Druid Akademisi

By hge443

755K 49.7K 6.1K

Sirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici... More

ÖNSÖZ
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11 - Macera Başlıyor
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
❗❗DUYURU❗❗
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
❗❕DUYURU❕❗
UYARI
Bölüm 28
Gizemli Mektup
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Sonsöz
Druid Akademisi: KAÇIŞ
Druid Akademisi:KAÇIŞ İlk Bölüm Yayımlandı

Bölüm 42

8.1K 591 97
By hge443

Olduğum yerde kalakalmıştım. Arkama dönüp kimin alkışladığına bakamıyordum. Kalbimin atışını tüm vücudumda hissediyordum.

Herbir vuruşuyla sırtıma bir bıçak saplayan alkış sesi durdu. Yerini ayak seslerine bırakmıştı. Yaklaşan ayak sesleri ensemdeki ürpertici nefesin başlamasıyla son buldu.

"Sirk cambazımız eve dönmüş." diye zehrini akıttı kulağıma. Ne diyeceğimi ne yapacağımı bilmiyordum. "Demek hiç birşey bilmiyordun." Yüzündeki alaycı sırıtmayı görmek için arkamı dönmem gerekmiyordu.

Odaya çöken sessizlikten kendisine dönmemi beklediğini biliyordum. Kaçışım olmadığını biliyordum. Derin bir nefes alıp tuttum ve yavaşça döndüm. Bir an attığım bakış bana yetmişti. Yüzü zafer ile parlıyordu. Bu ışıltı gözlerimi acıttığı için bakışlarımı kaçırmıştım.

"Görmek için sabırsızlanıyorum." dedi. Neden bahsettiğini anlamamıştım ama yaptıklarıma ilgili olabilirdi. Hiçbir şey yapmadığımı görünce, "Evet, seni bekliyorum." dedi.

Sesimi kaybolduğu derinliklerden çekip aldım, "Neden bahsettiğini biliyorum." dedim.

Cevap olarak aldığım kahkaha korkudan sinmeye zorliyordu beni. Sol elini başımın yanından kapıya uzattı ve ordan destek aldı. Ve aramızdaki sadece nefes almaya yetecek daracak mesafeyide kapattı. Kendime boş alan açmak için geriye adım attım ama sırtım kapıya değdiğinde kaçacak yerim olmadığını anladım. Kalan eli ile çenemin altından tuttu ve kendisine bakmam için yukarı kaldırdı. Yavaş yavaş bakışlarımı kaldırdım. Göz göze geldiğimizde hızlı olan kalbimin daha da hızlandığını hissettim. Ve asıl tuhaf olan korkudan olmadığını düşünüyordum, ve sebebini bulmak için zaman ayıramazdım. "Evet, biliyorsun." dedi boğuk bir fısıltıyla.

Bunun fizyolojik olarak mümkün olup olmadığını bilmiyordum ama kalbim daha da hızlanmıştı. Cevap veremiyordum. O her zaman tetikte bekleyen bahane ve yalanlarım şuan neredeydi?

Bir süre daha gözlerimi gözleriyle hapsettikten sonra ellerini indirdi ve bir adım geriye çekildi. "Madem uzun yolu seçiyorsun sen bilirsin." dedi yan dönüp kollarını tutup duvara yaslanırken. "Benim zamanım var."

Acaba kaçmanın bir yolu var mıydı? Ama nereye? Bu akademide tıkılıp kalmıştım. Neresine saklanırsam saklanayım Luke'un beni bulabileceğinide biliyorum. Yine de ben söyleyecek yalan bulana kadar ortalıktan yok olsam harika olurdu. Acaba görünmez mi olsam? Ne saçmalıyorum ben. Görünmez olabiliyordum ama kapılardan veya duvarlardan geçemiyodum. Kapıyı açtığım an beni görmesede yakalardı.

İkimizde ne konuşuyor ne de hareket ediyorduk. Eh, kaçacak yer yoksa 'En güzel sevunma saldırıdır.' felsefesini uygulamaya geçirmek zorundaydım.

Derin bir nefes aldım ve bakışlarımı yerden kaldırdım. Kalbim heyecanla atıyordu. "Neden benimle bu kadar ilgileniyorsun?" dedim soğuk bir sesle.

Sözlerinden irkilerek bakışlarını kaldırdı. Bakışlarındaki şaşkınlığı yakalamıştım, ama hemen maskesini geri taktı ve her zamanki ifadesiz haline büründü. "Sen benim öğrencimsin." dedi.

"Tüm öğrencilerinin odasına girer misin böyle?" diye sordum. Saldırıyı bırakmaya hiç niyetim yoktu.

"Hayır," dedi kendinden emin bir sesle. Gözlerindeki zafer parıltısını görmüş olsa gerek "Ama tüm öğrencilerim senin gibi değil. Güçlerini gizlemiyorlar, aileleri hakkında yalan söylemiyorlar, aldığı eğitim belli olmasına rağmen ben eğitim almadım diyerek direnmiyorlar. Diğer öğrencilerim kimseye yakalanmadan okuldan kaçmıyorlar!" dedi, kelimlerinden adeta ölüm akıyordu. Zafer sırası ondaydı.

Bahane bulmalıydım. Çarklar hızla dönüyordu ama hala ışığı yakmayı başaramamıştı. İnkar etmenin bu sefer bana bir faydası olmayacaktı. Hiç istemesemde pes etmem gerekiyordu. Şuan tek yapabileceğim işaretin tekrar morartıya dönmüş olmasıydı.

"Senin ima ettiğin gibi bir düğümüm yok." dedim son bir çabayla.

"İyi o zaman saklayacak bir şeyin de yoktur." dedi ve birkaç adım giderek kollarını 'Hadi!' dercesine elini bana doğru gösterip kollarını birleştirdi.

Derin bir nefes aldım ve çantamı yere indirdim. Ceketimi çıkartırken bir yandanda yukardakine yalvarmaya başlamıştım.

Sesimi duyuyorsan yardımın çok işime yarar. Lütfen! Sesimi du-

Yalvarmam kulakları sağır eden bir sesle bölündü. Neler olduğunu anlamak için Luke'a baktığımda onunda ne olduğu hakkında bir bilgisi olmadığını anladım.

"Bu seste nedir?" diye sordum.

Birkaç saniye koridordan gelen çığlıkları ve koşuşturma seslerini dinledikten sonra "Yangın alarmı." diye cevapladı.

Ne söyleyeceğimi bilemeden öylece baktım. Ve o an başıma saplanan ağrı ile yüzümü buruşturdum. Luke görmeden hemen kendimi toparladım. Bakışları kapıya dönük olması benim için büyük şanstı çünkü benim gibi o da ne olduğunu anlayabilirdi.

"Buria! Buria nerdesin? Seni aşağı inerken göremedim. Ben diğer öğrencilerle birlikte bahçedeyim. Akademi kapısının önünde bekliyorum. Lütfen hemen yanıma gel!" Austin'nin sesi zihnimde yankılanıyordu.

"Dışarı çıkmamız gerekmiyor mu?" diye sordum.

Başını sallyarak onayladı ve beni bıraktı. Tam adım atacaktım ki "Bu iş burada bitmedi." dedi ve kapıyı açtı.

Yüzüme çarpan duman beni bir an sersemletti. Bir anlık duraksamamı Luke'un kolumu kavrayıp çekiştiren eli oldu. Duman koridoru kaplamıştı. Neredeyse tüm odaların kapısı açıktı olmayanları da Luke açıp kimsenin olup olmadığını kontrol ediyordu. Merdivenlere ulaşmamıza çok az kalmıştı ki bir kapı ateşler icinde önümüze devrildi. Arkasından gelen kızgın ateş bizi kül edecek kadar güçlü görünüyordu. Aslında şuan neden kül olmadığımızı bilmiyordum. Tek görebildiğim bize ulaşmaya çalışan ates ve ona söz geçirmeye çalışır gibi öne uzanmış Luke'un eli, hatta geçiriyor gibi görünüyordu. Ateş sağımız ve solumuzdan bizi sarıyordu ama bize dokunmuyordu.

Luke ateş püsküren odaya doğru eğildi ve bana döndü. "Aşağıya in! Sakın durma!" dedi ve kolumu bırakıp beni öne attı. Sorgulamadan dediğini yaptım. Merdivenlerin başına geldiğimde son kez göz ucuyla Luke'a baktığımda odaya girerken gördüm onu.

Merdivenlerin boş olması çıkışa ulaşmam için kolaylık oluyordu ama binayı saran duman başımı öylesine döndürmeye başlamıştı ki yanımda birilerini olması çok işime yarardı.

Birkaç kez kendi ayağıma takılıp düşme tehlikesi atlatmış olduğumu saymazsak sorunsuzca merdivenlerden aşağı inmeyi başarmıştım. Ama göğsümdeki yanma ve öksürükler çıkışı benden uzaklaştırıyordu. Adımlarım daha ağırlaşmış, görüşüm tamamen kararmıştı. Tek düşünebildiğim ileri adım atmak ve çıkışa ulaşmaktı. Öksürük nöbetim bitmeyen bir hal almıştı. Vücudum oksijen bulma umuduyla yanarken öksürükler ciğerlerimi parçalıyordu. Beynim işlevini kaybediyordu.

Az kaldı, dayan Kızıl! Çıkış birkaç adım ötede! Da-yan! Çıkışa ulaşmak bir yana ayakta dahi duramıyorum. Birkaç adım ötede umutla yanan beyaz ışığı göre biliyordum. Işığın içinden gelen konuşmaları, ağlamaları, çığlıkları, tüm o ses karmaşasının umutla kulaklarıma fısıldadığını duya biliyordum. Ama çıkışa ulaşmak imkansız geliyordu. Hadi Kızıl bir adım daha! Umut ışığım biranda karardı. Sanırım ölüyorum! Şuan bana doğru gelen dev karanlıkta beni alıp götürmeye gelen melek olmalı!

Dev melek önümde durdu ve birşeyler söyledi. Ama ben onu net duyamıyorum, çünkü kulağım çınlıyordu. Gözlerime inen karanlığı aşıp devin yüzünü görmeye çalışıyordum ama dayda etmiyordu. Derken omzumda bi kolum varlığını hissettim. Beni sarıyordu. Ve dizlerim altında bir el daha. Sonra yerçekimi yok oldu. Elveda Dünya! Sonrası karanlık...

*****

"Bruia! Bruia uyan! Bruia!" Ses uzaklardan geliyordu. "Bruia!" Ve git gide yaklaşıyordu. Ama aldırış etmek istemiyordum, uyanmak istemiyordum. Bu tatlı uykunun kollarında kalmak istiyordum. "Bruia! Uyan!" ses artık katlanılamayacak kadar yüksek geliyordu. Ölüyken bile huzur bulamıyorum! Bırakında uyuyayım. Bir ölüye bu çok görülmemeli!

" Bruia!" Sese eşlik eden sarsıntıların katkısıyla uyanmaya ve seslenen her kimse onu susturup geri uyumaya karar verdim! Açılmak istemeyen göz kapaklarımı büyük bir çaba sonucu açmayı başarmıştım. Görüşüm bulanıktı. Tek görebildiğim siyahın üstüne minik beyaz benekleri olan bir fon ve onunla benim aramda duran bir baştı. Sırtımda yeni hissettiğim kol beni yukarı kaldırdı ve başın sahibine yaklaştırdı. Bu sırada da ben gözlerimi açıp kapayarak görüşümü netleştirmeye çalışıyordum. "Çok korktum! Öldüğünü sandım!"diyodu bana satılmakta olan başın sahibi.

Zar zor çıkan bir sesle "Zaten öldüm. Şimdi rahat bırakda uyuyayım."dedim gözlerimi kaparken.

Derin bir nefes verme sesinin ardından benden uzaklaştı ve "Buna izin veremem. Uyumamalısın." dedi ve beni zorlada olsa uyandırdı.

Bu sefer gözlerimi açtığımda daha net görüyordum. Başın sahibi muhtemelen bni almaya gelen meleğe aitti yani Austin'e.

Uyandığımdan emin olana kadar yanımda durdu sonra gönülsüzce çevredekilere emanet edip gitti. Tabi bana yardım etmekden çok içerde neler olduğuyla ilgileniyorlardı. Birkaç derin nefes aldiktan sonra bende ayağa kalktım.

"Bunu yapmasan iyi olur." dedi bir ses. Dönüp kim olduğuna baktığımda sesin sahibinin Thomas olduğunu gördüm.

Onu duymazlıktan gelip kalabalığın toplandığı yere gittim. Öğrenciler akademi binanın girişine dikmişlerdi gözlerini. Öğretmenler ve savaşçılar onları uzak tutmaya çalışıyordu ama bu konuda pek becerikli oldukları söylenemezdi. Telaşla konuşan, ağlayan, fısıldaşan kalabalığın içinden geçerek öğretmenlere yaklaşmaya çalışıyordum. Öğretmenlerin arkasındaki bir noktaya vardığımda gözlerimle Luke'u aramaya başladım. Aralarında göremeyince konuşmalarını duymata çalıştım belki Luke'tan bir haber alablirim diye. Ama o kadar uğultu vardı ki duyamıyordum. Bir iki adım daha atıp yaklaşmaya çalışırken uğultular adeta bir bıçakla kesildi. Herkes aynı yere bakıyordu. Önümdeki öğretmenlerden dolayı birşey göremiyorum. Başımı sağa sola oynatarak görmeyi umuyordum ama fayda etmiyordu. Derken öğretmenler iki tana açıldı. O zaman insanların nete baktığını gördüm. Luke kolunda zayıf ve narin bir bedeni taşıyarak geliyirdu. Kızın sarı saçları aşağı sarkıyordu. Yüzü siyah isle kaplıydı. Doctor Wells öğrencilerin arasından sıyrılıp Luke'un kucağında taşıdığı kıza koştu. Luke kızı çimenlerin üstüne indirdi. Doctor Wells kızın yaşamsal bulgularını hızlıca kontrol ettikten sonra çevresindekilere talimatlar yağdırdı. Öğretmenler kızı Doktirla bırakıp yangını söndürmek için konuşmaya başladılar ama ben gözümü yerde yatan kızdan alamıyordum. Yerde yatan kızı tanımıştım. Bu Olive denen kızdı.

Birkaç öğrenci spor salonundaki yedek tıbbi malzemelerle geri döndüğünde Doktor hızlı hareket ederek müdehale bulundu. Oksijen maskesi takılmıştı kıza, uzun süre içerde oksijensiz kalmıştı. Doktor kız kendine gelene kadar yanından ayrılmayacağı kesindi. Kız emin ellere emanetti. Bu sıradada öğretmenler ve savaşçılar harekete geçmişlerdi.

Ateş, su ve havaya hükmedenler birlikte çalışıyorlardı. Kısa sürede ateşin ilerleyişini durdurdular. 1 saat kadar sonra ateşi söndürmeyi başarmışlardı. Gece yarısına doğru yaralı olanlar hariç tüm öğrenciler yatakhanelerine dönmüştü. Yangını fazla yayılmadan söndürmüşlerdi ama birkaç oda kullanılmaz haldeydi. Luke'un içine daldığı odanın yanından geçerken istemsizce içime bir ürperti geldi. Sanki orada bir varlık vardı, canlı bir varlık. Duymamazlıktan gelip hızla odama yürüdüm. Kapı koluna uzandığım sırada duyduğum sesle kapıdan uzaklaşıp sesin geldigi yere döndüm. "İyi misin?" diye soruyordu.

"Evet, iyiyim." diye cevapladım.

"İyi olmana sevindim." dedi ve sustu. Söylemek istediği başka şeyler de olduğu belli oluyordu ama gözlerini sürekli kaçırmasından söyleyemediğini anladım.

"Aiden, söylemek istediğin başka bir şey var mı?" diye sordum. Beklemekten pek hoşlanan biri sayılmam.

"Hayır, yok." dedi önce, "Evet, evet var." dedi ardından. "Ben bir şeyi merak ediyorum. Biliyorum, biliyorum saçma gelecek." sesi o kadar alçalmıştı ki duymak için yaklaşmak zorunda kaldım. "Neyse boşver. Saçma zaten." dedi ve arkasını dönüp odasına gitti. Bu çocuğun sorunu ne!

Üstünde düşünmemeye karar verip odama gittim. Yeterince sorunum vardı, bir de bununla uğraşamazdım. Kapıyı arkamadan kilitleyip yatağıma gittim. Bur insanı yatağını en fazla ne kadar özleyebilirse o kadar özlemiştim. Ne kadar çok şey yaşamıştım iki günde.

Uyumak istiyorum. Sadece uyumak!

***

"Of! Tamam, istediğin gibi olsun. Uyanıyorum." Söylene söylene ayağa kalktım. Uykuya dalalı çok olmamıştı ama kolumun ağrısı beni rahat bırakmıyordu. Ağrının şiddeti öylesine artmıştı ki kolumun kemiklerine kadar inmesi yetmiyormuş gibi orada geçen kana da ağrısını bulaştırıyor, vücuda yayılmasına sebep oluyordu.

Ayaklarımı sürüye sürüye banyoya gittim. Kolumun durumunu görebilmek için kolumu sıyırdım. Çember ve içindeki garip şekiller simsiyah olmuştu. Şekillerin çevresini mor halkalar sarıyordu. Mordan pembeye kadar yavaş yavaş renk açılıyordu. Üst kolumun nerdeyse tamamını kaplayan bu alan öyle ağrıyordu ki o bölgeyi kessem belki bu kadar ağrımazdı. "Gidip ağrı kesici merhemlerimden kalmış mı baksam iyi olur." Ayaklarımı sürüye sürüye dolabın önündeki çantaya gittim. Gözlerim ağrıyordu, uyku istiyorlardı. Çantanın diplerinde bir ağrı kesici bulmuştum. Yüksek anestezik etkili bir merhemdi. Bu kesin ağrıyı sakladı ama bazı önemli yan etkileri vardı. Buna değip değmediğinden emin değildim. Ben kararsızlıkla merhem kutusuna bakarken kolum bir ağrı spazmı daha geçerdi. Bu kararı bu kadar uykuluyken ve spazmalar olmasaydı kesinlikle vermezdim ama üzerinde düşünecek kadar gücüm yoktu.

Merhemi rahat sürebilmek için iki parmağımla dokundurmamla birlikte dalgalanmayı parmak uçlarımda hissetmeye başlamıştım. Merhemi nazikçe sürdükten sonra ağrının dinmesini bekledim ama faydası yoktu. Nasıl olurda ağrı az da olsa dinmezdi. Merhem parmaklarımı uyusturmasına rağmen kolumda hiç etki etmemişti. Ağrının dinmesini bekledikçe ağrı daha da şiddetleniyordu.

Ağrı zaman ilerledikçe önce kalbime sonra tüm vücuduma yayıldı. Nefes almakta zorlanıyordum. Pencereyi açınca düzelmesini umdum ama hiçbir faydası olmamıştı.

***

Tüm gece uyuyamamıştım ve artık uyumak için çok geçti. Kahvaltı yapacak havada değildim. Aşağı inmek yerine odamda kalıp kolumu gizlemenin yolunu aramaya başladım. Ağrı vücudumu ele geçirdiğinden düşünmekte zorlaşmıştı.

Uzun kollu giymeyi düşünüyordum ama bu canımı yakacaktı. Rüzgarın hafif teması bile canımı yakmaya yetiyordu. Ama başka çarem yoktu. Havanın soğuk olmasına aldırmadan canımı en az yakacağını umduğum, ince ve geniş, uzun kollu bir bluz giydim.

Uykusuzluğun izlerini gözlerimden siler umuduyla yüzüme soğuk su çarptım ve ders başlayana kadar kendimi toparlamaya çalıştım.

***

Kalabalıktan olabildiğince uzak durmaya çalışarak hareket ediyordum. Yine de ara ara koluna çarpanlar çıkıyordu. Ne kadar gizlemeye çalışsamda acı yüzümden okunuyordu. Şiddetli ağrı spazmları sırasında kendime hakim olmak daha zor oluyordu. Ders hocalarım durumumu fark etmişlerdi. Sorunun ne olduğunu sorduklarında hiçbir sorun olmadığını söyleyerek geçiştirmeye çalışıyordum. Ama tuhaflığın onlarda farkındaydılar.

Anı ağrı atakları sırasında bazı tuhaflıklar olmaya başlamıştı. Büyük ağrıların insanların görüşünde tuhaf şekiller oluşturduğunu duymustum. Kararmalar, ışıklı çizgiler ve niktalar gibi. Yaşadıklarında bunlara benziyordu. Ataklar sırasında bir anlık insanların çevresinde tuhaf ışıklar görüyordum ama gözlerimi kırptığımda herşey geri düzenliyordu.

Öğle yemeğine kadar morartı bileklerime inmişti. Ve o felç edici ağrı sağ omzuma kadar ilerlemişti. Ağrı dalgalar halinde vücuduma yayılıyordu. Bu hızla devam ederse gün bitmeden tüm vücudum morarcaktı. Şuan tek umudum dersler bitene kadar gizleyebilmekti.

Ağrılarından dolayı iştahımda kaçmıştı, ayrıca istesemde yemeğe gidemezdim çünkü sol kolum tamamen kullanım dışı olmuştu ve sağ kolumda çok ağrıyordu yani tepsi tutacak güçte değildim. Bu yüzden odama çıkıp faydasının olmayacağını bildiğim halde sabahki kremi sürdüm.

Biraz dinlendikten sonra korkularıma yol aldım. Bu saate kadar tüm eğitmenleri atlatmıştım ama Luke... Onu atlatmak hiç kolay olmayacaktı. Ayrıca ufak temaslar bile soluğumu keserken bu derste ağrı yüzünden kalp krizi geçirebilirim.

Büyük korkular içinde spor salonuna gittim. Sınıf yine dışarıda toplanmıştı. Beklerken kendimi bu dersi atlayabileceğime inandırmaya çalışıyordum.

Ben iç savaş verirken Thomas yanıma geldi. "İyi misin?" diye sordu. Beni şaşırtmıştı çünkü genelde soğuk bir duvardan farksız olurdu bu sefer sesi nazikti.

"Evet," diye cevapladım. 'Emin misin?' bakışı atınca da "Evet gerçekten iyiyim." dedim, sesimi kendimden emin çıkarmaya çalışarak.

"Yüzün çok solgun, gözlerinde kanlanmış ve gözlerinin altı mor." belirtileri sayıyordu. Bir süre sessiz kaldı, bu süre içinde düşünceli görünüyordu. Sessizliğini bozduğunda "Eğer uyuşturucu bağımlısı değilsen bu halinin anormal olduğunun farkındasındır umarım." dedi.

"Ne? Uyuşturucu bağımlısı mı? Sen ciddi misin?" diye sordum şaşkınlıkla. Bu çocuk ne diyordu böyle. Bir bağımlı gibi mi duruyordum gerçekten?

Cevap olarak omzunu silkmekle yetinmişti. "Bir şeyler sakladığın çok açık. Biliyorsun ki her ne saklıyorsan burada uzun süre sır olarak kalamaz." dedi ve sıraya girdi.

Cevap vermeye fırsat bulamadım çünkü Austin ve Luke spor salonundan çıktı ve yarım halka sıramızın karşısına geçtiler.

Austin'nin gözleri direk beni buldu ve endişeli bir bakış attı. Sonrada söze başladı. "Bu gün dersimize renk katıyoruz. Yakın dövüş sanatında daha fazla eğitim vermeyeceğiz bundan sonrası sizin kendi çabanız doğrultusunda gelişecek. Bundan sonraki derslerde silahlı saldırı ve savunma üzerinde çalışacağız. Şimdi sekiz kişi benimle gelsin içeriden malzemeleri getirelim." dedi ve peşindekilerle spor salonuna döndü.

Onlar gidince Luke söze başladı, "Bir çoğunuz küçük yaştan beri Akademide olduğu için silahlı mücadelelere alışkın digerlerinizden bazılarıda ailelerinizden aldığı eğitime sahip. Burada bizim görevimiz eksikleri tamamlamak." dedi. Sonra beklemeye başladı. Öğrencileri göz ucuyla inceliyordu ve sıra bana geldiğinde açık açık kaşlarını çatarak gözlerini bana dikti.

Evet, yakalandım. Herkesi kandıra bilirim yada atlatabilirim ama Luke'u asla.

Beni baştan aşağı süzdükten sonra bir adım attı ama Austin'nin peşinde silah stantlarını iteleyen öğrencilerle gelince durdu. Stantlarını üstünde üst üste ve yan yana silahlar sergilenmişti. Altında tekerlekler bulunmasına rağmen üzerine takılmış silahlardan dolayı itelemesi zor duruyordu. Silahların tahta veya zarar vermeyecek şekilde yapılmış olmalarını bekliyordum ama bunlar bildiğimiz silahtı. Metalden yapılmış can yakacak cinsten.

Austin silah standları sıralandıktan sonra bize döndü ve "Silahlar köreltilmiştir. Oldukça ağrı veren vuruşlar yapabilirsiniz ama öldürmezsiniz." diye açıklamaya başladı.

"Kısmen." diye araya girdi Luke.

Austin ona yandan bir bakış attıktan sonra bizlere geri döndü, "Birbirnizi öldürmeyin." dedi. Ne yani? Hangi öğretmen öğrencilerinin eline birbirini öldürebilecekleri silahlar verirdi ki? "Birbirinize olabildiğince az hasar vermeye çalışın. Şimdi gelip silahlarınızı seçebilirsiniz." dedi.

Tüm sınıf üzerinde kılıçlar ve mızraklar bulunan stantlara yürüdü. Stantların önüne geldiğimde kendimi tutamayarak "Ebeveyinlerin çocuklarını güvenle teslim edeceği bir okul." diye mırıldandım.

"Aslında gerçektende öyle." dedi yanında duran Aiden. Ona dönüp bakınca omuz silkti ve "Sonuçta bizi duvarların dışında bekleyen düşmanlarınıza hazırlıyorlar. Onlar bizi acımadan öldürür. Hazırlıklı olmamız gerekiyor." dedi ve uzun kılıçlardan birini aldı ve sıraya döndü.

Bende uzanıp uzun kılıçlardan birini alıp sırama döndüm. Kılıcın kenarlarını elimle kontrol ettiğimde ince ama zarar kadar körelmiş olduğunu gördüm. Kılıcı elimde tarttım. Kılıç Nike'in son zamanlarda merak saldığı ve gösterisine eklemek için alıştırma yaptığı kılıçlara benziyordu ama onlardan daha ağırdı. Küçükken kılıç olarak sopalar kullanarak çok oynardık. Hatta kılıçlara merak saldıktan sonra sıkça dövüştüğümüz olurdu ama buraki eğitim almış kişilerin yanından geçebileceğimi sanmıyordum özelliklede bu kolla.

"Herkes partnerinin karşısına geçsin ve başlasın." dedi Luke.

Thomas'ın karşısına geçtim. Ama bunu başarabileceğime inanmıyordum. Morartı parmaklarıma kadar ilerlemişti, sağ kolumda ise ağrıyı omuzlarımda hissediyordum. Kılıcı tutmakda bile zorlanırken onu kullanmak imkansız görünüyordu.

Ben güç toplamaya çalışırken Thomas harekete geçti. Saldırısını savuşturmak umuduyla kılıcı kaldırdım ama bu kılıcın elimden kurtulmasıdan başka bir işe yaramadı. Thomas'ın bakışlarından bir şeylerden şüphelendiği anlaşılıyordu. Eğilip kılıcımı aldım ve tekrar pozisyonuma geçtim. Thomas yine saldırdı, bu sefer zorla da olsa savuşturmuştum ama hemen ardından gelen ikinci hamleye karşılık verememiştim ve sol koluma darbe almıştım. Acının etkisiyle ağzıma bir çığlık dolmuştu ama dişlerimi sıkarak çıkmasını engelliyordum. Ama anlımdan gözlerime akan terler atamadığım çığlığı anlatıyordu. Derin bir nefes alıp kılıcımı tekrar kaldırdım.

Thomas gözlerini kısıp "İyi olduğuna emin misin?" diye sordu. Konuşabilecek güçte değildim bu yüzden başımla onaylamakla yetindim. Şüpheli bakışlar attıktan sonra o da kılıcını kaldırdı. Ama saldırıya geçmiyordu. Bana inanmadığı çok açıktı.

Biz hamle yapmadan bir birimize bakarken yanımıza Luke geldi. "Neden harekete geçmiyorsunuz?" diye sordu. İkimizde dönüp ona baktık ama hiçbir şey söylemedik.

Luke benden yeterince şüpheleniyordu, yeni bir neden vermemeliydim. Derin bir nefes alıp gücümü topladım ve Thomas'a saldırdım ama olan bana oldu. Kılıcı ufak bir hareketle karşıladı ve kılıç elimden fırladı. Bana başka hamle yapmasada kolumun yana savrulması bile yetmişti. Soğuk terler döküyordum. Sol koluma saplanmış olan ani ağrınında katkılarıyla dayanacak gücüm kalmamıştı. İstemsizce elim koluma gitti ve boğazımdan bir inilti kaçtı.

Luke gelip sol elimi kaldırdı. Morluk tüm elimi kapsadığını o zaman fark ettim. Elimi bırakıp başımı yana eğdi. Şuan boynumu göremesede morlukların oraya ulaştığını anlayabiliyordum. "Bu nedir?" diye sordu. Cevap vermediğinde de eline bir​ bıcak alıp bluzun kolunu kesti. Kolumun son halini görmek beni de şaşırtmıştı. İşaretin olması gereken yer simsiyahtı. İşaretin bulunduğu yerden dışarı çıktıkça renk açılıyordu ama artık son renk pembe değil mordu. Daha ne kadar ilerleyebilir bilmiyordum. "Revire gidiyoruz." dedi ve kolumdan çekip beni ileri iteledi ve arkamdan gelmeye başladı. Göz ucuyla Austin'nin sorar bakışlar attığını gördüm. Öne doğru bir adım attığı sırada Luke sert ce kesin bir sesle "Savaşçı Austin, sen burada öğrencilerle kal. Öğrenciyi revire ben götürürüm." dedi.

Continue Reading

You'll Also Like

7.4K 918 20
-YoonGi @Gukshi'ye ithafen
62.7K 6.7K 74
| Tamamlandı | | Daha okunabilir olarak düzenlendi | Tür savaşları her zaman ezici bir üstünlük için olan bir savaştır. Bu savaşın içinde doğduğun an...
858K 19.8K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...
3.5K 460 24
δ "İnsan gerçek hayatından, evinden kaçamaz Melissa; o seni er ya da geç bulur." İlginç rüyalar gören Melissa, bir gün rüyasında sarışın bir kadın gö...