GİRİFT : Yöneticiler

By rosarkness

735K 51.2K 7.4K

Dünya'nın bilinen bir dengesi vardı. Yöneticiler zekaları ve farklı renkteki gözleriyle ayrılan varyeteleriyl... More

Tanıtım
1.bölüm | Kaplan
3.bölüm | Uçurum
4.bölüm | Akrepol
5.bölüm | El
6.bölüm | Yanılsama
7.bölüm | İşaret
8.bölüm | Hedef
9.bölüm | Hançer
10.bölüm | Masumiyet
11.bölüm | Öfke
12.bölüm | Albina
13.bölüm | Uyku
14.bölüm | Düğün
15.bölüm | His
16.bölüm | Yardım Çığlığı
17.bölüm | İntikam Duygusu
18.bölüm | Neden
Tanıtım
19.bölüm | Ceza
20.bölüm | Dokunuş
21.bölüm | Karanlık
22.bölüm | Ateş
23.bölüm | Yıldızlar
24.bölüm | Had
25.bölüm | Kanlı Kürk
26.bölüm | Yansıma
27.bölüm | Fırtına Damlaları
28.bölüm | Bedel
29.bölüm | Üç Taht
30.bölüm | Kararlılık
31.bölüm | Savaş Kıyafeti
32.bölüm | Zincirli Kukla
33.bölüm | Şeytanın Gülüşü
34.bölüm | Ceza Vakti
35.Bölüm | Nefes Kesen
36.bölüm | Kayıp Cennet
37.bölüm | Pelerin
38.bölüm | Korns Kanı
39.bölüm | Düello
40.bölüm | Ölüme Yolculuk
41.bölüm | Plan
42.bölüm | Haberci
43.bölüm | İlk Kar
44.bölüm | Kalbe Dizilen
45.bölüm | Haber
46.bölüm | Son Haykırış
47.bölüm | Zehir
48.bölüm | Ölene Kadar
49.bölüm | Savaş
50.bölüm | Renklerin Savaşı
51.bölüm | Kaybeden
52.bölüm | Başa Dönüş
53.bölüm | Parkur
54.bölüm | Ölüm Oyunu
55.bölüm | Görü
56.bölüm | Söz
57.bölüm | Arayış
58.bölüm | Veda
59.bölüm | Katiller
60.bölüm | Koruyucular
Final Açıklaması
2.kitap

2.bölüm | Sınav

20.8K 1.2K 323
By rosarkness

"Dünya... İçerisinde üç farklı insan türü bulunduran, gizemlerle dolu gezegen. İlk zamanlarda bu üç tür tamamen birbirinden habersiz, dünyanın üç bir yanına -üç farklı kıtaya- ayrılmış durumdaydılar. Bu türler zamanla kendi aralarında küçük haneler oluşturdular. Sonra krallıklar, imparatorluk...

İlk tür Yöneticilerdi. Antlaşmayı yöneten tür oldukları ve tüm kıtayı tek elden kontrol ettikleri için onlara bu şekilde hitap ediyorlardı. Asil, aynı zamanda güce tapan kişilikleri vardı. 

Yöneticiler de kendi aralarında farklılıklar gösteriyordu. Üç farklı yönetici varyetesi vardı.

İlk varyete okinslerdi. Bunların görüş açıları insan türlerine oranla çok daha fazla gelişmişti. Gözleri her zaman sarı renkteydi. Baktıkları herhangi bir yere odaklandıklarında gördüklerini sekiz veya dokuz misli yakınlaştırabilir ve kilometrelerce uzaktaki küçük bir toz parçasını bile görebilirlerdi.

Diğer bir varyete kornslardı. Bunların inanılmaz bir duyu yeteneği vardı. Odaklanmaya bağlı olarak sadece bir sesi veya tüm sesleri aynı anda duyabilirlerdi. Göz renkleri maviydi. 

Üçüncü ve son varyete genslerdi. Göz renkleri kırmızıydı. Bunların doku yeteneği oldukça gelişmişti. Bir ağacın gövdesine dokunduğunda, ağacın köklerinden yapraklarına çıkan suyu bile hissedebilirlerdi. Bir diğer özellikleri bir insana dokunduklarında aklından geçeni de okuyabilirlerdi. Hatta dokunmadan bile yapabilenler vardı.

Bu varyeteler de kendi kıtalarının üç yanına dağılmış durumdaydılar. Yüzyıllar sonra bu varyeteler çoğalıp yavaş yavaş birbirlerini buldu. Ve hepsi bir araya gelerek Akrepol imparatorluğunu kurdular. Her varyetenin kendilerini temsil eden bir kralı vardı ve hepsini yöneten, Erom hanesinden bir kral vardı. İlk Erom bütün yöneticileri mükemmel bir disiplinle yönetti. Koyduğu kurallar iç karışıklıkları önlüyordu ve uzun süre geçerliliğini korumuştu. Yöneticiler bir arada mutlu bir yaşam sürdürüyordu.

Zamanla ortaya melezler çıktı ve her şey bundan sonra başladı. Melezler ilk olarak saf soylular gibi doğdu ve büyüdü. Zamanla iki farklı varyetenin kanını taşıyan ve özelliklerini bir arada kullanabilen melezlerin yaşam süresi, varyetelerin, hatta türlerin kat ve kat üstüne geçti.

Ülkenin başına en güçlü melez Harke Erom geçti. Harke; hem gens, hem korns kanını taşıyordu. Gözleri mordu. Teni beyazdı. Genel olarak bütün melezler beyaz tenliydi.

Harke zamanında diğer türler keşfedildi ve insanların sadece yönetici türünden ibaret olmadığı anlaşıldı. Farklı kıtalarda koruyucu ve katil türleri vardı ve onlar da kendilerinden başka, farklı iki türün varlığından habersizlerdi.

Koruyucu türünün ilginç yetenekleri vardı. Koruyucu denilmelerinin sebebi tanrının temsilcileri olduklarına inanmalarıydı. Hepsi bir hayvan ırkını kontrol ediyordu ve her kişi kendilerine özgü bir yetenekle donatılmışlardı. Göz renkleri yoktu. Bir ayna gibi gördüklerini yansıtıyordu.

Koruyucular doğanın kendisi gibiydi. Birini öldürmezlerdi, insanları da korurlardı. Genellikle birbirinden habersiz, ormanın derinliklerinde yaşarlardı. Her bir koruyucunun kontrol ettiği hayvan türünden kendisinin bağlı olduğu bir hayvan vardı. Bu bağ duygusal bir bağ idi. Bir anne ya da bir babanın çocuğuna olan şefkatini besliyorlardı birbirlerine.

Başka bir kıtada olan Katiller ise öldürmek için yaratılmışlardı. Çok hızlı hareket eder ve derilerini hiçbir silah delemezdi. Onları ayırt etmenin en iyi yolu yine gözlerine bakmaktı. Gözleri siyahtı. Onları öldüren şeyin ne olduğunu kimse bilmiyordu. Öldürüp yağmalamak onların doğasıydı. Kendi kıtalarındaki haneler hep savaş içindeydi. Fakat birbirini öldüremiyor, her seferinde agresif ruh haline sahip oluyorlardı.

Dünya bir döngü içinde ilerliyordu. Koruyucular korurken katiller öldürüyor ve yöneticiler zeki olmalarıyla dünyayı kontrol altında tutuyordu.

Harke Erom, tüm bu türlerle barış için bir antlaşma yaptı. Anlaşmaya göre türler kendi kıtalarından başka bir kıtaya savaş açamaz veya yağmalayamazlardı. Bu katiller için kimseyi öldüremeyecek olmalarının anlaşmasıydı. Ne kendilerini öldürebilme ne de başka ırkları öldürme şansları vardı. Koruyucular için ise bir fark yoktu. Kendi aralarında yaşamak onlara yetiyordu. Türler bir şekilde bu antlaşmaya, Erom soyu devam ettikçe bağlılık yemini etti.

...

Harke, okins bir kadına aşık oldu; Katel'e. Katel'in sapsarı saçları ve gözleri, en önemlisi sıcacık kalbi onu büyülemişti adeta. Onu dünyanın en güzel ve etkileyici kadını gibi görüyordu. Sonunda Harke, Katel ile evlendi.

Tam da bu sıralar varyete kralları, melezlerin gücünün saf soyluları engellediği gerekçesiyle isyan başlattı. Krallar sadece saf soyluların nesillerinin devamını istiyordu. Melezlerin güçleri onları rahatsız ediyordu. Bu yüzden savaş çıkardılar. Bu savaşa tüm saf soylular katıldı ve yöneticiler arasında yapılan en büyük savaş başladı.

Melezler sayıca çok azdı. Bu savaşın kaybedileceğini herkes biliyordu ve düşünülenler olmuştu. Savaş kaybedildi. Savaşta çok fazla ölen oldu. Harke, Katel ve tüm melezler katledildi. Krallar birleşip konsey oluşturdu. Krallar konseyi, varyeteler arası ilişkileri yasakladı. Varyetelerin bölgeleri kanallar açılarak ayrıldı ve aralarına yüksek duvarlar örüldü. Gensler, kornslar ve okinsler, hepsi duvarların arasına hapsedildi..."

Okudukları genç kızı adeta büyülemişti. Çok güzel ama sonu kötü biten bir kitaptı. Aslında bir sonu dâhi yoktu. Neden devamı yok? diye düşündü. Kitabı kapatıp içeriye geçti. Annesi Hamilton yanan ateşin başında, oturmuş, kağıtlara bir şeyler yazıyordu.

"Anne? Bu masalın devamı yok mu?"

Annesi kafasını kaldırıp kızına baktı. "Masal mı? Okuduklarının hepsi doğru."

Kız şaşkınlık içerisinde annesine bakarken annesi kalkıp kızını bir koltuğa oturtturdu ve kendisi de yanına oturdu. "Ben zamanında Harke Erom'un eşi Katel'in yardımcısıydım. Tüm bu olanlara bizzat şahit oldum."

Genç kız hala algılayamıyordu. O, farklı türlerin olduğunu bilmiyordu. Hatta varyetelerin varlığından bile bir haberdi. Mavi gözlerini düşündü. "O zaman ben korns muyum? Duyu yeteneklerim gelişmiş mi?"

"Aynen öyle."

Genç kız diğer türleri ve varyeteleri aşırı merak etmişti. "Tüm bunlar... İnanamıyorum. Peki sen o savaştan nasıl kurtuldun?"

"Kaçtım. Başka çarem yoktu."

Annesi yüzünü kızından kaçırdı. Ondan bir şey saklıyordu. Kızı, ne olduğunu soramadan içinde kötü bir his oluştu; bir şey olmuş ya da olacakmış gibi.

Daha fazla orada duramadı ve kendisini dışarıya attı. O zaman rüyamda gördüğüm kişi bir gens olmalı diye düşündü.
Tabi gerçekte öyle birisi var ise...

∆∆∆

Genç kız avdan geri döndüğünde Desire'ı karda yuvarlanırken buldu. Bir kaç ayda bayağı büyümüş ve neredeyse boyu kızın beline ulaşmıştı. O da annesi kadar büyük olacaktı belli ki. Eğer öyle olursa kızı taşıyabilirdi. Kız bu fikri düşününce bile heyecanlanmıştı. Onu artık bırakması gerekiyordu ama yapamıyordu. Desire'a hiç düşünmediği kadar çok bağlanmıştı. Onunla aralarında çok güçlü ve garip bir bağ vardı. Bir derdi olduğunda kız, Desire'ı anlıyordu ve aynı şekilde kızın bir derdi olduğunda bunu da Desire anlıyordu. Onunla çok zaman geçiriyordu. Hamilton da ikisinin ilişkilerini gördüğü için ses çıkarmıyordu.

Genç kız eve girip elindeki tavşanı masaya koydu ve Desire ile ilgilenmek için dışarı çıktı. Desire yuvarlanmaya devam ediyordu ama birden huzursuzca durdu. Sanki bir şeyi hissetmiş gibiydi. Yattığı yerden kalktı ve kızın yanına yerini aldı. Ardından kıza baktı. Bakışlarında endişe vardı sanki. Kız bunu görebiliyordu. "Ne oldu Desire?" Desire kızın birkaç adım önüne geçti. Kız da huzursuz olmuştu. Çok geçmeden sebebi belli oldu ve bir atın ayak seslerini duyuldu.

Birisi oraya geliyordu ve bunun hiç iyi bir şey olmadığını kız çok iyi biliyordu. Oraya kimse gelmezdi, hatta yakınlarından dâhi  geçmezdi. Desire öne doğru eğildi ve kuvvetli sesiyle kükredi. Genç kız Desire'ın yanına gitti ve sakinleşmesi için sırtını okşadı. Anında kendini dikleştirmişti. Kısa süre sonra ileriden bir atlı gözüktüğünde kızla birlikte Desire'da gerilmişti. Desire tekrar kızın önüne geçtiğinde onu durdurmadı. 

Atlı evlerinin önünde durdu. Üzerindeki kişi attan indiğinde genç kıza yaklaştı. Bir süre duran Desire, adam kıza yakınlaştığında öyle bir kükredi ki adam bir adım geriledi. Kafasındaki kaskı çıkardığında, genç kız nefesini tuttu.

Bu bir kornstu, aynı kendisi gibi. Mavi gözleri parlıyordu. Üstündeki zırh onu oldukça güçlü gösteriyordu. Sarı saçları kıvırcıktı. Yüzü o kadar kusursuzdu ki kendi tenini onun yanında çirkin bulmuştu. Yüzünde çiller benler vardı ama karşında ki adamın yüzünde tek bir leke bile yoktu. Muhtemelen genç kızın yaşlarında olmalıydı. Eğer bu bir Korns ise duyu yeteneği çok iyi olmalı diye düşündü. Test etmek için çok kısık sesle kim olduğunu sordu. O kadar kısık sesle söylemişti ki kendisi bile zor duymuştu. Gözleri onu bulduğunda kız nefesini tuttu.

"Adım Loras."

Genç kızın gözleri büyüdü. Onu duymuştu. Bu gerçekten inanılmazdı. Tekrar kısık sesle konuştu: "Her denileni duyuyorsunuz."

Loras düz bir şekilde bakmaya devam ediyordu. "Ben buraya Anibla'ı almaya geldim." Loras'ın dediği şeyle genç kız kaşlarını çattı. Bu onun adıydı. Annesi sesleri duymuş olacak ki dışarıya çıktı. Annesi genç adamı gördükten sonra kızına döndü. Bakışlarında hüzün vardı. "Zamanı geldi demek."

Ne? Bu da ne demekti?  Genç kız annesine anlamsızca bakıyordu. Annesi ise kızına bakışlarıyla veda eder gibiydi. Annesi Loras'a döndü: "Bize biraz izin verin. Onu hazırlayayım."

Genç adam başıyla onayladığında annesi onu içeriye götürdü. İçeriye girdiklerinde annesi hızla kızının eşyalarını toplamaya ve bir yandan olanları açıklamaya koyuldu.

"Beni iyi dinle Anibla. Okuduklarını hatırla. Melezler öldürüldü ama hepsinin öldüğünden emin olmak için doğan her çocuğu almaya gelirler. Burası seni götürecekleri yere en uzak yer. Yani en son buraya geleceklerdi. Bu yüzden seni bu ıssız yerde büyüttüm. Oraya küçük yaşta gidersen yapamazdın. Şimdi ise hazırsın. Kendine dikkat et..."

Annesi hızlı hızlı konuşup bir yandan kızının eşyalarını topluyordu. Masanın üstündeki kağıdı kızına uzattı. "...Bu ilacının tarifi. Geciktirmeden iç. Desire'ı yanına al. O seni korur..."

Artık daha fazla kendine hakim olamayan genç kız, ağlamaya başladı. Hiç bir şey anlamıyordu. Neler olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu. Annesine baktı. Annesi kızının ağladığını görünce oda ağlamaya başladı ve kızını kollarının arasına aldı.

"Özür dilerim. Çok özür dilerim. Bunu sana anlatmalıydım. Sadece doğru zamanı bekledim fakat veda zamanının geldiğini fark edemedim. Ne olur affet beni..."

Genç kız hala ağlarken annesi ondan ayrıldı ve dışarıya çıktı. Hazırladığı çantasını atın arka kısmına yerleştirdi. Kızıysa evde dikiliyor, kıpırdayamıyordu. Öylece annesini izliyordu. Sonunda dışarıya çıktığında annesi ona tekrar sarıldı. Genç kızsa sadece durdu. Donmuştu sanki. Artık ağlamıyordu. Boşlukta gibiydi. Annesi kızından ayrılıp yüzünü avucunun içine aldı: "Seni seviyorum."

Annesi kızını bırakıp hızlıca içeriye girdi. Desire genç kızın yanına gelip gözlerine baktı ve ayağına sarılıp yere oturdu. Loras Anibla'ın yanına geldi. "Bir kaplanın birisine bu kadar bağlanması garip... Hadi gidelim. Yolda sana her şeyi anlatacağım."

Genç adam atına bindi. Anibla da bindiğinde kız Desire'a baktı. Yattığı yerden kalkıp atın yanına geldi. Genç adam atı sürmeye başladığında da onları takip etti.

Biraz sonra hava kararmıştı. Loras atıyla bir mağaraya girdi, atını durdurdu ve üzerinden indi. Anibla'a elini uzattı. Anibla, Loras'ın elini tutup attan indi. Loras uyuyacak yer ararken konuşmaya başladı. "Hava karardı. Burada uyuyalım. Yolumuz uzun. Şimdi istediğin soruları sor."

Anibla'ın aklında o kadar çok soru vardı ki hepsini unutmuştu ama en basitinden başladı. "Neden ve nereye gidiyoruz?"

"Akrepol'ün kalbine gidiyoruz yani merkezine. Orada her türlü eğitimi görecek ve sonunda sınava gireceksin."

"Sınav mı? Neden sınava girecekmişim?"

Loras yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bu konu onu rahatsız ediyordu."Sınav senin melez olup olmadığını ortaya çıkartır. İki kişi parkura girer ve biri ölünceye kadar devam eder. Öncelikle parkurun farkı iki yanından içeriye girerler. Amaç il başta birbirlerini bulmalarıdır ve birbirlerini bulana kadar çeşitli engeller olur..."

Genç kız, genç adamı dikkatle dinliyor ve söylediklerini adeta aklına kazıyordu. "...Aslında eğer melez isen zaten göz renginden anlaşılır. Fakat bunu saklayacak büyüler var. Bu büyülerse sadece bütün yeteneklerini aynı anda kullandığında bozulur. Parkurdaki engellerde bütün yeteneklerini aynı anda kullanmaya zorlar..."

Genç kız, Loras'ı dinlerken öğrendikleriyle beraber korkuyordu. Loras korkuyor gibi gözükmüyordu. Gayet soğukkanlıydı.  "...Sonra bu iki kişi karşılaştıklarında birbirlerini öldürmek zorundadır. Bu aslında sınavın en zor yanıdır; arkadaşını öldürmek. Bu çok zalimce ve bu kısım işin sadece eğlence kısmı. Krallar en tepeden olanları izler. Bu bir sınavdan öte bir oyuna benziyor ve buna 'Ölüm Oyunu' derler."

Anibla öğrendiği şeylerle yıkılırken yutkundu. Loras ise konuşmaya devam etti. "Annenin yaptığı çok zekice. Konuştuklarınızı duydum. Doğan her çocuk merkeze getirilir ve emin ol orada on yaşında çocuklar bile var. Ölümü bekliyorlar. Annen seni büyüyene kadar saklamış."

Buna hazır mıyım? diye düşündü Anibla.
Birisini öldürebilir miyim?
Eğer bunu yapacaksam arkadaş edinmemeliyim.
Bu sadece işleri daha da zorlaştırır.

Anibla aklındaki son soruyu da sordu. "Peki sen sınava girdin mi?"

"Hayır. Şimdi... Benim görevim bitti. Sana her şeyi anlattım. Şimdi sus, uyuyacağım."

"Ben burada uyuyamam."

"Ah doğru. Şimdi sen evindeki yataktan başka yerde uyuyamazsın da. Evden ne kadar uzaklaştın ki?"

"Avlanabilecek kadar."

Loras'ın davranışlarındaki değişiklik genç kızı çok şaşırtmıştı. Az önce nazikçe anlattıklarından sonra kaba konuşması garip gelmişti. Dengesiz dedi genç kız içinden.

"Demek avlanabilecek kadar uzaklaştın evinden. Öyle mi?"

Loras bıçağını çıkarıp mağaradan dışarıya doğru fırlattı. Anibla dışarı baktığında önüne ölü kuş düştüğünde çığlık attı. Genç adam kalkıp kuştaki bıçağını geri aldı. "Eğer buysa kastettiğin, evden hiç çıkmamış olabilirsin."

Anibla bir süre şaşkınlığını ve korkusunu dizginlemeye çalıştı. Ardından bir köşeye kıvrıldı. "Uyuyacağım ben."

Loras dalga geçermiş gibi güldü. "Ölüm oyunu için kolay gelsin çünkü senin gibi biri için çok zor olacak..."

Continue Reading

You'll Also Like

1.2K 702 28
Soğuk namluyu bana yönelti itaat etmemi istedi ama ben reddetim sinirlendi kükremeye başladı"seni ben kurtardım sana bu hayatı ben verdim sana bu ai...
412K 34.8K 80
Adaletsizlik neden her yerde? Güçlü olan zayıfı ezerken ne yapılabilir ki? Sadece sevdiklerini korumak yeterli mi? Aklımda bu sorular dolaşı...
667 139 30
Kader bağlamıştı birbirlerine ağı. Kaçamazlardı bile. Kaçamazlardı bile isteye. Bir sahil tanıştırdı onları. Yine bir sahil yıktı bütün aşkı. Hayat y...