Bacaksız bir virüs tarafından hüküm giymiş bedenimle, evimin sükût dolu pencere kenarında hayattan muaf tutulurken, sıcak çayımı huzurumla buluşturuyordum.
Ansızın, Ayzer' in hışmıyla üzerime dökülen çayla ayağa fırlamış ve ne olduğunu anlamlandırmaya çalışırken, yavrumun elindeki eski bir madeni paraya gözüm ilişti.
Nereden bulmuştu onu ?
O parayı son cebime koyduğumda Ayzer yaşlarında bir çocuktum.
Büyük bir hevesle bulduğu ve farklı görünen bu parlak şeyi tanımlamaya çalışırken, beni adım adım geçmişime götürdüğünün farkında dahi olamazdı.
Üç dört yaşlarında ya var ya yoktum, kimsesizlik ile merhabalaştığımda. Birileri vardı ama benden değil birileri vardı emeğim onların hizmetçisi...
Hayat denilen o dala tutunmayı öğreteceklerine, tutunanların sülüğü olmayı öğretiyorlardı bize.
Hemen hemen dört beş yaşlarında yeni yeni idrak ediyordum , tek değildim. Benim gibi en az on beş çocuk...
Biz kimiz nereden geldik, hiçbirimiz bunu bilmiyorduk. Görevimiz vardı yerine getirmediğimizde ağır bedeller ödediğimiz.
Çok erken öğrenmiştim , bir madeni paranın bir kola tekabül ettiğini.
Her sabah bizi şehrin çeşitli ışıklarına bırakırlar, akşam istedikleri sayıda o demir parçalarını getirmemiz için bizi tembihlerlerdi. Getirmezsek aç uyumazdık şanslıydık bir parça küflü ekmek verilirdi. Getirmezsek acırdık, getirmezsek kanardık...
Yaşıtlarımız aileleriyle el ele sıcak gülüşleriyle ısınırken , bir yağmur birikintisinde ayağımda kaybolmuş terliğe bir bulut ardından dokunan güneşin parıltısıyla ısındığım günü hatırlıyorum.
Sırf o parıltı bana sarıldığı için sevilmenin ne kadar değerli bir şey olduğunu hatırlıyorum.
O gün hiç demir parçası toplayamamıştım. "Sarı" dedikleri bir abi ,
"hiç paran yok mu, al bunları" deyip elindeki tüm paraları ufacık avucuma sığdırmıştı.
Sıra bize bakan büyüklerin hasılatlarımızı topladığı ana gelmişti.
Ben elimdekileri bir küflü ekmeğe değişmiş ve ilerlemiştim.
Sıra Sarı'ya geldiğinde ise bir anda bağrışmalar ortalığı sardı.
Sarı " Vallahi yok, bugün hiç kimse vermedi. N'olur yapmayın abi" diye yalvarırken, vücudum buz kesildi.
Beni korumak için kendini feda etmişti demek.
Sarı " N'olur yapmayın, abi, n'olur ! " dedikçe, acısından zevk alan barbar, onun küçük güçsüz bedenine tüm şiddetini kusuyordu.
Bir an işkence dindi.
Derin bir nefes aldım.
O barbarın Sarı' nın kolunda, Sarı' nın çığlıkları arasında sigarasını söndürmesiyle boğazıma tutunan havayı değil, içimde tuttuğum kışı, kara bulutları gözlerimden bıraktım. Buz gibi bardağa dokunan kaynar suyla darmadağın oldum.
Aile nedir hiç bilmiyordum fakat abi karakterinin ne olduğunu, "Sarı" nın fedakarlığında öğrendim.
Artık o bozuklukları bulmadan geri dönmemem gerektiğini çok net idrak etmiştim.
Yine bir gece yere tükürseniz havada donacak soğukluktaydı. Parmaklarımı hissetmiyordum, bacaklarım da uyuşmaya başlamıştı ama o harap barınağımıza dönemezdim. Çünkü cebimde tek metelik vardı.
Soğuğun sarılmasını, ateşin dokunmasına tercih ettim.
Artık ışıklarda yanmıyordu. Ne bir araba , ne bir insan... Sadece ışıkların dibine kıvrılmış bir enik, bir ben.
Eğer hayatta kendinizi bildiğinizden beri yalnızsanız , hayatın öğrettiği en önemli kavram özgürlüktür.
Birileri bu kavramı yok etmeye kalktığında ise hiçlikle tanışırsınız. Hiçlik ise her şey olmaktır. Çalmak , çırpmak, yobaz olmak onun tanımlarındandır.
Uyumadan önce son dileğim özgürlüğümün bende kalmasıydı.
Gözlerimi açtığımda yeni bir evde, yeni bir ailedeydim. Zengin bir iş adamı beni bulmuş ve iyi bir şekilde ağırlamıştı. İlerleyen zamanlarda evlat edindiler. O günden sonra ışıklara gitmemiştim. Beni tanırlar, kaçtığımı düşünürler ve daha kötü işkence yaparlar diye korkuyordum.
Günler geçti , aylar ,yıllar... Cesaretime tutunabilecek güce kavuştuğum gün gitme kararı aldım .
Vardığımda yeni yüzler vardı.
"Sarı'yı gördünüz mü Sarı nerede ? " dediğim her çocuk tanımıyordu.
Nihayet biri "Seni aramızdaki en kıdemlimize götürelim bilirse o bilir, senelerdir buradaymış" dedi.
Götürdükleri genç benim yaşlarımdaydı. Benden sonra birilerinin burayı bastıklarını ve herkesin dağıldığını kimseden haber alamadıklarını söyledi.
Eve döndüğümde ise babamın benden sonra bu durumla ilgilendiğini ve yakaladıkları çocuklara koruyucu aileler bulduklarını ve bu çocuklar arasında Sarı adında birinin bulunmadığını öğrendim.
İzini kaybetmiştim, hatırasını ise Ayzer'e her seslendiğimde hatırlıyordum. Gece karanlığında bana yol gösteren Sarı Ay'ım. Hiç bir hatıramı bu kadar gerçek anımsamamıştım.
Ayzer gözümden süzülen anılara anlam veremiyordu.
Ben ise,
Çocukken hayatı bize verilen oyuncak zannedip ıstıraplarımıza dahi tebessümle bakabiliyorken, büyüdükçe oyuncak olduğumuzu öğrenmemizin ne acı verici olduğunu biliyordum.