SOĞUĞUN YANGINI

By yagmuroyku

8.6K 2.9K 5.4K

Turuncuya sevdalı iki ateş yandı. Biri kızıllığını buladı turuncuya. Biri mavisini akıttı lavlarına. ... More

Soğuğun Yangını.
1.BAŞLANGIÇ
2.ELDİVEN
3.SICAK
4.TURUNCU
5.ULUDAĞ
6.BİSTRO
8.YEMEK
9.ÖLÜM
10.DEĞİŞİM
11.PLANLAR
12.ŞEFKAT
13.GERÇEKLER
14.ENGELLER
15.BÜYÜ
16.DOLUNAY
17.TEKLİF
18.KASIRGA
SOĞUĞUN YANGINI 1 YAŞINDA!
19.YANIK
20.YIKINTI
21.DÖKÜNTÜLER
22.FİNAL
Teşekkürler.
SOĞUĞUN YANGINI
SOĞUĞUN YANGINI 2 YAŞINDA!
SOĞUĞUN YANGINI 3 YAŞINDA!
SOĞUĞUN YANGINI 4 YAŞINDA!

7.ÇEKİM

413 181 202
By yagmuroyku

Herkese iyi akşamlar! Umarım severek okuduğunuz bir bölüm olur. Gizemli olayların basamaklarını birer birer tırmanıyoruz. Destek olmak isterseniz bol bol yorum yapabilirsiniz, bu beni çok mutlu eder. İyi okumalar dilerim.

Bölüm Şarkıları:

Göksel - Tam da Şu An
Simge Pınar - Yeni Bir Hayat

Dünya, şüphesiz ki hiç beklenmedik olayların yaşandığı bir yer küreydi. Efsunlu olayları bünyesinde barındırırken ışığını aydan, ısısını güneşten alırdı. Güneş ona ne zaman sırtını dönse ay onu kucaklardı, ay ona ne zaman sırtını dönse güneş onu kucaklardı. Bu döngü yüzyıllar boyu sürüp giden evren kuralının özetiydi belki de.

Hiç beklenmedik olaylar yaşanırken sevinç ve hüzün birbirine karışırdı. Hüzün, yağmur sularıyla yeryüzünü ıslatırdı. Sevinç, yağmurdan sonra çıkan gökkuşağı olup renklerini yeryüzüne indirerek gülümserdi.

Bulutlar, izlenerek hayal kurulan hava kümeleri olmaya devam ettiler. Bazen gerçekleşen hayalleri kucaklayıp aralarına güneşi sıkıştırdılar. Bazen ise gerçekleşemeyen hayaller ve yarıda kalmış hayatları kucaklayıp onlarla birlikte ağladılar.

Evren, insanoğlu gibi nankör değildi.

İnsan, çekim kuvvetini evrenden alırdı. İki insanın arasındaki çekim evrenle karşılaştırılamayacak kadar ütopya içeriyordu belki de.

Kamer ile aramızdaki çekim hafife alınacak gibi değildi. Sonumuzun ne olacağı meçhul olsa da ihtimaller yakamızdan kurtulmamak için direniyordu. Çekimi parmak uçlarımdan bütün uzuvlarıma kadar hissediyordum. Sorun şuydu ki, nereden geldiğini çözemediğim bu çekim çok iyi hissettiriyordu.

''Aklım almıyor, bu çekim mantıklı değil.'' Kamer, baş ağrısı geçer geçmez kendini sorgulamaya başladı. Bu da neyin nesiydi? Nasıl bir çekimdi ki bu onu çıldırtacak kadar? Tamam, çekimi ben de hissediyordum ama Kamer gibi hırçınlaşmıyordum.

''Saldırganlaşacak bir olay yok, kendine gel!'' dedim dişlerimi sıkarken. Bugünkü diş sıkmalarım yüzünden başıma saplanacak ağrının yeri zonkladı. Gelecek ağrıya hazırlık yapar gibi bir hali vardı. Kamer'in üzerime doğru gelmesi üzerine koltuğun en dibine kaydım. Bu onun üzerinde hiçbir etki yaratmadı ve koltuğun kolçağına iki elini bastırarak üzerime doğru eğildi. Nefeslerimiz birbirine karışırken burun buruna bir vaziyetteydik.

''Ya bu çekim beni saldırgan bir hale getiriyorsa? Durdurabilecek misin?'' Sanki soluk soluğa kalmış bir ses tonuna sahipti söylerken. Halbuki yaptığımız bir faaliyet yoktu. Gözlerindeki sarkıtları seyretmekten başka yapmak istediğim bir şey yoktu. Gözlerini izlerken kalbimdeki boşluktan hava sızıyordu.

''Dünyanın dönüşünü durdurabilir misin? Bazılarının aksine o daima dönüyor. Çekimi durdurmaya gücün yeter mi?'' dedi tekrar baş döndürücü ses tonuyla. Hareket eden gül kurusu rengi dudaklarını seyre dalarken kelimeler dilimin ucunda biz gezegen kurmuş dönüyordu. ''Ben...'' diyebildim yalnızca, dudaklarımdan tek bu kelime çıkabildi. Sağ yanımdaki elini kaldırıp kemikli işaret ve orta parmağını dudaklarıma örttü.  ''Sus.'' Kamer, gözlerime bakarak fısıltı eşliğinde konuştukça kalbimdeki boşluğa tuğla yıkılıyordu. ''Verecek bir cevabın yok zaten.'' derken sesi ukala olmaktan çok çaresizce çıkmıştı. Yutkundum. Haklıydı. İri gözlerini hafifçe kısınca nefesimi içimde tuttum. Akciğerlerim geri solumama izin vermiyordu.

Kapı çaldı.

  Kamer üzerimden ağırkanlılıkla çekildi ve ayaklanarak kapıya doğru ilerledi. Arkasından onu izlemek belki röntgencilik gibi gelecekti lakin üzerimde hissettiğim ruhunu alıp havada dans eder gibi gidişini seyretmek istedim.

''Rahatsız etmiyoruz ya?'' Bir ses duyuldu, ses salona teşrif etti. Bu ses Yaman'dan başkası değildi. Yanında yürüyen Helin ile birlikte gelmiş olmalıydılar. Cümlesinin altında yatan imayı hisseder hissetmez ters bakışlarımı yüzünde gezdirdim. Kamer de arkalarında gözüktü.

''Bugünlük yanımda durmalı, dün benimle olduğunu görenler olmuş. Tedbir amaçlı. Geçin oturun hadi.'' dedi yanımdaki eski yerine tekrar kurulurken. Yaman ve Helin yan taraftaki koltuğa yerleşti. Neden geldiklerini az çok tahmin edebiliyordum. Sürekli yan yana olduklarını dünden anlamıştım zaten. Biraz baş başa kalsak belki daha iyi iletişime geçerdik ve birkaç yönünü keşfedebilirdim. En azından çabuk parladığını öğrendiğim iyi olmuştu.

''Bana bak, kızla baş başayım diye düşünüp yanaştıysan vururum seni.'' dedi Helin tehditkar bir tavırla Kamer'e bakarak. Kamer onu takmayınca hıncını almak ister gibi arkasındaki yastığı Kamer'in üzerine attı. Kamer'in kafasına değen yastık yeri buldu. Ardından Kamer o yastığı alıp Helin'e attı. Sıkılmış olacak ki yastığı arkasına attı Helin, devamını getirmedi. Yaman ensesini sıvazlayıp Kamer'e yandan bir bakış attı. ''İçecek bir şeyler yok mu?'' dedi bıkkın bir ses tonuyla. Kamer gözlerini bayarak yeni gelen ikiliye baktı. ''Canımı sıkmaya başladınız. Yaman, yeni geldiğin bir yer mi burası kardeşim? Siktir git mutfağa ne alacaksan al.'' dedi kaba bir ses tonuyla. İlk kez küfür ettiğine tanık olurken gözlerim kocaman açılmıştı.

''Aşk olsun ay çöreğim, kovar gibi o ne öyle.'' Yaman, fazla laubali bir tavırla ayağı kalkıp mutfak olduğunu düşündüğüm kapıya doğru ilerledi. Bir süre içeriden ses gelmedi. Ardından bardak sesi duyunca aradığını bulduğunu fark ettim. Bir bardak birayla içeriye geldiğinde Helin göz devirerek baktı. Kendimi ortamda rahatsız ve yabancı hissederek telefonu elime aldım ve saate baktım. Akşam beşe geliyordu saat ve annem en geç bir saat sonra evde olurdu.

''Kamer, benim artık eve gitmem lazım.'' dedim telefondan saati gösterirken. Dikkatli bir şekilde telefon ekranıma baktıktan sonra bakışları bana değdi. ''Bugün eve gitmeyip burada kalsan daha iyi olur.'' Hiç beklemediğim cümleyle kalakaldım. Henüz tam arkadaş bile olamamışken benden böyle bir rahatlığı istemesi dünyanın en saçma olayı olabilirdi.

''Saçmalama istersen. Eve gitmeliyim.'' dedim ayağı kalkarken. Helin, Kamer'in sırtına doğru keskin bakışlarla bakarken Yaman'ın umurunda dahi değildik. Elindeki telefonu ile uğraşıyordu. Kamer ayağı kalkıp önüme geçti. Yürümeme engel olurken düşecek gibi oldum. ''Söz dinle, zarar göreceksin.'' dedi beni durdurmaya çabalarken. Yüzüne sert bir ifadeyle baktım.

''Gitmek istiyorum, evden çıkmayacağım zaten.'' dedim elimi yumruk yapıp. Helin her ne kadar müdahale etmek istese de Kamer onu durdurdu. Kapıya doğru ilerlerken Kamer de peşimden geldi. ''Ben bırakacağım o zaman.'' dedi itiraz istemeyen bir ses tonuyla. Olayı daha fazla kızıştırmayıp onay verdim. Paltolarımızı giyip evi terk ettik.

Yol boyu sessizlik hakim olurken evimin önünde durdurdu arabayı. Beklemeden kapıyı açarken kolumu tuttu. Bakışlarım kolumdan Kamer'e kayarken dudaklarım aralandı. ''Dikkatli ol.'' Kamer, endişesi yüz tutmuş bakışını yüzümde gezdirip kolumdaki elini serbest bıraktı.

''Sende.'' derken indim arabadan. Eve girmemi beklediğini fark ettiğimde yüreğimde ılık bir şeyler hissettim. Bekletmek istemediğimden hızlıca eve girdim ve kapıyı kilitledim.

Elektrikler gelmişti ve salonda Mersa oturuyordu.

  ''Neredeydin?'' dedi Mersa beni kollarının arasına alırken. Annem ortalıkta görünmüyordu lakin Beste koltukta oturuyordu. Mutfakta olmalıydı. İşten gelir gelmez bir de evin işlerine koşturuyordu. Ona yardım amaçlı bazen yemeği ben yapıyordum ya da Beste ile gün boyunca ben ilgileniyordum.

''Anlatacağım her şeyi, odaya çıkalım hadi.'' dedim merdivenlere yöneltirken. Sırt çantasının tek kolunu omzuna atıp ardımdan odaya çıkarken mutfağa doğru seslendim. ''Anne, biz odamdayız. Yemek saati geliriz.''

Odama girip kapıyı kapadım. Mersa yatağıma otururken yanına oturup gün boyunca olan biteni anlattım. Zaten ilk gördüğümden beri moralinin bozuk olması ilgimi çekmişken beni dikkatli dinleyebilmesine şaşırmıştım.

''Beni de Barut aradı, babamla olduğumu öğrenince gelmekten vazgeçmiş olmalı.'' dedi düşünceli bir sesle. Neler olup bittiğine yabancı olsak da ilk kez kabullenip kaderimizin ağlarının üzerimize yıkılmasını bekledik.

''Senin neyin var peki?'' Mersa, saçlarını bileğindeki lastik ile toplayıp ardını dağlar kaplamış bakışlarıyla gözlerimin içine baktı. Sabırsız yanımı açığa çıkarıp ısrarlı bakışlarımı doğrulttum karşılık olarak.

''Umut kalıcı olarak geri dönmüş.'' dedi donuk bir ifade ile. Ardından eklemede bulundu. ''Emre mesaj attı.'' Gözlerim şokla aralanırken başımı iki yana salladım. Emre de onun yüreğinin göçüğüydü.

"Yine tam önümüze bakacakken çıktılar yolumuza." dedim ağlamaklı ses tonumla. Hayır, ağlamazdım. Yalnızca çatlak ses tonum anılarımı öne seriyordu.

"O yolu yakacağım." Mersa, dönüşü olmayan bir karar barındıran ses tonuyla konuştu. Annemin mutfağa çağırması üzerine yemek yemek için konuyu rafa kaldırıp mutfağa indik. Sessiz sedasız yemek yedikten sonra annemler yatana kadar salonda oturduk. Mersa, çantasında getirdiği biraları çıkartıp birini bana verdi. Ardından camın kenarındaki koltuğa tünerken kar yağışını izledik. Telefonundan bir şarkı açtığını işittim. Ardından alkol kokan nefese sahip güzel sesi yankılandı odamda. Kendi sesimden çok beğenirdim Mersa'nın sesini. Dizlerine yatar, ruhumu sarmasını beklerdim. Yine aynı şeyi yaptım. Dizine yatıp elimdeki birayı yere bıraktım.

Ses tonunun naifliği ile Göksel'in sesi bir olunca dünyam dört dakikalığına güzelleşti. Gözlerimi yumup sesini daha iyi solumak için iç çektim. Devam etmesini beklerken birasından bir yudum aldı. Çok dolmuştu, canım arkadaşım.

İlk bölüm bittiğinde gözünden düşen bir damla yaşın çenesinden dökülüşünü izledim. Bunu izlemek bir dost için dünyanın en kötü manzaralarından biri olabilirdi. Elimi uzatıp göz yaşını silmek istesem de içini boşaltmasına izin vererek ses etmedim. Ben ağlamayı bırakalı çok olmuştu lakin onun sızısı henüz geçmemişti. Benden sonra yaşadığı için ayrılığı belki de böyleydi, belki de onlar gerçekten sevgili olup ayrıldıkları içindi.

Nakaratı tekrar ederken göz yaşları hızlandı ve sesi çatladı. Birasından büyük bir yudum alırken şarkı yerini yeni bir şarkıya bıraktı. Gözlerini silip camdan dışarıya baktığında doğrulmadan birayı aldım ve birkaç yudum içtim. Umut, günaha davetiyeydi. Emre de Mersa için günaha davetiyeydi. Bizim günahlarımızdan temizlenecek insanlara ihtiyacımız vardı. Yahut günaha girip pişman olmayacağımız.

"Gitsek ya buralardan iki gözüm. Bıraksak ya her şeyi. İzimizi bıraka bıraka yaksak ya geldikleri yolları." dedi ağlamaktan kırılmış ses tonuyla. Doğrulup biramı camın pervazına koydum ve gözlerime bakmadan kar yağışını izleyen Mersa'ya baktım. Zoraki yutkunuşumun ardından yeniden akmaya her daim hazır olan yaşlarını izledim.

"Şu kar taneleri gibi olsak ya. Tek olsak, düşsek yeryüzüne. Eriyip gitsek, bir daha yeniden sevmemek üzere." Mersa, güçlü bir kızdı. Onun gücü hayatımda tanıdığım kimsede yoktu. Örnek aldığım tek insandı. Gücünden güven aldığım tek insan. O bile patlak veriyorsa benim de ağlamam gerekmez miydi? Güçlü kadınlar ağlardı belki de, ben onlardan olamadım.

"Elimde olsa söker alırdım o yolları önünden. Kendimle kapatırdım yolları sana ulaşamasın diye. Ama dünya o kadar kötü bir yer ki hiçbir şeyi bizim elimize bırakmıyor." dedim çatlamaya yüz tutmuş sesimle. Başını onay verir şekilde sallayıp kollarını belime doladı ve kafasını omzuma koydu. Kollarımda göz yaşı dökmesi içimi acıtırken dişlerimi sıktım. Emre'yi öldürmek istiyordum. Yaşamaya hakkı yoktu. Benim kardeşimi bu hale getirmeye hakkı yoktu.

   Bir süre daha o pozisyonda biralarımızı içerken telefonum çaldı. Mersa ile birbirimize bakıp ardından bakışlarımızı telefona çevirdik. Kamer arıyordu.

  Telefonu elime alıp Mersa'ya izin ister gibi bir bakış attım. Onunla ilgileniyor olmasam direkt açardım ama bana gönül koymasını istemezdim. Onay verir şekilde başını salladığında gönül rahatlığıyla açtım telefonu.

"Efendim, Kamer? Sence de saat çok geç olmadı mı?" dedim iğneleyici ses tonuyla. Gecenin üçünde ne için aramış olabilirdi ki? Bu saatte normal insanların bilmem kaçıncı rüyasında olduğunu varsayıyordum.

"Belki şaşıracaksın ama merak ettim. Bu saatte uyumadığını da biliyorum. Barut'un dediğine göre Mersa oradaymış." Kamer, beni merak etmişti. Belki de onunla beraber göründüğüm için kendini sorumlu hissediyordu. Her ikisi de önümde seçenek olsa bile, içimi hoş bir duygu kapladı.

"İyiyiz, evden çıkmadık. Ve evet, sabahlarız sanırım." dedim kendimden emin olmayan bir ses tonuyla. İçki mayıştırıyordu ve her an bir yerde sızıp kalabilirdi Mersa.

"Dikkat edin, yarın öğlen bistroda provamız var. Barut sizi almaya gelecek. Akşama kadar yanımızda duracaksınız, ailelerinize haber verin." Kesinlikle itiraz istemeyen dominant bir konuşma gerçekleştirdi. Karşı çıkmayı çok sevsem de gerçekten tehlikede olup olmadığımızı merak ediyordum. Kendimi düşünmesem de Mersa benim için önemliydi.

"Tehlike devam mı ediyor? Mantıklı bir insan olduğunu düşünüp çözersin diye bir ihtimal yaratmıştım kafamda. O yüzden mi alıyorsunuz yanınıza?" dedim tekrar o iğneleyici ses tonumla. Her ne kadar itici ve soğuk bir tavır sergilesem de hiçbir şeyi açıklamayarak bunu hak ediyordu. Yumuşamam kolay olmayacaktı. Asla.

"Paşa gönlüm öyle istedi çünkü. İyi geceler melodi." dedi ve cevap beklemeksizin kapattı suratıma telefonu. Şaşkınlıkla bitirdiği aramanın etkisinde kalıp telefona bakakalırken telefonu koltuğa attım. Mersa donuk bakışlarını camdan alıp bana çevirirken sorgular bir ifadeyle bakıyordu.

"Çattık ya! Adama bak, paşa gönlü öyle istemiş!" dedim sinirden kudurmuş ses tonumla. Mersa konuşmayı duymuş olacak ki anlattırmadı.

"Tuhaf çocuk ama nedense içimde bir yerlerde sana iyi geleceğine dair sezgiler var." Buruklaşan sesiyle düşünceli hallere büründü. Biten bira kutusunu odadaki çöpe atıp odamdaki banyonun kapısında durdu. "Eğer sana iyi gelecekse, kapını ona arala. Eğer yine aynı şeyleri yaşarsan, bil ki yanındayım." dedi ve ardından lavaboya girdi. Arkasından tebessümle bakarken o olmasa kötü bir halde olacağımı adım gibi iyi biliyordum.

Bir süre sonra tuvaletten çıkıp pijamalarını giyindi. O giyinirken ben de ayarlayıp giyindim ve lavaboya girip dişimi fırçaladım. Ardından odaya döndüğümde yatağa girmiş olduğunu görüp yanına uzandım. Telefonu elime alıp Kamer'in son görülmesine bakma isteğiyle dolup taştım. Çevrimiçi olduğunu görünce istemsiz şekilde dişlerimi sıktım.

"Kiminle konuşuyor ki bu saatte?" Fısıltıyla konuşurken Mersa homurtulu bir ses çıkartıp arkasını döndü. Daha fazla rahatsız etmemek amacıyla uygulamadan çıkıp telefonu kilitledim ve komidinin üzerine koydum. Her ne kadar iyi geceler yazmak istesem de konuştuğu kişinin önemli biri olduğunu var sayarak rahatsız etmek istemedim. Ne kadar doğru ya da sağlıklı bir düşünceydi bilmiyordum ama istemsizce bilinç altım bu fikirle çırpınıyordu.

Sabahın ilk ışıkları üzerimize vururken yatakta Mersa'ya sığınmış bir halde açtım gözlerimi. Boşuna limanım demiyordum ya ona. Kıpırdandığımı hissetmiş olacak ki o da benim gibi gözlerini açtı. Telefona baktığımda hiçte sabah olmadığını fark ettim. Öğlenin ilk ışıkları demeliydim herhalde. Çünkü saat on iki olmuştu bile. Oflayarak ayağı kalktığımda Mersa da ayaklanıp banyoya girdi. İşini halledip çıktığında ben de işimi hallettim ve giyinip eşyalarımızla aşağıya indik.

Hızlıca yaptığımız kahvaltının ardından evde kimse olmadığı için toplayıp mutfağı temiz bıraktık. Araba kornası üzerine ceketlerimizi giyip evden çıktık. Tatili evde oturmak üzere hayal edip dışarıda geçirmek hiç de kötü olmamıştı. Halbuki şu anda hayıflanmam gerekirdi. Kamer'in dediği kadar tuhaftım. Ona hak verdiğime inanamazken Barut'un arabasına bindik. Mersa'nın her ne kadar öne oturmasını istesem de umduğum gibi olmadı. Benimle arkaya oturdu. Ters bakışlarımı gözlerine doğrulturken omuz silkip dışarıya baktı. Barut, arabanın dikiz aynasından Mersa'ya bir bakış attı. Mersa takmayınca göz devirip önüne döndü. Diller lal olmuş, sessizlik hakimdi.

Bistronun önüne vardığımızda bizim inmemizi bekledi. Ardından kendi de arabayı park edip yanımıza geldi ve içeriye beraber girdik. Elektro gitar tellerinin birbirine çarpan sesi tüm bistroyu doldururken sahnede oturan Kamer göründü. Ayarlama yaptığı çok belliydi. Bugünün konsepti rock olmalıydı. Adım seslerimiz üzerine bakışları bize döndü. Elindeki gitarı kenara bırakıp ayağı kalktı.

''Geldiniz.'' dedi yeni uyanmış gibi çıkan ses tonuyla. O da bizim gibi geç mi kalkmıştı? E tabii paşa gönlünü dinlenmeliydi beyefendinin. Yoksa bize nasıl ahkam keserdi(!)

''Geldik.'' Mersa çantasını sahneye yakın masalardan birine bırakıp Kamer'in gitarını eline aldı. Kafasını dağıtmak ister gibi bir tavrı vardı. Barut, Mersa'nın yanına gidip ayarladığı gitarı ve parmaklarını izlemeye başladı. Kulisten çıkan Yaman ve Helin'i gördüğümde el salladım. Helin koşar adım yanıma gelip saçlarımı karıştırdı. Sevme biçimine karşı gülümsememi engelleyememiştim. Kamer, Mersa ve Barut ikilisini yalnız bırakmak ister gibi bar kısmına doğru ilerledi. Peşinden giderken gözlerim Mersa'daydı.

''Ne içersiniz?'' diye sordu Yaman. Kamer ve bana ithafen sormuştu. Helin'in ne içeceğinden emin gibiydi. ''Limonlu soda.'' dedim rica eder bir ses tonuyla. Barda illaki içki içecek halim yoktu ya? Sonuçta bistroydu burası. ''Ben daha uyanamadım kardeşim, kahve olsun.'' dedi Kamer eliyle başını sıvazlarken. Uyudu uyuyacak bir hali vardı. Ses etmedim. Yaman'ın bar kısmından sorumlu barmaidi çağırışını izledim.

''Zeynep, bize iki kahve. Kızlara da bir limonlu bir de elmalı soda.'' dedi adının Zeynep olduğunu öğrendiğim kıza. Kız bakışlarını Kamer'den çekememişti bu sırada. Bunun üzerine istemsiz bir şekilde kaşlarım çatıldı. Hayranlık içeren bakışları bir kez olsun Kamer'den ayrılmamıştı. Kamer ise bu bakışların farkında bile olamayacak kadar yorgun görünüyordu. Hayır, fiziksel bir yorgunluk değildi bu. Sanki ruhu yorulmuştu.

''Hey, Zeynep!'' dedi Helin iki parmağını Zeynep'in gözlerinin önünde oynatırken. Zeynep kendine gelip masum bir utançla gözlerini kaçırdı. ''Tabii, hemen getiriyorum.'' Arkasına bakmadan aceleci bir şekilde içeriye gitti. Ardından yanlış yere gittiğini fark edip bar kısmındaki kapıya ulaştı. Gözlerimi kaçırıp Kamer'e bakarken insanların üzerindeki etkisini daha iyi anlayabilmiştim. Hayran kalınmayacak gibi değildi sahiden. Zeynep tekrar gelip elindeki tepsiden kahveleri önlerine koydu. Ardından bizim sodalarımızı da verip içeriye gitti. ''Limonlu sodayı nasıl içiyorsun? Limondan nefret ederim.'' dedi Helin elmalı sodasını yudumlarken yüzünü ekşitmişti.

''Limonu severim.'' Omuz silkip limonlu sodamı içerken Helin iğrenir gibi bakıyordu. Limon sevmediğini bilmem iyi olmuştu. Zıt olsak da iyi anlaşabileceğimizi umut ediyordum. Kamer'in yorgun halleri benim de üzerime bulut gibi çökerken bakışları beni buldu.

''Paşa gönlün mü bu yorulan?'' dedim imalı ses tonumla. Helin de bakışlarını Kamer'e çevirmiş meraklı gözlerle konuşmayı izliyordu. Yaman ilgisini çekmek adına topuz yaptığı saçlarını çekince arkasını bile dönmeden Yaman'ın eline vurdu. ''Uykumu alamadım.'' Kamer, kahvesinden bir yudum alırken sertçe yutkundu. Gözlerim adem elmasına kaymak için direnirken zorlukla bakışlarımı gözlerine diktim. Ne tarafına baksam yanmıyor muydum zaten?

''Sahne alacaksın, bu senin için sorun olmaz mı?'' Ses tonum ilgili çıktı istemsizce. Saklamam gereken bir olay da yaşamıyordum zaten. Biz arkadaştık. Birbirine yabancı iki arkadaş nasıl olursa öyleydik işte. ''Bu benim için sorun olmaz.'' dedi durmaksızın içtiği kahvesine bakarak. Onun için sorun olmayacaksa, benim için de sorun olmazdı.

''Sahneyi izlemek için kalacak mısınız?'' diye sordu Helin, meraklı bakışlarıyla bana bakarken. Yaman, Helin'in omzuna çenesini yaslamış telefonuyla ilgileniyordu. Helin'in bakışları bir telefona, bir de bizden tarafa kayıyordu. Kıskanç bir yapıda olabilir miydi? ''Sanmıyorum.'' dedim mutsuz bir ses tonuyla. Sabahtan akşama kadar dışarıda olmam kendim için büyük bir sıkıntı yaratırdı. Mersa ya da ben ailemizin gözüne batmak istemiyorduk bu konuda. Tamam, üniversiteliler sürekli gezer diye bir anlayış vardı fakat ailelerimizle yaşıyorduk. Başka illerde değildik. Ki metropol bir ilde de olsa bir çok kişi tarafından rahatsız edilebiliyorduk gençler olarak. Sıkıntılar çoktu ve maalesef çözüm yolu bulmak için ne kadar çabalıyor da olsak sesimizi duyan yoktu.

''Hadi ama, kalın ne olacak ki? Kuliste tek canım sıkılıyor benim.'' Israrcı bir hale bürünüp Kamer'e baktı. Yardım ister gibi bir düşüncesi olduğunun farkındaydım lakin Kamer'in paşa gönlü şu an için hiç de umurumda değildi. ''Boşuna yardım dilenme, ailelerimiz sürekli dışarıda olmamızı sorun etmeyecek aileler değiller. Eve gitmeliyiz.'' dedim itiraz istemez bir şekilde. Yüzünü asıp sodasına geri dönerken son bir kez Kamer'e baktı. ''Konu aile olunca zorbalık yapamıyorum.'' dedi omuz silkip. En azından üstelemedi diye düşünerek rahat bir nefes aldım.

İstemeye istemeye Mersa ile evlerimize geçerken aklım Kamer'de kalmıştı. Sesini dinlemeyi çok sevmiştim ve tekrar dinlemek çok iyi olabilirdi. Ama akşam yemeğine katılıp ailem ile zaman geçirmem de gerekiyordu. Belki birkaç gün sonra tekrar sahne alırlarsa gidebilirdim. Mersa da belki kafasını toparlardı o zamana kadar.

Direkt sofraya geçiş yaptığımızda anne ve babamın birbirlerine yardım ister gibi baktıklarını fark ettim. Bir şey diyecek ama birbirlerine postalıyor gibiydiler. Beste'ye kaş göz yaptığımda omuz silkti. Onun da haberi yoksa gerçekten isteyecekleri şey reddedeceğim bir şey olmalıydı.

''Ne diyecekseniz söyleseniz artık?'' dedim bıkkın bir ses tonuyla. Söyleyecekleri şeyden dolayı tedirgin olsam da dillerinin altındaki baklayı çıkarsalar rahat rahat yemek yesek daha iyi olurdu. Babam anneme baktığında annem tekrar babama bakıp boğazını temizledi.

''Yarın babanla ikimiz de geç saatlere kadar şirkette olacağız. Beste teyzesiyle kalacak. Dedenin kontrolleri var. Bizim hatırımız için yarın sen onu götürebilir misin?'' dedi çaresiz bir ses tonuyla. Reddedeceğimden emin oldukları için olsa gerek ikisi de mahçup bakışlarını yüzümde gezdiriyordu. Her ne kadar istemesem de benden başka çareleri olmadığını da biliyordum. Ailemi zor durumda bırakmak isteyeceğim son şey bile değildi. Onları şaşırtacak bir hamlede bulundum. ''Tamam, ben götürürüm.'' Cümlenin ağzımdan çıktığına kendim dahi inanamadım. Anne ve babam şaşkınlıkla bana bakarlarken küçük bir tebessümde bulundum. Babam yanıma gelip bana sarıldığında karşılık verdim. Başımın üstünü öptü ve kulağıma eğildi. ''Teşekkür ederim, bunu yapman benim için çok değerli.'' dedi yerine tekrar geçeceği sırada. Dudaklarımı oynatıp önemi olmadığını söyleyince mutlu bir şekilde yemeğine döndü.

Uyku zamanı Beste ile odasına gittim. Bugün de onunla ilgilenip masalın devamını anlatmam lazımdı. Arkadaşımla uyuyup onunla uyumamam onu kırmışa benziyordu. Yatağına uzandığında yanına uzanıp saçlarıyla oynadım. ''Masalın devamını getirecek misin?'' dedi uyku bulaşmış ses tonuyla. Başımı sallayıp saçlarıyla oynamaya devam ettim. Öksürüp boğazımı temizledim ve masala devam ettim.

''O günden sonra buz mavisi yabancı, kızı takip etmeye başlamış. Soğuk kış şartları geçmek bilmiyormuş. O olay üzerine küçük kız yaramazlık yapmamaya başlamış. Bir gün ormanın içinde dolaşırken buz mavisi yabancı karşısına çıkmış. Takip edildiğinin farkında olmayan küçük kız, telaşa kapılmış. Etrafına bakınıp koca ormanda tek olduklarını fark edince geri geri gitmeye başlamış. O geri gittikçe buz mavisi yabancı üzerine geliyormuş. Küçük kız, ağaca çarpıp düşmek üzereyken buz mavisi yabancı onu tutmuş. Bir nevi tekrardan kurtarmış hayatını. Küçük kız teşekkür edip aralarındaki mesafeyi aşmaya çalışmış. Lakin buz mavisi yabancı o mesafeyi kapatmak için elinden geleni yapıyormuş.'' dedim uydurduklarıma kendim bile inanamazken. Beste küçük ağzını kocaman açmış şaşkınlıkla masalı dinliyordu. Bu kadar meraklı ve heyecanlı oluşunu çocukluğuna verdim. Genelde her masalın sonunu kendisi getirir ve okurken sıkılırdı ama bunun hakkında sadece yorum yapabiliyordu. O da benim gibi sonunu bilmiyordu bu masalın.

''Israrcı bir adammış, buz mavisi yabancı. Belki de küçük kıza aşık olmuştur abla?'' dedi meraklı bir ifade ile. Getirdiği yorumlar küçük bir çocuğa göre olgunca olsa da kaç yıldır aynı evde olduğumuz için alışmıştım bu hallerine. Yaşla ilgisi de yoktu bu olgunluğun, mantığı çabuk kurabilen insanlar vardı küçük yaşta. Yahut çok büyük insanlar çocukluk yapabiliyordu.

''Israrcı bir adam olduğu kesin kuzum ama diğer sorunu yanıtsız bırakacağım. Çünkü ben de bilmiyorum. O gün beraber eve doğru yürümüşler. Küçük kız uzaklaşamayacaklarını anlayınca çaba harcamayı bırakmış. Buz mavisi yabancıya birkaç imada bulunmuş, kendini takip ettiği hakkında. Buz mavisi yabancı imaları görmezden gelip asla kabul etmemiş. Her ne kadar gerçeği biliyor olsa da küçük kız, sesini çıkartmadan gününü güzel geçirmeye çalışmış. Onu evine bırakan buz mavisi yabancı kendi evine gitmeden önce kızın evinin önünde biraz beklemiş. Güvenli olduğuna karar verip gitmiş kendi evine. Günler geçtikçe takip etmiş belli etmediğini sanarak. Fakat küçük kız zekiymiş, bu olayın farkındaymış. Yalnızca kendini ele vermesini bekliyormuş.'' Sonlara doğru sesimin fısıltıyla çıkması üzerine Beste'ye baktım. Çoktan uyuyakalmıştı bile. Meraklı hali bile engel olamıyordu uykuya. Haline gülümseyip üstünü örttüm ve saçlarına kondurduğum öpücüğün ardından uyuyakaldım.

***

İnsanlar, hayatta yapmak istemedikleri şeylere çokça maruz kalıyordu. İstenilen şeyleri yapacak durum bazen olmuyordu. Zaman yetmiyordu. Aynı olayın istemediğimiz olaylar üzerine de yansımasını beklerken müsait bir zamana denk gelmesi gerçekten içler acısı oluyordu. Hele bir de rica yahut hatır için yapılan işler can sıkıcı olsa da o insanı mutlu edince ona eşlik etmek güzel oluyordu. Gerçekten... Bir tebessüm için her şey yapılabilirdi bu hayatta. Çünkü o tebessüme kavuşmak yaş geçtikçe zorlaşıyordu.

Arabamla dedemin evinin önüne vardığımda sıkıntıyla ofladım. Önümdeki aynayı açıp şapkamı düzeltip tekrar kapattım. Gelmesini beklemekten ve onu götürmekten başka çarem yoktu. Kahvaltıda babamın yüzünün aldığı şekil bunu gerektiriyordu. Hiç olmadığı kadar mutluydu onunla ilgileneceğim için. Aramızın iyi olmasını her şeyden çok istediğini biliyordum ama bunun düzelmesi için çaba harcamayacağımın da farkındaydı. Yalnızca o mutlu olsun diye üstlendiğim bir sorumluluktu bu.

Yandaki yolcu koltuğunun kapısı açılınca irkildim. Direksiyonu sıkıca kavrarken arabaya binmesini bekledim. Kapının kapanma sesiyle yan tarafıma bakma ihtiyacı duydum. Çökmüştü. Hastalık onu yıpratmışa benziyordu.

''Selam.'' dedim arabayı çalıştırırken. Bakışlarımı ondan kaçırıp yola diktim. Emniyet kemerini bağladı. ''Selam.''

Radyodan hafif tonda bir müzik açıp hızlandırdım arabayı. Ne kadar hızlı gidersek işimiz de o kadar hızlı hallolurdu. Daha erken kurtulurdum elinden. Beste ile ilgili sorularını beklerken elindeki evraklarla ilgilenmesi şaşırmama sebep oldu. ''Onlar ne?'' diye bir soru döküldü dudaklarımdan. Merak etmek istemiyordum ama vicdanım beni rahat bırakmıyordu. Halinin ne kadar kötü olduğunu ve daha da ileriye gideceğini biliyordum. Ona üzülmekten çok, babamın üzülmesinden korkuyordum. Babaannemi ben küçük yaştayken kaybetmiştik ve o zamanki yıkımını unutamıyordum. Babasına annesinden daha düşkün olduğu halde birkaç yıl kendine gelememişti. Şu an kötü durumda olan babasıyken ne kadar kendini yıpratacağını düşünemiyordum. Böyle bir olay yaşamasını istemesem de önüne geçmemin bir imkanı yoktu. Anca böyle onun için ilgilenerek destek olabilirdim. Yahut da sarılarak.

''Doktorun verdiği evraklar. Kontrolden sonra yenileriyle karşılaştırsın diye getirdim.'' Anlayışla başımı salladığım sırada çoktan hastaneye varmıştık. Otoparka giriş yapıp arabayı park etmemin ardından arabadan indik. Birlikte hastahaneye giriş yaptık. Doktorun muayene etmesini beklerken dışarıda oturmak zorunda kaldım. Kontrol yapmaları bir saat kadar sürecekti ve içeride kimseyi istemiyorlardı. Telefonumu elime alıp babama haber verdikten sonra oturduğum yerde bacaklarımı sallamaya başladım. Yan yana iki tane oda vardı ve ikisi de kalp hastalıklarıyla ilgiliydi. Karşısındaki koltuklarda beklemek daha mantıklı gelmişti. Belki sıkılırsam arada dışarıya çıkıp gelebilirdim. İçten içe içeriyi merak etmeden de duramıyordum.

Yarım saat geçmesinin ardından adım sesleri koridoru doldurdu. Sesin geldiği yöne doğru başımı çevirdiğimde gelenlerin Kamer ve anneannesi olduğunu görerek şaşırdım. Kamer de beni gördüğünde kaşları çatıldı. Şaşırmışa benziyordu.

''Senin burada ne işin var?'' dedi anneannesini yandaki kapıya yollarken yanıma oturmuştu. Üstüme binen sorumluluğun aynısı onun da üstüne binmişe benziyordu. Tek fark onun belki de bunu kendi isteğiyle yapıyor oluşuydu.

''Dedemi getirdim.'' dedim yanağımın içini ısırırken. Telefonu kucağıma bırakıp ondan tarafa döndüm. ''Biz de sabahtan beri hastanedeyiz. Anneannem şimdi sonuçlarını gösterecek. Doktoruyla konuştum, durumu gittikçe kötüleşiyormuş.'' dedi durgun bir sesle. Destek vermek istercesine elimi omzuna koydum. Çatılı kaşları yumuşarken omzundaki elime baktı. Dudakları yukarı kıvrılır gibi oldu. Ya da ben öyle olmasını istedim, bilemiyorum.

''Dedem için de öyle diyorlar. Kalbi en fazla bir ay daha dayanabilirmiş.'' dedim anne ve babamın mutfakta konuşmalarını duyduğuma göre. Hâlâ beni küçük sanıp bazı kötü şeyleri yanımda konuşmuyorlardı. Her ne kadar durumların içinde olmak istesem de... Anlayışla başını sallarken kapıya doğru baktı. ''Durdurmak için elimizden bir şey gelmiyor değil mi? Şu siktiğimin düzenine uyum sağlamak zorundayız. Ama insan kucağında büyüdüğü insanı kaybetmeyi düşündükçe savunmasızlaşıyor. Belki de bu son kontrolü olacak, bunu bile düşündükçe ruhsuzlaşıyorum.'' dedi ruh halini kelimelere dökerken. Her ne kadar sarılmak istesem de kendimi tutup omzundaki elimi sıkılaştırdım. Söylenecek kelimeler boğazıma dizildi. İki kapı da aynı anda açılınca bakışlarımız kapıya doğru kaydı. Dedem ve anneannesi çıkar çıkmaz etraflarını kontrol ederken göz göze geldiler. Kaşları çatılırken şaşırdıkları her hallerinden belliydi. Bakışları bizi bulduğunda ayaklanıp yanlarına gittik.

''Torunun mu?'' dedi dedem, Kamer'i gösterirken anneannesine. Kadın başını salladığında şaşkınlıkla Kamer'e baktı dedem. Şaşırdığı ve korktuğu bakışları Kamer'i ve beni turlarken birbirimize bakma ihtiyacıyla buz mavisi yabancıya döndüm. Anneannesi gülümseyerek bize bakarken buz mavisi yabancıyla gözlerimiz birbirine bakıp keskinleşti. Bir süre sonra başını tutarak yüzünü buruşturmasıya dedemin kolumu aniden tutması bir oldu.

''Hayır!'' diye bir haykırış döküldü dudaklarından. Neler olduğunu kavramaya çalışırken Kamer'in anlamsız bakışları beni buldu. Burada neler dönüyordu?

Sosyal Medya Hesaplarım:

İnstagram: dilaraoykuyagmur

Twitter: yagmuroykuay

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 39.5K 58
alev:OĞUZ BEN ASIK OLDUM!!! oğuz:YİNE KİME AMK????!! alev:acar'a oğuz: siktir!
25.5M 908K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...
502K 18.6K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...
140K 7.3K 42
Üniversite için herşeyim hazırdı,ailemi bırakmak dışında... Kankam ile ev tuttuk,herşey normaldi, , kapkaça uğramam bile... Sera vardı,Sevda suktanım...