ATEŞ VE KILIÇ

Af cassteall

292 9 24

Bir bilgisayar oyunundan esinlenerek kendi üslubumla yazdığım bu hikayede dört kafadarın komik, eğlenceli ve... Mere

Ateş ve kılıç

292 9 24
Af cassteall


                                Acıması ve affı olmayan bir dünyada zayıflara yer yoktu. Sadece güçlü olanlar diğerlerine baskın gelebilirdi. Böyle bir hayat görüşünün benimsendiği bir çağda ülkeler alev alev yanıyordu. Havada kan ve barut kokusu vardı. Hırslı krallar topraklarını genişletmek için savaş açıyordu. Savaş maliyetliydi. Bu yüzden krallar yoksul halklarından vergi istiyorlardı. Yetmiyor, savaşması için evlatlarını istiyorlardı. Yetmiyor, kendi hırsları uğruna başlattıkları savaşın haklılığına inanmalarını bekliyorlardı. Zavallı halk savaşın demir pençesi altında eziliyordu. Krallarına para verdiler, evlat verdileri, inançlarını verdiler. Hepsinin de tek bir isteği vardı. Bir an evvel zafere kavuşmak ve böylece vermekten kurtulmak. Oysa hep gözden kaçırdıkları bir gerçek vardı. Ateş ve kılıç bir araya geldiğinde, verilen ya da alınan hiç bir şey yeterli değildir.

Lehistan ve Rusya karşı karşıya gelmişti. Birçok çıkar çatışması yaşıyorlardı. İki büyük devlet savaşın çıkması için ufacık bir kıvılcım bekliyordu. Küçücük bir kıvılcımın yangın çıkaracağı kesindi. Ancak bu yangının nerelere sıçrayacağını kestirmek zordu. Sonunda beklenen kıvılcım havada çaktı. Bir grup eşkıya Lehistan sınırları içindeki Ponry kasabasına saldırmıştı. Köylülerin iddiasına göre gelenler eşkıya kılığına girmiş Rus askerleriydi. Haber bir anda tüm Lehistan'a yayıldı. Kral Jan Kasimir SEJM meclisini topladı. Sejm, ülke soylularının bir araya gelerek oluşturdukları bir komisyon meclisti. Ülke hakkındaki tüm önemli kararlar bu mecliste alınırdı. Lehistan Kralı hanedanlıkla değil; sejm meclisinin oylamasıyla seçilirdi. Aynı meclis dilerse Kralı tahttan indirebilirdi. Yarı feodal yarı demokratik özellik taşıyan bu sistemle ülkeyi yönetmek gerçekten zordu. Toplanan sejmde savaş kararı alındı. Çok geçmeden hazırlık yapıldı. Bir ay sonra savaş başladı. Savaşın daha 6. Gününde ölü sayısı çoktan yedi bine ulaşmıştı. Çarpışmalar çok şiddetli geçiyordu. Öte yandan Kazaklar bu savaşı kendileri için bulunmaz bir fırsat olarak görüyordu. Ezeli düşmanları Lehler Ruslarla çarpışıyordu. Bu Lehistanı ortadan kaldırmak için bulunmaz fırsattı. Kazak atamanlığı Ataman boğdan Himeniltski tarafından yönetiliyordu. Himeniltski çakal gibi kurnaz bir adamdı. Bir önceki Ataman Ivan Barabbası türlü hilelerle oyuna getirdi. Tebasını Barababbastan soğuttu. Sonunda soyluların desteğini alarak Barabbası tahtından indirdi. Yerine ise kendi geçti. Ne gariptir ki tüm kazaklara hükmeden Himeniltski aslen Lehti. Bu kurnaz, kaypak ve Leh asıllı adam bir girişimde bulundu. Rus Çarı Alexi Michelayovich'e bir mektup gönderdi. Bu mektupta tam olarak şöyle yazıyordu:

YÜCE VE BÜYÜK HAŞMET MAAP ÇAR 1. ALEXİ MİCHELAYOVİCH'E

AZİZ ÇAR, EZELİ DÜŞMANIMIZ OLAN LEHLERLE SAVAŞA GİRMENİZ BİZİ ÇOK SEVİNDİRDİ. BU SAVAŞ ORTAK DÜŞMANIMIZ OLAN LEHİSTANI TARİH SAYFASINDAN SİLMEK İÇİN BÜYÜK NİMETTİR. GÜÇLERİMİZİ BİRLEŞTİREREK ÖNCE LEHLERİ VE SONRA BAŞ BELASI TATARLARI SONSUZA DEK YOK EDEBİLİRİZ. YÜCE ÇARIMIZ BELLİ BAŞLI TOPRAKLARIN BİZE VERİLMESİNİN SÖZÜNÜ VERDİĞİ ANDA, BEN ATAMAN BOĞDAN HİMENİLTSKİ ÇAR'A BAĞLILIK YEMİNİ EDİP EMRİ ALTINA GİRMEYE HAZIRIM.

Rusyada 100 yıl süren dertler dönemi henüz yeni bitmişti. Çar 2. Petro, namı diğer deli Petro, ''Yenile yenile yenmesini öğreneceğiz'' sloganıyla halkını savaştan savaşa sürüklüyordu. Sürekli kaybedilen savaşlar Rusyayı bunaltmıştı. Savaş yüzünden ticaret de kilitlenmişti. Bu durum tüm burjuva ailelerine kan ağlatıyordu. Burjuvaların en ileri gelenleri olan Michelayovich ailesi ileri atıldı. Deli Petroyu bir suikastle öldürüp yönetimi ele geçirdiler. Petronun o yıl iki erkek bebeği dünyaya gelmişti. Çar 2. Petro her iki oğlu için altından birer haç kolyesi yaptırmıştı. Bebeklerden biri sadece 1 hafta yaşadı. Ölen bebeğin kolyesi Moskova müzesine kaldırıldı. Diğer bebek ise, suikast girişimi yapıldığında Petronun sadık adamları tarafından saraydan son anda kaçırıldı. Çocuk yetiştirilmek üzere bir manastıra teslim edildi. 20 yıl sonra ortaya bir adam çıktı. Çarın oğlu olduğunu iddia etti. Davasının meşruluğunu soran herkese boynundaki altın haçı gösterdi. Altın haçı görenler bu adamın önünde diz çöküp ''Çok yaşa Çar'' diye haykırdı. Bir rivayete göre manastırdaki çocuk salgın hastalık döneminde ölmüştü. Üstelik Çarın oğlu olduğunu iddia eden adamın eşgali Petroya zerre kadar benzemiyordu. Ayrıca yaşı da manastıra verilen bebeğin yaşıyla uyuşmuyordu. Ancak boynundaki altın haç tüm dengeleri alt üst ediyordu. Michelayovich yönetiminden memnun olmayan bazı lordlar şaibelere aldırmadı. Bu genç adama bağlılık yemini edip isyan başlattılar. Yeni Çar Kazaklara toprak sözü vererek desteklerini aldı. Rusyanın yarısını fethettiler. Ancak yeni Çar sözünde durmadı. Vadettiği toprakları Kazaklara vermedi. Bunun üzerine Kazaklar hızla desteğini geri çekti. Desteksiz kalan yeni Çarın orduları dağıtıldı. Esir düşen Çar öldürüldü. İbret olsun diye vücudu parçalara ayrıldı. Her bir parça Rusyanın dört bir yanında halka sergilendi. Kellesi günlerce Moskova şehrinin surlarında sallandı. Halk için bir ümit ışığı olan yeni Çarın parçalanması 100 yıl sürecek bir isyan dalgası başlattı. 100 yılın sonunda Alexi Michelayovichin tahta geçmesiyle dertler dönemi ve isyanlar son buldu. Artık Rusya toparlanmış, Lehistana kafa tutar hale gelmişti. Hele bir de Kazakların destek vermesi Rusyayı şaha kaldırmıştı. Çar, Ataman Boğdan Himeniltskinin teklifini kabul etti. Himeniltski Çar ile buluşup yüzüğünü öptü. Savaş boyunca Çarın bir generali gibi hareket edip, Çara sadık kalacağına yemin etti. Elbette bazı topraklar karşılığında. Kazak lordları bu şeytana inanıp eski Atamanlarını tahtından ettiler. Sırf bu yüzden zaten yeterince hicap duyuyorlardı. Bu da yetmiyormuş gibi yeni Atamanları resmen Çarın fahişesi olmuştu. Bu durum Kazak lordlarını kahretmişti. Ancak Kazakların karakter yapısı güçlüydü. Şu aşamada isyan çıkarmak ülkenin geleceğini tehlikeye atmaktan başka bir işe yaramazdı. Lordlar ülkelerinin geleceği için Himeniltskiye emre itaatte kusur etmediler.

Kral Jan Kasimir Himeniltski kadar şanslı değildi. Leh lordlarının yarısı, en az diğer yarısına düşmandı. Leh soyluları kendi aralarında çıkar çatışmaları yaşıyordu. Bazen ortada hiçbir sebep yokken iki lord bir birine gücenip düşmanca tavırlar sergiliyordu. Durum böyle olunca ülke savunması zor durumda kalıyordu. Rusların ve Kazakların ittifaki Lehistanın böğrüne demir bir yumruk gibi inmişti. Kral Jan Kasimir elindeki kuvvetlerle savaş meydanlarında koşturuyordu. Ne zaman desteğe ihtiyaç duysa güvercinle lordlarına haber gönderiyordu. Ancak çağırdı her iki lordtan biri diğerine olan düşmanlığı yüzünden gelmiyordu. Üstelik bu ahmakça hareketlerinin sonucunda yaşanan yenilgiden Kralı sorumlu tutuyorlardı. Kral, böyle giderse ülkenin parçalanacağını biliyordu. Hızlı düşünüp hızlı hareket etmeliydi. Sonunda radikal bir karar aldı. Sejm meclisini toplayıp fikrini açıkladı. Bu fikri tüm lordlarına kabul ettirdi. Karar belliydi. En kısa zamanda İslam Girayla irtibata geçilecekti. Kazakların savaşı kazanması halinde Tatarların başına gelebilecek felaketler ortaya sürülecekti. Ne pahasına olursa olsun Kırım Hanlığıyla ittifak kurulacaktı.

Kırım hanlığı son 100 yılda topraklarını epeyce genişletmişti. Sonunda Kazak atamanlığına sınır komşusu olmuştu. Kırım hanı İslam giray genç yaşına rağmen savaş konusunda tecrübeliydi. Oldukça zeki bir liderdi. 90 yaşındaki bir adamın bilgeliğine ve soğukkanlılığına sahipti. Son derece yakışıklı ve karizmatik bir liderdi. Kırım hanlığı Müslüman bir ülkeydi. İslam anlayışı yönetime de yansımıştı. Beyleri İslam giraya ölümüne sadıktı. Üstelik bu sadakat her hangi bir çıkara da dayanmıyordu. Müslüman Tatarlar emre itaatsizlikten veyahut hainlikten tiksinerek kaçınırlardı. Çünkü onlara göre Hanlarına itaatsizlik etmek veya ikilik çıkarıp bozgunculuk yapmak Allah katında büyük günahtı.

Tatarlar kılıç ve kalkan kullanmada pek usta sayılmazlardı. Ancak ellerine bir at, bir ok ve yay geçtiğinde durdurulamaz bir ordu haline geliyorlardı. Kırım hanlığı bu açıdan çok önemli bir ülkeydi. Azılı bir düşman; ya da kıymetli bir müttefik olabilirdi. Kırım hanlığı tek amacı sıcak denizlere inmek olan Rusya ile jeopolotik olarak düşmandı. Ancak son yüz yılda iki ülke arasında tek bir çatışma bile olmadı. Bu da Kırım hanlığına topraklarını genişletmesi için büyük imkan sağladı. Çatışma olmamasının iki büyük nedeni vardı. Birincisi 100 yıl süren dertler dönemiydi. İkinci sebep ise Kazak atamanlığının her iki ülke arasında tampon bölge vazifesi görmesiydi. Oysa bu gün Kazak atamanlığının Rus Çarlığıyla ittifaka girmesiyle ortada tampon bölge diye bir şey kalmamıştı. İslam giray sınır komşusu olan Kazaklarla bir gün mutlaka savaşa gireceğini biliyordu. Ağabeyi Mehmet giray ve beylerinin tüm ısrarına rağmen Kazaklara savaş açmamıştı. İslam giray savaşacağı gün gelene kadar Kazaklarla ticari ilişkiler kurmayı tercih etti. Böylece hem arayı iyi tutacak hem de ekonomisini güçlendirecekti. İslam giray Rus ve Kazak ittifakını zaten 3 ay öncesinden çözmüştü. Bunu Kazakların ticari ilişkiyi aniden kesmesinden anlamıştı. Kafasında her şeyi tarttı. Lehistanın yenilmesi halinde sıranın Kırım hanlığına geleceğini biliyordu. Bu yüzden Lehistanla ittifak kurmaya 3 ay önce zaten karar vermişti. Ancak İslam giray teklifin Kral Jan Kasimirden gelmesini bekledi. İslam giray bekledi çünkü Kırımın yardım teklif eden aciz ülke olmasını istemedi. Yardım istenilen kurtarıcı ülke olmasını istedi. Böylece politik olarak üstün duruma geçecekti. Zamanı gelince Lehistana tüm şartlarını kabul ettirecekti. Sonuç olarak ittifak teklifine hızla olumlu yanıt verdi. Düne kadar Kazaklarla savaşmak için yanıp tutuşan Mehmet giray bu kez geri adım attı. ''Bize ne elin kavgasından ''diyerek fikrini belirtti. Babaları tahta İslam girayın değil de Mehmet girayın geçmesini vasiyet etseydi büyük ihtimalle Kırım hanlığı 10 yıl içinde yok olurdu. Kardeşinin aksine İslam girayın zekası 50 kılıç keskinliğindeydi.

Lehistan krallığı, Rus çarlığı, Kazak atamanlığı ve Kırım hanlığı... Dört dev savaşmak için kollarını sıvamıştı. Savaş fırtına gibi aniden bastırdı. Çatışmaların daha birinci ayında ölü sayısı kırk bini çoktan geçmişti. Savaş her yeri kasıp kavuruyordu. Dört büyük güç zafer için sürekli planlar yapıp duruyordu. Her ne plan yapılırsa yapılsın planların sonuna 5. Güç olasılığı da ekleniyordu. Tüm stratejiler 5. Gücün her an savaşa dahil olup dengeleri alt üst edebileceği yönünde tasarlanıyordu. 5. Gücün adı İsveç Krallığıydı. İsveç Krallığının tüm dünyada korkulan zırhlı birlikleri vardı. Batı Avrupalılar ''Eğer düşmanın ölmek nedir bilmiyorsa kesin İsveç ordusudur.'' Diyorlardı. Son on yıla kadar İsveç bir Kraliçe tarafından yönetiliyordu. Kraliçe Elenie. 7 dil biliyor. Bir bürokrat. Bir diplomasi uzmanı. Aynı zamanda müthiş bir hayırsever. Ülkesinde ne zaman bir felaket yaşansa Kraliçe Elenie o bölgeye hazineden para yağdırırdı. Halkının Elinie ye olan sevgisi tapınma seviyesindeydi. Öyle ki bir gün Arap yarım adasından bir elçi geldi. Ammar bin İsmail. Ammar şehirde Kraliçeyle yürüyüşe çıktığı bir gün konuyu sadakatten açtı. Bunu özellikle yaptı. Çünkü Şahından böyle emir almıştı. Ammar sonunda gerçek niyetini belli etti. Kraliçeye '' Majesteleri bence halkının sadakatini çok abartıyor.'' Dedi. Kraliçe nasıl bir sınavla karşı karşıya geldiğini anında anladı. Güler yüzlü bir şekilde konuştu. ''Demek abarttığımı düşünüyorsun. Dilimizi iyi biliyorsun. Kalabalığın içinden birini seç ve mesleğini sor.'' Dedi. Ammar bir süre etrafına bakındıktan sonra genç bir adamı yanına çağırdı. Ona mesleğini sordu. ''Ben yoksul bir çiftçiyim efendim'' cevabını aldı. Kraliçe söze girdi. ''Demek çiftçisin delikanlı. Peki ya ellerinden birini kaybetseydin ne olurdu?'' diye sordu. Genç adam ''Ne olacak Kraliçem, ben ve ailem açlıktan ölürdük'' dedi. Kraliçe Elenie adama kılıcını uzattı. ''Öyleyse emrediyorum bir elini kes'' dedi. Ammar eşekten düşmüş karpuza döndü. Genç adam kılıcı aldı. Kraliçesine gülümsedi. Demirci dükkanına girdi. Sol elini tezgaha yatırdı. Tek darbeyle elini kesti. Kanlar fışkıran bileğini körük ateşiyle dağladı. Kopan elini de alıp kraliçesinin önünde diz çöktü. Başını öne eğip kopmuş elini uzattı. Kraliçesine şöyle dedi: ''Bütün ailem size feda olsun Kraliçem''. Kraliçe adamın kopan uzvunu aldı ve zangır zangır titreyen Ammarın eline tutuşturdu. ''Şahına söyle, bir daha halkımın bana olan sadakatini sınamaya kalkmasın. Yoksa ben Onun tebasının sadakatini sınarım'' dedi. Ammar titreyerek ve yalpalayarak şehir meydanından kaçtı. Kraliçe yüksek sesle eli kopan adamı ölünceye kadar maaşa bağladığını ilan etti. Kalabalığın içinden sesler yükseldi. ''Kraliçem benim de elimi kesin'', ''Kraliçem bacağımı koparın gitsin'', ''Kellem sizindir Kraliçem'', ''Kraliçem beni deşmek istemez misiniz?''. Tebası tarafından böylesine sevilen Kraliçe Elenie, ihaneti en yakınından gördü. Son derece kurnaz ve merhametsiz kuzeni Gustaf Onu tahtından etti. Kraliçe kuzeni Gustafı çok severdi. Sadık adamlarının tüm uyarılarına rağmen Kraliçe kuzeni Gustafı Allenstein kalesi lordu ilan etti. Çok geçmeden de ordularının generali yaptı. Gustaf isveç lordlarının bazılarını sevdikleriyle tehtit etti. Bazılarını rüşvetle satın aldı. Bazılarını şantajla kendi safına çekti. Eski gelenekleri ortaya atarak bir kadından emir almayı reddetti. Lordların yardımıyla Eline yi tahttan indirdi. Papanın elinden Krallık tacını giydi. Önce Elenie yi sürgün etti. 48 saat sonra da Eski Kraliçe Elenie yi vatan haini ilan etti. Başına yüz bin altın ödül koydu. Buna rağmen Elenie yakalanmadı. Çünkü halkı Kraliçesini yüz bin altına satmadı. Kraliçeye sadık olan lordlar gizlice bir komisyon oluşturdu. Bu komisyon sadece bir kez bir araya geldi. Ve sadece iki karar alındı.

1.Karar: Zamanı geldiğinde Gustaf köpeği sadık adamlarıyla beraber lime lime doğranacak. Akabinde tüm soylular Kraliçe Elenie nin kılıcı altında yeniden birleştirilecek.

2.Karar: O kadim gün gelene kadar isyana lazım olacak olan maddi güç için gizlice birikim yapılacak.

Kral Gustafın sinsiliği hayatının her aşamasına ve her hareketine yansıyordu. Dört büyük ülke savaşırken, O tarafsız kalıp savaşmamayı tercih etti. Kral Gustaf kanlı pençelerini geçirmek için bu dört ülkenin savaşta zayıflamasını bekliyordu. Böylece çok az bir maliyet ve asker kaybıyla çok geniş topraklara hükmedecekti.

Dört atlı Lehistanın bozkırlarında deli gibi at koşturuyorlardı. Hepsi de aynı amaç için bir araya gelmiş gezgin, serseri ve silahşör tayfasıydı. Liderlerinin adı Kyamdı. Kyam geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Çocukluğunu küçük bir kasabada ayak işleri yaparak geçirmişti. Hiçbir konuda boyun eğmeyen, inatçı ve azimli olduğu için kasaba halkı Ona dik duruş manasına gelen Kyam edını verdi. Kyam 12 yaşına bastığında dünyayı gezmek için yollara düştü. Dünyanın dört bir yanında bulundu. Yüzlerce kılıç ustasından öğrebebildiği her numarayı kaptı. Sonunda dünyanın sayılı kılıç ustalarından olabilecek bir seviyeye geldi. Yolu Osmanlı topraklarına düştüğünde ilk durağı İslambol dedikleri şehir oldu. Burada demirci Ethem babayla tanıştı. Ethem baba bu delikanlıyı çok sevmişti. Ona kılıç yapmanın inceliklerini öğretti. Osmanlı halkı bir tarafı keskin kavisli kılıçlar kullanıyordu. Kyam her iki tarafı keskin ve düz kılıçları tercih ediyordu. Kendine aynen böyle bir kılıç yaptı. Demirci Ethem baba bu kılıcın soğutma işlemini suyla değil; katır çişiyle yaptı. Kyam niçin böyle yaptığını sorduğunda ''Katır çişiyle yapılan kılıcın açtığı yara kapanmaz evlat. Sonuç mutlak ölüm olur. Senin gibi bir baba yiğide de böylesi yakışır'' dedi. O günden sonra Kyam ne zaman kılıcını kınından çekse mutlaka en az bir kişi öldü. Frank grubun en yaşlısı ama en güçlüsüydü. Sırtında daima kalın ve geniş bir kalkan taşırdı. Bu kalkanı çok nadir kullanırdı. Genelde sırtında taşıyarak arkasını sağlama aldığına inanırdı. Memleketinde özel olarak yaptırdığı iki kısa baltayı kullanırdı. Bu baltalar tüyden hafif kayadan ise sağlamdı. Ayrıca uçları jilet gibi keskindi. Frank baltasını çekip kalabalık bir gruba daldığı zaman en fazla 1 dakika içinde ortalık kopmuş kafalar bacaklar ve kollarla doluyordu. Hans bir alman serserisiydi. Hayatta en büyük tutkusu eğlenmekti. Hans bütün silahları kullanabiliyordu. Ancak en usta olduğu silah mızraktı. Hans için mızrak silah değil vücudunun bir parçasıydı. Hans eline mızrağını aldığı zaman abartısız 15 kişiyi göz açıp kapayıncaya kadar zorlanmadan öldürebiliyordu. Hansın eline mızrak vermek patlamak üzere olan bir fıçı barutun üstüne oturmak gibiydi. Grubun en sessiz adamı Ericti. Eric bir sosyo pattı. Kolay kolay konuşmazdı. Son derece sessiz ve hareketleri önceden tahmin edilemez biriydi. Kyam, Frank ve Hans Ona rastladıklarında saatler önce öldürdüğü 3 adamın vücuduna ok saplayıp duruyordu. Kyam Ona bu üç kişiyi neden öldürdüğünü sorduğunda ''bilmem'' anlamında omuz silkmişti. Bunun üzerine Kyam Ona ''Seni yanımıza alsak, macera ve altın peşinde koşsak, bir gün uyurken sebepsiz yere bizi de öldürür müsün?'' diye sordu. Eric gülümseyerek cevap verdi. ''Ben silah arkadaşlarımı öldürmem''. Bu samimi cevaba aslında hiç biri güvenmemişti. İlk birkaç hafta hepsi de Ericten çekinerek uykusuz geceler geçirdi. Ancak bir süre sonra Eric, gruptaki herkesi en az ikişer defa ölümden kurtararak rüştünü ispatladı. Artık grubun en güvenilen ve vazgeçilmez adamı olmuştu. Her ne kadar ilerleyen yıllarda sebepsiz yere ara sıra bazı insanları öldürse de yoldaşları Ondan vaz geçmediler. Eric çocukken babası barbar bir kabile tarafından gözlerinin önünden öldürülmüştü. Babasını öldüren barbar ''Büyüdüğünde beni bul minik fare'' diyerek çekip gitmişti. Kimsesiz kalan Eric'i bir sirk kumpanyasında çalışan Hu jin tao evlat edindi. Hu jin tao bir ok ustasıydı. Eric'e bildiği bütün numaraları öğretti. Böylece Eric ok konusunda uzmanlaştı. Okun her türlüsünü cerrah gibi kullanabiliyordu. Yaylı ok, elle atılan küçük oklar ve metal bir borudan üflenerek atılan ince oklar Onun uzmanlık alanıydı. Babalığı Hu jin tao ölünce sirk hayatını terkedip kendini yollara vurmuştu. Ta ki Kyamla karşılaşana kadar. Bu dört kafadar para ve şöhret kazanma uğruna oradan oraya savrulup duruyorlardı. Lehistanın bozkırında at koştururken karşılarına bir eşkıya grubu ve onlarla çarpışan 12 silahşör çıktı. Eşkıyalar gerçekten çok şanssızdı. Çünkü bir araya geldiklerinde bir orduya bedel olan bu dört pisikopat, çoğu zaman eşkıyaları sırf zevk için öldürüyorlardı. Dördü de atlarından indi ve silahşörlere yardım etmekten ziyade spor olsun diye eşkıyaları parçalayarak öldürdüler. Silahşörlerin başı büyük bir minnetle Kyama yaklaştı ve teşekkür etti.

Silahşör—Teşekkürler yabancı. Doğrusu zor durumdaydık. Çok kalabalık ve kellemizi almaya kararlıydılar. Savaş da patlak verince ortalık eşkıya doldu. Bunlar zor zamanlar ve sizin gibi usta silahşörlerin dost kılıcına ihtiyacımız var.

Kyam—Önemli değil. Zaten eşkıya öldürmek bizim için büyük zevk. Eşkıyalar gücü sadece çaresizlere yeten aşağılık birer parazitler. Benim için sinek öldürmekle eşkıya öldürmek arasında bir fark yok. Bu arada kılıcı kullanma şeklin en az konuşman kadar zarifti. Çok beğendim.

Silahşör—Teşekkürler yabancı. İltifat ediyorsun. Senin kılıç tekniğin benim aklımı başımdan aldı. Ben ki kılıç konusunda Fransa da nam salmış biriyim. Ama senin gibisini hiç görmedim. Çoğu zaman hamleleri önceden kestiriyordun. Yoksa sen kahin bir silahşör müsün yabancı.

Kyam—Ha ha! Hayır, ne kahinim ne de adım yabancı. Ben şan ve şöhret peşinde koşan bir gezginim. Bunlar da benim arkadaşlarım ve yoldaşlarım. Bu arada adım Kyam. Ya senin ki ne?

Silahşör—Benim adım Jaques de Clermont. Clermontların sonuncusuyum. Soyum son derece asil ve soyludur. Maalesef ben atalarımın aksine ne toprak sahibiyim ne de unvan. Eğer bir marki falan olsaydım kesinlikle kılıç hünerini altında ödüllendirirdim. Ama şansına küs.

Kyam—Bir Fransız olduğunu anlamıştım. Hadi ben şan ve şöhret uğruna buralara savruldum. Ya sen ne arıyorsun Lehistanda? Ülkenden çok uzaklarda değil misin?

Clermont—Haklısın. Ama bu da bir kalleşlik hikayesi. Eğer vaktiniz varsa buyurun, bir ateş yakalım. Avladığımız ceylanı siz kurtarıcı dostlarımızla paylaşalım. O arada ben de sana hikayemi anlatırım.

Vakit akşam olmuştu. Odun ateşinde ceylanı pişirip güzelce yediler. Üstüne şarap içip keyiflendiler. Clermont ve Kyam arasında sohbet başladı.

Kyam—Evet dostum, bana hikayeni anlatacaktın.

Clermont—Aaaa evet. Şu benim zavallı hikaye. Dediğim gibi ben Clermont ailesinin son üyesiyim. Soyum çok eskilere dayanır. Büyük büyük atalarım ya bir kont, ya bir lord, ya da bir markiydi. Ancak Clermont ailesi birçok talihsizlikler yaşamış ve sahip oldukları serveti de ünvanları da kaybetmişler. Ancak yine de ailemden ötürü Fransa halkı bana oldukça saygı gösteriyorlardı. Clermontların Fransaya olan katkılarını tarih kitapları bile yazar. Fransa Kraliçesi bile bana saygı duyardı. Silahşörlüğümü bildiği için bana saray komutanlığını teklif etmişti. Bu oldukça soylu bir makamdı. Ayrıca parası da çok iyiydi. Üstelik yapamam gereken fazla bir şey yoktu.

Kyam—Vay canına! Gerçekten şanslıymışsın. Bana hayatım boyunca hiç böyle bir teklif gelmedi. Dur bir dakka yaa, şimdi düşündümde ben hayatım boyunca her hangi bir teklif de almadım.

Clermont—Dedim ya dostum, biraz da soyadım sayesinde aldım bu güzel teklifi. Bir gün Kraliçe sarayda büyük bir balo düzenledi. Baloda ülkenin neredeyse tüm soyluları ve hanımları vardı. Tabi sarayın güvenliğinden sorumlu başkişi olarak ben de vardım. O gün içkiyi fazla kaçıran Markilerden biri sağa sola küfürler yağdırıp duruyordu. Adamı sakinleştirmek için elimden geleni yaptım ama başaramadım. Herif Markiliğine güvenerek istediği her terbiyesizliği yapma hakkını kendinde görüyordu. En son benim aileme de küfür etti. Ben de dayanamayıp Ona düello teklif ettim. Ertesi günü Paris meydanında ölümüne bir kılıç mücadelesi verecektik. Ancak Marki ayılıp kendine gelince adamlarından beni soruşturmuş. Ülkenin en iyi kılıç kullanan adamı olduğumu öğrenince korkudan altına kaçırmış.

Kyam—Hehehe! Adamın yüzü gözümün önünde canlandı da... Bölme sen devam et.

Clremont—Fakat maalesef dostum, bu şerefsiz Marki korkak olduğu kadar kalleş de çıktı. Balo bitmeden bir fırsatını bulup Kraliçeyle konuşmuş. Bizim yarım akıllı Kraliçeyi her nasılsa kendisine suikast düzenleyeceğime inandırmış. Etekleri tutuşan Kraliçe benim için hemen bir tutuklanma emri çıkarmış. Ben haberi saray askerlerinden birinden öğrendim. Saraydaki askerleri ezmezdim. Hatta bulduğum her fırsatta onlara hal hatır sorar bir ihtiyacı olan varsa elimden geldiğince yardımcı olurdum. Bu sebepten olsa gerek Markiyle Kraliçenin konuşmasını duyan bir on başı hemen yanıma gelip bana olan biteni anlattı. O gece saraydan ve Fransadan kaçmak zorunda kaldım. Bu yanımda gördüğün 12 adam da işte o sarayda çalışan ve beni terk etmeyecek kadar bana sadık olan askerlerim.

Kyam—Vaaay beee! Ben böyle şeylerin soyluların başına hiç gelmediğini sanırdım. Peki şimdi ne yapmayı düşünüyorsun?

Clermont—Ben askerim. Benim yapabileceğim tek şey savaşmak. Burada da büyük bir savaş var. Yani benim için bir ekmek kapısı. Tavsiye ister misin dostum?

Kyam—Elbette. Zaten rotamız belli değil. İyi bir tavsiyeye ihtiyacım var.

Clermont—Şu havayı bir kokla. Kokla hadi. Havayı içine çek. Ne kokusu aldın?

Kyam—Bu kan kokusu. Biraz bayat ama kesinlikle kan kokusu.

Clermont—İşte bu dostum. Havada kan kokusu var. Dev ülkeler bir biriyle çarpışıyor. Böyle bir ortamda tarafını iyi seçip onun yanında yer alacaksın. Sana tavsiyem daima kazanan tarafta ol ki sen de kazanasın. Belli ki bu topraklarda yenisin. Eğer ciddiye alınmak istiyorsan namını duyurmak zorundasın.

Kyam—Peki bunu nasıl yapacağım?

Clermont—Az önce yaptın bile. 60 kadar eşkıyayı spor olsun diye parçalara ayırdınız. Bundan mutlaka gördüğüm herkese bahsedeceğim. Adını duyurmak ve nam sahibi olmak istiyorsan daha büyük zaferlere imza atman lazım. Belki paralı askerlik falan yapabilirsin. Ya da ülke soylularına bol bol yalakalık yapabilirsin. Başlangıç için sana Zamoshye köyünü tavsiye ederim. Duyduğum kadarıyla köylü bazı sıkıntılar çekiyormuş. Onlara bir şekilde yardımcı olursan bu Lordlarının gözünden kaçmayacaktır.

Kyam—Zamoshye mi?

Clermont—Evet Zamoshye. Buradan çok uzakta değil. 3 kilometre kuzeye doğru gidersen doğruca karşına çıkar. Ayrıca Smolenks şehrini de tavsiye ederim. Oranın meyhanesinde ülkedeki en iyi fahişeler bulunur dostum.

Kyam—Tavsiyen için çok teşekkür ederim soylu dostum. Seni tanımak benim için büyük şeref.

Clermont—O şeref bana ait dostum. Umarım günün birinde tekrar karşılaşırız ki içimden bir ses karşılaşacağımızı söylüyor.

Kyam—Hadi çocuklar, oyalanmayın atlayın atlara. İstikamet Zamoshye köyü.

Dört atlı gecenin karanlığında ve ayın rehberliğinde Zamoshye köyüne doğru gittiler. Kyam köylünün sorunlarının ne olduğunu bilmiyordu. Ama Onun için bir önemi yoktu. Kyama göre ölümden başka her şeye çare vardı. Sorunları her neyse mutlaka yardımcı olacaktı. Böylece zamoshye köyü Lordunun dikkatini çekip büyük işlere imza atacaktı. Gecenin ilerleyen saatlerinde köye vardılar. Köy yaşlısını bulup sohbetleştiler. Kaym sonunda konuyu esas meseleye getirdi.

Kyam—Söylesene ihtiyar, size yardımcı olabileceğimiz bir iş var mı? Özellikle kılıcımızı kullanarak kesemizi doldurabileceğimiz bir iş.

Köy yaşlısı—Doğrusu elimde tam size göre bir iş var gençler. Yakın zamanda bir eşkıya çetesi türedi. Lanet olasıca herifler köyün yakınlarında mevzilendiler. Buldukları her fırsatta elimizde avucumuzda ne varsa alıp götürüyorlar. Eğer bu eşkıyaların işini bitirebilirseniz size bir kese altın vadediyorum.

Kyam—İşte bu tam bize göre bir iş ihtiyar. Şu eşkıyaların yerini tarif et de sabah ilk ışıkla sana kellelerini getirelim.

Köy yaşlısı—Ha ha ha! Hayatımda sizin kadar eşkıya öldürmeye meraklı birini görmedim. Yahu eşkıya diyorum size. Sülün ya da semiz hindi avlayacaksınız demiyorum. Hiç korkmuyor musunuz?

Frank—Aslında ben korkuyorum. Ya zavallı eşkıyalar biz onları öldüremeden hastalıktan ölürlerse. İşte buna katlanamam. Bu gece bizden önce başlarına bir şey gelmesin diye dua edeceğim.

Köy yaşlısı—Ha ha ha! Sizi sevdim gençler. Acele etmeyin. Bu gece benim evimde güzel bir uyku çekin. Yarın rahat rahat peşlerine düşersiniz.

O gece rahat yatakların üzerinde çocuklar gerçekten de güzel bir uyku çektiler. Uzun zamandır at sırtında örselenen vücutları alabildiğine dinlenmişti. Ertesi gün öğlene doğru kalktılar. Köylü eşkıyalara saldıracak olan bu dört gözü kara adama ilgi gösteriyordu. Köylüler en güzel kahvaltılıklarını fedaileriyle paylaştılar. Köyün kadınları bu dört adama arsız gülücükler saçıp göz kırptılar. Karınlarını doyuran çocuklar köyün yaşlısından gerekli bilgileri alır almaz yola koyuldular. Akşama kadar belli bir rotada devriye gezip durdular. Ama bir tane eşkıyaya bile rastlayamadılar. Hepsinin de morali bozulmuştu. Güneş batmış ve dört silahşör neredeyse ümidini kesmişti. Hiç beklemedikleri bir anda uzaklardan bir ateş hüzmesi gördüler. Atları güvenli bir mesafede bırakıp tilki sessizliğiyle ateşe yaklaştılar. Otların arasında kendi aralarında konuştular.

Hans—Vay anasını! Ben en fazla 30-40 kişilik bir grup olur sanıyordum.

Frank—Ne o alman köpeği, korktun mu?

Hans—Bana bak yarma, senin o ağzını bir gün hoşafa çevireceğim haberin olsun.

Frank—Tamam tamam sorun değil. Olabilir. Yani her erkek korkabilir. Bunun için utanmana gerek yok. Eğer ağlamak falan istersen benim iri ve kaslı omuzlarım senin için daima hazır olacak kardeşim. Bu arada siz plan yapa durun ben şuradan kelleleri uçurmaya başlayayım.

Kyam—Otur oturduğun yerde Frank. Hans haklı.

Frank—Sen de mi Kyam? Tanrım emirleri bir tavuktan alıyormuşum ama haberim yokmuş.

Kyam—Seni koca kafalı budala. Biz bu ülkede paranın satın alabileceği en iyi silahşörleriz. Ama mahşerin dört atlısı değiliz. Şunlara bak. Ben bu karanlıkta 70 kişi saydım. Belki sayıları çok daha fazla. Hepimizi şişe takıp kebap yapmalarını mı istiyorsun.

Frank—Eee peki köye döndüğümüzde ihtiyara ne diyeceğiz. Çok kalabalıktılar vaz geçtik mi diyeceğiz?

Kyam—elbette yaşlanıp ölmelerini beklemeyeceğiz. Bir planım var. Şu büyük kazanlara bakın. Muhtemelen tavuk çorbası yapıyorlar. Kazanların başındaki adam pek ilgilenmiyor. Arada bir gelip karıştırıp geri gidiyor. Hey Eric, yapman gerekeni biliyorsun.

Eric başıyla onay işareti yapıp hızlıca yerinden fırladı. Eşkıya tayfası şarap içip, kahkahalar atıp kendinden geçiyordu. Hiç biri karanlığın içinde sinsice hareket eden Eric'i farkedecek durumda değildi. Eric çorbacının kazanları karıştırmasını ve sonra gruba tekrar katılmasını bekledi. Çorbacı gidince kazanların yanına geldi. Belindeki kuşaktan küçük bir şişe çıkardı. Şişenin içindeki yeşil sıvıyı olabildiğince eşit bir şekilde üç kazana da döktü. Aynı sinsilikle yeniden silah arkadaşlarının yanına geldi.

Eric—Bir daha böyle bir görev almayalım.

Kyam—Neden?

Eric—Başka zehirim kalmadı.

Kaym—E tekrar yaparsın.

Eric—Kullandığım otlar bu mevsimde yetişmiyor. Bir dahaki baharı beklemek zorundayız.

Hans—Aklımızda bulunsun seni sessiz psikopat.

Çorba servisi oldukça hızlı yapıldı. Belli ki adamlar açtı. Yemekten yarım saat sonra ortalık kusan, altına çişini kaçıran, yerde debelenip çırpınan insanlarla doldu. 70 kişilik eşkıya çetesinden geriye sadece 8 kişi kalmıştı. Bu 8 kişi çorba içmek yerine et yiyip şarap içmeyi tercih edenlerdi. Daha ne olduğunu anlayamadan karşılarında bir birinden deli görünen dört kişiyi buldular.

Kyam—Hiç şaşırmayın çocuklar. Arkadaşlarınızı zehirledik. Kullandığımız zehirin bir panzehiri ya da her hangi bir kurtuluşu yok. Siz arkadaşlarınızı dert etmeyin siz bizi dert edin.

Hans—Hey sen koca sakallı. Sanırım reisleri sensin değil mi?

Reis—Sizi kaçık orospu çocukları. Çetemin yarısından fazlasını telef ettiniz. Üstelik sadece dört kişisiniz. Şimdi sizin bağırsaklarınızı çöpe geçirip ateşte pişirmez miyim ha!

Kyam—Çocuklar gördüğünüz gibi toplam 8 kişiler. Bu da demek oluyor ki herkesin kotasına iki kişi düşüyor. Kimse kimsenin hakkını...

Havada seri şekilde iki ok vızlaması duyuldu. Eşkıyalardan iki tanesi gık bile diyemeden yere cansız düştüler.

Eric—Ben kotamı doldurdum. Siz keyfinize bakın.

Kyam—Eric sen ne odun bir adamsın böyle. Hiç değilse sözümü bitirmemi bekleyebilirdin değil mi?

Eric—Afedersin kabalık ettim.

Kyam—Evet çocuklar artık altı kişiler. Üçümüze adam başı iki tane düşüyor. Kimse kimsenin hakkını yemesin ve Tanrı aşkına sözümü bitirmemi bekleyin.

Frank—Sözün bitti mi?

Kyam—Eveeeeet!

O akşam dört kafadar köye neşeyle girdiler. Köylüler zafer haberini duyunca bayrammışçasına dans ettiler. Yine en güzel yiyecekler dört kafadarlara gitti. Bazı işgüzar köylüler karılarını teklif ettiler. Kyam dışında hepsi güzel kadınlarla oynaştılar. Kyam köy yaşlısıyla kısa bir sohbet yaptı.

Kyam—Evet ihtiyar, yedik içtik eğlendik. Şu bizim altınları görelim artık.

Köy yaşlısı—He he! İşte altınların burada delikanlı. Al bakalım. Gerçekten büyük bir iş başardınız. Sizden önce de kiralık kılıçlar göndermiştik ama genelde kellelerini köyün girişinde buluyorduk. Peki söyler misin daha fazla altın kazanmak ister misin?

Kyam—Elbette. Daha fazla altına nasıl hayır diyebilirim. Bu kez kimi öldürüyoruz?

Köy yaşlısı—Yo yo, bu kez kimse ölmeyecek. Bu seferki görev biraz incelik istiyor. Köyümüzün lordu lord Obukovich vergilerle bizi bunalttı. Alıp başımızı gitmek gibi bir şansımız yok. Belimizi doğrultmamız için hiç değilse bir sene vergiden muaf olmamız lazım. Ama lord vergi diyor başka bir şey demiyor.

Kyam—E peki ben ne yapabilirim? Koskoca lordu vergi muafiyeti için ikna edecek halim yok ya.

Köy yaşlısı—(Gevrekçe sırıtır)

Kyam—Yok artık. Daha neler. Bak ihtiyar, birinin kellesini istiyorsan parasını ödediğin sürece sana istediğin kelleyi getiririm. Ama bir lordla kendi köyünün vergisi için tartışmak benim yapabileceğim bir şey değil.

Köy yaşlısı—Kendini bu kadar hakir görme delikanlı. Ben 82 yaşındayım. Hayatım boyunca birçok insan gördüm. İnsan sarrafı oldum. Ve senin karakterinde bunu başarabileceğine dair bir gücün olduğunu sezinliyorum. Ben hislerimde yanılmam. Hem diyelim ki işi batırdın. Ne olacak sanki. En fazla lordumuz iki tokat atar ve seni huzurundan kovar. Ne o , yoksa çocukken hiç tokat yemedin mi?

Kyam—Peki ihtiyar peki. Öyle olsun. Yalnız dilinin bu kıvraklığına rağmen sen ikna edememişken ben nasıl yapacağım onu bilmiyorum.

Sıradaki görev gerçekten de çok zordu. Kılıç kabalığı değil, zeka inceliği isteyen bir işti. Kyam grubun en zekisiydi. Üstelik bu görevi başarabilirse bir lordun ciddi anlamda dikkatini çekmiş olacaktı. Bu iş için lordun karşısına tek başına çıkmalıydı. Aksi taktirde Frank lorda karşı aptalca bir söz söyleyip adamı kızdırabilirdi. Ya da lord Obukovich konuşurken Hans burnunu karıştırarak ölüm fermanlarını imzalayabilirdi. Eric ise en yanlış seçim olurdu. Durup dururken hiç sebepsiz lorda bir ok fırlatabilirdi. Adam canı sıkıldıkça birilerini öldüren bir manyaktı. İki gün boyunca lord Obukovichle ne konuşacağını düşündü. Sonunda planı kafasında toparladı. Ve köy yaşlısından lord Obukovich in Smolenk şehrinde olduğunu öğrendi. Zaten aynı zamanda Smolenks şehrinin de lorduydu Obukovich. Atını hızla sürerek Smolenks şehrine ulaştı. Saraydaki görevlilerin yardımıyla lord Obukovich in huzuruna çıktı. Saygıyla lordu selamladı.

Kyam—Merhabalar lordum. Size uzun ve sıhhatli ömürler dilerim.

Obukovich—Çabuk konuş köylü. Senin gibi değersiz ve basit insanlara ayıracak fazla vaktim yok.

Kyam—Elbette lordum. Buraya Zamoshye köyünden geliyorum. Bu güzel ve şirin köyde birkaç gün geçirip oranın ahalisiyle dertleştim. Ahali siz lordumuza duacı. Lord Obukovich bizim başımızın tacıdır diyorlar başka bir şey demiyorlar. Ancak muzdarip kaldıkları bir konu var.

Obukovich—Eee neymiş o konu?

Kyam—Vergiler lordum. Vergiler. Köylü ağır vergilerin altında ezilip kalmış. Sizden hiç değilse bir yıllığına vergi muafiyeti diliyorlar.

Obukovich—Bak sen! Şunların yediği naneye bak. Sanki ben çok heveslisiyim vergi toplamanın. Savaş var sersem herif savaş. Savaş demek maliyet demek. Bizim de tek gelir kaynağımız vergi. Keyfimden mi arttırıyorum sanıyorsun vergileri.

Kyam—Lordum siz adil ve cömert bir insansınız. Eğer kyam kulunuza bir şans verirseniz sizinle bir iddiaya girmek isterim. Elbette vergi muafiyeti karşılığında.

Obukovich—Sen mi? Sen mi benimle iddiaya gireceksin?! Peki sersem köylü ya bu iddiayı ben kazanırsam?

Kyam—O zaman Kyam kulunuzu dilediğini gibi kasaplarınıza doğratın ve köyün vergisini iki katına değil dört katına çıkarın.

Obukovich—Bak seeen! Demek o kadar güveniyorsun kendine. Pekala. İddiamız ne üzerine olacak?

Kyam—Çok basit lordum. Siz ne pahasına olursa olsun yemin etmeyeceksiniz. Ben de sizi yemin ettirmeye çalışacağım.

Obukovich—Asker, bizim cellada haber sal. Birazdan birileri bir iddia ve kelle kaybedecek. Ben istemedikten sonra kimse bana yemin ettiremez.

Kyam—Bana sadece birkaç dakika verin lordum. Ve size anlatacağım şeyi dikkatle dinleyin. Tek bir kelimesini bile kaçırmayın. Bu çok önemli.

Obukovich—Pek ala seni sefil köylü. Anlat bakalım ne diyeceksen. Bütün dikkatim senin.

Kaym—Lordum, düşünün ki çöldesiniz. Uçsuz bucaksız sahrada takatiniz tükenmiş şekilde yürüyorsunuz. Susuzluk başınıza vurmuş. Dudaklarınız çatlamış. Beyniniz haşlanmış. Yetmiyormuş gibi bir de sırtınızda bir tuz çuvalı var. Sahranın cehennem gibi sıcağında tuz sırtınızı yakıyor. Ne olursa olsun bu yükü bırakamazsınız. Her şeye rağmen kırk zulümle yolunuza devam ediyorsunuz. Derken karşınıza dik bir yokuş çıkıyor. Yokuşu çıkmaktan başka şansınız yok. Bin bir eziyetle yokuşu da çıkıyorsunuz ama artık bittiniz. Dayanacak gücünüz kalmadı. Çuvalı sırtınızdan atıp yere yığılıyorsunuz. Elinize bir ıslaklık geliyor. Can havliyle kafanızı kaldırıp bakıyorsunuz ki küçük bir çukur var ve içi su dolu. Çok seviniyorsunuz. O anda bir bakıyorsunuz ki bir küçük çukur daha var. Ve içi Zamoshye köyü vergisi olan altınlarla dolu. Sadece birini seçme hakkınız var. Hangsini seçerdiniz lordum?

Obukovich—Hımmm, şaşırtmacalı bir soruya benziyor. Susuzluktan ölmek üzereyim. Öte yandan Zamoshye vergileri gözümün içine bakıyor. Pekala sefil köylü beni yönlendirmeye çalıştığını biliyorum. Öleceğimi bilsem yine vergiyi seçerdim.

Kyam—Lanet olsun! Hatayı en başta yaptım. Sorunun cevabını önceden bildiğinizi tahmin etmeliydim.

Obukovich—Ne saçmalıyorsun be. Ben cevabı önceden nasıl bileyim. Saçma sapan bir hikaye anlattın. Yüzde elli şansım vardı kullandım.

Kyam—Hayır lordum. Başka kim olsa suyu seçerdi. Siz vergiyi seçtiniz çünkü daha önce bu bilmeceyi bir yerlerden duydunuz.

Obukovich—Duymadım diyorum sana geri zekalı herif. Nereden bileyim cevabı.

Kyam—Hadi ama lordum. Şurada erkek erkeğeyiz. Yalan söylemenin bir gereği yok.

Obukovich—Ne yalanı be adam sen canına mı susadın?

Kyam—Lordum, tamam sizi anlıyorum. Ama gerçekten yalana gerek yok. Hadi itiraf edin.

Obukovich—Seni sefil, seni beyinsiz köylü. Ben lord Obukovichim. Senin gibi bir köylüye yalan söyleyecek kadar düşmedim. Tanrı adına yemin ederim ki bu soruyu ya da benzer bir şeyi daha önce hiç duymadım.

Kyam—Lordum farkında mısınız az önce yemin ettiniz.

Obukovich—Seniiii, seni orospu çocuğu. Beni oyuna getirdin.

Kyam—Dediğim gibi siz adil ve cömert bir lordsunuz. Sözünüzü tutacağınızdan zerre kadar şüphem yok.

Obukovich—Pekala pis fare. Öyle olsun. Söyle o sefil köylülere bu sene vergi falan yok. Sana gelince Kyam efendi, sinirlerime zar zor hakim oluyorum. Kelleni vurdurmadan hemen yıkıl karşımdan.

Kyam görevi başarmıştı. Zamoshye köyüne dönüp ödülünü aldı. Köylü Kyamı çılgınlar gibi karşıladı. Köyün yaşlısı dördünü de ömür boyu krallar gibi ağırlamayı teklif etti. Kyam hiç düşünmeden reddetti. Yoldaşlarını da yanına alıp olan biteni anlattı. Büyük bir Leh lorduna sözcüklerini yedirmişti. Lord o an için tepki vermese de sonradan sonraya kızacağını biliyordu. Bir süre Lehistan sınırları içinde dolaşmamakta fayda vardı. Üstelik Kyam tahmininde haklıydı. Gerçekten de lord Obukovich olaydan sonra her geçen saat daha da sinirlendi. Üstelik bu olay kısa zamanda ülkenin dört bir yanına yayıldı. Artık yüzünü bile görmediği bir sürü insan Kyamı tanıyordu. Onu lordun belini büken adam olarak biliyorlardı. Arkadaşlarıyla kısa bir süre müzakere ettikten sonra yapılabilecek en iyi şeyin kısmetlerini en yakın ülkede aramak olduğuna karar verdiler. Atlarını çılgınca Kazak atamanlığına sürdüler. Birkaç gün sonra kendilerini Kazak atamanlığında buldular. Cepleri altınla doluydu. Silahları bilenmiş bir şekilde yeni maceralar ve fırsatlar arıyorlardı. Kamaniçe şehrine varmışlardı. Şehir son derece bakımlı ve güzeldi. Kadınları ise kesinlikle görmeye değerdi. Hans meyhanede şarap içip kadınlarla oynaşırken birkaç sarhoştan bazı bilgiler edinmişti. Bunları Kyama söylemek için kaldıkları hana geldi. Söylentilere göre lord albay Vasil Zoloterenko Kamaniçe şehrine gelmişti. Savaş için yetiştirilen askerleri denetliyordu. Ayrıca savaşmak için meyhanede toplanan paralı askerlerin iyilerinden seçme yapmak istiyordu. Kyam Alman dostundan haberi alır almaz doğruca meyhaneye gitti. Albay zoloterenkoyu beklmeye başladı. Ve nihayet Albay meyhaneye teşrif etti.

Zoloterenko—Evet baylar, savaş için paralı asker topluyorum. Para kazanmak isteyen, bileğine güvenen savaşçılar var mı? Yok mu? Sizi pis ayyaşlar. İçinizde eli kılıç tutan bir tane erkek adam yok mu yani!

Kyam—Lordum, lordum bakar mısınız.

Zoloterenko—Aah! Nihayet bir erkek. Dur bakayım baya da iyi bir silahşöre benziyorsun. Seni küçük bir bölüğe çavuş yapmamı ister misin?

Kyam—Teşekkürler lordum. Ama benim amacım paralı askerlik yapmak değil.

Zoloterenko—Ee ne bok yemeye vaktimi çalıyorsun o zaman?

Kyam—Lordum, eğer bana size kılıcımla hizmet edebileceğim bir iş verirseniz yüzünüzü kara çıkarmam.

Zoloterenko—Hımm, aslında elimde böyle bir iş var. Yarın sabah erkenden şehir ofisine gel ve beni bul.

Kyam—Emredersiniz lordum.

Kyam o gece arkadaşlarına durumu haber verdi. Ne görev alacağını bilmiyordu. Eğer bir suikast görevi çıkarsa kolayca para kazanacaklarını biliyorlardı. Hepsi de görev hakkında tahminler yürüttü. Frank şehirde garip cinayetler işlendiğini ve gizli katilin bulunup öldürülmesi emrinin verileceğini düşündü. Hans Albayın karısının Albayı aldattığını, ancak karısının aşığının çok yüksek rütbeli birisi olduğu için öldüremediğini söyledi. ''Bence bu işi bitirmemizi bizden isteyecek'' dedi. Eric ise ''Bence bizden Atamanı öldürmemizi isteyecek'' dedi. O anda herkes Eric'e dönüp kocaman gözlerle baktılar. Kyam ''Umarım böyle bir çılgınlık teklif etmez'' diye konuştu. Bir süre daha hayaller kurdular. Sonra hepsi bir birlerine kanlı rüyalar dileyerek uykuya daldı. Sabah erkenden uyanıp lordun karşısına çıkmak için hazırlandılar. Kamaniçe şehir ofisine gidip lordu makamında buldular.

Zoloterenko—Oo günaydın Kyam. Bu babayiğitler arkadaşların mı?

Kyam—Evet lordum. Bizler güçlü bir vücudun parçalarıyız. Bir araya geldiğimizde yenilmeyiz. Ve bu dört kulunuz emirlerinizi bekliyor lordum.

Zoloterenko—A evet, şu mevzu. Bakın çocuklar, bu şehirde Panni maria adında şişman ve koca göğüslü bir kadın var. Neredeyse her gün yanıma gelip beni görür.

Hans—Bir aşk hikayesi mi lordum?

Zoloterenko—Hayır genç adam. Daha çok bir cinnet hikayesi. Bu koca kıçlı ve koca göğüslü kadın vicdan azabım gibi şehrin her köşesinde karşıma çıkıyor. ''Kocamın intikamını ne zaman alacaksın'' diyerek tam altı aydır kafamın etini yiyiyor. Rahmetli kocası benim en iyi adamım ve sağ kolumdu.

Kyam—Kocası nasıl öldü lordum?

Zoloterenko—Minik İvan adında bir pislik tarafından öldürüldü. Miniğin kellesini alması için altı ayda 6 adam gönderdim. Gönderdiğim adamların hiç biri geri dönmedi. Muhtemelen minik hepsini halletmiştir. Bu durum canımı sıkıyor ve baş ağrılarına sebep oluyor. Kadını susturmak için tam 3000 dinar teklif ettim. Ama manyak karı intikam isterim diye tutturdu. Size vereceğim görevde bu zaten. Yani bir intikam görevi. Bana minik İvanın kellesini getirin. 3000 dinar sizin olsun.

Kyam—Hımm, bir kelleye 3000 dinar. Oldukça cömert bir teklif lordum. Peki bu miniği nerede bulabiliriz?

Zoloterenko—Aldığım istihbara göre kendi köyüne kaçmış. Onu illinitsy köyünde bulabilirsiniz. Yaverim size yolu tarif edecektir. Kamaniçe de sadece 3 gün daha kalacağım. Yani bu işi bitirip geri dönmeniz için 3 gününüz var.

Kyam—3 gün bize fazla bile lordum. Merak etmeyin çok yakında baş ağrılarınız geçecek ve koca kıçlı kadın size hayır dualar edecek.

Dört atlı adres tarifini alır almaz atlarını illinitsye sürdüler. Öğlen vakit köye vardılar. Köylü onlara sanki bir böcek ya da bulaşıcı bir hastalıkmış gibi bakıyordu. Minik İvanı kime sorsalar görmedim, duymadım, bilmiyorum cevaplarını alıyorlardı. Frank adamın tekinin kaburgalarını kırarak zorla Minik İvanın evinin adresini aldı. Sonra teşekkür etmek için adamın bacaklarını da kırdı. Tarif edilen evi buldular. Kapının önünden İvana bağırdılar. Dışarı çıkıp makus kaderine boyun eğmesini söylediler. Canını fazla yakmayacaklarını ve acısız bir ölüm olacağını da eklediler. İvan içeriden adamlara seslendi. ''Neden gelip evimin içinde öldürmüyorsunuz'' dedi. Hans ve Frank bir adım geri çekilip bu şerefi Kyama bıraktılar. Kyam birkaç ısınma hareketi yaptı. Sonra arkadaşlarına gülümseyip evin kapısını açtı. Kendinden emin adımlarla içeri girdi. Yaklaşık beş saniye sonra uçarak kapıdan dışarı fırladı ve evin önündeki ağaca sertçe çarpıp yere düştü. Birkaç inlemeden sonra bayıldı. Bunu gören Frank öfkeden deliye döndü. Koşarak evin içine daldı. İçeriden paldır küldür sesler geldi. Bir dakika sonra Frank yüzü kanlar içinde ve gözleri kaymış şekilde yalpalayarak dışarı çıktı. Üç adım attı ve yere yığıldı. Hans Frank'e baktı ve hırsla dişlerini sıktı. Mızrağını çekip bağırarak içeri koştu. İçeri girmesiyle dışarı uçarak fırlaması bir oldu. Kendisinden hemen sonra ucu kanca gibi eğilmiş olan mızrağı da uçarak dışarı fırladı. Mızrak Ericin başının üstünden geçti. Eric çevik bir hamleyle eğilerek yamulmuş mızraktan kurtuldu. Yerde yatan üç arkadaşına baktı. Derken kapıdan minik İvan çıktı. Minik hiç de adı gibi minik değildi. Kapıdan çıkarken neredeyse beline kadar eğilerek çıktı. Boyu rahat 2 metre 20 santim kadar vardı. Minik, Ericin gözlerine nefretle baktı. ''Demek acısız bir ölüm olacaktı haa, senin kafanı koparıp kıçına monte edeyim de acıyı o zaman görürsün sen '' dedi. Minik tam bir adım atmıştı ki acıyla gırtlağını tuttu. Olduğu yerde dona kaldı. Birkaç kez titredi. Gırtlağındaki küçük oku çıkardı. Okun ucunda yeşil bir madde vardı. Minik saniyeler içinde son nefesini verip yere un çuvalı gibi yığıldı. Eric Kyamı dizine yatırdı ve yüzünü hafifçe tokatlamaya başladı. Kyam yavaş yavaş kendine geldi. Bir yerde yatan arkadaşlarına bir de Miniğin cesedine baktı.

Kyam—Aaaah başıııım. Çocuklara ne oldu? Ve bu hayvan nasıl öldü?

Eric—Hatırlamıyor musun? Onu sen indirdin. Adamın yüzüne balyoz gibi yumruklar indirdin.

Kyam—Söyler misin Eric benden bir metre daha büyük birinin yüzüne nasıl yumruk atabildim?

Eric—Eeeee, zıplaya zıplaya yumrukladın. Ömrümde böyle harika yumruklar görmemiştim.

Kyam—Peki ya çocuklar. Onlara ne oldu?

Eric—Onları da bu hale sen getirdin. Adamı öyle hacamat ettin ki kendinden geçtin. Çocuklar seni durdurmaya çalışınca Onları da tokatlamaya başladın. Ben bile güç bela ayırabildim sizi. Dostum sen kan kokusu alınca kendini kaybediyorsun.

Kyam—Eric, senin yalanına sıçayım.

Dört kafadar biraz kendilerini toparlayınca dev Miniğin kellesini gövdesinden ayırdılar. Bir heybenin içine koyup yola koyuldular. Akşam olmadan Kamaniçe şehrine varıp lord Albay Vasili Zoloterenkoyu buldular.

Zoloterenko—Çocuklar size ne oldu böyle?

Frank—Eee yıldırım düştü efendim. Yıldırım çok yakınımıza düştü ve bizde çarpıldık.

Hans—Evet evet çok güçlü bir yıldırımdı.

Zoloterenko—Yıldırım mı? Haziranın ortasında?

Kyam—Her neyse lordum. Size istediğiniz kelleyi getirdik. Hans çıkar şu lanet kelleyi.

Zoloterenko—Aman Tanrım. Bu Minik İvan. Gerçekten başarmışsınız. Artık lanet Panni Marinin çenesinden kurtuldum. Ha ha ha! Çok yaşayın çocuklar. Yaver hemen kasadan 3000 dinar çıkar. Yo yo 4000 bin olsun. Siz bunu hakettiniz çocuklar.

Kyam—Hayır lordum. Para istemiyoruz.

Frank—Neeeee!

Hans—İstemiyor muyuz? Emin misin? Bak yıldırım da çarptı bir sürü yaramız beremiz var.

Kyam—Hayır Hans istemiyoruz.

Zoloterenko—Şey, ne diyeceğimi şaşırdım. Peki ama bir lord Albay olarak ben bu jestin altında kalamam. Niçin para istemiyorsunuz.

Kyam—Bakın lordum, bizler kılıcına güvenebileceğiniz eşsiz silahşörleriz. Ama hırsız değiliz. Aptal bir adamın kellesi için 4000 dinar alamayız. İlla bize bir şey vermek istiyorsanız bize güveninizi vermeniz yeterli. Biz lordumuz için daima savaşmaya hazırız.

Zoloterenko—İşte gerçek bir savaşçı tayfası. Bana gençliğimi hatırlattınız çocuklar. Ve size güvenebileceğimi fazlasıyla ispatladınız. Yaver, hemen dışarı çık. Bu aslanlarla özel bir şey konuşacağım.

Yaver—Ama efendim sizi yalnız bırakmam biraz...

Zoloterenko—Kes sesini yaver. Bu gençler beni öldürecek olsalar sen mi ellerinden kurtaracaksın. Hadi şimdi çık dışarı. Çocuklar sizde şöyle masaya oturun. Sizinle çok önemli bir meseleyi konuşacağım.

Kyam—Emredin lordum. Nedir yüzünüzün böyle asılmasına neden olan?

Zoloterenko—Gıcık bir iş.

Kyam—Lütfen lordum, bize çekinmeden her şeyi anlatın. Sır saklamada ben ve adamlarım ölü gibiyizdir. Konuştuğumuz her şey aramızda kalacak.

Zoloterenko—Buna hiç şüphem yok delikanlı. Şimdi beni çok ama çok dikkatli dinleyin. Atamanım Boğdan Himeniltsky nin emriyle Kazakları Moskova çarına desteğe götürüyorum.

Kyam—Demek Atamanın Leh Kralına karşı Ruslarla birleştiği doğru.

Zoloterenko—Evet doğrudur. Ne derler bilirsin; yaşlı adamlar bile birlik olunca güçlüdür. Tıpkı sizin gibi. Haliyle şanlı Hetmanımız Boğdan Himeniltsky, Rus Çarıyla beraber Lehleri alt etmek için ittifak kurdu. Hetmanımızın bana emri, tüfekli birliklerimle Polotsk'a yürümem. Bu arada Lehler yetmezmiş gibi lanet tatarlar ve Kırım Hanı başımıza bela oldular.

Frank—Afedersiniz lordum, ben pek zeki biri sayılmam ama Kırım hanlığının bu savaşla ne ilgilisi var? Yani Kırım Lehistandan çok uzakta değil mi?

Zoloterenko—Bakıyorum da birçok şeyden bihabersiniz. Kırım Hanı öylece oturup komşularından birinin çok fazla güçlenmesini izleyecek değil ya! Han Litvanyaya sürekli casuslar gönderip savaşı kimin kazanacağını öğrenmeye çalışıyor. Böylece kimi desteklemesi gerektiğine karar verecek.

Frank—Tanrım, bu siyasete oldum olası kafam basmıyor.

Zoloterenko—Hangimiz anlayabiliyoruz ki. Zaten burada mevzu siyaset değil. Tüm bu keşmekeş içinde Hetman bana bir emir daha verdi. Biliyorsunuz savaş maliyetli bir iş. Zeki bir adam olan Hetmanımız Himeniltsky uzun zaman önce kara günler için kıyıya köşeye gizli bir zula yapıp para atmış. Benden bu parayı gelirken yanımda getirmemi istiyor. Şimdi siz söyleyin çocuklar, ben evliya mıyım ki aynı anda hem cephede savaşıp hem de zulaya saklanılan paralı almakla uğraşayım. Anlayacağınız bu para meselesi için sizin gibi güvenebileceğim birilerine ihtiyacım var.

Kyam—Bize güvenebilirsiniz lordum. Sadece şu zulanın yerini söyleyin yeter. Biz parayı Ataman Boğdan Himeniltskye ulaştırırız.

Zoloterenko—Çok yaşayın çocuklar. Zulanın yeri Dunayevitsy köyü. Parayı köy yaşlısından alacaksınız. Ancak burada bir sorun var. Ataman gönderdiği mektupta bir şifreden bahsediyor. Parayı alabilmek için köyün ihtiyarına bu şifreyi söylemeniz lazım.

Kyam—Şifre nedir lordum?

Zoloterenko—Zaten sıkıntı da bu. Ataman doğrudan şifreyi yazmamış. Şifrenin gizli kalması için mektupta dolaylı anlatmış. Şifre aslında basit. Dertler dönemini biliyorsunuzdur. Bu dönemdeki meşhur büyük isyanı bastırmak için görevlendirilen Kardinal Richelieu, zafer getirmesi için savaş toplarının üstüne bir özdeyiş yazdırmıştı. Şifre bu özdeyiş. Mesele şu ki benim tarih bilgim çok zayıf.

Kyam—Bakalım doğru anlamış mıyım; bir şekilde şifreyi öğreneceğiz. Sonra dunayevitsy köyüne gidip köyün ihtiyarını bulacağız. İhtiyara şifreyi söyleyip gizli zuladaki paralı alacağız. Sonra bu paraları Hetmana götüreceğiz.

Zoloterenko—Hay yaşa delikanlı. Evet ne diyorsunuz beyler bu görevi başabilir misiniz? Eğer bu görevin hakkından gelebilirseniz yalan dünyada daima yanınızda olacak bir lord dostunuz olur.

Kyam—Olmuş bilin lordum.

Dört kafadar meyhaneye gidip önce biraz karınlarını doyurdular. Aralarında şu ünlü özdeyişin ne olabileceğini tartıştılar. Hancıya sordular. Hancı bilmediğini ama doğu bölgesine gitmelerini söyledi. Hancının dediğine göre o bölgenin insanlarının tarih bilgilisi kuvvetliymiş. Dört kafadarlar atlarına atladığı gibi doğuya doğru ilerlediler. Yolda önlerine gelen herkese topların üstündeki öz deyişi sordular. Bazen de hanlara girip hancılara danıştılar. Kilise papazlarını bile denediler. Bir kasabada emekli bir kütüphaneciye rastladılar ve Ona da sordular. Sonuç olarak halkın çoğu bilmiyordu. Bildiğini iddia edenlerden ise üç farklı cevap aldılar. Bir hancı ''Topların üzerinde signum para bellium yazıyor.'' Dedi. Bir köylü ''Adalet can yakar, ama adalet adalettir'' dedi. Ve bir kilise papazı ''Kralların son argümanı yazılmıştı'' dedi. Kafaları iyice karışmıştı ama yapacak bir şey yoktu. Gerekirse her özdeyiş tek tek denenecekti. Bu kez atlarını dunayevitsy köyüne sürdüler. Geldiklerinde vakit akşam üzeriydi. Güneş batmanın eşiğindeydi. Köyün ihtiyarını bulup sordular.

Hans—Hey ihtiyar, bizi lord Albay Vasili Zoloterenko gönderdi. Sende bir emanet varmış.

İhtiyar—Emanet mi? Ne emaneti?

Hans—Haa doğru ya, şifre mi ne varmış birde. Dur söyleyeyim. Az veren candan olur; çok verenin malı haşat olur.

İhtiyar—Anlamadım.

Hans—Yahu neydi bu özdeyiş reis?

Kyam—Hans sen gerçek bir cinayet sebebisin. Beni dinle ihtiyar. Şifre şu: adalet can yakar ama adalet adalettir.

İhtiyar—Gençler siz ne zırvalıyorsunuz!

Kyam—O zaman şöyle diyelim; signum para bellium.

İhtiyar—Bana bakın utanmıyor musunuz yaşlı bir adamla dalga geçmeye. Ne demek para vereyim siktir git. Dokuz oğlumun hepsini birden çağırayım mı? Hepinizi eşek sudan gelene kadar pataklatayım mı? Onu mu istiyorsunuz?

Frank—Eee yeter be ihtiyar. Ver şu parayı vereceksen.

İhtiyar bir anda cübbesinin altından piştov model kısa namlulu ve tek atarlı tabancasını çıkardı. Kyam hızlıca düşündü. Eric kesinlikle adamı hızla indirebilirdi. Ama adamın tetiğe basmasına engel olamazdı. Bu durumda dört kişiden biri mutlaka ölürdü.

Kyam—Sakin ol ihtiyar, sakin ol. Bize bir şans daha ver. Şifreyi söylüyorum; Kralların argümanı.

İhtiyar—Ohh Tanrıya şükür. Sizi bir an Leh casusu sandım. Az kalsın şu iri olanı indiriyordum.

Frank—Ben mi? Neden ben?

İhtiyar—çünkü en iri ve en suratsız olanı sensin.

Frank—Sağol ihtiyar. Uzun zamandır böyle güzel bir iltifat almamıştım.

Hans—Sssssssalak.

İhtiyar—Her neyse canım. Siz zuladaki parayı merak etmeyin. Tamı tamına elli bin dinar para var. Hepsi de toprak altında gömülü. Hele bu gece dinlenin sabah erkenden adamlarıma toprağı kazdırıp parayı çıkarırım. Sizde alırsınız. Bu gece misafirimsiniz.

Gençler çok uzun zamandır dünyanın dört bir yanında at koşturuyordu. Ancak gittikleri çoğu yerde pek hoş karşılanmıyorlardı. Eşkıya avlayıp sırtlarından geçinmek güzeldi. Ama bu iş pek de karlı değildi. Oysa bu topraklarda birden ilgi odağı olmuşlardı. Gittikleri her yerde güzel karşılanır olmuşlardı. Bu ilgi ve fırsatlar hepsinin yüzünü güldürüyordu. Savaş gerçekten de kimileri için büyük fırsattı. Sabah olunca ihtiyar orta boy bir çuvalı adamlarına taşıttırdı. İçi dinarlarla doluydu. Çuvalı atlarına yüklediler. İhtiyara teşekkür edip Hetmanın şehri olan Pereyaslavın yolunu tuttular. Pereyaslav şehrine bir kilometre kala Hans ortaya bir laf attı.

Hans—Ne dersin Reis, bu paraları Hetmana vermektense güzel fahişelerle yemek hoş olmaz mıydı?

Kyam—Elbette olurdu.

Frank—Yani şimdi bu parayı biz mi alacağız? Eğer biz alacaksak şöyle güzel bir kuzu çevirme yiyelim. Ne zamandır yemiyordum.

Kyam—Hayır Frank. Parayı biz almayacağız. Sahibine vereceğiz.

Hans—Ama demin demiştin ki...

Kyam—Güzel olur demiştim. Parayı gasp edelim demedim. Bakın çocuklar sizin düşündüğünüzü yol boyunca ben de düşündüm. Elli bin dinar bu. Bütün hayatımızı kurtarmaz. Ama yine de bizi ihya etmeye yeter. Gel gelelim bu para basit bir köylünün ya da bir grup eşkıyanın parası değil. Kazak Atamanlığı Hetmanının parası. Bu paraya el koymaya kalkarsak daha Kazak topraklarından çıkmadan leşimizi sererler. Hadi sağ salim çıktık diyelim. Ömrümüz peşimizden gönderilen suikastcilerden kaçmakla geçer. Ve hiçbir para buna değmez. Hem parayı verdiğimizde Hetmanın bizim için çok iyi şeyler düşüneceği kesin. Ayrıca lord Zoloterenkonun sonsuz güvenini kazanacağız. Olasılıkları bir düşünün çocuklar. Koskoca Hetman ve bir lord daima arkamızda ve bizi kolluyorlar.

Hans—İşin bu yanını hiç düşünmemiştim. Gerçekten de bizim için büyük bir fırsat.

Dört kafadarlar Hetman ın huzuruna kabul edildiler. Her zamanki gibi konuşmayı Kyam yaptı.

Kyam—Yüce hetmanım, ben ve arkadaşlarım Albay Vasil Zoloterenko adına burada bulunuyoruz. Size uzun zamandır beklediğiniz bir müjdeyi vermeye geldik.

Himeniltsky—Söyle bakalım genç savaşçı neymiş bu müjde?

Kyam—Çocuklar çuvalın ağzını açın. İşte Hetmanım, dunayevitsy köyünden gelen elli bin dinarlık kara gün paraları.

Himeniltsky—Tanrım bu paradan neredeyse ümidimi kesiyordum. Ama geldiği çok iyi oldu. Savaşın ne kadar maliyetli olduğunu bilemezsiniz. Bu parayla hatırı sayılır miktarda barut alıp kahrolasıca Lehleri dünyanın öbür ucuna kadar sürebilirim. Size gelince gençler, Albay bu görev için en doğru adamları seçmiş. Pekala parayı aldığınız gibi ülke dışına kaçabilirdiniz. Ama doğruca bana getirdiniz. Sizi kazak atamanlığının birer dostu olarak görüyorum. Bundan sonra tüm kazak sınırları içinde saygı göreceksiniz. Ayrıca size üç bin taler veriyorum. Tüm Zaporojye orduları adına şükranlarımı kabul edin.

Kyam—Teşekkür ederim Hetmanım. Size hizmet etmek bir şerefti.

O sırada bir ulak hızla içeri girer. Dört kafadarları görünce haberi gizlice vermeye karar verir. Hetmanın yanına gidip kulağına eğilir. O anda Himeniltsky hışımla yerinden doğrulur.

Hetman—Neeeee! Yüz başı bana hemen 100 kişilik bir bölük hazırla. Başlarına da en iyi komutanları geçirin.

Yüz başı—Yüce Hetmanım, siz de biliyorsunuz ki savaş elimizde ne varsa alıp götürüyor. Size ancak 60 kişilik bir bölük ayarlayabilirim. Ayrıca elimizde hiç rütbeli subay kalmadı. Hepsi cephede savaşıyor.

Hetman—Lanet olası savaş. Lanet olası Lehler.

Kyam—Sorun nedir Hetmanım.

Hetman—Ulağın verdiği habere göre kryliv köyüne eşkıyalar saldırıyormuş. Köy yaşlısı haber göndermiş. Birkaç saat içinde gelmezseniz gıyaben cenaze törenimizi yapın gitsin diyor. Burnunun dibindeki bir köyü üç beş çapulcudan koruyamayan bir Hetmanın emirlerine kim itaat eder!

Kyam—Hiddet buyurmayın Hetmanım. Daha az önce bize olan güveninizden bahsediyordunuz. Şimdi bize bir kez daha güvenin ve o altmış kişilik bölüğü emrimize verin. Biz de sizin için gidip o eşkıyaların karnını deşelim. Ve acele karar verseniz iyi olur Hetmanım. Her saniye halkınızdan birileri öldürülüyor olabilir.

Hetman—Haklısın, geçen her saniye köylüler için önemli. Peki bu görevi başarabileceğini düşünüyor musun?

Kyam—Zafer benim işim yüce Hetman.

Hetman—Öyleyse sana ve adamlarına emrediyorum. Bölüğün başına geçin ve o kahrolasıca eşkıyaların kellelerini gövdelerinden ayırın. Döndüğünüzde sizi mutlak ödüllendireceğim.

Hetmanın emriyle baştan aşağı kuşanmış olan atlı bir birlik hemen hazırlandı. Kyam çocuklarla kısa bir konuşma yaptı. Emirlerine harfiyen itaat edilmesini aksi taktirde hayatta kalma şanslarının çok az olduğunu söyledi. Bütün bir bölük bu genç ve ateşli adamın sözlerine ''Emredersiniz komutanım'' diyerek karşılık verdi. Bu söz Kyamın yüreğini eritti. Hayatında ilk defa bu kadar kalabalık bir birliğe emir veriyordu. Ve askerler saygıyla emredersiniz komutanım diyordu. O anda Kyam kendini bir lord gibi hissetti. Coşkuyla atını kryliv köyüne doğru sürdü. Kryliv köyü iki saatlik mesafedeydi. Çabucak köye ulaştılar. Köyün hemen yanında yüksek bir tepe vardı. Köy bu tepenin dibine kurulmuştu. Tüfekli yirmi adamına tepeye çıkmasını emretti. Savaş başladığında eşkıyaların güney cephesini saçma yağmuruna tutacaklardı. Kyam geriye kalan askerlere savaş taktiğinden hızlıca bahsetti. Yarım ay şeklini alıp kuzeyden saldıracaklardı. Bu taktiği İslamboldaki demirci Ethem babanın anlattığı savaş hikayelerinde duymuştu. Bir gün bu taktiği kullanacağını hayal bile edemezdi. Gözlem için gönderdiği asker geri dönmüştü.

Kyam—Durum raporu ver asker.

Asker—Komutanım durum hiç de sandığımız gibi değil. Köydeki eşkıyalar...

Kyam—Anlatsana asker ne olmuş eşkıyalara.

Asker—Aslında eşkıya değiller komutanım. Hepsi de savaş kaçağı olan paralı askerler.

Frank—Paralı askerler mi? Yahu asker dediğin hiç köye saldırır mı?

Hans—Sen ne zannediyorsun yarma. Dört devlet savaş içinde. Ortalık yokluk kıtlık. Belli ki bu ibibikler komutanlarının vadettiği ödemeleri zamanında alamamışlar. Muhtemelen para alamadıkları için önce komutanlarını öldürüp ondan sonra ordudan kaçmışlardır.

Kyam—Hansın hakkı var. Zor zamanlardan geçiyoruz. Böyle bir zamanda kimse savaş kurallarını takmaz.

Frank—Kazakları koruması gereken askerler köyleri yağmalıyor. Biz dört serseri zaporojye askerleriyle köyleri koruyoruz. Ne günlere kaldık Ulu Tanrım.

Kyam—Bilmemiz gereken başka bir şey var mı asker?

Asker—Efendim bu asker kaçaklarının hemen hemen hepsi zırhlı. Ama hiç birinin elinde kabarina tüfek ya da piştov tabanca yok. Hepsi de kılıç veya teberli mızrak taşıyor.

Kyam—Hımm, bunu öğrendiğim iyi oldu. Hans sen insanı çileden çıkarma konusunda iyisin. Sen benimle geleceksin. 5 kadar askerle üstlerine yürüyeceğiz. Onları kızdırıp kendimize çekeceğiz. Sonra geriye doğru kaçıp hilal birliğine çekeceğiz. Hilal birliğini görür görmez yere yatacağız. Çocuklar onlara ateş edecek. Ateşleme işi bitince ayağa kalkıp topyekün saldıracağız. Unutmayın beyler ilk ateşten sonra tüfeklerinizi yeniden doldurmak için ikinci bir şansınız olmayacak. O yüzden ilk atışları sakın ıskalamayın. İlk atıştan sonra etraflarını sarmayı da sakın unutmayın.

Askerler—Emredersiniz komutanım.

Plan aynen tatbik edildi. Hans, Kyam ve beş asker koşarak köyün içine daldılar. Paralı askerlere bağırdılar. Hans öyle ağza alınmayacak küfürler etti ki tüm kaçak askerler bir anda karınca sürüsü gibi toplanıp üstlerine yürüdüler. Ekip hızla geriye doğru kaçmaya başladı. Hans arada bir arkasına bakıp ''Nah yakalarsınız'' diye naralar atıyordu. Kızgın bir boğa gibi koşan askerler kovaladıkları kişilerin bir anda yere yattığını görünce şaşırdılar. Ancak ne olup bittiğini anlayamadan ateş yağmuruna tutuldular. Çoğunun cansız bedeni yere yığılmıştı bile. Ayakta kalanlar kılıçlarını çekip ileri atıldılar. Hilal şeklindeki kırk kişilik birlik paralı askerlerin etrafını kuşattı. Kılıç kılıca bir çarpışma yaşanıyordu. Özellikle Hans, Frank, Kyam ve Ericin bulunduğu taraf adım adım geriye doğru çekiliyordu. Paralı askerler kasabanın merkezine kadar çekilmek zorunda kaldılar. Hiç beklemedikleri bir anda tepeden saçma yağmuru yağmaya başladı. Kalan son yedi kaçak askerin ümidi iyice kırılmıştı. Kılıçlarını yere atıp hayatları için yalvarmaya başladılar. Askerler bu savaş kaçağı çapulcuları hemen tutukladı. Köyün etrafında bir sürü ceset vardı. Çoğu köylünün cesediydi. Kuyunun başında karnı deşilmiş yaşlı bir kadının cesedi vardı. Bir evin önünde cesedi karısının cesedinin üstüne düşmüş bir adam vardı. Küçük bir çocuk okla duvara mıhlanmış bir kadın cesedinin eteğini çekiştirip ağlıyordu. Köyün rahibi çırılçıplak soyulup çarmıha gerilmişti. Biri zavallı rahibin gözlerini oymuştu. Bu bir yağma değildi. Bu tam anlamıyla soy kırımdı. Olan biteni gören Kyam savaş kaçaklarından birini saçlarından kavradı.

Kyam—Bak etrafına. Sana bak dedim köpek. Tüm bunlar ne içindi ha? Birkaç eşyayı çalıp gidemez miydiniz? Bu insanlardan ne istediniz hayvan herif!

Kaçak—Efendim lütfen değersiz canımı bağışlayın. İnanın olan biten hiçbir şeyi tasvip etmiyorum. Tüm bu katliam benim suçum değildi.

Frank—Peki kimin suçuydu müstakbel ceset?

Kaçak—Çavuş efendimiz, tüm bu manyakça fikirler çavuştan çıktı. Biz engel olmaya çalıştık ama bizi de öldürmekle tehtit etti.

Kyam—Nerede sizin şu çavuş?

Kaçak—Kilisede efendimiz. Köylünün geriye kalanını esir pazarında satmayı planlıyordu. Sayım yapmak için hepsini kiliseye doldurdu. Lütfen efendimiz bizi aaaaahhh!

Frank—Daha fazla dayanamazdım. Bu köpeklerin alıp verdiği her soluk bana eziyet oluyor.

Kyam—Hans, kalanların işini sen bitir.

Hans—Zevkle Reis.

Eric ve Kyam kiliseye doğru yürüdü. Askerler onları takip etti. Kyam askerlere durmalarını işaret etti. Eric ve Kyam yavaşça kilise kapısını açtı. Onlarca kadın, erkek ve çocuk elleri kolları bağlanmış yerde yatıyordu. Hepsinin ağzı bir bez parçasıyla kapatılmıştı. Ağır şekilde dövüldükleri her hallerinden belliydi. Kyamın gözleri kaçak askeri arıyordu. Ama görünürde yoktu. Ayakta duran kadınlardan biri yalvaran gözlerle Kyamın gözlerinin içine bakıyordu. Kyam birden kadının iki gölgesi olduğunu fark etti. Biraz daha dikkatle baktığında ikinci gölgenin kadının sırtına bir nesne dayadığını görebiliyordu.

Kyam—Kadının arkasından çık çavuş. Böyle saçma bir hareket seni kurtarmaz.

Çavuş—He he! Biliyorum ama eğer yanlış bir hareket yapmaya kalkarsanız bu kadının ciğerini deşerim.

Kyam—Ben de bunun farkındayım. Durumu bir gözden geçirelim. Ben sana saldıramıyorum çünkü her an kadıncağızı öldürebilirsin. Sen ise hiçbir yere kımıldayamıyorsun çünkü kadını kalkan yapmayı bıraktığın anda kelleni gövdenden ayıracağımı biliyorsun. Söyler misin çavuş, ikimizi de bu boktan durumdan kurtaracak bir fikrin var mı?

Çavuş—Siz ukala piç kuruları yolumu açarsınız. Ben atıma kadar bu kaltakla yürürüm. Sonra atıma atlayıp kaltağı bırakırım. Ben atımı bir daha buraya dönmemek üzere boz kırlara sürerken, sizlerde komutanınızla kutlama yaparsınız.

Kyam—Kulağa hoş geliyor. Tabi eğer yalan söylediğini bilmeseydim. Benim çok daha güzel bir fikrim var. Ben çok lazımmış gibi ortaya bir konu atarım. Sana saçma sapan bir şey sorarım. Sen belki benim için bir kurtuluş olur diye saçma sapan bir cevap verirsin. Bu arada aslında benim asıl amacım vakit kazanmaktır. Sen benim saçma soruma saçma cevaplar yetiştirirken, birliğimdeki zeki adamlardan biri pencereden tüfeğini sana doğrultur. Sen daha ne olduğunu anlamadan sırtına bir avuç dolusu saçma yiyip yere düşersin.

O anda çavuş panik yaptı ve hızla kafasını arkasındaki pencerelere çevirdi. Kyam kadına acı bir yüz ifadesiyle ve el hareketiyle eğilmesini işaret etti. Kadın hiç düşünmeden bir anda çömeldi. Çavuş yüzünü tekrar kadına çevirmesiyle iki kaşının tam arasında ince bir sızı duydu. Kaçmak istiyordu ama kaçamıyordu. Sonra burnundan süzülen kanı gördü. Adamın son gördüğü şey Eric'in korkunç yüz ifadesi oldu. Sonra çavuş için tüm dünya karardı.

Birkaç saat öncesine kadar savaşın ne kadar güzel bir şey olduğunu düşünüyordu Kyam. Oysa şimdi fikri tamamen değişmişti. Sadece bir köyde yaşanan basit bir baskın olayında 52 kadın ve 66 erkek öldü. Birkaç küçük çocuk da hayatını kaybetmişti. Birliğinden 8 kişi öldü ve 12 kişi ağır yaralandı. Tüm bu ölümler ne içindi? Kyam kafasında sürekli bunları geçirirken köylüler bir bir gelip kurtarıcılarına teşekkür ettiler. Askerler tek tek gelip şükranlarını sundular. İçlerinden bazıları bunun bir intihar görevi olduğunu düşündüklerini söylediler. ''Ama sizin taktiğiniz sayesinde çok az bir kayıpla kurtardık komutanım'' diyerek tekrar tekrar teşekkür ettiler. Kyam hiç birine aldırmadı. Çoğunu dinlemiyordu bile. Aklı hala ölen insanlardaydı. Ne uğruna ölmüşlerdi? Askerlerden biri yanına geldi. Yaşlı ve ağır yaralı bir adamın ısrarla kendisini görmek istediğini söyledi. Kyam kafasını toparlayıp ölüm döşeğindeki adamın yanına gitti. Son sözlerine kulak verdi.

İhtiyar—İyiki geldin delikanlı. Seni görmeden öleceğim diye korkuyordum.

Kyam—Sakin ol ihtiyar nefesini kendine sakla.

İhtiyar—hayır hayır, gerek yok evladım. 95 yıl yaşadım. Çoğu insanın görmediği şeyleri gördüm. En güzel kadınlarla aşk yaşadım. Bir sürü çocuğum oldu. Bir sürü param oldu. Artık bu dünyada yapmak isteyeceğim bir şey kalmadı. Benim son arzum 60 yıldır taşıdığım bir sırrı Onurlu bir adama devretmek.

Kyam—60 yıllık sır mı?

İhtiyar—Evet delikanlı. Köyümüzün lordu bile bizi düşünmezken sen hiçliğin içinden çıkıp geldin. Ve onlarca insanın hayatını kurtardın. Sen kazakların gerçek bir dostusun. Bu ağır sırrı gönül rahatlığıyla sana verebilirim. Beni iyi dinle. Nefesim sayılı. Sana kadim bir efsane olan Kara gürzün sırrını vereceğim. Kara gürzle kurtarabileceğin hayatlar...

Kyam—İhtiyar, ihtiyar aç gözlerini. Hey ihtiyar. Hekimi hemen buraya gönderin ihtiyar fenalaştı.

Zavallı ihtiyar sözünü tamamlayamadan ölmüştü. Ve arkasında kocaman bir soru işareti bıraktı Kyam için. Neyin nesiydi bu kara gürz? Ne işe yarıyordu? Bir insan tam altmış yıl ne için bir sırrı saklar? Duyduğu andan itibaren kara gürz Kyamın göğsünde bir sıcaklığa neden oldu. Bu şey her neyse mutlaka onu bulup sırrını çözmeliydi. Belli ki şu andan itibaren Kyamı kadim bir efsanenin akıl almaz tehlikeleri ve maceraları bekliyordu.

Hetmana köylüyü kurtardığını bildirmek için Pereyaslava gittiler. Ancak Hetman şehirde değildi. Ordularını da toplayıp Kırıma çatışmaya gitmişti. Şehir valisi müjdeli haberi alınca yetkisini kullanarak Hetman adına 2 kese altınla genç silahşörleri ödüllendirdi. Birliğin çoğunun sağ salim dönmesi valinin dikkatinden kaçmamıştı. Vali askerlerden bu dört baba yiğidin savaş kahramanlıklarını dinledikçe coştu. Vali ilk fırsatta duyduklarını Himeniltsye anlatmak için sabırsızlanıyordu. Dört kafadarlar yeni ve soylu dostları olan lord zoloterenkonun yanına gitmek için at sürdüler. Kyamın aklı hala kara gürzdeydi. Haberlerin ve dedikoduların merkezi olan hanlara uğradı. Handa karşılaştığı ve bilgili olduğunu düşündüğü herkese kara gürzü sordu. Kimisi ''Büyücülük yapmada kullanılan bir alet ismine benziyor'' dedi. Kimisi ''O isimde birini tanımıyorum'' diyerek zırvaladı. Kyam bunu asla öğrenemeyeceğini düşünmeye başladı. Madem kadim bir efsaneydi nasıl kimse bilmezdi. Son girdiği handa yoksul bir dilenci ''Sen kara gürz efsanesinden bahsediyorsun'' dedi. Kyamın gözleri parladı bir anda. İhtiyar dilenciyi masasına davet etti. Ona bolca şarap ısmarlayıp konuşturmaya çalıştı. İhtiyar dilenci kara gürzün sadece adını duyduğunu söyledi. Bu efsanenin içeriğini bilmiyordu. Biraz düşündükten sonra Kyama yardımcı olmak için sürpriz bir isim verdi.

Dilenci—Bu yaşlı ve yoksul adamı şaraba boğarak sevindirdin. Sana çok teşekkür ederim delikanlı. Yardımcı olmayı gerçekten çok isterdim ama maalesef ben de senden fazla bir şey bilmiyorum. Ama şimdi aklıma geldi. Yolculuklarımdan birinde senin yaşlarında soylu bir silahşöre denk geldim. O da senin gibi cömert ve çok kibar biriydi. Gördüğüm kadarıyla adam efsanelere kafayı takmış biriydi. Hatta bana efsanelerle ilgili bilgileri not aldığı küçük defterini bile gösterdi. Belki sana O yardımcı olabilir.

Kyam—Söyle bana ihtiyar, kim bu adam, Onu nerede bulurum?

Dilenci—Bana adının şövalye Jaques de Clermont olduğunu söyledi. Ve bildiğim kadarıyla tüm boş vakitlerini Smolenks şehrinin meyhanesinde geçiriyor.

Kyam bu haberi alır almaz arkadaşlarını toparladı. Onlara lord zoloterenko ziyaretini şimdilik iptal ettiğini söyledi. Durumu anlatıp Smolenkse gideceklerini anlattı. Frank ve Hans saçma sapan bir efsane için o kadar yol tepmenin aptalca olacağını söyledi. Eric her zamanki gibi omuz silkip sessiz kaldı. Ama Kyam bir kere kafaya koymuştu. Bu kara gürz her neyse muhakkak öğrenmeliydi. Bunu ruhunun derinliklerinde hissediyordu. Vakit kaybetmeden atlarına bindiler. Günler süren yolculuk sonunda nihayet Smolenks şehrinin yakınlarına geldiler. Lord kumandan Obukovichin hala olanları unutmamış olması ihtimaline karşı Kyam kılık değiştirdi. Yarenlerini de alıp şehre girdi. İlk iş meyhaneye uğradılar. Meyhaneciden Clermontu sordular. Meyhaneci akşama doğru buraya düşer. O zaman gelin dedi. Çocuklar vakit öldürmek için şehirde fahişe aradılar. Kyam pazarda dolaşarak ihtiyaç duyabileceği malzemelere baktı. Fiyatları inceledi. Nihayet akşam olmuştu. Herkes akşam vakit meyhanede yeniden toplandı. Clermont hala ortalıkta yoktu. Bir saat kadar sonra kapıdan bir grup asker ve Clermont girdi. Çok neşeliydiler. Clermont bir masaya oturdu ve hancıdan en iyi şarabını istedi. Kyam ve arkadaşları yavaşça Clermonta sokulup masaya oturdular.

Clermont—Çocuklaaar! Tanıdım sizi. Burada karşılaşmamız ne güzel tesadüf. Ee Kyam nerede? Yoksa Onu ektiniz mi?

Kyam—Buradayım dostum hemen yanında.

Clermont—Dostum sana ne olmuş böyle. Şu üstünün başının haline bak. Pislik içindesin. Kıyafetlerin de domuz ahırı gibi kokuyor. Sözde kılıcınla nam ve para kazanmak için yollara düşmüştün. Ama belli ki hayat sana acımasız davranmış. Yo yo, buna müsaade edemem. Al şu keseyi dostum. İçi ağzına kadar altınla dolu. Seni bu şekilde görmeyi sindiremem.

Kyam—Aziz dostum, beni düşündüğün için gerçekten çok teşekkür ederim. Ama rica ederim şu saçmalığı kes. Ben sadece kılık değiştirdim.

Clermont—Kılık mı değiştirdin? Düşmanların mı var?

Kyam—Şehir lordu kumandan Obukovichle bundan bir ay kadar önce küçük bir sohbetimiz olmuştu. Onu Zamoshye köyünü bir yıllığına vergiden muaf etmesi için ikna ettim. Ama soyluları bilirsin. O an için çok kızmadı ama belki sonradan sonraya içine dert olmuş olabilir diye kılık değiştirerek şehre girdim.

Clermont—Haha! Dostum gerçekten çok doğru bir hareket. Demek lordun belini büken sendin haa! Buralarda efsane oldun sen. Bir aydır her yerde seni konuşuyorlar. Her kes seni lordun belini büken adam olarak anlatıyor. Ama sen olabileceğin aklımın ucundan geçmezdi.

Kyam—Lordun belini büken adam haa! Lanet olsun. Lord bu işe kesin çıldırmıştır.

Clermont—Sen ne diyorsun. Olayı lehistanda duymayan soylu kalmamış. Yolu bu tarafa düşen ne kadar lord varsa illaki Smolenkse uğruyor. Neden biliyor musun?

Kyam—Ne için?

Clermont—Lord Obukovichle dalga geçmek için. Adamın itibarını yerle bir ettin dostum. Sen gittikten sonra sinir hastası olmuş. Her gün bir şeyleri bahane ederek saray görevlilerinden birini idam ettiriyormuş. Sadece Obukovich değil bir saray dolusu düşmanın var artık hahaha!

Kaym—Tanrı aşkına Clermont biraz sessiz ol. Tüm bunları tahmin etmiştim zaten. Ama her şeyi göze alarak seni görmeye geldim. Sana soracağım bir şey var.

Clermont—Elbette dostum. Sana yardımcı olabilirsem ne mutlu bana. Söyle bakalım lordun belini büken adam sana nasıl yardımcı olabilirim.

Kyam—Bundan birkaç gün önce Kazak topraklarında bir olaya karıştım. İşin o kısmını boş ver. Bir grup askerle bir köyü kaçak askerlerden kurtardık. Ağır yaralı yaşlı bir adam son nefesinde bana kara gürz diye bir şeyden bahsetmek istedi. Ama maalesef ömrü yetmedi. Adamı bir görmeliydin Clermont. Yalvarır gibi bana kara gürzden bahsetmek istedi ama başaramadı. İçime dert oldu. Ayrıca bir dilenci senin efsanelere çok meraklı olduğunu söyledi. Hatta efsaneleri not aldığın küçük bir defterin bile varmış.

Clermont—Vay canına! Demek kara gürz efsanesi ha.

Kyam—Evet dostum. Bu konuda bildiğin bir şey var mı?

Clermont—Evet Aziz dostum. Kara gürz hakkında bir şeyler duymuştum. Söylenenlere göre kara gürz kadim bir efsaneymiş. Ancak maalesef senden daha fazlasını bilmiyorum.

Kyam—Peki dostum sen nereden duydun bu efsaneyi?

Clermont—Aaaaa, zamanını tam hatırlamıyorum. Bir handa yoldaşlarımla içip eğleniyorduk. Bir anda zaporojyelilerin bir yenilgi haberi geldi. Meyhanedeki kazaklar bu habere çok içerledi. İçlerinden biri aynen şöyle dedi: ''Kara gürz! Ah bir elimizde olsaydı. O zaman lanet olasıca Lehleri Parise, Rus köpeklerini de Sibiryaya kadar sürerdik.''

Kyam—Peki bu kazağın bir ismi var mıydı dostum?

Clermont—Elbette. Kendisiyle keyifli bir sohbetim olmuştu. Onun adı Albay Vasili Zoloterenko idi.

Bu cevabı aldıklarında dört kafadarlar bir birlerine baktılar. Bu kadar tesadüf olamazdı. Belli ki bu tesadüf değil kaderin işiydi. Kyam böyle düşündü. Belli ki kader Onu kara gürze doğru itiyordu.

Kyam—Çok teşekkür ederim dostum. İnan bana çok yardımcı oldun.

Clermont—Bir şey değil aziz dostum. Ancak seni uyarmalıyım. Eski efsaneler içlerinde eski kötülükleri de barındırır. Çok dikkatli ol dostum ve Tanrı yolunu açık etsin.

Yolda giderken Frank, HAns ve Kyam bu şaşkınlık veren tesadüfü konuştular. Kara gürz her neyse meğer yardımcı olabilecek adamla farkında olmadan ilişkilerini geliştirmişler. Diğerli sadece basit bilmeceyi çözmeye çalışma heyecanıyla yaklaşıyordu kara gürz vakasına. Oysa bu olay Kyam için hayatının anlamı, kaçınılmaz kaderi gibi hissettiriyordu. Ne yapıp edip kara gürz efsanesini öğrenmeliydi. Bu efsanenin ona bilinmeyen bir kapıyı açacağını yüreğinin derinliklerinde hissediyordu. Yine günler süren bir yolculuğun sonunda Kamaniçe şehrine ulaştılar. Lord Zoloterenkoya güzel haberler verip yüzünü güldürdüler.

Zoloterenko—Ha ha ha! Demek köylüleri kurtardınız ha. Hem de az bir kayıpla. Helal olsun size çocuklar. Eminim Hetmanımız bu başarınızdan çok memnun kalmıştır.

Fran—Ben hala paralı askerlerin eşkıyalık yapmasını anlayabilmiş değilim lordum. Yani askerlik gibisi var mı şu dünyada. Ne güzel dilediğin kadar kelle uçurabiliyorsun. Üstelik bunun için üste para alıyorsun. Kelle sayısı arttıkça elbette kazancında artıyor. Masum köylüleri bir çuval un ya da bir kese altın için öldürmek ne aşağılık bir hareket.

Zoloterenko—Aaah genç adam. Bu lanet savaş öyle bir şey ki insanı insanlıktan çıkarır. Evet getirileri çok fazladır. Kazanılan kaleler, esir karşılığı alınan altınlar ya da ele geçirilen kıymetli varlıklar. Ama bunlar sadece getiri kısmı. Kimse kaybettiklerimizi hesaplamıyor. Biz bu savaşlarda yeri geliyor merhametimizi, yeri geliyor insanlığımızı kaybediyoruz. Ama ne yaparsınız gençler. Savaş bu. Edebiyatla kazanılmıyor. Bir yerde mecbur kalıyorsun kan dökmeye. Hayatta kalmak için ne gerekiyorsa onu yapıyorsun.

Hans—Siz çok derin bir adamsınız Lordum. Hayatım boyunca savaştım ama hiç bu şekilde bakmamıştım.

Zoloterenko—He he! Bu da senin öğrenecek daha çok şeyin olduğunu gösteriyor delikanlı. Biliyor musunuz çocuklar size her geçen gün kanım daha fazla kaynıyor. Niçin biliyor musunuz?

Hans—Niçin Lordum?

Zoloterenko—Çünkü ne zaman yanıma gelseniz bana hep iyi haberlerle geliyorsunuz. Sizi görünce yüzüm gülmeden edemiyor. Öyle özlemiştim ki gülmeyi.

Kyam—Lordumuzun yüzünü güldürmek için ne gerekiyorsa yaparız.

Zoloterenko—Ooo ona şüphem yok. Bir de benim şu yavere bakın. Tanrı aşkına şu surata bir bakın. Bu muşmulaya bakanın 40 gün işi rast gitmiyor. Herifçioğlu ne zaman yanıma gelse sürekli kötü haber veriyor. Herif felaket tellalı oldu başıma.

Kyam—Lordum izninizle bir şey sormak istiyorum.

Zoloterenko—Elbette, çekinme sor.

Kyam—Kara gürz nedir lordum?

Zoloterenko—Normalde öyle her önüme gelenle bu konuyu konuşmam ama sizin yeriniz ayrı çocuklar.

Kyam—Teşekkür ederiz lordum.

Zoloterenko—Kara gürz nadir metallerden yapılmış kadim bir eserdir. Eğer söylenenler doğruysa ona sahip olan kişi yenilgi yüzü görmezmiş.

Frank—Vay anasını!

Hans—Ve de avradını!

Kyam—Peki siz bunları nereden biliyorsunuz lordum?

Zoloterenko—Ozanlarımız hep türküsünü söyler. Türküdeki sözlere göre kara gürz bir gün Ukraynayı kurtaracaktır. Ama bu türkü sadece Sich şehri kazakları tarafından söylenir. Güya böylece sırrı dışarıya çıkmayacak. Peh!

Kyam—Öğrendikçe daha da merak ediyorum. Konuyla ilgili söyleyebileceğiniz başka bir şey var mı lordum?

Zoloterenko—Hımm, birkaç sene önceydi sanırım. Kuvvetlerimiz lanet olasıca Lyakileri topraklarımızdan sürmüşlerdi. Çarpışmalar sırasında Litvanya prensi Januz Radziwilin sancaktarlarından birini yakaladık. O da hayatını bağışlamamız karşılığında efendisinin sırlarını önerdi.

Hans—E peki canını kurtarabildi mi adamcağız?

Zoloterenko—He he, elime geçirmişim teresi bırakır mıyım hiç. Uçurduk kellesini. Zavallı adam ölmeden önce Radziwilin kara gürzden sürekli bahsettiğini defalarca söylemişti. Benim bildiğim buraya kadar. Eminim Januz Radziwil denilen Leh köpek benden daha fazlasını biliyordur.

Çocuklar duyduklarına çok şaşırmıştı. Özellikle kara gürze sahip olan kişinin yenilgi yüzü görmemesiyle ilgili bölüm hayli dikkatlerini çekti. Adamları Kyama bu efsaneyi takip edip etmeyeceklerini sordu. Kyam olanca kararlılığıyla mutlaka sırrını çözeceğini söyledi. Artık iş Januz Radziwil denilen devrik prensi bulmaya kalmıştı. Ancak bu kolay olmadı. Haftalarca Lehistan topraklarında prensi aradılar. Üstelik soruşturma da kolay değildi. Lehistan topraklarında Prens Januz Radziwilin adını anmak, Kral Jan Kasimire meydan okumak gibi bir şeydi. Kimileri adını duyduğu anda kaçıyordu. Herkes bu adam hakkında konuşma heveslisi değildi. 3 ay sonra nihayet Radziwilin başkent Varşovanın meyhanesinde olduğunu öğrendiler. Hızla oraya gidip Radziwili buldular. Kyam çocukları meyhanenin girişinde bıraktı ve kendisi içeri girdi. Kyam iri yarı heybetli birini bekliyordu. Ama gördüğü adam yerden bitme ve Prensten çok tüccara benziyordu. Belli ki tebdil kıyafet dolaşıyor tanınmak istemiyordu. Meyhane normal müşteriden çok Radziwilin yakın korulamalarıyla doluydu. Kyam Radziwile yaklaştı. Yüzüne uzun uzun baktı.

Radziwil—Seni tanıyor muyum delikanlı?

Kyam—Adım Kyamefendim.

Radziwil—Ben de Januz Radziwil. Litvanyanın büyük prensi. Lehlerin baş lordu.

Kyam—Baş lordu mu? Efendim beni yanlış anlamayın ama eğer yanılıyorsam düzeltin. Büyük Lehistan Kral Jan Kasimir tarafından yönetilmiyor mu?

Radziwil—Biz Radziwiller Litvanya büyük Prensinin soyundan geliyoruz. Tıpkı Leh krallığını bir zamanlar yöneten Jegellion gibi. Senin Kral dediğin adam Sejm denilen saçma sapan bir meclisin oyla seçtiği, soylu bile olmayan zavallı bir köylü. Ona Kral diye hitap etmekten hicap duymalısın.

Kyam—Eğer doğru anladıysam Kralı tahtından indirmek niyetindesiniz.

Radziwil—Çok haklısın delikanlı. Her fırsatta Lehistan halkıyla görüşüyorum. Toplayabildiğim kadar destek toplamaya çalışıyorum. Halkın işgalcilere karşı ayaklanmasına uğraşıyorum. Ben doğuştan soyluyum. Vilnanın savaş lordu ve Lehistanın biricik Hetmanı olarak taht benim hakkımdır.

Kyam—Efendim acaba kara gürz hakkında bir şeyler biliyor musunuz?

Radziwil—Sen kara gürzü nereden biliyorsun? Bu çok az kişinin bildiği bir mevzudur.

Kyam—Doğrusunu isterseniz ozanlar hakkında türküler yaktığı sürece pek de sır olmuyor.

Radziwil—O zaman neden gidip ozanlara sormuyorsun. Onlara sana türkü tadında anlatırlar kara gürzü.

Kyam—Lütfen Prens! Şakayı bir kenara bırakıp ciddi konuşalım. Kara gürzle kendi aramda müthiş bir bağ hissediyorum. O şeyin sırrı her neyse buna vakıf olmak istiyorum. Kara gürz gerçekte nedir?

Radziwil—Ooo dur bakalım delikanlı sakin ol. Kara gürzün sırrı Radziwiller gibi Litvanya hanedanları tarafından korunur. Bu konu yabancılara açılabilecek bir dedikodu malzemesi değildir.

Kyam—Sakin olun Prens, lütfen elinizi kılıcınızın kabzesinden çekin. Pekala sizi anlıyorum. Yabancılara açılacak bir konu değil. Peki ya dostunuz olursam? Sadece sizin değil bütün bir Lehistanın dostu olursam?

Radziwil—Bu nasıl olabilir ki?

Kyam—Ya size tahta çıkmanızda yardımcı olursam ve bunu başarırsam?

Radziwil—Aaah evet. Anlıyorum. O zaman seni de aileden sayıp kara gürzün sırrını paylaşabilirim.

Kyam—Öyleyse size davanızda katılmak ve tahta çıkmanızda yardımcı olmak istiyorum.

Radziwil—Sözlerinde samimi olduğun belli. Gözlerinde zerre kadar korkma ya da çekinme görmüyorum. Ama düşünmeden konuştun delikanlı emin misin? Sözümü kesme. Beni iyi dinle. Tahtı ele geçirmek öyle kolay bir iş değildir. Kral Jan Kasimir son derece güçlü ve nüfuzlu bir adamdır. Bu diyarın soyluları Ona bağlılık yemini ettiler.

Elbette içlerinde hala beni destekleyenler var. Ama her şeye rağmen bu çok ızdıraplı ve sıkıntı verici bir süreç olacak. Bu süreçte hayatın pahasına benim yanımda olmak istediğine emin misin?

Kyam—İnanın bana lordum ben karşılaşabileceğimiz her zorluğa hazırım. Buna esir düşmek, işkence görmek ve ölmek de dahil.

Radziwil—Ha ha ha ha! Nihayet karşıma yürekli birileri çıktı. Madem kararın kesin öyleyse önümde diz çök ve benden sonra tekrar et.

LEHİSTANIN MEŞRU LİDERİ OLAN SİZE BAĞLILIK YEMİNİ EDERİM.

Kyam—LEHİSTANIN MEŞRU LİDERİ OLAN SİZE BAĞLILIK YEMİNİ EDERİM.

Radziwil—NEFES ALDIĞIM SÜRECE SADIK VE BAĞLI BİR ADAMINIZ OLARAK KALACAĞIM.

Kyam—NEFES ALDIĞIM SÜRECE SADIK VE BAĞLI BİR ADAMINIZ OLARAK KALACAĞIM.

Radziwil—VE KILICIMA NE ZAMAN İHTİYAÇ DUYARSANIZ DÜŞMANLARINIZLA SAVAŞMAK ÜZERE YANINIZDA OLACAĞIM.

Kyam—VE KILICIMA NE ZAMAN İHTİYAÇ DUYARSANIZ DÜŞMANLARINIZLA SAVAŞMAK ÜZERE YANINIZDA OLACAĞIM.

Radziwil—SON OLARAK SİZİN VE VARİSLERİNİZİN DAVASINI DESTEKLEYECEĞİM.

Kyam—SON OLARAK SİZİN VE VARİSLERİNİZİN DAVASINI DESTEKLEYECEĞİM.

Radziwil—Şimdi kalk ayağa. Pekala genç savaşçı bana kutsal yeminini ettin. Bu yemini sadakatinle, şerefinle ve cesaretinle koru. Bu günden itibaren benim yeminli adamım ve sadık Lordum olduğun bilinsin. Bundan sonra sana korunma ve adıma silah taşıma hakkını bahşediyorum. Ülke kanunlarına karşı gelmen ya da diğer soyluların meşru hakkına ters düşmen dışında hayatın boyunca özgürlüğünden ve mallarından alı konulmayacağına söz veriyorum.

Kyam—Ne lord mu? Yani şimdi ben bir lord mu oldum? Prensim benimle dalga geçmiyorsunuz değil mi? Yani ben size destek olacağım derken... Ne biliyim sade bir silahşör olarak... Nasıl söylesem! Şey efendim şaka yapmıyorsunuz değil mi?

Radziwil—Ha ha ha! Hayır lord Kyam. Şu kazak köyünü nasıl kurtardığını duymuştum. Oradaki köylülerin içinde bana sadık olanlar da var. Doğrusu kullandığın taktiği çok taktir ettim. Seninle tanışmak bu güne kısmetmiş. Ve böylesi savaş yetenekleri olan biri elbette benim lordum olmayı hak ediyor.

Kyam—Teşekkür ederim efendim. Hala şoktayım ama teşekkür ederim.

Radziwil—Eee artık sen de bir ülke soylususun. Üstüne başına doğru düzgün bir şey al. Bundan sonra soyluluğunu belli etmek için kendi sancağını taşıyabilirsin.

Kyam—Lordum, sancağımın simgesini kendim seçebilir miyim?

Radziwil—Elbette. Sen bana katılmaya maçası yiyen ilk babayiğitsin. Eğer bana itaatte kusur etmezsen seninle büyük işler başaracağız mareşal lord Kyam.

Kyam—Aman Tanrım. Siz az önce Mareşal mi dediniz?

Radziwil—Elbette. Sen artık sadece benim lordum değilsin. Önümde ilk diz çökene mareşallik vereceğime yemin etmiştim. Bundan sonra toplayacağımız orduyu sen yöneteceksin. Lordun belini büken adam. Hı hahaha! Orada olup Kumandan Fyodor Obukovich in yüzünü görmek isterdim. Hahaha!

Kyam—Şeyyyy... Efendim ondanda mı haberiniz var.

Radziwil—Ben Prens Radziwilim lord Kyam. Bu topraklarda olup biten her şeyden haberim olur benim. Hadi bakalım. Sana ilk emrimi veriyorum. Madem bir isyan başlatacağız, öyleyse bize bir merkez üssü gerek. Destekçilerim düzenli bir ordu oluşturmak için benden haber bekliyor. Eh artık bir mareşalimiz de olduğuna göre, fethedeceğimiz ilk kale ya da şehir merkez üssümüz olacak. Seçimi sana bırakıyorum Mareşal lord Kyam. Ayrıca Lehistan lordlarıyla çok sıkı müzakereler yapacağız. Sadece beni destekleyenleri değil desteklemeyenleri de bir şekilde safımıza çekmemiz lazım.

Kyamın başı dönüyordu. Daha beş dakika öncesine kadar sıradan bir kelle avcısıydı. Oysa şimdi hem bir lord hem de bir mareşaldi. Gerçi ortada ordu ya da yönetebileceği bir toprak falan yoktu. Ama yine de bunlar çok büyük makamlardı. Deli gibi sırıtarak dışarı çıktı. Arkadaşları onu görünce çok şaşırdılar. Hepsi de içinden tahminler yürüttü. Hans ''Kesin buna afyon içirdiler'' diye düşündü. Frank '' Kafasına sağlam darbe almış, bunun feriştahı kaymış'' diye düşündü. Eric ise ''Kesin içerde taciz ettiler. Bunun da çok hoşuna gitti. Şimdi bize cinsel tercihini değiştirdiğini söyleyecek.'' Şeklinde tahmin yürüttü.

Kyam—Çocuklar az önce ne olduğunu tahmin bile edemezsiniz.

Hans—Afyon mu çektin?

Frank—Seni benzettiler mi?

Eric—Cinsel tacize mi uğradın?

Kyam—Ne diyorsunuz lan siz! Az önce Prens Januz Radziwile bağlılık yemini ettim.

Hep bir ağızdan—Ne bok yediiiiin!

Kyam—Az önce Prens Radziwile bağlılık yemini ettim. Sadece bu kadar da değil. Prens beni lord ilan etti. Ve sadece o da değil. Şu andan itibaren Prensin tüm ordularının Mareşaliyim.

Hans-- .........

Frank—Neüüüüüv!

Eric—Aman Tanrım!

Kyam—Ama durun bir dakika. Yok yok, bunlar gerçek olamayacak kadar güzel şeyler. Sanırım bir rüya görüyorum. Çocuklar biriniz beni tokatlar mısınız? Yo hayır sen değil Frank sen değil.

Hans—Tamam, ben hallederim o işi. Kyam hatırlıyor musun geçen sene öldürdüğüm eşkıyalardan birinin üzerinden çok güzel bir hançer almıştım. Ve o hançer ertesi günü kaybolmuştu. Ben yanına gelip sana hançerimi gördün mü diye sordum. Sen de bana ''Kama cinsi miydi?'' demiştin. Ben de evet dedim.

Kyam—Evet hatırlıyorum.

Hans—Sonra sen bana ''Kabzesinde gül motifi mi vardı?'' diye sordun ben de evet dedim.

Kyam—Evet evet.

Hans—Sonra sen bana ''Kınında zümrüt işlemeler mi vardı?'' demiştin. Ben de evet aynen o hançer. Hançerimi gördün mü demiştim. Ve sen de bana ''Yoo hiç görmedim'' demiştin. Tam o anda 4 eşkıyanın silahlı saldırısına uğramıştık ve o konu arada kaynayıp gitti.

Kyam—Eee?

Hans—(Çok şiddetli bir tokat atar) Şlaaaaakk!

Kyam—Ooovvhf! Aman Tanrım. Bu bir rüya değil. Gerçekten bir lordum ben. Hadi çocuklar bunu şarapla kutlayalım.

Dört kafadarlar bu olayı doyasıya kutladılar. Kyam lordunun sözünü dinleyip soylular gibi giyindi. Diğer çocuklardan da aynı şeyi istedi ama diğerleri oldukları gibi kalmayı tercih etti. Kendi sancağı için günlerce bir simge düşündü. Önce mızrak düşündü. Ama sonra vazgeçti. Belki de yanan bir ateş sembolü daha iyi durur dedi ama ondan da vaz geçti. Sonunda Ericin otaya attığı bir fikirle güneşi vuran dört ok sembolünde karar kıldı. Kırmızı bir bayrağın üstünde heybetli bir güneş ve onu vuran dört ok. Sonraki sekiz ay çok kanlı geçti. Zamoshye köyünün ihtiyarı Kyamın siyaset yeteneği hakkında yanılmamıştı. Kyam kıvrak bir zeka örneği göstererek tam 6 lordu çeşitli vaatlerle safına çekti. 8 kadar lord ise Radziwilin himayesine geçmeye dünden razı şekilde bağlılık yemini ettiler. Kumandan Fyodor Obukovich gönülsüzce de olsa Radziwilin safına geçti. Hala Kyama kızgındı. Ancak Lord Kyam efendi sırf arayı düzeltmek için fethettiği toprakların içinden tam 5 köyün ona bağışlanması için Prens Radziwili ikna etti. Böylece Obukovich Lord Kyamın en yakın dostlarından biri haline geldi. Elbette karşı koyan lordlar da oldu. Ve bu direniş sekiz ay süren kanlı savaşlara neden oldu. Kyam, emrindeki tüm lord komutanlara kesin emir verdi. Ne pahasına olursa olsun asla sivil halka zarar verilmeyecek, ele geçirilen yerler yağmalanmayacaktı. Bu kararı Lehistan sivillerinin gönlünde taht kurmasına neden oldu. Kale ya da şehirler değil ama kasabalar adeta bile bile teslim oldular. Kral Jan kasimir bir taraftan Rusların bir taraftan Kazakların ve bir taraftan da Lehistan asilerinin saldırıları altında bunaldı. Birçok lordu Ona ihanet etmişti. Tüm şehir ve kalelerini kaybetmişti. Elinde sadece 3 yenik lord ve başkent Varşova kalmıştı.

Radziwil—Lord Kyam, adamlarımdan aldığım haberlere göre kellen gövdene ağır geliyormuş.

Kyam—Yoo sanmam Prensim. Hatta durun bakayım, yok kellemin ağırlığı gayet iyi. Neden böyle söylediniz?

Radziwil—Madem kelle ağırlığın gayet iyi o zaman ne bok yeme verdiğim saldır emrini iptal ediyorsun ulan?!

Kyam—İptal etmedim lordum. Zaten Prensimin verdiği bir emre itaatsizlik etmek benim haddime düşmez. Ben sadece emri askıya aldım.

Radziwil—Neden?

Kyam—Lordum içeriye gönderdiğim casuslarımdan aldığım bilgiler doğrultusunda hareket ediyorum. Eğer şimdi saldırırsak Varşova askerleri adamlarımızı başak biçer gibi biçerler. Orduyu kaybedersek davayı da kaybederiz. Diğer tüm lordlar da benimle aynı fikirde. Onlar sadece size yalakalık olsun diye aksini söylüyorlar.

Radziwil—Peki ne yapmamızı öneriyorsun?

Kyam—Çok basit. Yerli halktan bazılarını çoktan rüşvetle satın aldım. Biz şu anda konuşurken bu adamlar Varşova halkını size teslim olması, sizin yönetimizde Jan Kasimirde olduğunda çok daha fazla refaha kavuşacığını gizli toplantılarla telkin ediyorlar. Ayrıca üç casusum Kralın yanındaki lordlara gizlice şifreli mesajlar götürüyorlar. Savaşın sonucunun bizim lehimize döneceğini, Kralı bırakıp safımıza geçtikleri taktirde büyük ödüller alacaklarını yazdığım mektuplar.

Radziwil—Peki sence sadece bu kadarı işe yarayacak mı?

Kyam—Elbette hayır. Öncelikle dirençlerini ve ümitlerini kırmamız lazım. Biz hele şehre giden suyu bir zehirleyelim. Orduyu ikiye bölüp geceli gündüzlü top ateşlerine tutalım. Son olarak da ellerindeki ikmallerin bitmesini bekleyelim, aç kalan halk kendi elleriyle Varşovayı bize teslim edecektir.

Radziwil—Hımm, böylece gereksiz yere asker kaybı da yaşamayız. Evet bu plan hoşuma gitti. Şimdi beni iyi dinle lord Kyam, yanına 4000 asker al ve doğruca Kieve git. Senden Kiev şehrini Lehistan topraklarına katmanı istiyorum.

Kyam—Ama Prensim bu Kazaklarla savaş demektir.

Radziwil—Seni sersem. Biz Lehistanı tamamen fethettiğimizde Kazaklar Jan Kasimirin aksine bize saldırmayacak mı sanıyorsun? O şehri istememin bir sebebi var. Ben buradaki kuşatmayı idare ederim. Şimdi daha fazla oyalanma. Siktir git ve Kievi al. Bu bir emirdir.

Kyam—Emredersiniz Lordum.

Kyam normalde işine karışılmasından hoşlanmazdı. Üstelik gördüğü kadarıyla bütün pis işleri kendisi yapıyordu. Radziwil her zaman hazıra konuyordu. Ama tüm bunlara bir tek şey için katlanıyordu. Kara gürz. Kyam can yoldaşlarını da yanına alıp gidiş hazırlıklarına başladı.

Kyam—Çocuklar hazır mı hans?

Hans—Bir saate kadar tam manasıyla hazır olurlar.

Frank—İyi ama nereye gidiyoruz Kyam?

Kyam—Bir koşu gidip Kievi alıverip döneceğiz.

Hans—Oha, kasaptan mumbar mı alıyoruz be! Orası Kazaklara ait.

Frank—Götümüzü deldirmeye gidiyoruz yani.

Kyam—Abartmayın. Radziwil bana ayrıntıları anlattı. Şehrin valisi bunun sadık adamıymış. Şehrin kolayca teslim olması için gerekli tüm hazırlıkları yapmış. Biz oraya vardığımızda gizlice bir haber uçuracağız. Vali bir balo düzenleyip garnizondaki askerleri zehirleyecek. O gece şehir kapısına kendi adamlarını nöbetçi koyacak. Adamlar bize kapıyı açacak. Zaten bitmiş olan garnizondan geriye kalanları esir alacağız. Şehri ele geçirip yanımızdaki askerleri garnizona yerleştirip geri döneceğiz.

Eric—Bence bu kara gürz mevzusu seni çok daha büyük yerlere taşıyacak kardeşim.

Kyam—Eric sen kolay kolay konuşmazsın. Ama konuşunca da sağlam konuşursun. Neye dayanarak bunu söyledin?

Eric—Hans!

Hans—Geçen meyhanedeydik. Askerlerle içip eğleniyorduk. Askerlerden bir tanesi iyice kafayı bulmuştu. ''Yeter beee yeter, içimden geçeni söyleyeceğim'' dedi. Diğer askerler adamı susturmaya çalıştı. ''Sus ulan teres boynunu vurdurmaya mı niyetlisin sus'' dediler. Adam dinlemedi. Yanımıza gelip konuştu. ''Eğer şu Radziwil hödüğü olmasaydı ben kralım olarak Mareşal lord Kyama bağlılık yemini ederdim. Onun yerinde başka bir komutan olsa bize kurbanlık koyun gibi davranırdı. Savaşta bozuk para gibi harcardı. Oysa bizi hayatta tutmak için elinden geleni yapıyor.'' Dedi.

Kyam—Askerin bana olan tutkusunu biliyorum. Sağ olsunlar hepsi de sağlam çocuklar.

4000 kişilik tabur ve çocuklar Kieve vardılar. Her şey tam planlandığı gibi gitti. Zorlanmadan Kievi zaptettiler. Radziwilin sancağını Kiev surlarına diktiler. Askerleri garnizona tek tek yerleştirdiler. İki gün boyunca dinlendiler. Bir ulak Kyamın yanına geldi. Radziwilin üç köşeli mührünü taşıyan bir ferman getirdi. Yerden temenna ederek Lord Kyamı selamladıktan sonra fermanı teslim edip hızla gitti. Fermanda Radziwilin Kievde isyan çıkma ihtimaline karşı istihbarat aldığı yazıyordu. Kyama dikkat etmesini ve konuyla ilgili kesin bilgi almak için Valiyle görüşmesini emrediyordu.

Kyam—Gel bakalım Vali efendi. Prens hazretleri burada bir isyan çıkacağına dair duyumlar almış. Sen ne diyorsun, böyle bir şey olabilir mi?

Vali— Sanmıyorum lordum. Sorun çıkarabilecek bir avuç insan vardı. Onları da siz öldürdünüz. Hem zaten kara gürzü arayan Litvanyalılar geldiği günden bu yana hiç olay çıkmadı.

Kyam—Ne dedin sen!

Vali—Yani demek istediğim lordum, burada olay çıkması imkansız. Buradaki her kes haşmetli Prensimize sadıktır.

Kyam—Onu demiyorum angut herif. Demin kara gürz dedin. Sen nereden biliyorsun bunu?

Vali—Haa şu kara gürz şeysi. Evet evet bunu Litvanyalı askerlerden duymuştum.

Kyam—Çabuk bana duyduklarını anlat.

Vali—Şey lordum bu çok uzun zaman önceydi. Üstelik gördüğünüz gibi ben yaşlı bir adamım hafızam eskisi kadar iyi değil he he.

Kyam—Peki hafızanın açılması için bir kese altın yeter mi?

Vali—Aslında beş kese kesinlikle yeter.

Kyam—Eğer bana uyduruk bir masal anlatırsan seni beş yerinden şişlerim.

Vali—Sağolun efendimiz sağolun. Şu keseleri kuşağıma saklıyayım. Gelelim kara gürze. Bundan 15 yıl önceydi. Kral Jan Kasimir henüz tahta yeni çıkmıştı. O zamanlar kiev Lehistana bağlıydı. Bende müze bekçisiydim. O dönemin valisi bir gece tam bir bölük Litvanya askerini şehirde ağırlamak için içeri aldı. Ben o sırada müzede korunan lahit mezarların bulunduğu odanın temizliğini yapıyordum. Bir de baktım valinin dışarıdan sesi geliyor. ''Hayır giremezsiniz, bunu yapmaya hakkınız yok. O emanet kieve ait'' gibi laflar ediyordu. Derken bir haykırma sesi duydum. Sonra müze muhafızlarının kılıçlarının seslerini duydum. Birkaç dakika içinde ortalık sessizliğe gömüldü. Ben lahitlerden birinin arkasına saklandım. Bir lahit mezarın açıldığını duydum. Askerler bir şey almış olmalıydı. Neler olup bittiğini göremedim. Ama askerlerden birinin ''Kara gürz artık bizde. Bundan sonra kimse karşımızda duramaz'' dediğini duydum.

Kyam—Gelenler Kralın adamları mıydı?

Vali—Sanmıyorum. Kralın adamları Kralın valisini neden öldürsün ki.

Kyam—Peki bunlardan benden başka kimseye bahsettin mi?

Vali—Hayır lordum. Siz anlattığım ilk kişisiniz.

Kyam—Ve son kişiyim. Eğer bu konuştuklarımızı birilerine yetiştirirsen, hele hele Radziwile haber uçurursan bundan anında haberim olur. Ki o taktirde dünyanın öbür ucuna gitsen bile seni bulur, bağırsaklarından tasma yapar, boynuna takıp bütün Lehistanı gezdiririm.

Vali—Elbette lordum elbette. Merak etmeyin. Şu andan itibaren tüm konuşulanları unuttum bile.

Valinin bu sözleri Kyamı heyecanlandırmıştı. Yüreği yerinden çıkacakmış gibi hissetti. Hızlıca askerleri garnizona yerleştirdi. Üç arkadaşını yanına alıp kısa zamanda Januz Radziwilin yanına geldi. Radziwille olan sekiz aylık taht davası muhabbetine güvenerek artık sormanın zamanı geldi diye düşündü.

Kyam—Prensim, tam sekiz aydır sizinle omuz omuza çarpışıyoruz. Tahta çıkmanıza sadece bir adım kaldı.

Radziwill—Evet Kyam. Yaptıklarından ötürü sana minnettarım.

Kyam—Teşekkürler soylu ve asil lordum. Artık kendimi size yabancı görmüyor aileden biri sayıyorum. Ve ailenizden biri olarak artık şu kara gürz hakkında bildiklerinizi ben de öğrenmek isterim.

Radziwil—Sen çok konuşmaya başladın Kyam efendi. Kime neyi ne zaman söyleyeceğimi ben bilirim. Yönetim benim elime geçtiğinde Kırımlılar desteğini sürdürecek mi yoksa devam mı ettirecek bunu birinci elden öğrenmem lazım. Sana dinlenmen için bir gün veriyorum. Yarın sabah ilk ışıkla Kırım sınırına gideceksin. Tatar bir mirzayı ya da beyi ne yapıp yapıp esir alacak ve bana getireceksin.

Kyam—Prensim, dikkat ettim de bana verdiğiniz görevler her geçen gün biraz daha zorlaşıyor. Biraz daha tehlikeli hale geliyor. Bilmesem sizin benden kurtulmaya çalıştığınızı düşünürdüm.

Radziwil—Sen hala burada mısın? Çabuk siktir git karşımdan.

Kyam—Ağzınız bal yesin prensim.

Kyam çocuk değildi. Olan biten her şeyin farkındaydı. Prensin ağzından laf almak imkansızdı. Prens bir şeyler biliyordu. Ama bunu söylemeye niyeti yoktu. Söyleme yalanıyla Kyamı kullanıyordu. Kyam Radziwili gebertmek istiyordu. Ama demirci ethem babadan acele etmemesini öğrenmişti. Sabırla bekleyecekti. Bakalım hayat Onu nerelere sürükleyecekti?

Frank—Radziwil ağzının tadını bilmiyor.

Hans—O nereden çıktı şimdi?

Frank—Eğer ağzının tadını bilseydi tatar beyi değil tatar kızı esir almamızı isterdi.

Kyam—Lan oğlum adam oğlancı değil ki. Tatar beyini düdükleyecek hali yok.

Eric—Kyam, 7 kilometre kuzeyimizde bir Tatar beyi otağ kurmuş.

Kyam—Birlikleri?

Eric—Zayıf.

Kyam—Beni iyi dinleyin beyler bu gece pusuya yatıyoruz. Şimdi size planı anlatıyorum. Maksadım mümkün olduğunca sessiz hareket etmek. Gece sürünerek yanlarına varacağız. Birliklerimiz etraflarında çember kuracak. Eric ve siz yanınıza sağlam birer adam alıp otaya sızacaksınız. Tabi ben de aynı şekilde sızacağım. Herkes yanında ucu yağlı ok ve çakmak taşı bulunduracak. Tatar beyinin çadırına dalıp kafasına odunla vurup bayıltacağız. Sonra da çuval geçirip sırtladığımız gibi otağdan çıkaracağız. Yalnız beyin hangi çadırda kaldığını bilmiyoruz. Bu yüzden herkes ikişerli gruplar halinde kızıl tuğlu çadırı arayacak. Unutmayın lan kızıl tuğ. Frank anladın mı?

Frank—Anladık be. Gece kamplarına sızacağız. Kızıl tuğlu çadırı bulacağız. Tatar beyinin beyninin pekmezini akıtıp çuvala tıkacağız. Sonra da gizlice geri çıkacağız.

Kyam—Tamam. Frank anladığına göre hepiniz anladınız. Eğer bir aksilik çıkar ve köşeye sıkışırsanız ucu yağlı okların ucunu tutuşturup havaya alevli ok fırlatacaksınız. Bunu gören birliklerimiz saldırıya geçecek.

Gece olduğunda plan aynen tatbik edildi. Ancak bazı aksilikler yaşandı. Kyam tatar adetlerini az buçuk biliyordu. Beylerin Kızıl tuğlu çadırda kaldığını da biliyordu. Ancak bilmediği şey, o gece tam dört çadırın önüne kızıl tuğ koymuşlardı. Dört kafadarların her biri ayrı ayrı çadırlara girip ayrı ayrı kişileri kaçırdılar. Dönüş yolunda Frank iri cüssesiyle karanlıkta bile dikkat çekti. Omuzundaki paketlenmiş şahsı yere bırakıp savaşmaya başladı. Kılıç ve balta sesleri diğer askerleri de uyandırdı. Yardımına Hans koştu.

Hans—Frank dikkat et tam arkanda.

Frank—Hans bunlar bit gibi çoğalıyor. Çabuk havaya alevli ok fırlat.

Hans—Yapamam. Ben yağlı ok almayı unutmuşum.

Frank—Al. Benim okumu kullan.

Hans—Bu ne lan vıcık vıcık.

Frank—Garanti olsun diye her yerini yağladım. Dikkat et soldan sana geliyor.

Hans—Al sana koduğumun tatarı. Tamam hemen yakıyorum. Yansana lan. Yansana sıçtığımın icadı. Lan niye yanmıyor bu!

Frank—Acele et Hans iyice çoğaldılar baş etmekte zorlanıyorum.

Hans—Lan neyle yağladın sen bunu?

Frank—Tere yağla yağladım. Başka neyle yağlayacaktım.

Hans—Hay kafatasını çıkardığım. Hay kafatasının içine sıçtığım sonrada geri giydirdiğim. Lan tere yağla yağlanır mı lan ok. Ekmek arası mı yapacaktın hayvan herif. Kyaaaaaam! Sıçtık yetiiiiiş.

Sesi duyan Kyam derhal havaya yanan bir ok gönderdi. Hansın yardımına yetişti. Üç savaşçı omuzlarında çuvallanmış adamlarla savaşa savaşa kalabalığı yardılar. Savaş alanının dışına çıkınca Eric i gördüler. Eric çoktan çuvallanmış adamı çadırlarının önünde getirmiş, diğerlerini bekliyordu.

Eric—Çok geciktiniz.

Kyam—Nooldu lan orada? Niye alevli ok fırlatmadınız?

Hans—Ben yağlı ok almayı unutmuşum.

Kyam—Tuvalete gittiğin zaman sıçmayı da unutuyor musun Hans?

Paki ya sana ne demeli koca ahmak. Sen de mi unuttun?

Frank—Olur mu hiç öyle şey. Ben bu salak gibi unutmadım. Hatta yanıma iki tane aldım biri de yedek. Üstelik garanti olsun diye okların sadece ucunu değil her yerini yağladım.

Kyam—Eee? Niye kullanmadın o zaman?

Frank—Kimse bana domuz yağıyla yağlamam gerektiğini söylemedi. Ben de tere yağla yağladım.

Kyam—Frank senin.... Senin var ya... Senin... Senin o... Neyse. Şimdi aklıma güzel bir küfür gelmedi. Gelince ağzımı doldura doldura sövüp sayacağım sana. Dur bir dakika lan. Sorucam sorucam araya laf giriyor. Niye hepimizde birer çuval var?

Frank—Ben herifi yakaladım.

Hans—Hayır ben yakaladım işte burada çuvalda.

Kyam—E ben de yakaladım. Hatta Eric bile yakalamış. Noluyor lan burada. Açın şu çuvalları. Frank sen başla.

Frank—Tamam açıyorum. İşte tatar beyyyyy... kim lan bu şişman!

Şişman kadın—Aaaayy! Ay boğuluyordum. Ay ölecektim. Ay siz de kimsiniz? Ne istiyorsunuz? Ay bunlar tecavüzcü eşkıyalar. Ay imdaaaat. Irzıma geçiyorlar askerler yetişiiiiin.

Frank—sus be kadın sus. Ne ırzına geçmesi.

Hans—Hahaha! Kadının suratını görenin memleket değiştiresi gelir. Bir de bizi tecavüzcü sanıyor. Alın işte gerçek tatar beyi burada. O ne lan?

Şişman adam—Huaaahhh, aman Yarabbiiiiiii! Bunlar da kim böyle? Ne istiyorsunuz benden? Ben altı üstü askerlerin yemeğinden sorumlu aşçıyım. Canınız yemek istiyorsa niye kaçırdınız be kardeşim. Söyleseydiniz karavanadan verirdim birer tabak.

Hans—Kes lan kes.

Kyam—Eğer benimkinden İsveç Kralı çıkarsa kara gürzü de unutup hemen bu diyarı terkediyorum. Siz de ne haliniz varsa görün. Aha işte açıyorum.

Dilsiz—He bebe he be be!

Kyam—Ohh çok şükür! İsveç Kralı değilmiş. Eric sen de ne var?

Şirin bey—Aaah! Başıııııım. Siz kimsiniz soysuz köpekler? Ben tatar beyi Şirin beyim. Siz kim oluyorsunuz da beni alı koyuyorsunuz.

Kyam—Ağzınızı bozmayın beyim. Sakin olun. Ben Lehistan isyankarları ordularının baş komutanı lord mareşal Kyam. Aslında adım sadece Kyam. Ama böyle uzatınca havalı oluyor. Ve sizi Prensimiz Januz Radziwile götürmek üzere tutukluyoruz. Merak etmeyin işkence felan görmeyeceksiniz. Sizinle şanınıza yakışır şekilde ilgileneceğiz.

Yolda giderken. Eric Kyama yaklaştı ve ona bir mektup uzattı.

Eric—Bu Tatar beyin üzerinden çıktı.

Kyam—Neymiş?

Eric—Kendi de bilmiyor. Yazanları okuyamamış.

Kyam mektubu açtığında gözlerine inanamadı. Kader yine Ona kara gürzle ilgili bir ipucu sunuyordu. Mektup Rus Çarı Alexi Michelayoviche yazılmıştı. Belli ki o da kara gürzün peşindeydi. Mektupta kara gürzle ilgili bilgilerin eski Rus yazıtlarında bulunduğu ve bu yazıtların 100 yıl önce Riga şehrindeki Templar arşivine saklandığı yazıyordu. Ayrıca mektubu yazan casus ölüm döşeğinde olduğunu da eklemişti. Kyam Tatar beyine mektupta yazanları hiç okuyup okumadığını sorduğunda küfürle beraber ''Ben sizin gavur yazınızdan anlamam'' cevabını aldı. Mektubu gönderen her kimse şimdiye kadar ölmüş olmalıydı. Mektubu getiren dilsiz ise daha kaşığın icadından bile haberdar değildi. Zaten mektubu gönderen kişi bu yüzden bu adamı seçmiş olmalı. Tatar beyi bu adamı dağlarda tek başına dolaşırken yakalayıp sorgulamış. Günlerce işkence etmiş ama adam ''he be be be'' den başka bir şey söylememiş. Bu durumda yapılacak tek bir şey vardı. Tatar beyini arkadaşlarına emanet edip doğruca Riga şehrinin bulunduğu İsveç Krallığına gitmek.

Kyam 3 gün içinde İsveç'e varmıştı. Sokaklarda bir bayram havası vardı. Her yerde çalgı çengi ve müzik vardı. Doğruca Riga şehrine gitti. Oranın valisiyle görüştü. Vali sadece şehir valisi değildi. Aynı zamanda Riga lordu vali general magnus dele gardia idi. Magnus oldukça kendini beğenmiş biriydi. Ve Onunla anlaşmak bir keçiyle anlaşmaktan daha zordu.

Kyam—Merhabalar lordum. Ne kadar zarif ve güzel bir kıyafet seçmişsiniz. Gözlerinizin rengini de ortaya çıkarmış.

Magnus—Immm, her yer vıcık vıcık yağ oldu. Üstelik yağ fiyatları da çok pahalı. İstersen boş yere yağ yakma lord Kyam.

Kyam—Yo yo, bunlar iltifat değildi. Hakikatin ta kendisi.

Magnus—Zırvalamayı kes de ne istiyorsun onu söyle.

Kyam—Ben bilim ve sanata çok önem veren biriyim. Bulduğum her fırsatta kitap okurum.

Magnus—Ha ha ha! Al işte bir ahmak daha. Kitap okumak kadar faydasız ve boş bir iş düşünemiyorum. Bu arada senin kitap okuma sevdandan bana ne?

Kyam—Lordum sizin şehrinize ki efsanevi Templar arşivlerinin ünü bütün dünyaya yayılmış durumda. Sizden ricam bu arşivelere birkaç saatçik göz atmak. Belki orada faydalı bilgiler bulur ve sayenizde kendimi geliştiririm.

Magnus—Tabi tabi olur elbette. Ama sizin bildiğiniz şekilde değil benim bildiğim şekilde olur.

Kyam—Yani nasıl olur?

Magnus—Şöyle söyleyeyim; nah olur! Oraya öyle her isteyen çükünü sallayarak giremez efendi. Hadi şimdi daha fazla sinirlerimi bozmadan yıkıl karşımdan.

Bu muhabbet Kyamın canını çok sıkmıştı. Acelesi olmamakla beraber bulduğu ilk fırsatta magnus dele gardianın boğazını kesmeyi aklının bir köşesine yazdı. Daha sonra dışarı çıkıp bir meyhaneye gitti. Meyhanede de durum aynıydı. Herkesde bir coşku bir bayram havası vardı.

Kyam—Söyle bakalım meyhaneci nedir bu milletin sevinci?

Meyhaneci—Ohooo senin hiçbir şeyden haberin yok beyim. Gustaf köpeğini dün başkent meydanında kılıçla dilimlediler. Elbette yakın adamlarını da. Büyük bir törenle canımız, biricik Kraliçemiz Elenie yeniden tahta geçti.

Kyam—Deme yahu. Yani artık Gustaf diye biri yok ha!

Meyhaneci—Sen ne diyorsun. Adamı zerrelerine ayırdılar. Son sözü ne oldu biliyor musun? Ben annemi isterim diye ağladı puhahahaha!

Bu haberi alır almaz Kyam toparlanıp başkente gitti. Şanslıydı. Kraliçe Elenie tahta yeniden geçişinin verdiği coşkuyla oldukça anlayışlı ve misafir perverdi. Huzuruna çıkmak isteyen Kyamı derhal kabul etti. Kyam Kraliçenin karşısında diz çöküp büyük saygıyla selamadı.

Kyam—Dünyanın en güzel Kraliçesine selam olsun.

Elenie—Ooo sadece centilmen değil aynı zamanda bir çapkın.

Kyam—Kraliçem güzelliğiniz aklımı başımdan almadan önce bir an evvel konuya girsem iyi olacak. Yoksa bu güzel yüz bildiğim her şeyi bana unutturacak.

Elenie—Söyle bakalım lordun belini büken adam. Benden ne istiyorsun?

Kyam—Güzel Kraliçem. Bazı nedenlerden dolayı Rigadaki Templar arşivlerine şöyle bir göz atmam lazım. Ancak vali general magnus dele garianın pek misafir perver olduğu söylenemez.

Elenie—Anlıyorum. Magnus oldu olası biraz odundur. Sana ihtiyacın olan izni ben vereceğim. Ancak bir şey sormama müsaade et ağzından bal damlayan ve lordun belini büken adam.

Kyam—Elbette güzeller güzeli Kraliçem.

Elenie—lord Kumandan Fyodor Obukovich i nasıl kelime oyunlarıyla dize getirdin?

Kyam—Şey Kraliçem onu bir bilmeceyle kandırdım ve almak istediğim cevabı vermek zorunda bıraktım.

Elenie—Oldukça zekice. Defterdarım sana ihtiyacın olan izni hazırlayıp verecek. Bu arada aklında bulunsun lord Kyam, eğer bir gün Januz Radziwil denilen kaba adamdan sıkılırsan hiç çekinmeden benim sarayımda ait olduğun yeri alabilirsin.

Kyam—İşte şimdi beni can evimden vurdunuz Kraliçem. Artık bundan sonra nereye gidersem gideyim, kalbimin bir kısmı hep burada, sizin yanınızda kalacak.

Kraliçe Elenie ve Kyam bir birlerinde sıcak intibalar uyandırarak ayrıldılar. Kyam doğruca rigaya gidip elindeki izin belgelerini valinin ağzına sokarcasına teslim etti. Sonra kütüphaneye girip arşivde bir araştırma yaptı. Eline 100 yıllık bir rapor geçti. Yüz yıl önce yazılmış olan bu rapor Çar ikinci Petroya yazılmış ama hiçbir zaman eline ulaşamamıştı.

YÜCE ÇAR ikinci PETRO, BEN SADIK KULUNUZ RAHİP MUROMTSEV SKİLAÇKİ. UZUN ZAMAN ÖNCE BENİ ARAŞTIRMAM İÇİN GÖNDERDİĞİNİZ GÖREVİ NİHAYET TAMAMLADIM. YÜCE ÇARIM, EMRETTİĞİNİZ GİBİ KARA GÜRZLE İLGİLİ ARAŞTIRMAMI TAMAMLADIM. EFSANENİN BAŞLANGICI DÜNYAYA DÜŞEN BİR KUYRUKLU YILDIZ. BU KUYRUKLU YILDIZ DÜNYAYA DÜŞTÜĞÜNDE İLK GÖRENLER CİZVİT RAHİPLERİ OLMUŞ. RAHİPLER YILDIZIN DÜŞTÜĞÜ YERDE AÇTIĞI KRATERE GİTMİŞLER. YILDIZDAN GERİYE KALAN VE BU DÜNYADAN OLMAYAN SİYAH BİR METAL MADENİ YANLARINA ALMIŞLAR. SÖYLENTİLER O Kİ RAHİPLER EN ESKİ VE EN KARA BÜYÜLERİ KULLANARAK BU SİYAH METALİ CEHENNEM ATEŞİYLE ERİTİP TOR'UN ÇEKİCİYLE DÖVMÜŞLER. KARA BİR GÜRZ HALİNE GETİRMİŞLER. SONRASINDA O BÖLGEDE YAŞAYAN LEH SOYLULARI BU EŞSİZ VE SON DERECE GÜÇLÜ SİLAHI ELDE ETMEK İÇİN RAHİPLERLE ANLAŞMIŞLAR. RAHİPLERDEN GÜÇ VE İMTİYAZ KARŞILIĞINDA KARA GÜRZÜ ALMIŞLAR. BU GÜRZÜ KULLANAN KİŞİLER BİRÇOK SAVAŞ KAZANMIŞ VE BİRÇOK ZAFERE İMZA ATMIŞLAR. GÜRZ NESİLDEN NESİLE GEÇERKEN, EN SON RADZİWİL AİLESİNDE GÖRÜLMÜŞ. GEÇTİĞİMİZ BİRKAÇ YILDA GÜRZ ANİDEN ORTADAN KAYBOLMUŞ. SÖYLENTİLERE GÖRE GÜRZÜN RADZİWİLİN AİLE MEZARLIĞINDA BİR YERDE SAKLIYMIŞ. BİLGİLERİNİZE ARZEDERİM YÜCE ÇAR.

Yazılanları okuyan Kyam Riga şehrinin meyhanesine tekrar uğradı. Orada bir saat kadar şarap içip aklını bu işe yordu. Radziwile kendi aile mezarlığını soramazdı. Sorduğu anda Radziwilin durumu anlayıp başka bir baş belası görev verebilirdi. Leh lordlara sormak da sorun çıkarabilirdi. Hepsi de oldukça meraklı ve laf yetiştirmeyi seven tiplerdi. Bir anda aklına Lord Kumandan Fyodor Obukovich geldi. Atını hızla kuşatma alanına sürdü. Birkaç gün içinde orduya katıldı. Geldiği günün gecesi lord Obukovichle gizlice çadırında görüştü.

Kyam—Davetime icabet ettiğiniz için teşekkür ederim lordum.

Obukovich—Rica ederim. Peki ama bu gizlilik ne için komutanım?

Kyam—Lordum sizin için önemsiz ama benim için önemli bir konuda size danışmam gerek. Ve bu konuda sizden başka bir lorda güvenemezdim.

Obukovich—Tahmin edebiliyorum. Özellikle tam altı kasabanın idaresinin bana bırakılması konusunda Radziwili ikna etmeniz... Diğer tüm lordları bir anlamda kendinize düşman ettiniz.

Kyam—Doğrusu bunu size borçluydum lordum. Ayrıca diğerlerinin fesatlığından zerre kadar korkmuyorum. Ben siyaset adamı değilim. Çok konuşan olursa gırtlağını keserim olur biter.

Obukovich—Komutanım sizin bu sadece düşünce tarzınıza hayranım. Ben en basit konularda bile 1000 tane siyaset güdüp sinir krizleri geçiriyorum. Ama siz rahat rahat direkt sonuca odaklanıyorsunuz.

Kyam—Teşekkür ederim lordum. Şimdi gelelim esas mevzuya.

Obukovich—Sizi dinliyorum lord Kumandan.

Kyam—Şu bizim sinir küpü Radziwilin aile mezarlığı nerede?

Obukovich—Doğrusu ben daha zor bir şey bekliyordum. Basit. Tabi ki Nezvish kasabasında.

Kyam—Teşekkür ederim lordum. Bu konuştuklarımız aramızda kalsın.

Obukovich—Hiç şüpheniz olmasın komutanım.

Aile mezarlığının yerini öğrenen Kyam hemen hazırlandı. Dikkat çekmemek adına keşif gezisi bahanesiyle yola düştü. Kasaba kuşatma alanına çok yakındı. 3 saat sonra Nezvishe varmıştı bile. Kasabanın ihtiyarını buldu ve doğrudan sordu.

Kyam—Sana iyi günler dilerim ihtiyar. Burada Radziwillerin aile mezarlığı varmış. Bana yerini söyleyebilir misin?

İhtiyar—Elbette. Uzun zaman önce Radziwillerin atası bu kasaba kurulduğunda kilisenin altına bir lahit mezarlık yaptırmış. Bir çok soylu ve ünlü Radziwilin naaşı o mezarlıktadır. Ancak seni uyarayım delikanlı. O mezarlığa girmek biraz yürek ister. Gündüz vakti bile içerisi zifiri karanlık olur.

Kyam—Sorun değil ihtiyar. Sen kilisenin yerini göster yeter.

Kyam kilisenin zemin katına girdi. İhtiyar haklıydı. Gerçekten de ortalık zifiri karanlıklıktı. Ve en yürekli adamlara bile tırsıntı verecek kadar sırça bir yerdi. Kyam bir meşale yaktı. Lahit mezarların hepsini tek tek açıp içlerine baktı. Kemiklerden başka hiçbir şey bulamadı. Tekrar kasaba ihtiyarının yanına gidip açıkça sordu.

Kyam—Bak ihtiyar ben buraya mezar ziyareti için gelmedim. Kara gürzü arıyorum. Hakkında bir şeyler duydun mu?

İhtiyar—Üzgünüm efendim. Burası Hristiyan bir kasaba. Biz burada Rabbı aşani kutlamaları yapmayız.

Kyam—Kara gürz diyorum ihtiyar kara gürz.

İhtiyar—O isimde birini tanımıyorum efendim.

Kyam ihtiyarın bir şeyler bildiğini ama sakladığını anlamıştı. Belli ki Radziwillerin sadık bir adamıydı. İhtiyarı konuşturmanın tek yolu Radziwillerin sadık bir dostu olduğunu ispatlamasıydı. Bunu yapmanın tek yolu ise Radziwilin tahta geçmesini sağlamaktı. Aslında ihtiyarın bağırsaklarının bir kısmını dökerek de bilgiyi alabilirdi ama Kyam bu şekilde hatırlanmak istemiyordu. Kuşatma alanına geri döndü. İçerdeki casuslarına haber uçurdu. Casuslar lordları son kararlarını vermesi için uyardı. Her üç lord da Radziwile katılacağını bildiren bir mektup gönderdi. İçerideki askerlerin yüzde doksan beşi teslim oldu. Varşova kapıları Radziwilin ordusuna sonuna kadar açıldı. Kraliyet odasında bulunan ve Kral Jan kasimirin yakın koruması olan 150 kadar asker kılıçtan geçirildi. Radziwil Kralı öldürmek için kılıcını kaldırdı. Tam boynunu vuracaktı ki Kyam atik davranıp hansın mızrağını kaptığı gibi Radziwilin kılıç darbesini bloke etti. Radwizil Kyama öfkeli bir bakış attı. Kyam ise ''Bir Kral bir Kralı öldürmez lordum. Bırakın zindanda çürüsün.'' Dedi. O an için Kral Jan Kasimir Kyama tiksinti veren bir mahlukatmış gibi baktı. 9. Ayın sonunda nihayet Lehistan ele geçirilmişti. Kutlamalar günlerce sürdü. Kyam Radziwilin sağ kolu olarak tüm ülkede nam saldı. Ününün yeterince yayıldığını düşünen Kyam Nezvish i yeniden ziyaret etti.

Kyam—Merhaba ihtiyar.

İhtiyar—Merhaba lordum.

Kyam—Şimdi ben sana kara gürz hakkında ne biliyorsun diyeceğim. Sen de bana ''O öleli epey oldu'' gibi saçma sapan bir cevap vereceksin. Ben de her iki ucu sivri bir demirin uçlarından birini ateşte kızdıracağım. Sonra bu demirin kızgın tarafını değil de soğuk tarafını senin ihtiyar ve kırışık popona saplayacağım. Öyle değil mi ihtiyar?

İhtiyar—He he he! Hiç gerek yok lordum. Siz ki efendimizin sağ kolusunuz. Size neden anlatmayayım. Aslında kara gürz hakkında bir şey bilmiyorum. Ama sizin köye ilk gelişinizden bir hafta kadar önce bir Rus prensi gelmişti. O da kara gürzü sormuştu.

Kyam—Rus prensi mi? Peki nereye gitti bu Rus soylusu?

İhtiyar—Bir yere gitmedi hala burada.

Kyam—Ne! Hemen bana yerini göster. Hangi evde kalıyor?

İhtiyar—Az ilerideki kasba mezarlığında.

Kyam—Yani adam öldü mü?

İhtiyar—Doğrusu çok kibar ve oldukça cömert biriydi. İnanın ölümüne çok üzüldüm. Zavallı adam kasabamızdan çıktıktan on dakika sonra yolunu eşkıyalar kesmiş. Adamcağızın yanında sadece dört zırhlı koruma vardı. Ama belli ki yeterli olmamış. Fukaranın gırtlağını oracıkta kesivermişler. Biz de cesedi alıp Onu buraya gömdük.

Kyam—Peki bu soylu prensin bir adı var mıydı?

İhtiyar—Bana Boryatinsky ailesinden olduğunu söylemişti.

Kyam—Tam olarak nerede saldırıya uğradı bu adam.

İhtiyar—Şu gördüğün üçüncü tepenin arkasındaki dar bir vadide. Bu arada lordum çok merak ettim. Neden bir ucunu kızdırdığınız demirin soğuk tarafını popoma sokmayı düşünüyordunuz. Yani o kadar kızdırdıktan sonra sıcak tarafını saplasaydınız daha iyi olmaz mıydı?

Kyam—Soğuk tarafından saplayayım ki sıcak tarafını elinle tutup çıkaramayasın diye düşündüm.

Kyam bir ip ucu bulma ümidiyle ihtiyarın tarif ettiği yere gitti. Ancak ip ucundan ziyade eşkıyaların ta kendisini buldu. Belli ki oraya konuşlanmışlar ve yeni bir av arıyorlardı.

Eşkıya—Bak seeeen! Gördünüz mü çocuklar. Son avımızın üstünden bir hafta geçti ve hemen yenisi geldi.

Kyam—Saçma sapan konuşmayı bırak da beni dinle. Bir hafta öldürdüğünüz şu adam, üzerinden her hangi bir bilgi belge ya da ona benzer bir şey çıktı mı?

Eşkıya—Aslında bir kese altın ve bir yüzük çıktı. Yüzük sanırım aile mührünü taşıyordu.

Kyam—O yüzüğü hemen istiyorum.

Eşkıya—Ona kalırsa ben de senin kelleni hemen istiyorum. Ama bak hiç acele ediyor muyum?

Kyam—Bakın siz 80 kişi kadar varsınız. Tek başıma hepiniz halledemem. Ama namımı duymuşsunuzdur. Ben Lehistan orduları Mareşali lord Kyam. Hepinizi haklayamasam bile ilk 10 kişiyi rahatlıkla indiririm. Ki ben bu işin kanla çözülmesinden yana değilim. Sen bana yüzüğü ver bende sana yanımdaki iki kese altını vereyim. Böylece zahmetsizce kazanç sağlamış olursun. Her iki tarafta mutlu olur. Ha yok ben şanslı ilk onun içine girmek istiyorum diyorsan durma çek kılcını.

Eşkıya—Elbette sizin namınızı duyduk lord Kyam. Lord Obukovichin belini büken adam. Doğrusu sizinle dalaşmayı ben de istemem. Gönderin keseyi alın yüzüğü. Zaten ucuz ve adi bir şey. Çarşıda soruşturdum. Üç dinar bile etmiyor.

İki kese altın karşılığında Kyam yüzüğü aldı. Eşkıyanın dediği gibi gerçekten de yüzük değersiz bir şeydi. Ama üzerinde bir kartal sembolü vardı. Rusyaya gidip boryatinsky ailesini bulmalıydı. Öyle de yaptı. Birkaç lordla tüccar kılığında görüştükten sonra Boryatinskylerin sarayının yerini öğrendi. Saraya gidip Prens Yuri Boryatinsky ile görüştü.

Kyam—Soylu lordum, ticaret için gittiğim yollarda babanıza rastladım.

Yuri—Aman Tanrım. Sonunda babamdan bir haber geldi şükürler olsun.

Kyam—Soylu lordum maalesef haberler pek iç açıcı değil.

Yuri—Başına bir şey geldi değil mi? Biliyorum başına bir şey geldi. Aylardır haber alamamıştım babamdan. Lütfen tüccar efendi benden hiçbir şeyi gizleme. Ne olduysa açıkça anlat.

Kyam—Maalesef babanız eşkıyaların saldırısına uğramış. Olay Nezvish köyü yakınlarında olmuş. Köylüler babanızı çok sevmişler. Öldükten sonra Ona sahip çıkıp kendi mezarlıklarına gömmüşler. Bu da babanızın yüzüğü. Buyrun alın. Başınız sağolsun.

Yuri—İçim kan ağlıyor tüccar efendi. Ama her şeye rağmen tesellimi buldum. En azından asil babamın mezarı belli.

Kyam—Lordum biliyorum uygun bir zaman değil ama acaba babanız size kara gürz hakkında bir şeyler söylemiş miydi?

Yuri—Kara gürz mü? Ahşu aptal efsane. Babam hayatı boyunca onun peşinden koştu. Çocukluğumdan hatırlıyorum. Eline kargalar kitabı diye bir kitap geçmişti. Sürekli o kitabı okurdu. Kara gürzün sırrının o kitapta olduğunu düşünürdü. Kitaptaki deli zırvası bilmece gibi sözleri çözmeye çalışırdı. Bu uğurda hayatını harcadı. Ve nihayet bu uğurda canını da verdi. Yazık.

Kyam—Lordum eğer sizin için bir sakıncası yoksa bu kitabı ben alabilir miyim?

Yuri—Üzgünüm ama ben o kitabı satalı bir hafta oluyor. Bir kitap tacirine bin dinar karşılığı satmıştım.

Kyam—Peki lordum bu kitap tacirinin bir adı sanı var mıydı?

Yuri—Üzgünüm. Hiç sormadım. Tek bildiğim bir ayağı aksayan, güleç yüzlü ve sürekli aziz Meryem ana adına diyen bir adamdı.

Böylece Kyam yeni bir keşmekeşin ortasına düştü. Aylarca bu kitapçıyı aradı ama bulamadı. Tek başına aramanın verimsiz olduğunu düşünüp kitapçıyı bulması için iki yüz kadar asker görevlendirdi. Bu uğurda çok para harcadı. Birkaç ay sonra nihayet askerlerden biri adamı buldu ve kitapçıyı Kyamın huzuruna getirdi.

Kitapçı—Selam sana Varşovanın fatihi lord Kyam. Aziz Meryem ana adına söylediklerinden daha kısaymışsın.

Kyam—Hoş geldin kitap taciri. Ben bir kitap arıyorum.

Kitapçı—Öyle mi? Öyleyse size hemen koleksiyonumu göstereyim. Aziz Meryem ana adına burada neler varmış böyle. Savaş sanatları kitabı. İlmi siyaset kitabı. Ticaret kitabı. Hatta elimde sevişme sanatlarına dair bir kitap bile var. İçinde güzel kadın çizimleri var. Adı da kamasutra.

Kyam—Bunların hiç biriyle ilgilenmiyorum kitapçı. Ben özel bir kitap arıyorum. Adı da kargalar kitabı.

Kitapçı—Hımm. Anladım. Sanırım bunu arıyorsunuz. Aziz Meryem ana adına bu kitap gerçekten de çok özel bir kitaptır. Fiyatı da özeldir. Tam beş bin dinar.

Kyam—Bak ne diyeceğim. Al sana bin dinar. Üstüne üstlük bir de Aziz Meryem ana adına canını bağışlayayım. Oldu mu?

Kitapçı—Aziz Meryem ana adına bu şimdiye kadar aldığım en cömert teklif. Sağolun lordum sağolun. Kitap sizindir.

Kyam—Ver bakalım şunu. Bu ne be? Ne yazıyor bunun içinde?

Kitapçı—Şey lordum. Doğrusunu isterseniz ne yazdığını bende bilmiyorum. Ama kiril alfabesiyle yazıldığını biliyorum. Eğer kiril alfabesinden anlayan birini bulursanız okumanız daha kolay olur.

Kyam kitapçının tavsiyesine uyup bir tercüman buldu. Adam ayyaş bir rahipti. Adı pufy idi. İkna etmek çok güç olmadı. En iyi kalite şaraplardan 4 fıçıya tav olan pufy. Kitabı iki hafta içinde çevirdi. Kitap kara gürz efsanesinden bahsediyordu. Efsanenin hayal ürünü olmadığını gerçek olduğunu sürekli tekrar ediyordu. Ama kesin bir noktayı işaret etmiyordu. Hal böyle olunca Kyam başladığı noktaya geri döndü. Üzüldüğünü gören pufy Kyama üzülmemesini, efsanelerden çok iyi anlayan bir tanıdığının olduğunu söyledi.

Kyam—Sağolasın pufy. Ama ne diyeceğini biliyorum. Bana Jaques de Clermontu bulmamı söyleyeceksin. Ben o işi çoktan yaptım.

Pufy—Jakuzili Clermont mu? Yok yahu ben ünlü kazak Mamaiyi bul diyecektim. O herif tam bir şeytandır. Bilmediği efsane yoktu.

Kyam—Mamai mi? Nerede bulurum bu Mamai efendiyi.

Pufy—Kendisi ayyaşlık konusunda benim üstadım olur. Onu tekkesinde ibadet ederken bulabilirsin.

Kyam—Rahip mi senin gibi?

Pufy—Hayır. Alkolik. Memleketteki tüm meyhaneler Onun tekkesidir. Tek ibadet şeklide içmektir.

Yine yumak içinde yuma; yine ilmek içinde ilmek çıkmıştı. Kyam bu karmakarışık iplik yumağının içinden hangi ip ucunu çekse bir başka iplik parçası ayağına dolanıyordu. Ama çaresiz bu mamai denilen adamı bulmak zorundaydı. Sarhoş bir adamı bulmanın kolay olacağını düşünmüştü. Ama yanıldı. Altı ay üç hafta ve üç gün bu adamı aradı. Kendi adamlarına da arattı. Ancak hep aynı şey. Gittikleri her yerde ''Daha dün buradaydı'' cevabını alıp elleri boş dönüyorlardı. Sonunda Mamaiyi Sich şehrinin meyhanesinde buldular.

Mamai—Merhaba yabancı. Yüzüme bön bön baktığına göre canın sıkılıyor. Sohbet edecek adam arıyorsun.

Kyam—Tam üstüne bastın dostum. Kaldır ayağını.

Mamai—Aaa bak Kazak atamanlığındaki sohbeti en hoş adama çattın. Benim sohbetimin üstüne sohbet yoktur. Ama benim sohbetim bedava değildir seni uyarayım.

Kyam—Para mı istiyorsun yani?

Mamai—yok be dostum. Para dediğin ne ki. Ben şarap istiyorum. Boğazım kurudu. Ben kuru boğazla pek konuşamam.

Kyam—Hancı, en iyi şarabından bir testi ve iki bardak getir.

Hancı—Emredersiniz beyim.

Mamai—Eee söyle bakalım cömert ve yabancı dostum, senin adın ne? Ve ayrıca hangi konudan konuşmak istersin? İstersen siyaset konuşalım memleketin içinde bulunduğu boktan durumu tartışalım. İstersen savaştan ve gerizekalı lordların aptal saptal hareketlerinden bahsedelim. O da açmazsa kadınlardan konuşalım. Ben kadınlar koşunda tecrübeliyimdir.

Kyam—Ben daha çok efsanelerle ilgileniyorum.

Mamai—Ooo nihayet hoş sohbet biri çıktı karşıma. Evet, ben efsaneler konusunda da iyiyimdir. Efsaneler hep masalmış gibi algılanır. Ama her efsanenin içinde bir gerçek payı vardır. Hangi efsaneden konuşmak istersin? Ergenekon? Odysea? Olimpus? Ya da şahmerana ne dersin?

Kyam—Ben kara gürzden konuşmayı yeylerim.

Mamai—Oooo! Ağzının tadını gerçekten biliyorsun dostum. Peki neyi öğrenmek istiyorsun tam olarak?

Kyam—Her şeyi. Kara gürz hakkında her şeyi bilmek istiyorum. Tam şuaramda hissediyorum. Bu kara gürzle benim aramda bir bağ var.

Mamai—Demek sen de kendini kara gürzün efsanesine kaptırdın. Pekala dinle öyleyse. Bundan çok ama çok uzun seneler evvel dünyaya, hem de tam bu coğrafyaya büyük bir kuyruklu yıldız düşmüş. Rivayete göre kuyruklu yıldız o kadar parlakmış ki, gece vakti düştüğünde ortalık gündüz gibi aydınlanmış. Çoğu kırımlı Müslüman şaşırıp sabah namazına kalkmış. Yıldız Rusyanın biraz daha ötesine ıssız beyaz çöle düşmüş. Kocaman bir krater açmış. O dönemin Cizvit rahipleri bu yıldızın Tanrıdan gelen bir işaret olduğunu düşünmüşler. Yıldızın düştüğü yere gitmişler. Tam elli rahip gitmişler. Alanda keşif yapmışlar. Yıldızdan geriye pek bir şey kalmamış. Hemen hemen herşey un ufak olmuş. Ve koca bir krater.

Kyam—O krateri duymuştum. Şu anda donmuş bir göl olarak hala duruyormuş.

Mamai—Evet evet. Aynen öyle. Rahipler yıldızın düştüğü yerin merkezinde kızıl parıltılar saçan bir maden görmüşler. Hala sıcak haldeymiş. Cıvık cıvık akıyormuş. Rahipler ellerindeki su mataralarını bu sıcak madenin üzerine boşaltmışlar. Soğuyup katılaşan madeni gizli sığınaklarına taşımışlar. Bu elli rahipten 47 tanesi aniden hastalanmış. Yüzleri gözleri şişmeye başlamış.

Kyam—Maden yüzünden mi?

Mamai—Sanmam dostum. Öyle olsaydı hikayenin gerisi tamamen bir hastalık hikayesi olurdu. Sanırım o Rahipleri öldüren şey yıldızın gök yüzünden getirdiği bir hastalık olmalı. Her neyse. Hasta rahipler her geçen gün daha kötü olmuşlar. Baş rahip öleceklerini anladığında bu ölümlerin boşa gitmesini istememiş. Bir ayin düzenleyip tüm hasta rahipleri Tanrı adına kurban etmişler. Kanlarını bir yatağa doldurmuşlar. Bin bir büyüyle madeni yeniden eritmişler. Soğuk çelikle döverek o madenden bir silah yapmışlar. Ve silahı ölen rahiplerin kanıyla soğutmuşlar.

Kyam—Ve bu silah bir gürzdü öyle değilmi?

Mamai—aynen öyle dostum. Rahipler bu gürzün standart bir gürz gibi metalik gri olmasını bekliyorlarmış ama simsiyah bir gürz çıkmış ortaya. Bu gürz diğer gürzlere benzemiyormuş. Vurduğu zaman bir buçuk metrelik kayaları bile bayat ekmek gibi un ufak ediyormuş. Sonraları bazı leh soyluları kara gürzün namını duymuş ve sahip olmak istemişler. Bir çok soylu lord sandıklar dolusu altınla Cizvit Rahiplerini ziyaret etmiş ama hepsini geri çevirmişler.

Kyam—Yani alamamışlar. Yani rahipler gürzü vermemiş. E peki altınla başaramadıklarını kılıç zoruyla yapamamışlar mı?

Mamai—He he he! Dostum, o dönem Cizvit rahiplerinden Azrail gibi korkulurmuş. Kaldı ki ellerinde kara gürz varken kimse Onlara saldırmaya cesaret edemezdi. Ancak bu soylulardan bir tanesi gürzü almayı başarmış. Radziwil ailesinden olan bu soylu rahiplere sınırsız güç ve siyasi imtiyaz vaadetmiş. Rahipler de geçici bir süre kullanmasına izin vermiş. Ancak bu soylu sözünü tutmamış. Gürz onda kalmış.

Kyam—Peki ya sonra? Ne olmuş bu gürze? Şimdi nerede? Kimin elinde bu gürz?

Mamai—İşte tüm mesele burada dostum. Kimse gürzün nerede olduğunu bilmiyor. Ama bilebilecek biri varsa O da İvan barabbastır.

Kyam—Barabbas mı? O da kim?

Mamai—Anlaşılan senin son olaylardan hiç haberin yok. Eeeh bu testi de bitti. Sen bir yenisini söyle de ben sana anlatayım.

Kyam—Hancı, bir testi daha.

Hancı—Emrin olur beyim.

Kyam—Anlat bakalım şu Barabbası.

Mamai—Ivan Barabbas kazakların hakiki Hetmanıdır.

Kyam—İyi ama Hetman Ataman boğdan Himeniltsky değil mi?

Mamai—O mu! Güldürme beni dostum. O it soyu bir kazak bile değil.

Kyam—Kazak değil mi? O zaman nasıl tahta geçti?

Mamai—Bizim ülke soylularının salaklığı yüzünden. Himeniltsky nin oyunlarına gelip Ona inandılar. Sonunda da saçma sapan nedenlerle İvanı istemediklerini söyleyip sürgün ettiler. Bir düşünsene dostum, yıllarca omuz omuza çarpıştığın silah arkadaşların, sözde sadık teban, bir köpeğin sözüne inanıp seni reddediyor.

Kyam—Adam yıkılmış olmalı.

Mamai—Hayır yıkılmadı. Bu gün hala şehir şehir dolaşıp isyan başlatmak için sağlam adamlar arıyor. Ben de bu gruba dahilim. Ne dersin bizim bu haklı mücadelemize katılmak istemez misin? Soylu lordumuz Ivan Barabbas cömerttir. Kendisine yapılan her hizmeti fazlasıyla ödüllendirir.

Kyam—Sağol dostum ama ben almayayım. Ama şu kara gürz olayıyla gerçekten ilgileniyorum. Sence Barabbas beni karşısına alıp senin yaptığın gibi güzel güzel konuşur mu? Yoksa gırtlağıma bir bıçak mı dayar?

Mamai—Evet aslında o ihtimal de var. Senin bir leh casusu olduğunu düşünüp oracıkta seni şişleyebilir. Sana kefil olacak sağlam biriyle huzuruna çıkmalısın.

Kyam—Peki sen bana kefil olur musun dostum?

Mamai—Tabi ki. Senden kimseye bir zarar gelmez. Ayrıca bir leh olsaydın bunu anında anlardım. Seve seve sana kefil olurum. Ancak bir sorun var.

Kyam—Neymiş o sorun?

Mamai—Hancı beni rehin aldı. Fark etmediğini biliyorum. Ama şu anda ayağımda bir pranga var ve oturuğum masaya zincirliyim.

Kyam—Ne! Deli mi bu hancı. Ne istiyor senden?

Mamai—Aslında ben hancıya kızmıyorum. Hatta Ona hak veriyorum. Onun yerinde ben olsam ben de aynı şeyi yapardım. Hancı benim kabarmış veresiye hesabımı istiyor da hehe!

Kyam—Ne kadarmış bu hesap?

Mamai—çok değil canım. 6000 dinarcık.

Kyam—Oha! Adamın bütün kışlık stoğunu sen mi içtin?

Mamai—Çok efkarlanmıştım. Sevgilim beni terk etti. Neymiş çok içiyormuşum. O sıkıntıyla kendimi baya içkiye vurmuştum. Ne ara o kadar içki içtim inan ben de bilmiyorum.

Kyam—Hey hancı!

Hancı—Emredin beyim.

Kyam—Al şu keseyi. Bu adamın borçlarını fazlasıyla karşılar. Ve hemen adamın ayaklarını çöz yoksa seni dilimlerim.

Hancı—Var olun beyim var olun. Hemen çözüyorum bu ayyaşın ayaklarını. Tanrı ömrünüze bereket versin beyim.

Kyam ayyaş mamaiyi de yanına alıp doğruca Kırım hanlığındaki Perekop kalesine gitti. Hana gittiklerinde Ivanı etrafındaki insanlara bir şeyler anlatırken buldu. Çok ateşli konuşmalar yapıyordu. Dinleyen herkesten ''Evet evet haklısın. Evet bu kabul edilemez. Evet kesinlikle bir şeyler yapılmalı'' gibi sesler çıkıyordu. Mamai usulca Barabbasın yanına yaklaştı. Önce yüzüne bakıp sırıttı. Sonra iki kardeş gibi sıkıca sarıldılar. Sonra Barabbas bir şarap sparişi verdi. Sadece mamaiye değil tüm hana. Her kes bir anda coştu. Barabbası elleriyle tutup defalarca havaya atıp tuttular. Bir süre sonra şamata kesildi ve Mamai Kyamı göstererek konuya girdi.

Mamai—Sana sağlam bir baba yiğit getirdim İvan.

Barabbas—Hımm! Şöyle bir bakıyorum da bu delikanlı pek öyle pazulu birine benzemiyor.

Mamai—Boş veeeer. Onun gövdesi değil yüreği sağlam. Bunu bana fazlasıyla ispatladı.

Barabbas—Davamıza katılacak mı?

Mamai—Şimdilik naz yapıyor ama ben eminim bir gün O da bize katılacak. Ama önce halletmesi gereken bazı sorunları var.

Barabbas—Hımm, söyle bakalım delikanlı kimsin, nesin, şu halletmen gereken sorunun ne ve sana nasıl yardımcı olabilirim?

Kyam—Ben Lehistan Kralı Januz Radziwil in baş komutanı Mareşal lord Kyam. Namı diğer lordun belini büken adam.

Bir anda kılıçlar çekilip Kyamın boğazına dayandı. Mamai şok oldu ve kala kaldı. Barabbas kyamı iyice süzdü ve adamlarına kılıçlarını indirmelerini emretti. Adamlar önce itiraz ettiler. Ama sonra Barabbas öfkeyle emrini tekrar edince gönülsüzce kılıçlarını indirdiler. Ama kınlarına geri sokmadılar. Herkes Kyamın ufacık yanlış bir hareketini bekliyordu.

Barabbas—Karşıma geçip leh soylusu olduğunu söylüyorsun. Ya bu hayattan sıkıldın ve intihar etmek istiyorsun ya da senin annen ve baban akraba evliliği yaptılar ve ortaya senin gibi bir spastik çıktı.

Kyam—Büyük Hetmanım, çoğu insan yalanı bir kale olarak görür ve ona sığınır. Benim için yalan kocaman bir saman kale. Tek bir doğru kelime bu kaleyi yıkmaya yeter de artar bile. Ben her zaman gerçekleri kılıç gibi kullanmayı tercih etmişimdir.

Barabbas—Gel bakalım otur şöyle karşıma. Bir leh soylusu. Hem de kralın baş komutanı. Ölümüne doğruları söylüyor. Bu lehlerin tabiatına aykırı. Sen ne biçim lehsin böyle.

Kyam—Ben leh değilim Hetmanım. Ben çok uzaklardan kuzeydeki bir ülkeden bu diyarlara geldim. Burada bazı dostlar edindim. Ve bir tesadüf sonucu kara gürz denilen bir silahın varlığını öğrendim. Bir sürü tesadüfler silsilesi beni bu gün bulunduğum konuma getirdi. Radziwille anlaşmamız kara gürz hakkında bana vereceği bilgilere dayanıyordu. Ama Radziwil kalleş bir köpek. O bilgileri vereceği vaadiyle benden faydalanabildiği kadar faydalandı. Ve hala bana bilmek istediklerimi anlatmadı. Anlatmaya da hiç niyeti yok.

Barabbas—Evet. Bir leh köpeğinden de başka türlü bir davranış beklenemezdi.

Mamai—Biliyordum. Senin leh olmadığını biliyordum.

Kyam—Evet dostum ben bir leh değilim. Ve aslında lehistanın çıkarlarını da pek sallamıyorum. Ben siyaset ya da iktidar adamı değilim. Onca toprağı fethettim; ancak kendim için bir tane bile istemedim. Sürekli karşıma fırsatlar çıktı. Ben elimin tersiyle ittikçe misliyle geri geldi. Sonunda Mareşal lord oldum. Ama buncaya şeye tek bir şey için rıza gösterdim. Kara gürz.

Barabbas—Yani şimdi sen kara gürzün yerini öğrenmek istiyorsun öyle mi?

Kyam—Aynen öyle Hetmanım. Eğer biliyorsanız Tanrı aşkına söyleyin.

Barabbas—O gürzü nesillerdir bir çok kral ve bir çok lord aradı genç dostum. Ancak bu uğurda buldukları tek şey ölüm oldu. Doğrusu gürzün nerede olduğunu ben de bilmiyorum. Ama sana verebileceğim en sağlam istihbaratı veriyorum. Gürz olsa olsa Nezvish köyünde ve Radziwillerin aile mezarlığında olmalı.

Kyam—Üzgünüm ama orayı çoktan denedim lordum. Lahit mezarların içine bile baktım. Kemikten başka bir şey yok.

Barabbas—Görür gözle bak dostum, görür gözle bak(sağ gözüyle göz kırpar.) sana yardımcı olması için Mamaiyi yanına veriyorum. Mamai!

Mamai—Emredin Hetmanım.

Barabbas—Bundan sonra bu delikanlıyla beraber hareket edeceksin. Ona her konuda yardımcı olacaksın. Evet, O ne bir leh ne de bir kazak. Ama bu delikanlı da yüksek bir karakter sezinliyorum. Ve her nedense öz kardeşimmiş gibi kanım kaynadı. Öleceğini bile bile doğruyu söylemesi ise zaten kalbimi fethetti. Eğer kara gürz gerçekten varsa, Ona bulmasında yardımcı olacaksın.

Mamai—Emredersiniz Hetmanım.

Barabbas—Mamaiyi sakın küçümseme delikanlı. Evet ayyaşın tekidir ama ayık olduğu zamanlarda inanılmaz faydalı biridir. Henüz bize katılmadın. Ama mamainin dediği gibi günün birinde yanımızda yer alacağını biliyorum. Şimdi gidin ve kara gürzünüzü de getirin.

Hetman ve Kyam kucaklaşarak ayrıldılar. Mamai yol boyunca bir sürü ayıp fıkralar anlatarak Kyamı kahkaha nöbetlerine soktu. Varşovaya vardıklarında Kyam Mamaiyi can yoldaşlarıyla tanıştırdı. Bir gün içinde kaynaştılar. Sanki yıllardır tanışıyorlarmış gibi dost oldular. Januz Radziwil ortalıkta yoktu. Askerlerden nerede olduğunu soran Kyam ''Kralımızın birkaç gündür hareket halinde. Ülke içinde oradan oraya gezip duruyor'' cevabını aldı.

Eric—Nezvish kasabasına tekrar gidecek misin?

Kyam—Evet. Ne için sordun?

Eric—İçimde kötü bir his var.

Mamai—Aynı his bende de var dostum. Eric haklı. Bence yanımıza sağlam bir birlik alalım. Leh askerlerini sittir et. Paralı askerlerden alalım.

Frank—Bana uyar. Eğer karşımıza bir sorun çıkarsa ben kuş başı dilimlerim Hans da sövüş yapar.

Hans—Hadi beyler orada başımıza bir bela gelmesi için hep beraber dua edelim. Umarım karşımıza ölülerden oluşan ve şeytana tapan bir ordu çıkar. Ve umarım kıçları kocaman olur.

Hep bir ağızdan—Amin!

Mamai—Neden kıçları kocaman olsun istiyorsun Hans?

Hans—O zaman mızrağımla şişlemesi daha kolay olur. Düşmanlarımın götlerinde ikinci deliği açmaya bayılıyorum.

Frank—E noluyor ikinci deliği açınca?

Hans—Ne olacak. Hayatları boyunca çatallı sıçıyorlar. Her çatallı çıkan bokta beni anıyorlar.

Hep bir ağızdan—Ha ha ha ha!

Görünürde bir tehlike yoktu. Ama Kyam özellikle Eric in sezgilerine çok güvendiği için 250 kişilik zırhlı bir birlik oluşturup Nezvish kasabasına gitti. Oraya vardığında Eric in haklı olduğunu gördü. Bin kişilik bir ölüm taburu Onları bekliyordu. Etraflarını bir anda sardılar. Ne olduğunu anlayamadan saldırıya uğradılar. 255 kişi karşısındaki iyi donanmış 1000 kişiye karşı ölüm kalım mücadelesi verdiler. Kyamın hayatı boyunca girdiği en zorlu çatışmalardan biri oldu. Hansı korumaya çalışırken istemeden de olsa gardını düşürmek zorunda kaldı. Bu durumdan faydalanan bir düşman askeri onu sırtından yaraladı. Kendisini yaralayan asker sıradan bir asker değildi. Januzun yakın korumalarından biriydi ve son derece sağlam bir silahşördü. Kyam tüm dikkatini bu adama verdi. Adamın rütbesi çavuştu. Ama bir general gibi kılıç kullanıyordu. Zırhı ise saf çelikti. Zırhı ağır olmasına rağmen sanki üstünde hiç zırh yokmuş gibi çevik hareket ediyordu. Çavuş kılıcının kabzesini iki eliyle kavradı. Kyama keskin bir bakış attı ve aniden kılıcını soldan sağa savurdu. Kyam eğilerek bu darbeden kurtulduğunu düşünürken çavuş bir anda tersine manevra yaptı ve ikinci darbeden kurtulmaya vakit bırakmadı. Kyam omzundan derin bir kesikle yaralandı. Kyam dört adım geri çekildi. Anlaşılan o ki çavuş hız konusunda da oldukça iyiydi. Düşman askerlerinden toplam 400 kişi kalmıştı. Kyamın birliğinden ise 222 kişi kalmıştı. Savaşan askerler komutanlarının bu düellosunu görünce birer birer savaşmayı bıraktılar. Artık bu savaş onların ya da yüzlerin savaşı değildi. Sadece iki kişinin savaşıydı. Hangi komutan kazanırsa diğerinin askerleri yenik sayılacaktı. Her iki tarafta kendi komutanlarını tezahüratla desteklemeye başladı. İki savaşçı kılıçlarını sıkıca kavrayıp bir birlerinin etrafında saatin tersi yönünde dönmeye başladılar. İkisi de kafalarından saldırı stratejilerini geçiriyordu. Çavuş kılıcını yan tutmaya başladı. Kyam kafasının içinde on saniyelik bir görüntü canlandırdı. Bu canlandırmada çavuş yine hile yapıyordu. Kılıcı yanlamasına soldan sallar gibi yapıp sağdan saldırıyordu. Ona göre taktik geliştirdi ve bekledi. Çavuş bir kez daha atıldı. Kılıcı soldan sallarken bir anda manevra yaptı ve sol yerine sağ alt köşeye saldırdı. Kyam bunu beklemiyordu. Böylece sağ bacağı da yaralanmıştı. Durum hiç iç açıcı değildi. Ayrıca adamın hızı Kyamın bile taktirini kazanmıştı. Kyam stratejisini değiştirmeye karar verdi. Ne kadar plan yaparsa yapsın bu adam tahmin edilemezdi. En iyisi hızlı bir saldırıydı. Ona düşünecek vakit bırakmamak ve doğaçlama bir saldırı yapmaktı. Kyam hızla çavuşun üstüne atıldı. Bildiği tüm hünerleri döktürüyordu. Kılıçlar havada çitonk sesleriyle dans ediyordu. İzleyen askerlerin yarısından çoğunun ağzı ayrılmıştı. Çoğu asker o çarpışmadaki hareketleri hayatında ilk defa görüyordu. Özellikle Kyamın bir birinden değişik hareketleri göz kamaştırıyordu. Kyam yeri geldiğinde kılıcı adeta kendi vücudunun üzerinde kaydırarak gezdiriyordu. Çavuş nereye hamle yapsa kılıç kolundan bacağından ya da göğsünden yılan gibi akarak o bölgeyi koruyordu. Kyam bulduğu her fırsatta atağa da geçiyordu. Ama ne kadar atak yaparsa yapsın karşı atakla hamleleri savuşturuluyordu. Ayrıca az da olsa denk getirdiği ataklar işe yaramıyordu çünkü çavuşun zırhı delinmek nedir bilmiyordu. Ama yinede çavuşun gözlerinde korkuyu görüyordu Kyam. Çünkü kolay lokma olmadığını çavuşa ispatlamıştı. Çavuş korkunun da etkisiyle tedbiri elden bırakmıyordu. Açık vermemek için tüm gücünü kullanıyordu. Kyam bir japon samuraydan öğrendiği bir saldırı kullanmaya karar verdi. Ama bunu yapması için bir süre çavuşu yormalı ve enerjisini tüketmeliydi. Kelebek taktiği denilen bir taktik kullandı. Kılıcı tutuşu bir anda değişti. Olabildiğince zarif ve yumuşak bir şekilde kılıcını kavradı. Artık zavaşmaktan ziyade dans ediyordu. Tıpkı İspanyol arenalarındaki güreşçilerin boğalarla dalga geçtiği gibi çavuşla dalga geçiyordu. Çavuşun sinirleri yerinden oynadı. Çavuş sert ve güçlü hamleler yapıyordu. Kyam zaman zaman çavuşun hamlesini boşa çıkarıp burnunun dibine kadar sokuluyordu. Ama çavuşa vurmak yerine saçma sapan el şakaları yapıyordu. Çavuş iyice öfkeyle doldu ve var gücüyle kılıcını savurmaya başladı. Çavuş bir an için kılıcını düşürdü ve hızla geri kaptı. Bunu gören Kyam artık zamanı geldi diye düşündü. Samuray hocasından öğrendiği hareketi yapmak için derin bir nefes aldı. Nefes nefese kalan çavuşa baktı. Kyam kılıcının kabzesini iki eliyle kavradı. Kılıcın ucunu yere doğru tuttu. Yanlamasına adımlarla çavuşa doğru koşmaya başladı. Çavuşun dibine geldiğinde ucu aşağı bakan kılıcı sol eliye kavradı. Sağ elini boşa çıkardı. Bir çığlık attı ve sol eliye tuttuğu kılıcıyla aşağıdan yukarı doğru saatin tersi yönünde tam bir daire çizdi. Daireyi tamamlamasının ardından kılıcın ucu yine yere bakar hale geldi. Hareketini tamamlayalı daha bir saniye bile olmamışken aynı hareketi tam tersi yönde sağ eliyle yaptı. Kılıç Kyamın elinde bir ters bir düz tam daireler çizip duruyordu. Her daire herketinden kılıç Kyamın bir elinden öbür eline geçiyordu. Zaten hızlı olan hareketini biraz daha hızlandırdı. Kılıç öylesine hızlı kavisler çiziyordu ki seyreden askerler kılıcı iki tane görüyordu. Kılıcın havada çıkardığı ziv ziv ziv ziv sesleri çavuşun aklını başından almıştı. Her üç darbeden ikisini göremiyordu bile. Kyam tahminen 150 kadar kavisli darbeler yaparak çavuşu 20 metre kadar geriye püskürttü. Son darbeyi saat yönünde değilde yanlamasına, çavuşun tam gırtlağının açıkta kaldığı bölüme yaptı. Bu son darbe öylesine hızlı oldu ki kimse o son darbeyi görmedi. Kyam japon ustasından öğrendiği gibi havalı bir şekilde kılıcını kınına soktu. Ve arkasını dönüp usulca atına doğru yürüdü. Çavuş ayaktaydı. Kımıldamadan duruyordu. Çavuşun bile son darbeden haberi yoktu. Kyamın ne için arkasını dönüp gittiğini anlayamamıştı. Çavuş kılıcının ve zırhının üzerindeki yüzlerce kesiği gördü. kendinde hala savaşacak gücü hissediyordu. Kyam atına bindiğinde çavuş ona nefretle haykırmak istedi. ''Gel buraya korkak herif'' demek istedi. Bunu için kendini zorladığı anda gırtlağından bir kan şelalesi fışkırdı. Çavuş iki eliyle bu çağlayanı durdurmaya çalıştı ama başaramadı. Düşman askerlerinin zırhlarından takır takır sesler gelmeye başladı. Kyamın birliği bir anda haykırdı ''Çok yaşa Lord Kyaaaaaaam'' düşman askerleri bir bir kılıçlarını atıp teslim olurken Kyam atının heybesinden bir bez parçası çıkarıp sağ bacağını yarasının üstünden bağladı. Hans ve Frank e askerleri sorgulamasını, konuşmayanları diledikleri gibi parçalamalarını söyledi. Frank her zamanki gibi birkaç kaburga kırdı. Alabildiği tüm bilgileri alıp Kyama anlattı. Dediğine göre bu birliği oraya Januz Radziwil yerleştirmiş. Buraya geldiği taktirde Kyamı öldürmeleri konusunda kesin emir vermiş. Ayrıca Kyam ülke çapında ihanetle suçlanıp ölüm fermanı yayılmış. Kellesine getirene Radziwil 500 altın vadediyormuş. Kyam artık meseleyi kavramıştı. Kara gürz Januz Radziwildeydi. Onu da kimseye vermeye niyeti yoktu. Kara gürzü almanın tek yolu Radziwili ortadan kaldırmaktı. Kyam birliğiyle beraber İsveç topraklarına çekildi. Kraliçe Elinie ye bir mektup yazarak başına gelenleri anlattı. Kraliçe cömert davranıp Piskov kalesinde ağırlanması için emir verdi. Kyam ve birliği kalede bir hafta kadar dinlendiler. O arada beş adam aralarında durumu tartıştılar. Tartışma son noktaya geliyordu.

Kyam—Evet sevgili dostlarım, hepiniz benim derdimi biliyorsunuz. Hiçbir zaman rütbe peşinde koşmadım. Bir toprak lordu olmak için uğraşmadım. Önceleri tek isteğim biraz şöhret ve altın olmuştu ama kara gürz aklımı başımdan aldı. Ve sonunda kara gürzün yerini buldum.

Frank—Buldun mu?

Hans—Neredeymiş?

Mamai—Vallahi ben de merak ettim, neredeymiş bu gürz?

Eric—Radziwilde değil mi?

Kyam—Eric yine beni titretmeyi başardın. Tam senin için iyi şeyler düşünüyorum ama sen her seferinde beni korkudan sıçırmayı başarıyorsun. Benim iki yıldır çözemediğim mevzuyu sen nasıl çözdün?

Eric—Şeyyy! İşaretler çok açıktı. Bir çocuk bile gürzün Radziwilde olduğunu bilirdi.

Kyam—Her neyse. Eric in de dediği gibi gürz Radziwilde. Onu almanın tek yolu...

Hans—Radziwilin götünü şişlemek.

Frank—Almanın tek yolu RAdziwilin kellesini şişe takıp kebap yamak.

Eric—Bana bir zehir bulun yeter. Tek okla hallederim.

Kyam—Evet hepinize katılıyorum. Kesinlikle bu it gebermeli.

Mamai—Dostlarııııım. Durun hele sakin olun. İyi ki yüce Hetmanımız beni senin yanına vermiş Kyam. Yoksa kendini öldürteceksin. Senin elinde iki yüz küsur paralı asker var. Paralarını ödediğin sürece sana sadıklar. Oysa Radziwlin elinde 160 bin kişilik sadık bir ordu var. Onunla çarpışamazsın.

Kyam—Peki ne öneriyorsun dostum?

Mamai—Siz dinlenirken ben boş durmadım. Biraz istihbarat topladım. Bizim Nezvihste biçtiğimiz birlikler Radziwilin yakın korumalarıymış. En iyilerini biz hallettiğimiz için kendine yeni askerler arıyormuş. Bileği kuvvetli ve yetenekli olanları koruması yapmayı vadediyormuş.

Kyam—Ee?

Mamai—E si seni güzelce tıraş edersek, üzerine bir zırh uydurursak, yüzünü de sanki savaşta yaralanmış gibi biraz yıpratırsak bu iş olur. Doğruca Varşovaya gidersin. Korumalık için müracaatlar orada yapılıyor. Mülakatlarda üstün başarı gösterenleri Radziwil taht odasında aynı masada içki ikram ederek ödüllendiriyormuş. Odaya girdiğin anda işini bitirebilirsin.

Kyam—Peki saraydan dışarı geri nasıl çıkacağım?

Mamai—Sen sarayı bana sor. Avucumun içi gibi bilirim. Tahtın doğu tarafında adam boyu kocaman bir pencere var. İçeride bir de dik dörtgen şeklinde kocaman bir masa olacak. Masayı duvara yapıştırıp o pencereye çıkabilirsin. Pencerenin tam altında saman yüklü bir at arabası olacak. Samanların üstüne atladığın anda arabacının ben olduğunu göreceksin. Seni güvenle şehirden dışarı çıkaracağım.

Frank—Çok tehlikeli

Kyam—Yani?

Hans—Çoktan da çok tehlikeli

Kyam—Yani?

Eric—Yaşama şansın yüzde iki

Kyam—E yani?

Frank—Hayatımda duyduğum en güzel plan.

Eric—Sana bir şey olursa Radziwili zehirleyip felç ederim. Sonra onu köpek gibi zincirleyip kırbaçlaya kırbaçlaya Kazak atamanlığını gezdiririm. Son olarak parçalaması için onu Kazaklara teslim ederim.

Hans—Sana bir şey olursa kılıcını çizmelerini bir de atını ben alırım. Sonra gücenmece yok haa!

Mamai—Ee Kyam efendi, ne diyorsun?

Kyam—Madem hans şimdiden veraset işini halletmiş o zaman beklemenin bir anlamı yok. Hans bana bir savaş zırhı getir. Frank sende şu meşhur baltalarınla beni güzelce traş et. Sinek kaydı olsun. Bu arada yüzümü nasıl yıpratacağız onu anlamadım.

Mamai—Ben yardım ederim. Al sana (sağlam bir yumruk atıp yanağında bir yarık açar.)

Kyam—Aaaah! Mamai senin ettiğin yardımı...

Frank—Söylenme söylenme, çok yakıştı. Çok zarif bir yara oldu.

Plan aynen tatbik edildi. Mülakatlarda büyük başarı elde eden Kyam Radziwil tarafından şarap içmeye davet edildi. Kraliyet odasına girdiğinde zırhının maskesini kapattı. Odada toplam 8 asker vardı. Asker demeye bin şahit türden bir halleri ve pespayelikleri vardı. Januz Radziwil ise kıtlıktan çıkmış domuzlar gibi şapır şupur yemek yiyiyordu.

Radziwil—Demek bizimkilerin öve öve bitiremediği kılıç ustası sensin. Gel şöyle bakalım otur karşıma. Hah şöyle. Kendine bir içki doldur.

Kyam—Görev başında içmiyorum lordum.

Radziwil—Lan bu ses?

Kyam—Benim orospu çocuğu. Mareşal lord Kyam.

Radziwil—Askerler bitirin şunun işini.

Kyam bir dakika içinde bu toplama acemileri yere indirdi. Salonun kapısını ölü askerlerden birinin kılıcıyla açılamayacak şekilde mühürledi.

Radziwil—Demek ölmedin ha.

Kyam—Söylemiştim sana kellem gövdeme tam oturuyor ağır geldiği yok. Kara gürzün sende olduğunu biliyorum. Gürzü ver ve bend e sağ salim gitmene izin vereyim.

Radziwil—Zeki çocuk. Demek bunu arıyordun. Senin beynini kara gürzle parçalayacağım.

Radziwil Kyamın üstüne yürüp sert bir hamle yaptı. Kyam çevik bir şekilde kılıcıyla bloke etmeye çalıştı ama kılıç bir anda parçalara ayrıldı. Kyam neredeyse küçük dilini yutacaktı. Kara gürz dedikleri kadar varmış diye düşündü. Elinde duran ve kılıçtan geriye kalan parçaya baktı Kyam. Koca Kılıç neredeyse meyve bıçağı boyutlarına inmişti. Kyamın şaşkın halini gören Januz Radziwil ellerini beline koyarak bir kahkaha patlattı. Kyam fırsat bu fırsat diyerek elindeki kırık kılıcı Radziwil in gürzü tutan bileğine salladı ve tam isabet. Radziwil gürzü elinden düşürüp acı içinde yerde kıvranmaya başladı. Kyam koşarak bir tekme darbesiyle Radziwili bayılttı. Gürzü ve Radziwili alarak pencereye çıktı. İçi saman dolu at arabasına atladı. Mamai kimselere çaktırmadan arabayı şehirden çıkardı. Radziwili gören kafadarlar çok şaşırdı.

Hans—Eee hani bu pezevengi öldürmeyecek miydin?

Frank—Ayinle mi öldüreceksin yoksa?

Eric—Adama ilgi mi duyuyorsun? Onunla sevişmek mi istiyorsun? Onu fahişen falan mı yapacaksın? Deri külot giydirip kırbaçlayarak mı sevişeceksin?

Kyam—Hayır Eric. Bu adamı kazaklara teslim edeceğim. Ivan barabbasa bir uğur hediyesi olacak. Ayrıca bu fikri kafama sokan da sensin Eric. Bu deri külot meselesini de seninle sonra konuşacağız.

Mamai—Aman Tanrım! Sen tam bir şeytansın Kyam. Hetmanım bu hediyeyi aldığı zaman öyle moral bulacak ki çocuklar gibi sevinecek. Ee ne duruyoruz? Hadi toparlanın istikamet Perekop kalesi.

Yolda giderken paralı askerlerden biri Kyama yanaştı. Sıkıntılı bir yüz ifadesi vardı.

Asker—Şey lordum!

Kyam—Söyle asker. Bir sorun mu var?

Asker—Evet var lordum. Bunu nasıl söyleyeceğimi bilemiyorum ama şu esir, yani Januz Radziwil denilen adam...

Kyam—Yoksa kaçtı mı?

Asker—Hayır lordum. Kaçmadı. Ama bütün gece ''kalbim ağrıyor'' diye inleyip durdu. Biz de kaçmak için numara yapıyor diye pek iplemedik. Meğer adam doğruyu söylüyormuş. Sabaha karşı mortu çekti lordum. Ne yapmamızı emredersiniz?

Kyam—Ne! Öldü ha. Vay bee koskoca Litvanya Prensi demek sıfırı tüketti. Pekala, adamı alıp şu tepeye gömün. Şaşına yakışır bir mezar olsun. Öyle derme çatma bir şey yapmayın biz de burada çadır kurup bekleyelim.

Bir süre sonra İvan Barabbasın yanına vardılar. Haberleri verdiler. Barabbas Radziwilin ölümüne sevinmişti.

Kyam—Bir de bu var.

Barabbas—Aman Tanrım, aman Tanrım! Doğru mu görüyorum. Bu şey, bu şey...

Kyam—Evet. Karar gürz bende.

Barabbas—Bak genç dostum, ben bir zamanlar hizmet ettiğin Leh köpeği gibi değilim. Şu anda yakın korumalarım dahil burada üç yüz deneyimli savaşçı var. Gürzü elinden almam tek bir emrime bakar. Ama dediğim gibi ben bir leh köpeği değilim. Efendin artık öldüğüne göre ve kara gürz sende olduğuna göre muhakkak bana katılmalısın.

Kyam—Neden muhakkak size katılmalıyım Hetmanım?

Barabbas—Kyam sen bu kara gürzün sadece efsane kısmını biliyorsun. Bu gürz sıradan bir gürz değil. Bu gürz Litvanya için yenilmezlik sembolü. Bu gürz kimde olursa bütün Litvanya soyluları Onu takibeder. Elinde tuttuğun şeyin siyasi gücünü hayal bile edemezsin. Şimdi bir karar vermenin zamanı geldi Lord Kyam. Bu gürzle serseri hayatına devam edebilirsin. Ya da bir yerlerden toprak alıp kendi topraklarının lordu olabilirsin. Ya da bana katılır bölünmüş olan Litvanya topraklarını yeniden birleştirmeme yardım edersin. Böylece bundan sonra doğan her yeni nesil Kyam adındaki kahramana dualar eder.

Kyam—Ben tek amacının Kazak atamanlığını yeniden ele geçirmek olduğunu sanıyordum.

Barabbas—O ilk işim olacak. Ancak bu güne kadar başa gelen tüm Hetmanlar hep aynı hatayı yapmış. Küçük düşünmüşler. Ben büyük düşünüyorum Kyam. Rusya, Kırım, Lehistan ve İsveç birleştirilip büyük Litvanya Krallığı yeniden kurulmalı. Ancak o zaman bu topraklardaki savaş biter. Ancak o zaman savaşlarda bir hiç için ölen halklar huzur bulur.

Kyam—Pekala. Kararımı verdim. Sen benim gibi altın ve şöhret için savaşmıyorsun. Sen insanlık için savaşıyorsun. Sana katılacağım. Sadece ne yapmam gerektiğini söyle.

Frank—Çıldırdın mı sen dostum.

Hans—Kara gürzü aldın işte daha ne istiyorsun?

Eric—Bu kararın çok önemli Kyam. Sen hiç düşünmeden cevap verdin. Biraz düşünseydin.

Kyam—Düşünecek fazla bir şey yok Eric. Hiç savaş olmayan bir ülke düşün Eric. O zaman çocukların babaları gözlerinin önünde öldürülmezlerdi. Ve böylece ortaya insanları durup dururken öldüren pisikopat Ericler, kelle avcısı Hanslar, kasap Frankler ya da sırf para ve şöhret için yaşayan gereksiz silahşörler olmazdı.

Frank—Yahuv benim de kalbim ağrımaya başladı. Gözlerimde sulanıyor. Yoksa ben de Radziwil gibi ölecek miyim?

Hans—Hayır. Korkma hayvan herif sadece duygulanıyorsun. Bak ben de duygulandım. Ağlıyacağım anasını satayım.

Frank—Dur lan gitme beraber ağlayalım.

Kyam o gece İvan Barabbasa bağlılık yemini etti. Barabbas zaten alışık ve tecrübeli olduğu için Kyama Mareşallik rütbesi verdi. Başa geçmesi konusunda lordları yardım ettiği için geçmişte yapılan tüm hataları affetti. Ataman boğdan Himeniltsky ibret için halkın gözü önünde beş parçaya bölündü. Kyamın komutası altında kazak orduları Rusyayı silip süpürdü. Ancak Rus Çarı Alexi Michelayovich küçümsenecek bir adam değildi. Beş tane kazak lordunu çıkar vaadleriyle kendi safına çekti ve Rus isyankarları ordusunu kurup Kazak atamnlığında bir iç savaşa neden oldu. Ancak savaş kısa zamanda bastırıldı. Yardakçı lordlar ve Alexi Michelayovich kızgın yağ dolu kazanlarda haşlanarak can verdi. Sonra Lehistana saldırdılar. 1 yıl içinde Lehistandan geriye bir yer kalmadı. Radziwilden sonra Kral Jan Kasimir Sejm kararıyla yeniden tahta getirilmişti. Ancak zindanlarda kaptığı ağır hastalık yüzünden öldü ve Lehistan kısa zamanda çözüldü. Orduları kısa zamanda güçlenen Barabbas Kırımı 1 İsveci ise 2 yılda topraklarına kattı. Beş ülke birleşmişti. Barabbas bu yeni Krallığa Hetmanlık demeyi uygun bulmadığı için Krallığın adını Yeni Litvanya prensliği olarak değiştirdi. Hetman olarak değil Kral olarak taç giymek istiyordu. Kyam şaşalı bir tören hazırlayabileceğini söyledi. Ama barabbas reddetti. Gereçekçe olarak ''Beş ülkenin halkını tek coğrafyada topladım. Ama hala beş farklı görüş var. Sadece kazaklar bu taç törenine biat eder. Geriye kalanlar beni Kralları olarak tanımazlar. Bunu yapmanın tek bir yolu var.'' Dedi. Kyam sorduğunda 600 yıllık bir efsaneden bahsetti. 300 yıl önce Büyük Kral George un kardeşi Papa bilmem kaçıncı janpol tarafından yaptırılmış ve her tarafı yakutlarla kaplı bir taç varmış. Taç Krala gönderilmek üzere üç haçlı kumandanına teslim edilmiş. Yolda bir çok kez saldırıya uğramışlar. Kumandalardan biri hastalıktan diğeri de savaşta aldığı bir yaradan ölmüş. Son komutan ise bir rahip evine sığınmış. Orada gördüğü kardeşçe muamele komutana kendi hayatını sorgulatmış. Komutan bir müddet öz eleştiri yaptıktan sonra yaşadığı hayatın boş ve anlamsız olduğuna karar verip rahiplere katılmış. Rahiplik yemini etmiş ve söylentiye göre bu tacı rahiplere hediye etmiş. Bu Rahipleri insanlar o dönem Cizvit Rahipleri olarak biliyorlarmış.

Kyam—Ama Hetmanım, bu kadarcık bilgiyle ben tacı nasıl bulabilirim?

Hetman—Çok daha azıyla kara gürzü buldun öyle değil mi?

Kyam—Pekala Hetmanım. Bir deneyeceğim ama kesin söz veremem.

Bir yıllık bir uğraştan sonra ki bu bambaşka bir macera; Kyam tacı buldu ve Hetmanına hediye etti. Bu tacın efsanesini bu coğrafyada bilmeyen yoktu. Artık İvan Barabbas tüm coğrafya halkı tarafından Kral Büyük George a denk tutuluyordu. İsveçlisi, kırımlısı, lehistanlısı... Herkes saygıyla törende Krallarının önünde diz çöktüler. Çok büyük bir coğrafyada huzur ve sükunet hemen hemen sağlanmıştı. Artık savaştan çok üretim ve ticaret konuşulur olmuştu. Gülmeyi unutan insanlar yeni yeni güler olmuşlardı. Tüm bu olaylardan sonra bir Cizvit Rahibi gizlice Kyamı odasında ziyaret etti. Kyamın ödü patladı. Bu Cizvit Rahipleri gerçekten de korkulacak adamlardı. Rahip kara gürzün uzun zaman önce kendilerinden çalındığını söyledi. Ait olduğu yerin kendilerinin yanı olduğunu söyledi. Eğer bu topraklar bir gün yeniden bölünürse tekrar birleştirilmesi için rahipler tarafından saklanacağını söyledi. Ayrıca kara gürzü verirse çaldığı taç meselesini unutabileceklerini söyledi. Bu konuşma Kyamı ikna etmişti. Hiç itiraz etmeden kara gürzü teslim etti. Hattı zatında gerçekten de gürze gerek kalmamıştı. Dört kafadarlar değişmedi

Frank—Korkaksın olum sen korkak tavuğun tekisin. Bak bak bak bak gıt gıt gıt gıdaaak.

Hans—Bana yumruk attığına inanamıyorum.

Hans bana yumruk attığına inanmıyorum deyince Kyam hemen Hansın yüzüne baktı ama yüzünde en ufak bir darbe izi yoktu. Hemen ardından odaya Eric girdi ve sol gözü mosmordu.

Eric—Hans, seni bastı bacak, eğildiğine inanamıyorum. Frank, hadi meyhaneye gidelim yoksa bu bastı bacağın gırtlağını okla dolduracağım.

Frank—Gidelim dostum. Şöyle erkek erkeğe karşılıklı içelim. Korkakları da aramıza almayalım.

Kyam—Hans, bak ikisi de gitti. Şurada biz bizeyiz. Her ne olduysa bana anlat.

Hans—Aslında Ericin hakkı var. Ben bastı bacağın tekiyim. Boy fukarası. Ayrıca Frankte haklı. Korkak tavuğun tekiyim.

Kyam—Bütün bunlar nereden çıktı peki?

Hans—Çocuklarla meyhanede oturuyorduk. Ve Onu gördüm. Hayatımda gördüğüm en güzel şeydi.

Kyam—Bir fahişe mi?

Hans—Hayır dostum hayır. Hancının kızıymış. Servis yapıyordu. Bizim masaya gelip ne içersiniz diye sordu. Ben de ona...

Kyam—Ee ne dedin?

Hans—''Pen bib şabab ababbilir miyim'' dedim.

Kyam—Af buyur?

Hans—Zırvaladım anlayacağın. Tabi çocuklar durumu hemen anladılar. Önce beni cesaretlendirmeye çalıştılar. Gidip Ona açılmam için türlü diller döktüler. Ama ben bir türlü harekete geçemedim. Eric yüzünü ekşitti. Frank de sen korkaksın diye kafamı sitti.

Kyam—Aaah dostum, senin için elimden geleni yapacağım. Bak ben bu aşk meşk işlerinden pek anlamam ama kadınlardan çok iyi anlayan bir dostum var. Adam adeta aşk doktoru. Sana yardım etmesini söyleyeceğim. Hatta bu dostumu sen de tanıyorsun.

Hans—Sahi mi söylüyorsun. Kimmiş bu aşk doktoru?

Kyam—Tabi ki Mamai.

Hans—Tabi yaa. Mamai. Bu nasıl aklıma gelmedi. Aklınla bin yaşa dostum. Şimdi sana sarılır copul copul öperdim ama biliyorum sen yanlış anlarsın. Özellikle son yıllarda Eric eşcinsel olduğun yönünde çok kötü şakalar yapıyor. İyice sinirlerini yıprattı.

Kyam—Sevmesem bir dakikakatlanmam gırtlağını keserdim psikopat itin.

Hans—Bizim mesele şimdiden halloldu sayılır. Peki ya ülkenin durumu ne olacak dostum?

Kyam—Ne varmış ülkenin halinde?

Hans—Tamam şimdilik ortalık sakin. Herkes durumdan mutlu. Ekonomi de hızla kalkınıyor. Ama savaş dediğimiz şey hiçbir zaman bitmez dostum. Her zaman yeni bir düşman olur. Üstelik şu rahibe kara gürzü de vermişsin. Yeni düşmanlarımız gelip kapıya dayandığında onları nasıl ülkeden kovacağız dostum? Söyler misin düşmanlarımızın kıçında ikinci deliği nasıl açacağız?

Kyam—Tabi ki Ateş ve Kılıçla dostum. Ateş ve Kılıçla.

Fortsæt med at læse

You'll Also Like

44.6M 2M 84
Korkmuyordum, ne karanlıktan, ne gürleyen gök gürültüsünden, ne de bana zarar verebilecek bir insandan. Çünkü ben karanlıktım, ben gürleyen göktüm...
1.9M 98K 78
"Çocukken yanağıma kondurduğun öpücük sayesinde tüm acılarım geçmişti. Şimdi ben senin kalbinden öpsem geçer mi? Tüm acıların diner mi?" İlk görüşte...
Leo'yu Bul Af tymazerr

Teenage Fiktion

322K 32.4K 36
2022 WATTYS KAZANANI Lale lise son sınıfa geçtiğinde düşünmesi gereken tek şey üniversite sınavı değildi. Uğraşması gereken, yeni bir cici annesi ve...
A0023 Af ruhperver

Science Fiction

841K 70.8K 58
On altı yaşındaki Reena zamanda donduruldu. Yıllar sonra gözlerini yeni bir dünyaya açtı. Ait olduğu medeniyet yok olmuş ve geriye yalnızca bir ülke...