GECENİN BÜYÜSÜ

By masalkizi

774K 42.8K 3.1K

Biri hiç sevilmemiş, diğeri hiç sevmemişti. More

TANITIM
Giriş
1
2
3
4
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41
42
43
44
45
46
47
48
49
50
51
52

5

17.4K 894 29
By masalkizi

Kendi planlarımızı yapıyorduk ama kaderin de planları olduğunu unutmuştuk.


Dylan öğrendiği bu şok edici gerçek karşısında sevinse mi, yoksa üzülse mi bilemedi. Günlerce bıkmadan usanmadan aradığı kız, o çaba göstermekten vazgeçtiği zaman ona gelmişti. Dylan bu duruma seviniyordu fakat kızın görüntüsü de içten içe canını sıkıyordu.

Daha önce birçok kez o James Walker denen alçağın kardeşinin namını duymuştu. İngiliz'ler ondan hep kainatın en güzel yaratığı diye bahsederlerdi. Ama içlerinde kızı görmüş olan da yoktu. Bu nedenle Dylan bu söylentilere hiçbir zaman inanmamıştı. James Walker'ı günahı kadar sevmezdi ve onun yalanlarına karnı şüphesiz ki toktu. O yüzden de bu güzellik saçmalığına zerre kadar itimat etmedi. Ama şimdi karşısında gördüğü kız; yeşil gözleri, omuzlarına dökülen ipek siyah saçları, minik burnu ve düzgün fiziği ile bu söylentileri net bir biçimde doğruluyordu.

Dylan'a, James Walker denen o şeytanın kız kardeşinin adeta bir masal prensesi kadar güzel olduğu söylenmişti. Ancak Dylan'a göre kız güzel değildi. Şeytanın kardeşi olağanüstüydü.

Ve maalesef her saniye giderek güzelleşerek Dylan'ı çıldırtmaya yemin etmiş gibiydi. Fakat Dylan kararını vermişti. Kız kesinlikle burada, onun kalesinde kalacaktı. İntikamını alması için tek yol buydu.

İşler bir anda Dylan'ın lehine dönmüştü. Bu durum onu sevindiriyordu. Fakat Dylan kızın görüntüsüyle ne yapacağını Tanrı şahit hiç bilmiyordu. Bu konuyu da daha sonra düşünmeye karar verdi. Hem belki de Dylan çok fazla abartıyordu.


)()()()()()()(


Dylan kesinlikle abartmıyordu.

Kız geleli neredeyse iki haftayı geçmişti ama hala geçip gittiği her yeri yakıp yıkıyordu. Askerleri kız ne zaman görüş alanlarında belirse onu seyrediyor, onunla konuşmaya çalışıyor, ona kendilerini göstermek için şekilde şekile giriyorlardı. Hiçbiri yaptıkları işlere konsantre sağlayamaz olmuştu ve kız geldiğinden beri geçen sürede bütün işler bariz bir biçimde yavaşlamıştı. Kaledeki herkes -hatta kardeşi Tom bile- boş zamanlarını kızı izleyerek geçirmeye başlamıştı. Bütün bu olanlar Dylan'ı hasta ediyordu. Tüm askerleri kız nereye gitse onu bir kuyruk gibi takip ediyordu.

Kızın ise olanlardan zerre kadar haberi yokmuş gibiydi. Ya da çok iyi rol yapıyordu. Dylan 'Ne de olsa şeytanın kardeşi.' diye düşündü tiksinti dolu bir ifadeyle. Artık askerlerini azarlamaktan yorulmuştu.

Atının üzerinde tırıs giderken günlerdir yaptığı gibi buna bir çare bulmayı düşünüyordu. Tam önüne oturttuğu beş yaşındaki kardeşi William ise onu kolundan çekiştirip düşüncelerinden çıkarttı.

"Abi biliyor musun, ablam bana kazak örmüş."

Dylan'ın kız kardeşi Daisy, Dylan'dan yalnızca iki yaş büyüktü. Daisy, yaklaşık on yıl evvel baron Jack Vincest'le evlenmişti ve iki de kızı vardı. Evi Dylan'ın kalesine bir günlük uzaklıktaydı. Dylan İngiltere'ye intikamını almak için gitmeden iki gün öncesinde erkek kardeşleri William'ı ablasına bırakmıştı ve üç gün önce de onu geri alma bahanesiyle kaleden ayrılmıştı. Yoksa kafayı yemesi işten bile değildi.

Ablasında geçirdiği üç gün boyunca yeğenlerine vakit ayırmış ve ablasının kocası Jack'le özel bir görüşme yapmıştı. Bu özel görüşmenin nedeni şüphesiz ki şeytanın kardeşiydi.

Dylan, Jack'e oldukça güvenirdi ve onun düşüncelerine önem verirdi. Olan biteni ona uzun uzadıya anlattığında ise Jack'in ona mantıklı bir çıkış yolu göstereceğinden adı gibi emindi. İkisi Jack'in çalışma odasında şaraplarını içerken Dylan anlatmaktan yorulmuştu. Normalde çok konuşan bir insan değildi. Ve öyle insanları da hiç sevmezdi. Ama bu kez her şey o kadar çok birikmişti ki, Jack'le birlikte o da kendisine şaşırmıştı.

"İşte böyle." dedi her şeyi eksiksiz bir şekilde aktardığında arkasına gergince yaslanarak. Jack ise tam tahmin ettiği gibi bir süre sessiz kalıp, elini çenesine koymuş ve düşünceli bir şekilde ovuşturmuştu. Kahverengi gözleri Dylan'ı tembelce süzdükten sonra nihayet konuşmakta karar kılmış olmalıydı ki söze girdi.

"Bakalım doğru anlamış mıyım?" diye geveledi Jack hala çenesini ovuşturmaya devam ederken. "En azılı düşmanının kız kardeşi evinden kaçıp, sana sığındı öyle mi?"

"Aynen öyle."

"Peki neden böyle bir şey yapsın?"

Jack kaşlarını kaldırarak şüpheli bir ifadeyle Dylan'ı süzdü. Sorusunun cevabına mantıklı bir neden bulmak için düşüncelere dalmış gibiydi.

"Bilmiyorum." dedi Dylan dürüstçe kafasını iki yana sallarken. "Beni tanımıyormuş gibi görünüyor."

"Anlattığın kadarıyla evet."

"Ama o alçak abisi bunu bilerek de yapıyor olabilir."

"Nasıl yani? Abisinin kızı bilerek senin evine gönderdiğinden mi şüpheleniyorsun?"

"Evet." diye onayladı Dylan sert bir baş hareketiyle. "Kız beni tanımıyormuş gibi rol yapıyor olabilir."

"Bilemiyorum." dedi Jack kafası karışmış bir halde yüzünü buruşturarak. "Bir şeyler yerine oturmuyor gibi sanki."

"Evet ama en kısa zamanda onun ne yapmaya çalıştığını anlayacağım. Eğer beni kandırmak için burdaysa, bedelini çok feci bir şekilde ödeyecek."

"Tek bir açıdan bakıyor olabiliriz Dylan. Hemen karar verme. Gözden kaçırdığımız bir şey olabilir." dedi Jack kaşlarını çatarak. "Belki de kız seni gerçekten tanımıyordur. Bu ihtimali görmezden gelme sakın."

"Biliyorum." dedi Dylan kafasını aşağı yukarı sallayarak. "Bir süre onu gizlice gözlemleyeceğim. Çok tecrübeli biri sayılmaz. Eğer öyle bir şey varsa yakayı hemen ele verecektir."

"Peki sonra ne olacak?"

"O kız sayesinde abisi bana tıpış tıpış gelecek."

Dylan'ın tehlikeli ve sinsi bir zevkle söylediği cümleden sonra Jack bir süre duraklayarak şarabından bir yudum aldı. Oturduğu geniş koltuğa Dylan gibi yaslanırken tereddütlü bir ifadeyle karşısındaki adamı süzdü.

"Yani kızı abisinden intikam almak için kullanacak mısın?"

Dylan, Jack'in hoşnutsuz bir ifadeyle sorduğu soruya kararlı bir bakışla karşılık verdi.

"Tabi ki de onu kullanacağım. Abisinden intikam almak için tek çıkış yolum bu. Üstelik fırsat ayağıma kadar geldi."

"Ben yine de kızın masum olabileceğine inanıyorum."

"Ben inanmıyorum Jack. Masum olsa rahat evinden kaçıp, İskoçya'ya abisinin en azılı düşmanına gelmezdi."

"Başka çaresi olmayabilir. Sana evden kaçışının nedenini söylememekte diretmiş." dedi Jack sıkıntılı bir sesle nefes vererek. "Kızı kullanmadan önce bir kez daha düşün derim ben."

Dylan, Jack'in sözlerinden sonra onun her zamanki gibi aşırı mantıklı davrandığını ve bu nedenle de asıl olayı gözden kaçırdığını düşünüyordu. Ablasının kocası şaşılacak derecede sakin, mantıklı ve merhametliydi. Yani Dylan'ın tam tersi..

Dylan onun kıza acıdığını ve içinde ona karşı tuhaf bir merhamet beslemeye başladığını çoktan fark etmişti. Eniştesi her zaman böyleydi işte. Hiç tanımadığı insanları bile düşünürdü. Bu Dylan'a göre Jack'in ikinci zayıf noktasıydı. Birincisi ise şüphesiz ki ablasıydı.

Jack ablasına öyle büyük bir aşkla bağlıydı ki, onun tek bir kelimesiyle dünyaları ayaklarının altına sermekten asla çekinmezdi. Ona sürekli ablasını utançtan kızartana kadar ilgi, şefkat gösterir ve kulağına Dylan'ın hiçbir zaman anlamadığı ve asla da anlayamayacağı saçma aşk sözcükleri fısıldardı.

Aşkım, meleğim, hayatım.. Dylan bunları her duyduğunda gözlerini devirme dürtüsüne engel olmaya çalışırdı. Ablasının bir ismi vardı ve bu isim ona seslenmek için en ideal şeyken Jack'in neden böyle gereksiz saçmalıklarla uğraştığını bir türlü anlayamıyordu.

"Merak etme." dedi eniştesini rahatlatmak ister gibi bir ifadeyle şarabını yanındaki sehpaya bırakarak. "Ben ne yapmam gerektiğini gayet iyi biliyorum."

"Pekala." dedi Jack gülümseyerek kafasını aşağı yukarı ağır ağır sallarken. "O halde başını bu konuda belaya soktuğun zaman sakın kapıma geleyim deme Denford."

Dylan gözlerini devirdi ve yerinden kalkıp Jack'in omzuna normal bir insanı devirecek bir yumruk attı. Fakat bu yumruk Jack'i sadece güldürmüştü.

"Senden ne zaman yardım istedim ben enişte bozuntusu?" diye sordu alaycı ve küstah bir ifadeyle. "Ben her zaman başımın çaresine bakarım. Hiçbir sorun çıkmayacak."

"Umarım öyledir." dedi Jack de ayağa kalkıp, onun omzuna bir tane geçirirken. Fakat içten içe kayınbiraderinin başının bu kez ciddi bir belada olduğunu düşünmekten kendini alamıyordu. Çünkü az önce dinlediği hikayeden aklına tek bir şey kazınmıştı. Dylan olayları ona anlatırken farkında bile olmadan sürekli olarak kızın güzelliğinden bahsedip durmuştu ve kayınbiraderi için bu imkansız gibi bir şeydi.

Jack onda tuhaf bir durum sezmişti ve bu durum kendisinin yaklaşık on sene önceki haline garip bir biçimde fazlasıyla benziyordu. Jack bundan hoşlanmıştı. Olayların gidişatına karışmayacak ve Dylan'ın ona geleceği günü bekleyecekti. Çünkü içinden bir ses bu kez kayınbiraderinin ona yardım istemek için geleceğini söylüyordu. Hem de koşa koşa..

"Abi sen şeyi biliyor musun?"

Dylan küçük kardeşinin o tanıdık cümlesini duyduğunda Jack'le olan konuşmasını düşünmeyi bıraktı ve gözlerini devirmeden edemedi. William sürekli olarak konuşur da konuşurdu. Dylan bazen onun susması için ağzına defalarca koca bir ekmek parçası tıkıştırdığını hatırladı. William aşırı derecede çenesi düşüktü ve cümlelerine genelde hep aynı soruyla başlardı.

"Neyi?" diye sordu Dylan sıkıntıyla derin bir nefes vererek. Bu yol bitmek bilmeyecekti anlaşılan.

"Ben hiç yaramazlık yapmadım."

"Aferin sana William." dedi kardeşinin kafasına hafifçe iki defa vurarak. Daha sonra da atını biraz daha hızlandırdı. Kaleye ulaşmalarına az kalmıştı. Tam bu sırada William yeniden konuşmaya başlamıştı.

"Peki şeyi biliyor musun?"

"Neyi?"

"Ablam bize kek yaptı. Çok lezzetliydi. Kalede de yaparlar mı?"

"Eğer istiyorsan yaparlar."

Dylan ilgisizce atını dürtmeye devam ederken William'ın sorusuyla bu konuşmanın eve gidene kadar bitmeyeceğini anlayıp kendisine sabır diledi. Tanrı biliyor ya William hiç de susacağa benzemiyordu.

"Abi sen şeyi biliyor musun?"


)()()()()()()(


Grace kalenin tam karşı çaprazına inşa edilmiş kilisedeki küçük odasında sıkıntıyla oturuyordu. Buraya geleli uzun zaman olmuştu fakat kaledeki kadın, erkek herkes sürekli olarak ona bakıyordu. Grace bu duruma hiçbir anlam veremiyor ve onlara bunu yapmalarının nedenini de soramıyordu. Tek bildiği şey bu durumdan oldukça rahatsız olmasıydı. İlginin sürekli olarak onun üzerinde olmasına hiç akışkın değildi. Bu durum onun durmadan domates misali kızarmasına neden oluyordu.

Oturduğu tahta sandalyeden kalkıp, her zaman yaptığı gibi pencereden dışarısını izledi. Askerler hızlı hızlı oradan oraya koşturuyor ve hepsi de birbirinden korkunç görünüyordu.

Grace'ye göre en korkunç olanı kuşkusuz Dylan'dı. Hatta adam korkunç kelimesinin gözle görünen hali gibi bir şeydi. Grace onu tanımlamak için bu kelimenin bile adamın yanında sönük kaldığını kendine itiraf etmek zorunda kaldı.

Dylan'ın adını bile duyduğunda tüyleri ürperiyor ve onun o delici bakışlarını tıpkı o günkü gibi tekrardan üzerinde hissediyordu. Neyse ki baron ilk karşılaşmalarından sonraki hiçbir gün onunla ilgilenmemiş, ona tek kelime bile etmemişti. Diğer herkesin aksine Grace'den oldukça uzak duruyordu. Grace, Dylan'ın kendisinden hiç hoşlanmadığına adı gibi emindi.

Dylan'ın son üç gündür kız kardeşinin yanında olması Grace'yi biraz olsun rahatlatmıştı. Dylan kalede olmadığı zamanlarda Grace kendisini çok daha huzurlu hissediyordu. Adamın kalede olduğu zamanlarda ise kilisesindeki odasından asla çıkmamaya özen gösteriyor ve onun delici bakışlarından bu şekilde uzak kalıyordu. Fakat şimdi o yokken birkaç saatliğine bahçeye çıkabilir ve eğer şanslıysa askerlerin eşleriyle birazcık sohbet edebilirdi. Daha önce birkaç tanesiyle tanışmış ve onları sevmişti.

Oturduğu sandalyeden kalkıp hızlı adımlarla dışarı çıktığında hava biraz serin ama gayet güzeldi. Askerler her zaman olduğu gibi onu görür görmez etrafına toplanmaya başladıklarında hepsine kibarca selam verdi. Askerler Grace'ye Dylan kadar ürkütücü gelmiyordu artık. Sadece ona olması gerekenden fazla bakıyorlardı ama Grace bunu görmezden gelmeye karar vermişti. Bununla baş edebilirdi.

Yavaş adımlarla karşı kısımdaki bir askerle konuşan Peder Chapman'ın yanına ilerledi. Pederin arkası ona dönük olsa da, konuştuğu asker gözlerini kırpmadan Grace'ye bakmaya başlamıştı bile. Grace buna alışmasının zor olacağını düşündü. Her zaman yok sayılmaya alışmıştı ve şimdi işler birdenbire değişmiş gibi görünüyordu.

Düşüncelerinden sıyrılıp, hafifçe öksürerek bahçede ona tek bakmayan kişi olan Peder Chapman'ın dikkatini çekmeye çalıştı. Başarılı da olmuştu. Peder askerle olan konuşmasını kesip, arkasını dönüp ona baktığında dudaklarında şefkatli bir gülümseme vardı.

"Bir şey mi oldu kızım?"

"Hayır peder." dedi gülümseyerek kafasını iki yana sallarken. "Sadece bana sabah söylediğiniz çiçeklerin nerede olduğunu soracaktım. Böldüğüm için affedin."

"Çiçekler ahırın orada Grace." dedi peder eliyle ilerdeki ahırı işaret ederken. Daha sonra da az önce konuştuğu askere dönerek sözlerine devam etti. "Antony çiçekleri taşımanda sana yardım edecektir."

Antony pederin sözleri biter bitmez Grace'ye doğru yürüyerek gülümseyerek selam verdi ve daha sonrasında hızlı adımlarla ahıra doğru ilerlemeye başladı. Grace kilisenin önünde Antony'i beklerken, asker şaşılacak kadar kısa bir sürede elinde bir yığın içinde çiçek olan saksıyla birlikte geri dönmüştü. Grace ona kibarca gülümseyip teşekkür etti ve askerin şaşkın bakışlarla ona bakmasına aldırmadı.

"Onları kilisenin şu kenarına dikeceğim Antony." dedi askeri ciddi bir ifadeyle bilgilendirerek sağ taraftaki köşeyi işaret ederken. "Ahırdaki bütün saksıları benim için oraya getirir misin?"

Antony kızın tatlı mı tatlı sesi ve baş döndüren gülümsemesiyle başa çıkamayacağına emindi. Bu nedenle bir şey söylemek yerine başıyla onu hızlıca onayladı ve ellerindeki saksıları yere dikkatlice bıraktıktan sonra geldiği yönden gerisin geri ahıra doğru yürümeye başladı. Grace onun arkasından gülümseyerek baktıktan sonra yapacağı işe koyulmuştu.

Belki de buradaki hayatı sandığı kadar kötü olmayacaktı. Askerler feci halde korkunç görünebilirlerdi fakat hepsi ona karşı son derece nazikti. İçindeki umut yeniden baş gösterirken gülümseyerek çiçeklerden birini aldı. Grace buraya kısa sürede alışabilirdi.


)()()()()()()(


Dylan atını son düzlükten de aşağıya indirdiğinde nihayet topraklarına gelmişti. Devasa kalesi onu tüm heybetiyle karşılarken kalenin bahçesine girdiğinde askerlerinden hiçbirinin ortalıkta olmaması onu bir hayli şaşırtmışa benziyordu. Zira askerleri onu atıyla birlikte en yakın tepede gördükleri zaman karşılama hazılıklarına başlardı. Ama bu kez hiçbiri onu karşılamaya gelmemişti. Dylan sinirle bir iç çekerek kalesinde bu kez neler döndüğünü tahmin etmeye çalıştı.

Kalesinde şeytanın kardeşi varken her an her şey olabilirdi. O kıza zerre kadar güvenmiyordu. Askerleri ise sanki çok gerekliymiş gibi onun varlığıyla bambaşka bir hale dönüşüyordu. Ve Dylan ilk iş bu duruma el koyması gerektiğini aklına yazmıştı.

Atıyla birlikte biraz daha ilerledikten sonra ahırın bulunduğu alanda oluşan büyük asker kalabalığını fark etti.

İşte yine başlıyordu.

Bu defa hangi aptalca görüntüyle karşılaşacağını bilemeyerek sinirle atından indi ve onu fark etmeyen kalabalığa biraz daha yaklaştı. Birazdan neler olacağını ise ancak ve ancak Tanrı bilirdi.

Continue Reading

You'll Also Like

2.5K 152 24
Bir tekfur kızı ve Beyoğlu
243K 27.5K 109
Bir Webtoon bağımlısı olarak başıma gelebilecek en iyi şey geldi ve bir Webtoon'a (favori webtoon'um) kötülük olarak girdim! Tamam bazı eksileri olab...
16.6K 1.7K 17
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...
327K 30.2K 41
🍁 -Hey!'dedi sesi atının nal seslerine bulanırken. Gelip tam önümde duraksamış, yorgun hayvan ağır ağır adımlamıştı. Bir doğan misali keskin bakışla...