Yeniden [Dreame'da]

By isimxx

219K 1.3K 523

•| Bayan Bakıcı 2 |• ... Aşık ve kıskanç bir eş... Levlâ Eşini kaybetmekten korkan koca... Can Yersiz, patava... More

Tanıtım ~ Yeniden
1.bõlūm ~ Güven
2.bõlūm ~ Acı
3.bõlūm ~ Emanet

4.bõlūm ~ Hayal

4.2K 246 70
By isimxx

Keyifli okumalar 😊

O sinirle önce annemin kızıla çalan saçlarından tuttuğum gibi geriye doğru çektim. Sonra da yere serip üstüne çıktım.

"Sen kimsin de beni Can'dan boşamaya kalkarsın!" diye kükreyerek sorduğumda birden kendime geldim.

Çünkü öyle bir şey yapabilecek ne cesaretim vardı nede halim... Ama bunu bana yapması hem de hiç acımadan zevk alarak söylemesi insanın içine öküz oturtuyordu. 'Acaba beni hiç gelini olarak görmedi mi?' diye sormadan da edemiyorum kendime.

Gözlerim yaşlarla dolmuştu ve her an akmak için fırsat kolluyorlardı. Ama saklanarak ağlamak için ne hareket edebiliyordum nede gidebilmek için konuşabiliyordum.

Sanki tutulmuştu dilim. Donmuştu bedenim. Beni ayırmak istemesi...

Birden başımın dönmesiyle dengemi sağlayamayıp olduğum yerde yalpaladım. Allah'tan yakınımda duvar vardı ve düşmeden tutunabildim.

"Hanımefendi iyi misiniz?" diyerek babam hızlı adımlarla yanıma geldi.

"Evet iyiyim." dedim gözlerimi kaçırarak.

Ona da kırgındım. Beni evden göndermeye razı olmuştu. Suçluyum kabul ama cezası bu kadar ağır olmalı mıydı? Beni aşkımdan ve kızımdan ayırarak ölüme mahkum etmesine göz mü yummalıydım?...

"Nergis, hanımefendi kim?"

"Can'ın özel hemşiresi ve bakıcısı. Hastane göndermiş." diyerek açıklama yaptığında babamın bakışlarının bana döndüğünü hissettim.

Gözlerimi gözleriyle buluşturduğumda bir kaç dakika öylece baktı ardından hafif bir şekilde kaşlarını çattı. Beni tanımasından korkmaya başladığımda içten içe telaşa kapıldım.

"Nergis Hanım, Can Bey'in yanına girip durumuna bakabilir miyim?" diyerek bakışlarından kurtulmaya çalıştım.

"A tabi buyurun." dedi ve hâlâ bana bakmakta olan babama döndü.

"Levent bu konuyu daha sonra mı konuşsak acaba?"

"Hayır şimdi konuşacağız. Cem'i de aradım zaten o da gelir birazdan." derken nihayet gözlerini üstümden çekti. Hatta anneme söyleyeceklerini söyledikten sonra salona doğru sert adımlarla ilerledi.

"Levent, konuşacak bir şey yok işte. O kız kaçtı! Bu durumda da boşanmaları kadar mantıklı bir karar yok!"

Elimi kapı koluna koyup gözlerimi kapattım. Tüm sinirimi suçu olmayan kapı kolundan çıkarmak istercesine sıktım. Bizi ayıracaklar Can...

Yaklaşık bir dakika sonra kendimi toparlayıp kapı kolunu sıkmayı bıraktım. Allah'tan annem, babamın peşinden gittiği için benim bu şüpheli halimi görmemişti.

Bedenimi kapıya doğru çevirdim ve elimi bu defa kapıyı açmak için kapı koluna koydum. Yumrular boğazımda yer alırken yavaşça kolu aşağı indirdim. Kapı aralanırken de bıraktım.

Kapı kendiliğinden açıldığında önce kulağıma makinenin sesi ulaştı. Kalbinin attığına dair o ses. Çekingen bir şekilde kafamı yerden kaldırıp yatağa yönelttim.
O an kalbim tekledi. Çünkü Can'ın gözleri açıktı! Belki bana bakmıyordu ama açıktı, Can uyanıktı. Öylece, donuk bir ifadeyle tavana bakıyordu.

"Can..." diye fısıldadım. Beni duymadı çünkü kendimi ben bile zor duymuştum. Beni korkutan beni duymaması değildi. Asıl korkutan şey Can'ın gözlerini kapatmasıydı.

Bu defa adını daha yüksek sesle söyleyerek yanına gitmeyi, beni duyup yeniden uyanması için bağırmayı düşündüm ama ben artık Levlâ değildim en azından Can haricinde...

Kapıyı kapatıp hızlı adımlarla Can'ın yanına ilerledim. Onu uyurken gördüğümde ne yapacağımı düşünürken uyanık görmek insanı beklenmedik bir duygulara sürüklüyordu.

Yanına oturup kulağına eğildim ve dudaklarımı aralayıp bir şeyler söylemek istedim ama ağzımdan kelimeler yerine hıçkırık kaçtı. Ve ben birden kendimi ağlarken buldum.

"Özür dilerim Can. Özür dilerim sevgilim. Sana olan güvenimle ve sadakatine olan inancımla orada durup senin dinlemeliydim." dedim ve sarsılarak ağlamaya devam ettim.

Ama uyanacağını düşündüğüm Can hiç bir tepki vermeden uyumaya devam edince beni hiç bırakmayan korku tekrar içimi sardı. Ne olmuştu böyle? Yoksa ben geldiğimde hayal mi görmüştüm?

Beynimin içindeki sorular beni yemek üzereydi ve ben nereden cevap alacağımı biliyorum. Damla'dan.

Yeni hattın olduğu telefonu çıkarıp Damla'nın numarasını bulup arama tuşuna basmıştım ki içerden yükselen bağırışlarla birlikte kapatmak zorunda kaldım. Ardından aynanın karşısına geçip şişmiş gözlerime suratımı buruşturarak baktım.

Çantamın içine koymuş olduğum allık, fondöten ne varsa yapabildiğim kadar sürüp ağlamaklı izlerimi yok ettim. Ardından derin bir nefes alıp kafamı aynadan kaldırdığımda izlendiğim hissine kapılıp bakışlarımı pencereye çevirdim. Ve bakmamla bir kaybolan bir karaltı.

Korkuyla çarpan kalbim eşliğinde koşarak pencereye gittim ve sağa sola bakındım ama kimseyi göremeyince çoktan kaçtığını anlamış oldum. Beni görmüş olsa bile açık verecek bir şey yapmadım ki!

Ağlamış olabilirim ama bununla ilgili elbet bir yalan uydurabilirim. Evet bunu yapabilirim ama önce evdeki yüksek sesler kimlerden çıkıyor anlamam gerekli.

Bu yüzden istemeyerekte olsa odadan çıkıp salona doğru tedbirli adımlarla ilerledim. Malum Nergis Hanım (!) arkamdan benden habersiz bir şekilde boşanma kâğıtları hazırlatmıştı. Babam bu duruma karşı gibi görünse de annem onu ikna edebiliyorken kendi işimi kimseye bırakamam.

Gerekirse onlar boşanma belgelerini işleme koymadan ben bulup yok ederim. Ama yinede bizi ayırmalarına izin vermem.

Salona yakın bir yerde durduğumda onları duyabilecek kadar yaklaşmış olmuştum. Ama onları dinlediğimi anlamamaları içinde kendime dikkat etmem gerekiyordu. Sonuçta arkamdan kuyumu kazmaya çalışan bir kaynana hanım vardı.

"Anne nereden çıktı bu belgeler?" diyen Cem annesine karşı saygılı kalmak için çaba sarf ediyor gibi zorla çıkıyordu sesi.

"Kağıt ve belgeler nereden çıkarsa oradan çıktı işte!" diyen annem o kadar rahat ve olağan bir şeymiş gibi konuşuyordu ki, gerçekten de tanımakta güçlük çektiğimin daha da farkına vardım.

"Nergis deli etme insanı! Amacın ne ya?!"

Babam ise oldukça sesli konuşuyordu. Aslında direkt olarak bağırıyordu. Sanki birazdan sinirden patlayacak gibi bir hali bile vardı. Belki de annem onu ikna ettiği ve beni göndermeyi kabul ettiğinde ben kaçtıktan sonra buna vicdan yapmış olabilir diye düşünmeden edemiyorum.

"Levent o kız önce oğlumuzla bizi ayırdı. Sonra da canına kastetti! Şimdi ise Can'ın uyanmayacağını anlamış olacak ki torunumuzu da alıp ortadan kayboldu. Öyle ki ailesinin yanında bile değil. Kim bilir şuan kimin yanında?"

Yaptığı ima midemi bulandırmaya yetmişti. Gerçekten bunu yapacağımı nasıl olur da böyle söyler? Beni hiç mi tanımadı? Can'a ölesiye aşık olduğumu bilmiyor muydu? Bu kadar aşağılık biri miyim ben?

"Yeter artık! Bu kadarı fazla! Sen ne demeye çalışıyorsun anne?!" diyerek bağıran Cem ile ister istemez yerime sindim. Babam bile bu kadar bağırmamıştı.

"Ne demek istediğim ortada! Her şey gün gibi açık Cem! Levlâ bir gece ortadan kayboluyor ve ne ailesinin yanına gidiyor nede arkadaşlarının! Sence de biraz tuhaf değil mi?"

Her saniye beni ezmekten zevk aldığı sesindeki tınıdan bariz ortaya dökülüyordu. Yapmayacağımı bile bile kafasında kurduğu o düşünceler ile birlikte bunları söylüyordu. Halbuki biliyordu ölsem bile Can'a asla böyle bir şey yapmayacağımı.

"Sakın kıza 'Seni evden kızını almadan göndereceğim!' dediğin için kaçmış olmasın?" diyen babamın sözleri garibime gitmişti.

"Hadi ama Levent, sen izin vermiyordun ve izin vermediğin sürece gönderemeyeceğimi biliyordu." dedi...

Plandı, oyundu ve ben bu yalana kanmıştım. Resmen kandırıldım. Bu annemin bir planıydı ve beni alet etmişti. Şimdi de babamı ve Cem'i yaptığı plana inandırmaya çalışıyordu.

"Gitmesinin başka bir sebebi olmalı. Ama senin ima da bulunduğun şey olmadığına eminim." dedi babam bana olan güveniyle.

"Anne sana bir sır vereyim mi?" diyen Cem ile kaşlarımı çatmadan edemedim.

"Sır mı?"

"Evet sır." dedi ve sesini biraz kıstı. Sanki gerçekten sır verecek gibi. "Yengeme olan güvenim, kendime olan güvenimden daha fazla." demesiyle gözümden yaş damladı.

Babam da, Cem de ne olursa olsun bana güveniyorlardı. Annemin yalanlarına inanmıyorlardı. Tuhaf bir şekilde benim yanımda oluyorlardı. Ama ben onları aramamıştım bile. Hatta ailemi bile...

***

"05..." sayıları tuşlayıp aramayı başlattıktan sonra ikinci çalışta titrek sesiyle telefona cevap verdi annem.

"Efendim?"

"Annem." derken benimde sesim titremişti elimde olmadan.

"Yavrum, nerdesin sen? İyi misin? Neden buraya gelmedin?"... Ve daha niceleri.

"Anne, ben iyiyim ve güvendiğim bir kadının yanındayım. Merak etmeyin beni. Buna mecburum." dedim ağlamamak için kendimi zorlarken.

"Mecbur falan değilsin yavrum! Gel buraya bakarız biz sana. Yapma böyle." dediğinde kendimi daha fazla tutamayıp yaşlarımı serbest bıraktım.

"Ben sizi tekrar ararım anneciğim. Kapatıyorum." dedim ve kapattım. Ardından Levent babamın numarasını tuşladım ve aramayı başlattım. Dördüncü çalışta açılan telefona babamın yorulmuş ve bitmiş sesi geldi.

"Alo?"

"Baba." derken artık sesim daha fazla titriyordu. Ki ağladığım için gayet normaldi.

"Levlâ, nerdesin kızım?" diyen endişeli sesi ve bana hâlâ kızım demesi, dünyalara bedeldi.

"Baba ben iyiyim merak etme ne olur." derken ben, Damla mendil uzattı.

"Kızım söyle neden gittin?"

Ah baba bir söyleyebilsem keşke. Annemin bana yalan söyleyerek kaçmama sebep olduğunu bir diyebilsem keşke. Ama yapamam. Annemle arası yeteri kadar bozulmuşken, biraz daha mahvolmasına hem de benim yüzümden olmasına izin veremem.

"Baba sizi de Can'ı da çok seviyorum bunu unutmayın. Sakın unutma ki geri geleceğim baba." diyerek onunda yüzüne kapattım ve anında telefonun bataryası ile birlikte hattı da çıkarıp çantanın dibine attım.

Ardından şuan için tek ilacım olan Masal'ı kucağıma aldım. Onun derdi başka bir şey olunca buruk bir tebessüm ile birlikte istediğini verdim. Yani göğsümle buluşturdum.

"Seni çok merak etmişler sanırım."

"Evet, hepsi deli olmuşlar beni bulabilmek için. Ama karşılarına çıksam beni tanıyamayacak kadar değiştim." diyerek Damla'nın kucağında ki battaniyeyi aldım ve Masal'ın üstüne doğru örttüm. Sonuçta parktayız ve kimseye açıkta bir şey göstermek istemem.

"Bu sadece kısa bir süreliğine. Şu dudaklarının altı aylık ömrü var. Sonra herşeyi akışına bırakırsın."

"Ben, ben olmaktan çıktım Damla. Şaka gibi bir hayat yaşıyorum. Önce iş için göremeyen ve yürüyemeyen bir adama bakıcık yaptım. İnadımla inadını yenip iyileştirdim. Sonra bir baktım adama aşık olmuşum.
Beni görmedi sevmez diyerek kaçıp gittim. Ama bu defa adam beni buldu ve ben sana gözlerimle değil kalbimle aşık oldum dedi. Sonra sevgililikti, sözüydü, nişanıydı derken birde baktım ben o adamla evliyim. Çok badireler atlatarak birde kız bebek yaptık.

Şimdi ise içimdeki kıskanç kadının verdiği gafletle sonsuz güvenim olan kocamı komalık hasta ettim. Ardından kılık değiştirip kocama bir başkasının kimliğinde yeniden bakıcılık yapmaya başladım.

Haa bide komada ki kocamın yanına girdiğimde sanki gözlerinin açık olduğunu gördüm. İyice kafayı yemeye başladığıma eminim." dedim ve Damla'ya döndüm. Fakat çatık kaşlarıyla karşılaşmayı beklemiyordum.

"Koma derken?"

"Koma işte. Doktor uyanmadığı için komaya girdiğini söyledi." dedim ve yutkundum. Söylemesi ne kadar kolay gibi görünse de zordu. Yakıyordu işte.

Damla birden cebinde ki telefonunu çıkarıp bir şeyler yapmaya başladı. Bende kolumdaki saate baktım. Gece üç olmuştu ve ben parkta kızımı emziyordum. Yanıma Damla da oğlunu alıp gelmişti. Ya da çocuk kızıma göz koyduğu için peşine takılmıştı. Bilemiyorum.

"İşte buldum!" diyerek hararetli bir şekilde sadece dudaklarını oynatarak ekranda yazılan bir şeyi okumaya başladı.

"Neyi buldun? Anlamadım. Ayrıca artık benim gitmem gerek. Kimse çıktığımı anlamamalı." dediğimde kafasını kaldırıp bana baktı.

"Can komada değil ki! Stupor durumunda bir hasta." demesiyle bir sevinmeli miyim yoksa üzülmeli miyim, bilemedim.

Komada olmaması beni sevindirirken, stupor denen şeyin ne olduğunu bilmemek ve hâlâ Can'ın uyanık olmaması beni üzüyordu.

"Stupor da ne demek?"

"Stupor, hastanın, ancak şiddetli uyaranlarla kısa bir süre için uyanık duruma getirilebildiği tepkisizlik durumu."

"Bu beni duyduğu anlama mı geliyor?" diye sorduğumda kafasını iki yana salladı.

"Stupor durumunda kişi çevresindeki insanları tanıyamaz; yer ve zaman, yani nerede olduğunu, hangi gün, ay ve hatta yılda yaşadığını bilemez.
Bu duruma zihinsel işlevlerin değişik derecelerde bozulması da eklenir: Dikkat azalmıştır, eleştiri ve yoğunlaşma yetenekleri kaybolmuştur, düşünce dağınıktır, yakın geçmiş başta olmak üzere bellek bozuklukları belirgindir."

Beynim artık anlamıyordu. Bu iyi bir şey miydi, yoksa kötü mü? Peki doktor neden bize koma demişti? Neden baştan bu şekilde anlatmamıştı ki?

"Anlayamıyorum Damla. Doktor neden yalan söylesin ki?"

"İşin tuhaf yanı da bu ya zaten." diyerek telefonda yazılanlara kısa bir bakış attı ve gözlerini tekrar benimkilerle buluşturdu.

"Söylesene!"

"Can eve gelene kadar komadaymış. Sonra eve getirildiği gün yani sen kaçmadan önce mucizevi bir şekilde bu duruma gelmiş. Levlâ çok iyi durumda değil ama koma kadar kötü de değil."... diyerek olumlu ve olumsuz bir sürü şey söylemeye devam etti.

Ben ise içime doğan umut ile birlikte kızımın alnına öpücük koydum. Geri çekildiğimde yanağında ıslaklık vardı. O zaman farkına vardım işte. Ağlıyordum yine, ama bu defa küçükte olsa doğan umut için, gerçekleşen mucize için...

"Damla benim gitmem gerekiyor. Yarın yine bu saatte gelirsin, görüşürüz." diyerek Masal'ı bebek arabasına yatırdım ve doğrulmadan önce yine öpüp, cenneti andıran kokusunu içime çektim.

Uzak kalıyorduk birbirimizden ama tekrar birleşebilmek içindi bunlar. Tekrar büyük bir aile olup, mutlu olabilmek içindi. Belki uyanacaktı Can. Belki uyandığında onu dinlemediğim için kızgın olacaktı, ama olsun! Yeter ki iyileşip ayağa kalksın. Bir ömür bana trip atsa susarım, hiç bir şekilde karşı da gelmem.

Arayarak çağırdığım taksiye binip evin adresini verdim. Yaklaştığımız da ise evin arka sokağında durmasını rica ederek ücretini ödeyip indim. Şimdi gecenin bilmem kaçında ayakta bir insan varsa -ki muhtemel ihtimal Fadime Teyzeden başkası olmaz- yakalanmamak için taksiyi farketmemeleri önemliydi.

Sessiz adımlarla gölgelerin arasından ilerleyip kapının anahtarını yerine yerleştirdim. Yavaş bir şekilde çevirerek açtım ve içeri kolaçan ederek girdim. Ardından aynı yavaşlıkla kapıyı kapatıp, hızlı adımlarımı Can'ın odasına yöneldim. Ama odaya girene kadar o izlenme hissinden kurtulamadım...

Biri vardı ve beni takip ediyordu yada ben bu aksiyonlu hayata alışık olmadığım için bana öyle geliyordu. Yani inşallah bana öyle geliyordur. Yoksa ayvayı bütünüyle yediğimin hatta ağacıyla birlikte yediğimin tescillenmiş anındaydım.

Eğer şu halimi tek bir kişi bile farkedip polise söylese, sahtecilikten direkt olarak hapse girerim. Yalnız ben değil, bana yardım eden Didem Hanım, Damla ve eşi Okyanus'ta.

Hepsi benim için hayatlarını tehlikeye atmışlardı. Ve benim yaptığım bir hata yüzünden hayatlarının mohvolmasına izin veremem. Vermemeliyim...

Yanıma aldığım küçük valiz türü çantanın içini açıp pijamalarımı yada Damla'nınkileri çıkardım. Her türlü o olmalıydım. Kılık kıyafet isim falan filan.

Banyoya girip saçlarımı çözdüm ve soyunarak sıcağa yakın ılık suyun altına girdim. Çünkü ılık suyum soğuğa yakın olduğunda Can kızıyordu.

Onun kızdığı şeyleri yapmayı bırakalı uzun zaman olmuştu ve ben sadece bunlardan bir tanesini uyguluyordum. Ağlamak...

Ağlamak dışında Can bugüne kadar neye kızdıysa hiç birini yapmıyorum. Yapmayacağımda...

Bilmiyorum belki de Can'ın kızacağı şeyleri yaparsam bana sinirlenerek uyanır!

Banyoda ki bornozu bedenime sarıp aynanın karşısına geçip yabancı olan bana bakmaya başladım. Açık kahve saçlar, yeşil gözler, oldukça dolgun dudaklar, kahküllü saç kesimi...

Bu ben değildim. Belki de Can benden uzak olduğu zamanlar değişiyordum. Tıpkı Can'dan kaçtığımda makyaj yapmaya alıştığım ve kendimi tanıyamayacak kadar değiştiğim zaman da olduğu gibi...

Ama bu sefer daha farklıyım. Adım bile ben değilken daha neyin tartışmasını yapıyorum ki kendi kendime?!

Giyindiğim gibi banyodan çıkıp benim için hazırlanmış yatağa (!) yani yatak gibi kurulu olan koltuğa ilerledim. En azından Can ile aynı odada kalmamı söylemişlerdi. Yoksa her gece nasıl bir bahane uydurup Can'ın yanında kalabilirdim bilmiyorum.

Damla'nın bana söylediği gibi Can ile ilgili kontrolleri yaptım ve değerlerini falan kaydetmeye başladım...

Herşey bittiğinde yanına oturup elimi yüzüne doğru götürüp yanağında çıkan sakallarında gezdirmeye başladım. Elime bıraktığı bu his, tarif edilemez bir huzur veriyordu. Varlığına emin olmama yetiyordu.

Keşke şimdi ben elimi sakallarında gezdirirken o da uyanık olup gözlerimin içine aşkıyla birlikte dolu dolu baksa.

Ama uyanık olsa bile neyin ne olduğunu bilemeyecek bir durumda. Değil aşkla bakmayı, etrafında ki hiç kimseyi idrak edemeyecek bir durumda. Ama olsun ya. Biliyorum ki, bir gün iyileşecek ve o gün herşey düzene oturacak.

"Beni duyuyor musun bilmiyorum ama ben geldim sevgilim. Canını yakan canın geldi. Şuan burada yatmana sebep olan aşkın geldi. Yanına geri döndü. Yapamayacağımı sensiz olamayacağımı biliyorsun değil mi?

Bugün seninle ilgili güzel olduğunu umduğum haberler aldım. Beni, bizi yalnız bırakmamak için bize dönmek için elinden gelen herşeyi yapacağına eminim sevgilim.

Ama merak etme. Bak çok sevgili karın, yeniden Bayan Bakıcı olarak yanına, hayatına girdi. Biraz tuhaf ve değişik olsa da şuan yine senin hayatında senin bakıcın olarak bulunuyorum.

Biraz ironik bir durum olsa da yanındayım ya, buda yetiyor. Kokunu doyasıya içime çekerken, yanında oturup ellerimi sakallarında gezdirirken, kalbinin atışına şahit olurken mutluyum. Ve iyileşeceğine de umutluyum sevgilim. Hani bir şarkı vardı, şey diyordu.

{Batuhan Sevimo ~ Herşey Seninle Güzel}

'Her şey seninle güzel yolda yürümek bile

Olmayacak düşlerin peşinde koşmak bile

Her şey seninle güzel bu toprak bu taş bile

İçimdeki bu korku gözümdeki bu yaş bile

Beklenmedik bir anda ayrılık gelip çatsa

Seninle paylaştığım tek bir gün yeter bana

Her şey seninle güzel duyduğum bu ses bile

Yalnız içtiğim su değil aldığım nefes bile

Her şey seninle güzel bu yağmur bu kar bile

Yüzümdeki gözyaşının izleri onlar bile.'

Şarkıyı söylemeyi bıraktım ve derin bir nefes alıp saate baktığımda acayip geç olduğunu farkedip yatmaya karar verdim. Ayağa kalkmadan Can'a doğru eğildim ve dudaklarımızı birleştirip küçük bir öpücük bıraktım.

Bir an için o sürtüğün dudaklarının değdiği aklıma geldiğinde kendimi geri çekmek istesem de, bu Can'ın suçu değildi. O dudaklar zorla değmişti, bana ait olana.

"Özür dilerim sevgilim. Seni seviyorum." diyerek geri çekilip koltuktan dönme yatağıma ilerledim. Yatakta Can'a doğru döndüm ve uyanacağını umut ederek gözlerimi kapattım.

***

"Cem bu işi halledeceksin değil mi?" diye sorduğunda annem, sinirle soludum.

"Asla bunu yapmayacağım!" dediğinde bu defa sinirle solumak anneme geçmişti.

"Sen yapmazsan, ben yaptıracak birilerini bulurum!"

"Ben yapmıyorum ve kimsenin yapmasına da izin vermiyorum!" diyen Cem'e içten içe ne kadar teşekkür etsem azdı.

Annem yine belgeleri toplayıp Cem'e boşanma işlerini yaptırmak için uğraşıyordu. Ama Cem benim yanımda olduğu için kabul etmiyordu.

"Can onun yüzünden içerde öylece yatıyor! Ama sen abinin canına kastedenin hayatımızda kalması için uğraşıyorsun!"

"Anne neden anlamak istemiyorsun?! Abim benim yüzümden bu halde! Eğer o asistana saçma sapan konuşmasaydım böyle bir şey yapmayacaktı! Yada yengeme saçma cümlelerle kurulmuş olan o mesajı atmasadaydım! Bu benim suçum!" diyerek yıkılmış bir şekilde salonun çıkışına ilerledi.

Halbuki benim suçumdu ama Cem kendini sorumlu tutuyordu. Bu da bende daha fazla vicdan azabı çekmeme sebep oluyordu.

Telefonum çalmaya başladığında kendime gelip düşüncelerimi kendimden uzaklaştırdım. Ardından Damla'nın aramasını cevapladım. Tabi sessiz bir şekilde.

"Efendim?"

"Levlâ, Masal ağlamaktan helak oldu yavrucak. Bir türlü susturamadım. Seni istiyor sanırım." dediğinde ne kadar berbat bir anne olduğumu anlamış oldum.

"İzin alıp geliyorum hemen." diyerek telefonu kapattım ve saklandığım yerden çıkıp babamın çalışma odasına doğru koşmaya başladım. Çünkü şu evde güvenip sevebileceğim olan babamdı. Annemi kırmıştım.

Farkında olmadan kırılmıştı ve şuan bunun acısını fazlasıyla alıyordu benden. Haklıydı da, hayatına girdiğimden beri, Can'ın başına gelmedik şey kalmamıştı.

Sırf bu yüzden bile hayatından uzaklaşmam gerekirdi. Ama yapamayacak kadar bencil bir insan olduğum için gidemiyorum. Denesem bile, bir mıknatıs misali tekrar Can'a çekiliyorum.

Düşüncelerimle birlikte çalışma odasına girdiğimde grinin yoğunluk odaya ilerledim.

"Levent ba... Bey bebeğim çok ağlıyormuş. Beni istiyor sanırım." dediğimde yüzünde anlayışlı bir ifade oluştu ve kafasıyla onayladı.

"Git öyleyse, bebeğine bir şey olmasın." diyen babamın boynuna sarılmak istemem gayet normaldi. Tabi kendimi ondan da gizlemeseydim.

"Teşekkür ederim, efendim." demekten başka çarem yoktu ve diyerek çıkışa ilerledim.

Üstüme hırkamı giyerek dışarı çıkarken Fadime Teyze ile karşılaştım. Elinde ki poşetlere bakılırsa pazardan yada marketten geliyordu. Ki kırmızı bir elmanın bana göz kırptığını görene kadar.

Elma yemeyi bile ne kadar özlediğimi işte o an farkettim. Gerçi yemek yemeye bile daha yeni başlamışken elmanın aklıma gelmemesi gayet normaldi.

Ama şuan canım istiyordu ve ben Levlâ olarak değil, bir başkası olup rica ederek almam gerekiyor. Du Masal'ın ağladığı gerçeğini hatırlayana kadar. Fadime Teyzenin tuhaf bakışları vardı bana karşı ama ne olduğunu öğrenecek kadar zamanım yoktu.

Annelik bu olsa gerek ki, on dakika içinde kızıma ulaşmıştım ve sarılarak susturmaya çalışıyordum.

"Size de böyle yük olup zahmet veriyorum hep, özür dilerim." dediğimde Damla koluma vurdu.

"Aman ben sana teşekkür ederim canım. Çünkü sayende hiç yapmadığım kadar tatil yapıyorum." der demez Didem Hanım kafasına yastık attı.

"Özürlük hiç bir şey yok kızım. Olsun eve ses geldi işte."

"Ama bu yorulduğunuz gerçeğini değiştirmiyor." dedim isyan eder gibi.

"Allah Aşkına kim yorulmadan çocuk büyütmüş acaba?"

Bunun üzerine sustum ve biraz kızımla oynadım. Babasıyla ilgili bir takım şeyler anlattım. Susmuştu ve beni dinliyordu. Ki uyuyana kadar.

Böyle yapması gayet normaldi tabi. İkimizde birbirimizden ilk kez bu kadar ayrı kalıyorduk. Amacım kızımdan ayrı kalmamak iken şimdi onu kendim bırakıyordum. Aslında buna sadece mecburdum. Belki yeniden bir aile olabilecek iken, böyle bir ihtimal varken ve onu istediğim zamanlarda görebiliyorken yapmak zorundayım.

Eve yaklaştığımda bahçeye girecekken Emre karşıma çıkıp gülümseyerek dikilmeye başladı. Anlamayan bakışlarımı armağan ettiğimde ise göz devirmemek için kendini tutmuş gibiydi.

"Selam Damla, ben Emre." deyip elini uzattığında bende uzatıp rol icabı sıktım.

"Tanıştığıma memnun oldum."

"Damla gözlerin çok güzel." diyerek bana yürümesi sinirlendirmişti.

"Evet çok güzel çünkü, bu gözler kocasına aşık bir kadının gözleri. Çünkü bu gözler ondan başkasına bakmayan kadının gözleri." deyip ağzının payını vermek güzel olsa da yakalanmak kadar kötü bir şey yoktu. Üstelik yakalandığınız kişi eğer arkamızdan kuyunuzu kazmak isteyen kaynananızsa!

"Yalnız bir kadın olduğunu sanıyordum."...

***

Umarım beğenmişsinizdir ☺

Arkadaşlar bölümde bahsettiğim şu stupor durumu var ya hani, ondan bahsetmek istiyorum. Mutlaka okuyun...

Koma ile ilgili bir şeyler araştırırken bu durum karşıma çıktı ve benimde dikkatimi çektiği için hikayemde kullanmak istedim. Tıp bilgim veya alabilecek kimsem olmadığı için külliyen sallayarak hayal gücümü kullanacağım. İnternette hastalık ile ilgili araştırma yaptım. Tabi ki pek bir şey elde edemedim. Elde ettiklerimi de zaten yazdım...

Umarım sorun olmaz...

Continue Reading

You'll Also Like

828K 18K 31
1. Kitap ; BAĞIMLI - Yeşilin Siyahı 2. Kitap ; TUTUKLU - Yeşilin Matemi 3. Kitap ; VURGUN - Siyahın Busesi Çimen yeşilinin ev sahipliğini üstlenen...
LEVLÂ By thegri_123

General Fiction

2K 873 8
"Sence gidene mi daha zor kalana mı?" diye sordu bana dönerek Dudaklarımı büzüp "bilmem, ben hiç gitmedim ki..." dedim ama sonra ekledim "kalana çok...
5.8M 313K 46
Berdel sonucu yatalak bir Ağanın eşi olacaktım... Ama nedenlerde boğulacağım bir sır dünyasına gireceğimi nerden bilebilirdim ki? Hadi hayat serüveni...
22K 893 20
Kimliksiz; seni öyle bir soyarım ki anadan üryan kalırsın Siz; Ukala herif. Sen önce gitte nezaket dersi al, ondan sonra birilerine ders vermeye kalk...