Rescuer

By Boipoi

51K 6K 3.9K

İzin verirseniz size neden 1980 yılında ve neden Londra'da olduğumu açıklayayım. More

Tanıtım
2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm (M)
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm (M)
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
25. Bölüm (M)
26. Bölüm
27. Bölüm (Final)

1. Bölüm

4.3K 368 309
By Boipoi

SELAAAAAAAMMMMMMMM

Aylaaaar sonra ilk bölümümüz geldiiii 

Ben her ilk bölümde olduğu gibi yine çoook heyecanlıyım 

Umarım beğeneceğiniz bir fic olur 

İyi okumalarrr <3 



----



"Bırak beni." Demişti. Bunu en son demesinin üzerinden yalnızca iki dakika geçmişti. "Lütfen bırak." Bunu da geçtiğimiz 8 saat içinde yirmi yedinci defa söylemişti ki artık o bile yorulmuş olacaktı ki oldukça sessiz ve umutsuzdu bu sefer. 

İnsanlar böyleydi, umutları elinden alınana kadar her şey yapabilecek güce sahipmiş gibi görünürlerdi ancak bir kere umutsuzluk içlerini kararttı mı yapılabilecek çok fazla şeyleri kalmazdı. İki çıkış yolu kalırdı böyle durumlarda ya yıkarlar ya da yıkılırlardı. Karşımdaki çocuk yıkılanlardandı. Elinden her şeyi alınmış, bütün kanatları kırılmış halde karşımda duruyordu ve en kötüsünü bekliyordu. Yıkan taraf ise en kötüsüydü, kendi alınan umutlarına karşılık olarak başkalarının da umutlarını elinden almak isteyecek kadar acımasızlardı. Bunu iyi biliyordum çünkü ben de onlardan biriydim.

Kollarını ve bacaklarını bağladığım çocuk hep aynı şekilde oturmaktan sıkılarak vücudunu yatağa bıraktı. Onu bağlama niyetinde değildim, genelde bu işi yaparken olabildiğince az zarar verirdim ya da onlarda travma yaratmayı engelleyecek kadar az korku. Ama bunda genelde başarısız olduğumu söylemiş miydim? Yine başarısız olmuştum çünkü karşımdaki çocuk bundan yaklaşık olarak 7 saat önce hemen başucunda duran abajur ile kafamı yaralamaya kalkışmıştı. Bu durumdayken onu bağlamaktan başka çarem var gibi görünmüyordu.

Son birkaç saattir ise oldukça durgundu. Onunla olabildiğince konuşmuyor, sorularını cevapsız bırakıyordum. Normalde korkutucu biri gibi göründüğümü düşünmesem de benden korkmak için oldukça çok nedeni vardı. Bunların başında sessiz olmam, silahlarımın olması gibi nedenler yer alsa da sanırım benden asıl korkma nedeni onu kaçırmış olmamdı. Ne diyelim, beni de biri kaçırsaydı ben de ondan korkardım.

Bakışları tek bir noktaya kilitlenmiş öylece duruyordu. Bütün kurtulma ümitleri sona ermiş gibiydi. Eğer gülünecek bir konumda olsaydım buna gülebilirdim. Sanırım onu öldüreceğimi ya da yıllarca onu tutsak edeceğimi düşünüyordu. Bu düşüncesi de onu giderek yıkıyor ve bitiriyordu. Bırakmıştı, her şeyin sonunun geldiğini anlamıştı ve belki de şu an boş duvara bakarak sadece hayatını gözlerinin önünden geçiriyordu. Ağlamıyordu bile, diğerlerinde olduğu gibi dua da etmiyordu, kabullenmişti her şeyi. Bu kabullenişi acınasıydı.

Bu kadar kolay pes etmesi benim için bile hayal kırıklığı nedeni olsa da onun gibi kurbanlara herhangi bir duygu beslememem gerektiğini öğrenmiştim. Bunu öğrenene kadar 6 kurbanı geride bırakmış olsam da son 3 seferimde oldukça başarı gösteriyordum.

"Babam zengin. Beni bırakman karşılığında sana oldukça para verebilir." Bunu söylemek yeni aklına gelmiş olmalıydı ki gözlerinde yaşam ışıltısı saatler önce sönmüş olsa da biraz olsun parlamayı başarmıştı.

"Ailenin olmadığını biliyorum." Yutkunmasını ve gözlerindeki ani korkuyu çok net görmüştüm. Bu kadar korkması yersizdi. Onun için bu bir son değil, her şeyin başlangıcıydı. Bir süredir dinen gözyaşları yeniden yanaklarını süslemişti.

"Beni öldürecek misin?" Cevap vermek yerine sadece gülmüştüm. Birini öldürmek. Sıkışıp kaldığım dünyada yapmakla görevli olmadığım tek şey bu olmalıydı.

Omuz silkerek eskimiş deri koltuğuma geçmiştim tekrardan. Gözlerimi kapatarak dışarıdan gelen sesleri dinledim. Bulunduğumuz pansiyondan hala insan sesleri yükselmekteydi. Oldukça kenar bir mahallenin oldukça kenar bir sokağında, oldukça vasat bir pansiyonda sabahlamak ilk tercihlerimin arasında değildi. En azından yatabiliyor olmayı tercih ederdim lakin çocuğun yattığı yatağın başımı koyabileceğim kadar hijyenik olmadığından emindim. Fuhuş evleriyle dolu olan bir sokakta karşımdaki çocuğu tutmanın tek iyi yanı güvenlik sorununun olmayışıydı. Pansiyondaki adam yanımdaki çocuğun küçük oluşunu ve ağlamaktan yüzünün çökmesini umursamamıştı bile. Kendinden yaşça küçük insanlardan faydalanan pislikleri görmeye alışkın olmalıydı. Sizi rahatlatmak için söyleyeyim, ben onlardan biri değilim.

Muhtemelen yan odalardan birinde kalanlar birbirleriyle kavga ediyordu. Gelen tiz kadının sesinden ve belli belirsiz seçilen kelimelerden bir fahişe ve onun müşterisinin ettiği kavga olduğunu anlamak güç değildi. Bu kaldığımız yer bile çocuğu korkutuyor olabilirdi. Odadaki tek güzel şey olan gramofona geçen gün şehir merkezinden aldığım plağı takarak en azından dışarıdan gelen sesleri biraz olsun kesebilmiştim. Çocuk çalmaya başlayan müzikle şaşırmış olmalıydı. Gözünde ne kadar kötü olduğumu bilmiyordum fakat sanırım ona göre kötü olan biri böyle şeyler dinlemiyordu.

Geçen birkaç kaç dakikanın ardından çocuk doğrularak sırtını yatağa yaslamış ve şarkıya eşlik etmeye başlamıştı. Güzel bir sesi vardı. Onun hakkında bildiğim şeylerden biri de müziğe ilgisinin olmasıydı. Belki de şu an en azından sevdiği bir şarkı çalarken ölecek olmanın iyi bir şey olduğunu düşünüyordu. Belki de düşündüğü şey, hiçbir şeydi. Ya da anlamsız herhangi bir şeyler.

Sözlere eşlik ederek ara sıra ağladığı bir saatin ardından komodinin üzerinde duran saat rahatsız edici bir şekilde çalmaya başladı. Her şeyin sonlanacağı saat nihayet geldiğinde rahatlamış adımlarımla saati kapatıp çocuğun yanına gittim. Bir süredir oluşan sırt ağrım bile geçmiş gibiydi.

Önce bacaklarındaki, sonra da ellerindeki ipleri çözerek geri çekildim. Bana şaşkınlık içinde bakmayı 9 saattir bırakmamıştı.

"Gidebilirsin." Demiştim, fakat sanki ona camdan atla demişim gibi suratıma baktı.

"G-gidebilir miyim?"

"İstersen kalabilirsin tabii, odanın ücretini peşin ödedim." Kendime ait eşyaları çantama koyarak odayı sanki buraya hiç uğramamış gibi bıraktığımdan emin olmuştum.

"Beni öldürmeyecek misin?"

"Seni öldürmeyeceğim ufaklık. Aksine, seni korumak için buradaydım ve görevim bittiği için şimdi de gidiyorum."

"Bu ne demek oluyor?" O dokuzuncu kurbandı ve bu kurbanların içinde biri bile mantıklı bir cevap almadan beni bırakmamıştı. İnanın her seferinde açıklamaktan yoruluyordunuz.

"Bu gece eğer seni kaçırmasaydım araba yarışına gidecektin. Üçüncü virajı alamayıp uçuruma yuvarlanacak ve saniyeler içinde ölecektin. Seni ölmekten kurtardım."

"B-bunu nereden biliyorsun?" Bilmemeyi tercih ederdim. Dağılmış ya da zaten her zaman dağınık olan saçlarımı geriye tarayarak hala yatakta oturan çocuğun ayakucuna eğilmiştim. Böyle durumlarda göz teması kurarak ne kadar ciddi olduğumu göstermek en iyisiydi.

"Bak Minhyuk. Şu an önemli olan bunu nereden bildiğim değil. Benim kim olduğum önemli değil, ya da seni neden kaçırdığım. Önemli olan benim sana bir ikinci şans olarak seni kurtarmaya gelmiş olmam, tamam mı? Bir daha o yarışlara katılmayacaksın. Eğer bunu yaparsan kader seni yeniden bulacak ve öleceksin."

"B-ben hiçbir şey a-anlamıyorum." Hıçkırarak ağladığında kendime bunu yapmamak için söz vermiş olsam da saçlarını karıştırmıştım. Onlarla ne kadar yakınlaşırsam o kadar bağ kuruyordum.

"Şimdilik anlaman gerekmiyor. Yarışlara katılma yeter. Ayrıca şu hep gitmek istediğin müzik yarışmasına başvur. Eğer dediklerimi yaparsan ileride çok başarılı bir müzisyen olacaksın. Ve yerinde olsam bunu kimseye anlatmazdım. Elbette istersen bu olanları bir başkasına anlatabilirsin gelip seni bulacak değilim ama kimsenin sana inanmayacağına da eminim. İnsanlar seni başarılı bir müzisyen olarak anmalı, kaçık bir gitarcı değil." Başka bir şey demeden odadan çıktığımda rahatlamış hissediyordum. Kötü bir çocuk değildi. Geleceğini görmüştüm, gerçekten başarılı bir müzisyen olacaktı. Fakat bunun için öncelikle o yarışlara katılmaması gerekiyordu.

Bütün bunları nereden bildiğim kısmına henüz geçme fırsatımız olmadı değil mi? Çok özür dilerim. Biraz korkutucu biri gibi görünsem de aslında değilim, yani en azından bu dünyada. Ya da şu an içinde bulunduğumuz 1980 yılında değil diyelim.

Kim olduğuma gelecek olursak aslında kim olduğum değil, şu an burada ne yaptığım önemli fakat kendimi tanıtmam gerekirse ben Oh Sehun. En azından geride bıraktığım 2017 yılında adım öyleydi. Şimdi ise pek çok sahne ad ve sahte lakap taşıyordum.

Bana, daha doğrusu bizim gibilere yolcu deniyor. Biz yolcular kendi dönemimizde yaptığımız kötü şeyler yüzünden öldüğümüzde yukarıdan bu şekilde cezalandırılıyoruz. Kötü şeyler diyerek belirsiz konuşmayayım, birini öldürmek ya da birinin ölümüne neden olmak gibi yukarıdan asla affı olmayan bu iki suçtan bahsediyorum ikisinin de aslında öldürmek olduğunu, ortada tek bir suç olduğunu ben de biliyorum fakat size şunu söyleyebilirim ki gerçekten hatırladığım kadarıyla kimsenin ölümüne neden olmamıştım. Bu yüzden o kadar kötü biri, suçlu biri olduğumu düşünmüyordum. Kendi ölümüm ise tamamen talihsizlikti.

Düşünüldüğünde ceza olarak bize verdikleri görev basitti. Ölümüne sebebiyet verdiğimiz kişinin yerine geçmişte ölmüş 12 kişiyi kurtaracaktık. Bu 12 kişi her ne kadar rastgele seçilmiş olsa da ortak özellikleri iyi ve masum insanlar olmaları. İleride büyük insan olabilecekken talihsiz bir şekilde ölen kişileri kurtarmakla görevliydik. Çoğul konuşsam da şimdiye kadar hiç başka bir yolcuyla karşılaşmamıştım. Ya da toplamda kaç kişi olduğumuzu bilmiyordum. Sadece benim gibi insanların var olduğunu biliyordum. Buraya geleli 2 ay olmuştu. Kılavuzda genelde yolcuların aynı yere, aynı döneme verilmediği söyleniyordu. Karşılaşmama nedenim buydu.

Bu 2 ay içinde çok kişiyi kurtarmıştım. Hepsinin kader döngüsünün kırılması için belli bir saat oyalanması, gitmesi gereken yer her neresiyse oraya gitmemesi gerekiyordu. Bunun çözüm yolu olarak onlarla iletişim kurmayı, bir şekilde oyalamayı isterdim ama hiç kimse bu tuhaf görünüşlü adamla vakit geçirmek istemeyeceği için mecbur kaçırmak ya da bir yerlere kapatmak zorunda kalıyordum. Şanslıysam az önceki çocuk gibi ufak cüsseli insanlara denk geliyordum. Bu yüzden favorilerim kadınlardı. Bir erkeğe karşı fazla direnemeyeceklerini bilerek bir süreden sonra sessizce başlarına gelen şeyi kabulleniyorlardı.

Eğer bu görevleri tamamlarsak bize hayata geri dönme şansı veriliyordu. Şu an kısacası ben askıdaki bir ölüydüm. Ölmüştüm, daha 27 yaşımdayken ölmüştüm ve öldüğümde yaşarken beklediğim gibi beni bir hiçlik karşılamamıştı. Onun yerine elime bir kitap bir de saat tutuşturulmuştu. Yeterli açıklamalardan sonra bu görevi kabul edip etmediğim sorusuna karşılık denemeyi seçmiştim. En azından yaşamayı deneyebilirdim. Çünkü hem yaşamayı, hem de eski yaşamımı seviyordum.

İşte ben buydum. Kendi hayatından koparak buraya getirilmiş, insanların hayatlarını kurtarmaya çalışan bir yolcuydum ve bütün bunları yaşamak için yapıyordum.

Pansiyondan çıkarken adam bana hala aynı iğrenç sırıtmayla selam verip gecemin nasıl geçtiğini sordu. Cevap vermek yerine kapıdan gelen çan sesi eşliğinde dışarı çıktım. Her ihtimale karşılık iki sokak öteye bıraktığım arabama ilerledim. 9 saat önce bu yoldan geçerken tedirgindim. Kimsenin bizi umursadığı olmasa da, yol oldukça boş olsa da çocuğun ani bir şey yapmasından korkmuştum. Özellikle gençler söz konusu olunca silahlı tehdit olmayabiliyordu. Tanıştığım pek çok yetişkinden daha cesurdu çoğu.

Arabama ulaşınca üzerime ağırlık yapan çantayı ve silahı arka koltuğa bıraktım. Eski ve neredeyse aklı olan hiçbir insanın gelmeyeceği bu yerden şehir merkezine sürdüm. Kaldığım pansiyonun önüne gelince park edip silahımı çantama koydum ve çantamı da alıp arabadan çıktım. Saat sabaha karşı üçtü. Bu saatte girişte kimseyi bulmayı beklemesem de sahibi olan kadın danışma masasında oturmuş örgü örüyordu.

"Selam Martha, henüz uyumadın mı?" Benden 15 yaş daha büyük olmasına rağmen ona adıyla hitap etmem konusunda oldukça ısrarcıydı.

"Gece daha yeni başlıyor Honey, ne uyuması?" Bana verdiği adı her duyduğumda gülümsememe engel olamıyordum. Katil, pedofilili, kurtarıcı ve diğer rahatsız edici pek çok ada göre daha iyiydi. Gerçek adımı sadece burada kullanmıştım. O da bana böyle seslenmeye başlamıştı. 2 aydır burada kalıyor oluşum da samimiyetimizi açıklıyordu.

"Bu güzel geceyi örgü örerek değerlendirmeniz harika."

"Senin gibi dışarıda takılıp dönemiyorum. Oğluma söyleme ama yaşlandım." Asla burada bu kadar uzun süre kalmayı düşünmemiştim ama burayı işleten anne ve oğlu burada yaşamamı sağlıyordu. Güldüm ve iyi geceler dileyerek merdivenlere yöneldim. Şehir meydanının arka sokaklarında birinde kalan temiz ve gezginlerin veya turistlerin tercih ettiği bir pansiyondu. Girişteki yosun yeşili duvar kağıdına ek olarak duvara asılmış rengarenk çiçekler ve sarmaşık insanı gerçekten rahatlatıyordu. Koyu renk mermerin üzerindeki kırmızı halı ise özel hissettiriyordu. Merdivenin altın rengi kaplamalı tırabzanına tutunarak geniş basamakları çıktım ve odama vardım. Odamdaki kahverengi tonunun beni karşılamasını seviyordum.

Üzerimi değiştirip geceliklerimi giydim. Sessiz bir sokakta olmamızın bana verdiği huzurla camı açıp yatağıma uzanırken serin bahar havasının odama dolmasına izin verdim. Martha'nın da dediği gibi gece yeni başlıyordu. Ölmeden önce -ki ben buna askıya alınmak diyordum- uykuyla ilgili çok fazla sorunum olmazdı ama buraya geldiğimden beri uykularım kaçıyordu. Eğer gerçekten fazladan bir evren varsa belki diğer evrendeki bedenim şu an uykuda olduğu içindi bu. Uykuya ihtiyaç duymuyordum.

Odamın kapısı çalındığında arkamı yaslanmış pansiyonun girişinde bulduğum kitaplardan birini okuyordum. Açıkçası bu saatte kapımın çalınmasını ya da kapıyı açınca gördüğüm kişiyi de tuhaf karşılamadım.

"Kuşlar uyumadığını söyledi." Elindeki şarap bardağını şişeye tokuşturup gülümsedi. Gülümsemesi oldukça kibar ve hoştu. "Ben de seni uyutmaya geldim." Onu içeri davet ederken ve o sekerek yatağıma giderken onu izledim. Üzerine giydiği siyah bol tshirtünün altında dizlerinin üstünde kalan mavi bir şort vardı. Birbirine girmiş saçlarından anladığım tek şey varsa benim geldiğimi duyunca uyumak için girdiği yatağından fırlayıp mahzene inmişti.

"Nasıl kuşlarmış bunlar böyle, bu saatte uyumuyorlar?" Karşısına geçtim ve onun yaptığı gibi yatağımda bağdaş kurdum.

"Kukumav kuşları. Hiç duymadın mı? Odamın camında bir tane vardı."

"Bir daha görürsen beni de çağır o zaman."

"Seni odama almamı mı istiyorsun Oh Sehun?" Tek kaşını yukarı kaldırıp bana bilmiş bir şekilde bakmasına güldüm.

"Bu saatte odama gelen sen değilmişsin gibi." Güldü, güldü ve gülerken siyah gözlerindeki ışıltı kalbimi hızlandırdı.

"Annem yorgun göründüğünü söyledi."

"Ama eminim sana git de ona içki götür dememiştir."

"Ah! Doğru. Şarap?" Şişeyi havaya kaldırıp sorduğu soruya başımı salladım. Daha iyisi olamazdı. Önceden gevşettiği tıpayı çekip komodinin üzerine koydu. "Elimle iki kadehi birden taşıyamadığım için tek kadeh getirdim. Umarım aynı kadehi paylaşmaktan tiksinmezsin."

"Sorun değil." Kadehi doldurup aldığı yudumun ardından bana uzattı. "Ama eğer saplarından tutsaydın iki kadehi de taşıyabilirdin." İçip ona geri verdim.

"Üzgünüm ama benim senin gibi baştan çıkarıcı ellerim yok." Boştaki elini havaya kaldırarak bana gösterdi.

"Ellerimi baştan çıkarıcı mı buluyorsun?" Kahkaha attım ve bana geri uzattığı kadehi düşürmemek için tıpanın kenarına koydum. Onun yaptığı gibi elimi kaldırıp parmaklarımı gerdim. İtiraf etmem gerekirse elleri oldukça güzeldi.

"Evet." Havadaki elimi iki eliyle tutup kucağına çekti. "Şunlara baksana. Uzun, ince parmaklı, iri ve güzel eller." Büyüleyici bir neşeyle ellerime bakıp parmaklarını eklemlerinde gezdirdi. Onu izleyebilirdim. Lanet bir tablo gibi onu izleyebilirdim. "Annemin ünlü sözlerini bilirsin. Onlarından biri de ellerle ilgiliydi. Duymak ister misin?"

"Elbette." Avucumu açıp elimin üzerinde işaret parmağını dolaştırdı. Belirgin damarlarımın üzerinde daha uzun kaldı.

"Elleri damarlı olan erkeklerin penisin de güzel olur." Annesinin sesini taklit edişini ve bunda başarılı oluşuna mı yoksa söylediği şeye mi şaşırsam bilemedim. Ama kesinlikle yüzümde şoka uğramış bir ifade vardı.

"Martha'nın böyle bir şey söyleyeceğini sanmıyorum."

"Gerçekten söyledi! Penislerle ilgili söylediği tek söz de değil bu." Ona hala inanamayarak baktım. "Bak şu an her ne kadar danışmada örgü ören, her sabah serçe ve kedi besleyen kaçık bir yaşlı gibi görünse de annem iffetli bir kadın değil. Yani değildi. Bana bak! Sarışın bir İngiliz kadının çekik gözlü, Asyalı oğluyum. Hiç mi şüphelenmedin." Tamam, elbette bir şeylerden şüphe etmiştim ama böyle bir şey değildi.

"Ben evlatlık olduğunu sanıyordum ve bu yüzden sana sempati besliyordum."

"Yine de sempati besleyebilirsin. Babasını hiç tanımamış bir çocuğum. Komik tarafı annem de babamı tanımıyor. Zamanında tanıştığı Koreli göçmen arkadaşlarından biri olduğuna emin ama hangisi olduğunu bilmiyor. Hepsi birbirine benziyormuş." Dudaklarından çıkan yalancı kahkahaya inanmadım. Çünkü hemen ellerimde olan elleri gerilmiş ve buz kesmişti.

"Peki adın? Adın Korece ama?"

"Ah o mu? Başını geriye atıp yeniden güldü. "Annem beni kimyasal ilaçlarla düşürmekten ve intihar etmekten vazgeçtikten sonra doğurmaya karar verince bir babam, kimliğimde yazan bir adam olsun diye o arkadaşlarından birinden rica etmiş. En azından ileri görüşlü. Okulda benimle dalga geçmediler en azından. Benim gibi olan başka bir kız daha vardı. Onun babası belli değildi ve her gün birçok şeye maruz kalıyordu.

"Ben...Üzgünüm." Biliyordum ki basit bir üzgünüm sözcüğü hiçbir şey ifade etmezdi. "Üzücü olmalı yani. Ben pek bilemesem de."

"Hey! Kendine gel. 55 yılında doğduğumun farkındasın değil mi? İkinci Dünya Savaşının ortasında doğmuşum resmen! Yaşadığım için mutlu olmam gerekiyor. Bir babaya kim ihtiyaç duyar ki?"

"Aslında savaş 45 yılında çoktan bitmişti."

"Ah. Yani senin doğduğun yıllardan bahsediyoruz." Elbette 90'lı yıllarda doğduğumu bilemezdi. Geleceğin bir gölgesi olduğumu bilemezdi.

"Senden sadece 2 yaş büyüğüm." Gözlerimi devirdim, o da gülerek ellerimi sıktı. Bu sefer ki gerçek bir gülüştü. "Ayrıca ellerimi tutmak için uydurduğun bu bahaneye hala inanmıyorum." Konuyu değiştirmek istemiştim. Ne kadar dalga geçerek konuşsa da böyle şeyler insanda her zaman bir yara bırakırdı.

"Tamam, beni yakaladın." Ellerini başının yanına kaldırıp teslim olmuştu. "Bu arada annem gerçekten öyle dedi! Tecrübeyle sabit olduğunu da ekledi."

"Öyle olsun." İtiraz etmeyi bırakıp ellerimi kucağından çektim.

"Elini tutmak için uydurduğum bahaneyi artık biliyorsun." Kalçaları üzerinde kayıp bana daha fazla yaklaştı. "Peki dudaklarından öpmek için nasıl bir bahane bulmalıyım?" Yüzüme doğru eğilip gözlerini kapattı ve aramızdaki mesafeyi daralttı. Şarap kokan nefesi yüzüme eserken kırmızı dudaklarını tatmak istediğimi kendime yeniden itiraf ettim. Ama sadece kendime itiraf edecektim. Ellerini dizlerimin üzerine koyup daha yakın, daha uygun bir pozisyona geldi. Açık gözlerimle onun yakınlaşmasını, titreyen kirpiklerini ve şekilli kaşlarını izliyordum. Belki de melez olduğu içindi. Mümkün olmayacak şekilde güzeldi.

"Baekhyun..." Dudakları dudaklarıma değmek üzereyken adeta üzerimde uyguladığı büyüyü bozdum. Gözlerini açmadan başını eğdi ve sabır dilediğini belli eden bir nefes aldı.

"Tamam, bir şey demene gerek yok. Demen gereken şeyi biliyorum. Tıpkı daha önce uydurduğun bahaneler gibi." Kendini uzaklaştırıp yatağıma bıraktı. Beyaz çarşafın üzerine dökülen kömür siyahı saçlarına baktım. Onlara birkaç defa dokunmuştum. Ve inanın bu iyi değildi. İpek gibi saçları, yeniden dokunmam için beni çağırıyordu.

"Baekhyun bak."

"Tamam tamam..." Gözlerini yuvarladı ve dizlerini kırdı. "İki aydır tanışıyoruz. Hemen hemen her gece böyle vakit geçiyoruz ve belli ki aramızdaki elektrikten dolayı ikimiz de çarpılmak üzereyiz ama sen Kore'de sevgilini bırakıp geldiğin için ona ihanet etmek istemiyorsun."

"Ne? Bunu da nereden çıkardın? Sevgilim falan yok."

"Buna inandığımı sanıyorsan yanılıyorsun. Yoksa neden diye sormak zorunda kalırım. Gayet müthiş görünüyorum. Neden beni öpmek istemiyorsun?"

"İstemiyorum diye bir şey demedim."

"Ama istiyorum da demedin? Desene?" Kolunu uzatıp üzerimdeki kumaşı tutarak beni kendine çekti. Gülen gözleriyle sunduğu teklif oldukça güzeldi aslında.

"İstiyorum. Ama bu yapacağım anlamına gelmez Baek. Seni öpmeyeceğim." Arkamı yatağın başlığına yaslayıp unutulan şarabı aldım ve yudumladım.

"Gazeteci ve yazar olduğunu söylemiştin? Aslında yalandı değil mi?" Doğruldu ve benim yaptığım gibi arkasını yasladı. "Aslında dinini yazmak için gezen bir Budist'sin değil mi? Bir keşişe göre oldukça saçlı ve yakışıklısın Koreli çocuk." Saçlarımı çekiştirip kadehi aldı.

"Budistler dinlerini yaymak için ülke ülke gezmez Baek."

"Onları savunduğuna göre kesinlikle öylesin!"

"Öyleyim dersen beni rahat bırakacak mısın?"

"Hayır. Sana inanmayacağım çünkü akşam yemeklerinde et yerken hiç de Budist gibi görünmüyorsun."

"Aslında et yiyen Budistler de var ama tartışmanın bir anlamı yok sanırım?"

"Evet, beni niye öpmediğini tartışmalıyız bence."

"Bence şu şarabı bitirelim ve sonra sen uyumaya git." Oflamış ve başını omzuma yaslamıştı. Omzuma dökülen saçlarının kokusunu sevmiştim. 




------


Sonunda bu fice de başlayabilirdim umarım ilk bölümü beğenmişsinizdir çünkü ben çok beğendim aşslkdşlsdkasşldska ve hemen paylaşayım dedim 

Biraz tuhaf bir fic olacağını söylemiştim anlamamış olabilirsiniz ama ilerde anlarsınız zaten o yerleri de 

Baştaki fakeimi yiyenler de bana öpücük kondurabilir mi şlaskdşlklsşkdş

Baekin karakteri çok hoşuma gidiyo burada umarım sizin de gider <3 

Sehun da böyle bir insan yavrusu işte 

Fici beğenmeyi, yorum bırakmayı ve arkadaşlarınıza önermeyi unutmayın şlaksdşlaksşas

Sizi çoook seviyorum yeni bir ficle karşınızda olmak da çok güzeel 

Bu ilk bölüm ficlerimi yazarken bana destek olan ve deli olduğumu düşünse de sabır gösteren, her ficimin ilk okuyucusu olan aşkitom bilife'a gelsin <3 


Continue Reading

You'll Also Like

8.6K 750 25
"Bambi; Yağmur her iki kırmızıyı da ıslatır." Zhan Yibo'ya dair her şeyi kalbinin en derin yerlerine gömüp üstüne toprak atmıştı. Yibo ise yaptığı ha...
8.9K 863 24
eskiden koruması olduğu oğlanı elde etme serüveni.
112K 6.1K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
4.6K 461 14
Kanada'dan babasının işi nedeniyle taşınmak zorunda kalmıştır. Sitesinin önünde olan hastanedeki bir odada gördüğü çocuk dikkâtini çeker. For @user46...