Tombik!

Bởi RahimliFatima

218K 9.6K 2.1K

Değiştim. Değiştik. Hayatın bunu yaptığını söyleyemem. Çünkü değişmek için çabaladık. 4 yıl. Fazla değil mi... Xem Thêm

2.Bölüm.
3.Bölüm.
4.Bölüm.
5.Bölüm.
6.Bölüm.
7.Bölüm.
8.Bölüm.
9.Bölüm.
10.Bölüm.
11.Bölüm.
12.Bölüm.
13.Bölüm.
14.Bölüm.
15.Bölüm.
16.Bölüm.
17.Bölüm.
18.Bölüm.
19.Bölüm.
20.Bölüm.
21.Bölüm.
22.Bölüm.
23.Bölüm.
Final.
Tombik! (Oyuncular.)

1.Bölüm.

28.9K 763 473
Bởi RahimliFatima

Masal Esin Andaç:

Utku Saraçoğlu:

Cihan Ferruh:

Güneş Armağan:

Melisa Arzum:

Alkım Erdem:

Anıl Kulaç:

Akad Özer:

Sinan Işık:

Uraz Uyanık:

Hayat Akpınar:

"Hey! Şişman kız! Ödevlerimi yaparsın değil mi?"

"Şişman, çekil arabamın önünden!"

"Şişman kız, bana kahve alsana."

"Şişman, biraz kilo vermeyi dene sınıfa sığmayacaksın sonra."

"Hey! Şişmanlık nasıl gidiyor?"

Şişmanlık.

Eziklik.

Zayıflık.

Çaresizlik.

Umutsuzluk.

Öfke.

Nefret.

Ve Olmayan Adalet.

Sanırım hayatım bu kavramların karışımından oluşan bir yaşantıydı, adil olmayan bir yaşantı.

Adaletin var olmadığı bir dünya ve herkes adaletin arayışında.

Peki, adalet tam olarak nedir?

Adalet gerçekten var mı?

Belki de adalet vardı da biz göremiyorduk, göremeyeceğimiz kadar görünmez bir adaletti bu. Hayat adil değildi, çoğu insana adil davranmazdı, bana da davranmamıştı zaten. Liseye başladığım ilk gün hayatımın en güzel zamanının başlangıcı olduğunu düşünüyordum. Tabii bu düşüncem uzun sürmemişti ki, okula attığım ilk adımda aslında cehennemin ta kendisinin bu okul olacağını bana çok güzel göstermişti o süslü şeyler. Ortaokulda aklımın ucundan bile geçmeyecek şeyleri bu okul bana yaşatmıştı. Zor muydu? Hem de fazlasıyla. Acı mıydı? Kalbimin kırıklarının her sızısını hissedecek kadar. Gördüğüm zorbalık sonucu bir isim bile takınmıştı bana.

Ezik.

Bana mı dedim ben? Ah, pardon! Benim gibilere...

Güneş, Melisa, Hatice, Hacer, Aişe, Afet, Destegül, Mehpare, Aylin, Nilüfer, Aktan ve bir sürü daha ismini bilmediğim herkesin 'Ezik' diye seslendiği öğrenciler vardı okulda. Biz ezikler, onlar ise ezikleyen şahıslar oluyordular bu konumda. Kısaca ezikleniyorduk yahut buna kendimiz izin veriyorduk. Kimisi gözlük kullandığından, kimisi kekelediğinden, kimisi inek olduğundan, kimisi fazla cılız, kimisi de şişman olduğu için ezikleniyordu. Hedef aldıkları ilk şey zihinsel zayıflığımız, özgüvensizliğimiz ikincisi ise görüntümüzde olan, çevrenin kusur olarak algıladığı noksanlarımızdı. Herkeste bir eksiklik, kusur aranıyordu yani.

Kusur.

Ne garip değil mi? Sanki kusursuz insan varmış gibi. Sanki kendileri mükemmelmiş gibi. Tanrının yarattığı bu evrende tek bir kusursuz varlık bulunmazken bu cahillik, bu hodkâmlık da nereden geliyordu? İnsanlar ne zaman bu kadar karaktersiz bir yaratışa çevrildiler anlamıyordum, anlamak ta istemiyordum zaten.

Ben bu okulda şişman olanların kategorisine dahildim ama bu benim pek de umurumda değildi gerçi. Çünkü ben her kötülükte bir iyilik aradığım için, yaşadığım bu olayların sonucu başıma gelen en güzel şeyin de o olduğunu düşünüyordum. O okula tek bir kişi için katlandığım danılmaz bir hakikatti.

Utku için.

Utku.

Utku Saraçoğlu.

O benim ilk aşkım, ilk sevgim, ilk hoşlandığım kısaca ilkim diye kılıflandırdığım saçmalıklardan biri değildi tabii ki. Sahi, ilk aşk mı kaldı bu devirde? İlki çıkarırsak aşk kaldı mı? Hani yapmacık insanların sahteliklerine takındıkları kılıftan bahsediyorum, gül bahçesinde papatya arama umudundan. Bana göre aşk dedikleri o mükemmel şey, kalbini başkasının merhametine teslim etmekti ve ben de öyle yapmıştım. Benim için o sadece, yıllar sonra hoşlandığım bir kişiydi o kadar. Tozpembe hayallerimi süslediğim insanoğluydu o. Hayallerimin hayat bulmuş hâli, sevgi diye donattığım bütün güzelliklerin özü, temel parçasıydı. İçin ısınırken ellerinin soğuması gibi bir güzellikti. Hiçbir sebep yokken bir sebepten bağımsız yaşam gücüm olmuştu o. Bunun altında bana iyi davranması yatıyordu belki de. Benim onu bu şekillere sokmamın tek nedeni buydu muhtemelen. Tavırları bana özelmiş gibi hissettirmesi veyahut ruhuma dokunmayı başaran biri olduğunu sanmam, her neyse.

Sevgi.

İnsanların öğrenmekte ısrar ettiği mükemmellik. Sanırım ben bunu bir başkasına beslenmenin nasıl bir his olduğunu onun sayesinde öğrenmiştim.

Onunla ilk kez Asi tarafından eziklenirken karşılaşmıştık. Asi beni ittiğinden yere düşmüştüm o sırada Utku hızır gibi yetişip beni ayağa kaldırmış, Asi'yi itmişti. Asıl o zaman bir kahraman olmuştu gözümde. Sert yüz çizgileri ile o Mavi Göknar ağacının yaprağı gibi olan mavimsi yeşil gri gözlerindeki ılık bakışlar hayatın, beni savunan bu çocuğa doğru ilk fırlatışı olmuştu.

Daha sonraları nerede beni görse gülümser, bana 'Nasılsın? ', 'Ne yapıyorsun?' gibi sorular sorar, ilgilenir gibi davranırdı. Bana o bembeyaz ince dişler ile tatlı, kalbimi ısıtan gülüşünü göndermeyi de ihmal etmezdi. Tabii, o zamanlar ben 'Leyla' olduğumdan onun söylediklerini bir kulağımdan alır, diğerinden çıkarırdım. Sadece o güzel yüzü, gözleri, burnu, dudaklarını seyrederdim.

Harbi yakışıklı çocuktu, hatta bayağı bayağı yakışıklıydı. Dağınık gür karmaşık kahverengi saçları, Güneş vurdukça açık bir tona ulaşan mavimsi yeşil gri karışımı zeytin çekirdeğini yansıtan gözleri, uzun simsiyah kirpikleri, sert ama bir o kadar bana tatlı gelen yüz çizgilerine sahipti. Bembeyaz teninde sanki başka hiçbir renk yakışmazmış gibi bir hükmü vardı. Onun bu güzelliği eşsiz bir görüntü resmediyordu gözlerime. Utancımdan fazla göz teması bile kuramaz, izleyemezdim onu. Utanırdım, bunu asla önleyemezdim. Çünkü ben bir o kadar da kapanık ve korkaktım da. Okulda Utku'dan hoşlanan bir sürü kız vardı ve ben en çok ta onların hedefi olmaktan korkuyordum. Başım yeterince belada iken daha fazla bela almaktan korkuyordum ama korksam bile onu sevmekten çekinmemiştim. Kalbimle başa çıkmak zordu bir hayli. Kısa bir süre sonra içimdeki sevgi boyutu zapt edilemez hâle gelmiş, olası bir ihtimal o da benden hoşlanıyor olabilirdi diye düşünmeme yol açmıştı. Dünyayı yaşatan ama yaşamayan o güzel hissin onun bana karşı besliyor oluşu düşüncesi mantığımı çürütmüştü.

Hayalimdeki beyaz atlı prensin serseri hâliydi Utku. Kötü biri olmayacak kadar iyi biriydi üstelik. Bana diğerlerine davranışından daha özel yanaşırdı ki, bu da kızların onun benden hoşlandığını zannetmelerini sağlamıştı. Başlıca benim de.

Ne sandınız eziklerinde toplandığı bir grup var tabii. O grupta: Güneş, Melisa ve ben vardım.

Bir de Derya vardı. Ama o inek öğrenci olduğundan bahçeye çıkmaz, sınıftan ayrılmazdı bile. Ne imiş efendim derslere yetişemezmiş. Görende âlim olacak sanardı da, sınıfı bile geçemedi. Ona çok değil de öz çalışmanın önemli olduğunu hep söylerdim de, beni dinleyen kim.

Bir şişman, bir cılız ve bir gözlüklü.

Üç sivilceli kız. Bakım nedir bilmeyen üç kız.

Belki de 3 aşırı salak, saf kız. Gözlemlemek konusunda bereciksiz 3 kız. En doğrusu ise ilgini aşkla karıştıran 3 kız...

Utku'nun bana âşık olduğunu sanmak mı? Gerçekten çok aptalmışım! Tabii ki, böyle zannetmelerine, zannetmeme sebebiyet onun hareketleri vermişti. Uzaktan bana göz kırpar, güler, sırıtır ve bana âşık olduğunu düşünmeme sebebiyet veren bir sürü hareket sergilerdi.

Ben de aptal gibi beni sevdiğini düşünerek gülümserdim kendi kendime.

Aptaldım işte!

Bana 'Tombik' demesi bile hoşuma giderdi.

Salak!

Kendimi çok mu tatlı hissediyordum ne?!

Güneş'le Melisa'yı bile kendime benzetmiştim.

3A : Âşık, Aptal, Ahmak olmuştuk.

Güneş Anıl'dan, Melisa da Akad'dan hoşlanıyordu.

Her şeyin imkânsız olduğunu hayat çok geç olmadan çakmıştı suratımıza.

Hâlâ yaptığım aptallıktan utanıyordum ve unutamıyordum.

Acı veriyordu, hâlâ veriyor.

O kadar küçük düşmüştüm ki, kendimi göremiyordum bile.

O gün hayatımın mahvolduğunu düşündüğüm o günün akşamı kaçmıştım, annem ve babamla birlikte kaçmıştım oradan.

Kendimle birlikte uçuruma götürdüğüm kızları da almıştım yanıma.

4 yıl, tam tamına 4 yıl geçmişti ve hiçbir şey eskisi gibi değildi ve olmayacaktı.

Hayat hepimizi değiştirmişti ya da kendi kendimizi değiştirmiştik. Onlar intikam için geri dönerken, ben sadece onlara destek amacıyla oraya gidecektim.

İntikam istemiyordum sanırım. Bunun pek umurumda olduğu da söylenemezdi.

Artık 19 yaşındayım. 4 ay sonra 20 yaşına girecektim. Okulu zaten 4 yıl önce bırakmıştık, en doğrusunu da yapmıştık. Çünkü eğer o okula takılıp kalmış olsaydık şu an kazandığımız uğurlarımıza tekme atmış olacaktık. Belki bu yüzden her kötü olayın beraberinde iyi bir şey getirdiği kanaatindeydim hep.

Şimdi üçümüz de spora tutunmuştuk. Melisa ve Güneş sevdiği spor dalından, bense Utku'nun sevdiği spor dalında ilerliyordum. Utku'dan ziyade kendim bu sporun büyük bir hayranıydım ve boksör olmak benim bir hayalimdi ki, bunu gerçekleştirmiş olmak muhteşem bir histi.

Kick-boks.

"Yeter ya, Masal! Kum torbasında deşik açacaksın neredeyse," dedi Güneş oturduğu sandalyeden kalkarak.

Kum torbasına geçirdiğim yumrukları durdurup, ellerimden destek olarak kum torbasını sabitleyip sertçe yutkunarak keskin bakışlarımı Güneş'in yüzüne çevirdim.

Spor yaparken rahatsız edilmekten hoşlanmazdım. Güneş ve Melisa her zaman inadına bunu yapardılar.

"Bence de yeter. 2 saattir durmadan kum torbasına saldırıyorsun," dedi Melisa isyankâr bir biçimde.

Dişlerimden tutarak boks eldivenimi çıkardım. Oturdukları küçük masada yerime geçtim ağır adımlarla.

Güneş bana su uzatınca, itiraz etmeden hemen elinden kapıp başıma diktim. Fazla hareket ettiğim için vücudumun sıcaklığı beni yakıyordu, nabzımın tüm bedenimde atmasını sağlıyordu. Soğuk su boğazımdan geçerken vücuduma büyük bir ferahlık bırakıyordu ki, bu da rahatlamama imkân yaratmıştı. Gerçekten yorulmuştum anlaşılan. Yerimde yayılarak bacaklarımı iki yana rahatça açıp kafamı geri yasladım sandalyemde.

"Geçmişi unutamamanın verdiği acıyla, tüm gücünle kum torbasına saldırıyorsun. Orada geçmişinle savaşıyorsun aslında. İntikam istemediğini söylesende, istiyorsun. Acısını çıkarmak istiyorsun." dedi spor salonunun kapısına yaslanmış, ellerini göğsünde bağlamış olan Alkım.

Alkım buraya geldikten sonra en iyi arkadaşlarımdan biri olmuştu kuşkusuz. Aynı mahallede oturduğumuz için birbirimizin evine gidiyor ve fazlasıyla birlikte zaman geçiriyorduk. Bizden farklı olarak Alkım görünüşünden hiçbir zaman şikâyetçi olmamıştı. Omuzunun bir tık altında biten hafif dalgalı koyu kahverengi saçları, beyaz esmer karışımı teni, büyük alını, düz ince kaşları, yeşil göz bebekleri, seyrek kısa kirpiklere sahipti. Hepimizden uzun olması da böbürlenmek için bir avantajıydı. O da bizim gibi orta gelirli bir ailenin kızıydı.

İlk zamanlar ben, Güneş, Melisa ve Alkım birlikte çalışıyor, para kazanıp öyle spor okuluna gitmiştik. Tabii ki, ailelerimiz de destek oluyordu. Benim babam ve annem lokanta işletiyor, Alkım'ın ailesinin küçük bir dükkânı vardı.

Güneş'in babası Samsun'da polis, annesi de hemşireydi. Melisa'nın babası da itfaiyeci olduğundan Güneş ve Melisa Bursa'ya tek başına gelerek benimle birlikte yaşıyordular.

Kendimizi sporumuza verip gece gündüz çalışmıştık bu şehirde. Çalışmalarımız da sonuç vermişti.

Melisa taekwondo'da üçüncülük, Alkım kick-boks'ta üçüncülük, benim de kick-boks'ta ikinciliğim vardı. Maalesef Güneş daha voleybol'da bir yer kazanmamıştı. Bunun sebebi belki de fazla azimli olmamasıydı. Tabii ki, bu onun kendi hayatı, kendi kararlarıydı buna karışmazdım ama böyle giderse yeni transfer olduğumuz Spor Akademisinden atılacaktı.

Dalgın bir biçimde gözlerim masanın üzerine rastgele koyduğum boks eldivenlerime kaydı. Sanırım Alkım haklıydı, ben bu eldivenleri takarak geçmişimi hatırlıyorum. Karşımdaki rakibime benimle savaşan geçmişim olduğunu düşünerek saldırıyordum ve kazanmamın sebebi de buydu.

"Konuştu yine, bayan zekâ fışkırtısı!" alayla dolu sesle Güneş.

Bu dediğine hafif gülerek su şişesini tekrar başıma diktim. Güneş'in Alkım'a zekâ fışkırtısı demesinin asıl nedeni Alkım durup durup bir anda mantıklı cümleler kurmasından dolayıydı.

"Ben zekâ fışkırtısı değilim, sen sadece geri zekâlısın." dedi ellerini çözüp yanımıza gelerek.

Güneş, onun taklidini yaparken Melisa yandan şaplak geçirdi Güneş'in kafasına.

"Büyüklerinle saygılı ol lan!"

Alkım Melisa'ya elini uzatınca birbirine çırptılar sanki büyük bir iş başarmış gibi gururla. Güneş, kafasını ovuşturup ters ters Melisa'ya bakmayı sürdürüyordu.

"Eee yarın gidiyor muyuz?" Alkım'ın meraklı sorusuna karşı hafif titredi göz bebeklerim. Gözlerimi kapatıp derin bir iç çektim, bu benim için ağır olacaktı muhtemelen.

"Evet! Bedellerini ödeme zamanı geldi!" dedi keskin bir o kadar emin tavırla Melisa. Hâlâ kinlerinin sönmemiş daha çok alev aldığını belli edercesine. Güneş'te kafasını sallayıp onayladı pis pis gülerek. Ben ise sadece yutkundum. Onu yeniden görecek miydim acaba?

Okuldan ayrıldıktan sonra bir tek Derya ile iletişimde olmuştuk. Okullar kapanınca Derya'dan Anıl ve Akad'ın nereye kabul edildiklerini sormuştuk ve tahminimiz doğru çıkmıştı, bizim transfer olacağımız Spor Akademisinde okuyordular. Daha doğrusu 2 yıl önce oraya girmiştiler. Bunu da ben Utku'yla konuştuğum zamanlar bana söylemişti. Spor Akademisine girmek en büyük hayallerindenmiş. Bu yüzden Spor Okuluna gideceklerini iyi biliyordum.

2 yıl aynı şehirde olmamıza rağmen bir kez bile rastlamadık birbirimize. Ne garip değil mi?

4 yıl sonra onu görmek acıtacak mıydı canımı?

"Hiç geçmedi ki, içindeki acı."

Dedi, içimden bir ses. Evet, doğru demişti. Ne kadar acıtabilirdi ki daha?

"Haydi Derya'yı arayalım, yarın büyük gün olduğunu bilsin." dedi sevinçle düşüncelerimden beni kurtaran Güneş. Gülümseyip telefonu çıkardım arka cebimden. Derya'nın numarasına tıklayıp aradım. Hoparlöre koyup bekledik.

Telefon açılır açılmaz Güneş'le Melisa atlayıp, "Selam, beybuş! Öldük hasretinden, her gün hayalinle sevişiyoruz seksi bebeğimiz bizim!" diye böğürdüler.

Gerçekten sesleri iğrenç çıkmıştı. Bu hâllerine gülerken telefondan,

"Merhaba sanırım Derya'yı aradınız. Ben Derya'nın nişanlısı Araf. O şimdi lavaboya gitti gelir birazdan. Hatta geldi bile. Bir dakika."

Deyince, Alkım'la ben kahkahanı patlattık.

Güneş'le Melisa renkten renge girerken gözlerimden gelen yaşları sildim. Bu rezilliği de yaptılar ya, pes. Güneş'le Melisa her zaman rezil olmanın bir yolunu bulurlardı. En kötüsü beni de kendileriyle birlikte rezil ederdiler.

Pantolonlarının yolda patlamasını mı söyleyeyim, lunaparkta birbirlerine tekme atarken attıkları tekmelerden birini bir erkeğin malum yerine temes etmesinden mi söyleyeyim, bilemedim.

Rezillik çıkarmada sınır tanımazdı bu arkadaşlar. Telefondan Derya'nın sesi gelince ona döndük.

"Kızlar, ne söylediniz de Araf böyle gülüyor? Masal, doğru söyle her zaman söyledikleri rezil şeyleri söylediler değil mi?"

Gülüp, "Aynen tatlım, hatta bu kez daha ileri gidip 'Her gün hayalinle sevişiyoruz seksi bebeğimiz!' dediler," dedim sırıtarak.

"Allah sizi kahretmesin di' mi? Araf'ın yüzüne nasıl bakacağım ben şimdi!"

"Günah sende, kızım. Bize ne sinirleniyorsun ya?! Bizi biliyorsun neden telefonunu kendinle götürmedin?!" dedi kendini haklı çıkarmaya çalışan Melisa.

"Buraya gelince sizin arayacağınızı nereden bileyim? Müneccim miyim ben?! Zaten şimdi gelmiştik. Rezil rüsvâ ettiniz beni!"

Güneş sırıtarak telefona yaklaşıp, "Derya, ne o Araf çok mu yakışıklı? Çocuğu görünce restorana girer girmez lavaboya gitmişsin. Çişin oraya mı kaldı kız? Evde gitseydin ya," dedi alayla.

Alkım onaylamaz bakışlarını Güneş'e gönderip, "Terbiyesiz," dedi gözlerini kısarak.

Melisa hayvan gibi gülerken, bir kez daha bunların benim arkadaşlarım olduğundan şüphe ettim.

"Lütfen, biri ona vursun."

Melisa hızla Güneş'in kafasına şaplak geçirip, "Görev tamamdır, kanka." dedi sırıtarak.

Güneş, yine kafasını ovup "Şaplak keçisi miyim ben? Gelen giden kafama vuruyor ya! Sarı yelloz," dedi sinirle Melisa'ya.

Bu kez ben araya girip "Neyse, Derya. Seni rahatsız etmeyelim. Araf'la sana mutluluklar. İnşallah düğününe davet edersin artık," dedim gülümseyerek.

"Tabii, canım. Davet etsem bir tek seni davet ederim, hayatım. Onları davet etsem düğünümde bile rezillik çıkarırlar."

"Üzdün, Deryuş." dedi ağlamaklı bir şekilde Güneş.

"Ayıp ediyorsun, Derya, en fazla masaların üstünde göbek dansı yaparız falan," dedi Melisa sanki bu bir sorun değilmiş gibi büyük bir ciddiyetle.

"Ben de zaten o en fazladan korkuyorum, Melisa. Neyse, haydi öptüm."

"Hoşça kal," dedik hep beraber.

Telefonu kapatıp masaya koydum. Alkım masadan kalkıp,

"Haydi o zaman, o koca popolarınızı kaldırın da gidip yarın için hazırlanalım. Masal, sen de git duş al. Bekliyoruz seni dışarda. Ha, unutmadan, gideceğimiz spor okulu yatılı okul."

Ayağa kalkıp duş kabinine doğru yavaş adımlarla giderken söyledikleri dank etti kafama. Adımlarımı durdurup, omuzumun üstünden arkaya bakarak kaşlarımı kaldırdım, "Yatılı mı?" dedim şaşkınca.

"Evet. Dua edin, aynı odaya paylaşma şansımız olsun."

Kafamı sallayıp üzerimi değiştirmek ve duş almak için aralarından ayrıldım.

Sanırım gideceğimiz ilk yatılı okul olduğu için bayağı heyecanlıydılar. Peki, ya ben? Öyle miydim? Bu heyecan farklı okula gittiğim için miydi yoksa onu göreceğim için mi? 4 yıl geçmişti ve ben hâlâ onu unutamamıştım. Bu benim salaklığımdan değildi, eğer zihnimi silmek elimde olsaydı kuşkusuz bunu hiç düşünmeden yapardım ama şu an onu unutmak için kendimi öldürmekten başka çarem yoktu.

Ölüm.

Bilinmezliğin oluşturduğu korkutucu olayı benim için belirsiz bir boyuta göç edişten ziyade hayatıma bir başkasını almayacak sadece kendime yetmekteydi. Muhtemelen ben şu an bir katildim. Masal'ı öldürmüş Esin'i yaratmış olan bir katil. Belki de ikisi ile de huzurlu bir şekilde yaşayan biri. Onu bana hayat ispat edecekti. Ben gerçekten Masal'ın katili olmuş muydum?

Bunu çok kısa sürede öğrenecektim elbet.

---------

Taksicinin arabayı durdurması sonucu vardığımızı anlayarak omuzumda uyuklayan Güneş'i dürttüm. Gömleğime akıttığı salyası yüzünden yüzümü buruşturup kafasına vurdum. Ani gelen hafif darbe ile gözlerini açıp burnunu çekerek etrafına baktı, "Neredeyiz?" dedi mayhoş bir biçimde. Göz devirip onunla ilgilenmesi için Melisa'ya teslim ederken çantamdan taksicinin ücretini çıkardım. Arabadan inip, şoförün bavullarımızı önümüze getirmesini beklerken demir kapının arkasında olan kocaman okul binasında gözlerimi gezdirdim. Normal bir okuldan fazlasıyla büyük duruyordu.

Derin bir nefes alıp önümde olan bavullarımızı sürükleyerek okulun kapısından içeri geçtik.

Gerçekten çok ama çok geniş bir bahçesi vardı okulun. Bir ormanı sığdıracak, kayıp düşmek mümkün olacak kadar büyüktü. Her bölümün farklı binası mevcuttu gördüğüm üzere. Bu da aslında okulun inşaatında hiçbir masraftan kaçınmalarının bariz numûnesiydi.

Okulun diğer binalarına göre kapının karşısında, kısaca esas binasının önünde daha fazla insan vardı bu, aslında erkeklerin gözlerine kestirmek için yeni av bulması, kızların da gelecek yenileri rencide etmek için toplanmasından başka bir sebepten ötürü değildi. Biz ilerlerken bakışların yavaş yavaş bize dönmesini fark ediyordum. Şu an hepimiz bazıların hedefi olmuş, bazılarının hiç umurunda bile değildik.

Karşıda bir bankta toplanarak oturan grubu görünce duraksadım ve benim duraksamam kızların da duraksamasına neden oldu. Sanırım okula attığım adımdan bu yana gözlerimin aradığı surat buydu.

Değişmişti. Evet, o da değişmişti en az ben kadar. Büyümüş gibiydi daha çok. Uzamıştı boyu sanırım. Bordo tişört, siyah kot, bordo spor ayakkabılar, siyah kirli sakalı, kemikli yüz hatları, yeşile meydan okuyan gözleri, düz burnu, çizgi hâlinde dudaklarını uzağımda olsa bile seçebiliyordum.

Her zaman olduğu gibi yakışıklıydı. Saçları daha fazla uzanmıştı yahut uzatmıştı. Uzundu ve hafif alnına düşüyordu. Fön çekmemiş olsa da oldukça hoş duruyordu.

Gülüyordu. Beceriyor muydu yani? Böyle içten gülmeyi becerebiliyor muydu? Hiçbir suçluluk duymadan.

Doğru ya. Kim takar ki? 4 yıl geçmişti üstünden zaten. Hatırlamıyordur belki de olanları. Aptalca bir anıdan fazlası değildi şüphesiz onun için.

"Vay, Anıl Beyle, Akad Bey de değişmiş yalnız," dedi alev saçan gözlerini Akad'dan çekmeden sinirden dudakları titreyerek bakar Melisa.

"Neredeler?" dedi Alkım merakla.

Güneş ne zaman elinde olduğundan bihaber olduğum sosisini elime sıkıştırdı ve hızla oraya gitmeye başladı.

Melisa hızlı davranıp kolundan tutarak "Ne yapıyorsun? Delirdin mi?" dedi kaşlarını çatarak.

"Evet, delirdim," dedi Melisa'nın kolundan kurtulmaya çalışırken, "Biz onca acı çekerken biri bile bizi arayıp sormadı! Şimdi yanındaki o*uspularla eğleniyorlar! Çekil, mahvedeceğim onları!"

Güneş ne kadar eğlenceli bir kız olsa da bir o kadar kin doluydu içten. Onun yerine kim olsaydı böyle olurdu belki de. Öfke kontrolü kaybettirir çoğu insana.

"Mahvedeceksin tüm planı!" kısık sesle bağırdı Melisa.

Sinirle nefes solurken gözlerini kapatıp saymaya başladı içinden. Çok sinirlendiğinde 10 kadar saymak hepimizin bir âdeti olmuştu. Kısa aradan sonra gözleri açıp daha temkinli davranarak kaşlarını çattı. Asabi olsa da şu an kendine sahip çıkması gerektiğini en çok ta kendisi iyi biliyordu.

"Hazır mısınız, kızlar?" dedi Alkım gülümseyerek. Moral vermek istesede başarısızdı Alkım. Çünkü o bizim yaşadıklarımızı sadece düşünmüştü, onca olayı yaşayan ise bizdik. Kendi kendimizle savaşan bizlerdik. Muhtemelen bizi bizden iyi anlayan insan da yoktu burada.

Kafamı sallayarak önden yürüdüm. En iyisi konuyu ertelemekti sanırım. Kaçınılmaz bir konuyu ne kadar ertelemek mümkünse artık.

---------

"Bana ekmek uzatsana Güneş," diye elini havada salladı Alkım. Güneş gözlerini bir yere dikerek dalmıştı anlaşılan.

Alkım elini sallayarak "Güneş," dedi tekrar, ekmeği alarak Alkım'a verip "Al, kızım, al. Güneş ablan uçuşa geçmiş." dedim.

Güneş son dediğimi duymuş gibi gülümsedi "Pardon ya," dedi toparlayarak kendini. Yemeğe konunca keyfinin yerine geldiğini anladım. Tek yemek vazgeçilmeziydi bu kızın. Yahut hepsinin. Düzenli beslenemiyordular bunlar. Bu yüzden çok azar işitiyordular hocalarından. Bu durumdan şikayetçi oldukları da pek söylenemezdi.

Kafamı sağa sola sallayıp yemeğime devam ettim.

Yemeği bitirdikten sonra sınıf başkanları bizi dersler konusunda bilgilendirip, ders programlarını verdiler.

Bu günümüz bayağı yorucu geçmişti. Şimdi yurda gidecektik, daha Alkım'la odamızı düzenlemek zorundaydık. Ve Alkım bu konuda berbattı. Sevgi teyze her zaman Alkım'ın odasının düzensizliğinden yakınırdı. Sanırım yakınmak sırası bendeydi.

Sanki düşüncelerimi okumuş gibi "Hey, odanın titizliği sana bakar, güzellik." dedi sırıtarak.

"Evet, kesinlikle. Eğer oda yalnızca Alkım'a ait olsaydı hayatta oraya adım atamazdım." diye alayla güldü Melisa.

"Davetiye gönderende yoktu, bebeğim." diye cevap verdi Alkım göz kırparak.

"Tamam, kesin." dedim bıkkınlıkla.

"Dua et, Masal'a sen." Güneş kaşıyla beni işaret ederek.

Gözlerimi devirerek onlara baktım. O an duydum o sesi.

Üçümüz de yerimizde kaskatı kesildik. Ben, Güneş ve Melisa. O an anladım, benim duyduğumu onlar da duymuştu. Şaşkınlık bir o kadar hayret verici şekilde bana baktı Güneş ve Melisa. Nasıl olabilir ki?

Beynimde yankılanırken o ses, sertçe yutkundum. Yanlış duymadığıma emindim. Kesinlikle, yanlış duymamıştım. Biri bana seslenmişti. Biri bana o şekilde seslenmişti.

"Tombik!"

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

114K 5.3K 29
Yıllar önce, bundan tam 18 yıl önce bir kehanet görüldü Olimpos'un baş büyücüsü tarafından. Üç büyüklerin soyundan gelen iki yarıtanrı hakkında bir k...
36K 2.3K 34
Güvenliği için daha bebekken sarayından kaçırılmıştı. Bu süreçte krallığı büyük darbeler almış ve çoğunluğunun doğa üstü yaratıkların oluşturduğu hal...
3.8K 284 17
Eden yaralı olarak uyandığında kendini Jerome, Jeremiah ve Ecco'nun yanında bulur. Tüm dünya kendisi ve Jerome'u ölü sanmaktadır. Evden kaçtıktan so...
17K 1.7K 53
[TAMAMLANDI] Ne bad boy bir erkek ,ne de masum bir kız.Tam aksine sıradan bir erkek ve çatlak bir kızın hikayesi.Merak mı ediyorsun?Öyleyse hemen oku...