KÜFÜR YOK!

By S-Mare

5.7M 417K 220K

*Tamamlandı* "Sence bizden bir cacık olur mu?" dediğimde önce bana öylece baktı, sonra kahkahalarla gülmeye b... More

1• 'Küfür Yok!'
2 • 'Terlik Mağduru'
3 • 'And the Tişört goes to...'
4 • 'Bakalım Nereye Kaçacaksın?'
5 • 'Tanıştırayım, Seri Katil Asiye'
6 • 'Fosilleşmiş Doğa Artığı'
7 • 'Astım değil, Çay Krizi'
9 • 'Aşırı Şiddet'
10 • 'Anne Sorunu'
11 • 'Kaçış'
12 • 'Benim Suçum Değildi'
13 • 'Sherlock Holmes'
14 • 'Araştırılacaklar Listesi'
15 • 'O Kız Benim Gözetimimde'
16 • 'Şutgirl'
17 • 'Denizleri Aş Da Gel!"
18 • 'Şefkatli Dokunuşlar'
19 • 'Önemli Konuşma!'
20 • 'Seni Öperim!'
21 • 'Çakma Kara Murat'
22 • 'Çok Konuşuyorsun!'
23 • 'Emin misin?"
24 • 'Hoşlanıyorum!'
25 • 'Kaza Nasıl Oldu?'
26 • 'Sırlar ve İtiraflar'
27 • 'Çatlak Kaynana!'
28 • 'Ceza'
29 • 'Sürpriz'
30 • 'Gelsin Goller!'
31 • 'Dokunmasın!'
32 • 'Gitti!'
33 • 'Koca'
34 • 'Beni Bırakırsan Eğer...'
35 • 'Tehdit'
36 • 'Flash Mob'
37 • 'Dayı'
38 • 'Garip Teklif'
39 • 'Kız İsteme'
40 • 'Ev-len-dum!'
41 • 'Bal-Ayı'
Final • 'Babaoliysan!'
BvŞ ve Diğerleri

8 • 'İkiniz Uslu Uslu Takılın'

153K 11K 7.2K
By S-Mare

Multimedya: Shawn Mendes | There's Nothing Holdin Me Back

Keyifli Okumalar...

🍀

Esra Yağmurlu

Çayımı yudumlarken sanki enerjimi yavaş yavaş geri depoluyordum. İki manyağın elinden zorla kurtulup kendimi eve atmam ve çay demlemem bir olmuştu. Adamlar beni hastaneye götürecekti. Hastaneye ya! Düşündükçe çıldıracak gibi oluyordum. Hele kendimi o arabada bulmama ne demeli? Bir an Azman'ın beni arabaya taşıdığını düşünmüştüm de, rezillik... En azından beni taşıyanın Burak olduğunu öğrenmem o rezilliği biraz azaltmıştı ama yine de rezillik rezillikti işte.

Telefonumun mesaj sesiyle çayı mutfaktaki eski ahşap masaya bıraktım ve çantamdan telefonumu çıkardım. Basit ekran desenini Azman'ın çözdüğünü fark edince mecburen başka bir desen kaydetmiştim ve şimdi bu karmaşık desen fazlasıyla can sıkıcıydı.

Mesaj Burak'tandı. "Esra daha iyi misin?"

Yüzümde şapşal bir sırıtma oluştuğunu hissedince birden kaşlarım çatıldı. Hop dedim kendime. Ne oluyoruz? Düğün davetiyesi seçen gelin adayı gibi, ne bu haller kızım?

"İyiyim. Çayın düzeltemeyeceği şey yok :)" yazıp gönderdim.

Çayımdan bir yudum almıştım ki telefon yine çaldı. Hemen elime almaya yeltenmiştim ama yine kendimi uyarıp yavaşça ekranı açtım ve gelen mesajla yüzümü buruşturdum. Bu seferki Azman'dandı. Üstelik adını Yakışıklı diye kaydeden bir Azman'dan.

"Hey Asi! Nasıl oldun?"

Ulan ben senin şecere-i külliyene küfürlerden mani dizdirirdim de şu küfür yasağı olmasaydı.

Hemen telefonun rehberine girip Azman'ın numarasını buldum ve Yakışıklı olarak kaydettiği ismini Azman olarak değiştirdim ve tabii ki ona cevap vermeye tenezzül etmedim. Telefonu kilitlemeden bir mesaj daha geldi. Bu seferki yine Burak'tandı.

"Çay kadar sevdiğin başka bir şey var mı, merak ediyorum."

Bir an bunu düşündüm. Ee, vardı tabii. Çatlak arkadaşlarım ve saygı değer aile üyelerim başı çekiyordu. Sonrası hep çay...

Hemen mesaj yazıp hevesli gibi görünmemek için biraz oyalanarak cevap yazdım. "Kim bilebilir? :)"

Çayım bitince kalkıp bir bardak daha doldurdum ve yine sandalyeye kuruldum. Bir an arkaya doğru sendeler gibi olunca sandalyenin ayaklarını kontrol ettim. Biri sallanıyordu. Hatta çıkmasına ramak kalmıştı. Bu zamana kadar dayanması zaten mucizeydi. Kraliçe Elizabeth, gençlik döneminden bu zamana kadar gelen bu sandalyeyi görse gözyaşlarına boğulurdu herhalde.

Telefonun sesiyle karşı sandalyeye geçip yine mesaj bölümüne girdim ve Burak'ın mesajını okudum.

"Belki bir gün daha çok sevdiğin bir şey daha olur. Kim bilebilir? :)"

Ya beraber kuymağa ekmek bandığım ne güzel de ima ediyor da ne ima ediyor?

Ona sadece bir gülücük işareti yolladım ve tezgâhta bitmek üzere olan çay kavanozuna baktım. Yarın sabaha ancak yeterdi. En kısa sürede çay almam gerekiyordu, yoksa evde terör estirmem kaçınılmazdı. Tekrar ince belli çay bardağımı dudaklarıma götürmüştüm ki zil çalmaya başladı. Çay bardağı elimde kapıya ilerledim. Anlaşılan yine çatlaklardan biri anahtarını evde unutmuştu.

Kapıyı açmamla Azman'ın sırıtan ifadesiyle karşılaşmam bir oldu. Tek kaşım aniden havalanırken burnum yine bela kokusu alıyordu.

"Neden mesajıma cevap vermiyorsun Asi! Senden cevap beklerken az kalsın resmini paylaş butonuna basıyordum."

Derin bir nefes alıp sakin ol Esra dedim kendi kendime. Sakinlik iyidir.

"Ne var yine? Niye kapımdasın?"

Bana doğru bir adım atarken yine yüzünü bana yaklaştırdı. Kaşlarımı çatıp suratına aval aval bakarken o yüze kafa atmamak için kendimi zorluyordum. Bu çocuğun mesafelerle sorunu neydi? Üstüne üstlük sigarayla karışmış pahalı parfüm kokusu burnuma her dolduğunda öksürmemek için kendimi zor tutuyordum. Ben bu lanet astım yüzünden çoğu parfüme düşman olmuşken, adam sanki bilerek en ağır parfümü kullanıyordu.

"Çay!" dedi yüzüme doğru. Nefesi de naneli şeker eşliğinde sigara kokuyordu. Bir an nefesimi tuttum. Etkilendiğimden falan değildi. Sadece bu koku beni rahatsız ediyordu.

Sonra birden ne dediğini idrak ettim. "Çay mı?"

Elimden çay bardağını kapıp geri çekilince şaşkınlıkla bakakaldım. Hatta benim çayımı içince resmen dumura uğradım. Adam benim çayımı içmişti. Hem de ikinci kez...

"Soğumuş bu," dedi yüzünü ekşiterek. Beni kenara itip içeri girerken ben hala saf saf arkasından bakıyordum. Adam kendi evinde gibi rahat bir tavırla önce mutfağa ilerleyip çayı lavaboya döktü. Sonra demlikten kendine bir bardak çay doldurdu. Ardından bana bakıp bardağı kaldırdı ve sırıttı. "Sen de ister misin?"

Yok artık ama ya! Şoklardaydım. Cidden bu herifin sorunu neydi?

"Kapıyı kapat istersen," dedi. "Cereyan yapıyor."

Kendime gelince kapıyı çarparak kapattım ve mutfağa ilerledim. Azman az önce kalktığım sallanan sandalyeye kurulurken karşısına geçip ellerimi belime dayadım. "Dostum senin sorunun ne?"

"O Amerikan dublaj ha! Bayılırım."

Allah'ım, yine aynı soruyla baş başayım. Beni neyle sınıyorsun?

"Senden kurtulamayacak mıyım ben?" diye cırladım.

"Yine sinirlerin tepende anlaşılan. En iyisi ben sana bir çay koyayım." Ayağa kalktı ve harbi harbi bana çay doldurdu. Çayı masaya bırakınca oflayıp sandalyeyi çekip oturdum. Belli ki bu heriften kurtuluş yoktu.

O da hemen karşımda yerini alıp, "Ee!" dedi. "İyi misin?"

"İyi de laf mı? Seni gördüm yüzümde güller açtı."

Yine sırıttı. "Biliyorum ama alışırsın. Bu her kızın başına geliyor. Beni görünce anlık bir kal geliyor insana."

Narsist şerefsiz!

"Egon çarpıyordur. İnsan şaşırıyor tabii. Bir insanda bu kadar ego görmemişlerse demek..."

"Sen bu çeneyle var ya..." dedi çay tuttuğu elinin işaret parmağıyla beni işaret ederek. "İnsanı öldürürsün."

"Yok, ben daha güzel ölüm yolları biliyorum," dedim ve ayağımdan terliği elime aldım. Dün gece bu terlikle ben ne şahaneler yaratmıştım. Kızları eşek sudan gelinceye kadar nasıl bir güzel dövmüştüm. Terlik deyip geçmemek lazım, çok işe yarıyordu. Annelerin yegâne keşfi. Gerçi İkisi de anahtarı kendilerinin vermediğini iddia etmişti ama ben yer miydim bu yalanları? Yememiştim elbette. Sabah topallaya topallaya okula giden sevgili ev arkadaşlarım da bunun kanıtıydı.

"Dur kızım be!" dedi sandalyede gerilerken. "Hep şiddet hep şiddet. Hem ben senin terliklerini atmamış mıydım?"

Sinsice sırıttım. "Yedeği vardı."

"Oha!" dedi şaşkınlıkla. "Kimin yedek terliği olur ki?"

"Benim!" dedim ve terliği atmaya hazırlandım. Azman kollarını yüzüne siper edip gözlerini yummuştu ki telefonum çaldı. Eh! Şimdilik yine yırtmıştı hergele.

Terliği yere bırakıp tekrar ayağıma giyerken Azman tek gözünü açıp tehlike analizi yaptı. Ona bir dakika işareti yapıp seni sonra döveceğim diye dudaklarımı oynatarak kimin aradığına baktım. Ekranda Ayşe sultanın o kırmızı yazmalı resmini görünce gözlerimi Azman'a çevirip işaret parmağımı dudağıma bastırdım ve sessiz olmasını işaret ettim. Yine o güzel dişlerini gösterip sırıtırken telefonu açtım.

"Ayşe Sultan!"

Karşılığı bir adet bağırış oldu. "Bok yiyenın uşağı! Niye bizi hiç aramıyorsun?"

Annemin güzel Trabzon'un yöresel ağzıyla, şehirlerin efendisi İstanbul ağzını birleştirdiği konuşması devrelerimi yakmadan, "Ben de tam seni arayacaktım ki..." dedim. "Sen aradın."

"Sus kız! Yalan da söyleyemiyorsun?"

En iyisi işi kıvırmaktı. "Annem onu bunu boş ver de ne var ne yok?"

"Ne olacak gavurun kızı?"

"Ama annecim babama şimdi sen..."

"Sus! Hala konuşuyor."

"Anne konuşalım diye aramadın mı zaten?" dedim göz devirerek.

"Ha! Doğru," dedi. Annem ya! "Sınav kâğıtlarını okuyordum da aklıma sen geldin." Genelde de hep sınav kâğıtlarını okurken aklına gelirdim.

"Niye ki?"

"Ne niye ki? Burada bir çocuk Anneciğim yazacağı yerde Annecuğum yazmış. Sen de yapardın eskiden." Ee, ne yapalım? Yöresel ağız bazen ortaya çıkıyordu. İstemsizce sırıttım.

Azman ise dikkatle beni dinliyor ve sinir bozucu bir şekilde çayını yudumluyordu. Hatta ara ara o hüp sesini bile duyuyordum. Güya bu çocuk çay sevmiyordu ama benim çayımı içmekte ne akla hizmetse mastır yapmıştı.

"Köye gideceğiz hafta sonu. Asiye Sultan ültimatom verdi. Fasulye ekme zamanı gelmiş."

"Ooo! Annem sana kazma kürek göründü desene! Okul koridorlarından bahçelere geçiş."

"Seni eşek sudan gelene kadar döverim eşek sıpası. Anneyle dalga geçiyor bir de. Kış günü ne fasulyesi. Ben diyorum, sen de hemen inanıyorsun. Kafan nerede yine çocuğum senin?"

Azman çayını bitirince uzanıp benimkini alacaktı ki bileğinden yakaladım. "Seni vururum oğlum!" Üçüncü kez çayımı içerse bunu gerçekten yapabilirdim.

"Kimi vuruyorsun kız? Kim var yanında?" dedi annem telefonun diğer ucundan. Ah! Aptal kafam. Bir an onu unutmuştum.

Azman hala çayı almaya çalışırken "Hiç," dedim dişlerimin arasından. "Hiç kimse. Kim olacak annecuğum?"

Azman dudaklarını oynatıp Ben dedi. Annem ise "Kimi vuruyorsun o zaman?" diye sordu.

"Şirinleri izliyordum da Azman sinirlerimi bozdu annem."

Azman'ın neşeli ifadesi silinirken hızla kolunu benden kurtardı ve çayı kapıp başına dikti. Adam üçüncü defa çayımı içiyordu ya. Üstüne "Çay çok güzel olmuş hayatım," demez mi kan beynime sıçradı.

Annem gelen sesle "Kim o kız?" diye sordu sert bir sesle.

Dişlerimi sıkarken burnumdan derin bir nefes aldım. "Balkondayım anne. Karşı komşunun sesi," diye yalan söyledim.

"Ha!" dedi annem. Bir de yalan söylemeyi beceremediğimi iddia ederdi. "Bir an sevgili yaptın sandım. Gerçi sende o çene varken biraz zor ama neyse!"

Azman duymuş olacak ki tam kahkaha atacaktı ama hızlı davranıp elimle ağzını kapattım. Buna rağmen güldüğünü hissedebiliyordum.

Telefonun yan tuşundan sesini kısarken, "Doktora gidiyorsun değil mi Esra?" dedi annem.

"Gidiyorum tabii gitmem mi?" Nah giderim o doktora. En son gittiğimde kolumu matkapla delmeye çalışmıştılar. Neymiş, serum takacaklarmış. Üstüne üstük bir de bu hafta randevu ayarlamıştı pek sevgili arkadaşlarım. Bir şekilde ondan da yırtmam lazımdı ama o sonranın meselesiydi.

"Yalan söylemiyorsun değil mi? Bak kontrollerini yapman lazım."

"Yok, gidiyorum anne işte. Annem ben seni sonra arayayım mı? Kapı çalıyor da."

"Bir kerede başka bir yalan söyle be kızım," diye söyledi. "İyi tamam. Hadi konuşuruz sonra. Öpüyorum."

"Ben de öptüm," deyip telefonu kapattım. Azman hala gözlerini kırpmadan bana bakarken elimin altındaki dudakları kıpırdandı. Bir şey söylediğini anlayıp en sonunda ben de elimi çektim ve yine yakasını kavradım. "Hayatım ha! Ölümün benim elimden olacak."

"Azman ha! Yine damarıma bastın," deyip beni çekmesiyle kucağına oturmam bir oldu.

Yok artık ama ya! Bu nedir ya?

Belime doladığı kollarını çözmeye çalışıp "Bırak be!" diye cırladım.

"Sen kaşındın kızım. Bana o kelimeyi söylemeyecektin." Gözleri dudaklarıma kaydı. Eh o eylemi yapmazsa hatırı kalırdı. Hemen ardından yüzünü hızla bana yaklaştırmaya başladı. Aha! Bu sefer kesin öpecekti.

O saniyelik anda tam kafa atmaya hazırlanıyordum ki bir çatırtı eşliğinde kendimi yerde ve Azman'ın üzerinde buldum. "Ah!" diye bir yaygara kopardı ve acıyla yüzünü buruşturdu. Sanırım yere ultra süper bir şekilde çakılmıştı. Buna karşın keyfim bayağı yerine geldi.

"Ezildim. Kızım kaç kilosun sen?"

Ney? Pardon?

Üzerinden kalkarken kasıtlı olarak biraz kendisini çiğnedim. "60."

"Ne?"

"60 kiloyum." Ne var, boyum uzun bir kere benim. Hem herkes 45-50 kilo olmak zorunda değil. Sonuçta Victoria Secret defilesine katılmayacağız. Ayrıca kimi mutlu edeceğiz ki? Biz kendimizle barışık olduktan sonra diğerlerine bilmem ne yemek düşer.

"Bence kesilme zamanın gelmiş," dedi ve ayağa kalkıp üzerini düzeltti.

"Dana mıyım lan ben?"

"Haklısın değilsin," dedi. "Ben hayatımda böyle çenesi düşük bir dana görmedim."

Onu öfkeyle kenara itip yerdeki sandalye parçalarını toplamaya giriştim. Yanıma çökerken o da beni eliyle itti. "Çekil kızım. Elin daha iyileşmedi. Şimdi bir yerine kıymık mıymık batacak. Sonra SWAT ekibinin başı balkondan içeri dalacak."

"SWAT ekibinin başı mı?"

"Evet, namı diğer Burak Yıldırım."

"Soyadı Yıldırım mıymış?"

Tahta parçalarını toplarken durup başını bana çevirdi ve gözlerini kıstı. "İsminin yanına soyadını koyup deneme yapmayacaksın değil mi?"

Yere oturup sırtımı mutfak dolabına dayadım. "Yok, ben daha çok ona kendi soyadımı vermeyi düşünüyorum. Sence kabul eder mi?"

Bir an ciddiye alır gibi bir yüz ifadesi takındı ama sonra güldü. Burak bir Sen iki... Ne güzel gülüyorsunuz ya siz?

Tövbeler olsun diyerek arsız iç sesimi susturdum. Azman'a iltifat edecek kadar sert düşmüştüm sanırım.

Tahta parçalarını toplayınca bir market poşeti çıkardım ve Azman elindekileri içine tıktı. "Şimdi sen de bana bir sandalye borçlusun," dedim poşeti çöpün yanına bırakırken.

"Sorun değil ama önce yemek yiyelim." Başımı neredeyse 90(!) derecelik açıyla çevirip ona bakarken gözlerim büyüdü.

Azman bunun üzerine bir kahkaha attı ve "Korkma!" dedi. "Bu sefer yemekler benden."

"Yemek mi yapacaksın? Dünya buna henüz hazır değil Az..." Tek kaşını kaldırınca kendimi aniden frenleyip "Akın," dedim.

Bana doğru yaklaşıp, "Ha şöyle!" dedi. Sonra gözleriyle dudaklarımı işaret edip arsız bir şekilde dudaklarını yana kıvırdı. "Bak! İsmim ne güzel de yakıştı o güzel dudaklarına."

Elimi göğsüne dayayıp ittim. "Yılışma lan!"

Gülümsemesi genişlerken "Ne o? Seni etkiliyor muyum yoksa?" diye sordu.

Bu çocuk Erotomani* hastası değilse ben de bir şey bilmiyordum ama anlaşılan hala bu numaraların bana etki etmeyeceğini anlamamıştı. Bu sefer aramızdaki mesafeyi ben kapattım ve onu öpecekmiş gibi yapıp yüzüne yaklaştım. İşte bunu hesaplayamamıştı. Öylece kalakalıp bana bakarken "Sence etkiliyor musun?" diye sordum. Dudaklarımı yukarı kıvırıp geri çekilirken burnuma yine dolan yoğun parfüm kokusu bende yine öksürme isteği uyandırdı.

"Sen var ya..." dedi hala aynı yüz ifadesiyle. "Ayaklı tehlikesin."

"Anlaman... Güzel," dedim ve artık kendimi tutamayıp hafifçe öksürdüm.

"Ne oldu?" dedi hemen. "İlaç..."

"Hayır," dedim tekrar öksürürken. "Kokundan dolayı."

"Nasıl yani?" dedi ve kaşlarını çattı.

"Sigara ve parfüm birleşimi bir kokun var. Şu zıkkımı içmesen hatırım kalırdı zaten."

"Arada içiyorum ya!" dedi küçük bir çocuk mahcubiyetine bürünerek. Sanki annesine hesap veriyordu. Onun bu haline neredeyse gülecektim.

"Bok iç!" diyerek yine öksürdüm. "Ayrıca bu ne ağır bir parfüm ya! Benim astımım var be, sen de ayaklı astım tetikleyicisi gibi dolaşıyorsun."

Kaşları havalanırken "Hadi ya!" dedi. Sonra düşünürmüş gibi tek kaşını kaldırdı ve hemen ardından "Sen burada bekle!" deyip hızla kapıya yöneldi ve açıp çıktı.

Öksürerek ardından bakakalırken, "Ne oldu şimdi buna?" diye söylendim. Lan güya yemek yiyecektik. Dalavereci herif!

Öksürüğüm geçince masadaki bardakları alıp lavabonun içine bıraktım. Kızlar acaba nerede kalmıştı? İlk olarak Elif'i aradım ve bana ek dersi olduğunu söyledi. Bir de part time çalıştığı işten atılmış ki, dokunsan patlayacak gibiydi. O yüzden hemen telefonu kapattım. Bir Elif'ten daha tehlikeli bir şey varsa o da işten atılmış ve patlamaya hazır bir bomba gibi dolaşan bir Elif'ti. Onun ardından Gül'ü aradım. Ondan da araştırma yapmak için kütüphane olduğunu öğrendim.

Zil çalınca yine Azman'ın geldiğini anlayarak kapıya yöneldim. Bu çocuktan kurtuluş yoktu. Anlaşılan kabullenmekten başka çarem de yoktu. Kapıyı açınca Azman'ı görmeyi beklerken Burak'ı karşımda bulunca biraz şaşırmıştım açıkçası.

"Merhaba!" dedi yine güzel bir gülümsemeyle.

"Merhaba," dedim ben de.

Başını kaşırmış gibi yaparken "Şey," dedi. "Seni merak ettim de."

Gülümsediğimi hissettim. Nasıl da şapşal görünüyordu da niye öyle görünüyordu? Aptal değildim. Benimle ilgilendiğini anlayabiliyordum ama daha kaç gün olmuştu tanışalı? Ayrıca peşinde dolaşan onlarca kız olduğuna bahse girerdim. Benimle ilgilenmesi çok mantıksızdı ve yerine oturmayan şeyler vardı.

"Esra!" deyince düşüncelerden kurtuldum.

"Ha! Evet, iyiyim. Buraya kadar zahmet etmişsin."

"Aslında..." dedi. "Çaya davet edersin diye düşünmüştüm." Şapşal halinden birden özgüvenli haline dönmesine şaşırsam mı yoksa gülsem mi bilemedim. "Çayın vardır diye umuyorum."

Ee! Kendini davet ettirmişken git diyemezdim çocuğa. Hem bir bardak çayın hesabını mı yapacaktım? "Var, tabi. Gel hadi!"

Gülümseyip içeri yönelirken Azman'ın kapısının açılmasıyla duraksadı. Azman dışarı çıkıp bizi görünce afalladı. Kıyafetlerini değiştirmişti. Şimdi üzerinde koyu bir kot, gri bir tişört vardı. Benim astımım yüzünden değişmiş olabilir mi diye düşünmeden edemedim.

Gözlerini kısıp Burak'a bakarken, "Kapıları mı karıştırdın Burak?" diye sordu.

"Sence," dedi Burak ve sırıttı. "Esra'ya kendimi çaya davet ettirdim."

Azman bana bakıp gözlerini daha da kıstı ve "Sen de kabul mü ettin?" diye sordu. Ne vardı bunda? Sanki az önce evime alacaklı gibi dalıp çayımı içen o değildi. Adam tatlı bir şekilde izin istemişti bir kere. Onun gibi fosil değildi sonuçta.

"Sorun mu var?" dedim tek kaşımı kaldırarak. "Çocuk kapıma gelmiş. İçeri almayacak kadar da görgüsüz değilim."

"Hadi ya!" dedi sert bir alaycılıkla. "Daha bir kaç dakika önce bir bardak çay için beni terlikle dövmeye kalkan sen değil miydin?"

"Yine ne oldu sizin aranızda?" dedi Burak. Şüpheli gözlerle bir ona bir bana bakıyordu şimdi.

Azman'a kötü bakışlar atıp "Sandalyemi kırdı ve çayımı içti," dedim. Geri kalanları ise es geçip dillendirmedim.

Burak da Azman gibi gözlerini kısıp "Akın seninle ne konuşmuştuk?" diye sordu. Ne konuşmuştunuz?

"Sen konuştun kardeşim," dedi Azman. "Benim seni dinleyeceğimi düşünmüyordun herhalde."

"Bu konuyu tekrar konuşacağız," dedi sesi sertleşirken ama hemen ardından yüzünü yine yumuşattı. "Her neyse, sen bir yere mi gidiyorsun?"

Azman önce bana baktı, sonra tekrar Burak'a döndü. "Evet, kız meselesi. Bilirsin." Göz kırpıp pişkince sırıttı. Demek bu kıyafet değişikliği yine zamparalık işi içindi. Ne diye kendime pay çıkarmışsam zaten?

"Sapık herif!" diye söylenirken "Bir şey mi söyledin Asi?" diye sordu.

"Diyorum ki..." dedim ve duvara vurdum. "Bu duvarlar ince Allah'ın belası ve ben bu gece uyumak istiyorum."

Gülümsemesi genişledi ve gözleriyle Burak'ı işaret etti. "Belki sen de onun evinde kalmak istersin."

"Akın!" dedi sert bir tonda Burak.

Pislik herif! İmaları bile kendisi gibiydi. Öfkeyle ağzımı açmıştım ki "Sen ona aldırış etme!" dedi Burak.

Azman kapıyı çekip merdivenlere yönelirken aniden duraksadı ve "Asi!" dedi. "Duvarlar ince ve ben de bu gece uyumak istiyorum. O yüzden ikiniz onun evine gitmiyorsanız uslu uslu takılın."

O merdivenleri inmeye başlamıştı ki yerden kaptığım terliği peşinden fırlattım. Kahkaha attığında daha da sinirlendim. Ben bu herifi gebertecektim. Ben bu şerefsizi gebertecektim. Ben... Ben bu fosilleşmiş doğa artığını kömür niyetine yakacaktım. Az kaldı.

•••

Burak sahaları boş bırakmazken Akın Esra'yı delirtmeye devam ediyor 😁

Yorumlarınızı merakla bekliyor olacağım. Oy vermeyi unutmayın

Watty sorun çıkardığı için bölümle ilgili sıkıntı yaşadık canlar. Bölüm yok! diye isyan bayrağı çekenler öpüyorum sizi. Şu kurban olduğum profilimde Sibelashi bir sıkıntı olunca duyuru paylaşıyorum. Bir takip edin, etmiyorsanız da bir girin bakın yahu bir şey yazdım mı diye 😘


***(Diğer yandan karakter resimleri soruyorsunuz. Aslında her karakterimizin resmi vardı ama düzenleme esnasında kaldırıldı. Neden mi? Çünkü herkesin güzellik anlayışı farklıydı ve bazıları diğerlerinin güzellik anlayışına saygı duymayacak kadar saygısız, ağzı bozuk ve şekilciydi. Zira bazıları da vardı ki aşk, sevgi gibi duyguları direkt rol modelleri beğenip beğenmemeye bağlıyor, ona göre çift belirliyordu. Onlara sorsak önemli olan iç güzelliği derlerdi ama Barbara'sız ve Francisco'suz rol modelleri hariç diğerlerini hep çirkin bulurlardı. Siz onlardan olmayın.)

***(Akın, Can Yaman değildir. Aksini iddia eden Can Yaman'dır. Daha düne kadar Erkenci kuş izleyen ama hiç Can Yaman izlememiş gibi yapandır. Evet, siz Can Yaman'ı eskiden de sevmezdiniz, Evet aynen. Neticede her sakallıyı dedeniz, her uzun saçlıyı da Can'cığınız sanmaktan vazgeçin.)

Yazan bugün ters tarafından kalmış gibi görünse de Seviyor hepinizi ❤️

Der ve Sibelashi kaçar 💃

Instagram: e.s.mare

Continue Reading

You'll Also Like

1.8K 130 14
2011'de basılmış Gölgeler Serisi Kurtadam Gölgesi bir kez daha sizlerle... Macera kaldığı yerden devam ediyor... Evren, Cem ve Nina en iyi bildikleri...
636K 32.4K 38
Şapkadan tavşan bile çıkaramayan cadıların oluşturduğu bir meclis ne kadar sağlam ve de güçlü olabilirdi ki ? Tabiki de gülünçlüğü kadar sağlam ve...
772 196 20
On sekizinci yaş günü yaklaşırken bir bekçi olduğunu ve artık dünyada yaşayamayacağını öğrenen Lisa, bundan sonraki hayatına bekçilerin ülkesi olan R...
4.1M 267K 56
Reklam yorumları yapmayın. "Bir sabah uyandım ve hayatım hiç olmadığı kadar farklıydı." 18 yaşına geldiğinde özel bir soydan geldiğini öğrenen bir k...