Druid Akademisi

By hge443

755K 49.7K 6.1K

Sirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici... More

ÖNSÖZ
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11 - Macera Başlıyor
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
❗❗DUYURU❗❗
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
❗❕DUYURU❕❗
UYARI
Bölüm 28
Gizemli Mektup
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 37
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Sonsöz
Druid Akademisi: KAÇIŞ
Druid Akademisi:KAÇIŞ İlk Bölüm Yayımlandı

Bölüm 41

9.8K 597 1.2K
By hge443

Kapı gıcırdayarak açıldı. İçeri girdikten sonra kapıyı kapatmak üzereyken yüzüme çarpan rüzgarın etkisiyle kapı kendisi sertçe çarpılarak kapandı. Bir süre kapıya baktıktan sonra bakışlarımı içinde olduğum odaya yönlendirdim. Oda içinde yalnızca bir yatak olan küçük bir odaydı. Kapının karşısındaki duvarda açık bir pencere vardı.

Yatağın üstündeki adam öylesine kıpırdamadan yatıyordu ki öldüğünü düşüne bilirdiniz, örneğin şuan benim içimde oluşan şüphe gibi. Yanıldığımdan emin olmak için yatağa giden birkaç adımlık mesafeyi aşıp kulağımı uyuyan adamın yüzüne yaklaştırdım. Ufak ufak gelen soluk seslerini duyunca derin bir nefes aldım. Uyuyan adamdan uzaklaşıp arkamdaki açık duran pencereye gittim. Acaba ne zaman uyanır? Beklemekten pek hoşlanmayan biri olarak bu durum canımı sıkıyordu. Pencere barın yan tarafına baktığı için izleyecek hiçbir de şey yoktu.

Sanki zaman iki kat daha yavaş akıyordu. Üstüne Eski Ailemi görecek olmanın verdiği tuhaf duygular birleşince her geçen saniye bana işkence yapıyordu.

Bitmek bilmeyen işkence Austin'nin mırıltılarıyla son buldu. Arkamı dönüp Austin'e baktığımda ayaklandığını gördüm. "Yolculuk için hazırım." dedi, yanıma geldiğinde.

"Tamam," diye onayladım ve köşede duran çantama yöneldim. "Yine uçarak mı gideceğiz?" diye sordum ceketimi giyerken.

"Evet," dedi kısaca.

"O zaman şehirden uzaklasmamız gerekiyor yine." dedim. Odayı adımlarken.

"Hayır barın yan tarafından yola çıkacağız." dedi.

"Bizi gören olur o zaman." dedim şaşkınlıkla olduğum yerde kalarak.

"Senin de katkılarınla hayır." dedi. Ona sorar bakışlar attığımda "Senin görünmezlik yeteneğin var. Sanırım sen bir Gecede Yürüyensin." diye ekledi. Gecede Yürüyen çok tanıdık geliyordu. Nerede duymuş olabilirdim? Hızlı bir hafıza taraması ile bulmuştum. Luke o gizli kütüphanede Druidleri anlatırken söylemişti. 3 Özel Yetenekten biriydi görünmezlik. Ben tam görünmez olmamın asıl sebebinin bulunmasıyla rahatlamışken, "Ama senin durumun biraz tuhaf. Kolundaki sembol bildiğim hiç bir düğüme benzemiyor ve şuana kadar 3 Özel Güçlerden hiçbirinin henüz Temel Güçlere bile hakim olamamışken çıktığı görülmedi." dedi Austin, benden çok kendiyle konuşuyor gibiydi.

Bir süre ikimizde Austin'nin söylediklerini düşündük. Sözleri düşüncelerimi ne kadar karmaşaya sokmuş olursa olsun boş yere zaman kaybediyorduk. "Austin, gitmiyor muyuz?" diye sordum. Başıyla onaylayıp kapıya yöneldi.

Birlikte odadan çıktık ve aşağıya indik. Austin barmenin yanından geçerken başıyla hafifçe selamladı ve yürümeye devam etti. Austin kalabalığı yararak geçerken arkasından ilerledim. Dışarıya açılan kapıdan geçerken korumalar Austin'i saygıyla selamlarken, bende Austin'nin arkasından beni içeri almakta direten korumaya imalı bir gülüş attıktan sonra Austin'nin koluna girdim.

Tamam, tamam. Biliyorum çok çocukcaydı. Ama yinede tatlı bir mutluluk vermişti.

Austin'nin koluna girmiş olmam en az kapıdaki korumalar kadar Austin de şaşırmıştı. Bir cevap bulmak istercesine attığı bakışa omuz silkmekle yetindim.

Barın yan tarafına geçtiğimizde Austin'nin imalı sırıtışından hala koluna yapışmış olduğumu fark ettim ve hızla çekildim. "Söylemene gerek yok, bana karşı koyamadığını biliyorum." dedi Austin gülerek.

"Ben sadec-" bahanemi söyleyecekken sözümü kesti.

"Sorun değil, ne zaman istersen kolum senindir." dedi gülümsemeye devam ederken. Verebileceğim bir cevabım olmadığı için gözlerimi karşımda duran duvarın dökülmüş boyasına diktim ve kızarmamayı diledim. Aramızda kısa süreli tuhaf bir sessizliğin ardından Austin, "Evet şimdi sıra sende." dedi.

"Ne sırası?" diye sordum.

"Görünmez olman gerekiyor." dedi. Nasıl yapıldığından emin olmadımı belli edercesine bakınca da "Kimsenin bizi göremeyeceği bir yere geçmek için zamanımız yok. Bu yüzden buradan havalanacağız. Ne kadar hava karanlık olursa olsun çevremizdeki insanların bizi görme ihtimalleri var. Bu yüzden görünmez olmalısın." dedi.

"Peki sen?" diye sordum.

"Ben bir Zihin Oyuncusu olsamda büyükannemden dolayı Gecede Yürüyen kanı taşıyorum. Birkaç saniyeliğine görünmez olabilirim. Beni çok yorduğu için pek kullanmıyorum." dedi sakince.

"Birkaç saniye sana yetecek mi buradan uzaklaşman için?" diye sordum. Bu kadar hızlı mı uçuyorduk biz?

"Yeterince yükseğe çıkabiliriz bu sürede." dedi kendinden emin bir tavırla. "Evet şimdi görünmez olmalısın." dedi.

"Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum." dedim.

"Odaklan, tüm güçler tam konsatre olma ile kontrol edilir. Şimdi derin bir nefes al ve odaklan." dedi.

Odaklanmak. Evet mantıklı. Fakat söylendiği kadar kolay olmuyor yapması. Önce derin nefes almalıyım, şimdi verelim. Al, ver, al, ver... Ben görünmezim... Görünmezim... Yokum ben... Görünm-

"Bu inanılmaz!" Austin'nin kelimeleriyle sıkı sıkı kapattığımı gözlerimi araladım. "Daha önce boylesini gormedim. Sen kesinlikle Gecede Yürüyen değilsin. Onlar aniden yok oluyorlar ve ruh elementine odaklandığında az da olsa ruhları fark edilebiliniyorlar ama sen tamamen yok oldun ve bu onlarınki gibi aniden olmadı. Bir tür... Bir tür duman sardı seni." Austin hayranlıkla benim olduğum yöne bakıyordu. Elimi kaldırıp baktığımda yine o karanlık çerceveyle karşılaştım. "Buria? Orada mısın?" Austin kolunu uzatmış beni arıyordu.

Havayı yoklayan elini tutup, "Buradayım," dedim.

"Kendini nasıl hissediyorsun?" diye sordu.

"Aynı." dedim kısaca ve gidip sarıldım. "Hadi gidelim." dedim.

"Tamam, sakın bırakma. Birbirimizi görmediğimiz için tehlikeli olur." dedi ve gözlerini kapatıp başını eğdi. Sanırım odaklanmaya çalışıyordu. Ve saniyeler içinde yok oldu. Onun yok olmasıyla etrafımızda rüzgar esmeye başladı ve havaya fırladık. O kadar hızlı gökyüzüne yükseliyorduk ki bulutların üstüne çıkmamız yalnızca birkaç saniyemizi almıştı. Bulutların üstüne çıktıktan sonra bir süre olduğumuz yerde durduk. Austin tekrar görünür olduğunda yorgun bir sesle, "Sen de görünür olabilirsin." dedi.

Ben odaklanmaya çalışırken Austinde yorgun yorgun soluyordu. Austin'nin durumunu görmezden gelmeye çalışarak gözlerimi yumdum ve beni saran karanlık dumanın dağılmasına odaklandım. Gözlerimi açtığımda Austin'nin boynundaki kollarımın çevresini saran karanlık halkanın dağıldığını fark ettim. Artık diğer meseleye geçebilirdim. "Austin iyi misin? Çok yorgun görünüyorsun." dedim endişeyle Austin'nin yorgun yuzune bakarken.

Austin hafifçe başıyla onaylayarak "Evet. Evet, iyiyim. Artık gidelim." dedi.

Çevremizde çemberler çizen rüzgar hızlandı ve bizi yatay hale getirip ileri doğru fırlattı. O kadar hızlı ilerliyorduk ki hiç yerimizden ayrılmıyormuş hissi yaratıyordu. Belli başlı olarak bulutlar arasından görünen boşluklardan şuan bir su kütlesi üzerinde olduğumuzu tahmin ediyordum.

Nerede olduğumuzu çözmek için aşağı bakmam hızlı renk akışı nedeniyle başımın dönmesine ve midemin bulunmasına yol açmıştı. Dikkatimi bu yüzden bulutların üzerinde kalmış gökyüzüne çevirdim ama bununda pek faydası olmamıştı.

"Buria iyi misin? Kötü görünüyorsun." dedu Austin.

Midemi düzelmesi için içten içe dua ederken Austin'e baktım. "İyiyim ben. Sen nasılsın, hala yorgun görünüyorsun." dedim.

"Daha iyiyim. Rüzgar bizi taşırken ben de dinleniyorum. Ama sen iyi durmuyorsun. Miden mi bulanıyor?" diye sordu dikkatle yüzümü incelerken.

Midemin bulandığını düşünmemeye çalışarak. "Biraz, ama baş edebilirim." diye cevapladım.

"Sorun yok, ilk zamanlar olabilir. Hızdan dolayı baş dönmesi ve mide bulantısı oldukça normaldir. Tek bir noktaya odaklanmayı dene, sabit bir nokta olmalı." dedi sakinleştirici tonlamasıyla.

"Öyle bir nokta bulmak zor, herşey hızla geçiyor gozlerimden." dedim yeryüzünün olduğu tarafa ufak bir bakış atarak. Bu ufak bakış bile midemi hareketlendirmeye yetmişti.

"Bana bak. Ben senin için sabitim şuan." dedi. Evet söylediği mantıklı olabilir, fakat bu kadar yakınken yolculuğu ona bakarak geçirmek istemiyordum. İstemsizce gözüm yana kaydı ve tekrar renk akışından başım döndü.

Başka çarem olmadığı için sabit noktayı Austin seçmem gerekiyordu. Bakışlarımı Austin'e çevirdiğimde Austin'nin gözlerini gözlerimde buldum. O anlamlı bakışlar karşısında iç güdüsel olarak bakışlarımı kaçırmak istedim ama bunu yaparsam baş dönmem tetiklenecekti, bu yüzden kendimi bunu yapmamak icin ikna ettim.

Austin'nin bakışları o kadar ısınmıştı ki o ısı beni yakmaya başlamıştı. Bu kalbimdeki kasılma da ne böyle?

Göz yanılması mı yoksa Austin geçen saniyelerle birlikte bana mı yaklaşıyor? Ben sorumun cevabını bulmaya çalışırken Austin'nin gözleri neredeyse gözlerime değecek kadar yakınlaşmıştı. Nefes almak için kendime alan yaratmak için başımı yavaşça geriye çektim fakat belimde duran ellerden biri başımı kavradı ve tekrar eski konumuna getirdi ve sıcak bir dudak dudaklarımı buldu.

Austin'nin nazik dudakları beni uyuşturmuş, düşünme yetimi elimden almıştı. Artık düşünemiyorumdum sadece hissedebiliyordum Austin'nin sıcaklığını, kokusunu, nefesini... Midedeki bulantı kasılmaya dönüşmüştü, kalbim durmak istercesine haykırıyordu.

Düşünme yetim beraberinde zaman duygumu da alıp götürmüştü. Ne kadar süre geçtiğini bilmiyorum ama sonunda Austin isteksizce uzaklaştı benden. Gözlerimi yumruğumu fark ederek açtığımda Austin'nin yüzünün hala benimkinin yakınında olduğunu fark ettim. Eğer böyle durmaya devam edersek yaşadıklarımızın tekrarlanacağını biliyordum. Bu yüzden tüm irade gücümü kullanarak gözlerimi Austin'nin gözlerinden kurtarmayı başardım. Tekrar baş dönmesi yaşayacağımı bile bile bakışlarımı yana yönelttim.

Ben bir mide bulantısı darbesine hazırlanırken beklediğim gibi olmadı. Artık renkler akmıyordu, hepsi olduğu yerde sabitlenmişti. Sağıma soluma baktığımda karanlık gökyüzü ve onu süsleyen yıldızkar ile karşılaştım. Yeryüzü nereye gitmişti? Birden aklimda yanan bir ışıkla ayaklarımın altına bakmak geldi. Evet, bulutlar aşağıdadıydı. "Neden durduk?"diye sordum Austin'e gözlerimi bulutlardan ayırmayarak.

"Çünkü geldik."dedi.

Cesaretimi toplamayı başararak yüzüne cevirdim bakışlarımı ve  "Görünmez olmamız gerekiyor mu?" diye sordum.

"Gerek yok, şuan şehirden uzaktayız. Hızlı olmamız yeterli." dedi. "Hazır ol aşağı iniyoruz. "diye de ekledi.

Sözünün bitmesiyle düşme hissinin gelmesi bir oldu. O anın şokuyla Austin'e sıkıca sarıldım. Saniyeler sonra toprağa ayak basmıştık fakat düşme hissi olduğu yerde duruyordu. Kendimi toparlamaya çalışırken hala Austin'e sarılmakta olduğumun farkına varamamıştım.

Austin'nin "İyi misin?" diye sorarken boğazının titremesi beni kendime getirdi ve başımı gömülü olduğu yerden çıkarıp kollarımı gevşettim.

"Geçen sefer böyle olmamıştı." dedim tamamen Austin'den kopunca.

"Geçen sefer bizi görecek kimse yoktu, buyuzden yavaş bir iniş yaptık ama şuan bizi görebilecek olan ailen var, çok yakınımızdalar." dedi başıyla sağını işaret ederek.

Nerede olduğumuzu çözmek için çevreye bakındığımda her yanı ağaçlarla çevrili küçük bir açıklıkta olduğumuzu gördüm. Ağaçların arasından hiç bir ışık sızıntısı olmamasından ağaçların bir süre daha uzandığını tahmin edebiliyordum.

"Bir süre yürümemiz gerekecek." dedi Austin ve sağına yönelip yürümeye başladı. Bende başka bir şey demeden peşine takıldım.

Yürüyüş tahmin ettiğinden daha uzun sürmüştü. Ve bu yürüyüş sırasında bir şey dikkatimi çekmişti. Ağaçların dallarından ara ara sızabilen Yarımayın ışığına rağmen ağaçlar, yerdeki taşlar, gece avına çıkmış minik hayvanlar oldukça net görünüyordu. Bu durumun normal olduğunu hiç sanmıyordum. Birçok kez Rorry ile gece yürüyüşüne çıkmıştık ama dolunayda açık alanda bile bu kadar net görebildiğimi hatırlamıyordum. Belkide druidlerle alakalı bir durumdur, insanlardan uzun yaşayabiliyorlar sonuçta, belki gece daha iyi görme yetenekleri de vardır.

Ben düşüncelere dalmışken Austin'nin "Geldik," diyerek durması beni kendime getirmişti.

Önümüzdeki açık alana baktığımda bir zamanlar bana hapishane olan büyük sirk çadırını gördüm. Çevresinde iki karavan ve yatakhane olarak kullanılan iki çadır ve hayvanların barındıkları vagonlar sıralanmıştı.

Yaşadığım onca anı gözlerimin önünden geçiyordu. Bir an sırtımdaki izin sızladığını dahi hissettim. Sanki bir adım daha atarsam yine bu sirke hapsolacakmışım gibi geliyordu.

"Devam edelim mi?" diye sordu Austin yumuşak bir sesle. Kendimi cevap verecek kadar güçlü hissetmiyordum, bu yüzden akmak için direten gözyaşlarımı geriye iteleyip başımla onayladım.

Yavaş yavaş yürümeye başladık. Herbir adımımda kalbim daha çok sıkışıyordu sanki.

Saatler gecmişçesine eziyet veren yol bitip karavanların önüne geldiğimizde, "Şuan uyuyorlardır, uyandıralım mı?" diye sordum.

Austin oldukça derinlerden kopup gelmişcesine irkildi ve "İki karavandaki herkes uyanıyor şuan." dedi.

Sözlerinin ardındanda gidip en yakınımızda bulunan karavanın, annemle babamın karavanının, kapısını çaldı. Ardıdanda bir sonraki karavanın kapısını çalmaya gitti. Bu sırada karşımdaki karavanın kapısı açıldı ve içinden babam çıktı. Babamın arkasından başını uzatmış annemde babamda şaşkınlıkla bana bakıyordu. Bense öylece donmuş ifadesiz bir suratla söyleyecek bir cümle arıyordum.

İlk harekete geçen annem oldu. Babamı kenara itip hızla karavandan indi. "Seni sürtük! Ne işin var burada! Senin yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı!"diye bağırarak üzerime doğru yürüyordu. Tam önüme gelmiş tokat atacakken kendime geldim ve bileğini havada yakaladım. Nefret duygusu bedenimi sarmaya başlamıştı.

Ayak parmaklarımdan yukarı doğru çıkan nefret ateşinin etkisiyle, "Yüzük nerede?" diye sordum sertçe.

Annemin yüzündeki bir anlık yakalanmış olduğunu belli eden suçluluk dolu bakış yerini hemen nefrete bıraktı. "Ne yüzüğünde bahsediyorsun! Senin yüzünden sirki kaç kez adamlar bastı. Hangi cehennemden geldiysen oraya dön!" dedi ve hala elimle kavramdığım bilegini hızla cekerek kurtardı.

"Yüzük nerede!" diye sordum tekrar. Her geçen saniye sinirleniyordum. Bakış açım kırmızı dumanla çevrelenmeye başlamıştı.

"Defol git buradan! Bir daha da sakın gelme!" dedi ve arkasını dönüp adım atmaya başladı. Hızla aradaki mesafeyi kapatıp tek elimle omuzundan tutup durdurdum ve kendime çevirdim. Şaşkınlıkla bana bakan gözlerine aldırış etmeden diğer elimle boğazını kavradım ve yürümeye başladım. Üvey annemin sırtı karavana çarpana kadar yürümeye devam ettim ve boğazını sıkmaya başladım.

Bakış açım iyice daralmıştı, kırmızı çerçeveden görebildiğim tek şey kurbanımın korku dolu suratıydı.

"Yüzük nerede!" diye tekrarladım. Fakat sesim sanki bana ait değil gibiydi, daha yoğun, daha boğuk ve daha korkunç geliyordu kulağıma.

Biri kurbanımın boğazını kavradığım elimi tutup çekiştirmeye başladı. "Bırak onu! Hemen! "diye emirler yağdıran kişiye baktım. Bu yıllarca bana eziyet eden babamdı. Başımı ona çevirmemle ellerini çekmesi bir oldu.

"Yüzük nerede!" diye biliyordum sadece. Kırmızı duman gözlerimi çevrelenmeyı bitirmiş zihnime ulaşmıştı adeta. Tek düşünebildiğim yüzüktü ve hissettiğim nefrettin derinliği.

"Bizde değil." diye bağıran amcamın sesini duyduğumda boğazı avcumun içinde olan anneme baktım. Elleriyle elimi kavramış gevşetmeye çalışıyordu. Rengi morarmaya başlamıştı. Bir an için annemin sıfatı silinip yerine 10 yaşımdaki halim geldi. Kulağımda "Neden bu para az! Ben sana tüm hediyelikleri satacaksın demedim mi!" diye bağıran annemin sesi gelmişti. İstemsizce ellerim gevşedi ve 10 yaşındaki Bruia yere yığıldı, başını yere eğip derin derin nefes almaya başladı, öksürüyordu. Yardım etmek için eğildiğinde küçük Bruia'nın yerini tekrar annem almıştı. Ve öfke geri hücum etti beynime.

Kadının başını kaldırıp kulağına doğru yaklaştım ve "Ne hissettiğini biliyorum." diye fısıldadım nefretle. Tekrar ayağa kalkarak Austin'nin yanında duran amcamın yanına gittim. "Yüzük nerede?" diye sordum.

"Yaşlı cadıdaydı," dedi.

"O kim?" diye sordu Austin.

"Bunu başımıza bela eden cadı." dedi teyzem amcamın yanından.

"Baştan anlatın!" dedi Austin sert bir tonla.

"O gece bunu bırakan kadın, küçük kızı yanımıza almamız karşılığında mücevherler teklif etti. O an mücevherleri alır sonra çocuğu en yakın şehirde bir yere bırakırız diye kararlaştırıp kabul ettik." dedi amcam.

"Herşey sorunsuz ilerliyordu. Güneş doğmasına yakın şehre girmiştik. Kızı bıraksak kimse görmeyecekti ama o cadı buna izin vermedi. Kızı bırakırsanız bende onunla giderim dedi." diye devam etti teyzem.

"Ülke sınırlarından sorunsuzca geçmek ve kimseye yakalanmamak için ona ihtiyacımız vardı. Bu yüzden kızın kalmasına kendisi bakması şartıyla kabul ettik." dedi babam yerde kıvranan annemin yanından.

"Sirki büyütmek için tüm mücevherleri sattık." dedi amcam.

"Yüzük dışında."  diye vurguladı teyzem.

"Onu da satacaktık ama yaşlı cadı izin vermedi. Kendisi için aldı." dedi amcam.

"Yıllarca görmedik yüzüğü, sattı mı sakladı mı bilmiyoruz." dedi teyzem. "Öldükten sonra eşyalarının arasında aradık ama bulamadık." diye de ekledi.

"Şuan yüzük nerede bilmiyoruz."dedi amcam.

"Yani burada kalmanız için bir nedenin kalmadı. Gidin artık!" dedi babam nefretle.

Anlatılanların doğru olup olmadığını bilmiyordum. Onaylaması için Austin'e baktığımda yine düşünceli olduğunu gördüm. Sonunda bakışlarını bana çevirip hafifçe başıyla onayladı.

Ne yani, buraya kadar boşuna mı gelmiştik!

Sinirle geldiğimiz yöne dönüp yürümeye başladım. Fakat önümde engeller vardı. Tüm çocuklar sesimize uyanmıştı ve önümde dizilmiş duruyorlardı. İçlerinden birinin bakışlarını kemiklerimde hissediyordum. Dönüp kim olduğuna baktığımda bu kişinin Rose olduğunu gördüm. Bana öylesine bir nefretle bakıyordu ki elinde olsa beni gözlerinin ateşinde diri diri yakacaktı.

Aramızda geçen nefret dolu bakışmayı Nick böldü. "Buria'nın bizimle kan bağı yok mu yani?" diye sordu. Kimse cevaplama gereği dahi duymamıştı.

Rose bana doğru adımlamaya başladı. Ben gardımı almış kavgaya hazırlanırken kulağıma doğru eğildi ve "Tyler'ı benden koparmanın hesabını senden soracağım!" diye fısıldadı. Adeta kelimelerinden zehir akıyordu. Ama ben bunu umursayamayacak kadar kafası karışık durumdayım.

Başıma saplanan ağrıyla ellerimi başıma götürdüm. "Buria, doğruyu söylüyorlar artık gidelim." diyen Austin'nin sesiyle yankılandı zihnim. Sesin kesilmesiyle baş ağrım hafiflese de ağrımaya devam ediyordu. Austin'e dönerek başımla onayladım ve yanıma gelmesini bekledim. Austin yanıma gelincede yürümeye başladım.

Önümüze dizilmiş Nike yol vermiyordu, "Sen evlatlık mısın?" diye sordu bana şaşkın gözlerle. Hala olayın şokunu atlatamamıştı anlaşılan.

"Evet Nike, evlatlığım." dedim ve elimle omuzunu kavrayıp yana çektim. Yol açılınca elimi indirdim ve yürümeye devam ettim.

Austinle birlikte ağaçların arasına girene kadar hiç konuşmadık. Ağaçların arasına girdikten bir süre sonra "Şimdi ne yapacağız?" diye sordum.

"Akademiye geri döneceğiz." dedi Austin.

Duyduğum cümle karşısında olduğum yerde kaldım. "Ne yani yüzüğü aramayacak mıyız?" diye sordum.

"Ölü bir kadını sorgulayamayacağımıza göre aramayı sonlandıracağız." dedi yürümeye devam ederken. Bir süre daha öylece olduğum yerde kaldıktan sonra yürümeye başladım. Austin haklıydı, ölü bir kadını sorgulayamazdık.

Arayışımızın sonuçsuz kalmasının verdiği üzüntüyle tek kelime etmeden Austin'nin peşinden gittim.

İniş yaptığımız yer olduğunu tahmin ettiğim küçük açıklığa geldiğimizde Austin durdu ve beni bekledi. Ona yetişince hiçbir şey sormadan sarıldım ve rüzgarın çevremizi sarmasını bekledim. Rüzgar bizi bulutların üzerine fırlatırken sirk alanının olduğu yere bakıyordum.

Tüm yol boyunca sesimi çıkarmadan başımı Austin'nun boynuna dayadım. Böylece hem renklerin hızlı geçişi nedeniyle başım dönmüyordu hem de üzüntünün verdiği yorgunluk hafifliyordu.

******

Gözlerimi açtığımda boyası yer yer çatlamış yer yer dökülmüş bir duvara bakıyordum. Uykuma kaldığım yerden devam etmek için gözlerimi tekrar kapattım. Ve o an aklıma danketti. Ben nerdeydim? Hızla yaptığım yerden doğruldum.  Sağıma soluma baktığımda bulunduğum yerin bir otel odası olduğu tahminini yapabildim.

Kapının tıklanma sesiyle yataktan kalkıp kapıya yöneldim. Hafifçe aralayıp kapıdakinin kim olduğuna baktım.

"İçeri gelebilir miyim?" diye sordu.

"Tabii ki." dedim ve kapıyı tamamen açtım. Austin içeri girdikten sonra kapıyı kapattim ve "Nerdeyiz Austin?" diye sordum.

"Biz yoldayken güneş doğdu. Akademiye gün aydınlıkken girersek kesin yakalanırdık bu yüzden bir otele geldik." dedi.

"Tüm gün burada mı kalacağız?" diye sordum.

"Evet," dedi odanın köşesindeki mini buzdolabını açarken.

******

Austin bir süre benle oturduktan sonra yorgun olduğunu söyleyip gitmişti. Ben ise günü odadaki küçük televizyondan film izleyerek geçirmiştim. Bir ara Tyler'dan haber var mı diye merak edip telefona baktığımda Tyler'ın mesajlarıyla karşılaşmıştım. İyi olduğunu, benim dikkatli olmam gerektiğini, beni merak ettiğini ve o yaptığım numara hakkında konuşmak istediğini yazıyordu. Cevap vermememin en iyisi olduğuna karar verdiğim için telefonu çantanın en derinlerine atıp izlediğim filme dönmüştüm.

Hava kararmasına yakın Austin odama gelmişti. Bulunduğumuz kasabadan yürüyerek uzaklaşmıştık. Kimsenin görmeyeceğinden emin olacağımız kadar uzaklaşınca gökyüzüne yükseldik.

"Austin, iyi görünmüyorsun. Bir sorun mu var?"diye sordum endişeyle.

"Hayır. Hayır yok." dedi ve hafifçe tebessüm etti. Ama sözlerine inanmıyordum, düşünceli görünüyordu. Bir süre daha ilerledikten sonra "Görünmez olsan iyi olur." dedi ve kendi görünmez hale geldi. Odaklanıp ben de görünmez olduktan sonra hızlandık. Saniyeler içinde akademinin koruması altındaki alana girmiştik. Spor salonunun arka tarafındaki boş alana indikten sonra Austin tekrar görünür hale geldi. "Önce sen git, ben sonra giderim, dikkat çekmeyelim." dedi.

Ben henüz görünür hale gelmemiştim. "Gerek yok. Sen ruhumu görmüyorsan diğerlerin de göremez. Odama gidene kadar görünmez kalırım." dedim.

"Peki," dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.

Kesin bir sorunu var. Ama ne?

Bu sorunun cevabını sonra araştırmaya karar vererek bende yürümeye çalıştım. Bahçede sorun yaşamasamda merdivenlerde çok sorun yaşadım. Yemek saati gelmiş olmalıydı. O kadar çok kişi merdivenlerden inip çıkıyordu ki herhangi birine çarpmadan çıkmak çok zordu.

Zorlu merdiven tırmanışından sonra sonunda odamın bulunduğu koridora gelebilmiştim. Birkaç kişiye çarpma tehlikesi atlattiktan sonra odamın kapısına gelebilmiştim. Cantadan anahtarı çıkartmak üzereyken çantanın içindeki malzemelerin görünmez olmadığını fark ettim. Anahtar çantanın içindeyken dışarıdan görünmüyordu fakat çantanın içinden çıkartınca görünmeye başlıyordu.

Peki nasıl çıkaracağım anahtarı? Havada uçan bir anahtar dikkat çekmez mi?

Koridorun boşalmasını bekledikten sonra hızlıca anahtarı çıkartıp kilidi açtım. Son bir kez koridora göz gezdirdikten sonra içeri girdim. Kapıyı kapattıktan sonra tuttuğum nefesimi bıraktım. Ve odaklanıp görünür hale geldim.

Her görünmez olup geri görünür hale gelmemde kolumdaki siyah şekil ağrıyordu. Artık alışmaya başlamıştım ama yine de ağrıyordu. Beni görünmez yaparak işime yaradığı için görmezden gelmeye başlamıştım.

Ne olursa olsun buraya kadar kimseye yakalanmadan gelmeyi başarmıştı. Kendimi tutamayarak sesli bir şekilde kendimi tebrik ediyordum ki,  "Kendime bir alkış. Sonuçta buraya kad-", başarı sevincim alkış sesiyle kesildi.





























































*************

Arkadaslar bu kadar geeeeeeç gelmiş bir bölüm için özür dilerim. Derslerden dolayı vakit ayıramıyorum. Lüüüütfeeen benii affedinnn...

Bakın bu benim favori şarkım. Size armağan ediyorum...😊😊

https://youtu.be/TciqkYIG8rY

Continue Reading

You'll Also Like

30.8K 399 23
Zehra ile yolları ayrılan Emir, kendini kabus gibi bir ortamda bulur. Acımasız kadınların elinde oyuncağa döner ve tek isteği bu kabustan uyanıp eski...
3.5K 460 24
δ "İnsan gerçek hayatından, evinden kaçamaz Melissa; o seni er ya da geç bulur." İlginç rüyalar gören Melissa, bir gün rüyasında sarışın bir kadın gö...
62.7K 6.7K 74
| Tamamlandı | | Daha okunabilir olarak düzenlendi | Tür savaşları her zaman ezici bir üstünlük için olan bir savaştır. Bu savaşın içinde doğduğun an...
60.7K 3.6K 19
Yıllar önce Düşler Gezegeni'nde bir cinayet işlendi. Doğa Krallığının veliaht prensi acımasızca öldürüldü. Neden ve kim tarafından öldürüldüğü meçhul...