KUMSALDAKİ METEOR (raflarda)

By fangirlsnfandoms

19.1M 463K 87K

Lisedeki ilk yılımdan sonra her zamanki Bodrum tatilinin düşüncesi, benim için fazlasıyla sıradandı. Ama sıra... More

1
2
3
4
5
7
8
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Kumsaldaki Meteor kitap oluyor!
-
Kumsaldaki Meteor SATIŞTA!
Sipariş
İMZA GÜNÜ!!

6

525K 12.1K 648
By fangirlsnfandoms

Mete the meteor beni eve bırakmadan önce telefon numaralarımızı, snapchat isimlerimizi ve Instagram hesaplarımızı aldık. Aslında ilk soran bendim ama o da aynı şeyi düşündüğünü itiraf etti. Telefonumu kapıp, benim elime de bendekiyle tek farkı siyah olması olan telefonunu tutuşturdu. Notlar kısmına isimlerimizi ve altına bütün iletişim bilgilerimiz yazdık.

"Artık o kadar da gizemli sayılmazsın" dedi güneşin son ışıklarının vurduğu mavi gözlerini kısarak.

Cenk ve Selin gittikten sonra bütün gün yüzmüş, konuşmuş ve deli gibi eğlenmiştik. Kısaca bir "yan komşu" olmamak için elimden geleni yapmıştım. MeteORluğunun dışında iyi bir çocuktu. Hafif badboy takılsa da daha çok okulun alaycı şirin çocuğu gibiydi. Tabii biraz daha egoist olanı...

"Aslında" dedim, "Benim hakkımda pek bir şey biliyor sayılmazsın"

Ona her cevap verdiğimde sanki konuşmamı beklemiyormuş gibi kaşları havaya kalkıyordu.

Başka bir şey söylemeden evden içeri girdim ve arkama bakmadan kapıyı kapadım.

---•---

Telefonum mesaj geldiğini belirten bir şekilde titredi ve daha telefonu elime bile alamadan ikinci bir mesajın bildirimi geldi.

-Sıkıldım

-Eğlendir beni

Gönderen elbette Mete'ydi.

+Ne istiyosun ya

-Eğlence istiyorum

+Orasını anladık

-Eğlendir beni

+Gecenin 1'inde ne eğlencesi yat uyu gerizekalı

-Uykum yok

+Ne yapmamı istiyorsun anlamıyorum ki

-Ne bileyim şarkı falan söyle

+Ben? Şarkı?

-Ne var sesin mi kötü

+Güzel olsa ne fark eder bu saatte sana şarkı söyleyecek değilim

Bir süre cevap gelmedi. Ardından;

-Yarın napıyoruz?

TÖVBESTEYŞIN. BİZ Mİİİ??!?!?!? Yanılmamak için mesaja bir daha baktım. Ciddi ciddi "napıyorUZ" yazmıştı. Bu her gün buluşacağımız anlamına mı geliyordu? Telefonu yere fırlatıp yatağımda zıplamamak için kendimi zor tuttum. Ama buna fiziksel bir tepki vermezsem patlayabilirdim, bu yüzden heyecanlı veya beklenmedik bir şey olduğuna hep yaptığım gibi yumruğumu sıkıp elimde sanki bir tahta kazık varmışçasına ellerimi kalbime götürdüm ve sahte ölüm sesleri çıkardım.

Bu mesaj, bu yaz yalnız kalmayacağımı ve yaz boyu eğlenebileceğim bir arkadaş grubum olduğunu ilan ediyordu!

-Yaşıyo musun?

+Evet

-Yarın diyorum napıcaz diyorum, uyuma sakın

+Senin bakıcın falan yok mu niye sardın bana

Normalden daha uzun sürede cevap geldi.

-Bana kötü bir şey mi söyledin?

+Yeter mete sus mete herkes sana bakıyo mete

-Of seninle mi uğraşıcam ben ya

+Tamam ya kızma asksksj

-Yarın 8 de aynı yerde

+8 mi??? Uyanamam ben o saatte

-Bugün uyandın ama

Alaycı gülümsemesini görür gibi oldum.

+O farklıydı

-Neresi farklıydı canım

+Uyku tutmamıştı, canım

Uzun bir süre cevap gelmedi. Tam yatağa gitmiştim ki komidinimden bir bip sesi geldi.

-Saat 8, aynı yerde

---•---

Saat 8'de aynı yerdeydim. Nereye gideceğimizi bilmediğim için plaj çantamın ağırlığının biraz azaltılmış halini yanıma aldım ve ne olur ne olmaz diye Superman üniforması mavisi bikinimi de beyaz şort ve lacivert tshirtümün altına giydim.

Sözleştiğimiz noktaya vardığımda Mete yine benden önce gelmiş, duvara yaslanıyordu.

"3 dakika geç kaldın" dedi bakışlarını bana çevirerek.

"Dakik biri gibi görünmüyorsun"

"Sen de sinir bozucu bir cadı gibi görünmüyorsun"

"Yani öyle olduğumu iddia ediyorsun?" dedim sahte bir hayretle kaşlarını kaldırarak.

Biraz uykulu biraz alaycı bir şekilde gülümsedi ve cevap vermeden ellerini cebine sokup önden yürümeye başladı. Onun da boxer-mayo (ya da her ne deniyorsa umurumda değildi ve öğrenmeye de meraklı değildim) giydiğini görerek rahatladım. Önden yürümesinden hoşlanmadığım için adımlarımı hızlandırarak yanına yaklaştım.

"Eee nereye gidiyoruz?" diye sordum. Bir anda sanki hayatı buna bağlıymış gibi yürümeyi bıraktı ve durup gözlerime baktı.

"Ne kadardır Bodrum'a geliyorsun?" diye sordu. Tereddüt etmeden cevap verdim.

"Çocukluğumdan beri"

"Yaklaşık kaç yıldır?" diye sordu tekrar.

"10 yıl olmuştur."

"Peki burada kitap okumak ve güneşlenmek dışında ne yapıyorsun?"

Gözlerimin içine bakıp böyle konuşunca yaramazlık yapmış bir çocuk gibi hissediyordum.

"Şey..." diye başlamıştım ki sözümü kesti, ki böyle yapması iyi olmuştu çünkü aklıma cidden başka bir şey gelmiyordu.

"Ben de öyle düşünmüştüm," dedi. "Gözünün önündekilerden haberin yok."

"Her neyse" dedim nedensizce utanarak. "Hâlâ nereye gittiğimizi söylemedin."

"Gözünün önündekileri keşfetmeye gidiyoruz." Bu kez gizemli bir edayla gülümseyip kolunu omzuma attı.

Mete'nin kolunu hızla ittim. "Kaç kilosun oğlum sen, kolun bile tek başına fil ağırlığında."

"Kastır o kas." diyerek gülümsedi.

Kol atmasını sorgulamadım, arkadaş olmaya başlamıştık ve arkadaşlar arasında böyle şeyler normaldi. Yine bilmediğim sokaklardan geçerken o kadar uzun zaman geçirdiğim bir bölgede bu kadar çok bilmediğim yer olmasının tuhaflığını sorguladım.

Mete ile iyi ya da kötü anlaştığımızı söylemek için biraz erkendi ama bir gerçek vardı ki birbirimizi çok iyi tanımıyorduk. Bunun en iyi kanıtı yaklaşık on beş dakikadır yürümemize rağmen tek kelime konuşmamızdı. Ve ben sessizlikten nefret ederdim.

"Öylesine bir soru, hiç kardeşin var mı?" diye sordum çıktığımız yokuşla boğuşurken.

"Hayır yok." 2-3 saniyelik birbirimizin yüzüne mal gibi baktığımız süre içerisinde sonunda repliğini eksik söylediğini fark etti ve;

"Şey, peki senin kardeşin var mı?" diye sordu.

"Evet, ablam var" dedim.

"O da burada mı?"

"Hayır o arkadaşlarıyla yurt dışında" Evet, yine beni dışlayıp yurtdışına giden bir insan daha... Kaderimde vardı galiba. Tam bunu düşünürken gözünü yoldan ayıran Mete'yle göz göze geldim.

Kaderime yüklenmesem daha iyi olurdu aslında, o kadar da fena gitmiyordu sonuçta...

"Tamam öyleyse, bir soru da benden." dedi komik bir şey söylemiş gibi sırıtarak. "Çilek mi çikolata mı?" Beklenmedik bir şekilde gelen soruya karşılık cevabım çoktan hazırdı.

"Tabii ki çikolata! Kim çikolata yerine çileği seçer ki?"

"Kızlar" dedi çok belirgin bir şey söylemiş gibi kaşlarını çatarak.

"Saçmalama! Öyle bir şey varsa ırkımı sorgularım..." dedim inanmayarak.

"Şuraya otursana" dedi gölgedeki bir bankı işaret ederek.

"Neden?" Gözlerimi kısıp bu hamlesinde şeytani bir şey aradım. Ay bişeyi de sorma Gizem, sus Gizem, konuşma Gizem...

"Çok soru sorma, otur işte" Açıkçası çok da karşı çıkacak havamda değildim, ikiletmeden oturdum.

"Gözlerini de kapat"

"O niyeymiş?"

"Soru sormasan ölürsün dimi, kapat diyorsam kapat"

"Ay of peki" dedim ve kapattım.

"Şimdi tam 3 dakika boyunca gözlerini açma" Cevap vermedim, şimdiden gözkapaklarım zonkluyordu.

"Tamam mı?" diye sordu ben cevap vermeyince.

"Tamam" dedim kafamı sallayarak ve içimden saymaya başladım.

İçimden saymaya başladıktan tam 178 saniye sonra;

"Hey, gözlerini açabilirsin" cidden dakikti.

Gözlerimi açtığımda MeteOR yanımda oturuyordu, iki elinde de dondurma vardı. Bana doğru uzattığı külah da aynı kendisininki gibi devasa çikolata parçacıklıydı. Keyifle gülümsedim ve kendiminkini elinden kaptım.

Dondurmanın tadı tek kelimeyle muhteşemdi. Öyle her yerden aldığınız dondurmalara benzemiyordu, sanki içinde çikolatadan farklı bir şey vardı. Elimdeki karışımın tadına bakmadan ölmek gerçekten büyük bir hata olurdu.

"Ya dondurma sevmiyor olsaydım?" dedim dondurmamı yalarken.

"Herkes dondurma sever." O ise kendisininkinden büyük bir parça ısırdı.

"Ya ben sevmiyor olsaydım?" diye üsteledim.

"O zaman hepsini ben yerdim" dedi alaycı bir şekilde gülümseyerek. Bir süre oturup ellerimize tuttuğumuz dünyanın 8. harikalarına odaklandık. Ben daha 1. topun sonuna gelemeden Mete dondurmasını bitirmişti.

"Beğenmedin mi?" diye sordu.

"Hayır, bugüne kadar yediklerimin hepsinden daha güzeldi. Neden ki?"

"E doğru düzgün yemiyorsun..."

"Yiyorum" dedim gözlerimi kısarak.

"Bir parça bile almadın, yalayıp duruyosun"

"Haa onu mu diyosun, ben dondurmayı ısıramam ki" dedim bir köpek gibi yalamaya devam ederek. Hayatım cidden koca bir rezillikti.

"Neden?" diye sordu dünyadaki en tuhaf şeyi söylemişim gibi.

"Çünkü soğuk" dedim aynı 'aksi olamaz' tavrıyla. Mete, ciddi olup olmadığımı kontrol etmek için gözlerime baktı ve gülmeye başladı.

"Amaç da bu" dedi gülerek. "Yardım etmemi ister misin?"

Bitiremeyeceğimi biliyordum bu yüzden paylaşmanın sakıncası olmayacağına karar verdim. Ani bir hareketle külahı nerdeyse onun gözüne sokarak yemesi için uzattım. Eğildi, gözlerini gözlerimden ayırmadan dondurmayı yalamaya başladı. Sonra da dondurma reklamlarında olduğu gibi dondurmadan büyük bir parça ısırdı. Ardından dudaklarını yalayıp gülümsedi.

Ben kaşlarımı kaldırmış ona bakarken; "Öylesine bir soru, hala etkilenmediğini söyleyebilir misin?"

Bu kez kahkahalara boğuldum. Şaşırması sırası ondaydı. "Ne var?" dedi, kaşlarını kaldırmıştı.

Cevap almak için kahkahalarımın dinmesini beklemek zorunda kaldı. "Burnunda dondurma var zeki şey, karizmatik olmaya çalışırken biraz tedbirli olsan iyi olur."

Bozulmuş olduğunu belli eden bir yüz ifadesiyle, az önce hızla külahı dibine sokmamın meyvesi olan dondurma parçasını burnunun tam ortasından sildi. O haliyle yavru bir köpeğe falan benziyordu. Külahı tekrar kendi önüme çektim.

"Yuh hepsini bitirmişsin." Gerçi öyle büyük bir külah getirmişti ki tadı ne kadar güzel olursa olsun içim dışım dondurma olmuştu. "Iyy her tarafını da yalamışsın zaten, sende kalsın." Üzerimde bir şey varmış gibi şortumu silkeledim ve çantamı kaptım. Ardından hâlâ suskun olan Mete'ye dönüp yolu işaret ettim.

"Gelmiyosan ben yolu bulurum." dedim arkamı dönüp geldiğimiz yönün aksine yürümeye başlayarak. Sözlerim %1500 blöften ibaretti ama bu taktik her zaman işe yarardı.

Tecrübe...

4. adımdan sonra arkamdan oldukça tanıdık erkek sesinin sövmesini ve çöp kutusuna atılan bir şeyin sesini duydum. 3 saniye kadar sonra birisi hafifçe kolumu tuttu. MeteOR

"Nereye kızım ya, yavaş biraz" dedi ve adımlarıma ayak uydurdu.

Bir süre öyle yürüdük.

"Soruma hâlâ cevap vermedin." dedi alaycı bir gülümsemeyle, benimle göz teması kurmaya çalışırken.

"Hangisi?" dedim hangi soru olduğunu gayet de iyi bilmeme rağmen.

"Etkilenip etkilenmediğin sorusu," dedi kendini beğenmiş bir ifadeyle "Gerçi cevap vermene gerek yok, etkilenmekte haklısın. Senin suçun değil..." Ve lanet olası egoist bana göz kırptı.

"Mete sen arabaya falan nasıl biniyosun?"

"Ne alakası var?"

"Egon sığıyo mu diye merak ettim de"

"İğrençsin" dedi esprimi kastederek.

"Senin kadar değil" Yapmacık bir gülümsemeyle cevap verdim.

Bir süre öylece durduk ve yürümeye devam etti.

"Keşif turu bu kadar mı?" diye sordum.

"Bir düşünelim, tabii ki hayır. Kaçırdığın o kadar çok şey var ki nereden başlayacağımı bilemiyorum!" Tekrar eğlenceli moduna dönmüştü, böylesi ikimiz için de daha sağlıklıydı.

"Tamam o zaman, peki yüzecek miyiz?"

"Elbette bayan hilebaz, ve inan bana bugün tek bir kazanan olacak."

"Ah, iltifatlarınla nasıl başa çıkacağımı bilmiyorum." dedim sözlerini üzerime alınmış gibi davranarak.

Güldü. "Cidden tuhaf bir kızsın" Tekrar beni baştan aşağıya süzmeye başladı.

"Haha sen daha tuhaf tarafımla tanışmadın." dedim ve yüzümdeki aptal gülümsemeyle yürümeye devam ettim.

Continue Reading

You'll Also Like

9.5K 889 6
Hayatı öyle hızlı yaşıyoruz ki, tıpkı otomatiğe bağlanmış bir robot misali ailemizden kopyaladığımız olumlu olumsuz öğrenilmiş alışkanlıkları çaresiz...
A0023 By ruhperver

Science Fiction

838K 70.7K 58
On altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke...
5.7K 551 37
Fantastik unsurların çevremizi kuşattığı, olağan olmayan olayların gerçekleştiği, alternatif bir dünyaya açılan kapıya koşuyoruz! Bizlerle birlikte h...
247K 14.5K 27
"Peki en sevdiğin renk ne Şervano?" Gökyüzüne bakıyordu bende ona. Onu izlemek gökyüzünü izlemekten daha cazip geliyordu bana. "Firuze. " " Efendim...