wild child | myg

Από jisakura

100K 9K 2.2K

Eski BTS üyesi Min Yoon Gi, Kanada'nın ıssız bir tayga ormanında kaybolursa ne olur? Ya anormalliklerle dolu... Περισσότερα

einleitung ✿
eins ✿ welcome to the jungle
zwei ✿ turtle meat
drei ✿ who are you?
vier ✿ wolves
fünf ✿ deal
sechs ✿ fishing
sieben ✿ bangtan
acht ✿ army ants
neun ✿ waterfall
zehn ✿ should i go?
elf ✿ let's hunt
zwölf ✿ inspiration
dreizehn ✿ farm in love
vierzehn ✿ illusion
sechzehn ✿ hurtful truths
siebzehn ✿ chaos in dorm
achtzehn ✿ culpable ones
neunzehn ✿ break apart
zwanzig ✿ final
epilog ✿
photo album

fünfzehn ✿ i'm with you

2.9K 326 62
Από jisakura

YOONGI

Havalar soğumuştu. 

Buraya ilk adımımı attığımda yağan yağmurlar azalsa da yerini kuru bir soğuğa teslim ediyor oluşu hoşuma gitmiyordu. Ağaçlar girecekleri çetin kışın ağırlığını taşırcasına kasvetli bir edayla hışırdarken soluk maviye bürünmüş gökyüzü kayısı rengindeki güneşi saklıyordu. Etraftaki hayvan sesleri azalmış, yerini alışık olmadığım bir dinginliğe bırakmıştı sanki, burada neredeyse bir aydan fazla barındığımdan mıdır bilmem tüm özelliklerini benimsemiştim bile.

En çok da onu benimsemiştim galiba. Uzun ve karamelli çikolata rengindeki saçları bacaklarımı gıdıklayan, tam şu anda gözlerimin ardındaki kapıyı aralayabildiğine emin olduğum derinlikteki okyanus gözleriyle bana bakıp bir yuva sıcaklığında gülümseyen kızdı. Bana gelmeyi kabul edip kalbinin anahtarını teslim edeli tam iki hafta olmuştu ve her geçen saniye ona daha fazla bağlandığımı hissediyordum. Ava giderken, yemek yerken, sohbet ederken, uyurken hatta nefes alırken ondan gözlerimi alamıyordum ve bu deli tutkun hallerim beni şaşırtıyordu. 

Umursamaz ve dışarıya gülse de içine atan biri olarak tanınan ben Min Yoongi, hayatımda ilk kez aptal bir sevgili olayından çok daha farklı türden şeyler hissediyordum. Öyle ki zamanımın doluyor oluşu düşüncesi beni korkuttuğunda buraya kendi tercihimle gelmişim fikri uyandırmıştı zihnimde. En başta küfürler ederek kaçmak için debelendiğim yerden şimdi kendi hür irademle kaçmaktan korkuyordum. Onu bırakmaktan, bir daha ay ışığı çehresini görememekten ya da onunla yaptığımız en küçük aktiviteyi bile bir daha yapamamaktan öylesine korkuyordum ki, sırf bu yüzden hayatımı bir kez daha sorguladım.

Gitmek zorunda mıydım? Hala bana hiçbir şekilde ulaşamamışlarken, ulaşabileceklerini de sanmıyorken, tekrar eski yaşantıma dönmeli miydim? Kafam allak bullaktı, bir yanım dünyanın tüm acımasız gerçeklerine rağmen ona tutunmak isterken diğer bir yanım halletmem gereken yarım kalmış işlerin olduğunu söylüyor ve ısrarla gitmem gerektiğini bildiriyordu.

Güneşin tam tepede olduğu bu vakitlerde, şelalenin karşısındaki tek tük ağacın bulunduğu bu tepede kollarını heybetle göğe uzatmış asırları devirmiş bir çınarın altında oturuyorduk. Alex kafasını bacaklarımın üzerine koymuş yatarken ben de sırtımı ağacın gövdesine vermiş el verdiği müddetçe gökyüzünü ve gökyüzünden daha güzel olan sevdiğim kadının yüzünü izliyordum.Hiçbir şey konuşmuyor, yalnızca düşüncelerimizin sessizliğinde huzur bulmaya çalışıyorduk. Yüzündeki gülümseyen ifade arada donuklaştığında endişeleniyordum. Onun arada bir gelen kederli hallerinin açıklamasını hala bulamayışım beni ayrıca üzse de üzerine gidip kendimden kaçırmaya niyetim yoktu. Bu yüzden bana anlatacağı günü sabırla bekleyecektim.

Karnında buluşan ellerimizi diğer eliyle okşarken uzun aradan sonra ilk kez melodik sesini duymama izin verdi.

"Kış yaklaştı, havalar soğuyacak."

"Evet."

"Hazırlık yapmalıyım. Odun toplayıp, erzak depolamalı ve biraz da kalın giysi örmeliyim."

Belirgin bir şaşkınlıkla benden kaçırdığı gözlerine bakıp "Yapmalıyım derken?" diye sordum ciddiyetle. "Birlikte yapmalıyız."

Önce birleşmiş ellerimizi okşayan eli çekildi ardından elimle kenetlenmiş diğer eli biraz gevşedi. Ürkmüştüm. Hangi cevabın, ya da hangi göndermenin geleceğini az çok tahmin edebiliyordum. İkilem yine kapıdaydı.

"Hayır Yoongi -ah, senin şimdiye kadar gitmiş olman gerekiyordu zaten. Sonbaharda hastalanabilirsin."

"Ne dediğinin farkında mısın sen Alex?" Kaşlarımı çatmış ona bakarken irislerine hücum eden demir kadar sert bir farkındalık ve kararlılık ifadesini gördüm. "Buradan öylece gitmemi mi istiyorsun?"

Kafasını kaldırıp doğrulmasıyla bacaklarımın üzerindeki sıcaklık aniden yok oldu ve sanki onu tamamen kaybetmişim gibi üşüdüm. Soğuk bir fragman gibi bir etkisi vardı üzerimde, yalnızca bedenimden koptuğunda böyleysem ruhumdan koptuğunda ne yapardım bilemedim. Ne ara bu raddeye gelmiştik böyle, ya da en azından ben. Nasıl anlayamamıştım hislerimi bunca zaman, ne kadar korkakmışım sevmek için.

"Sen kanadı kırık bir kuş olarak geldin bu ormana genç adam. Ben de her vicdanlı canlı gibi seni düştüğün yerden aldım ve yaranı onarmak istedim. Çünkü ait olduğun fakat sana istemeden, ya da bilinçsizce kötü davranan bir sürün vardı. Onlar seni sen yapan şeylerden en değerlisiydi belki de, çünkü ancak bu durumda böyle yaralanman anlam kazanırdı." Gözlerindeki buğulu ışıltı kara bulutların üzerine çöktüğü fırtına öncesi hırçın denizi andırırken dağılmış saçlarından birini kulağının arkasına iterek kenetli ellerimizi daha da sıkılaştırdı ve diğer eliyle yanağıma dokundu. Basit bir fiziksel temasın etkisi nasıl bir nükleer bomba gibi kuvvetli olabilirdi anlayamadım. Parmaklarını değdirdiği her hücrem çiçekleniyor, kavruk betonların arasından umut filizlendiriyordu sanki.

"Sonra bir baktım kivi yeşili tüylere sahip korkak ama bir o kadar da güçlü çekik kuş iyileşmeye başladı. Öyle ki kalbini bir anda kaptırmaması gereken bir yardımsevere kaptırdı. Şimdi, her ne kadar zor olacağını bilse de, bu çaresiz yardımsever onu sürüsüne kavuşturmak istiyor. Tek çaresi bu, onun için, devam edebilmesi için tek çözümü bu. Çünkü biliyor ki eğer kalmasını isterse bunun hiçbir sonu olmayacak ve ormanın derinliklerinde unutulup gidecek. Eğer birine sevgimi verip sırf bu yüzden hayatını istersem kendimi asla affetmem."

Yüzümü sıcak eline doğru yatırıp gözlerimi kapatırken derin bir nefes aldım ve buram buram çimen, ayrılık ve Alex kokan rüzgarı içime çektim. Ciğerlerim alev alev yanıyordu artık. Beş yaşındaki yaramaz çocuk kibriti çoktan aleve vermişti ve her yerime hızla dağılıyordu. En sona kalbimi sakladığını biliyordum, çünkü en acı verecek olan yer orasıydı.

Gitmek onu yakmak demekti ve benim en son isteyeceğim şey onu ateşin ortasına atmaktı. Fakat farkındaydım, gitmem gerektiğinin, hayatımı –artık ne kadarı kalmışsa- bir şekilde yoluna koymam gerektiğinin, Jimin'e basit bir dünyevi iş nedeniyle gönül koyduğumdan kendimi affedemeyişimi bertaraf etmem gerektiğinin, ailemle çatışmak uğruna giriştiğim müzik kariyerimi aptalca suçlamalar nedeniyle yıkmamam gerektiğinin, bana yüz çeviren insanları sırf bu yüzden tek kalemde silmemem gerektiğinin farkındaydım.

Tüm bu farkındalıklar çerçevesinde yapmam gereken şeyleri icraata dökmek keşke demesi kadar kolay olabilseydi. Keşke gözlerimi kapayıp açtığım anda Bangtan yurduna dönmüş, Jimin'i ve diğer tüm hücrelerine kadar özlediğim dağınık, pasaklı fakat bir o kadar uyumlu ve can bağıyla bağlı kardeşlerimi affetmiş olabilseydim. Keşke, yanımda onu da götürebilseydim. İmkansızdı işte, canımı en çok yakan da imkansızlığa aşık oluyor oluşumdu. En başta ciddi bir şekilde çıkmaz yol olduğu konusunda uyarılıp dinlemeyişim ve ısrarla ilerleyişim beton bir duvara toslamamla son bulmuştu.

"Ne yapacağımı bilmiyorum. Senden ayrılmak istemiyorum."

İki cümle fakat ikisi de aynı kapıya çıkıyordu; belirsizlik. Hayatta en nefret ettiğim şeylerin başında gelen bu olguyu ilk kez böylesine derin hissetmiştim. Şimdi hava daha da soğumuştu, kendi kelimelerim ruhumu üşütüyordu.

"İkimiz de imkansız olduğumuzun farkındaydık. Benim hatamdı, en başından. O çizgiyi çizemeyip duygusal bir çekim hissetmene engel olamadım."

"Senin hatan değildi." dedim gerginliğimin ses tonuma yansımasına aldırış etmeden. Artık hecelerim titriyordu. "Kalmayı ben seçtim. Seni sevmeyi ben seçtim. İmkansızlığa tutunmayı ve denemeyi ben seçtim. Eğer bir suçlu arıyorsan dibine kadar o kişi ben olabilirim. Fakat anlamıyorsun işte, sorun sevmek değil; sorun gitmek zorunda kalmak. İlk kez yaşadım ben bu duyguları, ilk kez birinin dudaklarına mühürlenmek istedim, ilk kez birinin gözlerine saatlerce bakıp kendi gözlerimden yaşlar boşalana kadar ayrılmamak istedim, kalbim acıyana kadar sevmek, kollarım eskiyene kadar sarılmak istedim. Ancak farklıyız ve lanet olsun ki ben bunun dibine kadar farkındayım ve her düşündüğümde kafayı yiyorum. Beni yaralayan bu işte Alex, sensizlik. Keşke sevmek yaralasaydı, o zaman kalbimden söküp nefes alabilirdim."

Yanağıma yerleşmiş elinin üzerine çoktan soğuyan elimi yerleştirirken ikimizin de göz pınarlarından yaş boşalıyordu şimdi, sanki tek eksik o'ymuşçasına. Arkamızda çalan bir piyano ve üzgün kemanı duyar gibiydim. Dram filmlerini oldum olası sevmezdim aslında, sırf gerçek acılar yetmiyormuş gibi başkalarınınkini bize kakalamaya çalıştıklarından olsa gerekti, anlaşamazdım. Fakat şimdi o filmlerin en buruk sahnesinin tam ortasındaydım ve hiçbir şekilde filmi durdurup gidemiyordum. Takılmıştık.

Kenetli ellerimiz kendininkini çekmesiyle ayrıldığında güçlükle yutkunabildim. Hızlı fakat temkinli bir tavırla burukça gülümseyip beceriksizce al al olmuş yanaklarından gözyaşını sildi ve elini cebine daldırıp bir şey çıkardı. Bana uzattığında bordoya çalan patlıcan moru yuvarlak taşlar dizilmiş tam ortasında metalden bir ağaç figürü olan bileklik olduğunu gördüm. Boştaki elimi alarak bilekliği elimden geçirdikten sonra muhteşem güzellikteki bu şeyin üzerinde parmaklarını gezdirdi.

"Aleksandrit taşı, oldukça değerli ve nadir bulunması bir yana, bu taş yenilenmene ve düzelmene yardımcı olacak. Daha iyi olmaya kendini açmanı sağlayacak tıpkı yapmaya çalıştığım gibi. Sana neşe, aşk ve şans getirecek hatta. Hayatımın amacını ve doğru kişiyi bulduğumda, eğer onu özgürlüğüne kavuşturabilir ve kanatlanmasına izin verebilirsem hediye edeceğime söz vermiştim. Seninleyim Min Yoongi. İstediğin kadar uzağa git, kalbini bedenini götür buralardan, benimlesin. Anılarımdasın."

➳➳➳      

"Şimdi senin ağzına edeceğim ben pembe popolu!"

Ağzıma küfür alamayışımın sinir bozukluğu geçmeden ayağım bir de çalıya dolanmış tökezlemiştim. Az önce bilekliğimi kollarımı yıkamak adına çıkarıp kaynağın yanındaki toprağa koyduğum o küçücük zaman diliminde adını sıklıkla duyduğum fakat hiç rastlaşmadığım hırsız maymunlardan birinin gazabına uğramıştım. Ben onu engelleyemeden çevik bir hareketle almış ve ormanın derinliklerine doğru koşmaya başlamıştı.

Elbette onu öylece gönderecek olmadığımdan peşinden koşmaya başlamıştım. Bir taraftan bağırıp bir taraftan koşmaya devam ederken ağaç evin içerisinde örgü ören Alex'e söyleyip maymunla iletişim kurmasını söylemek ancak aklıma gelmişti. Fakat hem maymunun izini kaybetme korkusu hem de Alex'in daha yeni verdiği bu değerli armağanı aptal bir maymuna kaptırdığımı öğrenip hayal kırıklığına uğrayacak düşüncesi beni geri dönmekten alıkoydu ve koştukça koştum.

En sonunda daldan dala atlayan maymunla aramızdaki mesafe azalmıştı ve ben ne kadar zamandır onu takip edip hangi yollara saptığımı çoktan unuttum. Nefesim tükenmeye başladığında duracak raddeye gelmiştim fakat buna gerek kalmadan ayağım hafif kökü kalmış görünmez ağaca takıldı ve birden kendimi yüz üstü asfalta yapışmış halde buldum. 

Ne yani, o kadar koştuktan sonra anayola mı ulaşmıştım? Ama bu nasıl olurdu, bu kadar yakın mıydı yoksa ben mi fazla ilerlemiştim?

Sersemlemiş bir halde soyulduğuna cayır cayır yandığından emin olduğum ellerimi tozlu zemine bastırdım ve güçlükle dizlerimin üzerinde doğrulup etrafı inceledim. Pislik maymun, Tanrı bilir nereye gitmiş değerli hazinemi de yanında götürmüştü... Ne yapacaktı taşı çok merak ediyordum, yemek mi zannediyordu? Gerizekalı hayvan gerizekalıydı.

Gözlerimle etrafı tararken bu yolun arabamla kalakaldığım yol olduğunu ilerideki beni bu çıkılmaz sandığım ormana götüren dar patika yolu görmemle anladım. Muhtemelen benim az önce çıktığım da ormana giril için ikinci yol falandı. Ve sonra çok garip bir şey oldu, dikkatimi az ileride yaprak yığınının tam üzerinde akşam güneşinin bile ışıl ışıl parlattığı bilekliğim çekti. Ayağa kalkıp acımı umursamadan yığına ulaştığımda maymunun bunu buraya ne ara getirdiğine akıl sır erdiremedim. Muhtemelen yiyecek olmadığını anlayınca bırakıvermişti.

Elimi uzatıp bilekliği yığından alacağım esnada dokunduğum zeminin bir yaprak yığınından çok daha sert olduğunu hissettim. Merakla yaprakları karıştırdığımda gözüme beyazlık ilişti.

Bilekliği ne olur ne olmaz diye anında bileğime geçirip hızla yaprakları savururken beyazlık büyüdükçe büyüdü ve bunun aptal bir yaprak yığınından daha fazlası olduğunu o an anladım.

Bu benim kiraladığım beyaz Peugeot markalı arabamdı. 

Συνέχεια Ανάγνωσης

Θα σας αρέσει επίσης

186K 10.2K 35
"Üzerindeki şirin kıyafetler sana çok yakışsa da senin bu olmadığını sadece ben biliyorum. Sen küçük bir kız değilsin, sen her şeye hükmeden bir kral...
288K 11.4K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
91.2K 6.9K 28
Jennie, Taehyung'un en yakın arkadaşının kızkardeşiydi.
微笑 ▶ Smile ▶ MYG ✔ Από あ

Μυστήριο / Τρόμου/ Θρίλερ

88.8K 6.9K 26
Güldün, ve başladı hikâyem... Gizem/Gerilim içinde #16 Smile içinde #1 Smile içinde #2 [Tamamlandı] İlk kitabım. Acemice yazmış olduğum bir kitap...