HATIRAN YETER

By semraurlu

920K 63.8K 11K

. More

Giriş
Hatıran yeter 1
Hatıran Yeter 2
hatıran yeter 3
hatıran yeter 4
hatıran yeter 5
hatıran yeter 6
hatıran yeter 7
hatıran yeter 8
hatıran yeter 9
hatıran yeter 10
hatıran yeter 11
hatıran yeter 12
hatıran yeter 13
hatıran yeter 14
hatıran yeter 15
hatıran yeter 16
hatıran yeter 17-1
hatıran yeter 17-2
hatıran yeter 18
hatıran yeter 19
İyi bayramlar-gelecekten alıntı
hatıran yeter 20
hatıran yeter 21
hatıran yeter 22
hatıran yeter 23
hatıran yeter 24
hatıran yeter 25
hatıran yeter 26
hatıran yeter 27 alıntı
hatıran yeter 27
hatıran yeter 28
hatıran yeter 29 alıntı
hatıran yeter 29
hatıran yeter 30
hatıran yeter 31
hatıran yeter 32
hatıran yeter 33
hatıran yeter 34
hatıran yeter 35
İZMİR
hatıran yeter 36
hatıran yeter 37
hatıran yeter 39
hatıran yeter 40
hatıran yeter 41
hatıran yeter 42
hatıran yeter 43
hatıran yeter 44
hatıran yeter 45
hatıran yeter 46
hatıran yeter 47
hatıran yeter 48
hatıran yeter 49-1
hatıran yeter 49-2
hatıran yeter 50
hatıran yeter 51
hatıran yeter 52
hatıran yeter 53
hatıran yeter 54
hatıran yeter 55
hatıran yeter 56
hatıran yeter 57
Yıl dönümü- Alıntı
hatıran yeter 58
hatıran yeter final 1. kısım
final alıntısı
Final

hatıran yeter 38

13K 941 311
By semraurlu

Selam canlar; hikayemize yeni katılan dostlar hoşgeldiniz. Yorumları ile yanımda olan, fikirlerini paylaşan dostların hepsine minnettarım.

Birde afişler için kardeşim saltundag a tesekkürler.
Düzenlemeler ve bir çok şey için canımın içi Ilknurrr86  iyi ki varsın... 💗

Şahane bir ekip dayanışması var💗

HATİRAN YETER 38

Utku ve Özlem Kıbrıs’a gitmişti...

Restoranda Ateş’in ailesi ile baş başa yemek yemek zorunda kalan İlknur, artık bu aileye alıştığını fark etti. Güneş Hanımın asil dik burnuna rağmen, şefkatli tebessümüne dahi alışmıştı. Ateş’ten fazla Güneş Hanımla vakit geçirmişti son günlerde. İçten içe de Ateş’in henüz elini dahi tutmaması, ağzından aşka dair tek bir itiraf duymaması, kendini bu ailenin küçük kızı gibi hissetmesini sağlıyordu.

Yemeğin ardından İlknur’un evde yalnız kalacağını anlayan Güneş, onu misafir etmek istemiş, Ateş’in çevik bir şekilde müdahalesi ile bu davet bertaraf edilmişti. Ateş’in bu tarz yakınlıkları, derin ve anlamlı bakışları da olmasa İlknur, küçük kız kardeş fobisine iyice kapılacaktı. Bu akşam ki yemekte olduğu gibi; İlknur’un isim veremediği, acemi olduğu bakışları, sürekli üzerinde hissediyordu. İlknur’a göre çok sıradan olan yaz gecelerine uygun ince hafif uçuş uçuş giysiler, nedense Ateş’in dakikalarca incelemesine maruz kalıyordu. Böyle anlarda İlknur, kendini daha kadınsı hissediyor, iddialı giyinseydim keşke diyordu...

Şimdi arabanın direksiyonunda ki elleri ile İtalyanca bir şarkıya tempo tutan Ateş, yine o derin manalar ile İlknur’a bakıyordu. 

“Evde yalnız kalabileceğine emin misin?”

“Elbette. Küçük bir kız çocuğuymuşum gibi konuşuyorsun,”
dedi İlknur alıngan bir sesle.

Ateş, İlknur’un cümlesi bitmeden keskin bakışlarını önce gözlerine sonra ağır ağır omuzlarından aşağıya doğru süzerek indirdi.

“Böyle hissettirmem çok garip, çünkü aklımın ucundan dahi geçmiyor bu tespitin. Ben seni misafir edebilirim,” dedi Ateş, İlknur’un yanlış anlamasından çekinerek.

“Sen,” dedi İlknur hayretle. “Evde kendinden başka bir ayak sesine dahi tahammül edemediğini söylemiştin.”
Ateş, cevap vermek yerine aracı geniş bir kapının önünde durdurdu ve hafifçe kornaya bastı. O an İlknur, arabanın ön camından görülen manzaraya hayretle baktı. Yanında ki adamı incelemekten yola hiç dikkat etmemişti. Ateş, evinin bahçesine arabasını park edip yanında ki güzelliğe baktı.

“Dediklerimi hatırlıyorum ve cümlelerimden sonra zihnime dolan görüntülerimi de hatırlıyorum...”

Kapısını açarak acele ile indi. İlknur’un kapısını açarak elini uzattı. Narin elini avuçlarına teslim eden kızın elini sımsıkı tutarak, iki basamak çıkarak evin kapısına getirdi. Şaşkınlığı üzerinden atamamıştı İlknur. Cebinde ki anahtar ile kapıyı açarken dahi ellerini ayırmamıştı Ateş, sanki İlknur’un iç seslerini duymuş gibiydi. Girişin yanında ki kumanda ile ev birden göz kamaştıracak kadar aydınlık oldu. İlknur, ferah ışıl ışıl geniş antreye baktı.

Evi inceleyici bakışları, yanında diz çöken adamın teması ile kesildi. O andan sonra gözü Ateş’ten başkasını görmedi...

Ateş, akşamdan beri ilgisini çeken kırmızı ayakkabılara baktı önce, tek dizinin üzerine çöktü. İlknur’un dizlerini örtmeyen elbisesinin bittiği yerden,  ayaklarına doğru işaret parmağını sürterek indi, gözlerini İlknur’dan bir an ayırmadan...

“Terliklerini zemine sürüyerek, mutfağımdan salonuma yürümeni hayal etmiştim”

Sol ayağında ki ayakkabıyı topuğundan tutarak zarif bir hareketle çıkardı...

“Ama şu an çıplak ayakların ile evimin zemininde iz bırakmanı istiyorum.”

Sağ ayağında ki ayakkabıyı da aynı şekilde çıkardı.

Ayağa kalkarak kendinden kısa olan kızın göz hizasına kadar başını eğdi. Sağ elini tutarak kalbine yasladı.

“Kalbime girdin, hayatıma da gir, bu ev hayatımın mabedi gibi… Kimsenin izi yok... Sen ol... İlk ol... Son ol... Sevgilim ol...”

Dudağının kenarına ufak bir buse bıraktı, titreyerek verilen nefesi içine çekti.

“Benim ol... Sadece bu gece değil, hep hayatımda ol.”

İlknur, bu ana kadar dile dökülmedi diye hayıflandığı tüm kaygılarının kaybolduğunu gördü. Elleri birbirinden ayrılmamış, Ateş’in dudaklarından duymak istediğinden fazlasını duymuştu.

“Çok gürültü yaparsam fikrin değişir mi?”

“Asla!”

“Çizimlerini ilk ben göreceğim.”

“Her zaman.”

“Mutfakta yalın ayak dolaşacağım ama ama yemekleri sen yapacaksın.”

Ateş, evin salonuna doğru el ele yürüdüğü kızı kucaklayarak eğlenceli bir kahkaha attı.

“Ben sana öğretirim.”

Kahkahalar yavaşça dudaklarından silindi gitti... Artık bu bakışların adını koyabiliyordu İlknur... Ateş ona tutkunun canlı halini yaşatıyordu...

“Neden hep kırmızı ayakkabı?” Ateş, ajanstaki geceyi de düşünerek bu sorunun cevabını çok merak etti. Ama İlknur, 3 yaşındayken annesinin bayram sabahı giysin diye başucuna bıraktığı ayakkabı hayalini anlatmak yerine, gülümsemeyi seçti.

“Çok sevimli değiller mi?”

Ateş, tek kolu ile bedenine yasladığı kızın yüzünü görmek için, biraz başını eğdi. Gözlerine masumca gülümseyen dudaklarına baktı...

“5 yaşında olsaydın evet, sevimli… Ama şuan çok seksi... Ve sen bunun farkında değilsin.”

&&&

Kartal, sabaha kadar hasta yatağında ki Zara’yı seyretti... Gül anne ile konuşmalarını defalarca kafasında tarttı. Zara’yı yanından bir adım ayırmak istemiyor, onunla aile olmak istiyordu... Birden ‘Zara’nın bir yerlerde ailesi olabilir mi?’ düşüncesi yine aklına takıldı. Cebinden Gül Hanımın verdiği mektubu çıkardı. Zara’nın bu mektubu ve elinde ki dövmenin çizili olduğu kâğıdı gördüğünü ama hiç önemsemediğini söylemişti, Gül Hanım...
Kartal, görsel hafızası iyi bir adamdı...

Elinde ki kâğıtta çizili olan dövme, çok ayrıntılı bir çizimdi. Sanki o dövmeyi çok iyi bilen biri tarafından çizilmiş gibi...

Kartal, Zara’nın serum takılı sol elinin yanında duran dövmeli sağ elini avuçlarına aldı. Beyaz kâğıda çizilen dövme ile elinde ki dövme arasında tek fark yoktu. Kök ve yaprak sayısına kadar. Çizgilerin boyutuna kadar... Kartal, kısık sesle kendi kendine konuştu, “Sanki dövmeyi yapan ve buraya çizen aynı kişi.”

Kartal, kararını verdi... Zara, için her şeyi yapardı. Onun en hassas yanı kimsesizliğiydi. Ona aile olmak, çocuğuna baba olmak belki de ona gerçek ailesini bulmak... Her şey...

Uyuyan kızın dudağına masum düşünceler ile bir öpücük bıraktı... Kendi kendine güldü, uyanıkken buna asla izin vermezdi Zara...  Onu nasıl ikna edeceğini düşünmeliydi Kartal... Kendisine hayır diyemeyeceği bir yere, hayır diyemeyeceği kıvama getirmeliydi...
Utku’ya bahsettiği evin hazır olması için 4 hafta süre istemişti mimar. 4 haftayı burada geçirmek gibi bir düşüncesi yoktu Kartal’ın. Zara’nın kendisine yakın olmak zorunda kalacağı, kalbine yenileceği bir yer vardı aklında…

&&&

Utku ve Özlem kalacakları otele yine didişerek gelmişlerdi... Özlem’in dinmeyen öfkesi, vahşi halleri, Utku’yu oldukça eğlendiriyordu. Ama bu eğlenceli halleri Özlem’in rezervasyon sırasında iki ayrı katta, iki ayrı oda alması ile son buldu... Tatlı intikam, der gibi baktı Özlem. Asansörden çıktıkları süre boyunca da ikna edemedi sevgilisini Utku...

Utku, otel odasının kapısında, yine hayır kabul etmeyen bakışlar ile Özlem’in gözlerine bakıyordu. Elleri dakikalardır kapı aralığında ayrılmadan bir onay bekliyordu. Özlem kaç kez, “Hadi git,” dedi. Utku, daha fazla yaklaştı Özlem’e hissettirmeden. Bir nefeslik mesafe bırakarak, “Bir kahve,” dedi tutkulu sesi ile.

“Uykum kaçar,” dedi Özlem nazla.

“Süt ?”

“Bu saatte günlük süt bulunmaz.”

“Bir öpücük sonra gideceğim.”

Özlem, bakışlarını havaya kaldırdı, “Rujum var.” 

İşte bu Utku’ya engel değildi. Beline sarılarak, tek nefeslik mesafeyi kapatıp, kızı uzunca öperek aynı serilikle durdu. Haylaz Utku dudaklarında kalan ruj tadını yaladıktan sonra muzipçe konuştu,

“ Bak, artık yok. Hem bak çok fonksiyonluyum. Sevgilinin nimetlerinden faydalan Özlem’im.”

Reverans yaparak, asansöre doğru ger geri yürüdü.

“Size hizmet etmek için buradayım prenses,” dedi.

Özlem’in dayanamayarak attığı kahkahaya karşılık, göz kırparak asansöre bindi... Özlem’in intikam olsun diye başka kattan aldığı odasına yalnız başına döndü...

&&&

Akram, her gece uyumadan önce yaptığı gibi ellerini semaya açtı. Kalbinde ki duaları, dudaklarını kımıldatmadan okudu. Gömleğini çıkarıp, kalbinin üzerinde yazılı Arapça harflere sağ avcunu yaslayıp, gözlerini yumdu. Başını yavaşça yastığa koydu. Sağ eli kalbinin üzerinde ki yazıda ve kalbinin içinde ki yaradaydı... O harflerin oraya kazındığı anları karanlık perdede milyonuncu defa tekrar seyretti Akram…

Habibim, altın sevdiğim, nasıl bir sevabın ödülüsün bana? Tam şurama, kalbimin içine saklayasım var seni.”

Genç kadın aşkla baktı sevdiği adama, kolları arasından sıcak yatağından hızla kalktı. Simsiyah saçlarına zıt, bembeyaz bir sabahlığı üzerine giydi. Yatakta kendini seyreden adama:

“Madem beni kalbine saklamak istiyorsun, izin ver adımı kazıyayım kalbine. Ebediyen taşı beni yanında. Canın çok az yanacak ama?”

“Senin elinden ölüm olsa bana bayram gelir. Yanmak ne demek? Senin adın kalbimde, sen yanımda değilsen, asıl yanarım ben...”

Dakikalar sonra güzel kadın hazırladığı boyalı ilacı ve iğneleri alıp yatakta kendini bekleyen Akram’ın yanına geldi.

“Seni seviyorum... Bugünü asla unutma... Adımı kalbine yazdığım gün, içimde bebeğimizin tohumunun ekildiği gün.”

Akram heyecanla yatağından kalktı. Emin misin diye sormasına dahi gerek yoktu. Karısının efsununa alışmıştı artık. O diyorsa doğruydu... Ve gerçek... Akram çok şükür diyerek yeniden yatağa uzandı, güzel karısının hazırlanmasını bekledi.

Akram’ın çıplak göğsüne elinde ki iğne ile eğildi güzel kadın... Üzerine dökülen simsiyah saçları avuçlarına doladı Akram...

O gece, kadın yazdı, adam aşkla baktı... Bu dünya bir gün bir yerde dönmekten vazgeçip duracaksa, bulutlar belli belirsiz süzülüşlerinden vazgeçecekse, ya da güneş bu sabahı aydınlatmaya lüzum yok, bu gece aydınlık gökyüzü diyecekse o an bu an olmalıydı. Adam ve kadının en mutlu anında durmalıydı zaman.

Akram’ın imkânı olsaydı, tüm hazinelerini verir zamanı geri alırdı...

Yılların kurutamadığı yaşını, elinin tersi ile sildi Akram. Kalbine kazılı Arapça harflere baktı. “Neden?” dedi sesli olarak. “Neden hala yaşıyorum?” Sonra efsunlu sevdiğinin sesi doldu kulaklarına... Rüya da mıydı Akram gerçekte mi? Ya da artık yaşlı zihni deliriyor muydu bilemedi... 

“Gelsen de eksik kalırız sevgilim, kalbimizin meyvesi nefes alıyor. Sana ihtiyacı var. Ben sonsuzlukta bekleyeceğim, ama o şuan başlangıçta... Hatıram hayatta...”

Karanlık boş odada yankılandı ses... Hatıram hayatta diye tekrar etti Akram. Kendi kendine öfkelendi, “En ufak bir hatıran yok ardında, bu dövmenden başka. Her şeyi alıp gittin,” dedi.
Sonra her zaman kalbim diye sevdiği evladını düşündü. İçinde ki yara fiziki bir yangın hissi ile yerini belli etti. O an acaba dedi Akram. Bir mucize olabilir miydi? Dünyasının başına yıkıldığı yere tekrar gitmeye cesareti yoktu ama  bu ses içinde sönmüş umuda bir ışık oldu.

  Akram tarihi kazılardan bulunan takıların sergileneceği müzayedeye mutlaka katılmayı aklına not etti.

&&&

Sabah herkese aynı güneşi farklı sıcaklıklar ile yansıttı. Yeni hayatlarının ilk gününe başlayan Kartal ve Zara dile dökemedikleri duyguların, ertelenen hesaplaşmalarının gölgesinde yan yana uyuyorlardı. Zara, ensesinde ki nefesi, karnına dolanmış kollarının sıcaklığı ile açtı gözlerini. Uzak durmam gerek dediği adam buna izin vermeyeceğini göstermişti bu hareketi ile.
Yavaşça yatağından kalkarken kendisine sarılmış adamın baksır hariç hiçbir şey giymediğini fark etti. Ne ara soyunup, yanına girmişti ki bu adam? Gözlerini istemsizce Kartal’ın vücuduna kaydı, hızla kafasını çevirip kendine kızdı.

En son Kartal’ın bağladığı hastane giysisine memnuniyetsizce baktı. Aklındakileri yapmak için gücünü toplamaya ihtiyacı vardı. Önce odada ki dolaba baktı. Kendine uygun giysi bulamadı. Ama odanın minik banyosunu kullanabileceğinin işareti temiz havlular sıra sıra ona bakıyordu. Bir tanesini çekip arkasını döndü. Yatakta tek dirseği üzerine yaslanmış, kendini seyreden adam ile göz göze geldi...

“Duş mu alacaksın?”

“Evet”

“Burayı kullanmana gerek yok, ayağa kalktığına göre, artık gidiyoruz.”

Kartal, altında sadece baksırı olan vücudunu cesurca sergileyerek yataktan kalktı. Zara’nın yanına panter adımları ile yaklaştı, yan kapağı açarak askıda ki tişörtü ve kot pantolonunu aldı. Zara’nın gözlerine bakarak pantolonu bacaklarına sokup düğmeleri ağır ağır kapattı. Yere mıhlanmış gibi duran, ağzı şaşkınlık ile açılan kıza biraz daha yaklaştı,

“ Alper denen ütülü, bebeğimizin doktoru değil artık, bu hastane ve içinde bu zamana kadar yaşadığın her şey konuştuğun herkes bugün itibari ile tarihin arka sayfasında.”

Çıplak kolunu havaya kaldırdı ve kapıyı gösterdi:

“ Buradan arkamıza bakmadan, birlikte gideceğiz”  Elinde ki tişört ile arkasını dönerek yatağa yaklaştı. Sırt kaslarını seyreden kızın farkında olmanın rahatlığı ile ağır ağır tişörtü başından geçirdi. Beline kadar indirip, kalçasının üzerinde düzeltip hızla arkasını döndü.

“Arkamıza bakmayacağız derken, geçmişime saygı duymam demek değil bu ki sen beni tanıdın.” Göz hizasına eğilip yemyeşil gözlerini zindanlara kilitledi.

“İlk görüşte tanıdın, ilk dokunuşunda anladın... Senin kaderin olduğumu sende biliyorsun... Ben öfkeli, hırçın başına buyruk... Birçok şey olabilirim ama vefasız olamam. Geçmişim benim kutsalım. Ama bahsettiğim şey seninle ilgili... O güzel aklından Kıbrıs’a ilk geldiğin günden itibaren sil.”

Kartal, konuşurken Zara’nın tepkisini ölçüyor, hiçbir hareketini gözden kaçırmıyordu. Kesinlikle kararlıydı bu zamana kadar olan her şeyi Zara’ya unutturacak, kalbini yeniden kazanacaktı…

“Bana ne yapmam gerektiğini söyleyemezsin! Alper hakkında bu kararı sen alamazsın. Bu yola onunla başladım, herşeyi o biliyor, onun bilgisine ihtiyacım var.”

Kartal, sakince Zara’ya yaklaşıp,

“ Bebeğimizin babası olarak, doktorunun o olamayacağına karar verdim, senin kimsenin tıbbi bilgisine ihtiyacın yok. “  dedi.

Zara için karşı atağa geçmek çok zordu şuan. Şartlar uygun değildi. Zara bedenini çok yorgun hissediyordu, saçlarını yıkamak, vücudunu temizlemek, istiyordu. Son bir kaç gündür hastane kokusu üzerine sinmişti. Ama bu aşamalarda yanından bir an ayrılmayan adam dergi kapağından fırlamış gibi karşısında dikiliyordu. Sonuçta hamile bir kadındı, gözünü Kartal’dan alamaması hormonlarının suçuydu kesinlikle. Haksızlıktı bu. Midesinin her sabah yaptığı oyun, ağzına acı su olarak dolmaya başladı. Kartal’a cevap verememenin öfkesi ile havluyu yatağa fırlattı.

“ Gelmiyorum hiç bir yere. Alper konusunu da sana soracak değilim! Duş alıp, ultrasona gideceğim. Gözlerim ile göreceğim.”

Kartal, Zara’nın kolay kabullenmesini beklemiyordu tabi ki. Dudaklarında çarpık bir gülüşle,

“Alper konusu kapandı güzelim. Ultrasona bu kadar sık aralıklar ile girmen sakıncalıymış. Hemşire uyarmama gerek yok, Zara Hanım zaten bu riski almaz,” dedi

Zara, bunu çok iyi biliyor ve radyasyon dolu odadan mümkün oldukça uzak durması gerektiğini biliyordu. Şuan midesini boşaltmaya ve yıkanmaya o kadar odaklanmıştı ki, sağlıklı düşünemiyordu. Karşısında ki ilahta işini zorlaştırıyordu.

“Çık dışarı!” diyerek Kartal’ı uzaklaştırmakta buldu çareyi.

“Giyinecek bir şeyin olmadığına göre ve burada yıkanmanı istemediğim göre soyunmana gerek yok. Gidiyoruz.”

Zara birazdan delirecekti. Kartal’ın kendinden emin, bilmiş tavırları çileden çıkartıyordu onu.  Aslında o anlarda Kartal’ın güçlü olmak için, Zara’yı kaybetmemek için gösterdiği ekstra gücün farkında değildi Zara. Onun gördüğü dimdik ve kusursuz bir şekilde karşısında dikilen Kartal’dı. Gözlerine kapılmaktan korktuğu için derin yeşillere bakamıyordu, bakabilseydi eğer görecekti. Kendisi için ayakta duran, bunca yaşananın yükünü sadece kendisi, kendi içinde taşımak için çaba gösteren adamı görecekti.

Derin bir nefes alıp bulantısını bastırdı.

“Gel-mi-yo-rum!”

Birden havalandığını hissetti Zara. Bulantısı ağzına kadar gelmişti. Odanın zeminine baş aşağı bakıyordu. Kalçasında hafif bir dokunuş hissetti.
“Rahat dur!” dedi Kartal. Omzuna attığı Zara’nın hiç bir ağırlığı yokmuş gibi rahattı. Eli ile hastane giysisinin açılmaması için düzeltti. Bu güzelliği başkalarının seyrine sunmaya niyeti yoktu. Koridorda karşılarına çıkan tüm hemşireler, yanlarından omzuna atılmış bir kadın ile adam geçmiyormuş gibi işleri ile meşgul oluyorlardı. Zara’nın, “Yardım edin!” seslerine hastane çıkışında ki güvenlikte dâhil olmak üzere herkes sağır olmuştu. Bunda parmağı olan, şuan güvenlik odasında ki kameraların başında iki evladını seyreden Gül, tekerlekli sandalyesini geri doğru çekti ve memnuniyet ile gülümsedi.

Açık alana çıktıkları an Zara’nın artık öfkeden delirmiş tiz sesi duyuldu:

“Hemen beni yere indir, bak içim bulanıyor, şuan ağzımın tam karşısında bil bakalım neren var?” dedi.

“Isırmadığın sürece sorun yok,” dedi Kartal keyifle.

Kartal rahat ve kararlı bir şekilde taksinin arka kapısını açıp, otelin adını söyledi.

Utku ve Özlem’in didişmeli kahvaltılarını yaptıkları otelin, Zara’ya ait olan odasına yine Kartal’ın omzunda çıkmak zorunda kaldı Zara. Odada olduğuna içten içe mutluydu. Giysileri, şampuanları kendi havluları buradaydı.

Kartal’ı hiç tanımadığını düşündüğü zorba tarafı bir işe yaramıştı aslında. Zara, ayakları yere basar basmaz klozete koşup boş midesini öğürmeye başladı.

Kartal, öğürtü seslerini duydukça kalbi ezildi. Yerde oturan Zara’yı destekleyerek kaldırdı. Duşun suyunu açtı, temiz havluları askıya hazırladı. Avuçlarına aldığı solgun yüze bakıp

“İyi misin? Kendin halledebilecek misin? “ dedi.

Başını aşağı yukarı sallayan, dudakları hala titreyen kıza kıyamadı. Zorlamak istemedi.

“Hazır olduğunda buradan gideceğiz, söz veriyorum sana, çok seveceğin bir yere götüreceğim seni. Yemyeşil ormanların içinde dolaşabileceğin, yine o “şahane” lezzetli ilaçlarını hazırlayacağın yere gideceğiz.”

Şahane derken hafifçe tebessüm edip ortamda ki enerjiyi yükseltti Kartal. 

“Birbirimizin olduğumuz yere. Bu kez ikimizde iyileşmeye…”

-bölüm sonu-

Kartal ve Zara nereye gidiyor sizce?
Sona yaklaştığımızı sizde hissettiniz mi?
En çok neyi merak ettiğinizi öğrenmek isterim.
Mesela Kartal'ımız kadar sizde merak ediyor musunuz şifacımızın geçmişini... ?

Sevgiyle kalın.

Öğrenci kardeşlerim tatilin tadını çıkarın👍😍


Continue Reading

You'll Also Like

162K 4.7K 24
Ağzımı kapatmış güçlü eller baskısını biraz daha arttırırken Peyami bedenini benim ki ile bir bütün yapmak ister gibi sokuldu Göğüsüm hızla yükselip...
593K 11.7K 21
༺༻ Bütün hakları saklıdır "Ben geldim" Gülümseyerek ve son harfi uzatarak kurduğum cümle ile o da gülümsedi. Sandalyesini biraz masadan geri çekti...
138K 4.2K 64
Hayaller bazen herşeydir hatta hayata tutunma nedeninizdir. Benim hayallerimi babam beni sadist birine satınca elimden alındı. Peki ya ben şimdi neye...
103K 6.9K 6
Hiç kapanmamak üzere açılan yaralar, kanamaz. İz bırakır. Ve o iz sonsuza dek geçmez, Yanı başında kalır.