ASİ ve SERSERİ

By iremtugce

1.3M 60.3K 35.7K

İlk aşkın acısını hala duyumsayan bir kalp tekrar aşık olabilir miydi? Arya, kendine bu soruyu sorduğunda i... More

"TANITIM"
1. BÖLÜM: "AVCI"
2. BÖLÜM : "SARHOŞ"
3. BÖLÜM: "ARABA"
4. BÖLÜM: "MÜREKKEP"
5. BÖLÜM : "ASİ NEHRİ"
6. BÖLÜM: "TEKLİF"
7. BÖLÜM: "BAŞLANGIÇ"
8. BÖLÜM: "TEHDİT"
9. BÖLÜM: "BENİMLE MİSİN?"
10. BÖLÜM: " SÖNMEYECEK OLAN BİR MUM"
11. BÖLÜM: "KISKANÇLIK"
12. BÖLÜM : "HATIRLANMAYAN ÖPÜCÜK"
13. BÖLÜM: "TAM ON İKİDEN VURMAK"
14. BÖLÜM: "KALP KIRMAK"
15. BÖLÜM: "AYRILIKLAR"
16. BÖLÜM: "TUTSAK"
17. BÖLÜM: "AV MISIN YOKSA AVCI MI?"
18. BÖLÜM: "MUCİZE"
19. BÖLÜM: "BAY VE BAYAN KAÇAK"
21. BÖLÜM: "OYUN DEĞİL"
22. BÖLÜM: "İYİLEŞMİŞ BİR YARA"
23. BÖLÜM: "İZ"
24. BÖLÜM: " TUHAF BİR BULUŞMANIN ÖĞRETTİKLERİ"
25. BÖLÜM: "TEK BİR AN"
26. BÖLÜM: PART 1 "VAZGEÇEBİLMEK"
26.BÖLÜM: PART 2 "MASAL SONA ERDİ"
27. BÖLÜM: "BÖLÜNMÜŞ RUH"
28. BÖLÜM: "KİMSENİN DOKUNAMADIĞI GERÇEK YALNIZLIK"
29. BÖLÜM: "AVCI, AVINA AŞIK OLDU"
30. BÖLÜM: "KURBAN"
MURAT ATAHAN (ÖZEL BÖLÜM)
31. BÖLÜM: "KAYBOLMUŞ RUH"
32. BÖLÜM: "KADEHİNİ KALDIR, TÜM KAYBETTİKLERİNE"
33. BÖLÜM: "HER İNSAN BİR KEZ ÖLMELİ"
34. BÖLÜM: "GELECEKSE BEKLENEN, BEKLEMEK GÜZELDİR"
35. BÖLÜM: "BİR DEFTER DAHA KAPANDI"
36. BÖLÜM: "TÜM YARALARINI İYİLEŞTİRECEĞİM"
37.BÖLÜM: "ILGAZ'IN KEDİCİĞİ"
38. BÖLÜM: "BÜYÜMEK BİRAZ DA EKSİLMEK DEMEKTİ"
39. BÖLÜM: "RUHLARIN AZRAİL'İ"
40. BÖLÜM: "BİR YAZ GECESİ RÜYASI"
41. BÖLÜM: "İPİN UCUNDAKİ UÇURTMA"
42. BÖLÜM: "SONUN BAŞLANGICI"
43. BÖLÜM PART 1: "KARARLAR"
43.BÖLÜM PART 2:"DÜELLOLAR"
44. BÖLÜM: "VE IŞIKLAR SÖNER"
45. BÖLÜM: "SINIRIN DİĞER TARAFI"
46. BÖLÜM: "TUTKUDAN ALEVLER"
47. BÖLÜM: "ESAS KIZ"
48. BÖLÜM: "İLK DOMİNO TAŞI"
49. BÖLÜM: "GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN GERÇEKLER"
50. BÖLÜM: "KALBİMİ NASIL YOK SAYAYIM?"
ÖZGE CEVHER (ÖZEL BÖLÜM)
51. BÖLÜM: "AV"
ÖZGE CEVHER (ÖZEL BÖLÜM 2)
52. BÖLÜM (PART 1): "GECE DAHA MI YALNIZ GÜNDÜZDEN?"
52. BÖLÜM (PART 2): "DARMADAĞIN"
53. BÖLÜM: "GEÇ KALINMIŞ"
DUYURU
54. BÖLÜM: "DÜŞÜŞ"
55. BÖLÜM: "SADECE BİZE AİT"
Duyuru // GÜNDÜZ DÜŞÜ//
ONUR ATAHAN (ÖZEL BÖLÜM 1)
ONUR ATAHAN (ÖZEL BÖLÜM 2)
56. BÖLÜM: "ONA BİR MEKTUP YAZ"
57. BÖLÜM: "SEVMEK YETERLİ DEĞİLDİ"
58. BÖLÜM (PART 1): "ATAHANLAR"
58. BÖLÜM PART 2 : "BİLE BİLE LADESTİ"
59. BÖLÜM: "YARA"
60. BÖLÜM: "KIRMIZI İP"
ILGAZ ATEŞOĞLU (ÖZEL BÖLÜM)

20. BÖLÜM: "DUDAKLARIMDAKİ MÜHÜR"

24K 1K 646
By iremtugce


Bölüm şarkısı: I'm In Here (Piana vocal version) | Sia 

Multimedia: Buğra ve Beyza

Bölümün içinde de belirttim, bölümde geçen şiir Can Yücel'in şiiridir. 

20. bölüm şerefine o eşsiz yorumlarınızı bekliyorum. Keyifli okumalar, asilerim.

20.BÖLÜM: "DUDAKLARIMDAKİ MÜHÜR"

Öyle bir an gelir ki şu koskoca dünyada küçücük bir umut kırıntısına bile muhtaç hale gelir insanoğlu. Yalnızlığın ürpertici soğukluğu her yanını sarar, bir şeylere uzatır elini tutabilmek umuduyla. Çırpınışlarını görsünler ister ve kurtarılmayı bekler onu yutan boğucu, dipsiz karanlıktan. Kimse fark etmez onun içten içe ölmekte olduğunu. Sahte gülümsemelerinin ardında beliren gözyaşını fark etmezler. Kimi zaman anladıklarını söylerler ama sadece kelimelerde kalır bu. Boynuna ipi geçirir, silahı şakağına dayar veyahut bileklerine bastırır jileti... O vakitten sonra ellerini uzatmadıkları yalnızlığına dillerini uzatırlar arkasından. Konuşmaya hakları varmış gibi güçsüz olduğundan dem vururlar. Oysa tüm kapıları çaldığında, ya o kapı açılmamıştır ya da bir avunmayı bile çok görmüşlerdir ona. Neredeydiler? O tutunacak bir şeyler ararken neredeydiler?

Hava yavaş yavaş aydınlanıyordu fakat hala loş sayılırdı. Rüzgârın savurduğu sarı saçlarım, yüzüme yapışıyordu. Onları büyük bir sabırla arkama aldım. Onun bana aldığı siyah kapüşonlu hırkayı giymiştim, bakışlarım üzerime takılı kaldı.

Tutunacak bir şeyler arıyorum bak, bir uçurumdan aşağıya yuvarlanmak üzereyim. O benim, o küçücük umut ışığına delicesine ihtiyacı olan. Benim o; boynumdaki iple, şakağıma dayadığım silahla, bileklerime bastırmak üzere olduğum jiletle... Tut ellerimi, kurtar beni her birinden. Kapatma kapıları yüzüme, içeriye al beni. Sen osun biliyorum, ihtiyacım olan küçük ama parlak ışık. Sen benim yıllarca aradığım çıkış yolumsun, umudumsun yaşamaya dair, diğer yarımsın bendeki eksiklikleri tamamlayacak olan.

Dipsiz uçuruma diktiğim gözlerimi bana seslenilmesiyle arka tarafa çevirdim. Zihnimdeki düşünceler dört bir yana dağıldı. Gelmişti.

"Arya?" Dünya o kadar iğrenç bir yer ki benim için, sadece sesinle bile güzelleştirdiğini bilmiyorsun.

"Arya! Ne yapıyorsun orada? Lütfen hemen gel şuraya!" Sesindeki telaş, hareketlerindeki panik bana nerede durduğumu hatırlattı. Tam anlamıyla dibinde sayılmazdım uçurumun ama yine az bir mesafe vardı. Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme belirdi. "Atlayacak değilim, buradan manzara harika sadece,"

"Aptal!" diye bağırdığında bu kez şaşkınlıkla bakmaya başladım ona. Ellerini gece siyahı saçlarından geçirdi. Yüzüne yansımış olan panik, ona yakışmıyordu. Onun sakinliğini seviyordum, dinginliğini... "Sabahın altısında apar topar buraya çağırıyorsun, Arya. Aklımı kaybettim, haberin var mı?"

Bu kez kontrollü adımlarla bana yaklaştığında başımı yana yatırdım. Söylenecek mantıklı bir şeyler aradım ama bulamadım, içimden geçenleri söyledim. "Uyuyamadım, özür dilerim."

Önümde durduğunda göz ucuyla az ilerimizdeki uçuruma baktı. Sonra da ellerini belime attı ve beni göğsüne bastırdı. Ellerimi gövdesine dolarken, kokusunu da çektim içime. Bir umuda tutundum ben, sonrasında mahvolacağımı bilmeden.

"Ne olduğunu anlatmak ister misin? İstersen konuşmadan böyle de kalabiliriz."

"Kalır mıyız sahiden?" diye mırıldandım. Yüzüm hala göğsüne yaslıyken şikâyet etmeden bir asır böylece ona sarılı durabilirdim. Ama konuşmak istiyordum, artık duysun istiyordum. Bu kadar yakınımdayken, bir yandan da uzak olmak acıtıyordu. İçimden bir ses söyleme diyordu, söylersem hiçbir şey eskisi gibi olmayabilirdi. Ama göze almıştım, aşk cesaret gerektiriyordu. Aşk? Ne tuhaftı, ona âşık olmuştum.

"Hatırlıyor musun?" diyerek başladım, hala sarılı vaziyetteyken. "Bana üç dört yıl önce, sana şiir yazıp yazamayacağımı sormuştun?"

"Hatırlıyorum," Yüzünü görmüyor olsam bile sesine yansımış olan gülümsemeyi yüzünde de hayal edebiliyordum. "Cevap vermemiştin."

"Onlarca yazdım, belki de yüzlerce, bilemiyorum." Bir iç çektim çaresizce. Göğsümde aşina olduğum acıyı tekrar hissettim. Ona sarıldığımda bile geçmiyordu. O vardı ama bana ait değildi. Bunu bilmek, öldürüyordu.

"Öyle mi?" diye sorduğunda sesi tereddütlü çıkmıştı. Göğsünün ve kollarının gerildiğini hissettim. Saniyeler sonra da kollarını gevşetip beni serbest bıraktı. Boşluğa düşüyormuş gibi hissettim, yalnız başıma. Ellerimi ister istemez belinden çektim ve birkaç adım geriye adım attım. Yüzündeki saf merakı görebiliyordum. "Ama hiçbiri tam olarak söylemek istediklerimi anlatamadılar, beceremedim."

Ellerimi siyah kapüşonlumun cebine atarken dudaklarımı birbirine bastırdım ve ona baktım tekrar. Gözlerini bir anlığa kapatıp açtı ve yutkundu. "Arya..." Doğru kelimeleri bulmaya çalışıyor gibiydi ama yapamadı ve sustu. "Sonra," diye devam ettim. "Can Yücel'in yıllardır bildiğim bir şiirine denk geldim. Hepsi benim kalbimden geçenlerdi sanki söylemek isteyip bir türlü söyleyemediklerim..."

"Dinlemek ister misin?" diyerek gözlerinin içine baktım. Boğazımda bir yumru oluşmuştu ve sesimi bile bulabileceğimden emin değildim. Gözlerinde korku ve acı karışımı bir ifade gördüm. Ellerini bile nereye koyacağını bilemiyor gibiydi. "Arya, iyisin, değil mi?" diye sordu. Ne garip, bunu sorması... Ona şiir okumak isterken bana bunu sorması, beni incitti. "Çok iyiyim," dedim kocaman bir gülümsemeyle. Gözlerime dolmak üzere olan yaşları büyük bir gayretle geri gönderdim. Biraz daha geriye doğru uzaklaşıp amaçsızca yürüdüm. Ona döndüğümde bana endişeyle bakmakta olduğunu gördüm. Sabahın altısında onu buraya şiir okumamı dinlemesi için çağırdığımı öğrenince delirdiğimi düşünmüş olmalıydı. Ne yazık, bu hayatta bu deli kızı anlayan bir tek o vardı oysaki. Anlamamıştı.

"Seninle olmanın en güzel yanı ne biliyor musun? Elin elime değmeden avuçlarımı terleten sıcaklığını taa içimde hissetmek." Yüzümü tekrar ona döndüğümde elimi yavaşça kaldırdım. Yüzündeki belli belirsiz acı daha da arttı.

"Seninle olmanın en kötü yanı ne biliyor musun? 'Seni seviyorum' sözcüğü dilimin ucunu ısırırken her konuşmamızda boş yere saatlerce havadan sudan söz etmek." Şiirin bu mısrasında Onur gözlerini kapattı ve başını arkaya attı. "Lanet olsun, yapma,"

"Seninle olmanın en heyecanlı yanı ne biliyor musun? Aynı şeyleri seninle aynı anda düşünmek, birlikte ağlamak, gülmek. Ve buradayken bile seni çılgınca özlemek... Seninle olmanın en acı yanı ne biliyor musun? Seni hiç tanımadığım bir sürü insanlarla paylaşmak. Senin yanında olan, seninle konuşan herkesi çocukça kıskanmak." O kızı, Özge'yi deli gibi kıskanmak... Ve neden ben değil de o diye sana soramamak...

"Seninle olmanın en mutlu yanı ne biliyor musun? Tanıdık birileriyle karşılaşma tedirginliği ile yollarda yürümek yan yana... Elimdeki şemsiyeye inat yağmurda ıslanmak birlikte. Elimde kır çiçeğiyle seni beklemek... Aynı mekânlarda aynı yiyecekleri yemek." Sırf sen seviyorsun diye dişlerimi gıcırdatan limonatayı içebilmek seninle...

"Seninle olmanın en romantik yanı ne biliyor musun? Sensiz gecelerde sana söyleyemediklerimi yıldızlara, aya anlatmak... Okuduğum kitabın sayfalarında; dinlediğim şarkıların, türkülerin, şiirlerin her mısrasında seni bulmak." Sana söylemek istediklerimi bir bir yutmak, o kadar acı ki. Oysa haykırmak istediğim o kadar çok şey varken.

"Seninle olmanın en zor yanı ne biliyor musun? Seni kaybetme korkusuyla hayatta ilk kez tattığım o tarifsiz duygularımı umut denizinin ortasında küreksiz bir sandala hapsetmek. Sevgili yerine yıllarca dost kalmayı başarmak. Yalın ayak yürümek bıçağın en keskin yerinde. Kanadıkça tuz yerine gözyaşlarımı basmak yüreğime." Seni yine kaybedeceğim, biliyorum işte. O his hep içimde. Bir gün beni bırakıp gideceğini hissediyorum. Beni, seni sevdiğim gibi sevmeyeceğini biliyorum.

Ona doğru yaklaştığımda hala gözleri kapalıydı. Dudakları titriyordu. Elimi uzatıp yavaşça, yeni tıraş olmuş yüzüne dokundum. Kalbimdeki çığlığı duyabiliyor musun? "Seninle olmanın tek yan etkisi ne biliyor musun?" Sesim daha yavaş çıktı ve zor duyuldu. Gözlerini araladı. "Nereden bileceksin?" Tüm hayal kırıklıklarım bu cümlenin içindeydi, bunu o da fark etti. İrkilerek yüzüme baktı.

"Sen benimle hiç olmadın ki. Olsaydın avuçlarım terlemezdi... Isırmazdım dilimin ucunu... Özlemezdim seni yanımdayken. Kıskanmazdım." Yanımdayken bile sesimi duyuramayacağım kadar uzağımdaydın. Seni seviyor olmamı sadece ben bildim, bu ağır bir yük. İçinde tuttuğun kadar kemiriyor içini.

"Korkmazdım yollarda yürümekten. Islanmazdım yağmurlarda... Yıldızlara, aya dert yanmaz, böyle her şarkıda sarhoş olmazdım. Korkmazdım seni kaybetmekten, ayaklarım kan revan atlardım sandaldan denize... Ve her kulaçta haykırırdım seni..." Ayaklarımın ucunda yavaşça yükselip dudaklarımı dudaklarının üzerine bastırdım. Kısacık bir an. Kalbim durdu ve rüzgârın uğultusu bile dindi. Birbirine değen dudaklarımızdan daha çok kalbimdi mühürlenen. Ruhumda küçük beyaz bir kuş kanat çırptı. Sonra milyonlarcası... Kısacık bir öpücüğe türlü anlamlar yükleyebileceğim o vakit, asıl yalnızlığımın ne demek olduğunu anladım. Bu aşk, onunla benim aramda geçmemişti. Benim dünyamda var olmuştu sadece ve o duvarlardan dışarıya çıkamamıştı. O, yalnızlığıma dokunmuştu, yaralarıma ellerini uzatmıştı. Hiç kimsenin anlayamadığı duygularımı, bir şey söylemeden bile anlamıştı. Belki de bu yüzden ona âşık olmuştum. Sonra ona hissettiğim duyguları bir başkasına hissettiğini söyledi. O, elimde kalan son umut kırıntılarını da ruhumla beraber bir uçurumdan aşağı fırlattı, hiç bilmeden. Bunu hatırlayınca geriye çekildim ve sesimi derinlerde de olsa bulabildim. "Ama sen hiç benimle olmadın ki... Ya aklın başka yerlerdeydi ya yüreğin..."

Ve belki de ilk kez, tüm çıplaklığıyla bütün kırgınlıklarımı önüne döktüm. Kırgınlıklarımı toplamasını beklemedim, hayır, istediğim bu değildi. Sadece... Her insan gibi biraz da olsa anlaşılabilmek istedim sanırım. Elimde kalan tek şeyin ona duyduğum bu karşılıksız aşk olduğunu görsün istedim. Ne bir acımaydı talep ettiğim ne de beni yaralayan aşkıma az da olsa bir karşılık. Sadece onun için denediğimi bilsin istedim.

"Seni seviyorum," dedim. Biliyorum, bunu söylediğim için seni tamamen kaybedeceğim.

 "Ben..." diye söze başladığında ellerini yüzüne kapadı. O kadar çaresiz ve savunmasız görünüyordu ki... Neydi bu kadar ağır gelen? Ona olan aşkım mı?

"Sen bir şey söylemek zorunda değilsin. Hiç olmadın," Sesimdeki siteme tanıklık etti kalbim.

"Her şeyin farklı olmasını isterdim. Değiştirebilseydim..." Sustu, boğazındaki yumruyu fark edebilmiştim. Gözlerinde yaşlar birikmişti.

"Değiştirebilseydin, onun yerine beni mi severdin?" diye sordum acı bir gülümseme eşliğinde. Bu ölmeden önce karşınızdakine son gülümsemeniz kadar acı doluydu. Kalbimi öldüren katilime son gülümsememdi.

"Değiştirebilseydim, farklı bir dünyada, farklı şartlar altında seninle olmayı dilerdim." Zoraki bir nefes aldığını gördüm. Bana öyle acı dolu bir şekilde baktı ki. Bendeki tüm acılar bile bu acının önünde eğilebilirdi. Neydi onu bu kadar acıtan? "Keşke... Keşke zamanın hiç olmadığı bir yerde sadece sen ve ben olsaydık,"

Bu söylediği kafamı karıştırdı. Öyle bir yerde insan sevdiği kişiyle olmak isterdi. Âşık olduğu kişiyle. "Yapma, öyle bir yerde Özge denilen şu kızla olmak istemez miydin?"

Gözlerime baktı birkaç saniye. Uzun ve öylesine anlamlı. Kirpiğine düşmüş gözyaşı içimi burktu. Sahiden gülümsemeye çalıştı. Başını sallarken çenesini sıktığını görebiliyordum. Tutmaya çalıştığı bir gözyaşı yanağından süzüldü. Ve kalbim o gözyaşında boğuldu. Elinin tersiyle yanağını silerken bu kez ifadesiz bir sesle konuştu. "Tabi ya, Özge."

Çiftlik evinde Ilgaz'ın bana verdiği odadaki pencerenin önüne geldim. Sırt çantamdan çıkardığım sigara paketi ve çakmak ile birlikte pencerenin geniş pervazına oturdum. Dizlerimi kendime doğru çektim, paketten çıkardığım bir dal sigarayı iki denemede tutuşturdum. Saat sabah altıya gelmek üzereydi. Uyku tutmamıştı, bu yüzden sabahlamıştım. Uyku haplarım Beyza'nın evinde kalmış olmalıydı. Anılar yine zihnimi meşgul edip durmuştu. Her birinden nefret ediyordum. Sigara paketini çantama attığım iyi olmuştu. Kafamı dağıtmak istiyordum, genelde bunu içkiyle yapardım. Ama şu an böyle bir imkânım yoktu.

Sigarayı dudaklarıma götürdüğümde pencereyi hafifçe araladım. Dumanı üfledikten sonra diğer elimi dizlerimin üzerine koydum. Başımı geriye atarak arkamdaki duvara yasladım. Bir nefesi daha doldurdum ciğerlerime. "Tabi ya, Özge," diye mırıldandım nefretle. Tüm erkekler tarafından sevilmek zorundaymış gibi! Murat Atahan, Onur, Ilgaz... Hepsi öyle ya da böyle onu sevmişlerdi. Çocukken Serkan'ın bana âşık olduğunu biliyordum, Özge de fark ediyordu bunu. O zaman bile kızmıştı bana. Ne tuhaftı, Özge ile aynı erkeklerden hoşlanmamız. Onur da Ilgaz da onu sevmişti. Güzelliği miydi onları cezbeden yoksa karakteri mi?

Ben uzakta olduğumuz yıllar boyunca Özge'ye kızmış, belki de gücenmiştim. Bana ulaşmaya çalışmadı sanmıştım. Benim gibi bir kızla arkadaşlık etmeyeceği gerçeğine, annesinin söylediklerine inanmıştım. Ama ondan nefret edememiştim. Kalbimin derinlerinde kardeşimmiş gibi onu hep sevmiştim. Ne olduysa Onur'un bana tiyatro kulübündeki kızdan hoşlandığını söylemesiyle olmuştu. Daha sonra onun bir zamanlar en yakın arkadaşım olan Özge olduğunu öğrenmemle dünya başıma yıkılmıştı. O an bir nefretin tohumları toprağımda yeşerdi. Onur'un onu sevmesi onun suçu değildi elbette, belki hala haberi bile yoktu. Ama şu içime söz geçiremiyordum. İçimde ona karşı duyduğum nefreti ve kıskançlığı yok edemiyordum.

Sigarayı pencerenin pervazında söndürüp camdan aşağı attım ve yatağa doğru yürüdüm. Düşünceler öyle yıpratıcıydı ki. Zaten sadece bir tanesiyle ilgileniyorum...

Ellerimi başımın altında birleştirip sol tarafa doğru uzandım. Ilgaz'a bir şey söyleyememiştim. Ne denirdi ki? Özge ile geçmişi olan bir adama bulaşmak istemiyordum. Buna gücüm yoktu. Ciddi bir şeyler yaşayacak değildik elbette ama yine de bir yanım bunun yanlış olduğunu söylüyordu. Özge'yi seven bir adamın tesellisi olamazdım bir kez daha. Bu kaldırılamayacak kadar ağırdı. 

Bu düşüncelerle boğuşurken içim geçmişti ve huzursuz bir şekilde de olsa uyuyabilmiştim. Gözlerimi araladığımda üzerimi örtmediğim için üşüdüğümü fark ettim ve yatakta doğrularak kollarımı bedenime doladım. Başucumdaki yeşil saatin on iki buçuğu gösterdiğini görünce ufak çaplı bir şok yaşadım. Yataktan bir hışım kalktım ve odadan çıktım. Koridorda benim bulunduğum misafir odası, kapısı kapalı olan bir oda ve karşı tarafta Ilgaz'ın odası bulunuyordu. Koridorun sonundaki banyoya girdim ve rutin işlerimi hallettikten sonra elimi, yüzümü yıkadım. Sarı saçlarım dün örülü olduğu için epey dalgalıydı. Ellerimle hafifçe taradıktan sonra yüzüme baktım. Beyaz tenli olduğum için çoğu zaman solgun görünsem de, ten rengim şu an o kadar da gözüme batmamıştı.

Merdivenlerden aşağı inerken Ilgaz'ın birisiyle konuştuğunu duydum. İlk tahminim telefonda konuştuğu yönünde olsa da babamın da sesini duymamla yanıldığımı anladım ve beynimden vurulmuşa döndüm. Kahretsin, beni bulmuştu!

Merdivenlerin bitimine geldiğimde, Ilgaz'ın kapının girişinde babama laf anlatmakta olduğunu gördüm. Babamın üzerinde yine üniforması vardı ve şapkasını çıkarıp başını sıvazlarken epey gergin görünüyordu. Arkasında başka bir asker görünmüyordu. Yüzbaşı'nın olmamasına bir yandan sevinmiştim, beni ve Ilgaz'ı aynı evin içerisinde görse kalbi kırılabilirdi. Kalbi eninde sonunda kırılacak zaten!

"Arya," Babamın gür sesini duymamla merdivenlerin bitimindeki kararsızlığım da son buldu. Elimi merdivenin korkuluğundan çekerek kapıya doğru yürüdüm. "Burada ne işin var?" diye sordum soğukkanlı ifademi korumayı başararak. Ilgaz kapının önünden çekilip yan tarafa geçti. Üzerindeki gri tişört duruyordu. En azından babama kapıyı yarı çıplak açmadığı için şükretmeliydim! Saçlarının önü yataktan kalktığı için daha da dağılmış gibi görünüyordu. O saçlarına elimi daldırma isteği bir kez daha baş gösterdi. Hafifçe esneyerek elini ağzına götürdüğünde ellerimi pantolonuma sürttüm. "Arya?"

Babamın bir kez daha seslenmesiyle bakışlarımı ona çevirdim. Sabırsız ve oldukça gergin gözüküyordu. Her zamanki hali olduğu için bu durum pek de şaşırtmadı beni. "Konuşacağız,"

"Konuşalım," dedim bunalmış bir ifadeyle. İtiraz etsem ne olacaktı? Kapıyı suratına kapattığımda gidecek miydi sanki?

Eliyle dışarıya gelmemi işaret ettiğinde Ilgaz tereddütle bana baktı. Babam arkasını dönünce hafifçe koluma dokundu. Tenimdeki karıncalanmanın boyutu git gide artıyordu ve bu durumdan oldukça korkuyordum. Belli etmemeye çalıştım. "Buradayım, seni zorla götürmek isterse... İzin vermem, tamam mı?"

Bir babaya, hatta Albay olan bir babaya karşı gelme cesaretini gösterebileceğini biliyordum. Ilgaz tüm kuralları yerle bir edecek biriydi. Bu yönüyle birbirimize benzediğimizi biliyordum. Ona bakarken dün akşamki dansımız ve söyledikleri aklıma geliyordu. Ve yemin ederim ki ne yapacağımı bilmiyordum. Bir şey hakkında uzun uzadıya düşünmek benlik değildi. Ben kafama eseni yapardım çoğu zaman. "Biliyorum," diyerek ona bakmayı kestim ve babamın ardından bahçeye çıktım.

Arka taraftaki çardakta babam ile karşılıklı oturduk. Bir süre sessiz kaldığımız için gözlerim seyrelmiş saçlarının önüne ilişti. Saçlarında yer yer beyazlar vardı. Gençlik fotoğraflarında babamın ne kadar karizmatik bir adam olduğunu biliyordum. Annemin ona âşık olmasına şaşırmıyordum aslında. Fakat karakteri öyle sert ve soğuktu ki... Mesleği dolayısıyla olsa gerek hayatındaki insanları da emir verdiği askerleri sanmasında üstüne yoktu. Gülümsediğini çok nadir görürdüm. Genelde Feray'ın bir şeyde başarılı olduğunu duyduğu zamanlarda. Feray'ın okuldaki deneme sınavında üçüncü olmasında çok gururlanmıştı mesela. Babamın soğuk ve sert kişiliğine aldırmayan tek kişi Feray'dı zaten. Onun sözlerinden çıkmazdı, babam askeriyeden aylar sonra döndüğü zamanlarda koşarak boynuna sarılırdı. Babam tebessüm eder ve saçlarından öperdi onu. Ah, ne garip. Bir yanım benim de saçlarımdan öpsün isterdi. Son yıllarda aramız daha da kötü olduğundan çoğu zaman onunla yüz yüze bile gelmek istemiyordum. Gerçeği inkâr edemezdim, onu seviyordum. Olmadığı zamanlarda bile sevmiştim. Ama kırgınlıklar öyle kolay bırakılmıyordu ardımızda. Aramızda her zaman annemin hayaleti vardı. Bunu görmezden gelemiyordum.

"İstanbul'a bizimle geleceğini söyledin, şimdi de o herifle kaçıyorsun."

"Seninle tartışmaya girmek istemedim," Bakışlarımı arkada bir noktaya odakladım ve umursamaz bir sesle konuştum.

"O mahallede kalmaktaki ısrarın niye?" diye sordu. Bunu sormasını beklememiştim, dosdoğru bir cevabı da yoktu bu sorunun zaten. Emin değildim. Nedenlerle pek ilgilenmemiştim.

"Bilmiyorum. Yıllardır bir arkadaşım yoktu. Şimdi beni gerçekten umursayan birkaç kişi olduğunu hissediyorum. Hem o mahalle, çocukluğumdaki hatıralarla dolu, anneannemi, annemi hatırlatıyor." Dedim doğruyu söyleyerek. Bunu söylememle babamın yüzü değişti. Annemin lafı ne zaman geçse yüzüne peyda olan ifadeyi görebiliyordum. Pişmanlık.

"Seni seven bir ailen zaten var Arya. Feray'ın sana ne kadar bağlı olduğunu biliyorsun." Her zaman yaptığı gibi yine Feray'ı öne sürmüştü. Zayıf noktam olduğunu son zamanlarda belli etmiştim ve oradan vurmaktan hiç de çekinmiyordu. 

"Evet, o eve tek katlanma nedenim, Feray'dı zaten. Ondan uzaklaştığım falan da yok. O benim için bu hayattaki en değerli şey. Ama yıllar boyunca üvey annemle ve anlaşamadığım bir babayla yaşayacak değilim."

"Deniz seni seviyor,"

"Sorun bu değil. Deniz Abla'nın beni sevip sevmemesi ya da benim ondan hoşlanıp hoşlanmamam. O, Feray beni sevdiği için seviyor. Ben yıllardır annem için terk ettiğin kadınla yüz yüze kalmak zorunda kaldım. Ondan nefret etmiyorum, bu onun suçu değil. O iyi bir kadın. Bana karşı her zaman nazik davrandı. Ama ona her baktığımda, neden annemin yerine onu seçtiğini sorguladım durdum. O da bana her baktığında kocasının eski aşkını gördü muhtemelen. Bu da ona acı vermiş olmalı."

Babam sustu. Yüzündeki derin ifadeden ne düşündüğünü anlamadım. Ama belli ki Deniz Abla ile arasında birtakım sorunlar vardı. Deniz Abla söyleyene kadar fark etmemiştim. Fakat her şey yolundaymış rolünü Feray için oynadıklarını şimdi anlayabiliyordum.

"Burada mı geçireceksin hayatını? Okulun var, İstanbul'da bir hayatın var."

"Hiçbir zaman ait hissetmediğim hayatım," diye mırıldandım. "Ben o yıl tercih falan yapacak durumda mıydım? Benim yerime yaptın hepsini. O bölümü istemiyordum bile,"

"Sana kalsa hiçbir şey okumazdın. Bir hedefin bile yoktu,"

Bunalmış bir ifadeyle dirseklerimi masaya yasladım. Babamla konuşmak her defasında yoruyordu. Fakat bu kez alışılmışın dışına gerçekten konuşuyorduk. "Ne olursa olsun hayatım hakkında karar verebilecek yaştayım,"

"Evet, görüyorum," dedi samimiyetten yoksun alaycı bir ifadeyle. "Ne idüğü belirsiz bir herifle çiftlik evinde kalacak, onun o pis mekânında çalışacaksın. Serseri, ipsiz sapsız insanlarla takılacaksın. İstediğin hayat kulağa o kadar hoş geliyor ki!"

Şaşırdığımı kabul etmeliydim. Babam hala o kafede çalıştığımı sanıyor diye biliyordum. Fakat büyük ihtimal Murat Atahan'ın ithamlarından sonra Ilgaz'ı yedi sülalesine kadar araştırmış olmalıydı. Üstüne kayıtlı tek mekânın da gece kulübü olduğunu fark etmemiş olması olanaksızdı.

"Orası pis bir yer değil ve sandığın gibi ahlaksızlıklar da dönmüyor. İnan ki ön yargılarını yıkmayı çok isterdim ama bunu yapamayacağımı biliyorum."

"Bir baba evlatları için her zaman en iyisini ister. Hiçbir baba, kızının bir gece kulübünde, başına buyruk, serserilerle 'arkadaşlık' etmesini istemez." Arkadaşlık ifadesini bastırarak söylemişti. Muhtemelen Ilgaz ile aramda bir şeyler var sanıyordu.

Bir şey söylemedim. Haklı olabilirdi kendince. Fakat tahmin ettiği gibi pis ve izbe bir yerde çalışmıyor, o tarz tiplerle de takılmıyordum.

"Yoruldum," Babamdan daha önce hiç duymadığım bu cümle beni hayrete düşürdü ve bakışlarımı yüzüne diktim. Omuzlarını düşürdü. Gözaltlarında hafifçe belirginleşen çukurlar içimi sızlattı. Bakışlarını tahta masanın üzerinde birleştirdiği ellerine dikti. "Bana nefretle bakmandan, geçmişi yüzüme vurmandan, beni de kendini de cezalandırmaya çalışmandan yoruldum. Sandım ki inadını kırabilir, günün birinde affettirebilirim kendimi. Sana yanında olmadığım on yılı hiçbir zaman geri veremem. Bu mümkün değil. Anneni terk ettiğim için kızgınsın. Onun yerine Deniz'i ve bu hayatı seçtiğimi düşünüyorsun. Bana asi bir evlat olarak, başkaldırmalarınla annenin intikamını almak istiyorsun. Bana anneni hatırlatma ihtiyacına girmene gerek yok, o daima aklımda. Onun gözleriyle bana bakan bir kızım var. Beni öyle bir raddeye getirdin ki onun anısına ihanet edip sana tokat attım. Sadece, iyi bir geleceğin olsun istedim. Başarılı bir mesleğin, saygınlığın olsun. Düzgün bir aile kur. Her babanın çocuğu için isteyeceği şeyler. Ama dün benden kaçan kızımı kovalarken düşündüm. Ben bu kadar aşağılık bir adam mıyım? Bu duruma düşecek kadar?"

"Baba..." diye söze girecek olduğumda elini kaldırarak beni susturdu. Gözlerindeki yorgunluk ve acı beni bin parçaya böldü. Onun canını acıttığımı bilmenin beni mutlu etmesi gerekirdi halbuki. Ama öyle olmamıştı. Onu bu kadar üzgün görmek benim de canımı yakmıştı. Ellerini tutmak istiyordum hâlbuki ona sarılabilmek... Ama aramızdaki duvarlar engel oluyordu buna. Her defasında boğazıma düğümleniyordu bir hıçkırık. İkimiz de aramıza örttüğümüz kapılar ardında acılarımıza teslim oluyorduk.

"Sen kazandın, istediğin gibi yaşa hayatını. Sana karışıp emir vermeyeceğim. Yapma demeyeceğim bu kez. Tüm hayatın, başından beri istediğin gibi sadece senin ellerinde. Umarım benim için değil, annene layık bir evlat olarak yaşarsın. Dönmek istersen de ailenin kapısı sana açık, buna son vereceksen bir gün dönersin. Umarım o gün hiçbir şey için geç olmaz. Çünkü hayat geç kalmayı affetmiyor." Babam ayağa kalktığında bana baktı. Bu bakış garip bir hüzün yarattı bende. Sanki babamı sonsuza kadar kaybetmişim gibi. Her şeye rağmen onu seven, dizleri yaralı o küçük kız çocuğu hıçkırıklara boğuldu. Boynundaki ip daha da sıkılaştı ve nefessiz kaldı. Çırpındı, çırpındı çaresizce. Tutunacak bir şeyler aradı, belki de babamı durdurmamı bekledi. Ve ben hiçbirini yapmayarak o çocuğun ölmesine izin verdim.

***

Mahalleye geri döndüğümüzde Ilgaz ile tek kelime bile konuşmadım. Babamın beni bırakıp gitmesine bir hayli şaşırmıştı. Yüz ifadem nasıldı bilmiyorum ama bu yüzden nedenini bana sormaya çekinmiş olmalıydı. Beyza ile de çok fazla bir şey konuşmayarak odama geçip yattım. Saatlerce tavanla, duvarlarla bakışıp durdum. Küçücük bir umut kırıntısına bile muhtaç hale gelmiştim. Babam konusunda tek konuştuğum kişi Onur'du ve o da uzun zamandır burada değildi zaten.

Yönümü kaybetmiş gibiydim. Bir yandan söyleyecek çok şeyim varmış gibiydi ama dudaklarımı araladığımda sadece acı verici bir iç çekebiliyordum. Hayatım boyunca belki de en çok korktuğum şey terk edilmek olmuştu. Önce annem, ardından anneannem sonrasında sevdiğim adam... Acaba şimdi babam mı terk ediyordu beni? Artık yorulduğunu söylemişti, bana katlanamıyordu. Onun için annemden geriye kalan bir yüktüm işte ve daha fazla tahammülü kalmamıştı.

Tekrar, tekrar... Yere çakılıyordum. Buna engel olabilecek hiçbir şey ve hiç kimse yoktu. Ellerimi ters çevirip belirginleşen damarlarıma baktım. "Nasıl öleceğini hiç düşündün mü?" diye sormuştum.

"Bilmem," demişti o sakin ses tonuyla. "Pek düşünmedim. Ama hızlı ve ani bir ölüm olmasını isterdim sanırım. Acısız ve tek seferde. Yaşarken yeterince acı çekiyoruz zaten, en azından ölümümüz huzurlu olmalı."

Dediği gibi de olmuştu. Tek seferde, tek kurşun... Hızlı ve beklenmedik bir ölüm.

Ne bir yardım çığlığını duymuştum, ne de çaresizce bir umut arayışına girdiğini görmüştüm. Tetiği hiç düşünmeden çekebilecek kadar cesaretli, arkasında neleri bıraktığını göremeyecek kadar kör ve umursamazdı.

Dizlerimi kendime çektim ve başımı yatağın başlığına yasladım. Bu kez biliyordum. Bu hayata ve kendime verdiğim son şanstı.

Odamın kapısı tıklatıldığında "Gel," dedim sakin bir sesle. Beyza kapıdan içeri başını uzattı ve odaya girip ayakucuma oturdu. Yüzüme endişeyle baktı. "Ilgaz, babanla konuştuktan sonra iyi görünmediğini söyledi. Konuşmak ister misin?"

Başımı iki yana salladım. "Sorun yok, alışkın olduğum şeyler."

"Alışkanlıklar da insanı günden güne çürütür,"

"Bu dünyada yaşıyorsak bunu yadırgamamak lazım." Onu ikna etmek istercesine gülümsemeye çalıştım. Ne kadar başarılı oldum bilmiyorum.

"Aileler, tüm çocukların yarası sanırım. Ne iyileşiyor bu yara ne de öldürüyor," Gözleri uzağa daldı ve dudaklarını birbirine bastırdı. "Bana kalırsa Albay, çocuklarına değer veren bir baba,"

"Bilmem, her baba gibi sanırım. Ama bunu gösteremeyenlerden."

"Dünyada çocuğunu sevmeyen babalar da var. Benimkinin umurunda bile değilim. Yıllardır doğru dürüst görüşmüyoruz bile."

"Öyle mi?" diye sordum. Buna şaşırmış sayılırdım. Beyza'nın takım elbisesiyle işten dönen, mahalledeki hiçbir çocuktan hoşlanmayan babasını hayal meyal hatırlıyordum. "Çocukları pek sevmezdi," dedim aklımda kalan hatıralardan yola çıkarak.

"Kendi çocuğu da dâhil," Sesini ifadesiz tutmayı başarmıştı. "On beş yaşımdayken annemin, biyolojik annem olmadığını öğrendim. Babam, kadın beni ona bırakıp gittiği için bana karşı hep nefret doluydu. Beni büyüten anneme gerçekten âşıktı. Annemin de çocuğu olmadığı için bana düşkündü. Annemi sevdiğim için babama katlanıyordum ve onun da öz annem olmadığını öğrendiğimde dünyam başıma yıkıldı."

"Bunu bilmiyordum,"

"İki üç yıldır iş dolayısı sebebiyle İzmir'deler. Onlarla gitmedim. Böyle daha huzurlu hissediyorum inan ki. Yıllarca bir yalanı yaşamak çok ağır. Benden birkaç yaş büyük bir ev arkadaşıyla kalıyordum. O da altı ay önce sevgilisinden hamile kalınca buradan taşındı."

"Ailen için üzüldüm," dedim başka ne diyeceğimi bilemediğimden. Beyza'nın yaşadıkları oldukça ağırdı. Biyolojik annesinin kim olduğunu bile bilmiyordu muhtemelen.

"Önceden ben de üzülüyordum, artık o kadar umurumda değil açıkçası. Ailemden daha yakın olduğum Doruk var, Orhan Amca, Nesrin Teyze, Ilgaz... Hayatımın anlamı olan Buğra... Yani tüm bunlar yetiyor bana. Şimdi sen de döndün," dedi uzanıp elimi tutarken.

"Buğra nerelerde sahi? Onu askeriyedeki şu karmaşadan beri görmedim."

"Gece kulübündeki yoğunluk bu aralar onun üstünde ve son zamanlarda epey gergin. Tam olarak nesi var bilmiyorum." Beyza'nın anında yüzü düşmüştü. Buğra konusunda ne kadar hassas olduğunu ve onu ne kadar çok sevdiğini görebiliyordum.

"Dediğin gibi iş yoğunluğundandır. Yarın gece kulübüne döndüğümde onun da stresi azalacaktır eminim ki."

"Tuhaf gelecek belki bilmiyorum ama... İçimde bir his, başka bir nedeni olduğunu söylüyor. Son zamanlarda o kadar uzak ki... O neden her ne ise aramıza duvarlar örüyor. Bu beni korkutuyor, onu her gördüğümde ayrılmak istediğini söyleyecek sanıyorum." Beyza'nın anında gözleri doldu. Yatakta doğrulup ellerini avcumun içine aldım. "Kuruntu yapıyorsun Beyza, Buğra'nın seni ne kadar çok sevdiğini hepimiz biliyoruz. Senden ayrılmak isteyeceğini sanmıyorum,"

"Ama uzaklaştığını hissediyorum benden, yanımda ama aslında o kadar uzakta ki..." Ne demek istediğini o kadar iyi anlıyordum ki. Bir kadın bunu hissediyorsa genelde yanılmaz. Böyle düşünmesi beni de korkuttu. Başka bir kadın mı vardı acaba? Eğer öyle bir şey varsa benden önce Doruk, Buğra'yı öldürürdü. Mete'ye yaptıklarını düşünürsek.

Benden beklenmeyecek biçimde kollarımı boynuna doladım ve ona sarıldım. Yüzünü omzuma gömdü. Sessizce ağladığını anlayabiliyordum. O an içimi sızlatan bir şeyi de anlamış oldum. Bir yanım, bir zamanlar en yakın arkadaşım olan Özge'yi de çok özlemişti. Her şeyi unutup ona sarılmak istiyordu. Bazen hiçbir şey demeden sadece sarılmak da yeterdi. Bunca şeyden sonra bu mümkün müydü?

***

Ertesi gün kendimi daha iyi ve daha zinde hissediyordum. Gece kulübünde işbaşı yapmak için hazırdım fakat güzel bir vesile için bu akşam burası kapalı olacaktı. Buğra, Beyza ile ilk burada tanışmıştı ve tanışma yıl dönümleri için sürpriz hazırlamak istemişti. Ilgaz da onu kırmamıştı ve bu akşam mekânı kapatmıştı. Beyza'nın yersiz yere kuruntu yaptığını da anlamış oldum. Buğra'nın duvara yapıştırdığı ikisinin resimlerine bakarken gülümsedim. Beyza bu sürprize kim bilir ne kadar çok sevinecekti. Doruk ve Ilgaz uzun, küçük masaları kenara çekip ortaya iki kişilik bir masa hazırladılar. Buğra ise alt kattan bu gece için çıkardığı yıllanmış kırmızı şarabı inceliyordu.

"Her şey hazır görünüyor," dedi Ilgaz etrafa kısaca göz atarken. Doruk bir an düşündü ve sonra eliyle hafifçe kafasına vurdu. "Çiçek? Çiçeği almayı unuttum ben. Siparişi Buğra vermişti, ben de uğrayıp alacaktım."

"Ilgaz ve Arya şu birkaç balonu şişirip asarken sen de git, al hemen. Ben de Beyza'yı evden almaya gideceğim."

"Balon mu? Ne gerek var lan? Evlenme teklifi etmiyorsun Buğra, kendine gel." Ilgaz masanın üzerinde duran henüz şişirilmemiş balonlara küçümseyerek baktı.

Doruk masanın ucundaki araba anahtarlarını alıp hızlıca merdivenlerden inerken Buğra telefonunun ekranında saçlarını düzeltiyordu. "Beyza balonları çok sever,"

Mavi bir balonu şişirmeye başladığımda Ilgaz bana deliymişim gibi baktı. Elimi ona hadi dercesine salladım. Puflayarak kırmızı balonu eline aldı. "Uğraştığımız şeylere bak, liseliler yapmaz bunu be!"

Balonu fazla büyük olmadan şişirmeyi bıraktım. Nefesim zor yetmişti, balona bir düğüm atarken Buğra'ya seslendim. "Kendine baktığın yeter, gayet iyisin," dedim elimle süper işareti yaparak. Buğra cool biriydi, kıyafete, saça başa bu kadar takılacağını düşünmezdim. Siyah gömleği ve altına giydiği koyu renk kotla ideal duruyordu. Kulağındaki halka küpe dikkatimi çekerken Ilgaz ikinci balonu da şişirip düğüm attı.

"Ben Beyza'yı almaya gidiyorum, balonları asınca ve Doruk da çiçeği getirdikten sonra çıkarsınız."

"Emredersiniz Buğra Bey," diye bir selam çaktı Ilgaz. Ona ters ters baktığımda "Ne var?" diye sordu. Buğra merdivenlerden aşağıya inip Ilgaz ile baş başa kaldığımızda omuz silktim. "Güzele bakmak sevap ya, ondan baktım," Alaycı bir ifadeyle ikinci balonu şişirmeye koyuldum. Kollarını aramızdaki masaya yaslayıp bana dikkatle baktı ve dudakları yukarı kıvrıldı. "Güzelle ilgilenmek de sevap tabi," dedi iki akşam önce söylediklerine gönderme yaparak.

Balonları şişirme işini tamamen Ilgaz'a bırakıp dolaptan kendime bir elmalı soda açtım. Ilgaz balonları alıp karşıdaki araba maketinin olduğu, duvarlarına rastgele renkler fırlatılmış olan bölüme geçti. "Kaytarmayı bırak asi kedicik, gel şuraya," diyerek beni çağırdı. Sodamı yudumlayarak karşıya geçen merdivenleri çıktım. Ilgaz araba maketine yaslanmış vaziyette şişirilmiş balonun tekine vurmakla ilgileniyordu. Arabanın arka kısmına koyduğu bantı eline aldı. "Ben şişirdim, asması senden,"

Soğuk ve yakıcı sodayı boğazımdan aşağı bir kez daha gönderirken dudaklarımın kenarına parlatıcı bulaşmasın diye de parmağımla ağzımın kenarın sildim. "Olur," Ilgaz dikkatle bana bakıyordu. Bakışlarının dudaklarımda olduğunu fark ettiğimde elimdeki sodayı ona uzattım. "Sen bunu tut, ben asarım,"

Bir bana bir de uzattığım sodaya baktı. "Aa, tamam," dedi gözlerini kırpıştırarak. Elimden alırken ben de genelde solistin oturduğu hafifçe yüksek olan tabureye çıkmak için bir göz attım. "İçmemde bir sorun yok değil mi? Gerçi sen kafamdan aşağı dökmeyi tercih edersin ama,"

Omzumun üzerinden ona baktım. "Tabi, içebilirsin," dedim. Son dediğini duymazdan geldim. Şişenin ağız kısmına şeftali rengi likit rujum bulaşmıştı fakat Ilgaz bunu umursamadı ve şişeyi ağzına götürürken bana göz kırptı. İçimi garip bir ürperti kapladığında başımı çevirdim ve tabureye dikkatlice tutunarak üzerine çıktım. Ilgaz taburenin yanına gelip sabitlemek için tuttu. Elinin altındaki mor balonu bana uzattığında dengemi sağlamıştım ve azcık eğilerek balonu aldım. Ardından dişleriyle bir hamlede kopardığı üç parça bantı bana uzattı. Şişeyi de bu sırada maketin arka tarafına koymuştu. Balonu sabitledim ve ardından iki balonu daha. Ilgaz dördüncü balonu uzatırken oluşan sessizliği bozdu. "Geçen akşam söylediğim şeyin seni rahatsız etmesini istemiyorum." Balonu alırken göz göze geldik. "Rahatsız falan olmadım, bunu nereden çıkardın?"

"Tek kelime konuşmayınca bu sonuca vardım," Parmaklarına yapıştırdığı bantları alırken soğukkanlı görünmeye çalıştım. "Kasıtlı olarak yaptığım bir şey değil. Hem en başında patron çalışan ilişkisinden ileri gitmek istemediğini söyleyen sendin. Şimdi bu söylediklerin kafamı karıştırıyor hak verirsen,"

Ilgaz gözlerini bir saniyeliğine yumup açtı ve dudaklarını ısırdı. "Hay dilimi sikeyim," diye mırıldandı omzuna doğru. Bu hareketine gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırıp balonu duvara bantlamak için arkamı döndüm. "Lafını yediğini görmek güzel," Balonu duvara bantlarken kafam açıkçası biraz karışıktı. Diğer balonları da astıktan sonra ona döndüm. Tabi kafası ancak karnıma geliyordu, yukarıda olduğum için. "Sonra ne demiştin? Ah, hatırladım." Sesimi kalınlaştırarak devam ettim. "Ben senin parmağında oynatabileceğin erkeklerden değilim." Yere inmek için dizlerimi kırarak eğildiğimde Ilgaz ellerini belime yerleştirip beni kucakladı ve tek seferde yere indirdi. Bu biraz sersemleme neden oldu. Belimdeki elleri göğsümün ortasındaki ateşin tekrar alevlenmesine neden oldu. Vücuduma sayısız iğne batıyormuş gibi hissettim. Tam karşısında ona bakarken Ilgaz diliyle dudaklarını ıslattı ve muzip bir ifadeyle sordu. "Başka ne demiştim?"

Bir iki saniye düşündükten sonra ona meydan okuyan bir ifadeyle baktım. Aramızda biraz da olsa mesafe vardı fakat ellerini belimden hala çekmemişti. Ateşe davet eden kahverengi gözlerine odakladım bakışlarımı. "Seninle ilgilenmiyorum ve ilgilendiklerimin üzerlerine de atlamaktan vazgeç." Diye hatırlattım iki üç hafta önce bana söylediği sözleri. Doruklar'da yaptığımız kahvaltıdan sonra kalbimi kırabilecek bir sürü şey söylemişti. Belki sinirle söylediği sözlerdi ama yine de o kadar kolay unutulmuyordu.

"Aptal herifin tekiymişim," dedi başını hafifçe eğerken.

"Öylesin," dedim ve ekledim. "Esra'yla ilgilendiğini ima etmiştin, böyle kafa karıştırıcı şeyler yaparak..." Ilgaz belimdeki ellerini sertleştirdi ve beni kendine doğru çekti. Bir elini belimden boynuma doğru çıkardı ve dudaklarını dudaklarıma bastırdı. Bir kolum onun koluna tereddütle dokunurken birkaç saniyelik bir şok yaşadım. Üst dudağımı öptükten sonra kısa bir an dudaklarımızı ayırıp beni tekrar öpmeye başladı. Şaşkınlığımı üzerimden attığımda koluna değen elimi ensesine doğru çıkardım ve oradaki saçlarını kavradım. Boynumdaki eli yanağıma doğru çıkmıştı, dudaklarımı araladığımda öpücüğünü daha da derinleştirdi. Elimi ensesinden saçlarına doğru gezdirirken ben de onun alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. İçimdeki yangın git gide büyümekteydi. Aklımı kaybetmiş gibiydim. Ilgaz kendisi geriye giderken dudaklarımızı ayırmadan beni de kendisiyle beraber çekti. Araba maketine yaslandığını fark ettim hayal meyal. Beni kendisine yasladığında bu kez daha tutku dolu öpüşmeye başladık. Ellerimi günlerdir daldırmak istediğim dalgalı saçlarının arasına daldırdım ve yaşadığım tutkudan dolayı da hafifçe çektim saçlarını. Sol elim de boynunda oyalanıyordu. Sonra o elimi de ensesine getirdim. İkimizin de nefesleri hızlanmıştı. Bütün vücudum yanıyordu ve uyuşmuş gibi hissediyordum. Yakıcı dudakları sabırsız ve baştan çıkarıcıydı. Daha önce yaşadığım hiçbir öpüşme bu denli yakıcı ve daha fazlasını isteyeceğim türden değildi. Ama Ilgaz'ı istiyordum. Belki de uzun zamandır. Dudaklarım onun dudaklarına mühürlenmiş gibiydi. Kendimi ondan alamıyordum ve belki de alamayacaktım da. Eğer ki Doruk gelmeseydi. Doruk'un alt kattan gelen sesini duyduğumuzda telaşla geriye çekildim. "Halletiniz mi her şeyi, gençler?"

Göğsüm sık nefeslerimle inip kalkıyordu, Ilgaz'dan birkaç adım uzaklaşmıştım. Başım dönüyordu ve kulaklarımda da müthiş bir uğultu vardı. Ilgaz'ın elleri  hala araba maketine yaslı bir şekildeydi, deminki konumunu değiştirememişti bile. Başı hafifçe eğikti ve dudağının kenarını sıvazlıyordu. Az önce benim dudaklarımın üzerinde olan dudaklar...

Doruk merdivenleri çıkıp bar kısmında durdu ve uzaktan bize baktığında ellerimi arkamda kenetledim. Elinde orkide buketi tutuyordu. "Balonları asmayı bitirmişsiniz," dedi Doruk bizdeki garipliği fark etmeyerek.

"Evet," dedi Ilgaz yaslandığı maketten doğrulurken. Boğazını hafifçe temizledi. Doruk buketi masaya koyduğunda bize bir bakış attı. "Saçlarına ne oldu senin Ilgaz, savaştan çıkmış gibisin?"

Ilgaz telaşla saçlarını düzeltirken yüzümdeki panik ifadesinden kurtulmaya çalıştım. "Biraz balon savaşı yaptık da," Balon savaşı? Gün geliyordu, kontrollü ve becerikli Ilgaz bile saçmalayabiliyordu.

Doruk kaşlarını kaldırdı, masada duran peçete paketini bana fırlattı. Reflekslerim uyuşmuş gibiydi, yere düşen peçeteyi eğilip aldım. "Bu ne için?" diye sordum.

"Rujun dudağının kenarına bulaşmış," dediğinde başımdan aşağı kaynar sular döküldü. Yutkunamadım bile. Paketten telaşla bir peçete çıkarıp dudağımın kenarına bastırdım ve sildim. Ilgaz benden önce atıldı. "Soda içerken rujunun bulaşacağını söylemiştim," dedi şişeyi eline alırken.

Doruk bize gerçekten tuhafmışız gibi baktı. Anlayıp anlamadığını bilmiyordum. "Ee daha orada dut yemiş bülbül gibi dikilecek misiniz? Neyiniz var oğlum sizin, canlanın biraz!"

Beyza ve Buğra gelmeden gece kulübünden çıkmamız gerektiğini hatırladığımda sonunda kıpırdayabildim. Bar bölümüne geçen merdivenlerden geçerken Ilgaz da arkamdan geldi ve Doruk bize arkasını döndüğünde kulağıma eğilip fısıldadı. Ona doğru döndüğümde dudaklarını dudaklarıma mühürleyen adam gözlerindeki kızıl ateşlerin arasından bana baktı. Sözleri tüm bedenimi tekrardan ateşe verdi. "Dudaklarının tadı hala hatırladığım gibi, kedicik."

Ayyh, bugünleri de mi görecektik, gözümün önünde büyüdü keretalar! 20. bölüme özel, bir sürpriz yapmak istedim. Bölümü nasıl buldunuz?

Bölümdeki en sevdiğiniz kısım hangisiydi?

Sizleri seviyorum, bana destek olan herkese o kadar minnettarım ki. Aradığınız o küçük ama paha biçilemez umut ışığını bulabilmeniz dileğiyle...

Continue Reading

You'll Also Like

698K 26.6K 87
Genç kızın arkadaşının verdiği yeni numarayı yanlış yazan kızın gelecekteki kocasına tesadüfen yazması. İlk başta kız engel yesede engel bir şekilde...
729K 18.6K 79
Herkesin korkulu rüyası olan Yer altının en büyük mafyası yer yüzünün hakimi sadist sinir hastası piskopat bir adamın bir kıza aşık olması Ve haya...
168K 4.9K 24
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
3.5M 128K 71
Berdel'e kurban gitmiştim. Hiç tanımadığım, bilmediğim bir adamla evlendiriliyordum... "1 yıl, sadece 1 yıl sonra burdan herkesin seni bir ölü olarak...