sunya

By itsajuliet

404K 39.1K 14.8K

"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan More

•giriş•
•1•
•2•
•3•
•4•
•5•
•6•
•7•
•8•
•9•
•10•
•11•
•12•
•13•
•14•
•15•
•16•
•17•
•18•
•19•
•20•
•21•
•22•
•23•
•24•
•25•
•26•
•27•
•28•
•29•
•30•
•32•
•33•
•34•
•35•
•36•
•37•
•38•
•39•
•40•
•41•
•42•
•43•
•44•
•45•
•46•
•47•
•48•
•49•
•50•
•51•
•52•
•53•
•54•
•55•
•56•
•57•
•58•
•59•
•final•
-son söz-

•31•

7.6K 672 257
By itsajuliet

Çarşamba günü, kahvaltıda babamla karşılaştım. Önce bir şeyler yemek istediğimi fark ettim, ama onunla konuşmak istemediğim için masaya doğru yürüyüp su şişemi aldım. Babama öfkeliydim. Pek çok şey için.

"Ben çıkıyorum!" Mutfağa doğru seslendim. Soo Hyun, gülümseyerek elindeki tepsiyle geldi.

"Aa! Nereye? Kahvaltı yapmadan çıkamazsın!"

"Aslında bugün yemek istemiyorum. Okulda atıştırırım. Otobüse yetişeyim,"

Aldığım şişeyi çantama yerleştirdim. Bu sırada tamamen sessiz olan babam, ben kapıya doğru bir adım atınca konuştu.

"Beni bekle, Nari. Seni bugün okula ben bırakacağım."

"Gerek yok, kendim giderim." derken saygısız olmamaya çalışıyordum ama sinirliyken istemeden de olsa, limiti aşabiliyordum. Sonuçta on sekiz yaşındaydım, tümüyle mantıklı davranmam tuhaf olurdu.

"Her sabah yaptığım gibi." diye ekleyerek ortamı daha fazla gerdim.

"Bu sabah farklı bir şey yap o zaman." dedi babam.

"Tıpkı diğer yaşıtların gibi."

Ha ha. Asosyallikten vuruyordu, ha?Neden babamın da Jungkook kadar ukala olduğunu hissediyordum?

"İstemiyorum." diye üsteledim.

"Ben Yooseul değilim, baba.Ultra-ilgili-ebeveynim olan avukat babamın beni okula bırakması bana arkadaş kazandırmayacak."

Babam kahvesinden bir yudum daha aldı. Tepki vermesini bekledim.

"Lütfen oturur musun, Nari?" Sesindeki sakinlik beni delirtiyordu. Hep böyle yapardı. Küçükken Nayeol'un yanına gidelim dediğimde de "Nari, otur ve konuşalım." derdi ve elime bir hikaye kitabı tutuşturup kafamı karıştırırdı. Böyle yapmasından hoşlanmıyordum.

Monoton hayatında mutsuzluk hormonunu fazla çalışan biri olarak sinirlenmem diğer insanlara göre daha hızlı oluyordu. Genel olarak her şeyi kendime saklardım. En ufak duygu kırıntısını, özlem duyduğum geçmişimi, acımı, sevincimi, umudumu... Ama öfkemi öyle dışa vuruyordum ki, sanki öfkem tüm sakladıklarımın bir yansımasıydı.

Sakinleşmeyi deneyip yerime oturdum. Hiçbir şey yemedim, hiçbir şey söylemedim. Babam normalde ısrar ederdi ama yapmadı.

Arabaya binip şehir parkının olduğu yola girene kadar ikimiz de konuşmadık. Kırmızı ışıkta durduğumuzda babam sessizliği bozdu.

"Bunu sana nasıl söyleyeceğimden emin değilim ama yapmak zorundayım, Nari. Senin güvenliğin benim sorumluluğumda."

İşte yine başlıyoruz dedim içimden. Babam ve saçma kuruntuları. Yani, gerçekten inanılmaz asosyal olan bir kızdım ben. Dokuz yaşımdan beri konuştuğum sayılı insan vardı.

Yooseul, Sora ve Iseul-ki onlarla ortaokulda falan tanışmıştım.

Başıma ne gibi bir şey gelebilirdi ki? Bu düşüncelerle birlikte babamı alt edecek tezlerim kafamda uçuşuyordu. Ta ki babam yeniden konuşana kadar.

"Genç bir kız olduğunu görebiliyorum. Bana bir şeyler anlatmıyorsun ve bu beni üzüyor. Ama eğer kalbin kırılırsa, bunu o serseriye ödetirim."

"Ne?"

Önce neden bahsettiğini bile anlayamamıştım fakat aptal değildim. Parçalar kafamda hızlıca birleşti, ayrıca serseri kelimesini duyar duymaz aklıma gelen kişi de buna katkı sağlamıştı.

Jungkook.

Adını içimden söylemek bile gerilmeme neden oldu. Aptal kuralı ve diğer tüm şeyler beni biraz daha duygu karmaşına iterken babam sessizliğimden faydalandı.

"Seni üzdüğünü görebiliyorum. Gençken böyle şeyler olur ve ben-"

"Baba," diyerek onu durdurduğumda okulun olduğu semte girmiştik.

"Jungkook ve ben arkadaş bile değiliz. Neden böyle düşünüyorsun anlamadım."

"Arkadaş olmanızı kastetmemiştim." dediğinde, bu kez gerçekten anlamamıştım.

"Nasıl yani?"

Eğer ben akıllı bir insansam, bu babamdan kaynaklanıyordu. Kesinlikle annemden değil. Gerçi, bilimsel deneylere göre insan zekasının yüzde sekseni anneden gelir ama konumuz bu değil. Babama benzediğimi düşünmek daha çok hoşuma gidiyordu, inkar edemezdim.

"Arkadaş olamamanızdan söz ediyorum."

Onunla aramızda gerçekten hiçbir şey yoktu. Neden utandığımı bilmeden gerildiğimde, çoktan eteğimin ucuyla oynamaya başlamıştım.

"Yanlış anladığına eminim baba." dedim, sonra babam başka bir şey söylemedi.

Müze yoluna girene kadar radyodaki popüler şarkıları dinledik, bir ara nefes alabilmek için penceremi açıp rüzgarı içime çektim. Gergin olduğum zamanlarda insanlara belli etmezdim, yine de babamın yanında diğer insanlara göre daha rahat olmam yadırganamaz bir durumdu.

"Evde bazı kurallarımız olduğunu biliyorsun değil mi?" diye yeniden konuya girdi babam. Bir şeyi anlatmaya başlama şekli gayet sadeydi ama genelde odak noktasını kaçırıyor olabilirdi. Eh, yıllardır terfi alamamasına şaşmıyordum.

Sessizliğimi evet olarak kabul edeceğini bildiğimden, sustum.

"Sen sekiz yaşındayken bazı güvenlik kuralları koymuştuk. Şeyden beri..."

Cümlesini tamamlayamadığında, ona bakmak zorunda kaldım. Yüzündeki ifade hiç hoşuma gitmedi.

"Nayeol gittiğinden beri demek istiyorsun ama adını anmıyorsun bile."

Söylediğim şey canını yakmış ya da onu sıkıştırmıştı. Kıravatını gevşetti, yutkundu.

"Her neyse." dediğinde umutsuzca kafamı pencereden tarafa çevirdim.

Babamın duvarları, asla yıkılmayacak türdendi. Tuhaf bir adamdı babam. İyiydi, gerçekten iyiydi. Sadece, önce Nayeol ve sonra annem gittiğinden beri baba olamayacak birine dönüşmüştü. Sorumsuz onun için doğru kelime miydi bilemiyordum, buna yakın bir şeydi ama.

"Geçtiğimiz pazartesi eve çok geç geldin."

Annemin yanında kaldığım günü kastediyordu, onu defalarca aradığım ama ulaşamadığım günü. Hiç-tamam, biraz tanıdığım ama güvenemeyeceğim genç oğlanlar tarafından alınıp eve bırakıldığım, emrivakiden nefret etmeme rağmen bir sürü genci evime aldığım günü. Ah, kesinlikle onun hatasıydı.

Eve geç gelmem kesinlikle onun hatasıydı.

"Saat sekizden önce eve girmen konusunda kurallarımız vardı. Eğer bir yere gideceksen bana haber vermen daha uygun olurdu."

Seni aradım, baba.

Hem de defalarca.

Ama açmadın.

Yutkunup öfkemi bastırdım, okula az bir mesafe kalmıştı. Kendimi bırakırsam okula pek iyi olmayan bir ruh halinde gitmek zorunda kalırdım. Her zaman yaptığımı yaptım, babam haklıymış gibi davrandım.

"Senin için endişeleniyorum Nari."

Endişelenseydin aramalarımı cevaplardın.

"Bazen ben de geç geliyor olabilirim ama ben babayım, o kurallar yalnızca evdeki çocuklar için."

Seni terk etmeyen tek çocuğun benim.

"Bunları seni sevdiğim için söylediğimi biliyorsun değil mi?"

Sevgini hissedemeyecek kadar kırgınım, baba.

"Biliyorsun, değil mi?" İstediği yanıtı alamadığı için sorusunu tekrarladığında ona baktım.

"Evet," dedim sanki yalan söylemiyormuş gibi. Ailemiz artık aile olmamaya başladığından beri babamın kimseyi sevdiğini düşünmüyordum. Ya da en azından, hissedemiyordum.

"Ah, iyi o halde..."

Gülümsedi. Arabayı okulun olduğu sokağın başında durdurdu, ileride trafik vardı.

"Başarılar!" diyordu ben kapıyı açıp inerken. Ona doğru dönüp ukala surat ifademi takındım.

"Eğer bir seri katile rastlarsan, ona numaramı ver."

"Hanginiz için endişeleneceğimden emin değilim!" dediğinde yalnızca güldüm.

Kapıyı itip kapattıktan sonra ona el salladım, bana gülümsedi.

Uzaklaşan siyah arabaya bakarak derin bir iç çektim. Bir kez olsun sesli düşünsem bu halde olmayacağımın farkındaydım.

Okul kapısına doğru döndüğümde, iki adım ötemde dikilen bedenin sahibi elbette şaşırtmamıştı.

Aptalca herhangi bir şey söylemesini bekledim. Dışarı sarkan beyaz gömleği, gevşek kıravatıyla ve o aptal sevimli gülümsemesiyle karşımda durmaya ve susmaya devam etti. Bir şey söylemedi. Ben de söylemedim. Öylece birbirimize baktık, kaç saniye ya da dakika sürdüğünden emin değildim, söylemek zordu. Demek istediğim, gözlerine bakarken ne düşünmem gerektiğini kestiremiyordum. Ne kadar aptal olduğunu mu, yoksa en fazla ne kadar aptal olabileceğini mi?

"Ne var?" dedim sonunda dayanamayıp.

"Hiçbir şey." Gülmeye devam etti. O kadar olumluydu ki, insanın suratına yumruk atası geliyordu.

"O halde çekil önümden."

Ona doğru bir adım attım, gülümsemesini bozmadı.

"Bence önümden çekilmesi gereken sensin." O da bana doğru bir adım attığında, aramızda boy farkı dışında bir mesafe kalmamıştı.

"Hmm. Öyle mi?"

Sinirlenmek için derin bir nefes aldığımda başını eğip mesafeyi gerçekten de azalttı.

"Evet, öyle. Çünkü okul diğer tarafta."

Yüzümü bu kadar yakından incelemesinden hoşlanmamıştım. Bakışları gözlük camlarımı delip geçiyordu, en ufak engele takılmadan düşüncelerim arasına karışıyordu. Bu, beni en çok tedirgin eden şeydi ; insanların gözlerimin içine bakarak soğuk duvarlarımı geçmeye çalışması.

Dikkatimi toplamak için geriye doğru bir adım atıp etrafıma baktım. Ne yazık ki, haklıydı. Okul bahçesinin kapısı benim olduğum taraftaydı.

Utanmamak için ona bakmadan binaya doğru yürüdüm. Arkamdan "İyi dersler Nari!" diye seslendi. Kasten yapıyordu, beni sinirlendirmek için elinde ne varsa döküyordu ortaya. Gerçi, hiçbir şey yapmadan da sinir bozucu birisiydi.

Bu yıl uygulanan yeni bir yönetmeliğe göre uygulamalı derslerde karma sınıf programı vardı ; sene farkı göz ardı edilerek tüm sınıflar başka sınıflarla kaynaşsın ve sosyalleşsin (?) diye böyle bir şeye ihtiyaç duyulmuştu.

Dördüncü derste Amerika'dan gelen Japon asıllı öğretmenimiz Bayan Hamada'nın opera ve müzikâlleri işleyeceği müzik dersi sırasında karma sınıf uygulaması denk geldi.

Yoo Seul heyecanla neyi bekliyordu, emin değildim. Birkaç dakika sonra liste panoya asıldığında yüzünü kocaman bir gülümseme aldı. Muhtemelen birkaç sene sonra arayıp sormayacağı sahte arkadaşlarından birini bekliyordu.

Jungkook, Jae Hwan ve Min Hyuk sınıf kapısından içeri girdiğinde bunun tam bir karmaşa olacağını ön görmek zor değildi. Ben kendi sınıfımdaki listedeydim, bu yüzden başka kimsenin oturmaması için aceleyle çantamı yanımdaki sıraya koydum.

"Heyy! Min Hyuk!" İlk defa bu uygulamayla karşılaştığına emin olduğum Teknoloji Dehası sınıfı incelerken beni son anda fark etti ve o gelene kadar zaten birisi yanıma oturdu.

Çantamı bana doğru uzatan kişiye baktım.

Basketbol oynadığı uzaydan belli olan iri yapılı Jae Hwan göz kırptı.

Ona suratımda koca bir soru işaretiyle baktığımdaysa "Ah sorun olmayacaksa..." dedi.

"Sen zeki ve hoş görünüyorsun. Burada oturmam faydalı olur diye düşündüm."

Bunu neden söylediğini tartışmak yerine "Teşekkür etmeli miyim?" diye sordum. Aptalca bir soruydu. Hiç bana göre değildi ama okulun en belalı ya da popüler olan tipleri her gün benimle konuşmuyordu. Jungkook dışında.

Bunu normal bir durum olarak sayamazdım.

"Gerek yok," dedi Jae Hwan oldukça düz bir tavırla.

"İltifat değildi."

Min Hyuk henüz yanıma ulaşmıştı, nefret dolu gözlerini Jae Hwan'ın üzerinden çekmiyordu. Jae Hwan ona bakmasa bile.

"Acaba kalkabilir misin?" diye sordum kibar olmaya çalışarak.

"Başka bir arkadaşım..."

"Herkes yerlerine! Sınıfta kaos istemiyorum!"

Bayan Hamada çoktan gelmişti. Min Hyuk dışındaki herkes oturuyordu ve neredeyse hepsi bizi izliyordu.

Bayan Hamada elindekileri masaya bıraktı.

"Ah... Bu uygulamada her seferinde aynı şey..." Dosyalarını düzeltti. Kalem eteğinin içinde gerçekten çok güzel görünüyordu.

"Lee Min Hyuk, birinci sınıf olduğunu biliyorum, bu senin için de tuhaf ama lütfen oturur musun? Gerekli bilgilendirmeyi az sonra yapacağım."

Min Hyuk istemeye istemeye en arka sıraya geçti.

"Ayrıca nasıl olsa yerleriniz değişecek bu yüzden mızmızlanmayın..." Bayan Hamada son uyarıları yaparken müzik defterimi ve kalemliğimi düzenli olarak sırama bıraktım. Jae Hwan ise çanta bile getirmemişti.

"Vayy, gerçekten disiplinlisin," gibi saçma bir yorum yaptığında küçümseyici bir bakış attım.

"Sen de biraz olsaydın iyi olurdu."

"İyi bir sporcu olmak için disiplin gerekir. Herkes ne kadar harika bir basketbolcu olduğumun farkında. Sen değil misin?"

Ukala suratıyla bunu söylediğinde ülkedeki erkeklerin hepsinin neden böyle olduğunu düşünmeye başladım. Neden erkekler bu kadar ukala ve aptal olmak zorundaydı? Hepimiz karşı cinsle ya da hem cinslerimizle en ayrıntılı ve tehlikeli deneyimleri lisede yaşıyorduk. Yüzeysel olsa da, neden bana hep aptal olanlar denk geliyordu ki?

Kendimi tutamayıp "Bundan bana ne Jae Hwan?" diye sorduğumda Bayan Hamada bilgisayarda uğraştığı şeyi bırakıp kafasını kaldırdı.

"Sessizlik lütfen."

Önüme dönüp tahtadaki müzik grubuna odaklanmayı denediğimde üzerimde bir çift göz hissettim. Sol tarafta, pencerinin yanındaki sırada oturan Jungkook telaşla bir kağıt parçasına bir şeyler karalayıp bana doğru tuttu.

Şöyle yazıyordu ;

"Dudaklarımı oku."

Bayan Hamada'yı kontrol ettim, bilgisayardan açmaya çalıştığı dosyayla ilgili bir sorun yaşıyordu, bu yüzden fark etmezdi.

Kafa salladım.

Jungkook dudaklarını kıpırdattı.

"Konuşmamız gerek."

Ben de ses çıkarmadan aynı şekilde cevap verecektim ama bir anda dudaklarıma odaklanmasından rahatsız olacağım geldi aklıma. Defterin arkasına "Neden?" yazıp ona doğru tuttum. Ve tabii ki, bunu yapmadan önce hala bilgisayarla ilgilenen Bayan Hamada'yı kontrol etmiştim.

"Dersler hakkında, GARAJ'a gitmeliyiz." diye kıpırdadı Jungkook'un dudakları.

"Konuşmak isteyip istemediğimi sormadın." yazdım, ona gösterdim.

Cevap vereceği sırada Bayan Hamada "Evet çocuklar," diyerek ayağa kalktı.

Bu yüzden o da pantolonunun cebinden telefonunu çıkardı. Yarım dakika sonra çantamın içindeki telefonum titrediğinde, mesajın ondan geldiğini anladım ama umursamadım. Dersi dinlememe engel oluyordu.

Kendimle çeliştiğim bir iç ses-mantık diyaloğu yaşadım, kesinlikle kendime saklamayı tercih ettiğim bir konuşmaydı.

Bayan Hamada Mozart'ın operalarını överken (ki haklı övgülerdi) Jungkook yüzünden telefonum bir süre daha titremeye devam etti. Ona aldırış etmemeye devam ettim.

Ve dersin ortasında, telefonum titremeye devam ederken Bayan Hamada herkesin yer değiştirmesini istedi, herkes kendi tanıdığı birilerinin yanına giderken Jae Hwan ve ben yerimizden kalkmadık. Bayan Hamada, birkaç adım yürüyüp bizim önümüzde durdu.

Panodaki listeyi gösterip KARMA ÖĞRENCİ PROGRAMI yazısını işaret etti.

"Kurallar. Arkadaşlar, beni dinlemiyor musunuz?"

Jae Hwan istemeye istemeye kalktığında pencere kenarında oturan Jungkook ve sağ tarafımda kalan Min Hyuk önce birbirlerine sonra da yanımdaki boş sıraya baktılar. İkisi de birden yerinden fırladığında Jungkook'un paçası kenardaki sıraya takıldı ve bu yüzden yanıma oturan kişi Min Hyuk oldu.

İlk kez bu uygulamada en çok istenen sıra benim yanımdı. Hatta belki hayatım boyunca bir ilkti.

Gerçi, bunu neden yaptıklarına dair hiçbir fikrim yoktu. Umursamayı da düşünmüyordum.

Dersin sonunda Bayan Hamada izlediğimiz operadaki karakterlerle ilgili bir yazı yazmamızı istedi. Herkes kendi sıra arkadaşıyla eşleşiyordu ve bu harikaydı çünkü benim sıra arkadaşım zaten birlikte ders çalıştığım Min Hyuk'tu.

Günün bu kısmına kadar her şey normal ve sorunsuz görünüyordu. Sorun tam olarak şurada başladı :

Son dersimiz kimyaydı ve öğretmenimiz benden alt kattaki öğretmenler odasından ödev listesini getirmemi istedi.

Alt kata indim. Burası birinci sınıfların olduğu kattı, okuldakiler genelde "Çömez Katı" der ve genelde burada bulunmazlardı.

Odaya gidip masanın üstündeki listeyi aldım, koridordan yürüyüp gideceğim sırada Min Hyuk'un sınıfından bir ses geldi.

"Sana burada başka dil konuşma demedim mi?"

Durmadım. Yine birileri birilerine zorbalık yapıyordu, burası liseydi ve kesinlikle lisenin korkunç yırtıcı hayvanlarla dolu bir kafeste yaşamaktan bir farkı yoktu. Bu durumu normal karşılayabilirdim.

Min Hyuk'un sesini duyana kadar.

"Sen... Bana ne yapa... yapacağımı söyleyeme-söyleyemezsin."

Kekelemesi fazlasıyla kötü hissettirmişti.

Sınıf kapısını tereddüt etmeden açıp içeri girdim. İçerisi neredeyse boştu, birkaç uyuyan, telefonla oynayan öğrenci, zorba Jae Hwan ve karşısında korkuyla duvara yaslanmış olan Min Hyuk vardı.

"Nuna?"

Beni görünce yüz ifadesi değişmeyen öfkeli Jae Hwan'ı kolundan itip Min Hyuk'a ulaştım.

"İyi misin?"

"İyiyim," Sesindeki tedirginlik devam ediyordu.

"Nuna, git lütfen." Gözlerini kaçırması sinirlerimi bozuyordu. Utanıyor muydu, korkuyor muydu, anlamıyordum.

Arkamda kalan Jae Hwan ise bir saniye olsun susmayı denemiyordu.

"Kardeşine biraz saygı öğretmelisin. Büyüklerine karşı-"

"Onu rahat bırak."

Cümlesini yarıda kesmiş olmam hoşuna gitmiş olmalı ki gülmeye başladı.

"Ooo, böylesine silik bir karakterden bu hareketi beklemiyordum doğrusu."

"Defol git, Jae Hwan." dedikten sonra Min Hyuk'u kolundan tutup sınıftan çıkarabilmek için kendime doğru çektim.

O bana itiraz edecekken, Jae Hwan o koca gövdesiyle önümüzde durdu.

"Konuşmamız henüz bitmedi."

Bıkkınlıkla ofladıktan sonra "Ne istiyorsun?" diye sordum.

"Şu veledin okul kurallarımızı öğrenmesini istiyorum. Ayrıca senin de."

"Adını doğru yazamayan birini ciddiye alamıyorum." derken histerik bir gülüşle baktım o ukala suratına. Geçen sene okul takımındaki formasına adını yanlış heceledikleri için epey alay konusu olmuştu.

Uyanan ve dikkatini bize veren tüm öğrenciler güldüğünde Jae Hwan'ın özgüveni de zedelenmişti. Yalnızca yüzünden bile anlaşılıyordu, terleyen ellerine bakmaya gerek yoktu.

Onu alt etmiştim, hayatımda ilk defa bir zorbayı alt etmiştim.

Gitme zamanıydı. Gösterinin kapanışı havalı bir çıkış olmalıydı.

Gelmek istemediği için kolunu kurtarmaya çalışan Min Hyuk'la sınıf kapısına geldiğimizde Jae Hwan "Kimsin sen?" diye seslendi.

İkimiz de istemeden durduk. Soru, normal gibi görünüyor olabilirdi. Fakat Jae Hwan'ın tonlaması öylesine aşağılayıcıydı ki.

Arkamı dönmeden cümlesinin devam etmesini bekledim.

"Ben neden hiçbir okul etkinliğine davet edilmediği için öğrenci komitesine girip bir şeylere dahil olmaya çalışan bir eziği ciddiye alayım?"

Çirkin bir kahkaha attı.

"Bir de bu haliyle gelip başka ezikleri kurtarmaya çalışıyor..."

Adımları bana doğru yaklaştığını anlatıyordu. Yakınımda durup elimdeki ödev listesini aldı, inceledi. Ona yandan nefret dolu bir bakış attım.

"Ah... Yenilerde bir okul dansı var ama sen muhtemelen gelemezsin. Ödev listenle ilgilen."

Listeyi elinden hızla çekip aldıktan sonra beklemeden Min Hyuk'u da çekiştirerek sınıftan çıktım.

Koridorda yürürken ne düşüneceğimden emin değildim. Merdivenlere varmadan Min Hyuk kolunu kurtardı.

"Nuna! Beni duymuyor musun?"

Dikkatimi toplayıp ona doğru döndüm.

"Ne? Efendim?"

"Beni rezil ettin!"

Anlamayan bir yüz ifadesiyle ona baktığımda başını elleri arasına aldı.

"Ah! What the hell is this bullshit?!"

"Hey, sakinleş." derken bunu ikimiz için de söylüyordum.

"Sakinleşeyim öyle mi? Beni herkese rezil ettin!"

"Sınıfta sadece birkaç kişi vardı." diyerek kendimi savunmaya geçtiğimde sesimin yükselmemesi için uğraşıyordum.

Ders saatindeydik, derste olmamız gerekiyordu. Kimya öğretmenine vermem gereken bir liste vardı ve burada asi bir ergenle uğraşıyordum.

"Görmedin mi? Her şeyi telefonlarıyla çektiler!" dedi az önceki korku dolu gözlerle bana bakan halinden eser kalmayan öfkeli Min Hyuk.

"Okulun internet sitesine yüklemeyeceklerini nereden bilebiliriz?"

Bizi kaydettiklerinden haberim yoktu, yine de endişelenecek bir durum olmadığını düşünüyordum.

"Resmen kendini savunamayan bir aptal oldum! Üstelik muhteşem popüler ve havalı Sunya Nunası'ndan yardım isteyen bir aptal olacağım!"

Kullandığı kinayeli kelimeler hoşuma gitmemişti, ama o an için takılacağım son şeylerdi.

"Yüzyıl boyunca böyle hatırlanacağım, mutlu musun? O videoyu okul sitesine yüklerlerse neler olur biliyor musun?"

"Burası Santa Monica Lisesi falan değil, Min Hyuk." dedim.

"Güney Kore'desin. Burada öyle şeyler yapmıyorlar."

"Tabii. Göreceğiz."

Arkasını dönüp üst kata çıkmak için merdivenlere yöneldiğinde ona birkaç defa seslendim ama arkasına bakmadı.

"Min Hyuk! Nereye gidiyorsun?"

"Beni rezil edemeyeceğin bir yere!"

Ardından gidebilirdim. Yapmadım. Bunu yapmak kimseyi sakinleştirmeyecekti. Bize bir faydası olmazdı. Bu yüzden ders arası başlamadan sınıfa koştum.

Öğretmenimiz yüz ifademi görene kadar beni azarlamaya hazırlanıyordu. Göz göze geldiğimizde iyi olup olmadığımı sordu. İstiyorsam revire gidebileceğimi söyledi. İyiyim, dedim. Ama değildim.

Tüm dersler bittiğinde, kimseyle konuşmadan sınıftan çıktım. Koridorda yürürken Min Hyuk'un sınıf arkadaşlarının bana baktığını ve bir şeyler konuştuğunu gördüm. Belki de sadece arkamdaki güzel kıza bakıyorlardı ya da onun gibi bir şeydi. Belki benimle hiç alakası yoktu. Belki de ben ne düşünmek istiyorsam öyle düşünüyor ve boşuna kuruntu yapıyordum. Ama kendi nefes alışverişim dahi bana kötü hissettiriyordu.

Lisede, ortaokulda ve hayatının her döneminde yalnızca insanların bakışlarıyla bile aşağılanmaya alışık bir insandım. Belli ki bir süredir çevremde arkadaş kavramına benzer şeyler olunca kim olduğumu unutmuştum. O yüzden bu kadar ağır gelmişti Jae Hwan'ın sözleri. İşte şimdi kendimi yeniden çöp gibi hissediyordum. Jungkook'un beni GARAJ'da ilk gördüğünde baktığında gözlerindeki şey de buydu. Çöp oluşum.

Otobüse binemeyecek kadar dikkatim dağılmıştı, yürüyemeyecek kadar yorgundum.

Merdivenleri inerken her basamakta kendime iğrenç şeyler söyledim. Sonunda bahçeye çıkıp derin bir nefes aldığımda köşede Bangtan ve Üçlü Parazitleri gördüm.

Harika arkadaş gruplarıyla gülüyorlardı.

Jungkook da oradaydı, okul gömleği pantolonun dışındaydı, kıravatı gevşemişti. Onunla konuşmak şu an için isteyeceğim son şey bile olamazdı.

Beni fark etmemeleri için diğer taraftan yürümeyi düşündüm. Sonra kendi kendime "Sen Sunya'sın," dedim."Geçip git, kimse fark etmeyecek zaten."

Fark etmediler.

Durakta yarım saat oturarak kendimden ve hayatımdan nefret ettim.

Sonra eve gittim, odama çıkıp günlük rutinlerimi tekrarladım. Ödevlerimi yaptım.

Normaldi.

Mutsuzdum ve hayat normaldi. Telefonum bir kez olsun çalmadı. Normalde her gün bana saçma mesajlar atan Yooseul'ın bile umrunda değildim.

Sunya'ydım. Öyle kalacağımdan emindim.

Continue Reading

You'll Also Like

2.4K 418 7
"bu, senin fısıltılardan oluşan karanlığıma, yeni bir fısıltı eklemek istemiyorum." ⤷ nct, bxg. start: 08.03.2019 finish: 25.11.2019
220 151 5
"Kos koca dünyada, neden başka biri deilde, neden sadece benim sevdiğim çocuk?"
1.5M 120K 69
Zıtlıklar her zaman uyumsuzluk getirirdi. Mesafeli, idealist ve kalbi buz gibi bir kız, onun aksine sıcacık kalbi ve çocuk ruhuyla gülümseyen bir er...
68.7K 8.2K 31
safkan alfa jungkook, kırık bir kalple ㅡ jimin ile karşılaşır.