GÜN IŞIĞI ESİRİ.

By sedfay

23.2K 7.9K 1K

Bir terslik vardı. Etrafta sadece ormanın ruh titreten uğultusu vardı. Damarlarımda ki kan, bu denli ıssızl... More

TANITIM
BÖLÜM 1 : ORMANDAKİ GİZEM
BÖLÜM 2 : "soğuk bedenin sıcak enkazı"
BÖLÜM 3 "şehrin ışıkları "
BÖLÜM 4 " Gecenin esirleriyiz"
BÖLÜM 6 "Savaş artık tek kişilik değil "
BÖLÜM 7 "Biz beş kişiyiz belaya direnen beş kişi. "
BÖLÜM 8 "Yeni mi doğdum yoksa ölüm mü, aşk mı bilmiyorum. "
SPOİ

BÖLÜM 5 " karanlığın ateşi"

1.2K 824 96
By sedfay


Selam, bölümde belirttiğim şarkı dinlemek isterseniz yukarıda 👆

Keyifli okumalar...

BÖLÜM 5 "karanlığın ateşi"

"Gecenin ıssızlık ateşi, gündüzün sahte aydınlığıydı. "



Büyük bir sessizliğin ortasında kalmış bedenim. Ne bir ses ne de bir görüntü var. Bir kaç saniye kulağıma gelen küçük mırıldanmalar oldu. Birisi akın diyordu, barış nerede ? Sonra o küçük mırıldanmalar kesildi. Bir karatrı oldu sanki, gozlerimi acamiyor olusumla tum isiklar kapanmıştı. Sonra beni birisi yattığım yerden kaldırdı ve başka bir yere koydu. Bir sandalyenin üzerine koyulmustum sanki...

Gözlerim aralandı tüm ışıklar açıldı ve beni yatırdıkları o sandalyeden kalktım. Etrafa baktım, yanımda buket vardı.

"Ne oluyor"dedim bağrışların arasında.

"Sakın ol canım "

"Buket bu sesler ne, bana ne oldu? "

" Alya barışın babası geldi. O burada.."

Gözlerim etrafa bakarken sesin geldiği yönü bulmaya çalışıyordum. Barış'ın babasının sesi tüm karakolda yankılanırken, vahit beyle ilk defa karşılaşacağım anın bu an olması ne kadar garipti. Tam da şuan barış'ın bu durumda olmasının sebebini sorgulanıyorken, onun karşısına çıkmam ne kadar doğru olurdu. Bir yıl sonra ilk defa karşılaşacağım bir insana, bu durumu nasıl izah edebilirdim . Daha ne olup ne bittiğini ben bile bilmiyorken, nasıl hesap verecektim. Bir bağırış sesi geldi. Birisi korakolun içinde basbas bağırıyordu. Bir kadın, endişeli halde koşa koşa kağana sarıldı. Arkasından gelen çok naif bir beyfendi eşlik ediyordu kadına. Galiba kağan'ın annesi ve babasıydı. Sonra akın'ın babası binadan içeriye girdi. Akını sordu bize .

"Iyimisiniz kızlar. Akın nasıl, neredeler?"

"Biz iyiyiz, akın vahit amcayı sakinleştirmeye çalışıyor sanırım "dedi buket, sesin geldiği yönü, akın'ın babasına gösterirken. Barış'ın babasının sesi kulaklarıma işliyordu.

"Benim oğlum suçsuz onu buradan çıkartın hemen! " diyordu. Sesin geldiği yöne doğru gittim. Ve karşımda, barış'ın babası. Sinirden kıpkırmızı yüzüyle karşı karşıyaydım. Tam karşısındaydım. Bir buz parçası gibi, tam karşısında belirdim.

Akın, kağan ve buket kocaman bir çember olmuştu vahit beyin etrafında. Bana öyle bakıyorduki, sanki daha önceden tanıdığı birini yıllar sonra tekrar görmüş gibi. Ama imkansızdı. İlk defa görüyordum onu. Ne kadar benziyordu barış'a. Dimdik duruyordu karşımda. Yüz ifadesi öylesine serti ki, tıpkı barış gibi...

İçeriden bir polis memuru çıktığında, sert adımlarla tam karşımızda durdu.

"Sessiz olun lütfen. Yoksa sizi dışarıya çıkarmak zorunda kalacağım." Polis memurunun emri ile sesimiz kesilmişti. Sonra barışın babası, yani vahit bey o sessizliği bozdu.

"Oğlum nerede, ona ne olacak ?" Yıkılmıştı adam. Son nefesini içine attı vahit amca. Arkasında duran sandalyeye oturdu, ve gömleğinin on iki düğmesini açtı titreyen elleriyle. Bir bedenin yıkılışını izliyordum öylece. Kendi bedenimin bana vermiş olduğu zararı bir kenara bırakıp, yakında olan akına sarıldım. Şimdi ne olacaktı. Sahi barış'a ne olacaktı, neden burada yanımızda değildi.

"Vahit Soytaş, siz misiniz?" Vahit beyin sesi zar zor çıkmıştı.

"Evet" dedi çaresizce. Ama gözleri, bu sözleri söylerken bana bakmayı bırakmıyordu. Karşısında küçük bir kız çocuğu masumluğun da duruyordum. Öylece onu izliyordum, ve oda beni. Karşı karşıya geldiğimiz andan beri, gözünü bir dakika bile benden ayırmamıştı.

"Benimle gelin " polis memurunun o sözleriyle gözünü benden aldı. Komiserin olduğu odaya girdiler.

Herkesin ailesi yanındaydı. Kağan'ın, akın'ın, barış'ın. Buket'in babası da yoldaydı. Yıkılışımızın imzasını atar gibiydik. Arkamı döndüğümde, selim amcan'ın koşarak bize geldiğini gördüm.

"Buket , alya ! "

Sesi o kadar endişeliydi ki, korkusu düşüyordu içime doğru.

"Baba " dedi buket. Koşarak babasına sarıldı. Sonra benide aralarına aldılar. Birlikte kocaman açtığı kollarını bize kenetledi. Öyle sıkı sıkıya sarılıyorduk ki, sanki yıllardır birbirimizi görmüyormuş gibi.

"Ne oldu burada " dedi telaşla.

Buket babasıyla beraber kağan'ın anne ve babasının yanına geçtiler. Akının babası da onlara eşlik ediyordu. Ben, kağan ve akın ise kapının önündeydik.

Bedenlerimiz yanyana, öylesine sessizdik ki ağzımızdan kelimeler dökülmüyordu. Hepimizin gözyaşları kapatıyordu, bastığımız yerin altını.

"İyimisin alya "dedi akın, zar zor çıkardığı sesiyle bana sarılırken.

"Bilmiyorum " dedim tepkisizce.

Sonra barış'ın babası çıktı odadan zar zor. Bedeni öyle yıkık durumdaydı ki, adımlarını bile atamıyordu. Üçümüz onu ayakta tutmaya çalışırken gözlerini tekrar gözlerime diktiğini hissettim. O halde bile yüzümü ezberlercesine bakıyordu. Bu duruma bir anlam veremiyorken, benden aldığı gözlerini yere sabitledi. Sonra karşıdaki sandalyeye oturttu kağan.

Birkaç saniye oylece vahit amcayı izledik. Kafasını ellerinin arasına aldı. Tıslar gibi bir ses çıkmıştı ağzından. Ne dediğini hiç birimiz anlamamıştık.

"Vahit amca, iyimisin " dedi kağan önünde eğilirken. Kafasını bir sağa bir sola çevirdi. Ve o duymayı istemediğimiz şey döküldü dudaklarının arasından.

"Barışı tutukladılar."

Ve işte şimdi rüzgar ters taraftan esti. Dünya durdu, ve tüm gözler artık boşluğa bakıyordu. Karanlık bir odadaydık sanki, kimseyi görmüyorduk, kimseyi duymuyorduk. Gözlerimizde yaşlar, öylece tepkisizdik.

Komaya girmiştim sanki, hiçbir ses duymuyordum. Gözlerimi aralamaya çalıştığımda kimseyi görmüyor oluşumla titriyordum. Birinin kolları arasındaydım. Ama kimin bilmiyorum.Ufak ufak sesler geliyordu kulağıma ama seçemiyordum. Sonra ses tamamen kesildi.

...

Gözüme sızan ışıkla açtım gözlerimi. Bir açıp bir kapanan gözlerim istemsizce göz yaşım akıtıyordu yastığa doğru. Neredeydim, nasıl geldim buraya bilmiyorum. Başımı yastıktan hafifçe kaldırıp gözümün ucuyla karşımda duran üçlüye baktım. Neden üç kişiydiler, barış neredeydi ? Gözlerim odanın etrafında barışı arıyordu. Bir sağa bir sola doğru dönüp baktığımda, kolumu bir el tuttu ve sıkıca kavradı. Kafamı o yöne doğru çevirdim. Bu defa gözlerimdeki yaşlar kolumu tutan ellere akıyordu. Çaresizce kafamı önüme eğdim.

"Sakın ol hastanedeyiz. Vücudun susuz kaldığı icin bayıldın. Hiçbirşey yemediğin için tansiyonun düşmüş, seni hastaneye getirdik. İnşallah kendine bundan sonra iyi bakmanın yollarını bulursun. Çünkü seni bu halde görmek istemiyorum." Buket'in ellerine düşen gözyaşlarımı şimdide içime akıtıyordum.

"Barış... O nerede ?"

"Alya, barış karakolda. Onun serbest kalmasına izin vermediler. Cesetin üzerindeki parmak izleriyle, barışın parmak izleri eleştirildi ve barış'ın parmak izi cesedin üzerinde çıktı. Mahkemeye gününe kadar tutukladılar."

"Ne, nasıl. "

akın yüzünü bana sabitlemiş öylece buz tutmuş bedeniyle karşımda duruyordu. Gözleri kıpkırmızı kan çanağıydı.

Koluma bağlı olan serumu çözmeye çalıştım. Ellerim o kadar titriyordu ki titreyen ellerimle serumu çıkartmaya çalıştım kolumdan. Hızla doğruldum yerimden.

"Ne yapıyorsun! "koşarak yanıma gelen akın ve kağan beni tutmaya çalıştı kollarımdan. Ellerinden kurtulmaya çalışsamda kenetlemişlerdi beni kurtaramıyordum kendimi.

"Bırakın beni barışa gideceğim. Bırak "

"Sakın ol, o iyi " akın yalvarır gibi önüme çöktü.

"Bırak lütfen onu görmek istiyorum. Lütfen, lütfen..."

Yalvarıyordum şimdi. Öylesine acizdim ki, dördümüzünde birbirimizi cesaretlendirmeye gücü yoktu.

"Yapma lütfen yapma. " akına sarılmışım, bir elim bukette, gözlerim ise kağan da öylece yalvarıyordum.

"Gitmek istiyorum ona götürün beni " kağan kafa salladı.

"Tamam serumun bitsin gideceğiz. Söz..."

Şuanda diye başlattığımız her umut dudaklarımıza fısıldadı. Hepsi yüzüme öyle meraklı bakıyordu ki, belkide ne yapacağıma bakıyorlardı. Belkide onları bu belanın içine hapseden bendim. Tüm bu yaşananların sebebi ve daha nicelerinin sebebi olacaktım. Ne yapmamı bekliyorlardı. Belki de bu hastane odasını alt üst etmemi, belki tüm kırık parçalardan birisini alıp bileklerime bastırmamı . Hayır yapmayacaktım. Çünkü benim artık bunları yapacak en ufak bir gücüm bile yoktu. Kolumu kaldıracak, bedenimi hareket ettirecek bir gücüm yok. Benim artık savaşmaya gücüm kalmadı . Bir insanın hayatı hep mi zorlu geçerdi. Benim karanlığım, iki yaşında başladı. Annem ve babam'ın cinayetine tanık olmamla başladı. Peki bunların sebebi kimdi. Bunu yaptıran kimdi diye soracaksınız. Sorgulayacaksınız belkide yargılayacaksınız biliyorum. Tüm bunların sorumlusu çok yakınımda, bir adım ötemdeki insandı.

Zaman, iki insan arasında kalan ve yalnız kalmış bir bedenin soğukluğu kadar sessizdi. Öylesine hızlıydı ki, bedenimin verdiği enkazı, ayaklarımın altındaki uyuşukluğu hızla yok etti.

Hastaneden çıkalı yaklaşık yarım saat oldu. Kağan avukatla konuşup, barışla bir görüş ayarlamaya çalıştığında, akınla hastanedeki çıkış islemlerini hallediyorduk. Barışla görüş iznini aldığımızı öğrendiğimizden beri yarım saat geçti ve yarım saattir yoldayız. Onu görmenin heyecanı ile iç sıkıntımın vermiş olduğu karın ağrısıyla başbaşaydım.

"İyimisin " dedi buket koluma sıkıca sarılarak.

"Bilmiyorum, bedenimi hissetmiyorum."

"Merak etme herşey yoluna girecek. " dedi ne kadar acı değilmi bir insanın size teselli vermesi ne kadar kalp kırıcı.

"Bizi görmek istemiyormuş " dedi kağan bir anda.

"Nasıl yani "dedim. Yüzüm bir alev topu gibi kıpkırmızı olmuştu.

"Bu yaşanılan olayların tüm sorumlusu olarak kendini görüyor " iç çekişim tüm dunyanin esiriydi. Yol boyunca sessizliğimiz konuştu.

Kendini suçlayışı onu bizden ayırmaya yetmezdi. Biz birliğimizi bir ceset parçasına bırakamazdık. Biliyorum ortada bir ceset var, ama onu biz öldürmediğimiz için kendini suçlu hissetmesine izin vermeyecektim. Ben kendi içimdeki savaşı dindirmezken, onun içindeki savaşla karşı karşıya kalacaktım. Onu bu durumdan çıkaracaktım. Bunu yapacaktım. Çünkü o masum, suçsuz.

Polis karakol kapının içerisine girdiğimizde, kağan arabayı park edip uygun bir yerde durunca, apar topar arabadan inip kapıda bizi karşılayan avukatın yanına gittik.

"Merhaba, ben Emre Akbaba. Barış beyin avukatı. Aslında görüş izni vermiyorlardı, ama barışın babasıyla irtibata geçip savcılıktan zar zor izin aldık. O yüzden sadece beş dakika görebilirsiniz " dedi. Hepimiz avukatı onayladık. Beş dakika kısa bir süre olsa bile onu görecektim. O hayran olduğum ela gözleri, gözlerimle buluşacaktı.

Karakolun içine girdik. Uzun koridoru geçtiğimizde, bizim sorgumuzu yapan polisle karşılaştık. Uzun uzun baktı. Akın , buket ve kağan önden giderken, bende arkalarından yürüyordum. Bir anda arkadan bir ses geldi. O simsiyah gözlerin sahibi olan ses kulaklarıma değdi.

"Alya Kaya ."

Arkamı döndüğümde, o gözlerin sahibiyle buluştu gözlerim. Orta yaşlıydı, tecrübeliydi ama çokta sertti. Belkide ondan yardım isteyebilirdim belki bana yardım ederdi. İçimde onca savaşı belkide o çözerdi. Bilmiyorum, birşey düşünemiyor oluşumun izdihamı vardı içimde. Birsürü zelzeleyle uğraşıyorum ama, aklımın bana oynadığı oyuna yenilemeyecektim. Bu durum beni yıldıramayacaktı. Kağan gitmelerini söyledim ve o simsiyah gozlerin sahibi olan polisin odasına girdim.

"Efendim " dedim donuk sesimle.

"Tanışma fırsatımız olmadı. Ben, fatih Aydın. " deyince şaşkınlığımı gizleyemeyip yuzune baktım. Elini oturduğu koltuktan uzattı. Elimi uzatıp selamlaştıktan sonra, ikili koltuktan birine oturdum.

"Barış Soytaş, ziyaretine geldiniz sanırım. "

"Evet " dedim kafamla da onaylarken.

"Barışın üstünden çıkanları almak istermisin ?"dedi.

"E..evet" kekeleyerek konuştuğumda fatih polisin eli, masanın altındaki çekmeceye gitti. Bir poşet çıkardı çekmeceden, titreyen ellerimi uzattığı posete uzattım. Artık gözlerimdeki yaşlar çoktan akmaya başlamıştı. Dudaklarım titredi bedenim sabitlendi ve poşete diktiğim gözlerimden yaşlar bir bir akmaya başladı. Ben o poşeti elime aldım. Sevdiğinizin üzerinden çıkan eşyaları bir poşete koyuyorlar. Siz o poşeti elinize alıyorsunuz ve içinizde o kadar duygu silsilesi varken, birde bu duyguyla başbaşa kalıyorsunuz. Ne kadar acı değil mi? Bana göre çok acı bir duygu. Tüm iliklerimle elime aldığım o poşeti alıp oturduğum yerden kalktım. Elimde sevdiğim adamın eşyalarıyla birlikte kapıya doğru yöneldim.

"Alya "

Ses çıkartmadım bu sefer. Efendim bile diyemedim. Çünkü konuşsaydım haykırarak ağlayacaktım, ama dilim konuşmaya yeltenemiyordu. Dudaklarımın arasından kelimeler çıkmıyordu. Çünkü dilim bile lal olmuştu.

Arkamı döndüm tekrar. Yıkık bedenimle ona baktım.Yanıma doğru geliyordu. Sesizce yanımdan geçip odanın kapısını kapattı ve tekrar yerine geçti. Sanki konuşacaklarını kimsenin duymasını istemiyordu.

"Bak, biliyorum şuan zor durumdasın. Belliki söylemek istediğin ama söyleyemediğin birşeyler var . Sessizlik bir çözüm değil alya. Içindeki savaşı kendin çözemezsin. Sana yardım etmek istiyorum. Çünkü durumun hiç iyi değil . İstersen bir psikologa gidebiliriz."

Sessizlik....

"Bir polisin sana bunları neden söylediğini sorguluyorsun şuan biliyorum . Ama inan bana gözünde o an başka birşey gördüm. Bak ben çok nadir yanılırım. Sende birşeyler var. Lütfen sana yardım etmeme izin ver ."

Hiçbir tepki yok...

"Alya bak bu cinayeti eğer barış işlediyse, hayatı bitecek. "

"Ben iyiyim, herşey için teşekkür ederim"dedigimde, kapıyı suratına kapatmış, hızlı adımlarla barış'ın yanına doğru yürüyordum.

Uzun koridorun sonunda beni bekleyen üçlü vardı.

"Alya hepimiz sırayla girdik. Sadece bizi dinledi. Kimseyle tek kelime bile konuşmadı. Hiçbirimize birşey soylemedi. Öylece bizi dinledi. Sıra sende hazır mısın ? Lütfen onu konuştur lütfen " dedi buket hararetle. Kafamı onaylar şekilde salladım. Kalbimi ellerimin arasına aldım, kalbim artık ellerimde atmaya başladı. Avuçlarımın içi terlemişti.

Yanımda beliren fatih komiser götürecekti beni barış'ın yanına. Tam yanında dimdik durdu. Sanki biraz önce hiçbirşey konuşmamış gibiydik. O kadar tezattik ki.

Biraz ilerledikten sonra büyük bir kapıdan içeriye girdik. Sonra bir gardiyan çıktı önümüze, fatih komiser "aç" dedi. Upuzun bir koridordan geçtik. Birsürü kilitli kapıdan geçtik. Parmaklıklar ardından geçerken, arkamızdan kilit vuruluyordu. En sonunda bir kilit daha açıldı. Adımlarımız öyle sertti ki bastığımız yer titriyordu. Barışa doğru yaklaştığımı hissettim o an. Ve sonra o kapı açıldı. İçeride barış...

Bir sandalyeye oturmuş, masanın üzerinde yumruk yaptığı elinin uzerine kafasını koymuş , çaresizce bekliyordu.

"Bir dakikanız var "

Arkamdan kapanan kapıyla irkildim.

"Barış "

Kısık çıkan sesimle ona doğru ilerledim. Beni duymamıştı, ya da duyuyordu ama cevap vermiyordu.

"Barış " dedim tekrar. Bu sefer sesim daha gür çıkmıştı.

Yine ses yok ...

"Lütfen konuş benimle yüzüme bak " ne kafasını kaldırıyor, ne de sorularıma cevap veriyordu.

"Sen suçsuzsun bunu biliyorsun. Hepimiz biliyoruz . Herkes senin için uğraşıyor. Babanın bütün yakın dostları , seni buradan çıkarmak için çabalıyor. Lütfen kaldır kafanı yüzüme bak. Konuş benimle." gözyaşları arasında bağırdım ona. Bunu yapmasına izin vermeyecektim.

Önce kafasını kaldırdı, yumruk yaptığı ellerini göğsünde birleştirdi. Odak noktası ben değildim, öylece masaya bakıyordu.

"Yüzüme bak ne olur " yalvarıyordum ona, bir kelime ya bir kelime çıksın o dudaklarından.

"Sen suçsuzsun. Neden konuşmuyorsun bizimle" haykırarak ağlıyordum karşısında. Öyle savunmasız bir haldeydi ki yorgun bedeniyle karşımda duruyordu.

"Ağlama... "dedi donuk sesiyle. O hasret kaldığım sesi kulaklarıma işledi. "Ağlama..."

"Çıkacaksın buradan sana söz veriyorum " dedim elimi masanın üzerinden ona doğru uzatırken. Elim masanın üzerinde onun elini uzatmasını bekliyorken, öylece yüzüne baktım. Yüz ifadesi mumyalaşmış, hiçbir tepki vermiyordu. Son saniyede gözleri ellerimdeydi.

"Ben iyiyim, merak etmeyin. " Dedi.

"Dahada iyi olacaksın. Barış buradan kurtulacaksın inan bana. Lütfen yüzüme bak, gözlerime bak. Benden kaçırma gözlerini yalvarırım"

"10 saniyen kaldı"

"Barış yapma lütfen "

Son anda yüzüme baktı. Kan çanağı olmuş yorgun gözleri, sonunda gözlerimle buluştu . Özlemişim... ona bakmayı , o ela gözlerin bana bakmasını. Hemde çok özlemişim...

"Barış hepimiz yanındayız seninleyiz. Buraya gelirken kalbimi avuçlarımın arasına aldım biliyormusun. Sırf sana daha yakın olsun diye, sırf sen umudunu yitirme diye. Avuçlarımın arasındaki kalbimi masaya bırakıyorum. Onu al... Ona iyi bak, yanındayım bunu hisset. Kendini yalnız hissetme. Biz yanında olmasak bile elini kalbine koy, ben hep oradayım. Seninleyim barış bunu hiç unutma. " dışarıdan kapı vurulma sesi ve içeriye gelen fatih komiser!

Umursamadan barışa odaklanan gözlerimle, yüzünün her santimini ezberliyordum.

"Alya süren doldu " fatih komiserin sesi tüm odada yankılanıyordu.

Barışa kafamı eğdim " lütfen " dedim "lütfen."

O an göğsünde birleştirdiği ellerini ellerimin üzerine koydu. Ve artık ellerimizi birbirine kenetlemiştik. Son saniyede gözlerime öyle derin baktı ki, artık ondan ayrılmak istemiyordum. O ellerin, ellerimi bırakmasını istemiyorum.

"Temas yok !"

O sırada fatih komiser bize yaklaştı. Kenetlenen ellerimiz yavaşça ayrıldı. Gözlerimiz gözlerimizdeydi hala, derin bir nefes aldı barış. Nefesi yüzüme değdiğinde, o an dünya dursun istedim. Saniyeler geçmesine rağmen hala onunla olmak istedim.

"Hadi git " dedi.

"Barış "

Gözlerimiz birbirine kenetlenmiş yavaşça barışı dışarıya çıkarıyorlardı. Ona seslendim.

"Hep yanındayım unutma" elimi kalbime götürdüm. Son kez yüzüne bakıyorum sanki. Iki saniye oldugu yerde durdu.Elini kalbine götürdü.

"Kalbin artık benimle "

Ve o an gözlerimiz ayrıldı. Barış gitti ve ben olduğum yere yıkıldım. Onun yanında dimdik durmaya çalışsamda aslında ölmüş bir bedenin parçaları gibiydim.

O gitti... ben ise, ruh gibiydim. Cok geçmeden beni bekleyen üçlünün yanına doğru yürüyordum. Kapılar açıldı ve arkamızda bıraktığımız kapılar tekrar kilitlendi. O büyük kapıdan geçtim. Artık onlarlaydım. Beş bela avcısı şimdi dört kişiydi. Bir yanımız içeride, tek başına savaşıyordu. Ama kurtulacaktı. Onu kurtaracaktım.

"Konuştumu" dedi akın koluma girdiğinde. Kafamı iki yana salladım.

"Hayır " dedim.

"Sadece ben iyiyim merak etme dedi " dedim.

Avukatla ayrılıp arabaya bindik. Kimse konuşmuyordu . Öylece yolu izliyorduk. Biranda radyodan çalan şarkı kulaklarımı delmeye başladı. Kısıktı sesi, ama şarkının sözleri kulaklarıma işliyordu.

Şarkıda sözünde " yolun sonunda bir olmasaydık anlamsızlaşırdı, bütün bu macera" diyordu.

"Aynalardan uzaklaşınca sanki gercek oldu bir kuşun kanadında. Bir yolu yok sorusu çok."diye devam ediyordu.

Sahi yolun sonunda hep birdik. Ve hep öyle olacaktı.

Tüm umutlar yıkıldı. Gözlerimiz artık aydınlığa açılacağı günü bekler gibi bakıyordu. Sessizliğimiz dudaklarımın arasından dökülen o cümleyle bozuldu.

"rüyamda birşeyler gördüm"

Küçük bir çocuk masumluğunda gözlerimi akına diktim. Hepsinin yıkık bedenleri artık bir ölüydü. Buket başını bana çevirdi. Öndeki akın ve kağan ise dikkatlerini bana vermişti.

"Boş bir odadayım bir ayna ve bir yatak var. Sonra kafamı yatağa çevirdim bir not vardı. "

Hepsi dikkatlice gözlerimin içine bakıyordu. Öylesine öfkeliydiler ki öfkeleri gözlerini dolduruyordu.

"Notta ;" elinizi çabuk tutun çünkü bulutlar üzerinize kötülüğü örtecek. Çok tehlikeli bir yolda bir telefon mesafesi kadar yakınım. Hemen arkanız da bir adım ötede..."yazıyordu. "

Hepsinin yüzü şok içindeydi. Bu sefer bana değil hepsi kağanın yüzüne bakıyordu.

"Nasıl ya "dedi akın bir bana bir kağana bakarken.

Araba anı bir frenle durdu. Kağan arabadan indi ardından akın ve buket. Hepsi bir savaş topu gibiydi. Anlamsız bir şekilde arabadan indim ve çaresizce yüzlerine baktım. Buket yanıma gelip kolumdan tuttu.

"Ne oldu " dedim çaresizce. O an içimde bir fırtına koptu. Ateşin harlaması gibi aniden parladı. Cayır cayır yandı tüm vücudum.

"Alya, seni apar topar arabaya bindirirken, koltuğa sıkışmış bir not bulduk. Notta aynı şey yazıyordu. "

Nasıl yani gördüğüm kâbus gerçek miydi ?

"Not nerede?" dedim kağana uyuşmuş bedenimle.

Cebinden çıkardığı kağıdı ellerimin arasına aldım. Açtım notu, titreyen ellerimin arasından zar zor okudum yazıyı . Aynı yazıydı.

"Bu nasıl oldu. Bu notu arabaya kim koydu?"

"Bilmiyoruz " dedi üçüde.

Hatırla...hatırla... aklıma hiçbirşey gelmiyordu. O notun o arabaya nasıl geldiği hakkında hiçbirimizin bir fikri yoktu. Nasıl olur aklım almıyor. Aklımda geldiğimiz güne dair tek bir ayrıntı bile yoktu. En son biz indik araban ve ilk biz bindik arabaya.

İşte simdi gecenin ıssızlık ateşi, gündüzün sahte aydınlığıydı. Issızlık tüm bedenimizdeydi. Gündüzün o sahte aydınlığı tüm bedenimize yansıyordu.








...

Umarım beğenmişsinizdir. Sizden gelen yorumlar beni çok mutlu ediyor. O yüzden bölümleri hızlı hızlı yayınlamayı düşünüyorum.

Barış serbest bırakılsın istiyorsunuz biliyorum. Ama inanın onlar için bir sürü kurgu var kafamda .

Zaman ne gösterecek bunu bilemeyiz, ama elbet kurtulacağız hepberaber bu karanlık günlerden.

Gün ışığı esiri için 2 bölüm yazıyorum ve yazdığım bir bölümü 2 veya 3 gün içerisinde yayınlayacağım.

Benimle kalın...😊💫

....

Continue Reading

You'll Also Like

805K 36.5K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...
121K 6.6K 13
Sera: Numaranızı yönetici olan Asuman hanımdan aldım. Sera: Yemeyin beni. 05***: Asuman hanımın neden böyle bir şey yaptığını bilmiyorum ama üzgünüm...
1.2M 87K 59
Çilek Alança Yıldırım mı demeliyim yoksa sen mi gerçek ismini açıklamak istersin Çilek Alança Saruhan? 17 yaşında tam bir neşe patlaması olan Çilek...
1.1M 38.4K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!