ASLAN ve CEYLAN #Alsel#

By A_Gece

331K 21.1K 20.7K

Eline aldığı sarı büyük zarfa baktı... Hayallerini süsleyen, uzun zamandır gelmesini beklediği o gün neden dü... More

Tek bir şartla
Tipim değilsin...
Bana aşık mısın?
Canını Yakacağım! +18
Meğer...
Yaralarını Saracağım
Benimle Uyur Musun?
Sana Güvenmiştim...
Kaybedenler
Vasiyet
Seviş Benle
Kavaklar
Bal ve Zehir
Özledim
Bırak Beni
Hamile misin?
Gel Kıyma...
Prestij Partisi
Şimdi Biz Neyiz?
Deneme Süresi
Biz olduk mu?
Kuşku...
Gerçekler...
Mucize
Evlen Benimle
Selin Mertoğlu
Perişanım Şimdi
Geçer
Yetmiyor...
Pembe Patikler
Son Kez+18
Gidemiyoruz, kalamıyoruz...
Neden Sevmedi Beni?
Bana Borçlandın
Gurur Mertoğlu
Sıfırladık...
Başrol...
Kördüğüm
Ben Yanındayım...
Yeter Ki Aşk Olsun..
Başarabiliriz...
Yol Arkadaşım...
Öptüm Seni
Hoş Geldin...
Kavuşma
Son Bakış
Yeni Başlangıçlar +18
Sürüklüyorum Çaresizliğimi
Özür Dileme!
Beyaz Sayfa
Rüzgara Fısılda
Kaçamak
Bile Bile
Dilimin Ucunda
Tek Dileğim
Aşk ve Şehvet
'Harekette Bereket' Operasyonu
Açıkla!
'Mış' Gibi
Geçmişin Yükü
Farkındayım
Bizden Olmaz

Sen Başkasın...

5.2K 412 582
By A_Gece




Bir kedim bile yok anlıyor musun?

Hadi gülümse...

ASLAN VE CEYLAN

BÖLÜM 28

Cevap belliydi, geç olmadan çok geç kalmadan yapması gerekiyordu. Cevap başından beri gözünün önündeydi, o sadece yeni görebilmişti. Bir hayal kurmuştu ama gerçek olamayacak kadar güzel olduğunu fark edememişti. Düşünmemeye çalışarak bakışlarını kucağına sabitlediğinde çaresizce mırıldandı.

"Kliniğe, en yakın kadın doğum kliniğine..."

Taksici dikiz aynasından meraklı gözlerle kendisine bakarken ne olduğunu sorarcasına tek kaşını kaldırmadan edemedi.

"Hayırdır abla? İyisin değil mi?"

İyi miydi? Uzun zamandır iyi olduğunu hatırlamıyordu, onaylarcasına başını salladıktan sonra nedensiz bir şekilde kendisi için telaşlanan taksiciye cevap verdi. Birilerinin onun için endişelenmesine o kadar ihtiyacı vardı ki...

"İyiyim..."

Kafasını cama yasladığında elinin kendisinden bağımsız bir şekilde karnına gitmesini de engelleyemedi, tıpkı birkaç damla gözyaşının yeniden yanaklarından süzülmesini engelleyemediği gibi. Hızla gözlerini kapatıp yanaklarını sildi, ağlamak istemiyordu. Çok ağlamıştı! Çok üzülmüştü... Bir sene Ali'den neden uzak durduğunu hatırladı, keşke yeniden yanaşmasaydı. Keşke her şeyini kaptıracak kadar mavi gözlerinin onun büyülemesine izin vermeseydi. O kadına gülümseyen ifadesi gözünün önünden bir türlü gitmiyordu. Burada kalması anlamsızdı, bu şehrin bir yerlerinde mutlu mutlu nefes aldığını bilerek devam etmesi imkansızdı. Trafiğin olmaması bile bir işaret olabilir miydi? Kaderi başından beri bunu mu anlatmaya çalışıyordu?

Sıkkın bir şekilde iç çekip ağlamamak için direnmeye devam ederken konuşmaya başladı.

"Biraz daha hızlı gidebilir miyiz?"

Vazgeçmeden... Bir an önce gitmek çözüm müydü? Kafasında binlerce soru bir tane bile cevap yokken yola bakmaya başladı. Yolun beyaz çizgilerini takip etmek rahatlatıyordu. Biricik gibi mi olacaktı? Nazlı'nın çocuklarını kendi çocuğu gibi severken, hep tek başına yalnız mı hissedecekti? Onu idol olarak kabul etmesinin bedeli bu muydu? Kaderleri bile aynıydı...

Biricik yanında olsaydı...

Bu şekilde devam edemezdi, Ali ile böyle olmazdı. Kliniğe yaklaştıkları son dakikalarda daha çok titremeye başladığını fark etti. Nasıl yapacaktı? Bu kadar alışmış, kalp atışlarının kendisinden yarattığı heyecanı deneyimlemişken...

Bir anlık öfke ile... Nasıl kıyacaktı? Ali'den hiçbir farkı yoktu belki de...

Anında kafasını olumsuz anlamda sallamaya başlayıp karnını okşadığında bunun çok anlamsız bir çaba olduğunu fark etti. Yapamazdı, ona asla kıyamazdı. O kadar şeyi göze almışken, ona kısacık sürede bu denli alışmışken...

'Aptalım ben! Korkuttum mu bebeğim? Bana kızgın mısın? Ben bir anlık... Affet, anneni affet...'

İçinden bebeği ile iletişim kurup ona özür cümleleri sıralamaya başladı, kendisini duyduğunu hissettiğini biliyordu.

Kafasını kaldırıp eve dönmesi için taksiciye sesleneceği sırada gelen yoğun korna sesi ile şaşkına döndü. Neler oluyordu?

"Ne yapıyor ya bu? Önümüze kırıyor resmen!"

Bir metreden az bir mesafe ile önlerine kıran gri arabaya baktı, şoförün yüzünü bile görebilecek kadar yakın mesafedeydi. Taksicinin söylediği gibi önlerine kırmıştı. Taksi şoförünün hız kesmek için hızlı hızlı fren yapmaya başlamasıyla korkuları daha da büyüdü.

Elinden hiçbir şey gelmiyordu. Korkmaktan ve dua etmekten başka hiçbir şey... Birden savrulduğunu hissetti, arabanın en sağından en soluna hızla savrulurken elini karnına götürüp bilinçsiz bir şekilde o sonu bekledi.

"Ne oluyor?"

Araba sol bariyerlere çarptığında kırılan cam sesleri kulağında yankılanan korna seslerine karıştı. Kafasını kaldırmayı denedi, ama çok zordu. Ne olduğunu anlaması için çok fazla beklemesine gerek kalmamıştı. Asıl soru şimdi ne olacaktı?

***

Israrla çalan telefonu artık canını sıkmaya başlamıştı, rahatsız edilmek istemediğini defalarca kez söylemişken bu aptal asistanı ne diye sürekli arayıp duruyordu. Şu an şirketin hiçbir işi umurunda bile değildi üstelik. Yan koltukta oturan kadına bakıp sinirle iç çektiğinde gaza daha çok yüklendi.

"Açmayacak mısın? Önemli bir şey olabilir..."

Ali gözünün ucu ile baktı kadına, işine karışılmasından nefret ediyordu. Telefona uzanıp kulağına götürdü ve sinirle homurdanmaya başladı.

"Sana beni rahatsız etme demiştim!"

Asistanının telaşlı bir şekilde konuşmaya başladığını fark etti. Cümleleri kuramayacak kadar korkmuştu. Arabayı hızla sağa çekip ani frenle durduğunda yanında oturan kadının hızla öne doğru gitmesi umurunda bile değildi.

"Sakin ol, tek tek konuş anlayamıyorum..."

"Efendim, eşiniz... Trafik kazası geçirmiş! Son aramalardan az önce beni aradılar, hemen gitseniz iyi olur."

Ali o an dünyanın ayaklarının altından çekildiğini hissetti. Gözleri kararmaya başlamıştı. Bir eli direksiyonu hızla kavrarken duyduklarının şokunu atlatmaya çalıştı.

"İyi mi? Yaşıyor mu?"

Aklı durmuş kalbi delicesine atmaya başlamışken tek bir şey duymayı bekledi, iyi olduğuna dair tek bir kelime...

"Bilmiyorum efendim, hastane adresini hemen size atıyorum."

Ne yapacağını bilmiyordu, nefes alamıyormuş gibi boynunu okşayıp kendisini dışarı attığında derin derin soluklandı. Ona bir şey olursa nasıl devam edecekti? O olmadan ne yapacaktı? Hırsla tekrar arabaya bindiğinden kendisinin peşinden aşağıya inen kadına baktı.

"Gitmem lazım, hemen gitmem lazım."

Anında telefonuna gelen mesaja baktı, hastane yakındı. Buna bile şükredecek durumda gaza bastığında uzun zaman sonra ilk kez dua ettiğini fark etti. Ona bir şey olmaması için...

Kendisini affedemezdi...

Devam edemezdi...

O olmadan yaşayamazdı...

***

Hastanenin önüne geldiğinde ani bir frenle arabadan aşağıya fırladı. Üst üste birkaç kez düşmesi umurunda bile değildi. Şu an ilgilendiği tek şey onun iyi olmasıydı. Tökezleye tökezleye ilerlerken danışmaya geldiğini fark etti, kaybedecek zamanı yoktu.

"Selin Mertoğlu! Trafik kazası geçirmiş! Karım iyi mi?"

Danışmadaki kadın anında ayağa fırlayıp onu sakinleştirmek ister gibi bakmaya çalıştığında orada daha fazla duramayacağını fark etti. Bir şey mi olmuştu? Kalbi yerinden sökülmüş gibi ağrımaya başladığında vereceği cevap ile ilgilenmeden tek tek odalara girmeye başladı. Hastaların tuhaf bakışları ya da koridorda bekleyen yakınlarının tepkileri ile de ilgilenmiyordu.

"Selin!"

"Selin nerdesin? Yaşıyorsun biliyorum! Ölmüş olamazsın!"

Kattaki bütün odalara peş peşe girip hepsinde aynı hüsrana uğradığında bacaklarındaki gücün kesildiğini hissederek olduğu yere çöktü ve çocuklar gibi ağlamaya başladı.

"Kendimi affettirmeden gidemezsin! Bana bunu borçlusun! Selin!"

Kendisinin etrafında odaları koşturan hemşireler ve güvenlik görevlileri kendisine bakmaya başladığında sinirlerinin iyice bozulduğunu hissetti.

"Karım nerde? Ne yaptınız ona? Selin! Selin yalvarırım ölmemiş ol... Evimize gidelim, sen hastaneleri sevmezsin!"

"Beyefendi... Sakin olun..."

"Korkar o! Nerede karım?"

Güvenlik görevlilerinin koluna girdiğini hissetti, kendisini ayağa kaldırmaya başladıklarında bıkkın gözlerle kendisine bakan hemşireye odaklandı.

"Eşiniz üst katta, durumu iyi. Sabahtan beri anlatmaya çalışıyorum ama siz..."

Devamı ile ilgilenmiyordu, sinirleri boşalmış gibi gülmeye başladığında asansörle uğraşmak istemeyerek merdivenlere koşmaya başladı. Arkasından gelen güvenlik görevlilerinin ayak seslerini duyabiliyordu.

"Beyefendi..."

Yen bir odanın kapısını daha açtığında orada görememenin verdiği sinirle bağırmaya başladı.

"Hangi odada? Karım hangi odada?"

Nefes nefese kalmış bir hemşire koridorun sonundaki odayı işaret ettiğinde bu sefer de oraya doğru koşmaya başladı. Düşünemiyordu, mantığı şu an resmen devre dışı kalmıştı. Yaşıyordu... Hala kalbi atıyordu. Sanki dünya altın bir tepsi ile yeniden kendisine sunulmuş gibiydi. Onsuz olmazdı, onsuz asla olamazdı.

Bir saniye daha onu görmeden duramayacağını hissederek odanın kapısını açtığında yatağın içinde öylece uyuduğunu gördü. Melekler gibiydi... Vücudundaki sargıları dolmuş gözlerle inceleyip hemen eline uzandığında kafasını kalbine dayadı.

"Şükürler olsun, yaşıyorsun... Nefes alıyorsun. İyisin sevgilim..."

Yüzünün her zerresine canını acıtmayacak öpücükler kondurmaya başladığında kafasını kaldırmadan kalp atışlarını dinlemeye devam etti. Şu an dinlemek istediği daha anlamlı hiçbir şey olamazdı. Aklına bir anda gelen fikirle kafasını kaldırıp korkmuş gözlerini karnına diktiğinde gerçekle sarsıldı.

Bebek... Yaşıyor muydu?

Koşarak koridora çıktı, kendisine gelen doktoru gördüğünde hemen açıklama bekliyormuş gibi bağırmaya başladı.

"Selin, yani eşim... Hamileydi! Bebek yaşıyor mu?"

Doktorun şaşkın bakışlarını görmezden gelmeye çalıştı, sinirden bayılacakmış gibi iki yakasını kavrayıp ölüm saçan gözlerle tekrar soluduğunda kendisine doğru koşmaya başlayan güvenlik görevlilerini fark etti.

"Konuşsana lan! Bebek iyi mi?"

Doktor nefes nefese kalmış gibi kızardığında güvenlik görevlileri zorla da olsa onu elinden almayı başarmıştı. Öksürmeye başlaması bile sinir bozucuydu.

"Konuş dedim!"

"İyi... Fırsat verseydiniz söyleyecektim. Anne de bebek de iyi..."

Rahat bir nefes almış gibi duvara yaslandı, mutlulukla gülümsemesi ilginç gelebilirdi herkese... Ama şu an hissettiği rahatlama...

"Şükürler olsun, Allah'ım sana şükürler olsun..."

Köşede ağlayan bir adam dikkatini çekti, mahcup gözlerle kendisine bakıyordu. Elinde olmayan bir çekimle yanına doğru ilerlemeye başladığında adamın kafasını kaldırıp gözlerinin içine baktığını gördü.

"Özür dilerim, birden önüme kırdı. Abla da bebeği de iyi ama... Ya bir şey olsaydı?"

Ali anlamaya çalışır gibi yanına oturup daha fazla konuşması için beklemeye başladığında adamın durumu anlamış gibi konuşmasını dinledi.

"Taksime binmişti... Abi birden önüme kırdı. Plakasını aldım... Eğer ona vursam hepimiz ölecektik. Son anda sola kıvırdım direksiyonu, bariyerlere girdik. Ama ablaya bir şey olmadı ya... Hemen getirdim hastaneye... İyi olduğunu duyana kadar da gidemedim işte..."

Ali iyi niyetli adamın açıklamalarını dinlerken daha çok ağlamaya başladığını fark etti. Onların canını bu adama borçluydu. Yanında olması gereken kişi kendisiyken, onu buraya hastaneye bu adam yetiştirmişti. Bir elini dizine koyup sakinleşmesi için birkaç kez vurduğunda ayağa kalktı.

"Bana dünyaları verdin..."

O plakanın sahibini bulup kendi elleriyle cezasını vereceğine yeminler ederken hala ağlayan adama seslendi.

"Hemşirelere telefonunu bırak olur mu? O plakayı da not etmeyi unutma."

Tekrar hızlı adımlarla Selin'in yanına gitmeye başladığında onlara bir şey olabileceği korkusunu hala üzerinden atabilmiş değildi. Hala zamanı varken, onu öpmeye defalarca kez koklamaya ihtiyacı vardı.

***
"Bir daha asla bırakmayacağım elini... Sen beni her şeyden koruyabilecek kadar cesurken ben senin yanında olamadım koca gözlü kız... Ya sana bir şey olsaydı? Gamzelerin olmadan nasıl yaşayacaktım? Uyan hadi... O koca gözlerin bana nefretle baksa da ben razıyım. Benden nefret et kabul... Ama nefes al... Hep nefes al... Nefes aldığını bileyim. Allah'ım çok korktum! Gideceksin, annem gibi sen de beni bırakacaksın diye çok korktum. Rüyamda görmüştüm ama biliyor musun? Benden nefret ediyordun. Et... Yemin ederim razıyım ama gitme... Yalvarırım gitme..."

Bir yandan hüngür hüngür ağlayıp diğer yandan da sürekli onunla konuşmaya devam etti. Sık sık kafasını göğsüne yalayıp kalp atışlarını dinledi, saçlarını okşadı. Kafasını boynuna yaslayıp kokusunu içine çekmeyi ihmal etmedi. Elini ellerinin arasına alıp dudaklarına götürdüğünde uyanmasını ister gibi beklemeye başladı.

"Özür dilerim... Senin kadar güçlü olamadığım için özür dilerim. Selin uyan hadi sevgilim..."

Kapıdaki hareketlenmeyi duyup kafasını göğsünden kaldırdığında az önce boğazını sıktığı doktorun geldiğini gördü.

"Sakinleştirici verdik, sabaha kadar uyur diye tahmin ediyoruz. Ama iyi, kanaması falan yoktu geldiğinde. Bebek çok güçlü... Kazanın etkisiyle kafasını çarpmış, ama endişelenecek bir şey yok tomografi sonuçları iyi. Bir de birkaç kesik var vücudunda... Yarın çıkarabilirsiniz."

Hiçbir şey söylemeden sadece başını onaylarcasına sallayıp ellerini tekrar ellerinin arasına aldığında gülümsüyordu. Sanki çok özel bir şey söyleyecekmiş gibi kulağına eğilip mırıldanmaya başladığında kendisini duyacağını düşünüp mutlu olmaktan başka bir şey yapamadı.

"Duydun mu koca gözlü kız? Bebek çok güçlüymüş. Sana benziyor... Daha şimdiden annesine ne kadar benzediğini kanıtladı."

Kafasındaki sargıya uzanıp sanki yaralarını sarabilecekmiş gibi ufacık bir öpücük bıraktığında kafasını tekrar boynuna yaslayıp yanına kıvrıldı. Günlerdir ona dokunamamak en büyük cezaydı...

Rahatsız etmeden elini tutmaya devam ederken gözlerini kapattı. Selin'in uzayı çok daha huzurluydu...

***

Selin'in kıpırdanmaya başladığını fark etti, gün yeni ışımıştı. Bir an bile gözüne uyku girmeden sabaha kadar yanı başında olması saatlerce nefesinin derin sesini dinlemesi bile ona doymasına yetmiyordu. Bu kadın kalbinde yer edinmemişti, tüm kalbini kaplamıştı...

O konuşmadan önce de farkındaydı bunun hem de fazlasıyla...

Telaşla doğrulup saçlarını okşamaya başladığında Selin'in sıkıca elini kavradığını hissetti. Ağrısı mı vardı? Bir şeyler mırıldanıyordu, ama o kadar kısıktı ki sesi... Öyle boşlukta konuşuyordu ki... Anlayamadı. Söylediği hiçbir şeyi anlayamadı.

"Şttt geçti güzelim, ben yanındayım. İyisin, bebek iyi..."

Saçını her okşadığında biraz daha sakinleştiğini hissetti, elini kavrayan parmakları yavaş yavaş gevşerken kendisini yukarı kaldırarak günlerdir özlediği dudaklarına eğildi. Minik masum sevecen bir öpücük kondurup saçlarını okşamaya devam ederken Selin'in mışıl mışıl olan uykusuna tekrar döndüğünü görerek gülümsedi.

"Sen hep böyle kırılgan mıydın Selin? Ben bunu neden bu kadar geç gördüm?"

Kulağına fısıldamaya onunla onsuz sohbet etmeye devam etti, dakikalarca... Onu affetmesi için ne gerekiyorsa yapacaktı elbette. Ama affeder miydi? Ali cevabı biliyormuş gibi Selin'e biraz daha sığındığında kafasını tekrar ait olduğu yere yasladı. Bebekler gibi kokan boynuna...

"Benden nefret ediyorsun değil mi? Et... Ben de kendimden nefret ediyorum."

Yanından hiç kalkmadan, dünyanın son gününe kadar böyle yatmalarının bir yolu yok muydu? Yan yana... El ele...

"Bir gün nefretin azalacak, beni özlemeye başlayacaksın... O zaman affedeceksin koca gözlü kız... O zaman birbirimiz için bu dünyada salındığımızı fark edeceksin. O gün geldiğinde sen tutacaksın elimi, ama bırakma olur mu? Bırakırsan yok oluruz, biz birlikte bir bütünüz. Ayrılırsak kayboluruz..."

Elinin kendi parmaklarının arasından süzüldüğünü hissetti, birden... Ne olduğunu anlamak için kafasını kaldırdığında Selin'in yorgun bakışları ile karşılaşmayı beklemiyordu. Telaşla yataktan kalkıp ne yapacağını bilmiyormuş gibi saçlarını öpücüklere boğmaya başladı.

"Uyandın şükürler olsun uyandın..."

Kafasını kaldırıp tekrar gözlerine baktı, elinden çektiği eli karnının üzerindeydi. Ali ne için endişelendiğini biliyormuş gibi kafasını hızla sağa sola salladı.

"Korkma iyi, sen de iyisin. İkiniz de çok iyisiniz..."

Elleri hala saçlarını okşuyordu, gözlerindeki rahatlamayı görüp uyanmasının mutluluğunu yaşamaya devam ederken tekrar konuşmaya başladı.

"Özür dilerim... Seni yalnız bıraktığım için özür dilerim."

Boş bakıyordu... Öylesine... Ali tedirgin olmaya başladı elinde olmadan, bir şey mi olmuştu?

"İyi misin bir yerin ağrıyor mu?"

Cevap vermedi... Tek kelime bile etmedi. Diyecek tek kelimesi yokmuş gibi gözlerini kaçırmadan kendisine bakmaya devam ediyordu. İki elini karnında birleştirmiş, dolan gözlerle sadece bakıyordu.

"Selin bir şey söylesene... Konuş lütfen, korkuyorum..."

Yutkunduğunu gördü, susamış mıydı? Arkasını dönüp suya uzandığında hemen bir bardak doldurmaya başladı. Telaşlı halleri yüzünden bardağa koyduğundan daha fazlasını ere dökmesi umurunda bile değildi. Şişeyi tekrar masanın üzerine koyup arkasını döneceği sırada Selin'in sesini duydu. Buz gibi sesini...

"Doktor... Doktoru çağırır mısın?"

Elindeki bardağı yanındaki komodinin üzerine bırakıp başını onaylarcasına sallamaya başladığında Selin de gözlerini kapatmış elleri ile hala karnını okşuyordu.

Birkaç dakika sonra odaya doktor ile birlikte girdiğinde Selin'in hiç pozisyon değiştirmeden yattığını gördü. Yanına koşup karnının üzerindeki ellerini okşadığında Selin'in açılan gözlerine baktı.

"Doktor geldi..."

Selin önce ellerini okşayan parmaklara hemen sonrasında da odada duran doktora baktı. Ellerini hızla çekip kalkmaya çalışırken boynunun ağrısı ile sessizce inlese de bunu önemsemedi.

"Nasıl hissediyorsunuz Selin hanım? Çarpmaya bağlı boyun ağrısı bir süre olacak bu nedenle boyunluk kullanacaksınız."

Selin konuşmadan bir kenarda bekleyen Ali'ye baktı. Doktorun söylediklerini baş hareketleri ile onaylamasını izledi. Doktor bir adım daha yanaşıp kafasındaki sargıya doğru eğildiğinde mırıldandı.

"Bizi yalnız bırakır mısın?"

Ali'nin üzgün gözlerle başını salladığını ve odadan çıktığını gördü. Kapının kapanma sesini duyduğunda sargılarını kontrol eden doktora doğru dönüp aklındaki şeyleri sormaya başladı.

"Bebeğim nasıl?"

"Bebek iyi... Hatta çok iyi, merak etmeyin."

Selin bunu biliyordu, o an da hissetmişti... Bebeğinin onu bırakmayacağını, gitmeyeceğini biliyordu. O minicik bedeniyle kendisine bu kadar tutunmuşken, kazadan on dakika önce ondan vazgeçmeyi düşünmesi utancını daha da çok katlıyordu. Daha ilk haftadan bebeğini hayal kırıklığına uğratmıştı. Hiç vazgeçmeyeceğine söz verdiği, seveceğine inandırdığı bebeğini neredeyse kendi elleri ile öldürecekti. Bir eli tekrar karnına gittiğinde özür diler gibi sakince okşadı.

'Affet beni...'

"Uçağa binmemin bir sakıncası var mı?"

Doktora baktı umutla, bütün kaderi iki dudağının arasından çıkacak o söze bağlıydı sanki... Doktor düşünüyormuş gibi bir elini yanağına götürüp mırıldandığında sessizce ona cevap verdi.

"Kaç saatlik bir yolculuk?"

"En az üç..."

Kafasını olumsuz anlamda salladığını gördüğünde mutsuz bir şekilde bakışlarını kaçırdı.

"Şu anda onaylamıyorum. Sarsıntıdan yeni çıktınız, ama diğer ay kontrollere geldiğinizde tekrar konuşalım olur mu?"

Selin başını onaylarcasına salladığında en az bir ay daha burada kalacak olmasının farkındalığıyla iç çekti.

"Hastaneden çıkabilir miyim?"

"Sargıları yenilesin hemşire arkadaşlar çıkabilirsiniz. Geçmiş olsun..."

Kapı açılır açılmaz Ali'nin kapıda belirdiğini gördü, doktorun çıkışının ardından hemen odaya girdiğinde Selin de yatakta oturmuş ayaklarını yere koyarak kalkmaya çalışıyordu.

"Dur kalkma bekle..."

Ali koşarak yanında gittiğinde Selin kafasını kaldırıp aynı boş bakışlarla ona bakmaya başladı. Ellerini hızla arkasında birleştirmiş sanki tutma ya da bana dokunma der gibi bakmaya başlamıştı. Ali birkaç adım gerileyip ona bakmaya devam ederken kendisi de bakışlarını yere sabitleyip mırıldandı.

"Beni eve götürür müsün?"

***
Sargıları yenilenip, üzerini giyinene kadar Ali dışarıda beklemişti. Şu an burada olmaması içini daha çok rahatlatırken artık ona kızamadığını fark etti. Hissizleşmişti sanki... Koltuğun üzerinde duran küçük çantasını aldığında ve kapıya doğru ilerlemeye başladığında derin bir nefes aldı.

Ali'nin dışarıda kendisini beklediğini biliyordu, hastaneden çıkış işlemlerini çoktan halletmişti. Kapıyı aralar aralamaz onunla burun buruna gelmesi de şaşırtmıyordu. Ama koluna giren eli... Bir adım geriledi. Ona bakmadan yürümeye devam ederken Ali'nin kendisini takip ettiğini işaret eden ayak seslerini dinlemeye devam ediyordu.

Arabaya geldiklerinde bu sabah gördüğü şeyi hatırlaması da sürpriz değildi... Ön koltuğa baktı istemsiz bir şekilde. O kadın binmişti, kirlenmiş gibi hissediyordu orayı. Ayakları kendisinden bağımsız bir şekilde arka koltuğa ilerlemeye başladığında kendisine karşı koymadan kapıyı açtı ve yanında oturmak istemediğinin bilinci ile arka koltuğa oturup ayaklarını koltuğa uzattı.

Ali'nin kendi koltuğuna geçtiğini gördüğünde kafasını saklayıp cama yaslandı.

"Acıktın mı? Bir şeyler yemek ister misin?"

Ali'nin arabayı çalıştırmadan önce sorduğu soruyu duymazdan gelip dikiz aynasından göremeyeceği tarafa oturmuş olmasını kutlarken Ali'nin diretmeden gaza bastığını fark etti. İlk ve son konuşmaları olmuştu.

Ayrıca, evet çok acıkmıştı... Hem de kurtlar gibi...

***
Köşkün kapısından girdiklerinde Selin ayaklarını indirip arabadan inmek için hazırlanmaya başladı. Sanki hiç uyumamış gibi birden bastıran uyku ile esnemeye başlarken kapısının açıldığını fark etti. Ali çıkması için elini uzatıyordu, karşı koymadan elinin ucunu uzattığında Ali'nin şaşkın bakışlarla kendisine baktığını gördü.

Şu an en az onun kadar şaşkındı...

İner inmez elini çekip evin kapısına doğru ilerlemeye başladığında, birden arkasını döndü ve önce kapı girişine sonra da Ali'ye baktı.

"Tek adım daha atma!"

Bir anda söylediği şey ile donup kalan ve sahiden bir adım bile atmayan Ali'ye bakıp arkasını döndüğünde kolunun nazikçe tutulduğunu hissetti.

"Nasıl yani Selin?"

Selin sakin ama kendinden emin bir tavırla tekrar ona dönüp tek kaşı ile çıkış kapısını gösterirken tane tane mırıldandı.

"Neyini anlamadın? Bir haftadır kiminle, nerede kalıyorsan oraya git. Sakın bu kapıdan içeri girmeyi deneme..."

Ali'nin şaşkınlıkla büyüyen gözlerine baktı, tek bir adım bile gerilemeden kararındaki netlikten zerre kaybetmeden. Her şey yolunda olsa hatta bakışlarındaki tuhaf şaşkınlığa dakikalarca gülebilirdi. Ama buna ne hali vardı ne de isteği...

"Selin ben..."

Arkasını dönüp bir adım attı, onu dinlemek istemiyordu. Her şeyi gözleri ile görmüşken her şeye net bir şekilde şahit olmuşken yalanlarına ayıracak zamanı yoktu. Acıkmıştı ve uykusu vardı. Artık sadece bebeği vardı. Ondan başka hiçbir kaygısı kalmamıştı.

"Gidemem... Seni bırakıp asla gidemem! Ben seni neredeyse kaybediyordum kızım..."

Selin duraksayıp söylediklerini dinlerken tekrar hırsla ona doğru döndü ve gözlerinde nefret saçan bir ifade ile bağırdı.

"Sen beni kaybettin zaten!"

Ali'nin kendisine doğru ilerlediğini görüp birkaç adım gerilediğinde ellerini havaya kaldırıp kendisine yaklaşmamasını ima eden bir bakış attı.

"Özür dilerim, her şey için... Konuşalım..."

"Seninle konuşacak hiçbir şeyim yok! Bu eve adım attığın an giderim... Asla ama asla yüzümü göremeyeceğin bir yere... Yemin ederim yaparım. Şimdi beni rahat bırak!"

Artık konuşacak bir şeyi yokmuş gibi zile bastığında Ali'nin arkasından bağırdığını duydu.

"İyi! Ben de bahçede yatarım! Ama yine de gitmem çıkar aklından gitmeyi de! Asla izin vermem! Anladın mı?"

Gözlerini devirip açılan kapıya baktı, Melek anlamayan ve kızgın gözlerle kendilerine bakarken bir an duraksayıp yiyecekleri fırçayı beklemeden bir adım attı.

"Siz tüm gece neredeydiniz bakayım? Beni öldürmek mi istiyorsunuz? Boynundaki de ne? Allah'ım bir taneydi iki oldular!"

Selin Melek'in hiç susmadan saatlerce devam edebileceğini az çok öğrenmişti. Hemen araya girip sözünü kesti.

"İki değil, üç... Hamileyim ve bebek için evlendik. Bebek doğunca boşanacağız. Dün bir kaza geçirdim, hastanedeydim ayrıca çok açım."

Melek tansiyonu fırlamış gibi kapıya yaslandığında söylediklerini hazmetmeye çalışır gibi yutkunmaya başlamıştı. Selin Ali'nin içeri giremeyeceğinden emin bir şekilde mutfağa doğru ilerlerken Melek hala Ali'ye bakıyordu.

"Neden içeri gelmiyorsun? Ne demek hamilesin? Ay sen değil, ne demek Selin hamile? Ve en önemlisi ne demek bebek için evlendik? Beni öldürün ya... Dram filmlerinin başrolleri bile bir günde bu kadar sınanmıyor. Vallahi alın canımı, mezarlık sakinleri bile benim kadar ani şok yaşamıyor! Ayyy Ali duydun mu? Babaanne oluyorum ayol..."

Ali'nin dışarıda olduğunu unutup yine yüz seksen derece bir duygu değişimi ile kapıyı çarpıp mutlu bir şekilde Selin'in yanına ilerlemeye başladı.

"Ayyy kaç haftalık? Neden daha önce söylemedin? Ne kazası? Bebek iyi mi? Kız mı erkek mi? Hiç kilon yok? Neden boşanacaksınız? Aaaaaaaaaaaaayyyyyyyyyyyyyyy anlat! Hemen şimdi anlat!"

***

Melek peş peşe bir sürü şeyi yemesi için zorlamaya devam ederken Selin hala sorularını yanıtlamaya çalışıyordu. Her şeyi olmasa da evlik nedenlerini anlatmış olmak içini rahatlatmaya devam ederken üzerinden yük kalkmış gibi ağzına uzatılan kiviyi de yemek zorunda kaldı. Bir anda yere düşen çatal sesi ile önce yere hemen sonrasında da Melek'e bakmaya başladı. Birden ne olmuştu? Melek'in buz gibi bakışlarını kendi üzerinde hissetmeye başladığı an şaşkın bir şekilde ona seslendi.

"Melek hanım? İyi misiniz ne oldu?"

Melek transa girmiş gibi ona bakıp aklını toparlamaya devam ederken mırıldandı.

"O sendin..."

Daha çok kendi kendisiyle konuşuyor gibiydi. Selin ne demek istediğini anlamamış gibi başını salladığında Melek tekrar konuşmaya başladı.

"Gazete haberini yapan kız... Sendin..."

İyi ama bunu Melek nereden biliyordu? Anında biraz gerileyip aralarında mesafe açtığında Selin dolan gözlerle ona baktı. Sanki annesini ikinci kez kaybediyor gibiydi.

"Ben..."

"Ali çok üzgündü... Anlatmıştı. Sana çok aşıktı! Ben neden daha önce göremedim? Nasıl fark edemedim?"

Başka hiçbir şey söylemeden ayağa kalkıp elindeki tabağı sehpanın üzerine bıraktığında ilerlemeye başladı.

"O sendin, benim boncuğumu üzen sendin... Kocaman kahverengi gözlerini gördüğümde anlamalıydım..."

Selin yanaklarından birkaç damlanın istemsiz bir şekilde süzüldüğünü hissettiğinde odasına koşmaya başladı. Kötü hissediyordu, çok kötü... Nefes alamıyormuş gibi odaya girer girmez camını açtığında aşağıdaki manzara ile neye uğradığını şaşırdı.

***

Ali son parçayı da birleştirip eseri ile gurur duymaya başladığında yorulduğunu fark ederek kamp sandalyesine oturup soluklandı. Madem eve girmesi yasaktı, bundan sonra bahçede yaşardı.

Çadırda yaşamak ne kadar zor olabilirdi ki? Kafasını kaldırıp Selin'in penceresine baktığında onunla göz göze gelmeyi beklemediğini fark etti. Şaşkın gözlerle kendisine mi bakıyordu? Gülümseyerek öpücük attığında perdeyi suratına kapatmış olması biraz canını sıkmıştı. Ama yine de pes etmeyecekti. Bunu evden çıkmadan önce düşünmeliydi...

Evden çıktığı geceyi hatırladı elinde olmadan... Söylediği her kelime her an her saniye beyninde yankılanıyordu. Yüzündeki hayal kırıklığı, kırgınlıkları, fedakarlıkları... En çok da artık düzelemeyeceklerine olan inancı...

Sarılmamıştı bile... Hayatında onu en çok seven ikinci kadını da belki de kaybetmişti böylece. Bilemezdi! Lanet olsun ki bilemezdi!

Hayatını riske atarak canını kurtardığını bilemezdi... Öyle bir aileyi karşısına alarak bunları yapma cesareti gösterdiğini bilemezdi. Levent'in ölmüş olması bile ona yeterli gelmiyordu! Onu elleriyle öldürmemiş olması içini soğutmuyordu! Her şey çok farklı olabilirdi...

Babasını düşündü, madem bu kadar onun hayatını düşünüyordu peki ama neden öyle bir vasiyet bırakmıştı? Neden hayatını karartacak bir sürü madde sıralamıştı? Ya da sevdiğini, onu önemsediğini hiç belli etmemişti? Bir kez olsun...

Utanmıştı... Duyduklarından sonra onun yüzüne bakacak yüzü kalmamıştı işte. Nasıl unutturacaktı doğum kontrol haplarını vitamin hapları ile değiştirdiğini? Bakışlarını kaçırıp kafasını ellerinin arasına aldığında, her ne pahasına olursa olsun bunu başaracağına yemin etti. Her ne yapmış olursa olsun Selin'i kaybetmeyecekti...

O gece aynaya baktığında gördüğü şey ile sarsılmış, Selin'in izlemesi için bıraktığı videoları tek tek izledikten sonra kendisinden iyice tiksinmişti. Sinirle yumruğunu aynaya geçirdiğinde bir nebze olsa rahatlamıştı yüreği... Onun kalbini de bu ayna gibi tuzla buz etmemiş miydi zaten? Ellerinden akan kanları önemsemeden birkaç para eşya aldı. Gitmeliydi... Bir süre gitmesi gerekiyordu, yapamazdı bunca iğrençliği yapmışken yüzüne bakamazdı.

Daha yarı yolda kan kaybından bayıldığını hayal meyal hatırlıyordu. Gözlerini buz gibi bir hastane odasında açışını... Elindeki sargıları...

Tek başınaydı... Yapayalnız...

"Ali bey bugün çıkmanızı doğru bulmuyorum, çok fazla kan kaybetmişsiniz..."

Soğuk hastane odasındaki yalnızlık kendisine yeterince iğreti gelmişti. Sargılar içindeki eline bakıp yattığı yerden doğrulduğunda doktorun şaşkın gözlerle kendisine baktığını gördü.

"Bir gece kaldım zaten, bana bir şey olmaz."

Hareket etmiş olması canını acıtırken saate baktı, çok erkendi daha.

"Ali bey lütfen, inat etmeyin."

İnat etmiyordu, yapması gereken çok işi vardı. Kendisini düşünemeyecek kadar çok işi...

Yataktan tamamen kalktığında dönen başını görmezden geldi, ama tutunmadan durabileceğini zannetmiyordu. Doktor haklı mıydı? Yatak başlığına hızla tutunup düşmemeye gayret ederken doktorun diğer koluna girdiğini hissetti.

"Bir gece daha lütfen... Yarın sabah erkenden çıkabilirsiniz."

Kafasını belli belirsiz sallamaya başladığında bunun daha çok başını döndürdüğünü hissetti. Kalktığı yatağa tekrar uzanıp gözlerini kapatma gereksinimi duydu. İyi değildi, hiç iyi değildi. Gece verilen sakinleştiriciler biraz olsun uyumasını sağlamıştı belki ama yine de hiçbir şeyi unutturmaya yetmemişti.

"Bir yakınınız var mı? Arayalım..."

Mavi gözlerini aralayıp doktora baktı, ne acı bir soruydu... Ne kadar yalnızlığını tanımlayıcı ne kadar utandırıcı...

Bir süre boş gözlerle ona baktı, sadece...

"Yok... Kimsem yok."

Yalan değildi. Kimsesi yoktu, hiçbir zaman da olmayacaktı belki de. Gerçekler kalbini sızlatırken anladığını belli eden bir baş sallamasının ardından odadan çıkmaya yeltenen doktora seslendi.

"Telefonumu getirsinler..."

"Peki."

Sızlayan kolunu unutmaya çalışıp gözlerini tekrar kapattı. Selin merak etmiş miydi? Ya da evde olmadığını fark etmiş miydi? Önünü alamadığı bir merakla kalbi kuşlar gibi hareketlendiğinde elini aynaya geçirme nedenlerini anımsadı. Odadan çıkarken nasıl bir nefretle kendisine baktığını hatırladı.

Umurunda bile değildi bundan adı gibi emindi. Zaten yüzüne bakacak cesareti olmadığı için çıkmamış mıydı evden? Sadece birkaç parça eşya alarak...

Ölmeyi dilerdi, sahiden... Bir daha canı yanmadan, onun canını yakmadan ölmeyi başarabilseydi keşke. Ama olmamıştı, henüz yaşayacakları bitmemişti demek ki. Mutsuz olacağı günler tükenmemişti.

Onun ilgisini, sevgisini, sıcak gülümsemesini görmeyi ne kadar çok özlemişti. Yanında olsaydı mesela şimdi, kafasını göğsüne yaslasaydı. Uyurken saçlarını okşadığını hissetseydi. Selin'in saçlarını okşamayı sevdiğini biliyordu...

Odanın kapısı çaldığında heyecanla açtı gözlerini, gelmiş miydi?

Hayal kırıklığı ile kendisine telefonunu uzatan hemşireye baktı. Teşekkür ettiğini mırıldanarak telefonu eline aldığında hızla ekranına baktı. Aramamıştı. Evet merak ettiği tek şey buydu. Ama Melek aramıştı ve bu hiç de hayra alamet değildi.

Tekrar Selin'i düşündü, evde yalnız kalmasını istemiyordu. Dün gece de eşyaları alıp evden çıktığında aklı neredeydi? Ayrıca hamileydi... Bir şey olursa korkusuna teslim olup derin bir nefes aldığında telefonu tuşladı. Daha ilk çalışında açılan telefona şaşkın gözlerle bakıp tekrar kulağına götürdüğünde susmayacağını bildiği kadının konuşmasını dinlemeye başladı.

"Nerdesin sen Ali? Neden açılmıyor benim telefonlarım? Çok şımardın sen! Ama ben sana yapacağı biliyorum, beni bu kadar merakta bırakmanın hesabını sorarım! Beni bilirsin... Neyse konumuz bu değil, az önce bir gazete aldım. Bil bakalım manşette kim var!? 'Yılın düğünü' Ali Mertoğlu evlenmiş! Madem evlendin, ben neden yoktum o düğünde!? Yazıklar olsun sana!"

Ali bir an duraksayarak nefes alma ihtiyacı hisseden kadının o boşluğunu yakalayıp hızla araya girdi.

"Gel Melek'im... Köşke gel... Bana söz vermiştin, evlenirsem köşke geleceğine söz vermiştin."

Gözlerinin dolduğunu hissetmesi iyi değildi, bu duygusallık kendisini yeterince güçsüz düşürmüşken böyle olmaktan hoşlanmıyordu.

"Neden ne oldu?"

Melek ses tonunu hissetmişçesine sessizce mırıldandığında, Ali tekrar konuşmaya başladı.

"Sonra her şeyi anlatırım, ama hemen köşke git. Benimle konuştuğundan bahsetme..."

"Kime? Ne oluyor Ali? İyi misin sen? Beni neden çağırıyorsun? Aklıma hiç iyi şeyler gelmiyor? Allah'ım delireceğim, bu çocuk beni delirtecek. Düğüne çağırmayıp düğün sabahına çağırmak nasıl bir mantık acaba? Oğlum bak tansiyonum var benim, yapma şöyle anlat! Aklımı kaçıracağım!"

Ali sesli bir nefes alıp tekrar verdi, Melek hala hız kesmeden konuşmaya devam ederken son kez mırıldandı.

"Ben iyiyim, sen eve git. Onu yalnız bırakma, iyi bak..."

Başka bir şey söylemesine fırsat vermeyip görüşmeyi sonlandırdığında, hızla telefonunu kapatıp yan tarafındaki komodine bıraktı. Göz kapakları kapanmaya başlamışken onlara direnmesi de son derece saçmaydı. Belki rüyasında onu görürdü? Selin'i... Belki saçlarını okşayarak yanaklarına öpücükler kondurmasını hissederdi, Maviş'im deyişinin sevimliliğini anımsardı. Hayalinin bile ne kadar güzel hissettirdiğine kapılıp hemen gözlerini kapattığında uykuya hızla yenik düştü.

***

Tek başına geldiği hastaneden tek başına ayrılırken biraz daha iyi hissettiği kolu hala sargıdaydı. Kapının önüne getirilen arabasına doğru ilerlemeye başladı. Bu şekilde eve gidemezdi, hazır değildi. Onun kocaman gözlerine bakamayacağını, Melek'in sorularının ardının arkasının kesilmeyeceğini biliyordu. Hali yoktu, gerçekten hiç hali yoktu...

Biraz uzak kalmaları belki iyi gelirdi, belki yokken biraz da olsa kendisini özler nefret saçan gözlerinde minicik bir özlem kıpırtısı görürdü. Tüm kalbi ile bunu dilemekten başka çaresi yoktu, çok mahcup ve rezil hissediyordu.

Arabasına binip gaza bastığında, otellerden birisine yerleşme kararı ile yola devam etti. Şimdi ne yapıyordu acaba? Hiç aklına gelmiş miydi? Melek'le anlaşmışlar mıydı? Bunu içten içe merak ederken gülümsedi. Her şey yoluna girdiğinde belki büyük değil ama çok sevimli bir ailesi olabilirdi. Güzel olurdu, çok güzel olurdu...

***

Günlerdir hapsolduğu otel odasından çıkması gerekiyordu artık, düşünmeye bol bol zaman bulmuş onu görmeden bir dakika bile nefes alamayacağını anlamış bir şekilde gülümsediğinde odadaki telefona uzanıp asistanını aradı.

Bir yerden başlaması gerekiyordu artık, çabaladığına inandırması şarttı. Kendisine eskisi gibi bakması için elinden gelen her şeyi yapacağını göstermesi gerekiyordu.

Asistanına aklındaki şeyler aktarıp odadan çıktığında bir haftadır gitmediği şirkete gitmek üzere ilerledi. Heyecanlıydı, hem de çok...

Şirkette kendisini kapıda bekleyen asistanının eşliğinde ilerlemeye başladı. Sürekli biriken görüşmelerden ve yığılan dosyalardan bahsediyordu. Sıkılmış gözlerle ona döndüğünde kızın birkaç saniye duraksadığını gördü, susmuştu.

"Sana dediğimi yaptın mı? Mimarlar gelir gelmez odama al. Rahatsız edilmek istemiyorum!"

Şu an şirketin işleri onu zerre kadar ilgilendirmiyordu, ne onlarla uğraşabilecek enerjisi ne de saatlerini harcayacak bir boşluğu vardı. Her anını Selin'e kendisini affettirmek için kullanmak daha cazip geliyordu gözüne. Odasına girdiğinde oturup mimarları beklemeye başladı. Bunun pahalıya patlayacağını biliyordu, ama son zamanlarda annesinin modaevi beklenenin üstünde bir gelir sağlamıştı. Kendisine kalan tek şey yine hayatını kurtarabilirdi. En azından bir kısmını oradan karşılasa diğer kısmı için de başka bir yol bulurdu. Buna inanıyordu...

Sonuçta Mertoğlu soyadı her kapıyı açmıyor muydu? Ödeme konusunda sıkıntı yaşayacağı kimsenin aklına gelmez, kimse de ödeme talep etme gibi bir gaflette bulunamazdı.

Bunun rahatlığı ile arkasına yaslanıp mimarları beklemeye başladığında az sonra çalınan kapı ile ayağa kalktı. İki kadın bir erkekten oluşan ekip asistanı eşliğinde odasına girdiğinde gülümseyerek onları içeri davet etti.

"Hoş geldiniz."

Herkes toplantı odasındaki yerini bir bir alıp kendisi de oturduğunda konuyu çok uzatmadan söz başladı.

"Zamanınızı almak istemiyorum o nedenle hemen konuya gireceğim. Eşim ve ben bebek bekliyoruz..."

Daha yeni evlendiğini bilen insanlara bebek açıklaması yapıp yüzlerindeki şaşkın ifadeyi görmezden gelmeye karar verdiğinde sözüne devam etti.

"Köşkün bebek için uygun olmadığını düşünüyorum. Bahçesi mesela... Fazla boğucu... Arka taraftaki büyük yeşil alanın oyun parkı olarak revize edilmesini istiyorum. Her şey düşünülerek hiçbir risk taşımayan bir alan haline getirilmeli. Bir de güzel bir bebek odası hazırlanmalı."

Mimarlar büyük bir memnuniyetle kendisini dinleyip gülümseyerek her söylediğini onayladıklarını ifade eden bir şekilde kafalarını sallamaya devam ettiler. Söze tekrar girip uyarı niteliğine bir cümle daha kurduğunda içi rahatlamış bir şekilde arkasına yaslandı.

"Bunun için fazla zamanımız olduğunu sanmıyorum, çalışmalara hemen başlasak iyi olur..."

Ne büyük umutlar beslemişti aslında... Bugün böyle olmamalıydı. Mimar kadın ile köşke gelip Selin'e sürpriz yapmayı planlarken... Heyecandan telefonda söylemekten korkup müsait olmadığını söyletirken... Bebek için çabaladığını göstermek için kırk takla atarken...

Yapayalnız bir şekilde kendi evinin bahçesinde bir çadırda kalması içini acıtıyordu. Bir kedisi bile yoktu, Selin'in aksine... Onun huzurlu kolları, umut vadeden kokusu yerine sığıntı gibi... Dışlanmış gibi bahçede kalacak olması... Kendisine doğru gelen ayak seslerini duyduğunda kafasını kaldırıp gelen kişiye baktı.

"Melek'im sen daha uyumadın mı?"

Melek kollarını açıp hiçbir şey söylemeden Ali'yi kucakladığında sımsıkı sarıldı ona sadece. Yıllar önce annesi öldüğünde yaptığı gibi... Yalnızlığını kucaklar gibi...

"Uykum gelmedi boncuğum laflarız dedim..."

***

Bir haftadır odasından çıktığı söylenemezdi. Bulantıları azalmak yerine iyiden iyiye artmaya başlamışken koşarak pencereye gitti. Hala çadırda yaşamaya devam etmesi takdire şayandı, perdeyi aralayıp onu gördüğünde anlamsız şekilde onu izlemeye başladı. Tek adım atmamıştı içeri, Melek'in tüm ısrarlarına rağmen... Bir gece onunla bahçede yatmasına rağmen tek adım atmamıştı...

Bu kadar kaybetmekten korkan bir insan nasıl öyle davranırdı peki? İş saatleri dışında bahçeden de adım atmamış olması Selin'e tuhaf geliyordu. Oflayarak perdeyi çektiğinde görüştüğü kadınları düşündü.

'Çok özlemişlerdir seni... Ama nasılsa birkaç güne pes edersin.'

Üzerini giyinip biraz yürüyüş yapmak üzere aşağıya indiğinde mutfaktan gelen kokulara yöneldi. Melek'le pek konuştukları söylenemezdi. Ama o her sabah yaptığı gibi hem Ali'ye hem de kendisine kahvaltı hazırlarken düzenle koyduğu tabakların yanına bir de çay ekledi. Selin kurabiyelerin kokusuna kayıtsız kalamıyordu, bir adım atıp mutfaktan içeri girdiğinde Melek'in hızla yumurtayı da yerleştirmeye çalıştığını fark etti.

"Kurabiye yaptım boncuğuma, yersen diye... Sana da ayırdım... Kahvaltını et."

Ali için mi yapmıştı yani? Bu kadında annesinin tüm eksiklerini bulmuşken birden bu kadar mesafeli davranmaya başlaması can acıtıcıydı.

"Yok teşekkür ederim..."

Koku hala burnundayken dolabı açıp bir bardak süt doldurdu. Çalan telefonuna bıkkın gözlerle bakıp arayan kişinin Biricik olduğunun bilinci ile sessize aldı. Bir haftadır sürekli arıyordu ve açmazsa yakında tüm Londra'yı toplayıp köşke gelmesi an meselesiydi. Ama açıp ne diyecekti? Olanları nasıl anlatacaktı? Yürüyüşten sonra arayacağına dair kendisine söz verdiğinde Melek'in kendi kendine söylendiğini duydu.

"Kendi evinde sığıntı oldu oğlum... Köpek mi bu çocuk bahçede kalıyor? Şu kedi bile evin içinde... Yıllarca babası sığdırmadı boncuğumu şu koca eve, şimdi de..."

Selin üzgün bir şekilde iç çekip Gri'nin kuyruk sallayan keyifli haline göz attıktan sonra eline tepsiyi almış gitmeye hazırlanan kadının önüne geçti.

"Ben götüreyim."

Melek itiraz etmeye hazırlanırken Selin tepsiyi alıp çoktan uzaklaşmaya başlamıştı bile. Bu böyle olmazdı. Bu hikayedeki tek vicdansız kendisi değildi. Melek bunu bilmiyor olabilirdi, ama Ali biliyordu.

Bahçeye çıkıp çadıra doğru ilerlediğinde günler sonra ilk kez karşılaşacaklarını fark etti. Onun için kolay mı olduğunu sanıyordu? Geceleri kaç kere gizli gizli orada olup olmadığını, pes edip etmediğini kontrol ettiğini bilemezlerdi. Orada olduğunu her gördüğünde içinde uçuşan umudu hissedemezlerdi. Bir tarafı onun özlemi ile acırken diğer tarafının nefretini anlayamazlardı.

Ama onu geride bırakmayı öğrenmişti... Artık canını acıtmasını istemiyordu. Mavilerine kapıldığı her an daha büyük yıkılıyordu. Düşünmesi gereken minicik bir bebeği vardı ve onun sağlığı her şeyden herkesten önemliydi.

Elinde tepsi ile yanına ilerlemeye devam ederken Ali'nin şaşkın bakışlarla ayağa kalktığını gördü. Yüzündeki gülümseme sinirlerini bozarken elindeki tepsiyi işaret edip konuşmaya başladı.

"Melek hanım hazırlamış."

Ali alaycı bir şekilde gülümseyip başını onaylarcasına sallamaya başladı ve tepsiye uzanarak ona laf attı.

"Sen de getireyim de kocam aç kalmasın mı dedin?"

Selin gözlerini devirerek dilini çıkardığında ellerini göğsünde birleştirip homurdandı.

"Büyü artık Ali!"

"Bunu bana az önce dil çıkaran kadın mı söylüyor?"

Haklı olmasından nefret ediyordu! Gözleri ile tepsiyi işaret edip tekrar konuşmaya başladığında Ali'nin hiç hoşuna gitmeyeceğinden emin bir şekilde ona baktı.

"Kahvaltını et ve git. Bir daha da gelme Ali... Sadece birkaç hafta..."

Ali şaşkın bir şekilde ona bakıyordu, ne yani birkaç hafta sonra kendisini af mı edecekti? Selin sanki bunu düşündüğünü anlamış gibi tekrar konuşmaya başladı.

"Londra'ya gidiyorum. Haklıydın bebek çok güçlü... Ve bana benziyor. Sadece geç fark ettim... Sana ihtiyacımız yokmuş. Ben... Gidene kadar... Gelme..."

Ali'nin mavi gözlerinden kaçırdı gözlerini, bu kadar ruhsuz görünmekten nefret ediyordu ama ne zaman yaralarını Ali'ye açsa sarmak yerine daha çok kanatmayı bir şekilde başarıyordu.

"Haklı olmak değil, seninle kalmak istiyorum koca gözlü kız. Gidemezsin... Benim sana ihtiyacım var... Gitme..."

Selin gözlerinin dolmasını engelleyemezken ellerini göğsünde birleştirip başını olumsuz anlamda sallamaya başladı.

"Bizden olmaz... Ben gördüm bunu, sen de göreceksin. Unuttun mu sen Ali Mertoğlu'sun tek mesajın yeter yalnız kalmamana..."

Ali can acıtmak için kurduğu her cümlenin bir şekilde kendisine dönmesinden bıkmış bir şekilde Selin'in göğsünde birleştirdiği ellerine uzattı.

"Canımı yakmak istiyorsan yap... Söz veriyorum tek kelime etmeyeceğim ama gitme... Ben sensiz yaşayamam Selin."

Neredeyse inanacaktı. Neredeyse... Kaza olduğu gün gülücükler saçarak arabaya binerken de böyle düşünüyor muydu acaba? Selin o anı hatırlamış gibi ellerini ondan çektiğinde bir adım geriledi.

"Öl o zaman..."

Arkasını dönüp gitmeye hazırlanırken gözlerinden birkaç damla çoktan süzülmüştü bile. Bu hamilelikten kaynaklanan bir duygusallık değildi. Bu bas baya onunla vedalaşmasının getirdiği ağır yükümlülükle alakalıydı. Ona veda etmek onsuz kalmaktan zordu belki de...

"Kızgınsın. Bana kızgın olduğun için böyle söylüyorsun. İzin ver yaralarını birlikte saralım..."

Elleri ne ara yanaklarını okşamaya başlamıştı bunu bilmiyordu Selin, ama parmaklarını yanaklarında hissettiği her an biraz daha sakinleştiğini fark etti. Ali pür dikkat dudaklarına bakarken kendisi de ondan farklı sayılmazdı. Üzerine eğilmeye başladığını gördüğünde bir elini kaldırıp bunu engellemek üzere omzuna götürdü.

"Yaralarımı saracaksın öyle mi? Sen açtın onları zaten! Geldiğimde burada olma Ali, bana en azından bu kadarını borçlusun..."

Koşarak köşkten dışarı çıktığında nefes nefese kalmış bir şekilde duvara yaslandı. Gitmesinden deli gibi korkarken gitmesini istemek... Onu görmemek en büyük kabusu olurken görmeyeceğini bile bile evden uzaklaşmak...

Onun nefesi ile nefes alırken öl o zaman diyebilecek kadar kırgın hissetmek...

Gidecek miydi? Giderse onu sonsuza kadar kaybedecekti bunu biliyordu.

"Ben geleyim ama sen gitmemiş ol Ali..."

Cevabı biliyordu, yine de umut etmekten kendisini alıkoyamadı. Çünkü umut olmalıydı. Umut hep olmalıydı...

Continue Reading

You'll Also Like

133K 14.5K 52
Jungkook, erzağının bitmesiyle kendine yiyecek birşeyler ararken, Taehyung'un liderlik yaptığı bir küçük bir şehirle karşılaşır. Jungkook, açlığını d...
200K 20K 31
Ülkesine dönen delta ve kendi halinde takılan sessiz bir omega bir gece birlikte olur.
156K 14.1K 22
taehyung ve jungkook birbirlerinin yan komşularıydı. there is no other universe then, stay with me texting + instagram 03.02.24 This fiction is dedic...
87.7K 3.6K 30
Yabani evrenindeki çiftimiz Asi ve Alaz'ın hayatları farklı bir şekilde kesişeydi, mesela Asi, Soysalan Üniversitesi'ne bomba gibi düşseydi, nasıl ol...