İçgüdü

By MrsAuthor_99

120K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
2. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (1. Kısım)
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (1. kısım)
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

13. Bölüm

1.7K 127 24
By MrsAuthor_99

Bölüm şarkısı: Ruelle- Monsters

2500 kelime? Sanırım biraz uzun bir bölüm olmuş, iyi okumalar :D

"Kardeşim de beni terk ettikten sonra başımın çaresine baktım anlayacağın." Mila sonunda konuşmasını bitirdiğinde derin bir nefes aldım. Ondan Alex konusunda yardım istemek için gelmiştim ve bu bir saatimi kaybetmeme neden olmuştu. Tam bir saattir Mila'nın hayat öyküsünü dinlemiştim ve yeterince sıkılmıştım. 

Bu yüzden Mila'nın susmasını fırsat bilerek "Senden bir konuda yardım isteyebilir miyim?" diye sordum. Mila şaşırmış görünüyordu fakat hemen sonra gülümseyerek"Elbette." diye yanıtladı. 

"Dışarı çıkmam gerekiyor ve bunu Alex'in gözü önünde yapamam." dedim sırıtarak. 

Mila'nın gülümsemesi genişledi. "Tamam." dedi ayağa kalkarken. "Ben onu oyalarım. Fakat geç kalma!" diye devam etti. 

Başımı onu onaylar biçimde sallayıp koşar adımlarla kendimi bahçeye attım. Etraf sessiz görünüyordu. Ağaçların arkasında birkaç vampir olduğunu gördüm fakat beni umursayacaklarını sanmıyordum. Bu yüzden rahat davranmaya çalışarak evden çıktım. 

Etraf o kadar sessizdi ki vampir hızımı kullanmanın bir sakıncası olmayacağını düşündüm. Bu sayede kısa sürede az önce bulunduğumuz yere gelmeyi başarmıştım. Az önceden tek farkı akşam oluyor olmasıydı. 

Lokantanın olduğu sokaktan geçmemeye karar verdim. Bunun yerine diğerlerine göre biraz daha dar olan sokağa girdim. Bu sokağa girme sebeplerimden bir diğeriyse evlerin duvarlarında yazılı olan Latince kelimelerdi. Burasının cadıların yaşadığı bir yer olabileceğini düşünmüştüm ve bence Vera'yı aramak için doğru bir başlangıç yapmıştım. 

Etrafa bakınarak yürürken birden duvara savrulmam afallamama sebep olmuştu. Düştüğüm yerden kalkmaya çalışırken gelenin Alex olmasından korkmuştum fakat o değildi. Karşımda duran kişi Evan'dı. 

"Görünen o ki hala güçsüzsün Alexandra." dedi Evan alaycı bir ifadeyle. "Alex sana iyi bakamıyor sanırım." diye ekledi. 

"Ne istiyorsun?" diye sordum. Sesim kendi kendime konuşuyor gibi çıkmıştı. Evan gülümsedi. "Sadece bana ait olan bir şeyi geri istiyorum." dedi. Kaşlarımı çattım, bunun benimle ne alakası vardı ki? "Bende sana ait bir şey yok." diye kestirip attım. Birkaç adım atmıştım ki Evan kolumu tutup beni durdurdu. "Fakat Alex'te var." dedi fısıldayarak. "Sen de onu bana getireceksin."

Evan'ın tavırları sinirlenmeme neden olmuştu. Harcayacak zamanım yoktu fakat burada durmuş onun saçmalıklarını dinliyordum. "Çok beklersin." diye yanıtladım ve kolumu elinden kurtardım. Bu kadar aptal olmayı nasıl beceriyordu?  Evan gülümsedi. "Karşılığında ne alacağını bilmek istemiyor musun yani?"

Yürümeye devam ederken "Ne alacakmışım?" diye sordum. Cevabı bilmek istediğimden değil, bir an önce ondan kurtulmak için sormuştum. "Vera'nın yerini biliyorum." dedi Evan ciddi bir ses tonuyla. Vera'nın adını duymam olduğum yere mıhlanmama sebep olmuştu. Evan Vera'yı aradığımı nereden biliyordu? 

Ona doğru döndüğümde yüzündeki sırıtış genişledi. Hızlı adımlar atarak aramızdaki mesafeyi kapattım. "Söyle o zaman neredeymiş?" dediğimde Evan kahkaha attı. "Önce bana Kızıl Tılsım'ı getirmen gerek." 

Evan yeniden ciddileşmişti. "Kızıl Tılsım'ı Alex ne yapsın?" dedim bunalmış bir şekilde. Evan gözlerini devirdi. "Sen olsan seni öldürebilecek tek şeyi nerede saklardın?" diye sordu. Konuşmama fırsat vermeden devam etti. "Yarın gece Vera ile tepede bekliyor olacağım. Karar senin."

Evan hızla gözden kaybolduğunda ne yapacağımı düşünüyordum. Ona asla güvenmemem gerektiğini bilsem de bir yanım doğru söylediğini düşünüyordu. Eğer gerçekten Vera'yı tanıyorsa kardeşimi kurtarmama az kalmış demekti. Aklımdan tüm olasılıkları geçiriyordum. 

Alex'ten Kızıl Tılsım'ı almak kolay olmayacaktı, biliyordum. Alex kendine ait en ufak bir şeye dahi çok dikkat ederdi, onu öldürebilecek bir şeyi sakladığı yeri Teo'nun bile bilmediğine emindim. 

Düşüncelerimle boğuşurken sol tarafımdaki binadan gelen ayak seslerini duyar duymaz oradan uzaklaştım. Her ne kadar gerçek kimliğim ifşa olmayacak olsa da dikkat çekebilirdim. Saklandığım yerden etrafı gözetlemeye başladım. Topuklu ayakkabının hızla yeri dövmesinden gelen kişinin bir kadın olduğunu anlamıştım. Ayrıca burnuma hoş bir bayan parfümü dolmuştu. Fakat gelen her kimse acelesi olmalıydı, çünkü ayak sesleri kısa süre sonra uzaklaşmıştı. 

Sesin kesildiğine emin olduğumda derin bir nefes aldıktan sonra saklandığım yerden çıktım ve hızlı adımlarla yürümeye başladım. Ne kadar süredir dışarıdaydım bilmiyordum fakat Mila'nın telefonuma bıraktığı çağrılara bakılırsa uzun süredir buralarda olmalıydım. Daha fazla oyalanıp Alex'in dikkatini çekmek istemiyordum. 

Hızla eve ulaştığımda kapıdaki nöbetçilerden başka hiçkimse yoktu etrafta. Evin içerisinden de pek ses geldiği söylenemezdi. Nöbetçilere sevimli bir gülüş atıp kapıyı açmalarını bekledim. Nöbetçilerden biraz daha kilolu olanı beni uzun bir süre inceledikten sonra soğuk bir sesle "Yemek en arka salonda." dedi ve kapıyı büyük bir gürültüyle açtı. 

İçeri girdiğimde merdivenlerin yanında bekleyen hizmetçilerden başka kimseyi göremedim. Herkes salonda olmalıydı. Kabanımı hizmetçilerden birine uzattıktan sonra salona girdim. Salonda upuzun bir masa vardı ve masanın bir ucunda Alex, diğer ucunda ise Teo oturuyordu. Alex'in hemen yanındaki boş sandalyenin benim olduğunu anlamam uzun sürmemişti.

Adımlarım salonda yankılanırken Alex'in alaycı bakışları bana döndü. "Alexandra, yemeğe yetişebilmene sevindim." Bunu öyle bir tavırla söylemişti ki asıl soruyu anlamam için dahi olmama gerek yoktu. Neredesin Alexandra? 

Teo adımı duyar duymaz ayağa kalktı ve bana doğru birkaç adım atıp elime ufak bir buse kondurdu. Ona hafifçe gülümseyip elimi kurtardım ve hızlı adımlarla yerime geçtim. Geçen gün boğazıma yapışan o değildi sanki, bu kibarlığı ondan korkmama sebep olmuştu. 

Yemek masası öylesine ihtişamlıydı ki kraliyet ailesindenmiş gibi hissetmiştim. Sandalyenin sırt kısmı o kadar uzundu ki arkamı görebilmem mümkün değildi. Sandalye tahtadandı fakat oldukça kaliteli duruyordu. Ayrıca kol koyma yerlerindeki pırlantalar basit bir tahta parçasını dünyanın en önemli şeyine çevirmiş gibiydi. Rahat bir pozisyona kavuşunca bakışlarımı masanın üzerinde duran küçük kutuya çevirdim. Bir çeşit mücevher kutusuna benziyordu. Kutu en az masa kadar ihtişamlıydı.

Alex gösterişi seviyordu.

Alex bakışlarımı yakalamış olacaktı ki kutuyu çevik bir hamleyle parmaklarının arasına aldı ve ayağa kalktı. Yüzündeki ifadeden kutuda ne olduğuyla ilgili bir sonuca varmak mümkün değildi. Bu yüzden merakla Alex'in sözlerine odaklandım. 

"Savaş başlamak üzere." dedi Alex herhangi bir şey söylermiş gibi. "Bu yüzden tüm dostlar bir aradayken bir ricada bulunmak istiyorum." Dostlar kelimesini vurgu yaparak söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. Alex, bir süre bizi inceledikten sonra elinde tuttuğu küçük kutuyu açtı. 

Kutunun içinde bir taş vardı. Taş kırmızı renkteydi fakat bu kırmızı öyle bir kırmızıydı ki insanın gözünü kamaştırıyordu. Küçük bir taştı, bir insan kolayca avucunda gizleyebilirdi. Fakat kesiminden dolayı olsa gerek, birine zarar verebilir gibi duruyordu. Kısa süre sonra Alex kutuyu kapatıp ceketinin cebine özenle yerleştirdi. 

"Az önce gördüğünüz şey dünyadaki son üç Kızıl Tılsım'dan birisiydi." 

Kızıl Tılsım'ı duymam beynimde şimşekler çakmasına sebep olurken Alex aynı ciddiyetle konuşmasını tamamladı. "Bu yüzden... Sizden ne pahasına olursa olsun onu korumanızı istiyorum." Daha sonra Teo ayağa kalktı ve elindeki şarap kadehini Alex'e doğru kaldırarak "Zaferimize." dedi. Masada bulunan herkes aynı şeyi yapınca konu dağıldı fakat benim beynimde az önceki görüntü dönüp duruyordu.

Kızıl Tılsım'a yalnızca bir el mesafesi uzaklıktaydım fakat onu Alex'ten nasıl alacağım konusunda hiçbir fikrim yoktu. Kardeşimi kurtarmak için önümdeki tek engel Alex'ti ve Alex aşılması oldukça zor bir engeldi. 

Tüm yemek boyunca önümde içinde ne olduğunu bilmediğim yemeğimle oynayıp durmaktan ve Kızıl Tılsım'ı nasıl çalacağımı düşünmekten başka bir şey yapamadım. Aklıma işe yarar hiçbir yol gelmiyordu. Tek bildiğim onu bu gece Alex'ten çalmam gerektiğiydi. 

Artık Vera'yı aramak için vakit kalmamıştı. Bu yüzden Evan'ın istediklerini yapmaktan başka çarem yoktu. Masadakilerin dağılmasını fırsat bilerek yerimden kalktım ve diğer tarafa geçtim. Alex buradaydı fakat ceketini üzerinden çıkarmamıştı. Kutunun ceketinin cebinde olduğundan emindim ve şu an yapabileceğim tek şey Alex'in ceketini çıkarmasını beklemek olacaktı. 

Sakin görünmek için ahşap sehpanın üzerinde duran kadehlerden birini aldım ve arkama yaslanarak etrafa bakmaya başladım. Bir süre sonra Alex elindeki boş bardağı bırakmak için yanıma geldi ve ceketini yan tarafımdaki koltuğa bıraktı. Aradağım fırsat buydu, harekete geçmekte gecikmedim. Elimdeki şarap kadehinin dibinde kalan az miktarda şarabı üzerime döktüm. Sonrasında yalancı küçük bir çığlık attım ve etrafta mendil arıyormuş gibi yaptım.

Hızlı adımlarla Alex'in ceketine ulaştım ve ceketin tüm ceplerini kontrol etmeye başladım. Fakat kutu yoktu. Başımdan aşağı kaynar sular dökülürken ceketi adeta tersine çevirmiştim fakat yoktu. Lanet olsun, nereye gitmişti bu?

"Bir şey mi arıyorsun?" 

Alex birkaç adım ötemde dikilmiş bana bakıyordu. Ölümcül bakışlarını doğrudan üzerime dikmişti. Onu karşımda görmek kalp atışlarımı hızlandırırken ayağa fırlayarak "Me-mendil arıyordum." dedim ve üzerimdeki lekeyi gösterdim. 

Alex bir süre beni inceledikten sonra yeleğinin cebinden çıkardığı beyaz mendili bana uzattı ve ceketini alıp uzaklaştı. Giderken attığı bakış benden şüphelendiğini doğruluyordu. Gecenin geri kalanında dikkatinin üzerimde olacağından emindim. Gerçekten, şu anda ihtiyacım olan son şey buydu.

Üzerimdeki ıslaklığı kuruladıktan sonra ne yapacağımı düşünmeye başladım. Alex kutuyu nereye koymuş olabilirdi? Az önce ceketin cebinde olduğundan emindim. Ancak bir anda buharlaşmış gibiydi.

Böyle bir durumda ben ne yapardım? Elbette yapacağım ilk şey kutuyu yalnızca benim bileceğim bir yere saklamak olurdu. Ve bundan birine bahsedecek olsaydım bu, Anastasia'dan başkası olmazdı. O anda beynimde çakan şimşek ayağa fırlamama neden olurken yüzüme bir gülümsemenin yayılmasına engel olamadım.

Kutu Teo'daydı.

Elimdeki mendili sehpanın üzerine bırakarak ayağa kalktım ve Teo'yu aramaya başladım. Yemekten sonra onu hiç görmemiştim fakat henüz gitmiş olamazlardı çünkü gidiş için en güvenli zaman gece yarısıydı. Ve gece yarısından önce gitmeyeceklerinden adım kada emindim. 

Etrafta telaşlı adımlarla yürüyerek aklıma gelen her yere bakmaya başladım. Diğer salon, Alex'in çalışma odası, kütüphane, hatta mutfak...Fakat onu bir türlü bulamıyordum. Yürürken birilerine çarpıyordum ancak özür dileyecek vaktim yoktu. Kardeşimi kurtarmak her şeyden daha önemliydi. 

Teo'yu evin içinde bulamayacağımı anlayınca bahçeye çıkmaya karar verdim. Mila, merdivenlerin hemen yanında duruyordu. Beni görünce gülümsedi ve uzaktan birini işaret ederek "Ne kadar yakışıklı değil mi?" diye sordu. Gösterdiği yöne baktığımda Teo'yu gördüm. "Teo mu?" dedim bakışlarımı ondan almadan. 

"Evet. Laurentlerde yakışıklılık genetik sanırım." dedi Mila fakat onu dinlediğim söylenemezdi. 

Onu bulmuş olmanın verdiği mutluluk paha biçilemezdi. Mila'ya hafifçe gülümsedikten sonra koşar adım Teo'nun yanına gittim. Üzerindeki ceketin Alex'in ceketinin aynısı olması hipotezimi doğrular nitelikteydi. Eğer haklıysam aradığım kutu ceketin sol cebinde olmalıydı. 

"Teo!" diye seslendim aramızda birkaç metre kala. 

Teo arkasını döndü ve beni görünce gülümsedi. Bir bahane bulup kutuyu almam gerekiyordu. "Bu akşam çok kibardın... " diye söze başladım. O, meraklı bakışlarını yüzüme dikerek beni dinliyordu. "Fakat ben biraz kaba davrandım sanırım." diye devam ettim ve gülümsedim. 

Teo anlayışla başını salladıktan sonra gülümsedi. "Sadece özür dilemek istemiştim." dedim ve kollarımı ona sardım. Yaptığım şey kesinlikle saçmalıktı fakat mecburdum. Teo da kollarını bana sardığında elimi ceketin cebine sokmayı başarmıştım. Kutu buradaydı. Derin bir nefes aldım, onu bulmayı başarmıştım.

Kutunun kapağını oldukça yavaş hareketlerle aralayıp taşı avucumun arasına yuvarladım. Elimde hafif bir yanma hissetmiştim, taşın keskin kenarları yüzünden olmalıydı. Kollarımı Teo'dan çektiğimde yüzünde şaşkınlık dolu bir ifade vardı. Benden böyle bir şey beklemediği kesindi. Onun bana karşı ilgisi olduğunu biliyordum ve bunun yüzünden benimde ondan hoşlandığımı sanabilirdi. Fakat başka çarem yoktu. 

Onu kırmak istemiyordum, Alex'in aksine o her zaman kibar davranıyordu. Geçen gün boğazıma yapışmış olsa da kardeşinin yaptıklarının yanında bu bir hiçti. 

Teo gülümseyip "Hoşça kal Alexandra." diye mırıldandıktan sonra arabasına bindi. O zamana kadar tuttuğum nefesimi seslice verip temiz havayı içime çektim. Eve doğru birkaç adım attığımda Mila'nın yüzünün asıldığını fark ettim, kendimi ona ihanet etmiş gibi hissetmiştim. 

Alex ise merdivenlerin başında ellerini pantolonunun ceplerine sokmuş bir şekilde duruyordu. Yanından geçerken bakışlarının üzerimde olduğunu hissetmiştim. Taşı elimde çok sıkmış olmalıydım, avucumdan az öncekinden daha keskin bir acı yükseliyordu. 

Hemen ardından avucumdan damlayan kan yere, Alex'in ayaklarının dibine, düştüğünde yutkundum. Alex'in bunu görmemiş olmasını umarak hiçbir şey olmamış gibi hızla yanından geçtim ve soluğu odamda aldım. Az önce hayatımda yaşadığım en gerilimli anlardan biriydi ve birinden bu denli önemli bir şey çalmayalı uzun zaman olmuştu. 

Alex'in yaptığım şeyi öğrendiği takdirde bana yapabileceklerini düşünmek ise kanımı donduruyordu. Dikkatini çekmemek yapacağım en iyi şey olurdu. Bu yüzden taşı güvenli olduğunu düşündüğüm bir yere sakladıktan sonra tekrar aşağıya indim. Etraf sessizdi. Teo'nun gidişinden sonra herkes antrenmanlarına kaldığı yerden devam ediyor olmalıydı. Eğer vampirlerin çoğu evin altındaki geniş depoda dövüş çalışmaları yapıyorsa bu gece evden çıkmam daha kolay olacak demekti. Çünkü Alex her zaman olmasa da onları kontrol etmek için mutlaka aşağıya inerdi. Ve bu kısa boşluk evden sıvışmam için yeterli süreyi sağlardı.

Merdivenlerin sonuna gelmemle her zamanki alaycı sesini duymam bir olmuştu. "Sanırım antrenman yapmaya ihtiyaç duymuyorsun Alexandra." 

Hafifçe gülümsedikten sonra ona cevap vermek yerine kapıya doğru yürüdüm. Alex beni bileğimden tutup durdurdu ve dudaklarını kulağıma yaklaştırdı. "Ya da abim sana dövüşmeyi öğretmiş olmalı." Cümlesini bitirdiğinde nefesini boynumda hissettim. 

Kendimi ondan kurtardıktan sonra ona doğru döndüm ve "Öyle bir şey olduğu yok." diye yanıtladım. Sesim beklediğimden de soğuk çıkmıştı. Alex kaşlarını çattıktan sonra kafasını salladı fakat beni dışarıya kadar takip etmekten vazgeçmedi. Merdivenin köşesine oturduğumda yanıma yerleşti ve "Eğer ona sadık olamayacaksan boşuna umut verme. Çünkü sevgi gerçek değilse ıstıraptan başka bir şey değildir." diye mırıldandı. 

Bunu uyarır gibi değil de masal anlatıyor gibi söylemesi dikkatimden kaçmamıştı. Ona doğru döndüğümde bana baktığını gördüm. Gözlerimiz kısa bir anlığına buluştu fakat gözlerini ilk kaçıran ben oldum. "Sevgi insana güç verir, Alex. Birinin seni sevdiğini bilmek seni güçlendirir." dediğimde tepki vermedi. Tepki vermemesi sinirlerimi bozmuştu, ayrıca her seferinde ders verir gibi konuşmasından sıkılmıştım. Ondan cevap alamayacağımı anladığımda "Sevgi, etrafına korku ve ölüm saçan birinin anlayabileceği bir şey değil." diye patladım. 

Alex yeniden yüzüme baktı. Fakat bu sefer şaşırmıştı ve yüzünde alaycı bir ifade yoktu. Bir an için onu incittiğimi düşündüm fakat Alex de haklı olduğumu biliyordu. Hemen sonra beni doğrularcasına "Haklısın." dedi ve ayağa kalktı. "Fakat benim sevgiye ihtiyacım yok. Benden korkuyorlar, olması gereken de bu zaten."

Sesinin tonundan öfkelendiğini anlamak zor olmamıştı. Arkasını dönüp gitmeye hazırlandığı sırada "Onları korkutarak ne kadar zaman yönetebilirsin ki?" diye sordum. Sesim az öncekine göre çok daha sakin çıkmıştı. Alex bir süre olduğu yerde durdu fakat bana cevap vermedi. Bunun yerine alt kata indiğini ayak seslerinden anlamıştım. Bana öfkelenmişti, bunu biliyordum. Ve Alex'i biraz bile tanıyorsam beni alt edebilecek bir şey bulana kadar benden uzak duracaktı. 

Elimde çok değerli bir süre oluşmuştu. Bu yüzden odama geri çıkıp Kızıl Tılsım'ı almaya karar verdim. Evan ile buluşacağımız yer buradan oldukça uzaktaydı, erken gitmemde fayda vardı. Eğer bu geceki dolunayda Anastasia'yı kurtarmayı başaramazsam bir dahaki dolunayı beklemek zorunda kalacaktım fakat Anastasia'nın o zamana kadar dayanabileceğinden emin değildim. 

Odaya girdikten hemen sonra kapıyı kilitledim ve gardırobun altında kalan küçük oyuğu kontrol ettim. Fakat taşı hissedememiştim. Telaşla gardırobu kenara çektikten sonra cep telefonumun ışığıyla oyuğu kontrol ettim fakat ufak tahta parçaları ve bir miktar kumdan başka bir şey yoktu. Panik haline girmeden hemen önce birkaç kez daha kontrol ettim ama yoktu. 

"Sanırım bunu arıyorsun." 

Duyduğum sesle ayağa fırladım. Bu sesin sahibini çok iyi tanıyordum. Alex, Kızıl Tılsım'ı baş ve işaret parmaklarının arasında tutmuş, gözleri ise üzerimde sabitlenmişti. Bakışlarında sahte bir sakinlik görebiliyordum. Bakışlarına karşılık vermek dışında yapabileceğim bir şey yoktu. Bir açıklamam yoktu. Köşeye sıkışmıştım.

Alex taşı kıpırdatarak lambanın ışığıyla parlamasını sağladı. Taştan yansıyan ışık gözlerimi alıyordu. "Başından beri biliyordum." dedi Alex sonunda. Bu sırada bana birkaç adım yaklaşmıştı. Korkuyla gözlerine bakarken devam etti. "Aramızdaki hainin sen olduğunu biliyordum." 

Alex aramızdaki mesafeyi kapattığında kısa bir anlığına gözlerimi yumdum. Bu sefer beni öldüreceğinden emindim. "Bunu kime verecektin, Alexandra?" diye sordu. Nefesi yüzüme vuruyordu. Alex taşı gözüme sokarcasına bana doğru uzattı ve yeniden sordu. 

"Kime götürecektin dedim!" 

Öfkeyle bağırdığında korkuyla birkaç adım geriledim. Kapının önünden sesler geliyordu. Sanırım sonunda birilerinin aklına gelmiştim. Ancak bu, fazlasıyla geç olmuştu.

Alex kapıya doğru "Defolun!" diye bağırdıktan hemen sonra sesler kesildi. 

"Alex, ona ihtiyacım var. Gerçekten." 

Yarım yamalak söylediğim bu cümle önce Alex'i gülümsetti. Daha sonraysa kulağıma eğilip "Sana bir soru sordum." dedi. Sesinde az önceki öfkeli ifadesinden eser yoktu fakat beni nasıl öldüreceğini bile çoktan planlamış olmalıydı. 

"Taşı Evan'a verecektim." dedim mırıldanır gibi. Yalan söylemenin bundan sonra hiçbir faydası olmayacaktı. 

Evan'ın adını duymak Alex'in yeniden sinirlenmesine neden olmuştu. Bunu çenesindeki kasların kasılmasından anlamak mümkündü. Alex etrafa göz gezdirip kafasını salladıktan sonra boğazıma yapıştı ve beni karşıdaki duvara mıhladı. 

Korkuyla elinden kurtulmaya çalışıyordum fakat hiçbir etkisi olmuyordu. "Çok zeki olduğunu sanıyorsun değil mi?" Yüzüme doğru bağırdığında gözlerimi kapattım. Alex parmaklarını boynuma biraz daha bastırdı. Nefes almaya çalışmıyordum. Ki zaten Alex elini çekmediği sürece bu imkansızdı. 

Bunun yerine kısa süreliğine de olsa bayılmak istiyordum. Böylece o beni öldürürken tanık olmayabilirdim. Alex bir süre sonra beni serbest bıraktığında boş bir çuval gibi olduğum yere yığıldım. Hava, hızla ciğerlerime doluyor, öksürmeme sebep oluyordu. Alex birkaç adım önümde duruyordu, ona bakmasam da keskin bakışlarını üzerimde hissedebiliyordum. 

Ben hızlı hızlı nefes almaya devam ederken Alex "Ayağa kalk." diye mırıldandı. Sesinde ölümcül bir ton vardı. Bakışlarımı yere sabitledim. Onun ölüm saçan gözlerine bakmak istemiyordum. "Beni öldüreceğini biliyorum." diye mırıldandım. Sesim daha çok bildiğim fakat söylemekten korktuğum bir şeyi söylermiş gibi çıkmıştı. 

Alex öfkeyle kolumdan tuttu ve beni ayağa kaldırdı. "Sana ayağa kalkmanı söyledim!"

Bağırışı odada yankılanırken Alex kolumu bırakmadan beni kapıya doğru yönlendirmişti. O, hızlı ve büyük adımlar atıyordu. Bense adım atmayı bırakmış, tüm yükümü ona yıkmıştım. Beni nereye götürüyordu? Bu sorunun cevabını deli gibi merak etmeme rağmen ona soramıyordum. Fakat Alex sanki aklımı okumuş gibiydi. Evin en dışındaki kapıya ulaştığımızda bakışlarını bana çevirmeden konuştu.

"Evan ile yeniden görüşmenin vakti geldi."


Continue Reading

You'll Also Like

2.3M 175K 63
•Yetişkin okurlar içindir• Kandan kıyafetlerimizi kuşanıp da, İçtiğimizde suyundan kehanetin, Biliriz hepimiz aslında, Ona ait bedenlerimiz. Apollon...
553K 31.5K 66
"Bir şey soracağım?" Durup hafif arkamı döndüm. "ALEDA... Ne demek?" " dedi. Güldüm. " Kanatlı demek. " dedim. Kahkaha attı. " Senin kanatların yo...
3.3M 283K 81
Not! Kitabın ilk bölümleri final olduktan sonra düzenlenecektir. [Kitabın Şarkısı : Lana Del Rey - Dark Paradise.] Kitap yetişkin içerikler bulundur...
Dövme By elöff

Short Story

903K 55K 50
[Texting] Tamamlandı ✔️ (topraklavyu): Eğer sen benim içinsen, bir şey olur ve biz elbet oluruz Toprak. (toprakdincerr): Senin için değilim. (toprakl...