimde onca düşünceler cevap alınamamış sorular varken birde bu en büyük soru eklenmiş ve diğer sorularımı adeta yerle bir ederek onları bastırmıştı..Derin bir nefes alırken ;

''Şaşırdın değil mi ? ''

küçümseme dolu cümlesini benim yenilgimin ona vermiş olduğu büyük haz ile kurmuş annemin gözlerinin içine bakarak ;

''Nasıl yani ! ''

diye bağırmıştım gittikçe kısılan sesimle.O ise sesini bir anda yükseltip bana aşağılama duygusu ile karşılığını vermişti ;

''Sen aslında Jack 'in bedenine ve anılarına sahip bir kopya klondan ibaretsin !''

'''Yalan söylüyorsun inanmıyorum sana !''

diye karşılık vermiştim kurduğum cümlenin ardından soğukkanlılığı koruyan anneme yani yüzüne bakmaya dahi tahammül edemediğim o iğrenç kadına..

Annemse ukalaca küçük bir kahkaha atarak yanıma gelip elleri ile ense bölgemdeki saçlarımı tutup kendine ve yukarı doğru kaldırarak buyurgan bir tavırla ;

''Bak ! ''

dedi iki taraflı bulunan aynayı göstererek ;

Annemin yukarı kaldırıp çekiştirdiği koyu sarı saçlarımın yaptığı acı eşliğinde o saçların aşağı tarafına baktığımda ;

''001 ''yazan dövmeyi gördüğümde bir anda dona kalmıştım..Soğuk terler içimi ürperterek aşağı doğru süzülürken masadan alığım destek bir anda son bulmuş adeta dizlerimin bağı çözülerek yere oturur pozisyonda düşmüştüm.Bu..Nasıl..Anlayamıyorum..Beynimden vurulmuş gibi olmuştum..Geçmişe dair hatırladığım anılar..Yaşadığım onca şey..Hissettiğim duygular..Bu beden..Bu yüz..

Kafayı yemek üzereydim..Onca zaman zombi denen o insan eti düşkünleriyle savaşmış onlardan sayısızca öldürmüş..Yeri geldiğinde kaçmış..Yeri geldiğinde sığınacak yer aramış..Ailem olarak gördüğüm dostlar edinmiş..Bazen onlar için canını tehlikeye atmış..Sevgi..Hüzün..Öfke..Nefret.. Sevinç..Tüm bu duyguları tatmıştım..Gördüğüm algıladığım her şey hafızama kazınırken defalarca ölümle karşı karşıya gelmiştim.. Ama şimdi bunlar nasıl..deliriyorum galiba..Böyle bir şey nasıl olabilirdi ki ?Bu..İmkansızdı..Olamazdı..Fakat koyu denizlerin tonlarının hüküm sürdüğü koyu mavi gözlerime çalan bu görüntüler..Beni öldürmeye yetecek kadar büyük bir iç yıkımın enkazları içerisinde kaybolurken elimden hiç bir şey gelmeyişi beni bitiriyordu..Ruhumda mağlubiyet çanları yankılanırken ben Kilitlenip kalmıştım öylece..Bedenime, ellerime..donuk bakışlar ile bakıyordum..Çaresizlik..Duygularımı tarif dahi edemiyordum..Birisi gelip size bu bedenin gerçek size ait olmadığını söylese ne tepki verirdiniz ki..?

''Hayır ! ''

''Hayır !''

diye var gücümle bağırırken ayağı kalkmaya halim kalmamış ve gözlerimden yaşlar süzülmeye başlamıştı..

Yumruklarımı benim kanımla kirlenmiş beyaz fayansa geçirirken yumruk şeklindeki ellerim kan içinde kalmıştı..O kadından intikam alma arzusu ile buraya kadar çıkıp gelmişken şimdi ben fiziksel ve ruhsal çöküntüm yüzünden ayağı kalkamıyordum..Bu odaya gelebilmek için o kadar uğraşmış ve dostlarımı geride bırakmıştım..Şimdi pes edemezdim..Yerimden kalkamasam bile silahımı buradan kullanabilirdim..Bunu yapmak zorundaydım..Böyle bir son olamazdı..

Annem ellerini belirli bir kısımı kan kırmızısına bürünmüş koyu sarı saçlarımın içinden hızla geri çekip kafamı ileriye doğru itip masasına doğru yönelirken elimden kayıp gitmiş olan silahımı kavradım ve silahın ucunu annemin üzerine doğru doğrulttum.

Annemse asalet dolu duruşunu bozmadan ve hatta omuzlarını daha da dikleştirerek bana baktı ve iyice yanıma doğru yaklaşarak ;

''Jack..Yoksa biricik anneni mi vuracaksın ?Aptal..''

''Bu oyunu kaybettin..Üzgünüm..''

Sözcüklerini döktükten sonra dikkat çeken açık kırmızı ceketinin altından çıkarttığı tabancaya benzeyen bir silahı çıkarttı ve bir anda ana elektrik şoku verdi..Titreyen bedenim bir kaç saniye sonra buna dayanamadı ve gözlerim kapandı..

Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum..

Gözlerimi başımda şiddetli bir ağrı eşliğinde araladığımda bir anda gözüme vuran ışık ile istemsizce geri kapattım.Ardından yavaşca kısık bir şekilde geri açtım..Fakat görüşüm hala netleşmemiş etrafı bulanık görüyordum..Bulanık görüşümü beynime emir vererek netleştirmeye çalışırken ;

''Oğlum ! Demek sonunda uyandın ! ''

sesi ile bir anda irkilmiştim.Görüşüm yavaş yavaş düzelip netleştiğinde o camaken bölmenin içinde o yatakta cihazlara bağlı bitkisel hayatta yatan o Jack 'in.. yani bir nevi benim..yerinde yatmış olduğumu fark etmem uzun sürmedi..O yatakta yatıyordum fakat değiştirilmemiş üzerim ve kurşunlardan dolayı aldığım yaraların sarılı olduğu bölgeleri görmemle birlikte bu bedenin hala bana ait olduğunu anlamıştım yani o yatan çocuğun bedeninde değil yine kendi bedenimdeydim.Bu beni biraz da olsa rahatlatmıştı..Fakat ne değişmişti ?Ben bunu düşünürken az önce uzaktan sesi gelen annem olacak o aşağılık kadın yanıma yaklaşıp bir anda bana sarılmıştı..

''Oğlum o trafik kazasından sonra senin bu bitkisel hayattan çıkıp uyanman için neler yaptığımı bilemezsin..''

Ben içimde birikmiş öfke ile ona yanıt verecekken bir anda içimden gelen ses ile durdum ve olan biteni öğrenmek için sanki bir şey bilmiyormuşcasına ona bakıp ;

''Tam olarak neler oldu anne baştan anatabilirmisin ? ''

diye bir soru yönelttim olabildiğince sakin kalmaya çalışarak..Suratına yumruğu geçirmemek için kendimi dizginlemeye çalışıyordum..

Annem olacak o aşağılık kadın derin bir nefes aldıkta sonra ;

''Oğlum her şeyi baştan anlatacağım..''

''Biz Kaliola olarak her zaman yaptığımız gibi yeni bir virüs geliştirmiş ve bu grip kadar basit etkiye sahip bu virüsü insanlar üzerine yaymıştık.Tedavisi bizde hazır olduğu için tıpkı grip aşısı gibi bu virüsün aşısını piyasaya sürüp satacak ve bu sayede kazanç elde edecektik..Bunun gibi daha önce bir çok virüsü üretip ilaç ve aşılarını piyasaya sürüp büyük kazançlar elde ediyorduk..Hiç bir sorun ortaya çıkmıyordu..Fakat bu en son geliştirdiğimiz virüs..Başta her şey iyi gidiyordu.Taaki o güne kadar..''

''Hasta insanlar için bu aşıları hastanelere satmış ve büyük kazanç elde etmiştik.Fakat bir gün Kaliola 'ya yani bize ait bir nükleer tesiste sızıntı meydana gelmiş ve bu bizim yapmış olduğumuz virüs radyasyondan etkilenip bir şekilde mutasyona uğramaya başlamış ve belirli bir zaman sonra yep yeni bir virüse dönüşmüştü.Ne yapacağımızı bilmiyorduk..Çünkü bizim yaptığımız aşı bu değişen virüse etki etmiyordu..''

''Bilim adamlarımız deneyler yapıyor ve gece gündüz bu tedaviyi arıyordu..Günler geçip biz tedaviyi bulamadıkça bu virüs tüm dünyaya yoğun bir şekilde yayılmış ve önüne geçemez olmuştuk..İnsanları toplayıp götürüyor ve deneyler yapıyorduk..Hatta bu yüzden bazı bilim insanları bunu etik bulmayıp Kaliola 'dan ayrılmıştı.''

'' Bunların dışında bir yandan da İnsanları ve zombileri kontrol altında tutmak ve yönetimi ele geçirmek için insanların genleri ile oynayıp farklı serumlar enjekte ederek üzerinde deneyler yapıyor ve farklı mutantları meydana getiriyorduk..Fakat tüm bu çalışmalar hep başarısız oluyordu..Ve hatta beyinlerine kontrol çipleri yerleştirdiğimiz mutant zombileri bile yaptık..''

''Daha sonra Bella adında bir Tıbbi Genetik Profesörün, bu mutasyona uğrayarak gelişmiş yeni virüs yani bu X-18AB9 adlı virüsün tedavisini bulduğunu öğrendik ve peşine düştük..''

Asıl ilginç olan şey ise tedavinin içeriğine oradan ulaşamayıp senin klonun olan'' 001 ''in kanındaki antikorlar ile tedaviyi gelişmiş olmamız.Nasıl olduğunu başta anlayamamıştık fakat sonra araştırmalar sonucunda Bella denen o kadın profesörün tedavi bir zombiye enjekte etmiş ve 001 adlı klonun o zombi tarafından ısırılmış olduğunu tespit ettik..Fakat bunu sadece bu alan içinde uygulamaya geçirdik.Hala tüm Dünya bu tedaviden habersiz.''

''Neyse kısaca şuanda burada güvendeyiz oğlum..Zombiler sınırların dışında ''

diyerek içten bir gülümseyiş eşliğinde ellerini yanaklarıma getirip okşarken..

''Şimdi gelelim senin durumuna.Sana evden çıkma uyarıma rağmen sen evden çıkmış ve ben seni almak için döndüğümde seni ana caddeden kaçmaya çalışırken görmüştüm fakat sana yetişemeden zombilerden kaçarak hızla giden bir araba sana çarpmış ve yazık ki bitkisel hayata girmiştin..''

Annem elimi tuttu ve ;

''En son hatırladığın şey o an değil mi ?Sana araba çarptığını hatırlıyor olmalısın ? ''

Aslında ben öyle bir şey hatırlamıyordum..Evden çıkıp bir kaç zombiyle cebelleştiğimi ve ardından sırt çantamla kuzeye doğru yürüdüğümü ve sonrada Adamson ile tanıştığımı hatırlıyordum..Yinede Annemin benim olduğumu anlamaması için kafamı salladım.

Annem yutkunduktan sonra ;

''Sen böyle derin bir uykuda iken ben senin bedeninin kopyasını yapacak ve senin anılarını onun hafızasına yerleştirecektim.Yani seni o bedene taşıyacaktım..

Senin DNA 'nı kullanıp yaptığımız bu bedene bu aktarmayı yapmış ,araba çarpışı olayı haricindeki senin tüm anılarını geçmişini o bedene yerleştirmeyi denemiştik..Biz başarısız olduğumuzu zannediyorduk..Fakat senin geçmişini ve anılarını aktarmayı başarmışız..Bunu ikinci klon denememin ardından sonra fark ettim..''

diye bir anda konuşmayı kesmiş ve benim elimden tutup yatağımdan kaldırmıştı.Bense bir şeyden haberim yokmuşcasına ;

''Peki daha sonra o klona ne oldu ? ''

''Onun yani 001 'in başarısız olduğunu zannedip henüz o gözlerini açmadan başka bir Kaliola üssüne göndermek üzere Kaliola araçlarından birine yükletmiştik..Fakat bir aksilik olmuş o yolda ilerlemeye devam eden o araçtan düşmüştü..Ve o her şeyden habersiz ona yüklemiş olduğumuz anılar yüzünden kendini Jack Wolf ,yani sen olarak biliyordu..''

Annem sözcükleri bir bir sarf ettiğinde her şey kafamda daha iyi oturmuştu..Demek ben bu yüzden..Her şeyi şimdi anlamlandırabiliyordum..Hatta ikinci klonu düşünüyordum..Bu Amelia 'nın ben zannettiği , uzaktan gemide onu giderken gördüğüm ve adada denk geldiğim tıpkı bana benzeyip ben olduğunu idda eden o genç..

Ben bunları düşünürken annem ise biri şaret parmağı olmak üzere iki parmağını birden çeneme getirdi ve hafif eğik duran başımı kaldırarak onunla göz teması kurmamı sağladı;

''Ne düşünüyorsun ?Biliyorum..Duydukların biraz ağır gelebilir..''

''Peki ya ikinci klon ?Ona ne oldu ? ''

''O mu ?O ilk klon yani '001 ' gibi değildi..Başarısız olmuştu..Zaten sonrada öldü..''

Bununda cevabını aldıktan sonra bu odaya açılan kapısı aralık bir yer görmemle oraya doğru ilerlemem bir oldu..Sinir bozucu topuklu ayakkabısı ile hemen yanı başımda ilerleyen annem benim kapıyı ardına kadar itmemle birlikte söze başladı ;

''O senin bedenin Oğlum..Bitkisel hayatta derin uykudayken senin bedenin ile 001 adlı klonunun bedenini değiştirdim..Böylece senin hayattaki kalan tek kopyan da artık ölmüş oldu..''

Ben sonuna kadar açtığım kapının ardında daha önce hiç görmediğim değişik cihazlar ile yarıya kadar saydam bir maddeden yapılmış bir kabinin içinde gözleri kapalı bir şekilde duran o benim az önce yattığım yerde daha önce makinelere bağlı yatan o bedene bakarken..

Annem olacak ;içindeki merhamet duygusu körelmiş o kadın benimle asıl Jack 'in bedenlerini değiştirmek istemiş fakat bunda başarısız olmuştu..Çünkü ben hala bendim..Ve ben her ne kadar ensemde '' 001 ''dövmesi taşıyıp kopya olarak doğmuş olsam da ben bunu reddediyor ve kendimi hala ilk günkü gibi Jack Wolf olarak kabul ediyordum..Benim hayatım o gün başlamıştı ve her şey başladığı gibi bitmeliydi..Bu kadından intikam almak için fırsat kollarken gözüm Bayan Marry 'in lokantasının içindeki cephanelikten almış olduğum bıçağa ilişti..

Belimde hala duran bu bıçak insanlığın son umudu olabilir..Yeni bir hayatın tohumlarının başladığı günlerin habercisi olabilirdi.. Kadere yön verecek ve yeni bir tarihin yazılışını getirebilirdi..Ucunda başarısız olma ihtimalide olsa bu tek ve son çıkış yolumdu..

Annemle birlikte adımlarımızı ata ata elli üçüncü katta yani bu adeta etrafa zehir saçan kötülük yuvası gökdelenin dışarı bakan camlarının dibine dayanmıştık..Annem ve ben aşağıya doğru bakıp iç karışıklık çıkmış şehre baktık..Aşağısı ve binanın hemen dibi bizim binaya girmeden önce yapmış olduğumuz bodoslama saldırının enkazları ile doluydu..İnsanlar ne olduğunu anlayamamış şaşkın suratları ile etrafa bakıyor bazıları ise etrafta oradan oraya kaçışıyordu..

''Bir kaç gün sonra her şey düzelir yapılacak işlerimiz çok oğlum.. ''

diyerek ondan almış olduğum göz rengimin birebir aynı tonuna sahip annem o hafif iri gözlerini bana dikmiş bana umutla bakıyordu..Bense onun yüzüne gülüp bir şey belli etmemeye çalışmış ve bir şey demeden başımı onaylarmışcasına sallamıştım..

Annem denecek yüzüne tiksinerek baktığım kadının arkasına doğru yavaşça geçtim ve kollarımı kaldırıp ona belinden sarılarak başımı sırtına yasladım ..Büyük güçlükle de olsa ona olabildiğince samimi bir şekilde ;

''Teşekkür ederim anneciğim..''

kelimelerini dökerken camın yansımasından annemin suratını süzmemle birlikte sanki yıllarca bu anı beklemiş gibi duran yüzündeki hafif kırışıklıkların içinden mutluluğunu okumuştum..Fakat bu onun son gülüşü olmuştu çünkü onun hiç beklemediği son hamlemi yapmış ;Bayan Marry 'nin cephanesinden almış olduğum o bıçağı sırtına bir anda hançer gibi saplamıştım..

Annem yüzünü bana doğru çevirirken ;

''Beni arkamdan vurdun..Oğlum bunu neden yaptın ! ''

diye kısılan sesi ile bana soru yöneltirken ben çoktan onun bedeninden geri çıkartmış olduğum bıçağı hızla göğsü ile karnı arasında kalan bölgeye hızla sapladım..Annem ellerini yarasına doğru götürmeye çalışırken ben bir kez daha bıçağı hızla çektim ve sapladım..Ard arda aldığı bıçak darbeleri ile neye uğradığını şaşıran annemin soğuk elleri eline boşalan kan ile ısınıyordu..Ağzından hafifçe kan kusarken kana bulanmış ellerini yarasından çekti ve benim yüzüme yanaklarıma doğru iliştirdi ;

''Neden ? ''

diye alçak bir sesle güçlükle verdiği soruya ;

''Ben Jack Wolf 'um..Ama senin oğlun değilim..İtaat etme ve para hırsı gözlerini bürümüş ve bu yüzden zombilerin ortaya çıkışına neden olup tüm Dünya 'yı Kaosa sürükleyip milyarlarca insanın yok olmasına neden olan ve binlerce insanın üzerinde deneyler ile katliamlar yapmış ve şimdide yaptıklarının bedelini ödeyen ; karşımda acizce acı içinde kıvranan bu kadının oğlu değilim..''

diye öfkeyle bağırdıktan sonra annem yavaşça ellerini yüzümden çekmiş ve ağlamaya başlamıştı;

''Senn..Sen..001 'sin değil mi ? ''

nefes açlığı çekerken sormuş olduğu bu yanıta karşılık ben onun gözlerinin içine baktım ve ;

''Evet..Senin için öyleyim..Ama ben Jack 'im..Yalnızca Jack..''

diye yanıtlamış ve onu cama doğru itmiştim..Elimdeki kanlı bıçağı da yere atmış annem denen o kadının yavaşca yere doğru acı içinde düşüşünü izliyordum..

Yinede içimdeki merhamet duygusu ve anneme karşı içimde kalmış bir kaç sevgi kırıntısı garip hissetmeme neden olmuştu..Tüm kinim bunu bastırsa da bir yandan da küçük bir pişmanlık duyuyordum..

''Senin yüzünden dostlarımı geride bıraktım..Yaşayıp yaşamadıklarını bile bilmiyorum ! ''

diye son bir kez daha bağırışın ardından gözleri kapanmaya hazırlanan anneme bağırmış ve içimde kalan son kini de kusmuştum..Omuzlarımdan kalkan bu ağır yük adeta yeniden doğmamı sağlamıştı..Her şey bitmiş ve intikamımızı almayı başarmıştım..Bu tüm insanlığın intikamıydı..

Son nefesini vermeden önce ;

''Ben kaybettim..Her şey için üzgünüm oğlum ! ''

kelimeleri dökülmüştü annemin dudaklarından..Benim gerçek oğlu olmadığını bildiği halde yinede oğlum demiş ve üzgünüm deyip özür dilemekle yetinmişti..Bu içimin bir tuhaf duyguyla kaplanmasına neden olurken onun gözlerini ebediyen bir daha açılamamak üzere kapatışını izlemiştim..

Onun buz gibi yerde yatan cesetine bakakalıp Annemle yaşamış olduğumuz anıları hafızamda bir bir geçirirken istemsizce gözümden bir iki damla yaş inmişti..Ama yinede asla bunu yaptığım için pişman değildim..Aksine bunu başardığım için mutluydum..

Bir anda bunu düşünmeyi bırakıp geride bıraktığım dostlarımın yanına dönmeyi aklımdan geçirmiştim ki yarısı annemin kanı ile bulanmış camın üst kısımından büyük bir helikopterin kapısı açık bir şekilde uçtuğunu görmemle bir anda şok oldum ;

''Çünkü kapısı neredeyse sonuna kadar açık giden helikopterin içinde sedyelerde yaralı dostlarım yatıyor kıyafetlerinden anlaşıldığı üzere sağlıkçılar onlara müdahale ediyordu ve asıl beni şaşırtan ise helikoptere zincirler ile sıkıca bağlanmış tekerlekli sandalyeden bana gülümseyerek el sallayan Bayan Marry ' di ;

''Onlar iyileşecek Jack ! ''

diye bağırmıştı o ihtiyar sesiyle..

Yüzümde oluşan gülümseme hatta adeta sırıtış ile Bayan Marry ' e bende el sallayarak karşılık vermiştim.

''Tanrım yaşıyorlardı !Bayan Marry ne yapıp edip onları kurtarmak için elinden geleni yapmıştı.Adeta küçük bir çocuk gibi odanın içinde sevinç çığlıkları atmaya başlamıştım ve ilk defa göz yaşlarımın nedeni mutluluktan olmuştu..''

Annemin masasına doğru ilerledim ve annemin masasının üzerinde Tüm şehirde duyulacak olan anons 'u yapmaya başladım;

''Ben Jack Wolf..Size ana yönetim binasından sesleniyorum..Buraya gelene kadar başımdan bir çok olay geçti..Zombilerle..Mutant zombilerle..Çetelerle..Kaliola 'nın adamları ile ve başka insanlar ile mücadeleler verdim..Öldüresiye dövüldüm..Kaçırıldım..Üzerimde deneyler yapıldı..Zombiler tarafından ısırıldım..Bir nitrojen tankı içinde bir yıl boyunca uyutuldum..Kaliola tarafından esir edildim..Sevdiğim insanlar beni öldürmeye çalıştı..Defalarca ölümlerden döndüm..Ama ben yılmadım ve en sonunda buraya ulaşmayı başardım..''

''Ben ve dostlarım sizin silinmiş olan hafızalarınızı yerine getirmeyi başardık..Artık Kaliola yönetimi yüzünden insanlar üzerinde deneylerde yapılmayacak..Herkes lütfen sakin olsun..Hepiniz burada güvendesiniz...Sınırlarımızın dışındaki zombilere karşı tedavi geliştirilmiş durumda yakında çevreden başlayarak tüm Dünya ya bunu duyuracağız..''

Ben konuşmama devam ederken şehrin büyük bir kısımını gören bu büyük camdan aşağıyı izliyordum; insanlar aşağıdan binaya doğru bakıp dikkatle beni dinliyorlardı..Konuşmam bittiğinde insanlar oldukları yerde beni alkışlamaya başlamışlar sevinç çığlıkları içerisinde ismimi göğe doğru haykırıyorlardı..

************************ ON GÜN SONRA *******

Aradan on gün geçmiş ve ben bu on günde yeni yönetici olduğum bu şehri önce bu labirent gibi garip binadan başlayarak tüm şehri gezerek bilgi edinmiştim.Burada yaşayan insanlar bana minnettar bakışlar ile bakıyor ve beni sevdiklerini değişik şekillerde gösteriyorlardı..Bu sürede hastanede yatan dostlarımı sık sık ziyarete gitmiştim..Tabi babam kadar çok sevdiğim Adamson 'unda mezarına gidip uğruyor ve dakikalarca ağlıyordum..

Şuanda odama oturmuş şehirde yapacağım yeni düzenlemeleri ve seri üretime geçirmiş olduğum tedaviyi hangi bölgelere ve uygulama zamanlarının hesabını düşünürken odamdan içeri giren kişiler ile birlikte kafamı kaldırıp kapıya bakmıştım ;

Dostlarım hastaneden çıkıp beni ziyarete gelmişti.Küçük Amelia hızla koşup bana sarılırken odaya abisinden önce girmiş kardeşi Kağan 'ın ardından Oğuz içeri girmiş ve büyük bir bebek arabasını andıran bir pusetin içine yanında onun için ölümün üzerine atlamış her yeri sargı bezleri ile kaplı köpeği Atılganı da getirmişti.Küçük bir bebek muamelesi gören Atılganın bu hali yüzümde gülümseyiş oluştururken oda selamını havlayarak vermişti.

Hemen ardından onlara yardım çağırarak hayatta kalmalarını sağlayan huysuz ihtiyar Bayan Marry yanından hiç ayırmadığı bastonunu havaya kaldırmış bir şekilde John 'a bağırış sesleri eşliğinde içeri dalmıştı.Doktorların daha geç uyanmasını beklediği John ise erkenci davranıp yoğun bakımdan çıkmayı başarmış ve oda yanı başında ona bakan özel doktoru eşliğinde yatmış olduğu sedyede yatarak gelmeyi ihmal etmemiş fakat zavallı John bu yüzden sürekli Bayan Marry 'nin bağırışlarına maruz kalmıştı.

Onlara doğru gidip sarılırken içimden Adamson'u ve Linda 'yı geçirmiştim..Keşke Adamson da hayatta olsaydı ve başardığımızı görebilseydi..Benim için kendini feda eden Adamson 'u hiç unutmayacak onu kalbimde daima taşıyacaktım..

Bize ihanet edip benim attığım kurşunlar ile yoğun bakıma girmiş ve beyin ölümü gerçekleşerek bitkisel hayata girmiş olan Linda 'yı ise ona rağmen kalbimden silememiş ve onu da en az Adamson kadar özlüyordum..Hatta sanırım daha fazla..

Dün onu ziyarete gitmiş kızıl saçları yavaşça ellerimle okşamıştım..Üzerimde efsunlu bir etki bırakan  güzel yüzüne baktığımda içimde bir şeyler kopmuştu...Yüreğimi vuslatının hayaliyle saran ruhum; acı yağmurlarla yıkandı. Cehennem ateşi gibi cayır cayır yanan alevler söndü. Ruhumun her zerresi arındı arınmasına ama verdiği acı geçmek bilmiyordu bir türlü..

O gün doktor bilgi vermek için odaya girdiğinde bana onun asla uyanamayacağını bitkisel hayatta yaşayan Linda 'nın kalbinin başka genç bir kıza nakil etmesini teklif etmişti..Bense doktora döndüm ve ;

''O kalp bana ait ve ancak beni sevebilir..''

''Bu yüzden asla böyle bir nakli kabul edemem ! ''

deyip göz yaşları eşliğinde odadan çıkıp gitmiştim..

Bu anı gözümde canlandırdıktan sonra dalıp gitmiş olduğumu fark ettim ve bakışlarımı yerden çektim.

Sarılmış olduğum dostlarıma baktım ve bir kez daha dosttan öte bir aile olduğumuzu anımsadım..Sevgi dolu muhabbet ederken cama doğru baktım..Bu cama her baktığımda ölen annemi anımsamıştım..Onu düşünmeyi saniyeler içerisinde bıraktım ve ;

''Evet dostlarım..Bir amacımız var..Tüm Dünya 'dan zombileri temizlemek..''

dedikten sonra derin bir iç çektim ve ardından görkemli bu şehire baktım..Artık bir yöneticiydim ve yapılayacak onca yeni şey beni bekliyordu..

''Asıl hikayem şimdi başlıyordu ''

***************************** SON *************************************

YAYINLANMA TARİHİ : 25.07.2018

YAYINLANMA SAATİ : 23.55











Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 62.9K 45
Yazan kısa korku hikayelerinin hiç birisi gerçek yada alıntı değildir, hepsi bana ait uydurma hikayelerdir.
79.2K 2.8K 20
Avukatın mafya müvekkeli ile zorlu yaşamı
295 63 21
4yakın arkadaşın sürükleyici hayatini anlatıyoruz "Öldümü" "Nabzı atmıyor "
61.8K 2K 139
Nasıl hissettiysem öyle yazıyorum.