Güçlü Kadınlar Serisi 1; CELL...

By Erkenyaslananruh

783K 40.2K 6.8K

-Bölümler düzenlenmeye başlanmıştır.- Gözyaşları ölenler için değildir aslında; geride kalanlalar içindir, gi... More

Tanıtım
1.Bölüm: Yeni Görev (Düzenlendi)
2. Bölüm: Doktorla İlk Konuşma(Düzenlendi)
3. Bölüm: Helal Et Asker!(Düzenlendi)
4. Bölüm: İlk İntikam(Düzenlendi)
5. Bölüm: Kan Banyosu Yapan Savaş Tanrıçası(Düzenlendi)
Ruhuna Prangalar Vurulan Baykuş
Kurşun Yarası
Celladın Geldiğini Söyle
Eksik Kalan Yarım
Çığlık Çığlığa Susmak
Bir Düş, Bin Umut
İKİ YABANCI
Kim Bu Yabancı
Alıntı
SESSİZ
Bay ve Bayan SÖNMEZ(part-1)
Bay ve Bayan SÖNMEZ(part-2)
Karışan Gerçekler
Hayırlı Bayramlar
İlk Adım
Lansman
GÜNAH
Ruhu Kırık Düşleri Eksik Kadın
TANIŞMA
İblis ile Şeytan
YASEMİN KOKAN KADIN ve AVUÇLARI VATAN KOKAN ADaM
GECE MESELESi
Ölüm Bir Adım Uzak!
Geri Dönüş
ADET YERİNİ BULDU
Biraz Ekşınlı Bir Düğün
Biraz Hırçın Biraz Kırgın
YAŞASIN TÜRK
Bilinmeze Doğru
28.12.2017
En Acı Yaşım: 14 Yaşım!
ACI
BİRAZ SON BİRAZ BAŞLANGIÇ(Sezon Finali)
DUYURU
Ş.H.2: Bölüm 1
Ş.H.2: Bölüm 2
Ş.H.2: Bölüm 3.
🌒 Tutulma
Alıntı
Ş.H.2: Bölüm 4.
ALINTI
Ş.H. 2: Bölüm 5.
ALINTI
Ş.H. 2: Bölüm 6
Ş.H. 2: Bölüm 7
Ş.H. 2: Bölüm 8
Ş.H.2: Bölüm 9.
30 Ağustos Özel
Ş.H. 2: Bölüm 10.
Ş.H. 2: Bölüm 11.
Ş.H. 2: Bölüm 12.
Ş.H. 2: Bölüm 13.
Ş. H. 2: Bölüm 14.
Ş. H. 2: Bölüm 15
Ş. H. 2: Bölüm 16.
Ş. H. 2: Bölüm 17. (Yılbaşı özel)
Ş. H. 2: Bölüm 18.
Ş. H. 2: Bölüm 19.(Finale bir kala)
Ş. H. 2: Bölüm 20.(FİNAL)
Ufak Bir Yardım
Selaaaam
Sürprizzz
Evvet
Yeni kitap

Geçmişi Anlatmak

17.4K 1K 133
By Erkenyaslananruh

Düşünceler denizinde yol alan gemim dingin sulardan hırçın dalgalara geçiş yapmıştı bir anda. Sessizliğin mıh gibi beynime çakıldığı, kalbimdeki buzların daha fazla soğuk yüzünden çatırdadığı bu anda; ne yapacağım düşüncesi damarlarımda kan gibi dolaşıyor, her organıma aynı soruyu sorup farklı cevaplar türetiyordu. Yalnızdım bu yolda yalnız olduğum kadar kalabalık.

"Hey, neden buraya geldin sahiden?"

Uzun soluklu sessizliğin ardından konuşmaya karar vermişti isimsiz arkadaş. Ah Savaş ne yapıyordu acaba, arkadaş deyince beynim sadece Savaş adını kabul ediyor, beynimin karanlık loblarında Savaşın bana sıcacık gülümseyen yüzü şekil buluyordu.

"İsmini söylemeden sana bir şey söylemeyeceğim!"

"Seni hırçın Türk askeri!"

Bu oğlan benimle dalga geçmekten zevk alıyor kesin.

"Söylesene senin kadar kıdemli bir MİT ajanı buradan nasıl oldu da kurtulamadı hala?"

Sessiz kalışı keyfimi yerine getirmişti. Sesli bir kahkaha attığım sırda burnundan sert bir nefes vermişti.

"Buradan kurtulmak o kadar kolay mı sanıyorsun sen?"

"Her iddiasına girerim benim buradan kurtulmam sadece 45 dakika mı alır?"

"Fazla uçmuşsun sen kızım! Askeriyede size özgüven mi basıyorlar?"

"Benim kim olduğumu unutuyorsun bence Ajan!"

Sessiz kaldı. Onunda benim hakkımda birçok efsane duyduğuna emindim. Bazı söylentiler benimde kulağıma gelmişti. Gülmekten öleceğimi düşünmüştüm ilk duyduğumda. Çömezlerin bu söylentilere inandıklarını biliyorum. Baykuşun Kızı'nın efsanesini hepsi duymuş, birçok emrimdeki erler bana bunlar hakkında sorular sormuşlardı ama o kızın ben olduğu mu bilmiyorlardı. O kızın adı bile bilinmiyordu. Sadece "Baykuşun Kızı", "Gece kuşunun Gecesi" ve en çokta "Dağların Celladı" denirdi o kıza.

"Bir şey soracağım?"

Düşüncelerimden dolayı buz tutan kalbimden yükselen inlemeyi andıran buz gibi bir sesle tek kelimelik cevabımı verdim.

"Sor."

Derin bir nefes aldı, sıkıntı yüklü derin içli bir nefes ağır bir soru soracağı buradan belli oluyordu. Omuzlarımı dikleştirip karanlıkta belli olmayan görüntümü sağlamlaştırıp güçlendirdim.

"Nasıl hayatta kaldın?"

Fısıltıyı andıran sorusu, beynimde bomba etkisi yaratmış. Atom bombasının Hiroşima'ya verdiği tahribatın bir aynısını; beynime, bedenime en çokta kalbime etki etmişti. Kalbimin soğuğu bedenime vurmuş. Aynı o gün olduğu gibi bedenim soğuk dalgalara esir olup titremeye başlamıştı.

Bir süre sustum, benim için kısa ama onun için uzun sayılabilecek bir süre. Bir şey söylememe ya da anlatmama gerek yoktu aslında, çünkü anlatma gibi bir zorunluluğumun olmadığını biliyordum, bir art niyeti olduğu için sormamıştı bu soruyu herkes de olduğu gibi o da merak etmiş ve sormuştu.

"Ne kadarını biliyorsun?"

"Sadece yaşını biliyorum!"

"Ah evet yaşım, on dört yaşındaki kız çocuğu. Babasının hiç prensesi olmamıştım ben biliyor musun?"

Yüzünü bana doğru çevirdiğini hareketlerinden anlamıştım.

"Nasıl?"

"Annem kraliçe, babam kral bende onları koruyan korkusuz şövalye oluştum hep. 6 yaşımda silahlarla tanışmış, 8 yaşımda atış poligonlarında talim yaparken tüm hedefleri 12 den vururdum. 10 yaşımda babamla yaptığımız dövüş eğitimlerim sayesinde gittiğim kurslarda herkesi yenmiştim. 11 yaşımda 3 spor dalında siyah kuşak almıştım. Aklına gelebilecek tüm silah türlerini, özelliklerini, atış kalibresine kadar her şeyini biliyor ve ustalıkla kullanıyordum. Yine de ben bir ilkokul öğrencisiydim."

Sustum uzunca bir süre nasıl ve nereden başlayacağımı bilmiyordum. Bu anlattıklarım kolaylıkla öğrenebilecek şeyler, ama hayır önceden öğrenebileceği şeylerdi. Devletin resmi belgelerinde ben kimsesiz bir çocuk olarak geçiyordum. Gerçek beni çok az kişi biliyordu.

"14. Doğum günüm, babam iki haftadır evde yok. Ama asla benim doğum günlerimi kaçırmaz biliyorum çünkü o benim babam. Kapımızın önünde biri polis diğeri askeriye olmak üzere iki devriye arabası. Bir şey olduğu bariz ortada. Annem gözyaşlarını belli etmemek için elinden geleni yapsa da benim sıradan bir çocuk olmadığımı bildiği için tüm baskılarıma dayanamayıp ne olduğunu söylüyor. 14. Yaş günü hediyem bize gönderilen kanlı bir vatan kokulu gömlek. Babamın gömleği cebinde bana aldığı ilk kurşunum. İşlemeli ve üstünde "Baykuşun Kızı" yazılı."

"Lütfen anlatmak zorunda değilsin."

"Neden sordun o zaman?"

"Anlatacağını tahmin etmemiştim."

"Ama anlatıyorum!"

"Ben sadece..."

"Sen sadece ne? Sorman bir insanın kabuk bağlamış yaralarını ucu kızgın bıçaklarla dağlamaktan başka ne işe yarar söylese ne. Sordun ve şimdi dinleyeceksin!"

"Peki."

Sustu, bende konuşmadım bir müddet sinirim ona değildi. Boynumda hala varlığını sürdüren kurşunun soğuk yüzeyi tenime değip kendini hatırlatmıştı. Biliyordum babam yanımdaydı.

"Bundan tam iki gün sonra, bir rüya gördüm. Kan ter içinde uyandığım rüyadan sonra ayağıma terliklerimi bile geçirmeden gecenin bir yarısı saatlerce sokakta koştum. Ayaklarımın altı parçalanmış, ayağımdaki kan adımlarımı soluk birer leke olarak kaldırıma bırakıyordu. Hafta sonları eğer şanslıysam babam görevde değil yanımızda olurdu ve biz büyük Beşiktaşlı uçurtmamı alıp hep oraya gider uçurtma uçururduk. Biliyor musun o uçurtmayı babamla yapmıştık."

Soruma cevap vermedi hem bende cevap verdin diye sormamıştım zaten. Gerisini anlatmaya dilim varmıyordu. Buralar her ne kadar dramatik sahneler olarak görünse de asıl dram, asıl korku buradan sonraydı benim için.

"Rüyanda ne gördün? Neydi seni oraya sürükleyen?"

Neydi beni oraya sürükleyen? Şimdi düşündüğüm zaman bu rüyadan sonra kesinlikle oraya gitmemem gerektiğini biliyor olmama rağmen aynı şeyler bugün yaşansa bugünde oraya yeniden gideceğimi biliyordum.

"Babam! Rüyamda babam orayı ateşe veriyordu. Bense sadece sükûnet içinde onu seyrediyordum. Hala hatırlıyorum babamın yüzünde zırh gibi sağlam delinmez bir ifade vardı gözlerimin içine bakarak orayı ateşe vermişti. Bu apaçık bir uyarıydı babamdan. Buraya sakın gelme kızım diye. Çünkü bu yüz ifadesini sadece yapmamı istemediği bir şeyi yaptığım zaman ve bir şeyler öğreteceği zaman kullanırdı."

Babamı tanıyordum bu yüz ifadesi buram buram "buraya sakın adımını atma" diyordu. Ve ben yine biliyordum babama ulaşmanın tek yolu oraya gitmekten geçiyordu.

"Bende gittim oraya. Neyle karşılaşacağımı bilmeden. Babamı son kez görme umuduyla. Çünkü biliyordum babam için artık dönüş yoktu."

"Ne vardı orada?"

"O uçsuz tarlanın ortasına oturmuş ağlayan bir çocuk."

Yanımda irkildiğini hissettim çünkü o da anlamıştı bunun hiç hayra alamet olmadığını.

"Yanına yaklaştım çocuğun, üstü başı kirli, yüzünde gözyaşının izleri. Yanına oturdum usulca bana bakmadan konuştu "Özür dilerim!" neden özür dilediğini bilmiyordum. Benden büyük olduğu belliydi. Belki 16 altı belki de 17 yaşlarında. Kaşlarımı çatıp sustum. Olacaklar beni korkutsa da hazır hissediyordum kendimi. Arkamda birkaç hışırtı duydum. Çimenleri ezen adım sesleriydi bunlar. Dönüp bakmadım."

"Tamam anlatma! İstemiyorum gerisini duymayı."

"Bakamadım. Sadece bildiğim tek bir şey vardı, babama kavuşacağım gerçeği."

"Yeter Şafak anlatma istemiyorum. Sormadım say!"

"uzun saçlarımın köklerinde derin bir sızı hissettim bir müddet sonra. Biliyor musun babam saçlarımı çok severdi. Saatlerce taradı saçlarımı beceriksizce örerdi."

Kıkırdadım, fazlasıyla acılı ve içli bir kıkırdayıştı.

"Babamın beceremediği tek şeydi saç örmek sanırım. Ben yine de okula giderken eğer babam evdeyse ona ördürürdüm."

"YETER DEDİM SANA!"

"Daha Yemi başlamıştım oysa."

Oysaki bende devamını anlatamayacaktım bunu adım gibi biliyordum. Geleceğin fragmanı bu denli burukken asıl filim nasıldır diye düşünüyor insan ve gözünün önünde sadece kan ve gözyaşının omuz omuza verdiği, çığlıkların ve hıçkırıkların melodisinin yükseldiği, yere düşen her kandamlasının çığlık attığı bir sahne peyda oluyor zihinlerde.

"Hadi gidelim buradan Şafak."

"Ben buradan gitmeyeceğim!"

"Nasıl gitmeyeceğim? O niye?"

"Burada henüz işim bitmedi."

"Girdiğin her yere yıkımı götürmek zorundasın değil mi?"

"Benim damarlarımda kan değil buzlu su akıyor çocuk. Babamı kaybettiğim gün insanlığımı kaybettim ben. Çırılçıplak karlı dağlarda ölüme terk edildiğim gün insanlığımı kaybettim ben. Nasıl hayatta kaldın diyorsun ya. İnsanlığımı öldürerek hayatta kaldım."

"Asıl gerçeğin intikam öyle değil mi?"

"Hayır, yanılıyorsun asıl gerçeğim Vatan kokulu babamı benden alan bu Vatan hainlerine hak ettiklerini yaşatmak."

...

Üç gündür burada, bu karanlık küçük ve rutubetli ortamda bekliyordum. Gün içinde bir tas su ve yarım kuru ekmek veriyorlardı. Bu arada hücre arkadaşım sonunda adını bana bahşetmişti. Adı Aratmış. Güzel ve değişik bir isim. Fazlasıyla ukala ve mizah sahibi olduğu da bir gerçek.

Gece ve gündüz kavramını kaybettiğimiz bu karanlık delik de. Ne kadar susmam gerekiyorsa susmuş, ne kadar düşünmem gerekiyorsa bin misli düşüncelere dalmıştım.

"Soracağım, soracağım soramıyorum Şafak!"

Sıkkın bir nefes alıp ağrıyan boynumu kütürdeterek ağrısının biraz olsun hafiflettim.

"Yine ne soracaksın Arat."

"Seni buraya getirmelerine imkân yoktu ne karşılığında nasıl geldin?"

"20 askerimin canı karşılığında canlarını almak için geldim."

"Azrailcilik mi oynayacağız?"

"Sen değil ben oynayacağım. Sen buradan gideceksin!"

"Yok ya kim demiş onu?"

"Ben dedim Arat, bir mazeretin mi var?"

Hücrenin kapısı üç gündür 4. Kere açıldığı zaman bu sefer farklı bir şey olduğunu anlamıştım. Önce bir tık sesi duyuldu ardında floresanın göz yakan beyazlığı odaya hâkim oldu. Üç gündür ışık görmeyen gözlerim bir anda gözlerine hücum eden bu fersiz ama keskin beyaz ışık karşısında isyan bayraklarını çekmeyi düşünse de buna izin vermeyecek kadar çok şey yaşamış bir insandım ben.

"Şafak özledin mi beni?"

Tilkinin gür sesi odada yankı uyandırmıştı, derin düşüncelerime şok etkisi yarattı. Bağdaş kurarak oturduğum bacaklarımın birini öne doğru uzatmış diğerini ise kendime çekmiştim. Başım önüme eğikken olumsuz anlamda sallayıp dalgacı bir gülüşün sessi yankılandı ve tilkiye tokat etkisi yarattı. İki gün önce çözdüğüm ellerimden birini bizime yaslayıp başımı avucuma dayadım ve alttan tilkiye baktım.

"Özlem kelimesi az kalır be heval avuçlarım kaşınmaktan kıpkırmızı oldu görmüyor musun?"

"Sen ellerini nasıl çözdün kadın?"

"Çok zor olmadı aslında. Hatta sana bir sır vereyim mi ben o kilitlediğiniz kapıyı açıp uykunuzda hepinizin ümüğünü sıkardım da biraz tatil yapıyım istedim."

Ben cümlemi bitirir bitirmez Aratın gür kahkahası duyuldu ardından ciddi bir şekilde konuşmamıza daldı. Ne kadar ciddi olabilirse artık.

"Yapardı valla. Üç günde beni bile süt dökmüş kediye çevirdiyse sizin ecdadınızı rahatlıkla siker."

"Sen hala yaşıyon mu TC piçi?"

Arat sesini incelterek küskün bir ses çıkardı ve aynı ince sesiyle devam etti konuşmasına.

"Sen yokken bana Şafak baktı. Artık benim kahramanım o seni terk ediyorum!"

Ah, bu oğlan her fırsatta şaka yapabiliyor ya bir şey diyemiyorum ben artık.

"Seni öldürmeyen aklımı sikeyim."

"Sen dur be aşkilotom ben sikecem o aklını. O kadar zevk alacaksın ki kulaklarından boşalacaksın."

Eh, yeri geldi mi sert olabiliyor en azından. Hem yaratıcılığı beni etkilemedi desem yalan olur. Küfür haneme ekleyeyim ileride başka bir yerde kullanır Aratı yâd ederim belki.

"Ne istiyorsun tilki? Arat sende konuşma şu şerefsizle kendini adam yerine koyduğumuzu falan düşünecek sonra."

"Ölü insanlar için güzel söyler bunlar!"

"Bana ölü damgasını 11 yıl önce vurmuştunuz orospu çocuğu."

İrkilip bir adım geriye gittiği zaman gözlerimde memnuniyet pırıltılarının oluştuğuna emindi. Bu sırada yüzüme dolaşan ve ağırlığını hissettiren gözler ona bakmam için üzerimde sözsüz bir baskı uygulasa da avımdan gözlerimi ayırmayan bir kartal gibi gözümü dahi kırpmadan tilkiye bakmaya devam ettim.

Aratı da merak ediyordum aslında 3 gündür fazlasıyla konuşup birbirimizi tanımıştık ben kabul etmesem de bana hayat borcu olduğunu düşünüyordu. Ben gelmesem ölecek olduğunu söylemişti çünkü neredeyse 4 gündür bir yudum su vermemişlerdi.

"Sıkılmaya başladım buradan Tilki ya bana biraz eğlence çıkart ya da söyle gideyim."

"Elini kolunu sallayarak gidebileceğini mi sanıyorsun Şafak!"

"Asla, asla öyle bir şey sanmıyorum. Burayı ateşe vermeden elimi kolumu sallayarak hayatta çıkmam."

"Neyse merak etme birazdan çok eğleneceğin bir yere götüreceğim seni!"

Olumlu anlamda kafayı sallayıp ayağa kalktım ve ellerimin pis olmasını aldırmadan kalçamdaki tozları çırptım.

"Nereye götürüyorsun lan kızı. Nereye gidiyorsun bu şerefsizle Şafak. Otur oturduğun yerde."

Tilki mide bulandıran pis kahkahalarını atarken bir yandan da hünkârca savrulan koca göbeğini tutuyordu.

"Arat kendi yatağıma götürmeyi çok istesem de..."

Bir an susup sinirli bir nefes verdi dışarı. Sonra kaşlarını çatarak konuşmasına devam etti.

"Onu isteyen başkası var!"

Kapıya işaret verdiği zaman dört terörist içeri girip ellerimi arkamdan bağladı ardından da gözlerimi siyah bir kumaş parçasıyla bağladılar. Bu göz bağlama işi her ne kadar hoşuma gitmese de sesimi çıkartmadan beni sürükledikleri yere doğru ilerledim. Geçtiğim kapılar döndüğüm yollar duyduğum her bir sesi beynime kazıyıp dönüş yolunu ezberledim. Gözlerimin bağlı olması benim için önem arz etmiyordu. Mesela sol çaprazımda benden 6 adım geriden biri olduğunu tavandaki lambaların 25 er santim aralılarla dizildiği rahatlıkla anlaşılıyor. Ve en önemlisi her iki yarım metrede bir geçtiğim koridora damlar yerleştirilmişti.

"Tilki benden çok mu korkuyor şu başkası dediğin puşt?"

"Onu da nerden çıkardın be kadın."

"Eee baksana koridor boyu yarım metreye birini koymuşsunuz. Sanki onlar bir işe yarayabileceklermiş gibi."

"Tek lafıma bakar Şafak seni delik deşik etmeleri!"

"Sen tek lafını edene kadar ben ses tellerini yerinden sökmüş olurdum be gülüm. Bunu daha fak edemedin mi?"

Ben lafımı bitirir bitirmez omuzlarımdan itibaren bağladıkları ip yerle buluşmuştu. Tüm adamlar aynı anda silahlarını bana doğrulttular bense ellerimi öne alıp bileklerimi ovdu.

"Hangi şerefsiz bağladı lan bunu kangren olacaktım sizin yüzünüzden. Eğer bileklerim morardıysa ki bence morardı o ellerinizi götünüze sokmadan burayı terk etmem."

"Sen ipleri nasıl çözdün orospu."

"Ups, ağır oluyor ama insan kendi ismini başkasına kullanır mı? Gözlerim bağlı dursun ellerimi bağlayanın bağladığı ipleri boğazından sokar götünden çıkartırım bilmiş olsun!"

"Gözünüzü üstünden ayırmayın sakın!"

Durduğumuz koridordan ilerlemeye devam ettik. Gözlerimin bağlı olması beni ne kadar rahatsız etse de sesimi çıkartmadan ilerledim. En son bir kapıdan geçtikten sonra omzuma dokunan eli bileğinden tutup sırtına çevirdim bu işlemi o kadar hızlı yapmıştım ki eklemler hızıma yetişememiş ve sessiz ortama kırılan kemiğin sesi ardından beni tutmaya çalışanın inleme sesi yankılandı.

"Bırak Şafak sadece seni ortada ki sandalyeye oturtacaktı."

"Söylesen ben oturmuyor muyum orospu çocuğu?"

"Gözlerin bağlı nasıl oturacaksın!"

Ellerimin arasındaki bileği sert bir şekilde serbest bırakıp dediği gibi ortada bulunan sandalyeye doğru ilerleyip oturdum. Tanımadığım gür ve tok bir ses odada yankılandı.

"Bu kadının elleri neden bağlı değil."

Tilki sessiz kalınca kendi yerime ben cevap verdim.

"Üç saniye sonra çözülecek bir ipin, kendilerine sokulmasını istemedikleri için olabilir bence! Sen ne diyorsun Tilki olabilir mi?"

Bana yaklaşan adım seslerine kulak kabartıp cevap gelmesini bekledim. O bana doğru yaklaşırken bende rahat edebilmek için sandalyeyi ters çevirip tersten oturdum ve sandalyenin başlığında ellerimi bağladım.

"Sıkıldım artık açayım mı gözümü?"

"Neden açmadın şimdiye kadar?"

"Neden biliyor musun? Yanındaki salakların gözüm kapalıyken bile ebelerini sikebileceğimi anlamaları için! Gözüm bağlıyken bunları yapabiliyorsam gözüm açıkken neler neler yaparım ben."

"Sen adım atmaya kalmadan ölürsün."

"Sen aldığın nefesi vermeden yanımdaki masanın üstünde duran bıçakla nefesini keserim!"

"İyi bir gözlemcisin öyle mi?"

Alaylı bir şekilde gülüp başımı olumsuz anlamda salladım.

"Gözlemci olmak için gözlerimin açık olması lazım değil mi sence de. Ben gözlemci değilim ben bir EFSANEYİM."

"Baykuşun Kızı ya da Gece kuşunun gecesi efsanelerinden bahsedeceksen çok duyduk biz o masalları."

"Hayır, Dağların Celladı efsanesinden bahsediyorum."

Soru dolu gözler yüzümde dolanırken ne söylediğimi anlamadığı apaçık ortadaydı. Bunu bilenler Tilki ve geri kalan büyük başlardan dört tanesi hariç hepsi cehennemi bu dünyada yaşayıp yanmak için şeytanın yanına direk gidiş kazanmışlardı. Eh birde ben biliyordum neler olduğunu. Bu mahlası babam vermişti bana.

"Sen anlatmak ister misin tilki?"

Görmesem de tilkinin geri çekildiğini hissedebiliyordum. Ellerimiz göz bandına yükseltip yukarı doğru kaldırdım ve görüş alanım netlik kazanana kadar bir müddet düşünceli gözlerle tahminen kandan dolayı kahverengi bir renk kazanmış yerleri seyrettim. Başımı kaldırmadan gözlerimi kaldırarak karşımdakine odaklandım.

"Ben buradan çıkarım, hem de elimi kolumu sallayarak yanıma Aratı 'da alarak. Burada durmamın tek nedeni arkamda duran şerefsizin kanıyla birlikte ruhunun da büyük ıstıraplar içinde kokuşmuş bedenini terk edişini izlemek isteyişimden. Doktorda olduğu gibi onunda kanında ve çığlıklarında ruhumu sakinleştirmek istemem."

"Sence de fazla iddialı değil misin?"

"Bilhassa, ben fazlasıyla mütevazı olduğumu düşünüyordum!"

"Demek dağların celladı ha! İlginç bir ımmm... Unvan. Evet, Tilki bana bu unvanın hikâyesini anlatmak ister misin?"

İkimizde başımızı tilkiye çevirdiğimiz zaman renginin sarıdan mora döndüğünü gördük elini ağzına kapatıp koşturarak odayı terk etti.

"O gün de aynı tepkileri verdi biliyor musun? Kusmuştu, hala etkilendiğini görmek kendimle gurur duymamı sağladı."

Arkasını dönüp odadakilere çıkmalarını işaret etti. Onun emrini bekleyen 20 küsur adam koşturarak dışarı çıktılar. Karşıma bir sandalye çekip sandalyeye benim gibi oturup gözlerimi üzerimde gezdirdi. Kuruyan kan yüzünden bir kalıp gibi duran omuzumdaki kurşun deliğinde fazla oyalansa da sonunda bakışlarını gözlerime çıkartmıştı.

"Kurşun hala içeride mi?"

Umursamaz bir şekilde omuz silkip başımı olumsuz anlamda salladım.

"Hayır, cebimde!"

Kaşlarını önce çattı sonra şaşkın bir şekilde yukarı kavislendirdi. Cam mavisi gözleri içinde anlamsız parıltılarla gözlerimi eşelese de o konuşana kadar sessiz kaldım.

"Kurşunu sen mi çıkardın?"

Bu bir sorudan daha çok şaşkınlık nidasıydı.

...

Ah be gözünü sevdiğimin dünyası böyle erkekleri vatan haini yapıyorsun, sonrada al Şafak diyorsun. Burada arka fonda "Selda Bağcandan Adaletin Bu Mu Dünya" çalarken bizde hala gözlerimizi birbirimize dikmiş meydan okurcasına susuyorduk.

"Kimsin sen?"

"O ya da bu ne fark eder."

"Öldüreceğim insanların isimlerini merak ediyor olabilirim."

"Sence de fazla sakin değil miyiz ikimizde?"

Sahi ben sakinim de bu herif neden sakin.

"Gitmen gerek Şafak!"

"Aratı almadan gitmeyeceğim."

"Benim kim olduğumu anladın sanırım"

"Belki!"

"Aratı alamazsın. 3 aydır burada o"

"İşte asıl bu yüzden almam lazım."

Ayağa kalkıp sandalyeyi aldığım gibi kafasına geçirdim. Param parça olan sandalyenin ardında yere devrilmiş ve baygınlık geçirmişti. Üzerindeki silahları alıp belime yerleştirdim. Masanın üstündeki bıçakları da aldıktan sonra çıkışa ilerleyip. Kapatıldığım yere kadar olan adamları tek tek öldürerek sonunda mahzene gelmiştim. Kapının kilidine iki el ateş edip açılmasını sağladım. Duvarın yan tarafında duran elektrik düğmesine bastıktan sonra kapıyı açıp Arata baktım.

"Bu kadar gürültüye rağmen hala uyuyabiliyorsun ya pes, valla pes!"

"Ne istiyorsun Şafak uykum var."

"Kalk gidiyoruz Arat!"

"Üç ayda sevdim ben burayı rahat ya."

"Hadi ama birazdan herkes buraya yığılacak, yığılmaları mesele değil de yorgunum uğraşamam onlarla."

Ağır bir şekilde ayağa kalkıp aksak adımlarla bana doğru ilerlemeye başladı. Yanına gidip kolunu omzuma attım ve ağırlığını bana vermesini sağladım.

"Sen beni sivildeyken göreceksin Şafak ne kadar seksi olduğuma inanamayacaksın!"

"Şuan ve bundan sonrada sivilde değil misin sen Arat! Bildiğim kadarıyla ajanların üniformaları yok!"

"Yoktu değil mi?"

"Yürü hadi Allah'ın belası. Sen burada olmasaydın buradakilerin hepsini kışlık bamya gibi ipe dizerdim ben!"

Kahkaha atmaya çalışırken inleme ağlama arası sesler çıkardığının farkında değildi büyük olasılıkla. Aratı köşe duvara yaslayıp yerde yatan teröristin yanına ilerledim. Çoğu insan için canilik olsa da benim için hiçbir şey ifade etmiyordu yerde yatan bedenler. Önce ayağındaki ayakkabılar çıkartıp Arata fırlattım. Arat gözlerini dikmiş anlamaz hareketlerle beni izlerken pantolonuma sıkıştırdığım Komando bıçağıyla sol elini kesip yer yer küflenmiş duvara tilkiye mesajımı yazdım.

"CEHENNEMİME HOŞ GELDİN TİLKİ..!

CELLAT"

Continue Reading

You'll Also Like

DEFENSE By Mai

Teen Fiction

151K 11K 60
İrem'in hayatı babasının onu neden terk ettiği sorusunu aramakla geçmiştir. Annesi tarafından babasına karşı doldurulmuş, onu yıllarca göremeyişinin...
110K 4.1K 36
Beyaz önlüğe düşen bordo berenin hikayesiydi bizimki. Al bayraktan öğrenmiştik aşkı. Doktor Yağmur vatan sevdalısı bir adamı sevmişti. Hayatı boyunc...
222K 13.3K 50
İki güçlü ama birbirinden bağımsız karakter yan yana gelirse ne olur? Daha da önemlisi bu iki meşgul hayat nasıl yan yana gelir? Arya Söğütlü başar...
249K 12.9K 45
Alya özer (asil ) küçük yaştan beri ailesinin intikamı için yanıp tututuşur tam herşey bitmişken gerçek ailesi ortaya çıkar.