KALP MAHZENİ DİLAN #Wattys20...

By nightmarearnur

3.9M 68.4K 11.2K

Hayat mutlak sona giden engebeli bir yoldu... Ya en başında düşersin hiç kalmamak üzere; yada yürümeyi öğren... More

⭐️TANITIM⭐️
🔻Bölüm 1🔺
?Bölüm 2?
?Bölüm 3?
?Bölüm 4?
?Bölüm 5 ?
?Bölüm 6?
🔻Bölüm 7🔺
?BÖLÜM8?
?Bölüm 9?
🔺BÖLÜM 10🔻
🔻BÖLÜM 11🔺
?GÜNAHIN ATEŞİ?
🔺BÖLÜM12🔻
🔺BÖLÜM13🔻
🔺BÖLÜM14🔻
🔻BÖLÜM15🔺
🔻BÖLÜM16🔺
🔻BÖLÜM 18🔺

🔻BÖLÜM 17🔺

89.9K 3.4K 470
By nightmarearnur





Karanlığa hapis olduğunuzu zannettiğiniz anda UMUT fısıldar 'VAZGEÇME..!'











🍂GİDİŞ🍂




Günler birbirini kovalıyor, zaman denilen kavram geçtikçe insanlardan bir şeyler alıyor gidiyordu.

Çiftlikte geçen dört günün ardından konağa dönmüşlerdi. Rozalin'in yüzünde gülümsemesi açarken, gözlerindeki farklı bir hüznün anlamını kimse çözememişti. Yeni bir sabaha uyanmışlar günün neyi getireceğinden habersizce hepsi sohbet ederken Helin'in kızı Raperin'i emzirdiği anda aklına gelen ile Dilan'a bakıp konuştu.

"Kıze Dilan, iki bebek gelecektir isimleri ne olacak?" Dediğinde Dilan omuz silkip; "Bilmem Rişo ağamın ismi olur herhalde." Dediğinde gönlünde başka isimler koymak geçse de bunu dile dökememişti.

Dilan'ın sözleriyle Helin ve Berfin yüzünü buruşturmuştu.

"O ne öyle? Evde Adar'lar, Camer'ler zaten var birde Rışo'mu olacak." Diyen Helin ile Dilan gülmüştü. O esnada Rozalin elindeki çayları dağıtmaya başladığında; "Ohh gelin hanımlara bakın siz! Biri bebek emzirir biri hamile diye kalkmaz! Hadi onları anladık dokunulmazlıkları varda sen neye kalkmazsın Berfin hanım?" Diye sordu Rozalin tek kaşını kaldırıp yengesine çayı verirken.

"Anam bana ne gerek var? Sen varsın ya işte. Hem ben yorgunum elleşme bana." Diye bıyık altından gülüp Rozalin'in uzattığı çayı alıp içti Berfin. Berfin'in sözleriyle alayla kaşları havaya kalkmıştı Rozalin'in. Kardeşinin yanına oturup yengesine kıstığı gözleriyle bakarken aklına gelen ile dudakların da şeytani bir kıvrılma olmuş, kıstığı gözlerinde alay kırıntılarıyla bir bakış atmış, elindeki çayı dudaklarına götürüp keyifle bir yudum alırken; "Ah elbet yorgun olursun yengecim. Gece sabaha kadar 'Çetin! Çetin!' Diye inliyordun. Merak etme elleşmemde ilişmemede sana, benden önce elleşmiş sana ağabeyim zaten."

Rozalin'in arsız sözleriyle Helin büyük bir kahkaha koparırken, Dilan ile Rojda gizli gizli gülüyordu. Tek bir kişi hariç! Berfin kırmızının en güzel tonuna bürünmüştü. Zilli kızın dedikleri ile yerin dibine girerken bir yandan da sinirlenmişti. Bu kız yüzünden bir gün sinirden utançtan öleceğini düşünüyordu. Berfin gözlerini kısıp tek kaşını kaldırmış zaferle sırıtan Rozalin' e bir bakış attı. Rozalin'in göz kırpması ile iyice deliren Berfin sırtına aldığı yastığı hırsla eline alıp Rozalin'e atarken; "Boynun kopmasın Rozalin! Gözü çıkmayasıca! Nasıl konuşuyor! Vallaha mahremim kalmadı bu kız yüzünden!" Diye olduğu yerde tepinirken Rozalin büyük bir kahkaha koparmış ve "Anacım ben mi diyorum size mahreminizi bana duyurun diye?" Dediğinde Berfin bu arsız kızın sözlerine daha fazla dayanamayıp ayaklanınca Rozalin yerinden hızla fırlayıp kalkmıştı. Biliyordu ki yengesi onu yakalarsa o meşhur dillere destan olmuş tahta kaşığını eline alıp bir güzel kafasında kırardı. Rozalin kıkırtıyla kaçarken Berfin bir elini beline atmış duruyordu. Allah yukarda Berfin ne kadar kızsa da eski Rozalin'in bir anda çıka gelmesine hem sevinmiş hem şaşırmıştı.

"Görüyor musun yaptığını? Kaçıp gitti gebermeyesice." Diye söylendi Berfin gözden kaybolan kızın arkasından bakarken.

"Aman Berfin boş ver. Suskun olacağına böyle olması daha iyidir." Dedi Berfin'in sözlerine karşın kızının saçlarını yavaşça okşayan Helin.

"Vallaha bir haller var Rozalin'de ama anlamış değilim." dedi bu sefer yerinden kalkan Rojda.

"Karışmayın kıza... Yavaş yavaş ayağa kalkacak. " Dedi Helin hüzünle. Biliyordu ki aileden görülen acının en büyük acı olduğunu. Babasının erkek evlat sevdası ile bu yaşına gelmiş acısını öfkesini sert duvarlarla örmüş üzerine ise yıkılmaz bir zırh geçirmişti. Sivri dilli sevilmeyen biri olmuş tanınmıştı. Lakin bu davranışları canının acımaması için kuşanılmış bir zırhtan ibaretti. Gerçek yüzünü ilk teyzesi Hawar hatun görmüştü. Ardından zaman geçip ona verdiği hediyeler ile gerçek yüzünü birçok kişi görse de kalkanları her an giyilmeye hazırdı. Asla kendini bırakmamıştı Helin. Sürekli her şeye hazırlıklı olmak için kendini zorlamıştı. Şimdi ise aynı işlemi Rozalin'in yaptığını düşünüyor ve bu yüzden genç kızın üstüne gitmiyordu. Helin'in sözleri işe herkes iç çekmişti. Rozalin ise merdivenlerden mutfağa tekrar indiğinde Berzan'ın evden çıkacağını görünce yüzünde buruk bir tebessüm olurken gözleri dolmuştu. Berzan sanki kendine bakılan bakışları hissetmiş olacak ki omzunun üstünden genç kıza baktı yüzünde buruk bir tebessüm, gözlerinde hüzün ile. İkisi birbirine bakarken Rozalin, genç adamın elindeki gül fidesini görünce dudakları usulca kıvrıldı acı ile. O esnada yanına gelen kardeşinin konuşması ile bakışlarını Rojda'ya çevirdi.

"Nereye gidiyor?"

Rojda bir Berzan abisine birde elindeki gül fidelerine baktığında nereye gittiğini anladığında yüzünde acı dalgalar halinde yayılmıştı.

"Evin'e gül kokulusuna gidiyor." Dedi Rozalin yüzüne konan tebessüm ile. Ve gözlerindeki hüzünle baktı kapıdan çıkan adama... Ne Rojda konuştu, nede Rozalin. Rojda diyecek bir şey bulamıyordu. Tüm kelimeler kilitli sandıklarda kapalı kalmıştı. Harfler kifayetsiz sözler anlamsızdı. Sustular... Suskunlukları her sözden daha anlamlıydı.

Birlikte mutfağa geçip yemeklere koyuldukları esnada konağın kapısı açılmış Çetin'in ve Miraç gelmişti.

İki kadın kocalarının geldiğini gördüklerinde yaptıkları işleri bırakıp yanlarına gitmişlerdi. Berfin önden gidip kocasının ceketini eline alırken "Hoş gelmişsiniz." Dedi. Berfin'in sözleriyle karısına göz kırpan Çetin; " Hoş bulduk." Dediğinde Berfin hülyalı bir bakış atıp kıkırdamıştı. Miraç ise kaş çatmış Çetin'in yüzüne bakıyordu. Kim derdi ki Çetin'in ağır biri olduğunu? Miraç göz kırpışını görmüş ardından o bakışlarında yakalayınca başını iki yana sallayıp ilerlerken karısına bir bakış atmıştı benimle gel der gibi.

Dilan kocasının bakışındaki kelimeleri anlaması ile Miraç'ın ardından giderken işlerin nasıl gittiğini sordu. Dilan'ın sorusu ile "İyiydi." Diye cevap verip odaya girdiğinde Dilan'a bir bakış atarak; "Suyu açsana kadın." Dedi. Dilan kocasının buyruğu ile banyoya gidip sıcak suyu açtığı anda Miraç'ın kollarının karnını sarışı ile gülümsemişti. Miraç'ın elleri ağır bir şekilde karnında birleşti ilk, ardından aynı ağırlıkla Dilan'ın sırtını göğsüne yasladı.

Bir nefes aldı Dilan, içini yakan bir nefes... Başını Miraç'ın omzuna usulca yaslayıp gözlerini kapadığı anda Miraç'ın sakallarını yanağına sürtmesi ile aldığı nefes içinde tutsak kalmıştı.

Miraç ağa usulca yanağını karısının yanağına sürtmüş başını yavaşça karısının boynuna gömüp seslice leylak kokusunu içine çekmişti.

Burnunu yavaşça leylak kokan boyunda gezdiriyor her gezdirişinde karısının elleri arasında titremesiyle yüreği dalgalanıyordu.

"Uslu dur Miraç ağa."

Sessizce fısıldadı Dilan. Miraç'ın her dokunuşunda benliği sarsılıyor kalbi hızla çarpıyordu.

"Ne yapıyorum ki? Uslu durayım?"

Dedi Miraç karısının ensesine üflediğinde.

Miraç'ın ılık nefesi Dilan'ın ensesinden ilerleyerek omurgasına doğru usulca gidiyor estiği yerlerde bir titreyiş bir uyuşukluk bırakıyordu.

Miraç'ın keskin nefesi Dilan'ın bedeninde hükmünü sürmüştü.

Kaybetti kadın kendini adımın tek nefesinde. Dudaklarından bir inleme kopup giderken harflerde inlemeyi takip edip dudaklarının arasından firar etmişti.

"Bunu yapıyorsun... Beni. Beni benden alıyorsun..."

Kesik kesik cümleleriyle Miraç durmayıp karısının şah damarına bir ısırık bıraktı. Bıraktığı ısırıkla karısının inleyerek ismini dudaklarından dökmesiyle Miraç'ın keyfi iyiden iyiye çoğalmıştı. Karısının tek bir hareketiyle kendinden geçişi ona duymadığı bir arzu ve gurur veriyordu.

Durmadı Miraç'ın dudakları. Karısının boynundan başlayıp omuzuna kadar ilerledi öpücükleri. Bu duruma dayanamayan Dilan usulca kocasına dönmüş, ellerini Miraç'ın sakallarla bezeli yanağına yerleştirdiğinde arzudan koyulaşan mavilikleri geceleri bulmuştu. Usulca yaklaştı Dilan kocasının dolgun dudaklarına.

Keskin bir nefes koy verdiğinde dudaklarını Miraç'ın kor gibi olan dudaklarına bastırdı. Miraç'ın dudaklarının arsındaki kor ile yandı Dilan. Bedeni alev alırken dudaklarının üstünde duran dudakları emip öpmeye başladığında Miraç'ın yanaklarında olan elleri çoktan adamın saçlarını bulmuştu.

Miraç'ın saçlarını çekiştirdiğinde boğuklaşan bir ses tonuyla konuştu Dilan.

"Uslu biri değilsin Miraç ağa..."

"Bir şey yapmıyordum kadın Çocuklarımı seviyorum."

Karısının alt dudağını ısırıp çekiştirdiğinde döküldü keşimeler Miraç'ın dudaklarımdan alaylı bir tınıyla.

Miraç'ın dudaklarını ısırıp çekiştirmesiyle bir inilti dudaklarından dökülmüş ve dökülen inişti adamın dudaklarının arasında kaybolmuştu.

"Tabi, sadece çocuklarını seviyordun."

Miraç'ın sesindeki alaylı tınıyla konuşurken sertçe parmakları arasında olan saçları çekiştirip kocasının üst dudağını ısırdı Dilan.

Karısının yaptığı ile dudakları iki yana kıvrılmıştı Miraç'ın. Bir elini karısının sırma siyah saçlarında gezdirdiğinde " Şimdi..." demiş karısının dudaklarına bir öpücük kondurup geri çekildiğinde " İzin ver duşumu alayım." Dedi geceleri mavilikleri esir alırken.

"Ne?"

Şaşkınlıkla döküldü sözlükler kocasının sözleri ardından.

Miraç ise karısının dumura uğramış haline bakındığında dudaklarında bir kıvrılma olmuştu.

" Duydun hatun duş alacağım. "

İyice geri çekilip gömleğinin düğmelerini çözerken hala şaşkınca bakınan karısına kosa bir bakış atıp eğlenen bir ses tonuyla;

"Ama izlemek istiyorsan orası ayrı." Deyip göz kırptı.

Dilan hala o dokunuşların etkisinden çıkamamış kocasının yaptıklarıyla nefesini düzene sokmaya çalışırken birde eğlenen adamın sözleriyle öfkeyle kıp kırmızı kesilmişti.

Yay gibi kaşlarını çatmış kıstığı gözleriyle kocasına bakarken yine aynı oyuna düştüğü içinde kendisine kızıyordu.

"Ne izleyeceğim seni! Görürsün sen! Bu iki oldu!"

Ayağını hırsla yere vurup banyodan çıktığımda Miraç'ın eğlenen bir ses tonu eşliğinde "Görüşürüz akşam kadın." Demesi ile iyice sinirlenip "B*k  görüşürüz! Bekle sen!" Diye söylenmişti. O sinirle söylediği sözü sonradan algıladığında ellerini ağzına kapatıp bir nida koparmıştı asla böyle bir söz söylemezken şimdi söylemesi kendisini dahi şaşırtmıştı. İçinden 'Allahtan duymadı!' Diye geçirdi. Zira Miraç ağa o sözü duysa Dilan'ın dilini zevkle keserdi! Söylene söylene merdivenlerden kendine kızmaktan geri durmamıştı. Kocası iki defa böyle yapmıştı.

" Ah aptal kafam nasıl düştüm yine bu tuzağa!" Diye kendine kızıp mutfağa geçmiş yemekleri ısıttığında mutfağa dalan Bülent'e baktı.

"Hayırdır Bülent?" Demişti.

"Yemekler nerde kaldı açız biz aç!" Diye sabırsızca söylenen Bülent ocağın yanına gidip tencereleri açıp bakarken; "Ohoo daha bunları ısıtmamışsınız bile." Dediğinde Dilan kaş çatıp bir elini beline atarken "Eee o kadar biliyorsun buyur sen geç mutfağa sen hazırla." Dedi.

Bülent yengesine tek kaşını kaldırıp bakarken; "Berfin yengemin yanında dura dura vallah ona benzemişsin jinbari." Deyince kafasına yediği tahta kaşıkla dudaklarının arasından "S*ktir! Ulan Afran!" Deyip hızla arkasını döndüğünde Berfin yengesini görünce tüm küfürleri yutmuştu.

"Benim neyim varmışta öyle dersin sen?" Diye eli belinde bir elinde tahta kaşıkla konuşan Berfin ile Dilan kıkırdarken Bülent acıyan kafasını ovup yüzünü buruşturdu.

"Ulan daha ne olsun! Elinde bir tahta kaşık, anamızı si... Ulan ah! Yenge!"

Edeceği küfrü tamamlayamadan Berfin'den bir tahta kaşık daha yediğinde acıyla inleyip kafasını tutmuştu.

"Doğru konuş vallaha seni bu tahta kaşıkla döverim Bülent." Deyip elindeki tahta kaşığı salladı Berfin. Bülent daha fazla dayanamayıp kapıya doğru ilerlerken;

"Böyle işin ben... Ulan yemek yemeğe geldik dayak yiyip gidiyoruz!" Diye söylene söylene çıkarken iki kadın genç adımın arkasından kıkırdayarak bakmıştı. Berfin elindeki tahta kaşığı dudaklarına götürüp öptüğünde;

"Tek silahım vallah budur. Anca dayakla akılları başlarına geliyor." Deyip göz kırptı.

"Allah Çetin ağabeyime sabır versin ne deyim."

Dilan kıkırdayarak sözlerini söyleyip hazırlıklara koyulurken evin diğer kadınları gelmiş sofrayı hazırlamışlardı. Onlar her şeyden habersiz gülüp eğlenirken alacakları haberden habersizlerdi. Herkes salonda oturmuş çaylarını içerken Miraç'ın çalan telefonu ile Dilan bakışlarını kocasına sabitledi. Miraç cebinden çıkardığı telefonu ağırca kulağına götürmüş ve "Söyle Berzan." Demişti. Berzan'ın sözleriyle iç çekip ağırca başını sallarken herkesin gözü Miraç'ta idi.

Miraç kapadığı telefonu ağırca indirirken gözü babası ve Yade Bese'nin   gözünde gidip geldikten sonra " Hayırlı olsun. Bir canı daha yakıp topraklarından ettiniz!" Dedi.

Yade   Miraç'ın sözleri ile kaşlarını çatıp ayağa kalkarken "Ne oldu? Bu sözler niyedir Miraç de hele?" dediğin de Miraç'ın dudaklarında histerik bir kıvrılma oluşmuştu.

" Berzan gitti! Cesaretini koyup yapamadığımı yapıp kurtardı kendini!" dedi.

Ve o an, o sözlerle Dilan'ın gözleri dolmuş, kalbi parçalanmıştı.

Yade Bese hiddetle ayağa kalkıp torununun önüne geçerken "Ne dersin sen! Dediğini kulağın duyar mı senin? Ne demek gitmiş?" Dedi adeta yaşlı bir kurt gibi kükreyerek. Ve ardından anlamak için birçok soru sorup, sorgulasa da hiçbirini takmadı Miraç Harmanlı! Lakin Yade Bese ne zaman elini göğsüne götürüp ağıt yakmaya başladı, işte o an endişelendi. Çünkü Yade ne zaman elini göğsüne koysa ardı çok fena geliyordu!

Herkes büyük bir şok yaşamış, üzerlerine dünya yıkılmış gibi hissediyordu. Camer ağa ayakta duramayınca sendelemiş sedirin üstüne düşmüştü. Yankılandı ağıtlar Harmanlı konağında bir kez daha. Yürekler ateşte kavrulup kül oldu.

Hayatımız düzene girdi dedikleri her an önlerine yeni bir taş konuyordu. Dillerden dökülen ağıtlar geceye feryat, göz pınarlardan akan yaşlar ise gecenin sessiz acısıydı.

Lakin susup sessizce kırık bakışlarla kocasına bakan Dilan'ın acısı ne gözlerinden akıyordu ne de dudaklarından. İçine içine aktı acısı. Miraç'ın söylediği sözler bir bıçak gibi keskin çentikler atmıştı yüreğine.

Sol yanı sızım sızım sızlarken, atılan çentiklerden akan kan içine aktı. Dökülmedi acısı dudakları arasından. Boğazında dizildi de yutkunamadı. Gözleri doldu, pınarlarda acı yaşlar birikti ama gözlerinden firar etmedi. Kaldı orada tıpkı kalbinde kalan acı gibi... Yaşlı dalgalı okyanusları kocasının yüzünden çekmemişti. Miraç'ın ona bir şey dediğini görüyor lakin algılayamıyordu. Kulaklarında büyük bir uğultu varken, beyninde sadece Miraç'ın sözleri yankılanıyordu.

'Yapamadığımı yapıp kurtardı kendini.'

Bu sözler daha da çınlarken kulaklarında, ardından ise benliğine tokat gibi çarpıyordu. Usulca kalktı Dilan oturduğu yerden. Sanki tüm dünya üstüne yıkılmış ayaklarının altında olan yer sallanıyor gibi hissediyordu. Omuzları duyduğu sözün ağırlığı ile çökmüştü adeta. Yavaş adımlarla ilerlerken yüzünde acı bir tebessüm açtı.

"Yapamadığımı yapıp kurtuldu..." dedi Dilan içini yaka yaka. Ardından ise derin bir nefes çekti. Burun direği sızlıyor sözler dudaklarından çıktığında ise kalbi acıyla kasılmıştı.  Merdivenlerden ağır adımlarla ilerlerken aşağıdaki ağıt sesleri dahi umursamadı. Sanki her şey ağırlaştırılmış gibiydi. Merdivenleri çıktıktan sonra odasına gidip kapıyı kapattıktan sonra derin bir iç çekti. Kırık bakışları odanın içinde yavaşça gezindi. Ardından ayaklarını sürüyerek banyoya ilerledi. Usulca elini karnına koyarken, çocuklarına sığındı. Usul usul okşarken gözleri kapandı.

"Tam mutlu oldum derken yeni bir darbe yiyorum."

Sessiz mırıltısı banyoda usulca yayılmıştı. Harfler bir bıçak gibiydi. Boğazından çıkan harfler ilerlediği yolda büyük derin çentikler atmaya devam ediyor, dudaklarından döküldüğünde ise yüreği parçalanıyordu.

Fakat ağlamadı Dilan.

Dökmedi pınarlarındaki tuzlu okyanus damlalarını.

Aynada kendine bakıp burnunu çekerken kaşlarını çattı. Bitmiş hali onu öfkelendirmişti.

"Kendine gel Dilan!" Dedi, ardından titreyen dudaklarını dişleyip ezerken, "Sen bu değilsin! Aciz değilsin! Unutma seni isteyen oydu!" Dedi defalarca kez. Lakin derken bile yüreği kızgın ateşlere atılmış gibi yanıyor, bedeni yüreğindeki yangınla bitik düşüyordu. Sözler dudaklarından çıkıyor, kendini kandırmaya güçlü durmaya çalışıyor fakat, bir türlü başaramıyordu.

Ellerini hırsla lavabonun kenarına koyup sertçe sıktı. Sanki sıkınca güç bulacak gibi geliyordu.

Parmakları mermeri daha sıkı kavradı. Bu hareket beynine 'Sen güçlüsün.' Der gibiydi. Derin bir nefes içine çekip aynadaki yansımasına son kez bakıp dudaklarının arasından,

" Sen güçlüsün!" Diye mırıldanıp kıyafetlerini çıkararak duşa girdi.

Aradan geçen bir saat sonra duştan çıkıp kıyafetlerini giyinerek içeri geçip yavaşça yatağını açmaya başladı. O sıra tahta kapının açılması ile Miraç'ın geldiğini anlamış lakin dönüp bakmayıp yatağın içine girerek arkasını dönüp uzanmıştı. Yorganı göğsüne dek çekip gözlerini kapadı.

Miraç ise derin bir nefes alıp saçlarını karıştırırken günün yorgunluğu zifirilerinin altında oluşan torbalara birikmiş gibiydi. Yavaş adımlarla yatağa ilerlediğinde karısının susması ve arkasını dönmesiyle bir şey olduğunu anlamış ve sağ kaşı yavaşça çatılıp havalanmıştı.

Elleri ağırca gömleğinin düğmelerini çözdüğünde "Berzan'ın gitmesine mi üzüldün?" Dedi aklındaki ilk sebebi sıralarken. Kadınların hamile iken hormonlarını az çok biliyordu Miraç Harmanlı. Dilan'dan hala ses çıkmaması ile kavisli kaşları yavaşça çatılmış, düğmelerini çözdüğü gömleği gelişi güzel odanın bir köşesine atarken, " Dilan?" Diye sordu. Fakat karısından aldığı cevap sadece nefes alışverişiydi.

Miraç karısının uyanık olup konuşmamasına daha çok sinirlenip belindeki silahı çekip sertçe çekmeceye koyduğunda metalin tahtaya çarparak çıkardığı tok ses odada yankılanırken, Dilan olduğu yerde sıçramıştı. Dilan, kocasının hala onu kırdığını anlamamasına sinirlenip, hızla doğrularak kocasının koyulaşmış gözlerini sinir ve kırgınlıkla laciverte çalan gözlerini dikti.

" Gerçekten pişman mısın?"

Sözler dudaklarından dökülürken yataktan kalkıp, kocasının önüne geçip elini uzatarak Miraç'ın kalbine koydu.

"Buradaki yangının sönmedi mi hala Miraç ağa? Hala mı öfkelisin?"

Sorular dudaklarından tek tek dökülürken Miraç çattığı kaşları, kıstığı gözleri ile karısına bakıyordu. Ne demek istediğini anlamamıştı karısının. Dilan Miraç'a biraz daha yaklaşıp Miraç'ın göğsünde olan elini yumruk yapıp kocasının göğsüne güçsüzce bir yumruk attığında " Benim ne suçum var! Beni isteyen sendin Miraç ağa! Kapımıza gelip abimin başına silah tutan senken, nasıl çıkıp, 'Yapamadığımı yapıp gitmiş dersin!" Dedi yüreği kırıklarla dolarken.

Miraç ise karısına kısmış gözleri ile bakmaya devam edip olayı anlaması ile kaşları çatıldı. Karısının kollarından tutuğu gibi göğsüne sertçe çekerken, keskin solukları Dilan'ın yüzüne çarpıyordu.

"Sen o sözümden bunları mı anladın Dilan?" Karısının kollarından tutup yavaşça silkeledi. Öfkelenmişti Miraç. O sözü bu şekilde bu anlamda dememişti!

"Sen karımsın! İki çocuğumun annesi! Ben onu demek istemedim."

"Neyi demek istediğin o zaman?" Dedi Dilan Miraç'ın sözünü keserek.

Derin bir nefes aldı Miraç Harmanlı.

Gözlerini yavaşça kapatıp açtı sakinleşmek için. Ardından ise karısının kolunda olan bir elini kaldırıp karısının yüzünü avuçlayıp usulca okşamaya başladı. Gece karası gözleri karısının gözlerinde yer etti.

" Demek istediğim çok başkaydı kadın! Kaderinde olanı görüyorsun şüphesiz, biz er ya da geç karşılaşacaktık, sen yine karım ve bebeklerimin annesi olacaktın. Fakat kadın, bebeklerimizi öğrendiğimiz günden beri düşmüyor aklımdan.  Ben çocuklarıma bir cani gibi gidip zorla annenizi aldım, hayatını mahvettim demek istemiyorum. Şuram, " diyor yumruk yaptığı elini kalbine götürüp," Şuram acıyor. Mecburdum yapmaya, aksi takdirde katil olacaktım. Töre denen illet başımı yerden kaldırmama izin vermezdi! Ağa değip binlerce günahı sırtıma vurmuşlar ben başımı eğsem başta beni vururlar diyemem..." Miraç Harmanlı'nın gözleri doluyor! Kendi canından kendi kanından olan yavrucaklarına bunları nasıl diyeceğinin derdi ile yanıyordu günlerdir! Kimse haberdar değildi yüreğinde ki yangından. Binlerce kez... On binlerce kez 'Keşke' diyordu. 'Keşke bu şekilde olmasaydı. Köküne tükürdüğüm törenin, çok iyi bir şeyiymiş gibi ağası olmasaydım!'

Karısının şaşkın gözlerine baktı Miraç, "İlerde bize nasıl tanıştınız diye soracaklarında 'Can almak için can verdik' demek istemezdim." diyor bir kez daha içinde ki yangını dillendirip onu anlamasını beklerken.

"Canım acıyor kadın..." dedi bu defa kalbinde yumruk yaptığı eli düşerken.

Ve ilk itirafın devamı dökülmüştü Miraç'ın dudaklarından.

"Çocuklarımıza zoraki bir evlilik demek istemezdim. Ya da törenin lanetli yüzünü görmelerini, bilmelerini istemezdim. "

İtirafının ardından içinde ukde kalan düşünceler ve sözler tek tek döküldü dudaklarından. Bir iç çekti Miraç Harmanlı. Çektiği nefes ciğerlerine yetmezken "keşke." Dedi bir kez daha.

"Keşke seninle başka bir hikayemiz olsaydı." Günlerdir tek düşündüğü şey buydu... Her karısını koynuna çekip saçlarını koklarken uyumadan önce çocuklarını sevip, "Ah be Dilan," diyordu. "Çok başka hikayemiz olabilirdi..."

İşte tüm bu sözlerden sonra Dilan düşüncelerinden utanmıştı. Oysa Miraç'ın evlendikleri için pişman olduğunu düşünmüş işin bu tarafından hiç bakmamıştı.

İçinde pişmanlık yer etse de kocasının sözleriyle içi erimişti. Miraç'ın tüm duygularıyla çırılçıplak konuşması bir güneşin hiç batmaması kadar zor ve imkansızdı. Oysa şimdi imkansız olan olmuş, güneş batmamak üzere doğmuştu Dilan için.

Bir çocuk gibi dudak büzdü Dilan suçlulukla. Yüzünü avuçlayan ele yüzünü daha çok yaslarken nazlı bir şekilde mırıldandı.

"Yani pişman değilsin benimle evlendiğine?"

Miraç cebelleştiği derin duygulardan, karısının manyak sorusu ile sabır çekip sıyrıldı.

"Ben sana daha yeni ne anlattım kadın? Dinlemedin mi? Pişman değilim seninle evlendiğime deli kadın." dedi bir çırpıda.

Dilan kocasının sözleriyle mahcup bir şekilde gülümserken aklına gelenle geri çekilip kocasının gözlerine aşk ile baktı. Dayanamıyordu o derin kuyuları andıran dipsiz gözlerini çepeçevre saran hüzne.

"O zaman biz de kendi hikayemizi kendimiz yazalım Miraç. Madem olmuşla bitmişe çare yok, bizde kendimize yepyeni bir başlık atıp oradan yazalım hikayemizi.  Sanki öncesi yaşanmamış gibi! Hem çocuklarımıza anlatacağımız güzel bir hikayemiz olur. " dedi heyecandan çatlayan sesi ile.

Miraç ise karısının bu haline gülmüş, kaşlarını alayla havalandırırken " Nasıl bir hikaye olacak bu. Diye sordu.

Dilan kocasının sözleriyle gülüp işaret parmağı ile dudağında ritim tutarken " Imm... " değip ardından keyifle gülerken," Gel böyle önce. " değip yatağa geçip elinden çekiştirdiği kocasını   bacağına yatırırken saçlarını okşayıp," İyi dinle! " diye uyarıyor yalandan bir ciddiyetle.

" Bir varmış bir yokmuş. Zamanlardan birinde... Ay çok zaman önce değil ama." değip kendi ciddiyetini son cümlesi ile bozup gülerken, Miraç karısına gülmeden edemiyor. " Çok mu çok güzel bir kız taaa İstanbul'lardan kalkıp Mardin'e geliyor. Henüz daha bu çorak topraklara ayağını bastığı ilk gün karşısına bir adam çıkıyor, ama kızın gözleri onu görmüyor tabi. Fakat adam, kızı görür görmez vuruluyor!" Kendi dediğine kıkırdasa da anlattığı hikaye çok hoşuna gidiyordu. Miraç ise delirmiş karısının son cümlesi ile kaşlarını hayretle kaldırıp bakıyor. Bu kadın hangi ara böyle kendini beğenmişin teki olmuştu!

" Öyle güzelliğine kapılmış öyle güzelliğine kapılmış ki adam yemeden içmeden kesilmiş! Gözü o güzeller güzeli kızdan başkasını görmez olmuş. Sürekli kızın ardından dolanıp, o kömür gözlerini her daim üstüne dikip, her an aşkıyla yanıp tutuşuyormuş. Sürekli günleri beni takip etmekle geçiyor kızın kapısının önünden ayrılmıyormuş." Dediğinde Miraç artık daha fazla dayanamayıp odayı inleten bir kahkaha kopardı. Her sözü apayrı yankılanırken zihninde, Dilan xanımın ne kadar hayalperest olduğunu da görmüştü! Gülen gözleri başını karısının kucağından kaldırıp, o berrak okyanuslarına diktiğin de " Eee kadın başka ne yapmış o adam?" Diye sordu hayret ve aslen inanılmaz bir mutlulukla. İçten içe ciddi anlamda mutlu etmişti bu hikaye.

Dilan kocasının gözlerinde ki hüznün dağılması ile kocaman sırıtıp, yüzünü avuçladığında   usul usul dudağına eğilip kalın dudakları arasına kocasının taptığı dudaklarını alıp küçük bir öpücük kondurduğunda boğuklaşan sesi ile, " Eh sonunda kadının ayakları altına sokak boyunca kırmızı güller serip evlenme teklifi edince, güzel kadın hemen atlamış teklife. Akıllı kadınmış vesselam, böylesi romantik, ultra yakışıklı ve seven adamı kaçırmamış." dedi bir kez daha öperken.

Miraç başta güldüğü sözlerin sonlarına doğru   kesik bir nefes alıp karısının sırtına ellerini koyarak   usul usul yatağa uzatıp üstünde ki yerini aldığında, karısının dudaklarından nefesini içip," Çok akıllı değil, aşırı uyanık kadınmış." diyor gülerken. Dili ile tadına vardığı ıslak dudakları öperken elleri uslu durmuyor kadınının bacaklarından kalçalarına doğru her santimini yeniden ezberlercesine sevip okşarken, " Öyle uyanıkmış ki, aslında daha bu topraklara geldiği ilk gün adamı kafalamak için büyü yapıp kendine bağlamış meğer. Zavallı adam ise bunu anca evlenip kadını başına bela ettikten sonra anlamış..." diye devam ediyor.

~*~

Zaman ilerlerken mevsimler değişiyordu tıpkı insanlar gibi... Tepelerin ardında doğan güneş insanlara umut ışığı olurken, bahar yazın müjdesini sunar gibiydi. Etrafta tomurcuk açmış ağaçlar, ağaçların üzerine yuva yapan kuşların cıvıltılı sesleri bunların hep mutluluğun müjdecisiydi. Bahar doğayla en güzel senfonisini sunuyordu insana. Ve insanoğlu bu senfoniyle kendini mutlu hissediyordu.

Miraç ağa; duvarları yıkılmaz duruşundan taviz vermeyen adam. Denildi ya mevsimler gibi insanlarda değişiyor diye, Miraç ağa da değişmişti. İçine yerleşen mutluluk filizi gün gün büyüyordu. O mutluluk tohumu çocuklarını duyduğu an içine atılmıştı. Her geçen gün içindeki mutluluk büyüyor bir an önce sabırsızca çocuklarını kucağına almanın isteği ile yanıp tutuşalı dört ay olmuştu. Karısının gün gün büyüyen karnı ile inanılmaz bir mutluğa erişiyor ve o mutluluk arşa eriyordu. Miraç ağa hiç tahmin edemeyeceği kadar çok mutluydu fakat içinde çok derinlerde bu mutluluğun bitmesinden korkuyordu. Ne kadar tuhaftı bu hisler ona. O korkusuzdu. Hiçbir şeyden korkmayan adam şimdi bu huzur, bu mutluluk bir gün bozulacak diye delicesine korkuyordu içten içe.

Derin bir iç çekti Miraç. Sağ eli karısının çıkık karnında evlatlarını severken yüzünde hafif bir tebessüm oluşmuştu. En çok bunu yapmayı seviyordu. Sanki elini karısının karnına koyduğunda çocuklarına daha yakın hissediyor gibi geliyordu ona.  Zifiri gözleri her gün olduğu gibi yine göğsüne sinmiş bir melek gibi uyuyan karısına çevrildi. Yüzünde belli belirsiz tebessüm büyümüş, bu kadının o zarif pürüzsüz yüzü onu daha da mutlu etmişti. Güzelliğinden çok o saflığı seviyordu Miraç... Boştaki elini usulca kaldırıp karısının gül yüzünü örten sırma saçlara doğru götürüp, tıpkı bir gecenin günü örttüğü gibi örttüğü yüzünden usulca çekti. Aydınlandı dört bir yan o güzellikle. Parmakları yumuşak saçlara değdiğinde parmak uçlarının uyuştuğunu hissetmişti.  Karısının güzelliği gün be gün onu büyülüyordu. Gözleri karısının yüzünü talan ederken yine düşüncelere dalmıştı Miraç Harmanlı.

Her şey, tüm acılar geride kalmış gibiydi. Oysa en büyük acıyı yaşayacaklarından habersizdiler. Acı, acı ne zaman geride kalmıştı ki şimdi kalsın? İnsan oğlu mutluluğu yakaladığında acıyı unutur ama Miraç da olduğu gibi içinde bir korku da yer eder. 'Bir gün bu mutluluk bozulacak.' Diye. Onlar acının üstüne kendi hikayelerini kurmuştu. Ve kurdukları hikayede acı yoktu. Acının pusuya yatmış zamanını beklediğinden de habersizlerdi.

İnsan oğlu kendi kurdukları yalanlara alışmıştı tıpkı her şeye alıştıkları gibi... Onların yalanı ise dört ay önce kurdukları masaldı. Gerçekten kaçmış kendi kurdukları yalana sığınmışlardı. Kurgu ne kadar yalan olsa da hisler bir o kadar gerçekti! Tek değişmeyen şey; kadın sevdiğini dile döküyor her zaman ki gibi, adam ise bunu her gün karısına hissettiriyordu.

" Delalamın... "

Parmaklarının arasındaki saçlar ile oynarken usulca fısıldadı Miraç.

Kadını onun güzeliydi. Özellikle hamileliğin vermiş olduğu güzellikle Miraç karısına bakmaya doyamıyordu. Karısının hamilelikten dolayı aldığı kilolarla dırdır etmesi aklına geldiğinde yüzündeki gülümseme büyümüş o uğruna ölünesi gamzesi ortaya çıkmıştı. Bundan bir ay öncesine kadar Dilan aynaya bakıp bedenini süzüp, " Şuna bak her yerim şişmiş! " dediğinde Miraç kaşlarını bir yay gibi çatarken, " Ele avuca gelir oldun daha ne istiyorsun? " demiş Dilan ise kocasının sözüne sinirlenerek, "Sen bana şişman mısın diyorsun?" diye kızmıştı. Hamileliğinden dolayı hormonlarının devreye girmesi ve sürekli alıngan olmuş, deli bir cesaret kuşanıyordu. Miraç ağa ise alıngan karısı kafayı yemek üzere olduğu anda bir çaresini bulmuş, kendini kurtarmıştı az çok! Kurtarıcısı çocukları!

" Sen çocuklarımız için aldığın kilolara laf mı söylüyorsun?" Demişti en son kızarak ve o günden beri Dilan kilolarıyla dır dır etmeyi bırakmıştı. Kısmen...  Miraç ağa farkında olmadan bir kez daha tebessüm etti.

"Uyan artık hebunamın."  (Varlığım)

Tekrar seslendi Miraç karısının yanağını usulca okşarken. Miraç'ın bedenine dokunuşları ve sesiyle uyku arası mırıldanıp kıpırdandı Dilan. Ardından ise kollarını kocasına sıkı bir şekilde sarıp kedi misali kocasının göğsüne kıvrılırken " Saat daha çok erken ama." Diyerek mızmızlandı.

"Erken değil kadın, kalk artık Rozalin kapımıza gelmeden."

Miraç karısının haline bakıp saçlarına uzanıp bir öpücük kondururdu. O sıra tahta kapının çalması ve Rozalin'in "Kalkın artık! Sofra hazır sizi bekliyoruz!" Diye sitemle konuşmasına Miraç'ın dudakları kıvrılmıştı. Bir aydan beri sürekli yataktan çıkmadıkları için sabahları Rozalin'in kapılarında bitip o bitmeyen dırdırlarına alışmışlardı.

"Geldik geldik patlama!" Diye söylenen Dilan yataktan doğrulurken sırıtan kocasına bakıp "Bu zilli sürekli böyle uyandırmak zorunda mı bizi!" Diye söylenmiş yataktan kalkıp gözlerini ovup kapıya doğru ilerlerken Miraç sırtını bazanın başlığına dayayıp karısına bakarak gülümsemekle yetinmişti.

Dilan sarsak adımlarla yürüyüp kapıyı açtığında kaşlarını çatıp bir eli belinde onu bekleyen kıza baktı dik dik.

"Ooo gelin ağam, sabah şerifleriniz hayırlı olsun. Odanıza özel serviste ister misiniz?"

"Rozalin, seni yolarım. Hamileyim ben! Hamile! Ne var yani uyandırmasan. İki kahvaltı hazırlıyorsun onu da söylene söylene yapıp zıkkım yediriyorsun bize."

Rozalin'in sözlerine göz devirip sitemle konuştu Dilan. Her sabah aynı atışmayı yaşamaktan bıkmıştı ama karşısındaki kız bir türlü laf sokmaktan bıkmamıştı. Helin'in bebeğiyle ilgilenmesi ve kendisinin hamile olmasıyla işlerin çoğunu Rojda ve Rozalin'e yıkıyordu ama yapacak bir şey yoktu! Kalabalık ailede bu işler devir daim gerektirirdi, bugün Dilan otururdu yarın diğerlerinin işleri olduğunda onlar oturacak kendisi zevkle onlara hizmet edecekti.

"He anam he! Bana mı doğuruyorsunuz sanki! Biri benim bebem emziklidir der biri hamileyim der! Bana ne be! Vallaha iyimiş sizinki! İşten yırtmak için boyuna doğurun!" İsyanla söylenen kız Miraç'ın sesini duyduğunda gözleri endişeyle açılmıştı.

"Rozalin! Oraya gelirsem dilini koparırım!"

"Oyy kurban olam Miraç ağabeyim ben şaka yapıyordum aha da gittim ben."  Hızlı hızlı konuşup bir kaç saniye önceki laflarını yutup arkasını dönüp giderken yengesine bir bakış atmıştı. Bu bakış 'Seninle sonra görüşeceğiz Dilan hanım' bakışıydı.

Dilan kuyruğunu kıstırmış kedi gibi kaçan kızın arkasından sırıtarak bakarken " Veyy pissike tırsonek! " (Korkak kedi) diyerek ardından büyüyen karnını tutup güldü. Bayılıyordu Rozalin'e! Ardından ise odasının kapısını kapatıp dolabına doğru ilerlerken kendi kendine söylendi.

" Bugün kına var ona da hazırlanmam gerek daha."

Karısının sözleriyle derin bir nefes alan Miraç yataktan kalkıp banyoya ilerlediğinde; "Düzgün giyinmeyi unutma beni deli edecek şeyler giyinme." Diyerek banyoya girdi.

Kocasının sözleriyle gözünü devirdi Dilan. Zaten kız kıza olacaklardı kına da. Geçen gün alışverişe çıkmış, kendisine büyük beden kıyafetler alırken kına içinde Berfin'in de fiştiklemesi ile dizlerinin üzerinde biten, 'v' yaka göğüs dekolteli tiril tiril şifon zümrüt yeşili bir kıyafet almıştı. Yakanın etrafında altın sarısı kalın detaylar aşırı şık göstermişti. O giyinip aynaya yansıyan hali gözünün önüne gelince dolabı açıp yüzünde ki memnun gülüşle   elbisesine baktı. Cidden harikaydı! Tamam dekoltesi biraz derindi ve büyük göğüsleri ile daha da ortaya çıkmış, terbiyesiz Berfin'in dediği ile ' Kız bunlar resmen kocaya gel gel diyor.' sözlerine uyuyordu! Onun bu konuşmalarına artık alışıp gülen Dilan, kadınsı bir haz da alıyordu. Cidden seksi duruyordu. Kınanın sonunda o göğsü büyük bir memnuniyetle kocasının gözü önüne serebilirdi!    Bu halini Berfin görse ona ciddi anlamda çok güler, konağa da rezil ederdi.  Elindeki kıyafete aşkla bakmayı bırakıp hemen dolaba koydu, Miraç banyodan çıkmadan. Görmesini şu an için istemiyordu çünkü ne tepki vereceğini kestiremiyordu. İstanbul'da dekolte de böyle kıyafetlerde giyerdi ama bu topraklarda, hele de ağa karısı olarak giyse ne tepki alır kestiremiyordu, görmemişti de böyle giyinen.  Geri çekilip diğer taraftan buz mavisi üstüne minicik nar çiçeği rengi çiçekler bezeli yazlık elbisesini üstüne geçirip uzun siyah yele misali omzuna dökülen saçlarını tarayıp, üstüne gelişi güzel attığı nar çiçeği rengi ipek şalı geçirip hazır olduğunda kendine memnun bir ifade ile baktı. Çok güzel olmuştu! Masmavi okyanuslarına kömürün karasından sürdüğü sürme ile bakışları daha da derinleşirken o kalın dudaklarının üstüne sürdüğü parlatıcı ile kıkırdadı haline. Manyak adam bu haline belli etmese de ölüyordu!   Dilan kendi kendine, " Deli işte." diye mırıldandığı sıra, Miraç banyodan çıkıp onun gün gün güzelleşen haline bakıp yüzünü havlu ile silerken "Bir gün dilini kökünden keseceğim kadın." Demişti. O lafın kendine geldiğini çok iyi biliyordu, çünkü sürekli deli cesaretine tutunup ağzına geleni söylüyordu Dilan ve bu Miraç'ın sınırlarını zorluyordu. Miraç her ne kadar sınırlarını genişletse de hala tahammülü olmayan bazı kesin çizgileri vardı.

Dilan son kez aynaya bakıp kapıyı açıp çıkarken gülümsemişti kocasına. Alışmıştı kocasının bu sözlerine o da. O an sessiz kalıp yanından uzaklaşıyor ve böylece olası bir tartışma başlamadan sona eriyordu. Aşağı indiğinde herkesin sofrada olduğunu görmüş yanlarına ilerlerken biraz utanmıştı. Bu hamilelik onu neredeyse yedi yirmi dört uyutuyor, her yemek vakti onu uyandırıp çağırıyorlardı ve sürekli evin kadınlarını bekletiyordu. Bu da artık onu haddinden fazla utandırsa da elinden bir şey gelmiyordu.

"Günaydın gelin ağam!"

Berfin'in sözüne tebessüm ile bakıp " Günaydın. Kusura bakmayın beklettim." Demişti mahcupça. Yade Besse elini havada 'Boş konuşma gelin!' der gibi sallayıp yemeğe başladığı an kadınlar ona gülüp, onlar da başlamıştı kahvaltıya.

Şu dört ayda çok şey değişmişti. Berzan'ın gidişi Rozalin'in eski haline dönmesini sağlamış, Reparin bebek büyüyüp yeni yeni çıkan dişleri ile ev halkının kaçan huzurunu biraz olsun yerine getiriyordu. Yade Bese ilk zamanlar neredeyse her gün hastaneye kaldırılsa da şimdi, Berzan'ı anmaları dahi dinmişti. Herkes kaldığı yerden devam ediyordu hayatına o eksilen huzur ve neşe ile. Bir de o kalın duvarlar ardında filizlenen yepyeni gizli bir aşk vardı ki, işte bu ölü toprağı serpilen konağa nasıl bir hava katacaktı şu an muammaydı.

Konakta günlük işler son zamanlarda ki sessizle bittiğinde herkes odasına çekilmişti. Dilan Yade Besse'nin sessizliği ve o içe kapanık haline hala alışamamıştı. Arada odasına gidip sohbet etmeye çalışıyor, genelde de o yaşlı çınarın göz yaşları ile sona eriyordu. Fakat Dilan yine de bu yüzden Berzan'a kızamıyordu. Hayat onun hayatıydı. Fakat Yade Besse'nin de gerekçelerinde haklılık vardı. En son, " Ben ister miyim böyle zorlamak! Fakat isterim ki, oğlum ben ölmeden o acıdan kurtulmuş olsun. Yade ben evleneceğim desin! Çoluk çocuk sahibi olacağım desin!  O bu acıyla yanıp kül olamazken ben nasıl keyfime bakıp umursamam. Rozalin'de ondan iyisini mi bulacak! Şimdi ikisi de kör. Ama zamanı geldiğinde ikisi de beni çok iyi anlayacak. İnşallah hayatta olurum da o zaman görürüm onları. " dediğin de Dilan'ı çıkarıp deli gibi özlediği torunu için bir kez daha ağlamıştı.

Dilan bunları hatırlayıp kötü olurken usulca kapıyı çalıp girdi içeri. Yade her zaman ki gibi penceresinin önünde ki sedire çökmüş Kuran'ı Kerim okuyordu. Dilan şalını düzeltip dizleri önünde çöküp, gözünü kapayıp ayetleri dinliyor, dinlerken de içinden dualar ediyordu evlatları için, kocası ve ev halkı için. Yade okumayı bitirdiğin de ikisi de birer Fatiha-ı Şerif okuyup hediye ederken Dilan " Allah kabul etsin Yadem." demişti gözlerinde ki ışıldayan bakışla. Yade gelininin gün gün neşelenen haline burukça tebessüm ederken,

" Amin buke amin." demişti.  " Hayırdır, kocan gibi bir rahat bırakmazsın beni!"  Sitem etse de içten içe bu ilgiden memnundu.  Dilan kocaman gülüp, " Kocamla seni rahatsız etmek bu ara yeni hobimiz Yade!" dedi kıkırdarken. Yade Besse ise yüzünü buruşturup," Hobit nedir keçe!" dediğinde o beyazlamış kaşları birbirine değene dek çatılmış usulca eli bastonuna gitmişti. Bu gelin onunla dalga mı geçiyordu yoksa!

Dilan duyduğu, 'hobit' sözüne kahkaha atarken, " Hobi Yade, hobi!" demişti daha da gülüp.

" Yani sevmekten hoşlandığımız şey."

Yade iyice ağzının kayışı kopan gelinin bakıp sabır çekerken, bastonu ile   baldırına iki tane geçirmiş, " De bımeş! Buka din!" (De yürü git, deli gelin!) diye kızmış kapıyı göstermişti.  Bu da kocası gibi sinirini bozmuştu! Sabah da Miraç çıkmadan, uğramış apaçık dalga geçmiş,

' Ne diye odana tıkılıp trip atıyorsun. Koca istiyorsan mezarı hatırla yaşıtların tek tek göçtü gitti bir sen kaldın! " demişti ona.  Yüzü daha da buruştuğunda Dilan'ı kovmuş," Gelme odama o kocana da de gözükmesin gözüme! " diye bağırmıştı ardından. " Boşuna dememişler, kurt kocar kuzunun maskarası olur! " diye bağıra bağıra homurdansa da gülmüştü. Bu kız Miraç'ını değiştirmiş o karamsarlığı üstünden almıştı.  Tekrar dışarı bakarken, aklı yine Berzan'ı ve Rozalin'e giderken.

" İnşallah bir gün onları da görürüm böyle. " demişti.

Dilan yüzünde ki gülücükle, odasına çıkmıştı bir eli karnında yavrularını okşarken. Merdivenlerden çıkınca yorulmuş, yatağına çöktüğünde   " Azcık uzanayım dinlenirim sonra ne de olsa." diyerek çocuklarına tebessüm edip başını yastığa koymuş gözünü kapadığı an ise direk uykuya dalmıştı.

* * *

" Dilan, delale!"

Miraç'ın sesi kulaklarını doldururken bir anda sıçradı Dilan. Uyumuş muydu? Miraç geldiğine göre akşamı geçmişti!  Hemen doğulurken, kasığına ağrı girmesi ile inlerken, Miraç; " Yavaş!" demiş hemen karısının yanında biterken, " Doktor ne dedi! Ne fırlıyorsun!" diye kızdığında Dilan karnını tutup ona bağıran kocasına döndü. Anında dudakları titremiş, kırgınca kocasına bakarken, " Aklım uçtu. Bilerek mi yaptım. Neden bağırıyorsun öküz gibi!" derken bir damla sol gözünden döküldüğünde Miraç kalakaldı. Ona öküz dediği için dilini mi kessin, yoksa ona bağırıp böyle saçma triplere soktuğu için kendi ümüğünü mü?

" Bağırmadım kadın!" dedi göz yaşını silip tıslarken. Daha doğuma beş ay vardı. Ve böyle devam ederse sonunda çocuklarını görmeden intihar edecekti!

" Bağırdın! Şimdi de kızıyorsun! Elinde olsa bir kaşık suda boğacak gibi duruyorsun şu an.  Sabahın köründe iş diye çıkıp dağ tarla ırgatcılar derken herkesin derdine koşup sıra bana ve evlatlarıma gelince fitil olup tutuşuyorsun. Korkudan ağzımı açamaz oldum."  Dilan nefes almadan konuşup, konuştukça da ne kadar da umutsuz vaka olduğunu görüp burnunu çeke çeke ağlarken, Miraç burun kemerini sıkıp bu kadının ne zamandan beri tek nefeste bunca cümle kurduğunu düşünüyordu.

" Ulan ne fitili ne ateşi! Görende nazi kampında sanır. Korkudan ağzını açamıyormuş!" diye tısladı Miraç. Fakat bu Dilan'ı daha da çıldırtırken bu defa yerinden kalkmış " Bak! bak! Yine kızıyorsun!" diye isyan etmişti. Miraç kafasını duvara sürtme sınırına geldiğinde bir durdu, derin bir nefes aldı. Alışmış olması gerekiyordu. Hayır kızsa da belli etmeyecekti yoksa ciddi anlamda bu kadını pencereden atabilirdi, o kadar damarına basıyordu çünkü. Sabırlı bir adam değildi!

" Tamam kadın, tamam. Hadi sen hazırlan Rozalin çıldırıyordu aşağıda hala hazırlanıp inmedik!"

Dilan duyduğu cümle ile anında aklı başına gelmiş, sanki az önce ağlayan o değilmiş gibi, "Hiiii! Unuttum. Roze öldürecek beni. Yine uyumuşum!" değip göz yaşlarını silerek hemen dolaptan Miraç için hazırladıklarını alıp yatağa bırakırken, " Sen giyin in hemen bende geliyorum." diyerek hemen kıyafetlerini alıp banyoya gitmişti.  Miraç bir kıyafetlere bir kadınının gittiği yöne bakıp ellerini açarak, "Sabır Allahım!" dedi. Sabır bu beş ayda en gerekli şeydi. Yoksa katil lama olmaması elde değildi!

Dilan, kısa bir duş ardından önce saçlarına maşa yapmış, ardından elbisesinin renginde olan zümrüt yeşili dantel iç çamaşırlarını giyinip üstüne hayran kaldığı mini elbisesini geçirmişti. Sanki son iki hafta da biraz daha kilo almış gibiydi. Kıyafet güzel dursa da göğüsleri gözüne fazlaca büyük gelmişti sanki. Ya da kendisi mi abartıyordu? Ve sanki kilodan dolayı kıyafet yukarı çıkıp daha da mı kısalmıştı?   Dudağını büzüp kendine baktı. Ardından Berfin'in, " Sen çok abartıyorsun son zamanlar da bazı şeyleri!" sözünü hatırlayınca ilk defa hak vererek, "Bence de abartıyorum," dedi aynada ki aksine. " Hem zaten sadece kadınlar olacak!" diyerek saçlarını geriye atıp bu defa dumanlı bir göz makyajı yapıp dudaklarına koyu bir ruj sürerek kendine baktı. Bir canlanmış hissederken sonunda gülümseyerek, çıktı banyodan.  Dantel işlemeli zarif babetlerini de ayağına geçirip boy aynasında kendine bakmadan hızla altınlarını üstüne geçirip, omuzlarını dik yaparak usul usul indi merdivenden.  Ne demişti Berfin,

" Gelin ağa nasıl olunurmuş bir göster, herkes görsün Miraç ağanın karısını." Diyarbakır'dan gelecek erkek tarafında ki aşireti az çok bilirdi. Cidden büyük zenginlikleri olan kadınlarının forsundan geçilmeyen bir aşiretti. İlk duyduğunda bu kilolu hali ile," Nasıl Miraç'ın yanında yürürüm. " diyerek ağlamış, Berfin'in dakikalarca süren ikna etme çabaları sonucunda susmuştu. Şimdi bu hali ile güzel olduğunu görüp evlatlarını hissetmek istercesine elini karnına koyup mutlulukla salına salına inerken ilk şaşkınlık tepkisi avluyu inleten Yade Besse'den geldi.

"Vışşşşş! Başımıza taş yağacak."

Kapı önünde Dilan'ı bekleyen Konak ahalisi Yade'nin sesi ile baktığı yere baktıklarında hepsinin ağzı açık kaldı. Berfin'in bile!  Bu kıyafeti aldıklarında kesinlikle bu kadar kısa ve baştan çıkarıcı durmuyordu! Hele etek kısmı güneş vurdukça iki bacağını da olduğu gibi gösterecek incelikte de hiç durmuyordu! Resmen çamaşırını dahi belli edecekti!  Rozalin, " Tövbe haşa!" değip arkasını dönerken, erkekler dudaklarını ısırıp az sonra kopacak kıyamette kimi kurtarsa onu düşünüyorlardı.

Miraç bu sözler ardından dönüp karısına baktığı anda kitlendi. O her adımında savrulan saçları, rüzgar değdikçe neredeyse kalçasına kadar uçuşan eteği! O eteğinin saklayamadığı yerlere bakamıyordu bile! Önce yumrukları sıkıldı, daha sonra tırnaklarını avuç içine batırırken dişlerini gıcırdattı.  Yok! Yok bu kadın hamile olmasıyla birlikte beynin fonksiyonlarını kaybetmişti!

" Dilan!" diye kükremesi ile avlu sessizliğe bürünürken, Dilan başını kaldırıp sonunda son basamağı da inip, kocasına baktı.  Ve yarışa hazır kızgın boğaya dönmüş hali ile yutkunurken o yutkunuşun sesi kulağını yırttı.

Bu adam neden bu hale gelmişti?

Neden burnundan soluyarak yanına geliyordu?

" Konakta kimse kalmasın!"

Miraç öyle bir bağırmıştı ki kimse bir kez dönüp Dilan'a ne olacak demeden kaçarken, konağın kapısında dikilen adamlar derhal kapıyı kapıyı kapamış, ve hep birlikte kapalı kapıya bakıp aşağı yukarı aynı şeyi düşünmüştü.

" Rahmetli iyi kızdı!"




~*~

Miraç karşısında şaşkınca bakan kadına öfke ile bakarken gözlerini karısının gözlerinden ayırmıyordu. Zira azıcık gözü kaysa o gözlerinin içine içine bakan göğüsleri, oradan kaçırsa sütun bacaklarına değecek ve işin rengi tamamen değişecekti!  Yumruklarını sıkarken hiddetle yanına varıp, "Bu ne hal kadın! Nasıl bu halde onca adamın dolandığı avluya iner, bu da yetmezmiş gibi beni, ailemi gelin ağa olarak temsil edeceğin bir düğüne gitmeyi düşünürsün!" dedi gözleri kararırken. Kimse ona Dilan böyle gelmişti düğüne demeyecekti ki!  Miraç ağanın karısı, değip devamında şerefsizce bin laf edip dillerine dolayacak ve her gelip geçen it bir laf söyleyecekti. Bugüne kadar kendine bir laf getirtmemişti Miraç Harmanlı. Bugünden sonra da getirmezdi! Hele de kadınına gelecek laf, değecek göz uğruna Mardin'i kurşundan geçirirdi!

Dilan, Miraç'ın sözleri ve aşırı tepkisi ile afallayarak baktı kocasına. Ne yapmıştı ki! Bir ahlaksızlık mı, terbiyesizlik mi ne? Kaşlarını çattı. Buraya gelin geldiğinde ki sessiz kadın değildi Dilan. Miraç efendi bu aşiretin ağasıysa o da karısıydı! Çocuklarının annesiydi! Başını dikleştirip, " Ne var halimde?" diye sordu sakince. Merak ediyordu cevabını!

Miraç kudurmuş bir boğadan farksızken karısının gamsızca sorduğu soruya daha da hiddetlenerek kolunu tutup sıktı. " Ne demek ne var! Burası Mardin Dilan xanım! O büyüdüğün, biri diğerini öldürse dahi görenlerin dönüp bakmadığı İstanbul değil! Sen bir yürürsün ardından ya namın yürür ya da..." dişlerini sıktı Miraç getiremedi devamını.  " Karımsın Dilan! Karım gibi davran. " değip yüzünü buruşturarak baştan ayağı kadınını süzüp, " Geceliklerin bundan usturuplu! Her yanın meydanda! Ulan katil mi edeceksin beni! " diye kükredi tekrar, rüzgar esip de eteğini uçuşturup daha da yukarı sıyırdığında. " Kumaş desen, kumaş demeye bin şahit lazım. Tül perde bundan daha iyi kapatırdı!" diye tısladı. " Bu ortaya çıkardığın bacaklara ne demeli ya? " Gözlerini bacaklarından göğsüne çıkardığında burun kemerini sıkıp, " Lan ya kafam kadar kapayamadığın göğüsler! Lan öldürecek misin sen beni? " diye inletti avluya en son." Lan biri yan bir bakış atsa öldürmezsem adam değilim! Bıktın da çabuk kurtulasın diye mi bu hale soktun kendini Dilan! "

Dilan şaşkınlıkla bakmaya devam ederken, ağzının içinde " Edepsiz! " diye homurdandı. Bilerek çıkarmamıştı!  Nerde ne yapacağını bilirdi!

" Haklısın Miraç Harmanlı! Karınım! Ve nerde ne yapacağımı bilirim. Sadece kadınlar olacak. Bu kıyafetle meydanda erkek halayına girecek halim yoktu! " diye tısladı o da. Tek kaşını kaldırıp sert bir yüz ifadesi ile kocasına baktı.  Hemen atlayıp, " Özür dilerim " diyecek hali yoktu. Tamam güneşte bacakları olduğu gibi ortaya çıkmıştı ve belki de dediği gibi hoş karşılanmazdı ama böyle bağırıp söylemeye hakkı yoktu!

" Ulan kadın! Ciddi söylüyorum o dilin çok uzadı. Böyle fazla yaşamaz!"

Miraç bir kez daha karısının kolunu yakalayıp kendine çektiği an göğsü göğsüne çarpmış, dipsiz bir kuyudan farksız bir karanlığa sahip olan gözlerinde öfkenin kızılları oynaşıyordu. Dilan bir an durdu. İçine ekilen korku ile kendine gelir gibi olduğunda içinden bebeklerine, " annecim, bu kadar oynamayın hormonlarımla! Babanız daha siz doğmadan beni ikiye katlayıp dörde bölecek yoksa!" diye geçirdi. Az önce ki sözleri kendi mi sarf etmişti? Ciddi ciddi durup kafa mı tutmuştu kocasına. Allak bullak olan hormonları onu duygudan duyguya sokarken, bazen kendi dahi şaşırıyordu!

" Çabuk değiş üstünü gözüm görmesin daha fazla! "

Dilan duyduğu cümlelerle az önce korku ile yutkunan o değilmiş gibi gözlerinde alev alan bir bakışla baktı kocasına. " O kadar hazırlandım! Gitmeyecek miyiz yani?"  Dilan'ın sorusu ile Miraç artık ayarını kaçırmış," Hala ne gitmesinden bahsediyorsun! Pezevenk miyim koluna takılıp bu halde götüreyim seni? Zaten adamlar bizi karşılayacak. Hem de o dediğin meydanın ortasında. Bir iki değil, yüzlerce adam olacak orda. Hepsinin içinden bu halde geçtikten sonra değil kadınların içine istersen umreye git bir şey fark etmez! " diye bağırdı yüzüne.

Dilan bu bağırışla sıçrarken dudağını ısırıp ağlamamak için kendini zor tuttuğunda şişen ayağını sıkan babetini sinirle atıp," Sen! " dedi titrerken," Sen gerçekten... Sen. " değip sıktı dişlerini. Ağzına gelenleri bir bir döküp en ala küfürleri etmek istiyordu.

Miraç, karısının ağzından çıkanları beklerken tek kaşını kaldırdı. Bir aslanın avının üstüne atlamadan pusuda yatması gibiydi hali.  Dilan, sen dedikçe gerilip devamını getirmesini beklerken tehdit dolu bir uyarı ile, "Eee Dilan hanım? Ben?" diye sordu.

Dilan sonunda göz yaşını akıtırken sinirle ayağını yere vurup, " Görürsün sen!" diyerek çıktı indiği merdivenleri. Öyle hızlı çıkıyordu ki, Miraç yeniden alevlenip, " Allah şahidim olsun bir 'ay' de, bir tarafını acıt seni o çıktığın merdivenlerden yuvarlamayanı Mardin'in kalesinde sallandırsınlar!" diye bağırdı.

Dilan duyduğu cümlelerle, " İnşallah!" diye sinirle konuşsa da sonra dilini ısırdı hemen. Tövbe estağfurullah! Miraç'ını sallandırsalar başka kimi kalırdı! Yar bildiği kalp yarısı, yareni olmadan ne yapardı!

Odasına girdiğinde   gözünde ki yaşı sinirle silerken hemen kıyafetini çıkarıp sinirle eteğini ikiye bölerek fırlattı kapıya doğru. Ağzında Miraç' a zarar vermeyecek beddualar, küfürler volta atarken    üstüne gözlerinin rengini ortaya çıkaran mavi bir saten gecelik geçirip yatağa geçti.  Bir sağa bir sola dönerken, aklında düğünde olanlar ve olacaklar geçiyordu. Şimdi Berfin başta olmak üzere Rozalin ve diğerleri nasıl da eğleniyordu! Onlara da kızgındı.  Hiçbiri de bir durup şu kızı da kurtarayım, yanında kalayım dememişti!   Dakikalar, saatler maratonda gibi ardı ardına koşarken, huzursuzca bir o yana bir bu yana dönüyor ama hırsından uyuyamıyordu. Saate baktı, çoktan on olmuştu. Fakat ne Miraç efendi vardı orta da ne de sesi soluğu! Bir yanı çık bak dese de diğer yanı sen niye gidiyorsun merak eden çıkıp gelir diyordu! Gözü anlamsızca yeniden dolduğunda kendini yapayalnız hissetmiş, elini çocuklarını taşıdığı karnına bastırırken, "bir siz varsınız annecim..." diye fısıldadı.  Yatakta iki büklüm olup iç çekerek ağladığında gelen sesle başını kaldırmadan alan yaşını sildi hemen. Kocası gömleğinin bütün düğmelerini açmış saçları karışmış halde önünde durup elinde ki paketi önüne koyduğunda gözünü kocasından alıp pakete baktı.  Gördüğü yemekle acıktığını hissedip, hemen yemek için kendini salıvermek istese de Miraç'a ters bir bakış atıp arkasını döndü. Yemeyecekti onun getirdiği bir şeyi!

"Ya sabır! Ya sabır! Yesene kadın."

Miraç'ın kızmasına aldırmadan yatakta salçım saçak uzanmış, acıkan midesine 'birazcık bekle' diye yalvarıyordu.

Dilan'ın sessizliği ile iyice çıldıran Miraç yemek paketini sinirle kaldırıp, " Odadan dışarıya adım atmayacaksın! " diyerek baş ucuna koydu yemeği. Madem yemiyordu Dilan hanım odadan çıkıp mutfağa da gidemezdi!

Dilan duyduğu cümle ile kaşlarını çatarken arkasını dönüp, " Hamileyim ben!" diye cırladı. Miraç tek kaşını kaldırıp, 'öyle mi?' bakışı attı karısına." Aklına geldi yani hamile olduğun!" Miraç öfke ile tıslarken bir kez daha paketi bırakıp, " Ya bunu yersin ya da ağzından burnundan fitil fitil getiririm kadın!" diye sakince konuştu. Oysa o sakinlik tıpkı sinsice akan bir deniz gibiydi. O sakinliğe aldanıp da asla karşı çıkmayacaktı Dilan. Tamam biraz korkmuştu. Ama inadından da vazgeçecek değildi!

" Midem bulanıyor! Canım bunu istemiyor. Gidip salçalı ekmek yiyeceğim!"



Dilan canının haberi dahi olmadığı salçalı ekmeği söylediği an bir durdu, dilini dudaklarının üstünden iştahla geçirdi. Canı birden, gerçekten salçalı ekmek çekmesi ise ile, " Off hemen gideyim. Yoksa çocuklarım birer kaşık salça olarak doğacak! "

Miraç karısında ki ani değişime artık alıştığı şaşkınlıkla bakarken son cümlesi ile yüzünü buruşturmuş, kaşları çatılırken, " Sabır!" diye tıslamıştı. Çocuklarına salça diyen bir kadına daha fazla bir şey demeden bugün kaçıncı kez tekrar ettiği," Ya Rabbi sabır!" cümlesinden sonra kalkıp banyoya giderek kapıyı çarptı.

Miraç'ın sözlerini umursamadan üstüne geçirdiği sabahlıkla doğruca mutfağa inip tıka basa yediği salça ekmekten sonra ellerine bulaşan salçayı emerken avlunun demir kapısının açılmasıyla meraklı bir eda ile pencerenin önüne geçip kafasını uzattı. İçeri giren beşliyi gördüğünde kaşları havalanıp "Hayırdır niye geldiniz düğün evinden?" Diye sordu. Dilan'ın sesiyle sıçradıklarında ilk konuşan Rozalin olmuştu.  

"Niye olacak! Bir düğünü daha burnumuzdan getirdiler Harmanlı ağaları!"



"Asabımı bozma Rozalin yürü!"

Kardeşinin sözlerine kaş çatarak konuştu Bülent. Ne kadar kadınlar ayrı yerde olsa da halaya girdiklerinde erkeklerin bakması ile dayanamamıştı. Tabi birde evin küçük oğlu iki kardeşine de bakıp göz kırpınca kıyamet kopmuştu. Aynı şekilde Afran'da o kıyameti koparmaya yardım etmiş kollarından tuttuğu gibi kızları konağa getirmişlerdi.

"Ohhh ne iyi yapmışlar! Bensiz giderseniz olacağı buda, sen niye bunlara uydun Helin bacım?"

Dedi Dilan tek kaşını kaldırıp. Dilan'ın kızlara takılmasına gülen Helin "Reparin durmadı bende onlarla geldim de sen niye öyle cam kuşu gibi durursun le?" Diye takıldı açıklamasını yaparken. Helin'in sözüyle Dilan kaşlarıyla üstünü gösterip sabahlığının yakalarını iyice örttüğünde hepsi nedenini anlamıştı. Bülent ensesini kaşıyıp merdivenlere adımladığında Afran arkasından gitmeden önce yengelerine ve kızlara bakıp "Yarın teskere alan arkadaşlarımız gelecek yemeğe ona göre bir şey hazırlayın."

Dediği an hepsi iç çekmişti özelliklede Rojda. Bir ay sonrada abisi ve Afran gidecekti askere.

Rozalin "Kim kim gelecek ona göre hazırlayalım." Diye sordu. Rozalin'in sorusuyla biraz düşünen Afran "Malik Hazar ve diğerleri toplam yedi kişiler." Dedi. O sıra Rojdan'ın şaşkın sesini duyunca kaş çattı Afran.

"Hazar döndü mü askerden?"

"Döndü döndü de bu seni ne ilgilendirir Rojda!"

Afran sevdiği kızın bir başkasının ismini duyup şaşkın ve sevinçle çıkan sesine büyük bir öfke duyarken kıskançlıkla tıslamıştı. İki aşık birbirine açılmamıştı henüz.

"Ne ilgilendirecek ! Sordum sadece!"

Diye sitemle konuşan Rojda'ya yine aynı sertlikte bakıp "İlgilendirmesin!" Dedi Afran. Ardından ise ellerini yumruk yaparak odasına giderken Dilan iki genci kıstığı gözlerle izlemişti. Erkekler sonunda gittiğinde Dilan' da mutfaktan çıkmış herkese iyi geceler deyip odasına doğru ilerlemişti. Odasına döndüğünde o anlık mutluluk kaybolmuş, kocasını sere serpe yatağa yatmış olduğunu görünce gözlerini kıstı. Bu adam bu günlerde sinirleri ile oynuyordu!  Gözlerini kısıp pencere önünde ki divana geçti.  İnadı inattı konuşmayacaktı onunla!  Düğününü haram etmiş, güzelim kıyafetini yırtmasına sebep olmuştu.

Bir de üstüne üstlük şu an hiçbir şey umurunda olmadan uzanıyordu!

Miraç gelen sesle karısına dönüp baktığında kaşları çatıldı yanına gelmemesi ile.  Burnunu sertçe çekerken, "İki saniye içinde kalkıp yatağa gelmezsen seni o sedire gömerim kadın!"  Diye tısladı sertçe.

Dilan duyduğu tıslama ile kocasına döndüğünde o alev almış gözlerinin artık sabrının sonu olduğunu ve gerekirse hormonunu da  ceddini de  halledeceğini anlayınca  tıpış tıpış kocasına yürüdüğünde, Miraç Harmanlı günün kazananı olarak sırıtıp,  sabahtan beri gözünün  önünden gidip  gelen karısının o kıyafetli hali ile yapmak istedikleri ile dolup taşarken karısının uzanması ile yegane ait olduğu yere, üstüne konumlanıp  gözlerine yakıcı bir ifade ile bakarak, " Sonunda yola geldin kadın." dediğin de  Dilan her akıllı kadın gibi, bulunduğu yerin zevki ile,

" Gelmemek mümkün mü ağam?" diye fısıldamıştı yüzünü avuçlarken.

~*~

"Rozalin hazır mı yemekler?" Rozalin abisinin onuncu kez sorduğu soru ile burnunu sertçe çekerken gözlerini devirdi.

"Hazır dedik ya! Daha ne ha bire söylenip durursun istemeye gelen kız gibi!"

Rozalin'in sözleriyle kaş çattı Bülent. Dudaklarından bir hırıltı koparken "Ulan Rozalin! Ulan!" Deyip edeceği küfürleri dememek için dilini sertçe ısırıp çıkmıştı girdiği mutfaktan. Sinirlenişi 'kız gibi' sözüneydi.

"Uğraşıp durma Rozalin adam zaten gidecek askere onun stresini yaşıyor birde sen strese sokma."

"Banane be! Asıl o beni strese sokmasın! " dedi Rozalin Berfin yengesine sırıtıp. Abisi onu ne kadar sinir etse de elbet seviyordu ama askere gitmesine de deli gibi seviniyordu. Bülent en çok onunla uğraşırdı.

"Rozalin güne ağabeyimin zılgıtını yemeden başlayamıyor bilmez misin yenge?"

Rojda kız kardeşine bakıp gülerek konuştuğu esnada Rozalin'in omuzuna vurmasıyla susup kötü kötü bakmıştı. Üçlü yine işlerine döndüğünde mutfak kapısında elinde sarma tabağı ile giren Dilan'ın sözleriyle hepsi kaş çattı.

"Vallaha çok güzel yapmışım sarmaları."

Dilan beğeni ile sözlerini döküp elindeki sarmayı ağzına attığında Rozalin, "Yemin ederim şu konakta tövbe hiç akıllı yok. Akıl tune hepsinde! Dilan hanım onu yemen için değil sofraya götürmen için verdik biz senin eline" diye söylendiğinde Dilan dudaklarını büzdü.

"Ayy vallaha bu hamilelik bende unutkanlıkta yaptı. Dur ben geri götüreyim" deyip geri döndüğünde Rozalin homurdanıp "Bir zahmet!" Derken Helin ve Rojda Dilan'ın bu hallerine gülmüştü. En sonunda akşam vakti olmuş erkekler işten gelmişti. Sofralar kurulmuş, tatlıların şerbetleri dökülmüş misafirlerin gelmeleri bekleniyordu. Mutfakta oturan gelinlerin yanına bu sefer Yade Besse gelmişti ellerini sırtına bağlayarak. Kara gözlerini gelinleri ve torunlarında gezdirdiği de hepsi saygıyla ayağa kalkmıştı.

"Buyur Yade bir şey mi istedin?" Diye sordu Berfin. Berfin'in sözleri ile ellerini otur der gibi yukarı aşağı salladığında iki torununa bakmıştı. "Sakın erkeklerin yanına gireyim kapısından geçeyim demeyin! Oturup mutfakta hazırlayın tabakları alırlar oğlanlar." Diye sertçe uyarırken Rozalin göz devirmişti. Hala konuşmuyordu Yade Bese ile.

"Konuştu yaşlı kurt yine!"

Dudakları arasındaki mırıldanışı duyan Dilan kaş çatıp "Rozalin." Diye uyardı. Yade Besse zaten iki torunun onu hiçe sayması öldürürken, birde bu sözlerle daha çok canı acısın istemiyordu Dilan.

"Tamam Yade sen merak etme." Dedi Rojda yaşlı kadının yanına gidip yanaklarını öptüğünde. Yade Besse torunun saçlarını okşarken dolu bakışları ona hiç bakmayan Rozalin'değdi. 'Bir gün' dedi içinden yaşlı kadın, ' Bir gün beni anlayacaksınız' diyerek İç çekip mutfağı terk etti ağır adımlarla. Rozalin giden kadının arkasından bakıp yüzünü buruşturup konuştu.

"Evin tüm erkekleri geldi uyarmaya şimdi büyükleri de geliyor! Sanki bizim anlamamız kıt!"

Rozalin'in sözleriyle hepsi iç çekmişti. Doğru diyordu dili sivri kız. Evin erkekleri sabahtan beri uyarmış, bir de şimdi büyükleri uyarınca delirecek raddeye gelmişlerdi hepsi.

En sonunda misafirler gelmiş, kızlar başlarını dahi çıkaramamıştı camın ağzından bile. Kadınlar arasında kim daha yakışıklı olmuş, kim zayıflamış diye yorumlar konuşulurken; erkek tarafında askerlik anıları konuşuluyor her hikayede kahkahalar havada uçuşuyordu. Mutfaktaki kadınlar erkeklerin konuşmalarını az uz duyuyordu. Bir ara dinlemeyi bırakıp onlarda iki deli oğlanın asker gecelerinde ne giyeceklerine karar verme telaşını yaşamaya başlamışlardı. Helin kızların haline gülüp "Lee daha bir ay var kıyafeti düşüneceğinize nasıl onca yemeğin içinden çıkıp hürmet edeceğiz onu düşünün." Dedi. Helin'in bu sözüne Rozalin alayla kaşlarını kaldırıp söylendi.

"Ooo evin gelinleri iş düşünür olmuş başımıza taş düşecek vallahı!" Demişti. Rozalin'in sözlerine gülen Rojda ise "Bir ay tez geçer Helin yenge." Dedi ve dediği gibide olmuştu. Bir ay tez vakitte geçmişti. Asker kınasından iki gün önce çocuklarının cinsiyetini öğrenmek için gittikleri hastaneden hüzünle dönmüşlerdi Miraç ve Dilan. Çocukların birinin kafası diğerine nazaran küçüktü. Bu bilgi onların kalbini sıkmaya yetmişti. Cinsiyet haberi diye gittiği hastaneden cinsiyeti öğrenememişler ama, bir hastalığın olma olasılığını öğrenmişlerdi. Doktorlar bir ay sonra tekrar kontrole gelmelerini söylerken karı koca içlerinden dua ediyordu bir şey çıkmasın diye.

Dilan o hüzünle ağlıyor, Miraç Harmanlı ise dolan gözlerinde ki yaşları içine içine akıtıyordu. O gün ilk defa Zeyno'nun kaçışından sonra gözleri dolmuştu Miraç'ın. Canı o kadar çok yanıyordu, o kadar çok korkuyordu ki bir çocuk gibi ağlamak istedi. Konuşmamıştı hiç. Sadece dalgın, hüzün konan zifiri geceleriyle bakındı etrafına. Eve geldiklerinde bu haberle konak halkı üzüntüye bulunsa da hepsinin dilinde "ALAH BÜYÜKTÜR" sözü dolanmıştı.

Miraç ise evdeki herkesi uyarmıştı Dilan'a hiçbir iş buyurmamaları için. Özelliklede Rozalin'e bakıp konuşmasıyla Rozalin ellerini teslim olur gibi havaya kaldırıp "Vallaha hiçbir iş yaptırmam." Demişti.

Aradan bir gün sonra da Berfin'in hamile olduğu ortaya çıktı. Bu haber ile evdeki hüzün azda olsa dinmişti. Berfin'in hamileliği ile Rozalin yine sivri dilini kullanıp "Vallaha aha bu karı sizi kıskandı hamile kaldı." Dedi Dilan ve Helin'e. O sözlerle gülmüştü Dilan burukça. Hala aklı minik bebeğindeydi ama Berfin adına da sevinmişti. Çetin Berfin'in hamile olduğunu duyduğunda göğsünü kabartıp Miraç'a takılmıştı. "Kızların olursa oğluma alırım Miraç ağa." Diye.  Miraç kaş çatsa da gülüp "Siktir!" Demişti. Ve saatlerden beri aklı sürekli kızları olursa ilerde büyüyüp evinden, kolları arasından göç ettiği anları düşünüp delirecek gibi oluyordu. Kocasının gömleğini çıkarırken dalgın haline bakındı Dilan.

"Hayırdır Miraç'ım neyin var?"

Karısının sorusuyla iç çekti Miraç. Ardından ise kuruyan dudaklarını ıslattı.

"Çetin iti aklımı kurcaladı."

Miraç'ın sözlerini anlamayan Dilan, "Nasıl?" Diye sorduğunda Miraç gömleğini çıkarıp bir kenara atarken, "Kızın olursa oğluma alırım dedi. Aklımda şimdi o sahneler dolaşıyor." Dediğinde kaşlarını çatıp hayal edince bile yüreği sızlıyordu. Bir gün evlatlarının kolları arasından gitmesini düşününce yüreği sızlıyordu. Dilan Miraç'ın haline gülmemek için kendini zor tutuyordu. "Haklısın." Dedi geçiştirir gibi. Eğer aklındakilerini derse olay çıkacağını biliyordu ve olay çıkmasını hiç istemiyordu. Derin bir nefes aldı Dilan. Kocasının yanaklarını avuçlarken, dudağına ufak bir öpücük kondurdu.

"Bizde kimseye vermeyiz kızlarımız olunca,"

"Hay aklına kurban kadın! "

Miraç karısının sözleriyle coşkuyla sevinip karısının yüzünü avuçlayıp alnını öpmüştü. Dilan ise bu deli adamın dediği ile 'Yok artık!' Dememek için kendini tutuyordu. Dudaklarından bir kıkırtı kopup gitti. Dilan'ın eli usulca karnına gidip meleklerini okşarken iç çekti. İçinden o anları hayal ederken gözleri dolmuştu mutlulukla. Zaman nasıl gelişecekti bilmiyorlardı. Tek dilekleri iki meleğinin de sağ sağlım doğup büyümeleriydi.


-*-


Sabahın erken saatinde Harmanlı konağını büyük bir telaş sarmıştı. Gece iki de Diyarbakır'dan misafirler gelmişti. Konak daha misafirler gelmeden dolmuştu. Teyzeler, halalar, dayılar, amcalar...

"Bazen keşke aşiret olmasaydım diyorum. Vallahi sabah kahvaltısında yetmiş beş çay bardağı yıkadım!"

Bülent'in teyze kızı Sinem isyanla söylenmişti. Daha köy halkı ahbaplar dahi gelmemişti!

"Sanki tek kendin yıkadın, bardakları durulayan kim!"

Rozalin teyze kızına kaş çatarak bakındı. O sıra mutfak kapısından elinde kazanla gelen annesini gördüğünde dudak büzüp yanına doğru ilerlerken "Ana, ya kurban olayım biz niye yapıyoruz bu işleri? Sizler ne güne duruyorsunuz? Bizim kıyafet giyip oynamamız lazım!" Dedi üzüntülü bir ses takınarak. Ayşe hatun kızını omuzu ile dürtüp "Rozalin vallaha alırım ayağımın altına! Onca işim gücüm var yapın bir işi sonra gidin ne zıkkım yaparsanız yapın." Deyip elindeki kazanı masaya koyarken belini doğrultu. O sabahtan beri tandırda yemek yapmakla meşgullerdi. Rozalin annesinin sözleriyle gülüp kuzenine kaş göz işareti yaparak "Bizim işimiz bitti vallaha biz çıkıyoruz." Deyip koşarak çıkmışlardı. Çıkmasalar biliyorlardı ki daha çok iş başlarına kalacaktı.


Ayşe Hatun koşan kızlara bakıp, sinirle! " Geja hüdee!" diye sinirle seslendiğin de   duraksayan Rozalin! " Bak dedim sana! Durdukça iş buyuracak!" diye homurdanıp dönerken! "Ha Yade?" diye sordu.

" Yade dı erdekeve! (Annen toprağa girsin!) iki koli yumurta götür tandırlığa. Melek hate (hala) ekmek vuruyor tandıra yumurta bitmiş. Sabahtır sesleniyor ama duyan kim! Kadın pişti ateşte!"

Rozalin   hemen dolaba koşup iki koli yumurta kaparken; "Ses gelmiyor Yade ne yapalım? Yollasaydı o da bir çocuk. Köpürmüştür şimdi! " diye yakınıyor Rozalin burnunu kıvırıp.  Yaşlı kadına bayılsa da o söylenmeleri katlanılır gibi değil!

" Keçe bak misafir demem, telaş demem paspası elime alıp döve döve kırarım bir tarafında! "

" Aaa ne dedim sanki Yade!  De kaçtım ben! "

Bir kez daha arkasına bakmadan tandırlığa koşarken, Melek hatenin olduğu yerde gelen mis gibi ekmeğin kokusunu içine çekti. Yörelerine ait bu özel ekmeğe bayılıyordu!  Taze taze iki günde bir tandıra vurup özellikle kahvaltılarda bayıla bayıla yerlerdi.  Yumurtaları bıraktığı an, yaşlı kadın her türlü hakareti edip, " Siz nasıl kızsınız! Ben sizin gibiyken koca aşireti tek başıma misafir ederdim tek eksik bırakmazdım." Bu tarz  cümleler kurup devam ederken Rozalin yumurtaları kaba kırıp   çırpıp verdiğinde tek kelime etmiyordu. Biliyordu ağzını açsa, terlik yiyecekti suratına! Rozalin her şeyi hazır edip kadını duymazdan gelerek tandırdan da çıkıp kimsenin iş buyurmaması için hızlıca merdivenlerden çıkmış gelinlerin, kızların olduğu odaya girerken "Vallaha gelin olmak lazım! Gelinler otursun ben eşek gibi iş yapayım anca! " diye sinirle söylendiğinde herkes gülmüştü. O sıra kuzeni Dilber'in "Sende evlenseydin o zaman." Sözüyle yüzü karardı. O an Berzan düştü aklına. Eğer gitmiş olmasa belki çoktan evlenmiş olacaklardı. İç çekti Rozalin düşünceleriyle. Berzan neredeydi? Ne yapıyordu bilmiyordu. Gerçi bilmekte istemiyordu pek. Yüzünün dalgınlığını anlayanların ona bakışlarını fark ettiğinde kendini toplayıp gülümsemişti. Gülümseyişi ise Sinem'in sözleri ile yine solmuştu.

"Berzan ağabey gelir mi? Sonuçta kardeşi ve kuzeni askere gidiyor."

Herkes bu soruyla sustu ilk.

"Gelir gelmez! Kimi ne ilgilendirir! Lafa gelmediniz buraya."

Ardından ise Helin kaş çatıp sivri diliyle söylediği sözler ile kimse Berzan'ın adını ağzına bile almadı.

Akşam olduğunda davullar zurnalar çalmış herkes avluda halaya durmuştu. Gelen misafirlere hürmette kusur edilmemiş her şey dört dörtlüktü. Misafirler askere gidecek olan gençlerin ellerine para sıkıştırmışlardı yol harçlığı diye. Miraç ağa halayın başını çekmiş, Çetin ortaya geçip oyun oynamıştı. Silahlar sıkılmış paralar oynayan gençlerin üstüne saçılmıştı. Yere düşen paraları kapmak için birbirine giren çocuklar ise insanların yüzündeki tebessüm oldu. Aradan birkaç saat sonra iki askerin eline kına yakıldığında Harmanlı ailesinin kadınları ağlamıştı o duyguyla. Bir tarafları oğullarını göndermenin gururu ile şahlanıyor, bir tarafları ise hasret kalacakları için yanıyordu. Ama hepsi biliyordu bu şanlı bir düğündü!

Dilan oyunlara pek katılmayıp eli karnında masada gelenlerle sohbet ediyordu. O esnada bir çocuğun elindeki pamuk şekerini görünce dudaklarını iştahla yalayıp yutkundu.

Dilan gördüğü görüntüye daha fazla dayanamazken, telefonunu çıkarıp hemen bir mesaj atıyor kocasına. O elinde iki koca pamuk şekeri tutan çocuk ufak ufak koparıp ağzına attıkça, meydana çıkıp " Bana da ver!" diye yalvarmamak için kendini zor tutuyordu.

" Miraç mutfağın arkasına gelsene."

Miraç, masaya koyduğu telefondan yükselen sesle sohbeti kesmiş, karısının adını görünce ayağa kalkıp mesajı açmıştı.   Okuduğu cümle ile içini korku sararken tek nefeste karısının yanına vardı. Ne zamandır böyle korkan bir adam olmuştu?

Karısının yanına vardığında onun öylece köşede, halay çeken insanların oraya doğru odaklanarak baktığını görünce önce içinden şükür ederken ardından! " Ne oldu kadın! Ne diye getirttin beni buraya? İyi misin?" diye sorduğunda Dilan gelen sesle transtan yeni çıkmış,

" Bitiyor Miraç!" demişti ağlamaklı sesle. Miraç ne olduğunu anlamayıp, endişe ile karısının yüzüne doğru eğildi. " Ne bitiyor? Ne olduğunu söylesene kadın! "

Dilan tıpkı bir çocuk gibi işaret parmağını uzatıp, çocuğun yarısını bitirdiği pamuk şekerleri göstermesi ile," Pamuk şeker! Pamuk şekeri bitiyor. Miraç ne olur bir parçacık getir bana! Böyle... Sanki yemezsem ölecek gibiyim! " dedi sulanan ağzı ile yutkunurken.  Miraç, ilk kez karısını bu derece yoğun bir şey istediğini görmesi ile şaşırmış, bir etrafa bir   karısına bakmıştı. Bu saatte gidip kendi alamazdı.  Adamlara demek kesinlikle olmazdı!  Tek çare çocuktan pamuk şekeri almaktı.  Karısına bakıp, " Tamam bekle." değip sıkıntı ve düştüğü hale küfür ederken, meydana gitmiş, tanıdığı yüzle gülerken, " Ulan Mamoş! Ne yapıyorsun bura da?" diye sordu. En küçük teyzesinin oğluydu küçük haylaz.  Dört beş yaşlarında ki oğlan Miraç ağayı takmadan pamuk şekerini yerken Miraç, omzunu tutup, geldiği yere doğru sürüklerken, " Gel sana para vereceğim." diyerek çocuğu ikna etmek için ilk adımı attı. Biri elinden pamuk şekeri aldığını görse bu rezillik demekti! Karısı için nelere katlanıyordu! Biri ona böyle bir şey yapacağını dese ölse inanmazdı! Koskoca Harmanlı ağası bir çocuğun pamuk şekerine göz diksin! Olacak şey değildi!

Dilan'ın yanına vardıklarında, Dilan sabırsızca dilini dudağında gezdirirken Miraç sonunda " Biraz şekerini alsam, sana büyük para versem olur mu Mamoş?" diye sordu.

Çocuk anında kaşlarını çatmış pamuk şekerini saklarken, omuz silkip "Hayıy!" demişti.

Miraç sabır çekerken, "Lan! Büyük para vereceğim! Bir sürü alırsın ondan!"  Dedi bir gayret.

"Ooomaz!"

Çocuk inatla pamuk şekerini saklamaya devam ederken Dilan artık daha fazla dayanamamış, Miraç çocukla konuşmaya çalışırken o arkasına geçip büyük bir parça koparıp ağzına koyduğu an çocuk büyük bir yaygara koparıp, şekeri yere attığında, çığlık çığlığa " Şekeyimi yedi! Şekeyimi iştiyıoooom!" diye bütün avluyu inletti. O sıra davullar sustuğu için çocuğun sesi yankılanınca Miraç dudaklarının arasında küfürler savurdu!

"Siktir! Siktir! Mamoş ağlama." Değip kucağına aldığı çocuğu susturmaya çalışırken Dilan büyük bir rahatlama ile onlara bakıyordu. Yediği pamuk şekerle koca bir rahatlık gelmişti! Çocuk ise onu gösterip sözler söylüyor Dilan ise gülümsüyordu. Miraç çocuğu susturmaya çalışırken en büyük olay ise yukarıdaki odada olacaktı.

Afran annesinin odasına girdiğinde gördüğü kızla şokla kaldı ilk. Rojda ise elindeki kırmızı tül ile tıpkı Afran gibi şaşkınca bakarken "Ben, Hawar yengem şalını almam için gönderdi." Diye zar zor konuşup kendini açıklamaya çalışırken, Afran başını sallamıştı derin bir nefes alıp.

"Sen niye geldin ki?" Diye sordu bu sefer Afran'a alttan bir bakış atıp. Gözlerine bakamıyordu sevdiği adamın. Askere gidişine ise hiç dayanamıyordu.

"Anneme bakmaya gelmiştim."

Afran'ın kısa sözleriyle başını salladı Rojda. Ardından ise ellerinde sıkıca tuttuğu tülbenti diğer eline verip birkaç adım kapıya doğru attı çıkmak için. Fakat adımları Afran'ın kolunu tutmasıyla durdu. Derin nefesler çektiler ciğerlerine. Rojda bir Afran'ın koluna bir de gözlerine bakarken "Bir şey mi oldu?" Diye sordu kısık bir ses ve gözleri dolu bir şekilde. İçinden 'sarıl Rojda bırakmayacak gibi sarıl' diyordu ama yapamayacak kadar zayıftı. Cesaretsizdi...

Onun yapamadığını Afran yaptı. Kolundan tuttuğu kızı kendine çekip sımsıkı sarılmıştı. Kokusunu içine çekerken başını da o ince zarif boyuna gömmüştü. Rojda Afran'ın yaptıklarıyla tir tir titrerken gözlerindeki yaşlar usulca aktı. Gücü, dermanı kalmamış kollarını Afran'ın beline dolarken "Sağ salim gel." Dedi titreyen bir sesle. İç çekti Afran. Ardından ise başını geri çekip sevdiği kızın gözlerine baktı. Usulca yüzünü avuçlayıp o inci taneleri silerken başını salladı. Ardından ise "Bekle beni," dedi. Bu söz o açıklanmamış gizli aşkı açığa çıkarıyordu. Rojda anlamıştı Afran'ı sonunda. Yüzünde bir tebessüm açarken gözlerinden yaşlar boşalıyordu. Kah mutluluktan kah gideceğinden. Başını Afran'ın çenesine yaslarken sessizce fısıldadı.

"Bekleyeceğim..."





~*~

Dilan elindeki hortumla çiçekleri sularken gelen kıza bir bakış attı. Ardından ise elindeki hortumu usulca yere bırakıp çeşmeyi kesmeye gitti. Çekmeyi keserken gülleri koklayan kızın konuşmasıyla suratını buruşturdu. "Sultan karısı geldi yine!"

"Bu sefer niye gelmiş?" Diye sordu Dilan eteğini toplayıp sandalye ye otururken. Sultan kadını hiç sevmiyordu. Eve sürekli geliyor ve sürekli bir dedikodu çıkarıyordu. Gecen kına gecesinde yaşadıkları olayı insanlara farklı anlatması ile kadına karşı bir nefret duymuştu. Bir pamuk şekeri abartıp herkese 'Dilan utanmadan çocuğun elinden şekeri kapmış, koskoca ağada karısına dur dememiş' diye sözlerle ortalığı alevlendirmişti.

"Merak etme bu sefer sizin olayı değil başka bir şey için gelmiş. Hem artık sizin olayı konuşmaya da cesaret edemez. " dediğin de Dilan elini ağzına kapatıp güldü. Miraç bir gün eve geldiğinde Sultan kadını görünce sertçe uyarmıştı. O uyarıdan sonrada asla pamuk şeker olayı konuşulmamıştı.

"Etmesin de bir zahmet! Onun yüzünden Miraç ile kavga da etmiştik." Dedi o güne giderken yine kaşları çatıldı. Miraç Dilan'a kızmamış ama ağlayan Mamoş'u pataklamamak için kendini zor tutmuştu. Herkes te alay edince kaş çatıp ağızlarının paylarını vermişti. Rojda gülleri koklayıp iç çektiğinde Dilan gülümseyip, "Aradı mı Afran?" Diye sordu. Sorduğu soru ile kızaran kız başını iki yana salladı. Aramamıştı ama dün iyi olduğu haberini almasıyla sevinmişti. O günden sonra da Dilan ve Rozalin'e anlatmıştı olanları. "Çok mutluyum  yenge. Öyle böyle değil. Kalbime sığmıyor taşıyor sanki!" Diyen kıza tebessüm ile baktı Dilan. Biliyordu o duyguyu. Nasıl bilmesin ki? Karnında evlatları, yanın da kocası vardı.

"Umarım mutluluğun solmaz bir gül gibi Rojda" dediği an eteklerini tuta tuta sinirle gelen kızı görünce ikisi gülmeye başladı.

"Hayırdır ne dedi Sultan karısı da böyle alevlendin sen?" Diye soran Rojda'ya sertçe bakındı Rozalin.

"O alevle seni yakarım Rojda! Konuşturtma beni! Biz bu kadını kovuyoruz yine geliyor! Deli etti beni!"

Hırslı hırslı konuşan kıza bakınan Dilan şaşkınca kaşlarını havalandırdı. O sıra arkasından kucağında Raperin ile gelen Helin'i görmesiyle dudak büzdü. Bunlardaki telaş ne diye düşünürken Helin'in sözleriyle 'Ne' diye bir çığlık koparmıştı.

"Gözün çıkmaya Rozalin! Kadının üstüne çay dökmekte nedir! Vallahi seni Ayşe yengem dövecek."

"Allah o kadını kahretsin! Dili kopsun! Hak etti! Ona mı kalmış beni baş göz etmek! Kadının aslında amaçta o değil! Berzan ile olayımızdan haberi var ya, laf arıyor daha sürüyor mu sürmüyor mu bu olay diye! "

Dilan Rozalin'in sözleriyle ikinci hayret dolu nidasını koparırken dudaklarının arasında "Yok artık! Bu nasıl kadın?" Diye sordu. Ardından ise bakışlarını Helin'e sabitleyip "Eee bizimkiler ne dedi bu olaya?" Diyerek sorularını devam ettirdi. Helin alt dudağını ısırıp "Hiç o konuya girme." Dediğinde Dilan kaşlarını çattı. Alt tarafı arka bahçede çiçekleri ve bostanı sulamaya gitmişti ve o esna da bir sürü olay olmuştu! "Helin ne oldu adamı çatlatmayın söyleyin." Dedi hafif bir sitemle.

"Ne olmadı ki! Yade Bese geldi bu sefer! Dedi 'caminin içi dururken dışı haramdır' diye! Yemin ederim kendimi keseceğim! Hala vazgeçmemiş sevdasından!"

Rozalin daha fazla dayanamayıp sinirle ağlarken üçlü sessiz kaldı. Biliyorlardı konuşsalar Rozalin'in gazabından payına düşeni alacaklarını. Rozalin burnunu çekip yaşlarını silerken "Niye ben ya! Al Rojda ve Afran birbirini seviyor onları ever niye ben!" Diye isyan eder gibi konuştuğunda Rojda dona kalırken, Helin şaşkınlıkla kucağındaki kızını düşürecek duruma gelmiş dudaklarının arasından "Ne!" Diye şaşkınla konuştu.  Bir Rojda'ya bir Rozaline baktı. Rozalin o an kırdığı potu anlayınca alt dudağını ısırıp kendine kızgın ve kırgınca bakan kardeşine baktı. Rojda kendini kaynar sulara atılmış gibi hissediyordu. Dilan olacakları bekliyor, Rozalin pişmanlık duyarken Helin hem şaşkın hem de kırgındı. Rojda'nın ağladığını görünce ise kırgınlığı daha çoğalırken usulca yerinden kalkıp iki kıza da baktı. "Merak etme Rojda kimseye söylemem. Dilim sivridir sinsi görürüsünüz beni ama söylemem." Derken sesi titremişti Helin'in. Dilan ise üzgünce bakıp "Helin yapma böyle," dediğinde Helin Dilan'ında bildiğini anladığında buruk bir tebessüm sundu. Daha çok hayal kırıklığına uğramıştı. Tam arkasını dönüp gidiyordu ki Rojda'nın sözleriyle durdu.

"Yengem, biz biliriz senin içini. O yüzden dememeyi tercih ettim. Utandım sadece. Dilan yenge zaten çiftlikte görmüştü, anlamıştı. Zaten Rozalin oldu bitti biliyor. " deyip yengesinin koluna dokunup önüne geçerken o yaşlı gözlerinden öpüp "Sende benim ablamsın, sadece böyle şeyler pek söylenmiyor." Dediği esnada bu sefer eli karnında gelen Berfin "Ne söylenmiyor?" Diye sorunca Rozalin sinirle gülmüştü.

"Gel yenge gel! Eteğimizdeki taşları döküyoruz. Rojda ve Afran birbirine açıldılar." Dediğinde Berfin karnını tutup "Viii gözünüz çıkmaya! Kızee ne ara! Dur hele dur siz abooo. Vallaha bebemi düşüreceğim sizin yüzünüzden! Gözünüz çıkmaya hiç bellide etmediler!" Laftan kafa atlayan kadına şaşkınlıkla baktılar. Ardından ise büyük bir kahkaha kopardılar. Rozalin " Aman Berfin birde senle uğraşmayalım, bebeni düşürmeden geç otur bir yere." Deyip yengesinin koluna girip oturtmuştu Rozalin. Hepsi bu sefer susmuş birbirlerine bakındılar. Sessizliği en son Berfin bozdu.

"Ne ara? Yani ne ara oldu?"

Berfin'in sözüyle utançla kızardı Rojda. Rozalin kardeşi olmasına rağmen birbirleriyle çok farklıydılar. Rozalin arsız laf anlamaz bir kız, Rojda ise utangaç çekingen biriydi. Derin bir nefes alıp elleriyle oynarken kına gecesinde olanları anlatmaya başladı o güne gidip yüzünde aşk sarhoşu bir tebessüm ile. Her şeyi anlattıktan sonra çekingen bir eda ile bakışlarını kaldırıp ona bakan yengelerinde usulca gezdirdi,

"Ay bende bir şey sandım. Hani öpüşme koklaşma? Bu mu? Bekle, bekleyeceğim?"

"Eee huy Berfin yuh! Anladık arsızsın da bu kadar belli etme!"

"Ben size arsız diyorum bana kızıyorsunuz bir de."

Berfin'in sözleriyle ilk Helin sonra Rozalin konuşmuştu göz devirerek. Helin Rozalin'e bakıp elini sıkarken "Vallaha haklısın anam bu kadın azgındır azgın!" Deyip kıstığı gözleri ile Berfin'e bakındı. Berfin onunla alay eden ikiliyi görmezden gelip saçlarını savurur gibi yapıp "Siz sanki çok masumsunuz. "Diye konuşup ardından Rojda'ya bakıp "Sen yine de bana bakma evlenmeden öptürtme elletme." Dediği an Rojda utançtan kıpkırmızı kesilip öksürük krizine girmişti. "Yenge! O nasıl söz!" Utançla inleyen kıza güldü Berfin. Bu kızı utandırmak ona zevk veriyordu. Rozalin'i sinir etmeye kalktığında Rozalin onu sinir ediyordu ama Rojda onu sinir edemediği için zevkten dört köşe oluyordu. Tıpkı Rozalin'in onu sinir edip dört köşe olduğu gibi. Hepsi Rojda'nın tavrıyla kahkaha atarken bu sefer Leyla hatun gelmiş gülen kızlara bakınmıştı.

"Neye gülersiniz böyle?"

"Hiç hate Rozalin yine açtı ağzını ona gülüyoruz."

Leyla hanım gelini Dilan'ın sözleriyle tebessüm etti. Ardından gelinin yanına gidip usulca saçlarını bir anne gibi okşarken "Güzel kızım, Zeyno'm aradı Diyarbakır'a gideceklermiş." Dediğinde Dilan'ın kaşları hafifçe çatılırken "Hayır ola hate ne diye gideceklermiş?" Diye sordu. Diyarbakır'da akrabalarının olmadığını biliyordu. Daha iki gün önce annesiyle de konuşmuştu hiç Diyarbakır mevzusu açılmamıştı. Şimdi ise durduk yere bu yolculuğun çıkmasıyla kaşları çatıldı.

"Zeyno korkar bilirsin. Annenler de türbeye götüreceklermiş. Ben derim ki sende mi gitsen? Çocuklara yararı olur belki? Dua edersin. Allah büyük."

Leyla hatun son sözlerinde içi acıya acıya döktü kelimelerini. Torunlarına bir şey olmasından çok korkuyor, yüreği ağzında geziyordu. Dilan kaynanasının sözleriyle iç çekip düşündü. Gidip gitmemek arasında kararsız kalmıştı. Tabi bu kararı kızlarında git demesi ile olumlu sonuçlanmıştı.

"Olur hate giderim, ama ilk Miraç'a sorayım," demişti. Leyla hanım gelinin sözleriyle başını sallamıştı. Herkes kalkarken evin yemekleri yine evin iki genç kızına kalmıştı. Rozalin söylene söylene yemekleri yaparken "Sırf iş yapmamak için ya doğuruyorlar ya hamile kalıyorlar!" Diye söylenmişti. Akşam erkekler gelmiş yemekler yenilmiş, çaylar içilmişti. Herkes damda oturup sohbet ederken Miraç ve Dilan odalarına geçmişlerdi. Dilan Diyarbakır olayını nasıl söylesem diye düşünüp kıvranırken en sonunda Miraç "Kıvranmayı bırak. Söyle kadın dilinin altında ki baklayı." Dedi. Dilan kocasının onu hemen anlamasıyla dudak büzüp derin bir nefes aldı.

"Annemler Diyarbakır'a türbeye gideceklermiş bugün. Diyorum ki bende gideyim. Hem Leyla hate dedi git çocuklara iyi gelir." Diye sözlerini devam ettirirken Miraç kaş çatarak bakıp "Senin kocan benin, anam değil. Nereye gideceğine ben karar veririm ve hayır gidemezsin bir yere!" Diye kesince konuştu. Dilan kocasının hareketi ile yüzünü buruşturdu sıkıntı ile. Biliyordu izin vermeyeceğini!

"Gezmek için değil, çocuklar için istiyorum Miraç!"

"Deli etme kadın beni! Doktor demedi mi yolculuk yasak diye? Olmaz gidemezsin. Yol zararlı olabilir!"

Onu anlamayan karısına sözlerini sarf ederken, burun direğini sıktı. Dilan Miraç'ın hareketleriyle iyice kaşlarını çatarken "İstememen sırf annemlerle gideceğim ya ondan bu tavrın! " dedi.

"Ya sabır! " diye hırladı Miraç. Bu kadın bir gün bu adamı deli edecekti! "Ulan kadın öyle olsa onlar da kalmana izin mi verirdim! Doktoru duydun daha niye uzatıyorsun!" Diye sözlerini sarf ettiğinde tahta kapının çalınması ve açılmasıyla kaşlarını çatıp o tarafa çevirdi kararmış gözleri. Bir elinde bastonu diğer eli sırtında olan yaşlı kurdu görünce tek kaşı çatılarak havalandı. Ne arıyorsun burada der gibi. Yade Bese torunu Miraç'ı umursamayıp " Ne diye bağırırsın ayağı yanmış it gibi! Sesin ta avluya gelir!" Diye kızarak konuştu. Miraç ise bu sözlerle yumruğunu sıkıp hırladı. İt sözünü oldu bitti sevmezdi! Özellikle de kendisine kullanılıyorsa o kişiyi yakardı! Fakat karşısında ondan da beter biri vardı! Bu kadına laf yetiştirememeyi sevmiyordu. Ve herkes gibi oda bilincindeydi bu yaşlı kadına benzediğinin.

"Ne ara karımla arama girer oldun Bese hatun?" Dedi sorgulayıcı bir şekilde kaşlarını çatarken.

"Karınla arana girmem, niye bağırırsın onu de hele sen!"

Miraç sabır çekip burun kemerini sıkarken "Diyarbakır'a gidecekmiş! Doktor..."

"Ne güzel işte gidip görsün dua okusun iyi gelir. Ne diye gebe kadına kızarsın sen kurrî keri! "

Miraç sözünün kesilmesi ve Yade Bese'nin onu alt etmeye çalışmasıyla sabır çekerken "Göndermiyorum! Karım benim değil mi? Size ne!" Diye hırlayarak sesini yükselti. Yade Bese kuduz köpek gibi saldırmaya hazır torununa bakıp kaş çattı. Ardından ise burada söz benden sorulur der gibi bastonunu havaya hafifçe kaldırıp yere vurdu.

"Bir ata binmişsin inmezsin oğul! Kötülük ister miyiz biz hiç? Gitsin, gezsin duasını etsin. Yok göndermem dersen aha ben giderim! Ben götürürüm gelinimi! Sözümün üstüne söz söylersen vay haline!"

Yade Bese'nin katı tavrıyla Miraç sinirle dişlerini sıkarken saçlarını ise geriye çekiştirerek tarayıp hırlar gibi bir nefes verdi. Bu kadını alt edememek canını sıkıyordu! Bir tarafı gitsin diyor, bir tarafı deli gibi korkuyordu bir şey olacak diye. Gözünü kapadı Miraç. Şu birkaç ayda ezberlediği 'Sabır' sözünü içinden tekrar ederken pes edercesine nefesini üfledi. Kara gözlerini açıp ona kıstığı gözleriyle bakan ilk yaşlı kurda baktı, ardından ise gözlerini onları izleyen karısına çevirdi. Bakışları iyice kısılırken "Bir şey olsun, en ufak bir şey." Deyip işaret parmağını havaya kaldırıp göğü gösterirken "Allah şahit hepinizi vururum!" Dedi keskin bir sesle. Miraç'ın sözleriyle aldığı cevaptan memnunca gülümsedi yaşlı kadın. Dilan ise sevinçle ellerini çırpıp kocasına o sevinçle sarılıp öperken "Vallaha bir şey olmaz çok dikkat ederim." Dediği esnada Yade Bese öksürüp kaş çatmıştı. İçinden Dilan'ın hareketine gülse de dıştan bu hareketi beğenmeyen bir tavır takınmıştı. Dilan Yade'nin öksürüğü ile kendine gelip utançla geri çekilirken Miraç ağa bakışlarını göğe çevirip içinden Allah'a "Sen bana akıl ve sabır ver YaRabbim!" Demişti. Yade Bese en sonunda odadan çıktığında Dilan ise eline aldığı telefon ile annesine haber vermeye sevinçle gidince odada tek kalan Miraç, sıkıntıyla nefesini üfledi. Gönlü rahat değildi, fakat bir çare bırakmamışlardı ona. Karısının ise gitmeye böyle gönüllü olmasına içten içe kızıyordu. Bir şey olur düşüncesi ile başına ağrılar girdiğinde daralan ruhuna iyi gelsin diye duşa girerken "Sen büyüksün Allahım." Demişti. Dilan annesine haber vermiş, geri odasına geçip küçük bir çanta hazırlamıştı. Bu gece yola çıkacaklar üç gün durup geleceklerdi. Çantasını hazır ettiğinde banyodan çıkan kocasının yanına gidip usulca sarılmıştı. Buram buram kokan kokusunu içine çekerken "Söz çok dikkat edeceğim, aklın bizde kalmasın." Dedi. Ne kadar sesinde güven veren bir tını olsa da Miraç bir türlü rahat değildi. Karısını kollarıyla sarmaladığında "Dikkat et delalamın. Bir şey olmasın." Derken derin bir iç çekti. Düşüncesi bile sol tarafını sıkıştırıyor, nefes alamaz hale getiriyordu. Dilan kocasının sözleriyle başını sallayıp o sevdiği yaşadığını hissettiren dudaklara uzanıp usul usul öptü. Ağzında dağılan o tatla mırıldanırken, ince uzun parmaklarını kocasının ıslak saçlarına götürüp okşayarak kendine daha çok çekti. Öptükçe öpesi geliyor ve bırakıp gitmek istemiyordu! Miraç'ın öpücüğüne karşılık vermesi belini o haz ile sıkması ile dudaklarının arasından bir inilti kopup gitmişti. Miraç karısının istekli öpücüğü ile hırlayıp Dilan'ın alt dudağını ısırıp emdiğinde " Daha fazla öpersen göndermem!" Dedi. Miraç'ın sözleriyle derin bir nefes aldı Dilan.  Dudaklarından az daha 'Gönderme!' Sözleri çıkacaktı. Bu şekilde bırakmak istemiyor tadına doya doya bakmak istiyordu! Nefes nefese kocasından uzaklaştığında koyulaşmış mavileri, zifiri karanlık gözlerde idi. Nemli dudaklarını ayırıp konuşacağı sırada odayı dolduran telefon sesiyle dudaklarını ısırıp cebindeki telefonu çıkardı. Arayan annesiydi. Bir telefona bir Miraç'a bakındı. Gitme vaktinin geldiğini biliyordu. Kocasını bırakmak istememenin üzüntüsü yüreğinde yer ederken dudak büzüp konuştu.

" Geldiler."

Dilan'ın hüzünlü sesiyle iç çekip başını ağırca salladı Miraç ağa. Ardından ağır adımlarla karısının açtığı arayı kapatıp ellerini karısının melekleri kıskandıran yüzüne uzattı. Avuçladığı yanağı usulca baş parmağı ile okşarken

" Dikkat et. Beni ara hep, telefonun kapalı olmasın." Dedi, ardından ise dudaklarını karısının alnına basıp leylak tarlası gibi kokan sırma siyah saçların kokusunu içine çekti derince. Bu öpücükle gözlerini kapayan Dilan kocasının dikenli bir vadi gibi olan sakallı yanaklarını avuçlayıp okşadı. Alnına basılan dudakla beyni uyuşurken gözleri kapanmıştı. Bir iç çekerek ayrıldı. Ayrılsa bile bir yanı kocasında kalmıştı. Miraç'ın bir eli usulca şişmiş karnına gidip okşadığında hafif bir tebessüm doğmuştu dudaklarında. Miraç ağırca karısının karnını okşarken evlatlarının varlığı ile içi içine sığmıyordu. Miraç ağa diz çöktü ilk defa ağırca dizlerini bükerek çöktü. Ellinin biri karısının bel boşluğunda biri ise evlatlarının olduğu yere ağırca dolanırken usulca karısının gömleğinin eteklerini kaldırdı. Dilan kocasının ne yapacağını anladığı esnada yüzündeki tebessüm daha çok büyümüş bir gülümseme olarak can bulmuştu. Bakışları kocasında iken izlemeye başladı yüzünde huzur olan adamı. Ağırca yaklaştı Miraç açtığı göbeğe. O şişkinliği okşadığında kalbinin çarpıntısını her an hissederken kalp denen varlığın ne için yaratıldığını anladı bir kez daha... Sevmenin ne olduğunu kavradığı gibi! Asıl mutluluğun heyecanını bildiği gibi, çok şey öğrenmişti Miraç Harmanlı. Ne zaman dudakları o şişkinliği buldu işte o zaman göğsü huzurla doldu.  Sessizliğin getirisi huzur usulca verdikleri nefesle salınırken Miraç dünyadan soyutlanmıştı adeta. Varlığını unuturcasına evlatlarına odaklanıp   içinden Rabbine dualar ederken birden gelen sert bir dokunuşla huşu içinde ki yüreği hopladı adeta!  Ne olduğunu anlamayıp şaşkınca bir dudağına aldığı darbeye ardından karısına bakarken onun da kendinden aşağı kalır yanının olmadığını fark etti. Tekrar karnına elini koyarken ne diyeceğini bilememenin verdiği sersemlikle bakarken ikinci darbeyi de gözüyle gördü. Minnacık... Minnacık şey içeriden vurmuştu.  Ayağı mıydı yoksa? Tekme attı dedikleri olağanüstü harika şey bu muydu?

Aman Allah'ım! Sen. Sen ne büyüksün Ya Rabbi! 

Kalbi bir davul gibi atarken dudağında kırık başlayıp ardından odayı dolduran bir kahkaha yükselirken gözlerinin dolduğunu bilmiyordu Harmanlı ağası.  Hissettiği dokunuşun dünyasını değiştirdiğini, doğru bildiği her yanlışı alt üst ettiğini bilmiyordu!



" Koçum benim!" dedi kirpiklerine asılan yaşla.

Dilan yaşadığı çifte mutluluğun sarhoşu idi. Hem kocasını ilk defa bu kadar duygularını haykırırken görmüş hem de evladının ilk tekmesini hissetmişti!  Kocasının dediği ile kaşları havalanırken " Nerden biliyorsun oğlanın tekme attığını?" diye sordu.

Miraç karısına kaşlarını çatarken, " Ben oğlan mı dedim kadın!" diye sordu.  " Bu tekmeye bakılırsa kızımda koç gibi maşallah" dediğinde   Dilan o haline dayanamayıp kahkaha atmıştı.

İflah olmaz bir adamdı ve asla başa çıkamazdı onunla!

" Buke! Bir dolu insan seni bekliyor burada!"

Duydukları bağırışla küfürler savuran Miraç Harmanlı sinirle ayağa kalkarken sıktı yumruklarını.  Şu an kolundan tutup otur oturduğun yerde demek istiyordu ama... Aması vardı işte. Evlatları için eli kolu bağlı bekleyecekti.  Karısının alnını öperken, " Sen Allah'a, çocuklarım da sana emanet kadın. Gönderdiğimden daha sağlam gelin bana." dedi. İçinde bir sıkıntı peyda olmuş sanki bu gidişin dönüşü yokmuş gibi bir korku dört bir yanını sararken kendine kızdı. Ne derdi babaannesi hep; Hayra yor ki her şeyi hayır seni bulsun!

O da öyle yaptı. Hayra yordu. Bu gidişleri belki evladına derman olacaktı. Birinin duası Allah katında makbul olacak da orda yatan zatlarım yüzü suyu hürmetine Rabbi şifa verecekti evladına.

" Gelirim. Sende kendine iyi bak. Endişelenme bizim için." diyerek sarıldı kocasına.

Kim bilirdi ki bu ayrılışın dönüşünde olacakları...




~*~



"Allahım, sen mucizelerin sahibisin. Senden başka gidecek kapımız yok. Sen evlatlarıma sağlık ver, onları sağlıkla doğurmayı nasip eyle Yarabbim. Her nereye basarsa ayağımız isteğimiz yine senden, yüzümüz sana dönük Allahım. Bebeklerimi bana, babasına bağışla... "

Gözlerinden akan yaşları silen Dilan, gittiği her türbede aynı duayı etmiş kendine bir şey istemekten ziyade sadece bebeklerinin sağlığı için dökmüştü yaşlarını.

" Keçamın geç oldu artık hadi dönelim, Sermiyan ağalara ayıp olmasın, otel gibi kullanmak hoş değil. "

Diyarbakır'a geldikleri andan beri, dostları Şerebyan aşiret ağası onları konakta ağırlamışlar, sabah kahvaltı sonrası çıkıp birçok yer gezip, birçok türbeye gidip dualar edip dönüyorlardı. Üç günlük olan gezileri nedenini bilmediği bir olaydan dolayı bir haftayı bulmuş ve son iki gündür de Miraç'a ulaşamıyordu!  Evvelsi gün iki defa aramış ama araması ret edilmiş ve bir daha Miraç onu aramamıştı! Hiç mi merak etmiyordu? Özlemiyor muydu karısını, çocuklarını? Karnında olmuş olabilirdi ama varlıklarını öğrendikten sonra artık o sevgi kalbe ölümüne kazınırken nasıl hissedilmez, özlenmezdi! Keyfi tümden kaçarken geldiğine geleceğine pişman olmuştu. Bir merak tüm bedenini sararken ne gezilerden ne de gittiği yerlerden keyif alıyordu. Tek isteği bir an önce evine dönmekti. Yade Besse halini gördüğünde yaşlarını silip,

" Hayırdır Buke, kocanı mı özlemişsin?" diye sordu aklını dağıtmaya çalışırken.

" Yok Yade... Sadece...dua ettim evlatlarıma ondan."

Yade Besse gülüp! " Bele bele (evet evet) ondandır!" dediğinde annesi ve diğerleri de geldiğinde önüne dönüp " Haydi gidelim. " demiş olay kapanmıştı.

Arabaya binip, bir saat sonra konağa vardıklarında, orta yaşlarının sonlarına doğru adım atmış Sermiyan ağa kapıya çıkmış onları karşılamıştı. Ağa elinden geldiğinden fazlası ile misafirlerini ilk günden beri ağırlarken bundan gurur duyuyordu.

Dilan konağa girdiği an halsizliğini gören Yade Besse direk, " Kızım sen çık odana yemeğe kadar dinlen," dedi o düştü düşecek halinden korkarak.  Normalde ayıp düşüp laf söylenecek olsa da umurunda değildi. Gelini kaç aylık ikiz bebek taşıyordu! Ağırdı yükü. Dilan ilk günden beri yemeğe yardım ederken bugün o da hali olmadığı için itiraz etmeden başını sallayıp çıkacakken, konaktakilere aldığı hediyeleri vermek için mutfağa gireceği an kulaklarına ilişenler ile şokla kaldı. Sermiyan ağanın gelini hüzünle, " Yazık. Haberi de yok Dilan xanımın. O evlatları için kapı kapı dolanıp dua ederken kocası üstüne körpecik kuma getirmiş. Ama belliydi, Miraç Harmanlı ta başta bu kadını kendi isteği ile almadı. İkinci kez evleneceğini adım gibi biliyordum!"

Dilan atlattığı o ilk şoktan sonra döktüğü pıtır pıtır yaşları ile eli ayağı titrerken yer ayağının altından çekilmiş, elindeki paketler yere gürültü ile düşerken kendisi de kutuların ardından yığılmıştı yere.

Bu nasıl bir acıydı Yarabbi! Gerçek miydi bu! Öpüp koklayarak ayrıldığı kocası üstüne kuma mı getirmişti! Ondan mı aramıyor sormuyordu. Bu nasıl bir kaderdi! Hayır diye isyan ediyordu içinden! Miraç'ı böyle bir şey yapmazdı!

Başında kopan kıyametten habersiz o beyninde yankılanan sorularla karanlığa teslim olmuştu. Bu ömrü hayatında tattığı en ama en büyük acıydı!  Yüreği korlarda cayır cayır yanıyordu.  Gözlerini açtığında kalbine ki kesif acı benliğini yakarken, ilk duyduğu annesinin endişeli sesi idi.

" Delalamın! Keçamın nasılsın. Ne oldu sana!"

Gözünden akan yaşları yanağını yıkarken başını iki yana salladı. Kolunda ki serumu fark etmesi ile annesine baktığın da, " Tansiyonun çok düşmüş, kan değerlerin de düşükmüş." dedi annesi. Başını sallarken, "Telefonum..." diye bildi sadece. Miraç'a ihtiyacı vardı! Miraç'ın ona kendine gel kadın diye onu titretmesine, böyle bir şeyin olmadığını haykırmasını istiyordu. Annesi telefonunu uzattığında ahizeden duyulan " Bu numara kullanılmamaktadır." sözleri ile daha da akarken yaşları, " Eve dönmek istiyorum anne!" dedi. Belli ki annesinin bir şeyden haberi yoktu.  Eğer olsaydı şimdi kızına sarılıp ağıtlar yakar, destek olurdu kızına!

"Kimi arıyorsun kızım?"

Annesinin sorusu ile, telefonu elinde sıkarken, " Hiç... Biri aramış mı diye baktım." diyerek yalan söyledi. Annesi ise kocası ile bozuk oldukları kanaatine vararak sessizliği seçip, kızının saçlarını okşarken, "İyi misin?" diye sordu.  Dilan varla yok arası başını sallayarak onaylarken içi cayır cayır yanıyordu!

Az sonra odaya doluşanları Yade Besse çıkarıp gelinine baktığında bir şeyler anladığını anlamıştı, fakat şu an konuşmanın sırası değildi.

Çıkış işlemleri bitince doğruca arabalara geçilmiş, Mardin'e doğru yola koyulduğunda Dilan'ın gözü Yade Besse'değdi. Onda ki suskunluğu da gözlerini kaçırdığını da fark ettiğinde artık ölüden farksızdı. Sadece şu an elinden gelen dinçliği gösterecek, gücünü toplayıp son kırıntısına kadar Miraç'a kusacaktı. Eğer... Eğer öyle bir şey varsa imkanı yok duramazdı o lanet konakta! Bu defa sessiz kalmayacak, nice kötülük araya girecek olursa olsun defolup gidecekti bu kan kokan topraklardan.  Peki ya kalbi? Kalbine ne yapacaktı! Şu an deli gibi ezilen ve hala Miraç yapmaz diyen tarafı acıyordu.  Yollar uzuyor Mardin sanki karış karış kaçıyordu ondan. Bir an önce karşısına varıp hesap sormak isterken mesafeler giriyordu araya.  Eli karnında, gözünde dökemediği yaşların sancısı vardı. Hıçkırıyordu içten içe!

Saatler sonra konağın önümde indiklerinde kimseye aldırmaksızın koca siyah işlemeli kapıdan uçarcasına girdiği an birkaç adım atmıştı ki gördüğü görüntü ile öldü adeta!  Kalbine saplanan bıçağın yanı sıra bir de sırtında hissediyordu!  Beyaz tazecik çiçeklerle bezeli bir elbise giymiş, açık kumral saçları sırtına doğru akmış, bir kız   eğilmiş tebessüm ile Miraç'a kahve uzatıyordu.  Kız dönüp kapıya doğru baktığında gördüğü yemyeşil gözler beynine kazınırken titredi benliği! Kocası eline kahvesini alırken dönüp o da Dilan' a baktı ve o an tüm kayışlar koptu Dilan'da. Bir de keyif mi çatıyordu, çatıyorlardı! Karnında biri hasta iki çocuğu vardı! Ve o derman aramak için ta nerelere gitmişken kocası ona bunu yapmıştı öyle mi?

Allah ne verdiyse tüm gücünü kuşanıp, gözünden damlayan yaşlar acısını harlarken " Sen cidden iğrenç bir adammışsın Harmanlı ağası!" diye adeta hırlarken önce tüm hıncını almak istercesine gördüğü genç kızın üstüne atıldı. Şu an bütün konağı alevlere vermek istiyordu!  Kızın o sarı saçlarını eline dolayıp, " Nasıl evlenirsin iki çocuklu adamla! " diyerek tokadı bastığı an bir diğerini de atıyordu ki birden bileğinde sert bir tutuş! kocasının o avluyu inleten sesini işitti.

" Ne yapıyorsun sen kadın!"

Dilan bir bileğine bir kocasına bakarken " Yapmam gerekeni! " diye bağırırken elini çekip," Sakın dokunma bana!" diye tıslayıp elini çekmeye çabaladı boş bir gayretle. Zira o eller sıkı sıkıya bir mengene gibi hapis etmişti bileğini!  Miraç'ın gözleri dalga dalga koyulaşırken birazdan bir fırtına yaratacağı kesindi. Fakat kendisi de ondan bin beter durumdaydı! Hem... Miraç'ın kızmaya ne hakkı vardı ki!

"Yürü! Yürü beni deli etme!"

Miraç dudaklarının arasından tıslayıp, karısının kolundan tuttuğu gibi odalarına doğru ilerlemeye başladı.  Dilan hala bağırıp Miraç'a vururken "Allah seni kahretsin! Bunu bize nasıl yaparsın!" Diye bağırıyordu canı yandığı için. Gözlerinden yaşlar sicim gibi boşalırken "Tek bir saniye dahi durmam burada artık! Öldürsen de durmam! " dediğinde Miraç daha çok sinirleniyordu. Odaya geldiklerinde karısını içeri sokmuş kapıyı sertçe çarptığında "Ne diyorsun sen!" Diye hırlamıştı. Anlamıyordu bir türlü ne olduğunu. O anlamaya çalışırken Dilan delirmiş gibi ağlıyor ağladıkça da hırçınlaşıyordu. O hızla kasığındaki sızıyı dahi umursamadan yumruk yaptığı elleriyle Miraç'ın göğsüne vurduğunda, "Seni sevdiğim güne lanet olsun! Allah seni kahretsin Harmanlı ağası! Nasıl! Nasıl Allah'ın cezası nasıl bana, bize acımadan üzerime kuma getirirsin nasıl?.." diye bağırıyor, feryat ediyordu. Sonlara doğru dermanı kalmamış dizleri tutmazken düşecek gibi olduğunda yumruk atan elleri dahi durmuş, göz yaşıyla ıslanan dudaklarından "Nasıl?" Diye fısıldıyordu. Miraç karısını anladığında dişlerini sıktı, o haliyle içi perişan oluyordu. Karısının kollarından sıkıca tutup göğsüne çarptı.

"Bana bak!"

Sessizce dişlerinin arasında tıslarken her saniye koyulaşan gözlerini bir an olsun çekmemişti karısının perişan yüzünden.

"Yüzünü görmek bile istemiyorum..."

Dilan sessizce fısıldarken dudakları titriyor boğazından kopan hıçkırıklarla o kollardan ayrılmak istiyordu ama kocası izin vermiyordu. Aksine daha çok sıkıp, kendisine çekiyordu.

"Öyle mi Dilan xanım! Her şeyi öğrendiğinizde bu sözlerini tek tek sana soracağım!" Diye tısladı Miraç.

Dilan kaş çatıp ağlamaktan kızarmış gözlerini kocasının zifiri siyah gözlerine çıkarırken "Hiçbir şey öğrenmek istemiyorum! Ben gördüm göreceğimi!" Dedi. Miraç sinirle dişlerini sıkıp karısına kızgınlıkla bakarken kükredi yüzüne doğru.

"Ne gördün! Söyle ne gördün! Ne kuması kadın? Ben Miraç Harmanlı! Harmanlı ağası karısı ve çocukları varken birde şerefsiz gibi kuma mı getireceğim üzerine! Söyle bana Dilan ne gördü o gözlerin!"

"Gördüm... Duydum... O kadını kuma olarak almışsın. Duydum Miraç! Duydum anlıyor musun? Arkamdan konuşurlarken duydum! ' Miraç ağanın kuma alacağı belliydi, isteyerek almadı o kızı' dediklerini duydum! Gördüm! Ben iki günden beri kocamdan haber beklerken kocamı bugün o kızdan keyifle kahve alırken gördüm. Daha ne göreyim söyle bana. "

Dilan kocasının sözleriyle şaşırsa da duydukları ve gördükleri aklından gitmiyordu. Olayları anlatırken dudaklarının arasından hıçkırıklar acıyla akan göz yaşlarına karışıyordu. Kızarmış gözleri ağlamaktan dalgalanan okyanusları ile çaresizce bakındı kocasının gözlerine. Miraç ağa karısının o gözlerindeki acıyı ve dudaklarından harflerle dökülen hıçkırıklara dayanamayıp iç çekerken gözlerini kapadı. Öfkesi acıya dönüştü Miraç'ın. Karısının sözleri yüreğinin bir köşesini yakmıştı. Oysa o yakmaya alışkındı böyle yanmaya değil. Bir tarafı her şeyi yakıp yıkmak isterken diğer tarafı karısının o acı haline dayanamayıp daha ağır basar hal aldığında dudaklarını ısırdı. Uzun uzun karısına bakındı, elinin birini karısının yüzüne götürüp avuçladığı esnada o akan yaşları silmeye başladı. Dilan bu dokunuşla gözlerini kapadığında acıyla fısıldadı "Dokunma. Dokunduğun yerler acıyor." Diye. Doğru söylemişti. Kalbine dokunmuş ve şimdi o kalp deli gibi acı çekiyordu. Dokunsun istemiyordu! Fakat dinlemedi Miraç, o akan yaşını usulca silerken "Halt etmiş istemeyerek evlendi diyen. Ben istedim kadın seni. " dediğinde Dilan sinir ve acıyla tısladı. "Ondan mı üstüne kuma aldın Harmanlı ağası!"

Her sinirlendiğinde Miraç'a böyle seslenirdi Dilan. Ardından öfkeyle bakarken yüzündeki eli itip "Bir dakika daha durmam ne yanında ne de bana cehennem olan mu memlekette! " diye tıslarken bir adım geri çekilmişti. Ardından kapıya doğru ilerlerken kolundan tutulup geri çekilirken Miraç'ın gür sesi kulaklarını doldurdu.

"Dinle beni! Nereye gideceksin? Bir şey bildiğin yok otur oturduğun yerde! O kız kuma falan değil! Yardıma muhtaç biriydi ve ben ağa olarak görevini yaptım! "

"Ağa olarak görevin onu karın mı yapmak?"

Dilan sinirden kocasını duymuyor ve duymak istemiyordu, bir an önce buradan gitmek istiyordu! Miraç karısının sözleriyle delirmiş bir şekilde hızla yanında duran konsolun üstündeki abajura sertçe vurmuştu. Miraç'ın vuruşuyla duvara çarparak kırılmış yere gürültüyle düşmüştü. Delirecek duruma gelmişti Harmanlı ağası. Göğsü sinirden hırsla inip kalkıyor, bakışları kararıyordu.

Karısının onu dinlememesine olanlara ve o sözlerine artık dayanamayıp tüm acısını öfkesini abajure vurarak göstermişti. Dilan, kocasının haliyle korkup olduğu yerde kala kaldı. İçi acıyordu sevdiği adamın canı yanınca. Fakat içindeki ihanet acısı daha ağır basıyordu. Korku ile onun o haline bakarken Miraç'ın hızlı bir şekilde ona dönüp seri adımlarla yanına gelmesiyle korkuyla geriye kaçtı. Miraç Dilan'ın bu hareketiyle olduğu yerde durup baktı. Ona vuracağını sanmıştı... Bu daha çok yara açarken içinde yumruklarını sıkıp "Beni dinleyeceksin! " deyip karısının kolundan tutup yatağa çekerek oturttuğunda işaret parmağını Dilan'a sallayıp konuşmaya başladı.

" Bu dediklerini, bu halini sana sonra soracağım Dilan!" Deyip olayları anlatmaya başladı. Dilan Miraç'ın olayları anlatmasıyla kendini suçlu hissediyordu. Nerden bilebilirdi ki evlerinde ki kızın elli yaşında bir ağaya dördüncü karısı olarak verileceğini? Nerden bilirdi ki kızın kaçtığında annesinin Miraç'ı arayıp 'Ağam yardım et' dediğini. Eğer Miraç beş dakika daha geç kalsa o kızın artık hayatta olamayacağını...

"Oraya gittiğimde kızın infazını gerçekleştireceklerdi. Ben engel oldum olduğumda ise kolumdan yaralandım çatışmanın arasında." Dediğinde Dilan'ın bakışları Miraç'ın kolunda dolanmaya başladı. İşte o an fark etti sağ kolunda gömleğinin altında sarılı bandajı. Gözlerindeki perde açılmıştı. Hiç fark etmemişti Miraç demeyene kadar. Elleri Miraç'ın yarasına dokunmak ister gibi havalandığı da Miraç Dilan'ın dokunmak için uzanan elini geri çekti. Dilan bu hareketle daha çok üzülmüştü ama suçluluktan diyecek bir şey bulamıyordu.

"Peki neden açmadın telefonlarımı? Neden numaran kullanılmamaktadır diyor?"

"O hengamede kırıldı. İki, Günlerdir de bu olayla ilgileniyordum. Yade'nin haberi vardı. Senden saklamasını istedim. Duyduğunda kötü olursun diye. Annenlerin bir haftaya uzatması da bu nedenden dolayı. Ortalık karışıktı ve ben karımı bu karışık ortama sokmak istemedim!"

Karısının sözleriyle uzun uzun konuştu Miraç. O çatışmayı ve iki tarafla yüz göz olduğunu anlattı. Pişman olmuştu karısını kollamak için Diyarbakır'da kalmasına izin vermeye. Derin bir nefes aldı sıkıntıyla elleri saçlarında hırsla gezinirken "Hata etmişim ama! Karım başkalarının lafına inanıp kocasına zerre inanmayıp neler düşünmüş! Şerefsiz miyim Dilan ben? Şerefsiz miyim? Karım ve çocuklarım varken kuma niye getireyim! Ben bunu yapacak adam mıyım? Böyle mi tanıdın beni?" Diye sordu. Dilan bunlara cevap vermek için gözlerini kısıp Miraç'a baktı. Ardından ise kuruyan dudaklarını ıslatarak konuştu.

"Sende benim abimle gideceğimi düşündüğünde delirmiştin. Ödeşmiş olduk işte."

"Dilan! Sabrımı zorlama! "

Karısının sözleriyle iyice delirmişti Miraç. Burnunu sinirle çekerken "Biriyle baş edemiyorum ikincisini ne yapayım!" Diye söylendiğinde Dilan sinirlenip kocasının ayağına vururken "Öldürürüm Harmanlı ağası seni! İstemiyorum ben bu kızı! Millet böyle düşünmüyor. Miraç ağa karı aldı kendine diyor! Nasıl düşünmezsin beni nasıl düşünmezsin dolanacak sözleri?" Diye sordu. Diyarbakır'a böyle giden haber Mardin'de nasıl yayılmıştı acaba! Miraç karısının hala inadı ile sakallarını sertçe kaşıdı. Delirmeye ramak kalmıştı!

"Kadın, kadınım. Bak ben ağayım görevim ise yardım etmek! Benden habersiz hüküm kesmek ne demek görecekler! Gencecik çocuğun hayatıyla oynanmasına izin vermem! Her şeyi çözene kadar bu kız bizim konağımızda çatımızın altında kalacak. Ve sen gelin ağa, gerekeni yapacaksın!" Diye kesince konuştuğunda Dilan iç çekti. Ama içi yine de rahatsız bir hisle doluydu.

"İstemiyorum o kızı... Yanında durmasın!" Dese de son sözü Harmanlı ağası söylemişti!

"İstesen de istemesen de çatımızın altında, gözümüzün önünde olacak şu olay geçene kadar."

Dilan kocasına öfkeyle baktı. O kızı burada istemiyordu! Haline üzülmüştü ama kocasının yanında aynı çatının altında istemiyordu! Ortalıkta yayılan dedikoduların artacağını ve bu kızın aralarında tatsızlık yapacağını düşünüyordu.

Sinirle kalkıp banyoya giderken "Bir yanlışı göreyim kızın, o zaman Harmanlı gelin ağası olarak başka yere yollarım kızı! Bu da benim sana son sözümdür Harmanlı ağası!" Dedi kesince. Karısının bu kendinden emin hanım ağa tavrı ile Miraç içten içe gurur duymuştu. Karısı onu taşıyordu! En güzel kadınım yakıştı yanıma! Diye içinden söylendi. Fakat içten içe de karısının ihanet düşünceleriyle üzgündü. Derin bir nefes alıp kaş çattığında "O lafları elbet sana soracağım şu gün bir geçişinde!" Diye hırladı. Ardından banyonun içinden su sesi geldiğinde karısının duş aldığını anlamış, yatağına girip uzanmıştı yorgunca. Dilan ise kısa bir duş almış kasığındaki ağrının geçmesini beklemişti. Sinirleri alt üst olduğu için kasılmış, kasıldığın da ise kasıkları ağrımıştı. Bornozunu giyinip banyodan çıktığında yatakta uyuyan kocasını görmüş, derin bir nefes almıştı. Siniri geçtikten sonra anca fark etmişti Miraç'ın halini.

Yatağın köşesine oturup kocasını yorgun yüzüne baktığında içi acıdı. Oysa aklı yerinde olsa kocasının asla böyle bir şey yapmayacağını bilirdi; fakat o duydukları ile doğru düşünememiş düşünme yetkisini kaybetmişti. Okyanuslarını sevdiği adamın yüzünde gezdirdi. Dikenli bir bahçe gibi olan sakallarının uzunluğuna baktı. Derin bir nefes aldı Dilan. Miraç'ın tıraş olmadığını anlamıştı. İçinden 'Onca şeyle uğraşmaktan vakit mi kalmıştır kendine.!' Diye geçirdi. Okyanusları bu sefer kocasının kapalı gözlerini buldu. Kirpikleri bir ok misali çerçeveliyordu gözlerinin etrafını. Uzun kirpikleri camdan vuran güneşin etkisiyle Miraç'ın yanağında gölge oluşturmuştu. Gözlerinin altında olan koyu renk ise yorgunluğunu gösterir derecedeydi. Dilan tekrar bu görüntüyle iç çekip yerinden kalktığında kocasının üstünü usulca örtmüş, ardından kıyafetlerini giyinerek aşağı inmişti. Birde bu meseleyi insanlara anlatmak lazımdı! Yaptığından zerre pişmanlık duymuyordu fakat buna rağmen utanıyordu. Aşağı indiğini gören Ayşe hatunun sözleriyle Dilan yerin dibine girmişti utançtan.

"Kaçemin çekilin vallaha panter geliyor!"



Ayşe kadının attığı kahkahaya büyüklerde eşlik etmişti. Leyla hanım gelinin kızaran yanaklarını gördüğünde gülümseyip "Vare kaçemın vare" Deyip yanındaki mindere oturması için vurmuştu. Dilan kaynanasının sözüne uyup oturduğunda Leyla hanım "Vallaha kâçemın Rişo ağan bile şaşırdı haline. O nasıl atlayıştı öyle kızın üstüne?" Deyip güldü. Dilan kaynanasının da onunla alay etmesine dayanamayıp "Vallaha Hate ben ne yapayım? Kuma geldi diye duydum delirdim. Kimse de bana bir şey demedi ki!" Deyip Yade Bese'ye bakındı. Yaşlı kadının bir şey dememesi onu bu düşünceye daha çok itmişti. Yade Bese Dilan'ın bakışını yakalayıp güldü. Ardından ise elini havada sallayıp "İyi ki bir şey dememişim gelin yoksa içinde ki canavarı tövbe görmezdik." Deyip ufak bir kahkaha atmıştı fakat yılların verdiği çöküntü ile kahkahası yarım kaldı. Öksürmeye başladığında Rozalin o panikle kalkıp suyu uzatınca Yade'nin gözleri doldu... Rozalin, deli dolu torunu hırsını bir kenara bırakmış aylardır yüzüne bakmazken, şimdi su uzatıyordu. İç çekti Yade Bese. İçinden 'Kan su olmaz.' Sözü geçtiğin de torunun elinden suyu alıp içerken "Su verenlerin çok olsun kâçemın.' Dedi. Rozalin ise yaptığına şaşıp kalmıştı. Bu hareketi kendinden beklemiyordu. Nasıl beklesin ki? Yüreğini yakmıştı bir kere Yade Bese.

Yade'nin sözleri ile baş sallayıp yerine oturduğunda herkesin yüzünde bir tebessüm oluşmuştu. Konakta küslük dargınlık istemiyorlardı hiçbir zaman. Dilan bakışlarını etrafta gezdirdiğinde Rojda, Berfin ve adını dahi bilmediği kızın yokluğunu görünce kaş çattı. Şimdi bu ortamda neredeler diye sorsa başının ağrıyacağını bildiği için Helin ve Rozalin'e kaş göz işareti yapıp ayaklandı. Eteğini düzeltirken oturan büyüklere bakıp "Ben biraz bir şey atıştırayım mutfakta." Deyip yüze sahte bir tebessüm kondurup kapıya doğru ilerledi. Odadan çıkmadan önce kızlara bakınmayı ihmal etmedi. Mutfağa geçip elini beline atıp bekledi gelmelerini. Mutfak kapısından giren Helin ve Rozalin aynı anda "Ne oldu?" Diye sorduğunda Dilan kaş çattı.



"Asıl size sormak lazım ne oldu diye? Niye hiç bana haber vermediniz? O kız nerede, nasıl biri hemen deyin!"

Peş peşe sıraladı Dilan sorularını. Deli gibi merak ediyordu sorularının cevaplarını.

"Bu da bizi iyice evin bülbülü sandı. Sana olanları anlatıp canımıza susamadık. Anlatsak Miraç ağa bizi öldürürdü! "



"Vallaha doğru söylüyor Helin yengem. Miraç ağabeyim hepimizi uyardı Dilan'a bir şey demeyin diye. Üzülürsen bebeğinize, sana zarar gelmesinden korktu. Bizde söylemedik. "



Rozalin'in sözleriyle Dilan daha çok çıldırırken "Bu kızı ben bu evde istemiyorum! Kaç gün gelmiş eve ne olduğunu az çok bilirsiniz! Allahım! Delireceğim! Diyarbakır'a kuma geldi diye biliniyor kız! Kimse olayı bilmiyor ki!" Diye sinirle soluyup saçlarını geriye taradı. Delirmek üzereydi Dilan aklına gelenler ile.

Rozalin ve Helin birbirlerine baktılar. Dilan'ın yine hormonlarının devrede olduğunu anladıkları için iç çekti ikisi. Helin Dilan'ın yanına usulca yanaşıp elini omzuna koyarken "Burada Urfa'da, her yerde biliniyor kızın ne için bizim evimizde olduğu. Üç gün sonra zaten ağalar toplandığında herkes eğriyi doğruyu anlar Dilan. Hem hiç sinirlenme, kendini yıpratıp olur olmaz şeyler aklına sokma. Kızın bir yanlışını tövbe hiç görmedik. Mazlumun biri. Garip." Dedi. Dilan bu sözlerle sakinleşip derin bir nefes alırken "Kızın yanındalar mı Rojda ile Berfin?" Diye sordu. Dilan'ın sorusuyla Rozalin ve Helin başını salladı. Dilan'ın kızı hırpalaması ile kız ne olduğunu anlayamamış canı yandığı için ağlamıştı. Dilan Rozalin'e bakıp "Hangi odadalar? " diye sordu. Rozalin Dilan'ın sorusuna "Bizim odamızda " diye cevap verdi. Başını ağırca sallayan Dilan mutfaktan çıkıp Rojda'nın odasına doğru ilerlemeye başladı. İlk kızla konuşup özür dileyecekti ama en çok istediği göz dağı vermekti! Bir gelin ağa gibi davranacaktı! Odanın kapısını açıp içeri girdiğinde tüm bakışlar ona dönmüştü. Dilan'a ürkekçe bakan kız geriye doğru kaçmıştı. Dilan kızın yüzüne bıraktığı izlere bakıp iç çektiğinde ne kadar delirdiğini bir kez daha anlamıştı. Kızın yanına adımladığın da Dilan'dan korkan kız "Gelin ağam yemin ederim ben bir şey yapmadım! Yemin ederim duyduklarınız doğru değil! Miraç ağa bana yardım etti sadece yemin ederim!" Diye yalvarır gibi konuşunca Dilan'ın içi acımıştı. Kızın yanına gidip ellerini tutarken sıkıntıyla nefes alıp konuştu.

"Ben üzgünüm. Ne olduğunu bilmiyorduk ve duyduklarımla delirmiştim. Çok özür dilerim... "



Dilan'ın içtenlikle konuşması ve özür dilemesi ile genç kız tedirginliğini bir kenara bırakmıştı. Dilan genç kızı uzun uzun süzdü. Gerçekten çok güzel bir kızdı. İçindeki hırçınlık hala geçmese de kızın masum duruşu ile içi acıyordu Dilan'ın. İçinde o zehirli düşüncelere kızdı Dilan. 'Ne zaman yere düşmüş birinin elinden tutmayı bıraktın Dilan! Yardıma muhtaç zavallı biri için neler düşünüyorsun! Bu sen misin?!' İçindeki vicdan avaz avaz bağırmaya başladı. O hiçbir zaman böyle biri olmamıştı. Fakat şu an ki hali kendine bile yabancıydı! Hiç bu kadar gözlerinin karardığını hatırlamıyordu.

Ürkmüş kızı göğsüne çekti. Kendi elleriyle yolduğu saçları yavaşça okşarken "Sana yardım edeceğiz." Dedi güven veren bir sesle. Genç kız Dilan'ın bu hareketi ile iç çekip daha çok Dilan'a sığınırken "Allah bin kez razı olsun sizden, beni dışarı atmadığınız için." Demişti. Dilan kızın bu sözleri ile gözlerini kapatıp bir şey dememeyi seçti. Aradan geçen bir hafta boyunca da bu böyle devam etmişti. Kızla mümkün olduğunca ilgileniyor, güvenliği rahatlığı için elinden geleni yapıyordu. İçinde, çok derinlerde onu rahatsız eden bir durum vardı! Birçok kez bu rahatsızlığa kızarken buluyordu kendini. Düşünceleri ile yataktan kalkıp üstünü giyindiğinde tahta kapının açılması ile gelen kocasına baktı. Miraç bir haftadır kendisiyle gerekmedikçe konuşmuyordu ona dediği sözler için.

"Telefonumu bulamıyorum."

"Telefonun bende."

Dilan kocasının sorusuna cevap verirken, tek kaşını kaldırmıştı.

Miraç ise karısına bakıp "İyi, ver telefonumu." Dedi kaşlarını çatıp gözlerini kıstığında. Dilan kocasının sözleriyle göz devirip rahat bir tavırla çekmeyi açıp çamaşırların üzerinde olan telefonu eline alıp Miraç'a gösterdi.

"Almak istiyorsan buraya gel."

Munzurca konuştu Dilan. Bu küslüğün bitmesini istiyordu artık. Küçük oyununu sürdürmeye devam etti Miraç'ın sözlerine rağmen.

"Dilan, oyun oynama benimle! Ver şunu."

"Hayır vermem! Gelip al!"

Karısının yükselen sesi ile dişlerini sıktı Miraç. Karısının kendisine emir vermesi ile gözleri kısıldı. Sert adımlarla karısının yanına doğru yürümeye başladığında adımları sabırsızdı. Hızlı adımlarla karısının yanına vardığında tek kelime bile etmemiş, telefonunu almak için hamle yapmıştı. Dilan ise bu hamleden kurtulup telefonu tutan elini arkasına alıp sakladı. Bu hareketi ile kocasının kaşlarını çatışına, gözlerini daha çok kısıp çenesini sıkmasına baktı Dilan.

"Ne yapmaya çalışıyorsun Dilan?"

Miraç'ın sorusuyla içinden avaz avaz bağırmaya başladı Dilan.

'Sana ulaşmaya çalışıyorum! Seninle barışmaya çalışıyorum Miraç ağa!'

İçinden sarf ettiği sözleri dile dökemedi. Uzun uzun bakındı gözlerine öfke ile bakan gece karası gözlere. İçi yanıyordu Dilan'ın... Kendisine böyle bakmasını, uzak kaçmasını istemiyordu. Derin bir nefes çekti, ardından ise bir adım daha atıp kocasına yaklaştı. İşte şimdi Miraç'ın anlatılmaya, kelimelere dökülemeyecek büyüleyici kokusunu hissediyordu! Bu koku onun nefesiydi, yaşama sebebiydi. Çektiği nefes kocasının kokusuna bulanmış havaydı. Okyanuslarını kocasının yüzünün her zerresinde gezdirdi yavaş yavaş. Gözlerinin gördüğü her zerreyi yüreğine kazıyordu sanki.

"Kocamı özledim ben..."

Dudaklarından sözler sessiz bir fısıltıyla dökülmüştü özlem ile. Sözleri ardından kocasının gözlerini daha da kısıp yüzünü incelemesine bakındı.  O an içinden 'Gör Miraç'ım pişmanlığımı. Gör ve sar beni kollarına.' Diye geçirdi.

"Hata yapıp mahrum bırakmasaydın kendine Dilan xanım!"

Miraç'ın sözleriyle suçlu bir eda ile başını öne eğdi. Adı gibi biliyordu Dilan üzüntüsünü gördüğünü.

Görüyordu Miraç Harmanlı karısının üzüldüğünü, pişmanlığını lakin kestiği cezasından vazgeçmiyordu.

"Haklısın Miraç'ım. Ne desen haklısın, yaptım bir hata... Affetsen ya?"

Usul usul döküldü kelimeleri. Yaptığı hatayı biliyordu, Miraç'ı kırdığını bildiği gibi... Af diliyordu Dilan. Miraç'ın affetmesini ve sarmasını istiyordu. Her gün aynı yatakta yatıyorlardı, lakin Miraç Dilan'a sarılmıyor arkasını dönüp yatıyordu. Akşamları karanlıkta üşüyordu ruhu sevdiği adam sarılmadığında. O'na sarılıp göğsüne çekip saçlarını okşamasını özlemişti Dilan.

"Yaptım bir hata işte... Affetsen ya artık!"

"Af yok. Sana af yok kadın! Şimdi ver şu telefonu!"

İçi burkuldu Dilan'ın Miraç'ın keskin sözleri ile. Gözleri doldu, boğazı düğümlendi. Okyanuslarındaki dalgalar pınarlarına vuruyordu. Akacak olan inci damlaları pınarlarında asılı kaldı. Dilan, bir çocuğun küsmesi gibi başını suçlulukla öne eğdi. O an pınarlarında asılı kalan inci damlalar tek tek dökülmeye başladığında burun direği sızlıyordu Dilan'ın. Titreyen dudaklarını konuşmadan önce ısırmıştı.

"Al..."

Tek bir söz döküldü titreyen dudaklarından. Daha fazla konuşamıyordu kelimeler boğazında takılı kalıp boğuklaşıyordu. Titreyen elindeki telefonu kocasına verip yenilmiş omzu düşmüş bir şekilde ardını dönüp kapıya doğru yürümeye başladı. Her adımda içi dalgalanıyor, boğazına dizilen hıçkırıkları zapt etmeye çalışıyordu. Burnunu çekti bir çocuk gibi, ardından ise göz yaşlarını koluna sildi. Kapıyı açmak için uzanan elinin üstüne uzatılan el ile olduğu yerde durdu Dilan. Parmaklarının üzerine yerleşen Miraç'ın eline baktı uzun uzun. Miraç'ın elini avuçlayıp karnına götürmesi ve boştaki diğer elini de şişkin karnına koyup sırtını göğsüne çekmesi ile iç çekti. Gözlerini usulca kapayıp elleri arasında duran elleri baş parmağı ile usulca okşadı. Kocası onu yine sarmalamıştı! Yine göğsüne çekmişti. Miraç'ın ellerinin hareketlenmesi ve boynuna değen ılık nefesi ile başı yana düştüğünde sessizce fısıldadı "Affettin mi beni Miraç'ım?" Diye. Affetmişti Miraç Harmanlı karısını. Dayanamamıştı o çocuk gibi boynu bükük haline. Bir yanı ne kadar cezasını çeksin dese de susturmuştu o yanını. Kıyamamıştı leylak kokulu yarine.

"Affettim..." diye döküldü Miraç'ın dudaklarından kelimeler. Ardından karısının boynuna burnunu sürtüp şah damarını öperek leylak kokusunu içine içine çekti. Bu dokunuş ile Dilan titremeye başladı. Miraç'ın her konuşmasında boynuna çarpan ılık nefes bedeninde bir yel gibi dalgalanıyordu. Her dalgalanan yerde bir uyuşukluk bırakıyordu. Kocasının sözüyle dudaklarında bir tebessüm gonca gibi açmıştı. Başını kocasının omzuna iyice yasladı Dilan. Miraç'ın dudakları hala şah damarının üstünde duruyordu. Tekrar bir öpücük kondurdu Miraç Harmanlı. Ardından ise derince içine leylak kokusunu içine çekip "Bir daha benim sana olan sadakatim hakkında bir yorum, bir sözde bulunursan bir daha affetmem!" Dedi keskin sesiyle. Dilan kocasının ensesine vuran ılık nefesiyle titredi yeniden. Miraç'ın sözleriyle ürktü. Ürkmesi kocasının bir daha affetmem sözüne karşıydı. O an kendini direk savunmaya geçirip endişe ve panikle sözlerini dile getirdi.

"Asla! Asla tek söz etmem."

Miraç karısının sözleriyle iç çekip başını geriye çekti. Ardından usulca kolları arasında kendisine dönen karısını izledi. Dilan'ın yüzünü avuçlayışına, mavi suların berraklığını taşıyan gözlerinin gece karası gözlerine üzgünce bakışına bakındı.

"Özür dilerim kocam... Çok özür dilerim affet."

Karısının sözleriyle derin bir iç çekti Harmanlı ağası. Sustu Miraç. Konuşacak, bir söz söyleyecek bir şey bulamadı. Gözlerini ağırca kapatıp başını sallamakla yetindi. Dilan kocasının bu hareketleri ile hala kendisine kırgınlığını fark etmişti. Avuçladığı yüzü baş parmağı ile usul usul okşadı. Gözleri sevdiği adamın tapılası yüzünde gezerken iç çekti. Çok seviyordu bir dağ kadar kudretli olan kocasını. Dayanamayıp parmak uçlarında yükselip o can bulduğu dolgun dudaklara dudaklarını basmadan önce sessizce fısıldadı.

"Seni çok seviyorum Miraç'ım..."





~*~



" Dilan! Nereye daldın keçike!"

Rozalin'in sözleri ile daldığı yerden ürpererek kendine geldiğinde    sırıtarak, " Valla sabah Miraç'ımı kandırmaya çalıştım.  Burada çok sıkıldım beni çiftlik evine götür bir iki hafta   dinlenelim dedim. O da çıkarken   bilmiş bilmiş bakıp, 'Bir haftadır etmediğin oyun kalmadı. Beni konaktan uzaklaştırmaya çalıştığını anlamadım mı sanıyorsun?' değip gitti. Bende başka plan düşünüyorum. " diyerek   güldü haline. Rozalin gözünü devirse de kahkaha atmaktan geri kalmadı. Berfe konağa geldi geleli yengesi kafayı yemişti.

" Dilan yenge! Allah aşkına daha dün gece, 'Allah var yukarı da ben Berfe gibi terbiyeli insan görmedim.' demedin mi sen? Hala neyin peşindesin?"

" Hala öyle derim Rozalin! Ama Fatma aradı bu sabah. Başını alıp giden dedikodunun haddi hesabı yok. Miraç ağa kızı konağa kapamış bile diyorlarmış! Ödüm kopuyor. "

Dilan' ın konuşulanlarla canı günden güne sıkılırken bunu Miraç'a diyemiyordu bile! Fakat kocası elbette ki anlıyordu. Dilan Berfe'ye her ne kadar ön yargılı yaklaşsa da onun tek derdinin töreden kaçıp kendine hayal ettiği hayatı olduğunu öğrenmişti.   Genç kız sıcak kanlı ve çok konuşkan olmasa da hoş sohbet bir genç kızdı. Onun adına ne kadar üzülüyorsa, kendi adına bir tehdit olduğunu da unutamıyordu bir türlü.

" Berfe!"

Öğlen vaktinde avlunun sessizliğe ev sahipliği yaptığı   saatlerde avluya düşen o yıldırım gibi sesle Dilan hemen ayağa kalkıp balkonun kenarına doğru ilerleyerek kocasına bakıyor.  Bu saatte ne işi var diye düşünürken diğer yandan, sözleri   zihninde anlam kazandığında diline sahip çıkamadan " Nereye götürüyorsun Berfe'yi Miraç!" diye sesleniyor. Karısının seslenişi ile gözlerini bir şahin gibi kısıp yukarıda merakla ona bakan karısına baktı Miraç.

"Hesap mı soruyorsun kadın?" Diye ters bir şekilde konuşup Berfe'ye tekrar bakıp "Çantanı al gel." Diyor kesince. Ardından ise kaşlarını çatmış bir eli karnında ağırca yanına gelmek için ayaklanan karısına bakıp "Ben gelene kadar çantamı hazırla." Dedi Miraç ağa odalarına girerken. Dilan kocasının ardından odaya geçmiş bir eli belinde Berfe ile nereye gideceklerini soruyor fakat bir cevap alamıyordu. Dilan ne kadar nereye gittiklerini öğrenmek için dil dökse de cevabını alamamıştı kocasından bir türlü. Cevabını alamadıkça deliriyor çıldırıyorken dayanamayıp "Bende geleceğim sizinle!" Diyor sitemle.  Miraç ceketini giydiğinde karısına dik dik bakındı. Bu bakışlar ile Dilan sinirlense de burnunu havaya dikip "Hiç bakma bana öyle Harmanlı ağası! Ya söylersin ya da bende gelirim sizinle!" Diye konuştuğunda kocasının kesin sözleriyle dişlerini sıkmıştı. Çırpınışları artık son bulmuştu Dilan'ın.

"Yine saçmalayıp ağzından olmayacak şey çıkarsa yemin ettim affetmeyeceğime! Şimdi sana dediğimi yap, ben gelene kadar valiz hazırla." Deyip çıktı odadan. Dilan kocasının arkasından elinden bir şey gelmemesinin çaresizliği, içinde ki onca sorunun cevapsızlığı ile arkasından gitti. Aşağı indiklerinde Berfe herkes ile vedalaşmış haklarını helal etmelerini söylemişti. Arabaya binmeden önce ise Berfe Dilan ile vedalaşmıştı. Veda edip gittiğinde ise Dilan'ın yüreğini karartacak, aklını bulandıracak sözleri söylemişti.

Dilan uzun süre olduğu yerde durup tozu toprağa katıp giden arabaya canı yanarak baktı büyük bir şok ile. İçi yandı, sol tarafında keskin bir acı hissetti. Sözler kalbine bir mızrak gibi saplanmıştı. Usulca yutkundu Dilan.

Kulaklarında Berfe'nin ılık nefesini hissediyor, zihninde ise o sözler yankılanıyordu.

"Kocana, çocuklarına vaktin varken sarıl Dilan abla..."

Berfe'nin bu sözleri karanlık bir ses ile çıkmıştı. Dilan bu karanlık sözlerle ürperip kulağına "Bu ne demek Berfe?" Diye sorduğunda Berfe burukça gülümseyip "Bazen. Her şey sonsuz sanırız... Ama sonsuzluk diye bir şey yok Dilan abla. Hele insanlar için ölüm kapımızda... Ölüm herkesin kapsında..." diye sözlerini bitirmişti.  Dilan bir kez daha ürperdi. Karnına ellerini dolayıp evlatlarını okşarken "Allah'ım sen büyüksün!" Sözleri dökülmüştü dilinden. Gözleri dolu dolu öylece dururken en son Rozalin gelmiş "Kocası kaçmış gelin gibi dikilme gel hadi." Demiş ve onu o düşüncelerden koparmıştı. Fakat bu kopukluk sadece saniyelik olmuştu. Gece Miraç gelene kadar Berfe'nin sözlerini düşünüp duruyordu. Her aklında yankılanması ile içini bilmediği bir acı kaplıyor benliğini karanlığa itiyordu. Ağlama hissi dolup taşıyor fakat neye,

niye ağlayacağını bilememenin verdiği o bilinçsizlikle daha da kahroluyordu. Ne zaman Miraç geldi, işte o an sım sıkı sarılıp evi diye tabir ettiği boyun çukuruna başını gömüp seslice kocasının kokusunu içine çekmişti. Karısının içinde ki yangından habersiz gülen Miraç karısını sarmalayıp "Çok mu özledin kadın? " deyip munzurluk yapmıştı. Fakat karısından bir ses seda çıkmayınca kendine kızdığını sanıp Berfe'yi nereye götürdüğünü anlatmıştı. Oysa Dilan o olayı unutmuş, bilmediği o karanlık sözlerin içini yakmasının derdine düşmüştü. Miraç karısını sıkıca sarıp olanları anlattı. Berfe'yi güvendiği birine teslim ettiğini fakat, her şeye önlem olsun diye Mardin'in çıkışına kadar kızı götürdüğünü dile getirmişti. Dilan yarı buçuk duyduğu sözler ile başını hafifçe sallayıp kocasına daha çok sarıldığında Miraç'ın dedikleri ile hafifçe gülümsedi.

"Valizi hazır ettiysen haftalardır başımı yediğin çiftliğe gidebiliriz "




~*~


Çığlıklar!

Kör kuyulardan yükselip dört yanda çınlayan çığlıklar. Karanlığın ahtapot misali kollarında kan kokusu yakıyor genzini.

O karanlığı bıçak gibi kesen çığlıklar bu defa yavrularına ait. Ellerini dağınık saçlarının arasına koymuş çekerken, "Yavrularım!" diye haykırıyor. Yürek yakan sesi dalga dalga karanlığa hapis olurken akmayan kuru yaşları batıyor göz bebeklerine.  Yavaş yavaş kaybettiği renklerin arasında kulaklarını kaparken kaybolan sesine inat bir kez daha bağırıyor.

" Ne olur ağlamayın! Yalvarırım ağlamayın annecim! Buradayım ben! Buradayım geleceğim. Bulacağım sizi!"

Karanlığın kolları biraz daha sıkıyor bedenine kollarını.  Ve o kan kokusu ciğerlerine dek nüfuz ederken, " Miraç!" diye fısıldıyor. O anda sonunda yanağına inen sımsıcak yaşla ayağının altında çatırdayıp yarılan toprağa düşerken," Sustur çocuklarımızı Miraç... Ölüyorum..." sözcüleri dökülüyor o boşluktan hızla sonsuzluğa doğru düşerken...

" Dilan! Kendine gel. Kadın."

Miraç, terden sırılsıklam olmuş kadını kendine getirmeye çalışırken endişe ile bir yandan da alnını öpüp duruyordu.

" Delalamın! "

" Miraç. Ölüyorum..."

Karısının her sayıkladığı sözcükle cehennem azabı yaşarken, " Kendine gel. Ölmeyeceksin! Bak kollarımdasın!" diye adeta yalvarırken, karısının bu defa " Çocuklarımı sustur." değişini işitti. Ardından karısının attığı çığlık ve sıçraması ile yanağına düşen yaşa dudağını bastırıp sımsıkı sarılırken " İyisin. İyisin... Çocuklarımız karnında kadın." diye onu sakinleştirmeye çalıştı.

Şu geçen dört ayda bu kaçıncı kabuslarla uyanıştı?

Berfe o son sözleri söyleyip gideli Dilan'a uyku haram olmuştu. Gram inanmamıştı sözlerine oysa ki. Müneccim olacak hali yoktu ya! Ama sonra kadınlardan duyduğu, 'Gözden anlar kaderi. Kime ne dediyse çıktı...' sözleri onu en derinden etkilemişti.

Dilan gözünden pıtır pıtır akan yaşlarla kocasına sarıldığında " çocuklarımızın çığlıkları kulaklarımı yırtıyordu Miraç. Ağlıyorlardı. Anne diyorlardı sanki. O çukura düşeceğimi bilir gibi susmak nedir bilmeden ağlıyorlardı!" dedi daha da ağlarken.

"Şşş... Tamam geçti. Duydun Yadeyi. Hamile kadınların bazısında olurmuş bu tür kabuslar.  Şükür az kaldı doğuma. "

Göğsüne sığınan kadını tamamen kolları ile hapsettiğinde yatağa uzandı.  Saçlarını okşuyor ve  "Tamam, geçti. " diyordu   karısının sakinleşmesi için. Fakat öyle kor ateşler düşmüştü ki yüreğine belli etmemek için zorluyordu kendini Miraç. Bedeni karısının sözleriyle acıyla kasıldı, ölümü düşünmek dahi istemiyordu. Yüreği bir kor denizine dönüşmüştü. İçindeki alev büyüyor korku gün ve gün artıyordu. Hallerine dayanamıyordu Miraç. Düşünmek bile istemiyordu. O anları düşüneceği an ölüyor gibi nefessiz kalıyordu. Kolları arasında titreyen karısını daha sıkı sardı, sanki tüm kötülüklerden korumak ister gibi... Sanki içindeki yanan aleve ölüm yok iyi olduğunu ispatlamak ister gibi...

Dilan biraz olsun o karanlığın kendini hapsettiği dehşet verici anlardan koparak sakinleşmişti kocasının güven veren göğsünde.  İkisi yine her kabustan sonra sessizliğe bürünmüşlerdi uzun süre...

Miraç bu geçen zamanda uykuya dalsa da Dilan son zamanlar da olduğu gibi, öldürücü kabus sonrası yine uyumadı. Haram olmuştu artık ona uykular.  Dönüp duruyor ama uyku yerine, odanın duvarları adeta devleşerek üstüne üstüne yürüyor gibiydi. Elini karnında gezdirirken ilk defa cesaret ederek rüyanın gerçekliğini düşündü.  Neden aylardır aynı rüyayı görüyordu? Ne demeye çalışıyordu bu rüya. Gözleri önüne Berfe'nin tıpkı ölü bir balığınki gibi olan donuk gözleri geliyor.  O gözlerden sızan ürkütücü hisler tekrar onu ele geçirdiğinde usulca kalktı yataktan. Biraz daha yatsa sanki ruhunu teslim edecekti.  Ellerini saçlarına geçirip gözünü sımsıkı kapadığında, "Saçmalama..." dedi kendi kendine feryat edercesine.

" Yaşayacak... Çocuklarınla olacaksın!"  Bu sanki çocuklarına verdiği sözdü.  Her an yanlarında olacak her ağladıklarında göz yaşlarını silecekti. Düştüklerinde yaralarını kendisi saracaktı, diline doladığı şefkatli sözlerle. En güzel o bakacaktı çocuklarına! O çocuklarını okula hazırlayacak büyütüp evlendirecekti!

İçinde inadına yükselen," Ya sen olmazsan Dilan? Ya onlar düşerken, ağlarken, ilk kalp ağrılarında her önemli günlerinde olmazsan?" diye sordu.

Çöktü Dilan. Dizleri direnemedi daha fazla.  Onsuz mu olacaktı evlatları? Onları ne kadar sevdiğini bilmeyecekler miydi? Eli kalbini bulduğunda sökmek istercesine sıkarken göz yaşları usul usul aktı geçtiği yerleri yakarak. Gece sabaha teslim olmak üzereyken artık bu düşüncelerle delirmek üzere olan kadın içinde ki çığlıkları   eline aldığı kaleme gönül mürekkebini doldurup kalp gibi açtığı sayfaya döktü bir bir...



~*~



"Vallah'a Rojda istenecek ben ceremesini çekiyorum! "

"Söylenme Rozalin, hem ne yaptın da?" Diye sordu Dilan oturduğu yerden dolmaları doldururken.

"Ne mi yaptım? Dilan jinbari vallahi yapmadığım iş kalmadı! Zaten söyleyememek büyük bir iş! Hayır diyelim gitsin 'Afran'a bu gece seni isteyeceğiz' diye. Uzatmanın ne alemi var. Hadi onu da geç sürprize ne hacet le?"

Rozalin uzun uzun konuşup bıkkınlıkla kelimeleri dökerken, bir yandan da kardeşi adına seviniyordu. Sevdiği adam ile evlenecekti! O mutlu olacaktı en azından! İç çekti o an. Yade Bese bir türlü inadından vazgeçmemiş kendisine gelen dünürcülere 'Caminin içi dururken dışı haramdır.' Diyordu.

"Kıskanma kaçe sana da sürpriz yaparız. Şimdi çok konuşma şu tatlılara şireyi dök."

Konuşan karnı burnunda Berfin yengesine bakıp göz devirdi Rozalin. Mutfakta iki hamile kadınla kalmak onun için can sıkıcı bir durumdu. O an Dilan'ın "Yengesi kurban bir şerbet döküp ver tatlı yiyeyim canım çok çekti." Demesi ile çıldırıp "Vallahi Allah beni cezalandırıyor! İş mi yapıyorum sizin boğazınıza hizmet mi ediyorum belli değil!" Dediği an mutfak kapsından giren Miraç'ın keskin sesini duyduğun da sertçe yutkundu.

"Hayırdır Rozalin boğazın mı kurudu?"

Miraç'ın tehditkar konuşması ve gözlerini kısıp boğazına bakmasıyla boğazının kuruduğunu hissetti Rozalin. Sertçe tekrar yutkunup konuşacağı sırada Dilan, "Kocam, Rozalin bir şey yapıp söyleniyor. Tatlı çekti canım sadece onca laf yedim." Diye dudak büzüp konuşunca Rozalin dudakları arasında " ez zıkkıme bixwin" diye söylendi.

Karısının o sarkıttığı dudaklara iştahla bakıp hafif bir tebessüm kondurdu yüzüne Miraç. Ağır adımlarla karısının yanına doğru ilerledi. Giydiği çiçekli elbiseye bakıp tebessüm ederken o uğruna öleceği karnına bakıp huzurla ışıldadı gözleri. Karısının yanına vardığında diz çökmeyen adam karısının ayakları altında diz çökmüştü kimseyi umursamadan. Miraç Harmanlı, Harmanlı aşiretinin ağası, Mardin'in kudretiyle saygı duyduğu, öfkesiyle korktuğu eşi benzeri olmayan ağası diz çöküyordu! Eğilip evlatlarını okşarken "Kurban olduklarım mı istedi kadın yoksa, senin canın mı çekti tatlı." Diyor mutlulukla ışıldayan gece karası gözlerini karısının okyanusları kıskandıracak maviliklerine bakıp. Dilan kocasının gecenin güzelliğini saklayan gözlerine bakıyor aşk ile. Öyle güzeldi ki bakmak o gözlere... Öyle alıcıydı ki o bakışlar kaybolduğunu düşünüyordu. Gözlerinin içinde mutluluk bir elmas gibi ışılıyordu. Bir ay, bir yıldız gibi... Miraç'ın geceleri artık mutluluğa ev sahipliği yapıyordu.

" Yok bu sefer benim canım çekti." Diyor nazlı bir eda ile dudaklarını büzerken. Dayanamıyor o dudaklara Miraç. Uzanıp bir öpücük konduruyor hayat bulduğu dudaklara. Evet, Miraç Harmanlı hayatın tüm anlamını ruhu yaralı bu kadından öğrenmişti! Şimdi bu kadının her zerresi onun hayatıydı!

"Miraç!"

Kocasının yaptığı hareket ile ellerinin kirli olmasını umursamadan kocasının göğsüne koyup itti.

"Biri görecek adam. " diye telaşla konuşup mutfakta gözlerini gezdirmeye başladı. O an anladı Rozalin ve Berfin'in çıktıklarını.

"Görse kim ne diyecek kadın? Karım değil misin?" Diye kaş çatarak konuşan kocasına göz devirip "Oldu Çetin gibi yap sonra Rozalin'in diline düşelim." Dediğinde Miraç'ın erkeksi kahkahası mutfağın dört bir yanına dalga dalga yayılıyor.

"İyice korkutmuş Rozalin sizin gözünüzü kadın. " diyor kahkahalarının eşliğinde karısına bakıp. Dilan Miraç'ın dediği ile ister istemez gülerken "Öyle vallahi korkulur o zilliden." Dedi. Ardından gülen kocasına bakıp mutlulukla tebessüm etti.

"Biz de görür müyüz çocuklarımızın nişanını?"

"Elbette göreceğiz kadın! Allah şahit oğluma kız istemeye giderken davullar zurnalarla giderim! Ama kızımı biri istemeye gelsin alnının ortasından vururum!"

Kocasının sözleriyle elinde olmadan gülümsedi Dilan. İçinde acı baş gösterse de görmezden geldi. Anı bozmak istemediği için daha çok gülümsedi. Eli tıpkı kocasının eli gibi karnına gidip evlatlarını okşarken, "Daha kız mı erkek mi onu bilmiyoruz ki. Tıpkı sana çekmişler. İnatlar. O kadar gittik göstermediler bir türlü. Berfin'in dört aylık ama bak nasıl belli oldu erkek olacağı." Dedi dudak büzerek. Miraç karısının sözleriyle derin bir iç çekti. Deli gibi öğrenmek istiyordu cinsiyetlerini ama, evlatları bir türlü inada binip kendilerini göstermiyordu. Bilmemek canını sıksa da evlatlarının iyi olduğu ona yetiyordu. Kız veya oğlan olması umurunda değildi. Sağlıklı olması Miraç için başta geliyordu. Tekrar derin bir iç çekti. O an avuçlarının içinde hissettiği tekmeler ile ruhu bayram şenliğindeki çocuk gibi coşkuyla kabardı. Uzanıp dudaklarını karısın göbeğine bastırırken, "Bir gelseler... Bir sarsam, bir sarmalasam, kokularını içlerime çeksem Allah'tan başka bir şey istemem." Dedi dalgın bakışları ile. O anları hayal etmeye başladıklarında ikisinin yüreği kabarmıştı. Nasıl da özlem duyuyorlardı evlatlarına!

"İnşAllah sağ salim gelecek evlatlarımız. İşte o an onları sarıp sarmalayıp hiç bırakmayacağız." Dedi Dilan yüzünde derin bir tebessüm açarken. Miraç gecenin en güzel parlaklığını sunan gözlerini karısının tebessümüne çeviriyor. O tebessümde oluşan duygularla onun da dudakları kıvrılıyor derince. Uzanıp karısının tebessümüne dudaklarını dokundurduğunda "Bırakmayacağız..." deyip ayaklanırken usulca, "Ben tarlaya gideceğim akşama gelirim." Dediğinde Dilan başını ağırca sallayıp kocasının iç olmuş gömleğine bakıp dudaklarını birbirine bastırdı. "Miraç'ım gömleğini de değiştir. Hep dolma içi olmuş." Dediğinde Miraç oflayıp "Ulan kadın, ulan." Deyip kapıdan çıkarken üzerine bakıp sabır dilerken "Dikkat et, kendini yorma." Değip çıkıyor. Kocasının söylenmeleri ile kıkırdayan kadın tandır ve mutfak kapısının birleştiği yerde onları dinleyen Berfin ve Rozalin'i görünce dayanamayıp kahkaha atıyor.

"Çok ayıp bizimi dinlediniz siz." Dedi Dilan ışıldayan gözleri ile.

"Vay anam vay. Kim derdi koskoca Miraç ağa bu hallerde olacak."

"Ne varmış kız zilli benim kocamın halinde?"

Dilan hülyalı hülyalı konuşan Rozalin'e sorarken araya Berfin atlayıp "Daha ne olacak kız o adam gitti çok başka bir adam geldi... Allah bozmasın mutluluğunuzu." Dedi. O an Dilan "Amin" der iken düşünüyor ilk geldiği zamanları. Cehennem dediği evi, celladı bellediği adamı... Şimdi cehennem diye tabir ettiği ev evi, cellat dediği adam ise gönlünü ruhunu teslim ettiği sevdası... Eskileri düşünüp şimdi şu hallerini düşününce yüzünde derin bir gülümseme açarken "Hatırlıyor musun Berfin. " diyor. Bakışlarını Berfin'in bakışlarına sabitleyip "Bana buraya geldiğimde 'Her şey düzelecek, alışacaksın.' Demiştin... O zamanlar alışmaktan başka çarem mi var diyordum... Ama Miraç'ım öyle içime işledi ki ilmek ilmek. Bir baktım ki sevdam olmuş... Kendini hiç değiştirmedi, ben onu o halleriyle bile sevip kıskandım. Kaş çatışını sevdim, sinirlendiğinde alnında çıkan damarı, sigara içerken içine çöken yanaklarını... Ama en çok o yüreğini sevdim. Koca yürekli adamı... Ruhumu iyileştireceğine söz veren adamı. Sözünün eri olan adamı sevdim..." diye sözlerini sonlandırırken farkına varmıyor gözlerinin dolduğunun. Dudaklarını dili ile ıslatıp iç çekerken "Öyle işte." Diyor sözün bittiği yerdeyiz der gibi. İki kadın gülümsüyor Dilan'a.

"Vallahi sizi böyle görmek çok güzel. Ama bunlar gibi bulduğunuz her köşede öpüşüp koklaşmayın." Diye yine munzurluğunu konuşturan kıza ilk tepki Berfin'den geldi.

"Hii hele dullamaya bak! Beni katmasa olmaz sanki!"

"Yalan mı yenge geçen odanız yokmuş gibi tutup damda iş pişiriyorsunuz. Konak konak olmaktan çıktı. Vallahi konağı bir sudan geçirmek lazım sizin yüzünüzden."

Rozalin'in gülerek konuşması ile Berfin elindeki tahta kalığı fırlatırken "Gözün çıksın Rozalin senin! Boyu posu devrilmeyesice nasıl konuşuyor!" Diye kaçan kızın arkasından bağırırken kulağına Dilan'ın kahkahası iliştiğinde "Vallah Dilan elimde kalırsın sus kız." Diyor karnını tutup sedirin üstüne otururken. İçinden bir sürü küfür saydırırken gelen oğlunun ekmek istemesi ile delirip "Zıkkımın dibi! " diye bağırıyor. Dilan deliren kadına gülmemek için dudaklarını ısırırken ayaklanıp "Ben Dijle yengemi çağırayım da o gelsin mutfağa." Deyip ayaklanıyor. Akşama kadar evde tatlı bir telaş sarıyor. Dijle, hawar ve Ayşe kadın evlatlarının gelecek olmasıyla ayrı bir mutluluk yaşarken içlerinde günün sürprizi Rojda'yı Afran'a isteme telaşı ekleniyor. Bundan üç ay önce Afran Rojda'yı istemeye geleceklerini öğrenince annesi Hawar hatunu arayıp olanları anlatmıştı. Başta rızası olmayan kadın oğlunun "Eğer Rojda'yı bana istemezseniz cenazem kapınıza gelsin." Sözleriyle el mecbur kalmıştı. Ardından bu olayı kocasına üslubu ile anlatmış, oda abisi ve annesi Bese hatuna demişti. Ev halkı bu habere çok sevinmişlerdi. Özellikle Rojda'nın yüreği bayram yerine dönmüştü. Sevinçten tüm gün ağlamıştı. Bugünde yine gelecek yâri ve abisini bekliyordu. Rojda'nın haberi olmasa bile sözlü olan evlilik konusu bugün dile gelip nişan ve isteme yapılacaktı. Akşama kadar süren hazırlıklarla yorgun düşen ev ahalisi avluda oturup beklerken Dilan, banyo yapıp yorgunluğunu alsın diye odasına çıkmıştı. Bir yarım saat kestirmeden sonra banyosunu yapıp üstünü giyinerek herkesin oturduğu avluya geçti.

"Hayırdır Dilan yüzün sapsarı kesilmiş."

"Yoruldum ondandır Helin. Biraz da sancım var."

"Sakın doğurma  bugün."

"Yok yok doğurmam."

Dilan Helin'i gülümseyerek cevaplayıp tekrar önüne döndüğünde kocasının bakışlarını yakaladığı an kimse fark etmeden gülümsedi. Miraç'ın çatılan kaşlarına bakıp ardından başını hafif eğerek mutfağı gösterdiğinde anlıyor Dilan kocasını. Yerinden usulca kalkıp mutfağa ilerleyeceği sırada kaynanasının sözleriyle utançla güldü.

"Git, git gelir Miraç'ta arkandan."



Dudaklarını ısıra ısıra ilerlerken kadınların ona gülümsemesi ile iyice yanakları kızarıyor. Mutfağa girdiğinde arkasında adımlayan ayak seslerini duyunca arkasını dönüp mutfak kapısından girmekte olan kocasına baktı.



"Bir şey mi oldu Miraç'ım?"



"Onu sana sormak lazım delalamın neyin var? Yüzün sararmış."



Kocasının yanına gelip tek kaşını çatarak yüzünü incelemesine gülümseyip "Yok bir şeyim Miraç. Bugün yorucuydu ya ondan." Dedi endişe etmemesi için yüzüne bir gülümseme yerleştirirken. Fakat kasıklarını arada yoklayan sızıyı söylemedi. Yorgunluğa veriyordu. Miraç karısının sözleriyle iç çekip başını sallayarak karısının belinden kavrayıp iki delikanlıyı beklemek için mutfaktan çıktılar. Aradan yarım saat sonra evin iki delikanlısı gelmişti. Geldikleri anda özlem konuşmaları zılgıtlar havada uçuşmuştu. El öpme faslı geçilip direk sofraya oturduklarında iki aşık birbirlerine kaçamak bakışlar atarken, büyükler ikisine bakıp içten bir tebessüm sunuyorlardı kimseye belli etmeyip. Bülent iki kardeşi ile on beş dakika iyi geçindikten sonra 16'ncı dakikada Rozalin ile itişmekten geri durmadı. Rozalin abisine burun kıvırıp "Bu askerde kalsaydı ya!" Dediğinde sofradaki herkes kahkaha atmıştı. Yemekler yenildiğinde Rojda sevdiği adam ile yalnız kalmalarını sağlayacak düşüncelerle dolup taşarken amcasının "Rojda kaçemin bir acı kahveni getir de içelim." Dediğinde herkesin manidar bakışlarıyla şaşırsa da başını sallayıp mutfağa geçmişti.



" Ayy yeter vallahi! Ben dayanamayacağım! Kızeee gözün aydın başın göğe ersin, seni birazdan Afrana isteyecekler!" Diye hızla mutfağa girip sevinçle konuşup olduğu yerde halay çeken kardeşine baktığında "Ne!" Diye şaşkınlıkla şakıdı. Kalbi göğsünden çıkacak gibi atmaya başlamıştı. Eli ayağı birbirine dolandı.

"Sen ne dersin Rozalin? Doğru mudur bu?"

"Vallahi doğru diyorum be! Sürpriz yaptılar da dedim şimdi bu ker orada öğrenip düşer bayılır ortamın içine sıçar gidip en iyisi diyeyim dedim. İyi etmişim?" Deyip sırıtıp konuşan kardeşine bakıp yüzünü buruşturduğunda "Geri zekalı!" Diye söylendi Rojda. O sıra hızla kapıdan içeri giren Helin nefes nefese "Aha bu zilli söyledi değil mi? Rozalin! Anam ağzı durmuyor ki!" Deyip hem Rozalin'e vuruyor hem de Rojda'ya konuşuyordu. Rozalin yengesinin elinden kurtulduğunda,

"Deli misiniz? Bilerek dedim. Ben bu budalayı biliyorum ortada düşüp kalır." Değinde Helin durup Rojda'ya bakarak düşünmeye başlıyor. Ardından birkaç saniye sonra "Doğru dersin vallahi Rozalin. Bu budala bayılırdı." Dediğinde Rojda kaş çatıp elini beline attığında "Hey! Ben buradayım ve siz beni atıp tutuyorsunuz. O da yetmez gibi bir sevincimi de yaşatmadınız!" Diye kızıyor kaş çatarak. İki kadın birbirlerine bakıp "Haklısın." Dedikten sonra Helin " Sen kahveleri yap ben tepsiyi hazırlayım." Değip işe koyuluyorlar dört elden. Kahveleri yapan kız heyecan ile elindeki tepsinin titremesine aldırmadan kahveleri bir bir dağıtırken, sevinçten kalbinin deli gibi çarpıntısını dindirmeye çalışıyordu. Kahveler içilip isteme faslına geçildiğinde Rojda bayılmamak için kendini zor tutuyordu. En son babasının " Verdim gitti!" Sözüyle çığlık atamamak için eteğinin ucunu sıkı sıkıya tutmuştu. Herkes ayağa kalkarken Dilan karnına giren sancı ile inlememek için dişlerini sıktı. Dilan'ın koluna girip kaldıran Rozalin yengesinin kendisini kasması ile yan bir bakış atıp "İyi misin yenge?" Diye sordu. Dilan genç kıza tebessüm ederken "İyiyim Rozalin." Dedi. Oysa iyi olmadığını biliyordu. Sanki biri kasıklarını yırtıyormuş gibi hissediyordu. Derin bir nefes aldı. Eli sancı giren karnına giderken bakışlarını iki gencin gülen yüzünde gezdirdi. Rojda'nın o gözlerindeki mutlulukla ışıldayan elalara bakındı. Afran'ın yüzünde ki gülümsemeye ve sevdiği kıza aşk ve çekingen bir eda ile kaçamak bakışlarına bakıp gülümserken karnında daha şiddetli sancı girmesi ile kan ter içinde kalıp Rozalin'in kolunu sıktı. Rozalin bakışlarını yüzük kutusunu cebinden çıkarmakta olan yaşlı kurttan Dilan'a çevirip "Sen iyi değilsin ne oluyor?" Diye sordu endişe ile. Dilan derin derin nefes alırken kasıklarında ki sızıya dayanamayıp çığlık atmadan önce tek bir söz söyledi!

"Doğuruyorum!"



~*~







Kuşların kanat çırpınıyordu sanki gökyüzünde, gözünü kapayıp sırtını yasladığı duvarda o huzur veren kuşların aksine uğursuz karga sesleri yankılanırken çıldırmamak elde değildi.  Karısının az önceye kadar yankılanan sesi kesilmiş, fakat karşısında durduğu lanet kapıdan tam bir saat yirmi sekiz dakikadır kimse girip çıkmamıştı!   Ne durumdaydı uğruna Mardin'i ayağa kaldıracağı kadın! Ya sol yanını sızlatıp   içine hiç tatmadığı hisleri yerleştiren evlatları neredeydi!  Toprağa atılan tohum böylesi zor büyüyor tamam da çiçek açması bu kadar mı ızdırap verici?  Beklemek bu kadar can alır mıydı? Nerde dokuz aydır sabırsızlığını kamçılayan, çorak toprağına bir damla olacak olan su...

Neredeydi ömrüne cenneti vaad eden o huzur?

Miraç bir harpten farksız çarpıştığı düşüncelerle cebelleşirken Dilan sancılandığı konaktan apar topar getirildiği doğum haneye dek çektiği ızdırapla dünyasını şaşırmıştı.


O karnına düşen ilk tohum filizlendiğini öğrendiğinde dahi böylesi heyecan sarmamıştı bedenini! Sancıları ruhuna kadar titretse de kimin umurunda! Avaz avaz çığlığı değil sancıdan... Bir annenin evladına kavuşma sevincinden yankılanıyor bu dert babası koridorlardan. Doktorun verdiği direktiflerle kan ter dökerken ıkınıyor, ıkındıkça zırhına bürünüp hayatına dikilen her acı yok oluyor. Dilan evlatlarıyla yeniden doğuyor.

Geçmişe döndüğü kısacık bir anda akıttığı göz yaşlarına gülümsüyor küçük bir kıza ayıplar gibi bakmaktan kendini alamazken.  Dilan Harman'lı büyüyor döktüğü terler, çektiği acılarla eşlik dünyaya değer bir sevincin harmanlandığı yatakta.

"Geliyor! Son bir gayret! Hadi Dilan ıkın!"

Doktor ters beklediği bebeğin başını görmesi ile sanki ilk doğumu yaptırıyormuşçasına gülerken Dilan son bir gayret kulakları yırtan bir çığlık eşliğinde   bırakıyor dünyaya ilk emanetini, göz ağrısını.  Henüz fırtınada esir kalan aciz bir yaprak gibi çırpınırken ikinci şimşek çakıyor kasıklarında.  Doktor bağırıyor, kendisi acıyla inliyor ve gözünden akan yaşlarla onların çığlığını bastıran minicik tiz çığlıkla coşuyor kalbi. Kulakları ömründe duyduğu en güzel melodi ile doluyor. Gücünün emildiğini hissediyor Dilan o anlarda.  Ve gözü buğulanırken etrafındaki telaşeyi fark etmeden sağanak sağanak düşen göz yaşlarını sona erdirmek ister gibi kapanan göz kapaklarının hemen ardından fısıldıyor. "Meleğim..." diyor yüzündeki yorgun tebessüm ile.

Sonra siyah... Karanlık. Zihninde çarpışan korkutucu rüzgarların çıkardığı o ses artarken aylar önce karşısına çıkan kızın gözleri geliyor önüne.   Artık bacaklarını hissetmeyen Dilan ölümün soğuk ellerini hissediyor yanan teni üzerinde. 

' Bebeğim' diyor fakat ses yok. Lal olmuş Dilan... Dipsiz kör karanlıkta sanki görebilmesi gibi gözlerini kısıp etrafta gezdiriyor. Fakat gördüğü tek şey koca bir siyahlık. Çığlık atıyor, attığı çığlık boşlukta yankılanıp ruhuna sertçe çarpıyor. Acı bir çığlık daha dökülüyor dudaklarından, gözlerinden ise yaşlar içindeki ateşin kıvılcımı gibi yanağına süzülüyor.

"Miraç! Bebeklerim! Miraç!"

Art arda bağırıyor bulduğu sesi ile avazı çıktığı kadar. Fakat başka ses yok. Tek duyduğu feryat atan kendi sesi. Çarpıyor yankılanan sesi karanlığın görünmez duvarlarından bedenine doğru.

Çaresizce titriyor. Kış ayazında kalmış küçük bir serçe gibi. Tir tir   titrerken kanatlarını çırpmaya çalışıyor fakat nafile. Kabullenmişlik hissi çöküyor omuzlarına. Omuzları sanki yerde o an, ayaklarında olan güçler emilip diz çöküyor. Okyanuslarından yanağına usulca bir inci tanesi akıyor. Titreyen kurumuş dudaklarına yer ediyor o inci tanesi. Kuruyan dudağında hissettiği ıslaklıkla yalvarıyor Allah'a.

"Sen beni karanlıkta bırakma Yarabbim..."

O an karanlığın içinde küçük bir ışık hüzmesi yayılıyor. Yaş dolu gözlerini usulca karanlığı bölen ışığa sabitledi. O cılız ışığı gördüğünde çölde su bulmuş divane gibi içi sevinçle doluyor. Bedeninde bir güç geziniyor. Yavaşça ayağa kalkıp ışığa doğru adımlamaya başladı. Karanlığa karışan adımları ile karanlığında cılızca parlayan ışığa doğru ilerledi içini coşturan sevinç ve umut ile. Sevinci sırtında, karanlıktan kurtulacağı umut, avuç içlerinde ilerlerken, o an karanlıkta tanıdık olduğu sözler yankılandı.

"Kocana, çocuklarına vaktin varken sarıl Dilan abla..."

Kulağına dolan birbirine karışmış cümlelerle olduğu yerde taş kesildi. Nefesinin kesildiğini hissederken, kuruyan dudaklarının arasından acı bir şekilde feryat etti.

"Hayır! Hayır ölmeyeceğim!"

Titreyen parmaklarını yumruk yaparken göğsü hızla inip kalkıyordu. Yumruk yaptığı avuç içlerinde ki umudunu sıktı güç almak ister gibi.

"Ölmeyeceğim..."

Sesi karanlıkta sessizce yayıldı. Öyle kararlıydı ki sesi sanki karşısındaki cılız ışık daha aydınlık bir hal almıştı. Kulağına ulaşan sözleri duymamak için ellerini kulaklarına sıkıca kaparken son kez baktı karanlığına.

"Ölmeyeceğim! Daha yaşayacaklarım var! Bu karanlıkta kalmayacağım! "

Dişlerinin arasında tıslayıp karanlığına baş kaldırdı. Bu sefer yüreği büyük bir hırsla kabarmıştı. Dipsiz gibi duran karanlıkta sert adımlar atarak ilerledi karanlığın içindeki ışığına. Ve her adımda aydınlık biraz daha büyüyor gözlerini kamaştırırken kulağında çığlık atan ses azalıyor boğuklaşıyordu.

Aydınlık teninde güneş ışığı gibi vurmaya başladı. Küçük cılız ışık karanlığını kaplamıştı. Kulaklarında olan elleri usulca çekilmiş gözlerini alan ışığı kendinden sakınır gibi önüne siper etmişti. Parmakları arasında ışığın ayrılışına baktı gözlerini kırpıştırarak. Sanki avuçlarında bir ılıklık hissediyordu. Işık karanlıkta üşüyen bedenini ısıtıyordu. Gözlerini kamaştıran ışığa bu sefer yüzündeki tebessüm ile bir adım attı. O an ışıkların arasında bir siluet belirdi. Gözlerini tekrar kamaştırdı. Mavi okyanusları berrak bir su gibi mutlulukla dalgalandı. Bir adım daha attı bu sefer aydınlıkta parlayan siluetin daha çok netleşmesi ile dudakları arasında "Miraç..." diye fısıldadı. Gözlerini birkaç kez daha kamaştırdığında ışık yavaş yavaş sönmeye başlamış, gözlerinin önündeki gece karası gözlerle karşılaştığında tekrar dudaklarını aralayıp fısıldayacakken dudaklarında hissettiği baskı ile gözlerini usulca yine kapadı. O an anladı sonu olmayan kabuslarına son verdiğini. Dünyaya gözünü tekrar açtığını.



"Delelamın..."



Kulaklarına boğukça dolan ses ile kapadığı gözlerini tekrar araladığında ona mutlulukla bakan kocasını gördü. Gözlerini birkaç kez daha kırpıştırdı. Ne olduğunu anlamaya çalıştı. Gözlerinin önüne olanlar film şeridi geçerken derin bir nefes aldı endişe ile. Doğum hanede bayıldığından beri saatler geçmiş odasına yerleştirilmişti. Dilan karanlıkta kaldığı andan sonrasını hatırlamadığı için endişe ile,

"Miraç, çocuklarımız?" Diye sordu yerinde huzursuzca kıpırdanırken. Miraç karısının haliyle yüzünde cennet bahçelerini kıskandıracak derecede gülümsemesi yayıldı. Yanağında cennet çukuru oluşurken bakışlarını karısının yan tarafındaki iki beşiğe kaydırdı.

" Kızlarımız iyi delalamın..."

O an Dilan'ın içindeki mutluluk göz pınarlarına vurup yanağından usulca aktı. Mutluluk damlaları yüzünü ıslatırken "Kızlarımız mı?" Diye içindeki mutlulukla döküldü kelimeleri. Mutlulukla kamaşan bakışlarını kocasının baktığı yere çevirip cennet kokusunu bedenlerinde gizleyen meleklerini gördüğünde daha çok ağlamaya başladı.

"Kızlarımız..."

Sessizce fısıldadı bebeklerine bakarken. Dudakları titriyor kalbinde cennet bahçelerini kıskandıracak derecede çiçekler açıyordu. Aylar önce kendilerini göstermeyen evlatlarının şimdi yer yüzüne inen iki melek olduğunu öğrendiğinde şaşkınlık ve mutlulukla fısıldamıştı. Miraç'ın ayağa kalkması ile bakışlarını kocasına çevirdiğinde "Nereye?" Diye sordu. Miraç karısının haline mutlulukla gülerken "Kızlarımızı kucağıma alıp özledikleri annelerine vermeye." Dediğinde Dilan tekrar göz pınarlarından bir yaş akıtıyor. Dudaklarını birbirine bastırıp Miraç'ın yavrularını vermesini beklerken ellerini uzatıyor evlatlarına doğru büyük bir heyecan ile. Babalarının kucağında mızmızlanırcasına hareket eden evlatlarını gördüğünde dayanamayıp hıçkırıyor. Daha saatler önce karnında hareket eden iki meleği şimdi gözleri önünde canlı kanlı hareket ediyordu. Miraç'ın kollarına meleklerini vermeden önce ikisinin boynuna burnunu götürüp seslice kokularını içine çekmesine yüzünde eksik olmayan tebessüm ile baktı yeniden. Kolları arasında yer eden evlatlarıyla kalbi durdu. Nefesi huzur ile kesilirken dudaklarından "Allah'ım!" Sözcüğü döküldü. Evlatları...

Cennetinin en güzel çiçekleri kolları arasında yumruk yaptığı minik ellerini ağzına götürmüş daha açmakta zorlanan gözleriyle kucağında idi! Var mıydı bundan daha büyük mutluluk?

Var mıydı bundan daha güzel huzur? Yoktu hiç şüphesiz... Tıpkı kocası gibi usulca çocuklarına yaklaşıp incitmekten korkar gibi içine cennet kokusunu çektiğinde "Miraç, evlatlarımız cennet gibi kokuyor... Huzur gibi..." dedi.

Dilan kocasının kokusunu dünyadaki en güzel koku sanırdı ta ki bugüne dek... Şimdi ise dünyada ki en güzel konunun evlatlarının kokusu olduğunu anlamıştı. Farkında olmadan yaşları bir bir akarken minik meleklerinin yanaklarına burnunu usulca sürtüp gözlerini kapatarak daha derin çekti içine o saklı cennet kokusunu. İçi o kokuyla kaplandı. İçini kaplayan koku ruhunu huzura teslim ederken benliğini mutluluk denizine atmıştı.

" Öyle mutluyum ki... Sanki yeniden dünyaya gelmiş gibi huzurlu..."

Gözleri kapalı bir şekilde büyülenmişcesine fısıldadı. Ardından kapadığı gözlerini usulca açıp ona aşk ve şefkat ile bakan kocasını gördüğünde tebessüm etti. Tebessümleri bir bir ile buluşurken bu sefer konuşan Miraç oldu.

"Sana söz vermiştim delelamın. Ruhunda ki yaraları iyileştireceğimi. Evlatlarımız ise kanıtı olsun."

Usul usul kendine yaklaşıp konuşan adamın gözlerinden gözlerini çekmemişti ta ki alnına konan öpücükle gözlerini kapatana dek. Dilan tekrar bir tebessüm kondurdu yüzüne. Kocası sevdiği adam ona evliliklerinin baharında verdiği en önemli sözü tutmuştu. Bundan aylar önce Miraç Dilan'a "Ruhunu yok ederek iyileştireceğim." Demişti. Fakat elinde ruhundan başka bir şeyi kalmayan kadın kocasına, "Yok etmek yerine iyileştir." Dedi. Çünkü o da biliyordu ki ruhu da kendinden kopup giderse yaşamanın bir anlamı olmazdı. Kocası bu sözden sonra onun okyanus misali duru mavi gözlerine bakıp "Ruhunu iyileştirdikten sonra bir tek benim imzam kalacak sende!" demişti. İşte ilk defa o zaman söz verişti törenin avucuna bıraktığı kelebeği yok etmek yerine can verecekti... Şimdi ise sözler gerçekleşmişti. Edilen yeminleri ile duaları kabul olmuştu. Dilan sözünü tutan kocasına aşk ile bakındı. Bu adam ömründe görüp görebileceği en mert, en sözüne sadık adamdı. Yüzündeki tebessüm ile dudaklarının arasından sevgi dolu sözcükler döküldü teker teker...

"Sözünü tuttun... Ruhumu iyileştirip doyurduktan sonra bir tek kendi imzan kaldı bende."

     ~*~

Mart ayının soğuk rüzgarları esiyor, yağan yağmurlar gecenin karasında camlara vuruyordu. Zaman hızla geçip gitmişti tıpkı bir poyraz esintisi gibi. Bebekler altı aylık olmuş, gün gün büyürken Miraç'ın ve Dilan'ın içindeki mutlulukta büyüyüp kalplerinden taşmıştı. Özellikle kızlarının gün gün huy edindikleri hareketler ile yürekleri şahlanıyordu. Miraç kızlarının o minik pembemsi dudaklarıyla gevelemesine dayanamayıp o dudakları sürekli ısırıp öpüyordu. Severken ise Nupelda' ya 'Çavheşinemın' mavi gözlüm diyordu. Diğer meleği olan Dilda'ya ise 'Çavreşamın' diyordu. İkiz olmalarına rağmen iki huzuru birbirinden farklı melekler gibiydi. Nupelda'nın okyanusları kıskandıracak, berrak gökyüzünü kendisine küstürecek derece mas mavi gözleri vardı. Dilda'nın ise simsiyah harelerinin arasında noktalar halinde kahveler, bakan insanı içine hapis ediyordu. Biri gecenin güzelliğini taşırken, diğer meleği gündüzün güzelliğini taşıyordu.

Kızlarının isimi tartışıldığında Miraç'a sorulmuştu ne olacak diye.

O an Miraç gülüp ona merakla bakan karısına gözlerini çevirip içinden koparcasına "Dilda olacak kara gözlü kızım" demişti. Bu sözüyle Dilan gülümsemişti. Çünkü Miraç ondan bir gün önce Dilan'a 'Eşgade Dilemı da.' dediğinde Dilan anlamını merak edip sormuştu. Miraç ise karsına uzun uzun bakıp 'Kalbime vurdun Kadın' dedi. Dilan anlamını öğrendiği sözle büyülenmişti. Kocasından ilk defa böyle bir söz duymanın heyecanını yaşarken bu anı ölümsüz kılmak için aklına gelen ile "Kızımızın adı bu olsun mu Miraç'ım." Demişti. Fakat Miraç o gün gülümseyip bakarız deyip konuyu kapatmıştı. O günkü davranışıyla bozulan Dilan kocasının yaptığı ile aşk dalga dalga benliğinde yayılmaya başlamıştı. Kocasının kendine söylediği sözü o gün ölümsüzleştirmişlerdi. Ardından Hawar hatun "Diğer kızının ismini ne koyacaksın Miraç ağa?" Diye sorusuna "Nupelda olacak. Yeni yeşeren yaprak tanesi." Demişti Herkes ilk annesi Leyla hanımın ismini koymamasını laf etseler de karşı gelmemişlerdi. Dilan herkes gittiğinde kocasına bakınıp tebessüm etmiş dudaklarına ufak bir öpücük kondururken, "Çocuklarımız bizi anlatıyor. İsimleriyle..." deyip iç çekmişti. Doğru söylüyordu çocukları onları anlatıyordu. Nupelda Miraç ve Dilan'ın içine yerleşen bir yeşil yapraktı. O yaprak sarmaşık gibi benliklerini sarmalamış içlerindeki çorak toprakları yeşertmişti. Dilda ise kalplerine kazıdığı sonsuz sevgilerini simgeliyordu.

Mart ayının esen rüzgarına ağlayan bebek sesleri karıştığında Dilan yattığı yerinde yorgunca kıpırdanıp "Miraç." Diye mırıldandı. Hem çocuklarının hem de karısının yorgun mırıltısıyla gözlerini aralayan Miraç "Hımm?" Diye uyku mağduru fısıldadı. Dilan kocasının omzuna yorgun bir halde vurup "Çocuklar ağlıyor." Dedi. Altı ay boyunca uyku haram olmuştu Harmanlı çiftine. Geceleri gündüzlerine, gündüzleri gecelerine karışıyordu. İki melekleri onları hem zorluyor hem de bir tebessümü ile o yorgunluklarını hafifletiyordu. Altı ay boyunca biri sustuğunda diğeri ağlamaya başlayınca ikisi kalkıp ağlayan bebeklerini susturmaya çalışıyor, fakat her seferinde ikisi de aynı anda ağlıyorlardı. Bazen bu durumda Miraç "Anladım ikizsiniz benzerlikleriniz yok huyunuz niye benziyor." Diye söylenmekten kendini alamıyordu. Esneyerek yataktan doğrulup kısılmış uykuyu hala göz bebeklerinde misafir bırakan gözleri ile beşiğe bakınıp "Geldim..." dedi sesindeki yorgunluk ile. Ayaklarını yere bastığı an odada yankılanan oyuncak ördeğin iğrenç kulak tırmalayan sesiyle yüzü buruşup "Hay s*keyim!" Diyerek söylenip ayağının altında olan oyuncağı eline aldı. Bakışları sarı renkteki plastik ördekte takılı kalmış, düşünmeye başlarken ister istemez güldü. Eskiden toplu ve düzenli olan odalarından eser kalmamıştı. Her yerde çocukların oyuncakları yer ediyordu. Bu duruma gülüp ayağa kalkarken içinden binlerce şükür etti. Beşiğin yanına gittiğinde iki meleğinin kendisini görmesi ile kollarını ağlayarak oynatması tüm yorgunluğu bir buhar olup uçup gitmişti. İlk önce ağlayan Dilda'yı ardından Nupelda'yı alıp yatağa giderken, bir yandan da çocuklarını susturmak için dudaklarında ezber kalan sözleri söylemeye başladı.

"Tamam... Şişşt ağlamayın."

Miraç'ın sözlerini dinlemeyen minik melekler ağlamaya devam edip babalarının boynunu emmeye başladığında Miraç gülümseyip yatakta doğrulan karısına bakındı.



"Aç göğsünü kadın, açıkmışlar çocuklar."  Dilan kocasının sözleriyle gülümsedi, ardından ise geceliğinin düğmelerini açıp çocuklarını kucağına aldı... Göğsüne aç bir şekilde yumulan çocuklarına bakıp huzurla bir nefes verdi. Çocuklarını emzirmek onların o sütünü emerken çıkardığı sesler ile içi huzur ve mutlulukla doluyordu. Çocukların minik elleri annesinin göğsünde susmuş halde sütlerini emmeye başlamasına tıpkı Dilan gibi bakındı Miraç.

Dilan usulca çocuklarının saçlarını hafifçe okşadı. Ne güzel bir mutluluktu bu! Ne güzeldi anne olmak, evladını besleyip büyütmek! Ne güzeldi baba olmak! Evlatlarını kucağına aldığında göğsünü sinişini izlemek! Mutluluk kalplerine konan bir kelebek oldu. Mutluluk onların kabuk bağlayan yaralarının izlerini dahi örtmüştü. Geçmiş yoktu. Kötü anılar yoktu. Sadece onlar vardı! Evlatları vardı...

"Öyle iştahla emiyorlar ki benim canım bile çekti kadın."

Kocasının arsız sözleriyle duygudan duyguya girmiş yanakları al al kızarırken, dişlerini dudaklarına geçirdi Dilan. Utançtan tek kelime edemeyip gözlerini kaçırdı. Çocuklar olduğundan beri doğru düzgün kocasının teninde kaybolmamıştı. Ve Miraç her fırsatta bunu dile getiriyor ve Dilan'ı utandırıyordu.

Miraç ise karşısındaki manzaraya aç bir şekilde bakıp keyifle sırıttı.

Karısını utandırmak bir yana, böyle iştahla göğüslerine yumulan evlatlarını görünce ister istemez iştaha geliyordu ve bu iştah içindeki arsız adamı kamçılamaktan başka bir şey yapmıyordu!

Karısına biraz daha yaklaşıp göğüslerine munzur bir şekilde bakarken "Sonra bir de ben mi baksam tadına kadın?" Dedi. Dilan dudaklarının arasında utançla söylendi "Miraç!" Diye. Yüzü ateşe değmiş gibi yanıyor beyni uyuşuyordu utançtan. Miraç daha fazla karısının haline dayanamayıp gülümserken çocuklarını izlemeye devam etti. Aradan geçen yarım saat sonra annelerinin göğüslerinde iki melekte uyumuştu. Miraç çocuklarını öpüp beşiğe taşımadan önce üzerlerine dualar okumuştu. Beşiğe yatırıp üstlerini örtüp yatağa ilerledi ağır adımları ile.

"Ne diye öyle bakıyorsun Miraç?"


"Nasıl bakıyor muşum hatun?"

Dilan kocasının eğlenen sesini işittiğinde gözlerini kıstı. Kendisine ağır ve gözünü dike dike gelen adamın gözlerinde ki ışıltının neden olduğunu anlamıştı fakat anlamamazlıktan gelmiş kurnazlığı seçmişti. Bilmediği şey ise karşısındaki adamın ondan daha kurnaz olmasıydı! Karısının ne yaptığını anladığı için sormuştu sorusunu fakat cevabı sözle değil, Dilan'ın dudaklarını ısırmasıyla almıştı. Ağır ağır yatağa tırmanıp karısının göğüs oluğuna burnunu sürtüp ilerlerken "Cevap vermedin. Nasıl bakıyor muşum?" Diye sessizce fısıldayıp nefesini üfledi Dilan'ın tenine.

Dilan Miraç'ın dokunuşunun yanında birde yakıcı nefesini hissedince gözleri kararmış başı arkaya zevkle düşerken "Miraç." diye sessizce inledi. Miraç'ın göğüs oluğundan yel gibi geçen nefesi tüm tüylerini diken diken etmişti.

Dudaklarından dökülen inilti ile Miraç'ın göğsünü ısıtmasıyla daha fazla dayanamamıştı. Göğsüne bırakılan ısırıkla nefesini tutmuş, uzun ince parmakları kocasının saçlarına daldırmaya başladı. Parmakları yumuşacık saçların arasında kaybolurken, ayrık dudaklarının arasından kesik bir nefes aldı.

"Miraç..."


Kesik, kesik fısıldarken gözleri kapanmıştı. Kocasının öpüşlerinin göğsünden karnına doğru akışıyla kasılıp belini havalandırırken, çığlık atmamak için kendini zor tutuyordu. Her öpücük bir köz olmuş bedenini yakarken, her dil darbesi ile soğukta kalmışcasına titriyordu. Miraç'ın dokunuşu, nefesi ve vücudunu keşfe çıkan elleriyle zevkin doruklarına çıkarken, Miraç'ında ondan kalır yanı yoktu. Karısının leylak kokulu teninde kaybolmayı o tene kendi mührünü dökmeyi özlemişti. Yavaş yavaş tadını ala ala karısını öperken, duyduğu ağlama sesiyle dudaklarından tıslarcasına sözler döküldü.

"Şansımı s*keyim!"

Continue Reading

You'll Also Like

115K 10.2K 39
+08.........:(san) Hey Numara komşum naber? +08..........:(wooyoung) İyi de... Tanıyamadım? WOOSAN Texting...
916K 54.5K 70
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
554K 23.8K 51
Sus Ne olur inandırma Aşkına Senden sonra gidecek yer bulamam, yurdu yuvası olmayan bir kuşum Mavilerini küçüçük ellerimle taşıyamam orada ke...
2.4M 105K 70
Bu imkansızdı işte ... "" Sözlüyüm ben ."" Dedi Havin . Cesur'un ise Havin'in bu tavrı hoşuna gitmişti. Her ne kadar ondan uzakta yaşamış olsa da Hav...