Kayıp Güneş*Yeniden Yayımda*

By shdaks

790K 44.9K 6K

İntikam duygusuyla yanıp tutuşan iki insan ve hiçbir suçu olmamasına rağmen yıllardır bedel ödeyen genç bir k... More

Kayıp Güneş
1.bölüm-Sınır-
2.bölüm-Ya Hep Ya Hiç-
3.bölüm-Güzel ve Çirkin-
4.bölüm-İlk Korku-
5.bölüm-Son Karar-
6.bölüm-Can Kırıkları-
7.Bölüm-Mutlu Aile 'Tabloları'
8.bölüm-Kırmızı Şans-
9.Bölüm-Tehdit-
10.Bölüm-Yeni bir hayatın ilk adımları-
11.Bölüm-Karanlıktan Aydınlığa-
12.Bölüm-Çiftlik-
13.Bölüm-Adalet-
14.Bölüm-Elsa-
15. Bölüm-Kasa-
16.Bölüm-Ölüler...-
17.Bölüm-Kürkçü Dükkanı-
18.Bölüm-Sil Baştan-
19.Bölüm-Alışkanlık-
20.Bölüm
21.Bölüm
22.Bölüm-Hayat-
23.Bölüm-Yıllar sonra...-
24.Bölüm
25.bölüm-Rapunzel-
25.bölüm^İkinci kısım^-Davet-
26.bölüm-Hissetmek-
27.bölüm-Kötü Adam-
28.bölüm-En güzel gün-
29.Bölüm
30.bölüm-Gerçekler-
31.Bölüm-İtiraf-
32.bölüm-Zayiat-
33.bölüm-Veda-
34.bölüm-Yeni Ev-
35.bölüm-Zaman-
36.bölüm-Anahtar-
37.bölüm-Çukur-
38.bölüm-Hoşça kal-
39.bölüm-Affetmek-
41.bölüm-Gelme dersem...-
42.bölüm-Kalbim-
43.bölüm part1
Ihlamur Kulübü
43.bölüm part2
44.Bölüm-Bildiğim gibi...-
Dün, Bugün ve yarın...-Final-

40.bölüm-Küçük Güneş-

13.8K 991 162
By shdaks

Multimedia: Benim kendi oyuncak bebeğim :D 18 ya da 19.yaş doğum günümde teyzem hediye almıştı. Ne yapalım yani büyüdüysek ^-^ Kendileri küçük Güneş olur^^

Keyifli okumalar :)

Vücudumu saran sıcaklıkla gözlerimi araladığımda gülümsedim. Tuğra'nın kolu sıkıca beni sarmıştı ve hareket etmeme bile izin vermiyordu. Ona doğru dönerek izlemeye başladım. Kocaman yatağın ortasında neredeyse birbirimize yapışarak huzurla uyumuştuk tüm gece. Gözlerimi açıp yine onun kolları arasında olduğumu anladığımda tarif edilemez bir duygu yayılıyordu her hücreme. Uzamaya başlayan sakallarını elimle okşarken gülümsemeden edememiştim. Kalbim yine yerinden çıkacak gibi atıyordu. Tuğra Seçkin öylece yanımda yatarken bile beni öldürebilirdi.

"Bu kadar erken uyanman beni korkutuyor," diye mırıldandığında irkilsem de gülümsedim. Elimi yavaşça çekerken Tuğra tutup kendi elinin içine hapsetti. Parmaklarımız birbirini bütünleyip tüm boşlukları doldururken daha fazlası olamaz dediğim kalbim beni haksız çıkarırcasına hızlandı. "Rahat değil misin? Neden erkenden uyandın?"

"Erken olduğunu nereden biliyorsun?" dedim kıkırdayarak. "Odada saat yok ki." 

Gülümseyerek bana bakıyor ve derin nefesler alıyordu. "Çünkü ben uykuya dalalı daha yarım saat anca olmuştur," dedi iç çekerek. "Seni izlemekten uyku girmedi gözüme."

Diyecek bir şey bulamadığımda ise başımı göğsüne yaslayarak sıcaklığına sokuldum biraz daha. Kollarıyla bedenimi sarıp kendine hapsederken ömrüm boyunca burada kalmayı hayal etmeye başlamıştım bile. Beni herkesten koruyacak güçteki Tuğra ile, kalbinden kalbime aktığı sevgisi ile, bana bakarken titreyen koyu mavi gözleri ile, nefesi yüzüme çarparken kalp atışımı hızlandıran sıcaklığı ile... Daha böyle onlarca şey sayabilirdim çünkü tamamıyla istiyordum Tuğra'yı. Kalbimde açtığı yaralarla...

"Önce güzel bir kahvaltı edelim," dedi sessizliği bozarak. "Sonra sinemaya gidelim. İstediğin bir filme gireriz ve..."

"Kahvaltıdan sonra Mısra'nın yanına gitsek olmaz mı?" diyerek sözünü kestiğimde birkaç saniye cevap alamadım. Yanlış bir şey söylediğimi düşünerek, "İstersen yani. Öylesine dedim ben. Biraz özledim ama..."

"Gideriz tabii," diye mırıldanarak başıma bir öpücük kondurdu. "Mısra'nın seni sevdiği gibi sen de onu sevmişsin."

"Çok," diyerek yerimden doğrulup Tuğra'ya baktım. "O kadar tatlı ki! Biraz da kendimi görüyorum onda. Çizgi filmleri bu kadar seviyor olması, senin atına koyduğu isim... Sanki küçüklüğümü görüyorum onda. Babamın bana anlattığı ben gibi..."

Hüzünlendiğimi o da hissetmiş olacaktı ki, "Bugün üzülmek, kötü şeylerden bahsetmek yok," dedi gülümseyerek. "Bu pazar bizim günümüz olacak."

Birlikte odadan çıktıktan sonra ne ara hazırladığını anlayamadığım kahvaltı masasına oturduk. Sürekli tabağıma bir şeyler koyuyor ve uzun uzun küçük bir çocukmuşum gibi yemem gerektiğini anlatıyordu.

Sonunda dayanamayıp, "Asıl sen yemedin!" diye sitem ettim. "Bir de bana kızıyorsun."

"Seni yerken izledim ya o bana yeter," diyip omuz silkti. "Sen yedikçe ben doydum sanki."

O kadar doğal ve içten konuşuyordu ki ona hayran olmamak ya da büyülenmemek için yapabileceğim hiçbir şey kalmıyordu. Onu çözmek zordu. Tıpkı benim gibi hayatındaki zorluklara göre şekil almış biriydi ancak biliyordum ki kendi hâlinde, her şeyden soyutlanarak benimle konuştuğu zaman bambaşka bir Tuğra oluyordu. İçten, tatlı ve hatta romantik... Yalandan da değildi üstelik yaptıkları. Beni etkilemeye çalışmasına gerek yoktu zaten, adımı söylemesi bile yetiyordu çoğu zaman.

"Utandın," diyerek güldüğünde kaşlarımı çattım. Ona bakmamaya çalışsam da, o böyle içten gülerken aksini yapmak zor oluyordu. "Hadi o zaman, ben seni daha fazla utandırmadan sen hazırlan."

Masayı toplamama izin vermeden beni odaya yolladığında hızlıca giyindim. Tuğra da hazır olduğunda hemen evden çıktık.

Tuğra, Mısra için bir şeyler almak istediğinde önce alışveriş merkezine gittik. Oyuncak mağazasına girdiğimizde, "Mısra ile görüşmeye bu kadar ara vermişken eğer oyuncak almadan dönersek bizi öldürür," dedi. "Sen seçmek ister misin alacağımız şeyleri?"

"Bilmem ki..." diye mırıldandım heyecanla. "Sevdiği şeyleri bilmiyorum ama nasıl olur?"

"Olur olur." Beni bebeklerin olduğu reyona doğru çektiğinde nefesimi tutarak bakmaya başladım. "Hangisini beğendin? Mesela kendine alacak olsan hangisini alırdın?" diye sorduktan sonra arkama geçip kulağıma doğru eğildi.

"Küçük Güneş'in isteklerini düşün."

Dudağımı ısırarak gözlerimi bebeklerin üzerinde gezdirmeye başladım. Değişik değişik, çeşit çeşit ve harika bebekler vardı. Küçükken annem ve babamla birlikte oyuncak seçmeye gittiğimizde hep sarı saçlı bebeklere yöneldiğimi hatırlıyordum. Tıpkı benim gibi sarı saçlı olmaları hatta kimi zaman benim gibi mavi gözlere sahip olmaları beni mest ederdi. Sanki onlardan biriydim ve canlanmıştım. Çocukça ve aptalcaydı belki ama böyle düşündüğümü ve o heyecanla çığlıklar atarak oyuncak bebeğimi seçtiğimi hatırlıyordum. Gözlerim hepsinin üzerinde gezindikten sonra gördüğüm bez bebeği uzanıp aldım. Sarı saçları iki yandan örgülüydü ve gözleri maviydi.

"Çok güzel," diye fısıldadığımda belime dolanan elleri hissettim.

"Kendine benzeyen bir bebek buldun ha?" dedikten sonra uzanıp bebeği aldı. "Senin kadar güzel olmasa da ona bakınca seni hatırlar insan."

"Bu bebeği alırdı küçük Güneş," dedim derin bir nefes alarak. "Mısra ne sever bilmiyorum ama..."

"Bu güzel, bunu alabiliriz." Beni mağazanın diğer taraflarına doğru çekti ve Mısra'ya bir sürü oyuncak almaya devam ettik. Bulduğumuz her oyuncağı denemeden almıyordu Tuğra. Kimi oyuncağa uzaylı görmüş gibi bakarken kahkahalarımı tutamıyordum ben de artık. Sonunda alışverişimiz bittiğinde yüzümüzde asılı kalan tebessümle devam ettik yola.

"Mısra bunları çok sevecek," dedim kemerimi bağlarken. "Hepsi çok güzel."

"Sen olmasaydın bu kadar güzel olmazlardı," dediğinde yine susup önüme döndüm. O böyle şeyler söylediği, iltifat ettiği zaman ne diyeceğimi ne yapacağımı bilemiyordum.

"Oyuncakları ben yapmadım ya!"

"Ama en güzellerini seçtin," diyerek elimi elinin arasına aldı. Yüzümde asılı kalan içten bir gülümsemeyle başımı camdan tarafa çevirdim. Aklımda, dilimde yine aynı dua vardı, kalbimin en derin yerinden geliyordu. Tüm bunların, yaşadıklarımın bir rüya olmamasını diliyordum Allah'tan.

Ertesi gün hayatın zorluğuna tekrar dönebilirdim, değerdi. 

***

Sonunda çiftliğe geldiğimizde hakkım olmamasına rağmen burayı özlediğimi hissettim. Öyle güzel bir yerdi ki çocukluk hayallerimde yer almasa bile severdim. Arabayı durdurduğunda dışarı çıkmadan önce ona doğru döndüm.

Gülerek, "Gözlerinin içi parladı," diyen Tuğra'ya gülümsedim ben de. 

"Burası harika bir yer," dedim. Vakit kaybetmeden arabadan çıktığımda Tuğra da bana eşlik etti. "İnsanın bir kez bakması bile neşeyle dolmasını sağlıyor."

"Eğer tanışsaydınız sanırım babamla iyi anlaşırdınız," dedi Tuğra buruk bir gülümsemeyle. "Kızı ve oğlunun aksine."

Tuğra bagajdaki poşetleri alırken, "Baban nerede?" diye sordum çekinerek.

"Uzakta," diye fısıldadığında ben de uzatmadım. Kendi ailem hakkında bilgi vermez ve ondan gerçekleri saklarken bana özelini açmasını bekleyemezdim. Bu, büyük bir haksızlık olurdu. Eve doğru ilerlerken kapının açılmasıyla önce şaşırsam da koşmaya başlayan Mısra'yı görünce kocaman gülümsedim.

"Baba!" diye çığlık çığlığa koşarken kalbimin sızladığını hissediyordum.

Annesi, "Mısra!" diye arkasından bağırarak uyardığında hemen kendini düzelterek, "Dayım gelmiş, Eyşan gelmiş!" diye devam etti sözlerine. Babasını hiç görmemiş ve görüp göremeyeceğini de bilmeyen küçük bir kız çocuğuydu o. Kendini dayısının kollarına attıktan sonra onu döndürmesiyle sevinç çığlıkları atmaya devam etti. Birbirlerine sarılıp Tuğra onu doya doya öptükten sonra sonunda Mısra bana doğru döndü. Samimi bir karşılama beklesem de koşup bana da sarılmasıyla yüzümdeki gülümseme yerini şaşkınlığa bıraktı. Bu kadarını beklememiş, hayal etmemiştim.

"Çok özledim Eyşan," dediğinde, "Ben de canım," diye fısıldadım. Bakışlarım Tuğra'yı bulduğunda onun da gülümseyerek bizi izlediğini gördüm. Sonunda Mısra benden ayrıldığında hemen Tuğra'nın yere bıraktığı poşetleri açmaya başladı.

"Dur dayıcım," diyerek onu kucakladığında huzursuzlansa da dayısına bir şey demedi. "Eve girelim, bakarsın."

Bir eliyle Mısra'yı tutarken diğeriyle yerdeki poşetleri aldıktan sonra eve geçtik. Mısra'nın enerjisi ve neşesiyle o anda unutsam da hemen yanımızdaydı Hande. Dikkatli bakışlarını üzerimde hissettiğim için geriliyordum.

Eve girdiğimiz andan itibaren Mısra oyuncakların arasında kendini kaybederken Tuğra da onunla ilgileniyordu.

Hande'nin, "Biraz konuşabilir miyiz?" sorusuyla birlikte gözlerim direkt olarak Tuğra'yı bulsa da onu rahatsız etmeden Hande'yi takip ettim. Birlikte odasına çıktığımızda hiç duraksamadan, "Cihan'ın yanında işe başlamışsın," dedi. "Aranız nasıl, sana nasıl davranıyor hiçbirini bilmiyorum ancak sen çok genç ve güzel bir kızsın. Eminim ki..."

"Hayır," diyerek sözünü kestim hemen. Sert bakışları üzerimde sabitlense de yanlış bir şey düşünmesini engellemek istiyordum. Eski de olsa Cihan Yener, Hande Hanım'ın kocasıydı ve hâlâ onu sevdiği de belliydi. "Öyle bir şey yok. Sandığınız gibi yani... Cihan Bey beni bir çalışanı olarak görüyor ve..."

"Lütfen." Elini kaldırarak beni susturduğunda gözlerindeki acıyı gördüm. Somut bir hâl almıştı ve tam karşımdaydı. "Cihan'a hâlâ âşığım." Alayla gülerek başını iki yana salladıktan sonra yatağın üzerine bıraktı kendini. "Ancak âşık olmam nasıl bir adam olduğunu bilmediğim anlamına gelmiyor. Sana hissettirmese bile senin hakkında binlerce şey düşünüyordur eminim ki. Nasıl güzel olduğunu, verdiği işleri eksiksiz yapıyorsan nasıl çalışkan ve zeki olduğunu... Saçların da uzun olsaydı her şey tam olurdu eminim ki."

"Öğrendim," diye fısıldadım. "Yani Cihan Bey'in takıntısını..."

Gülerek, "Her zaman öyleydi," dedi. "Önceden benim saçlarım da daha uzundu ve bayılırdı." Elleri saçlarına gittikten sonra, "Bu eve geri geldikten sonra kendim kestim. Sanki saçlarımı kestikçe ondan da alıyordum hıncımı. Sonra uzadı ve tekrar kestim. Tekrar, tekrar ve tekrar..."

"Neden ayrıldınız?" diye fısıltıyla sorduğumda güldü. Acı doluydu belki ama bir bakışta bile anlıyordu insan onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunu.

"Her insanın hayatında boşluğa düştüğü, hata yaptığı anlar olabilir Eyşan. Cihan'ın da böyle bir anı oldu. Ben bu eve geldim fakat geri dönecektim kocama." Sesini yükseltip sinirle ayağa kalktıktan sonra, "Tuğra izin vermedi. O, yalnız kalmayı kendine yediremedi ve kocamın berbat bir insan olduğunu iddia edip durdu. Mısra onun yüzünden babasız şimdi, ben onun yüzünden böyle acı çekiyorum."

"Tuğra sizin için kötü olmanızı istemez. Eminim ki..."

"Bana onu savunma!" Bağırmasıyla ben de ayağa kalkıp ondan bir adım uzaklaştım. Gözü dönmüş gibiydi. Az önce sakince, gülümseyerek konuşan kadın gitmiş yerine bir başkası gelmişti sanki. "Yalnız kalmayı, Cihan'ı ondan daha çok sevmemi yediremedi o. Önce teyzem sonra annem, hemen ardından babam! Elinde bir tek ben kalmıştım ve beni paylaşmak istemedi. Her şeyin nedeni bu! Bencil olması!"

Korkumu bir yana bırakıp deli gibi bağıran ve en önemlisi de acı çektiğinden emin olduğum kadına yardım etmek için ona doğru bir adım attıktan sonra tam dokunacakken beni itip, "Defol!" diye bağırmasıyla korkuyla geri çekilip kapıya doğru ilerledim. Hande, camın kenarına gidip sakinleşmeye çalışırken odanın kapısını açtığımda görmeyi beklediğim en son şey bile değildi kırgınlık ve acıyla harmanlanmış koyu mavi gözler.

Geri tepmemesi ümidiyle eline uzanıp her zaman beni ısıtan ancak şu an buz kesmiş elini ellerimin arasına alıp güç vermek isteyerek gülümsedim. Bakışları hâlâ aynı olsa da gülümsememi karşılıksız bırakmamış ve iyi olduğunu göstermek istemişti sanki. İyi olmadığını bilsem de bu çabası bile yeterdi o anda. Kapıyı ardımdan kapattığımda beni kendi odasına doğru çekmesine sorgusuz sualsiz uydum. Birlikte odasına girdiğimizde hemen yatağın en ucuna oturmuş ve beni de yanına çekmişti.

"Duydun mu her şeyi?" diye sorduğumda, "Çok değil," diye mırıldandı. "Yeni gelmiştim. Son dediklerini duydum, onlar da yetti."

"Gerçekten olay ne bilmiyorum ama..."

"Sana anlatmak istiyorum," diyerek sözümü kesti. Normal bir insanın hayatında, normal bir zamanda duymak istediği başlıca şeylerden bir tanesiydi belki de bu. Tuğra Seçkin, hayatını tüm çıplaklığıyla önüme sermek istiyordu. Sevinmem gerekiyordu elbette. Göğüs kafesimi zorlayan garip duygu âşık olduğum adamın hayatını öğreneceğim için duyduğum heyecandan ya da belki de bana güvendiğine emin olduğum için yaşadığım hazdan kaynaklanmalıydı. Oysa ben derin bir üzüntü ve ona eşlik eden pişmanlığı hissediyordum. Her şeyimin yalan olmasına rağmen onun anlatacaklarının büyüsüne kapılıp boş verecek kadar bencil bir insan olmadığımı şu anda fark etmiştim mesela. Benim sakladıklarım kadar Tuğra'nın da sakladıkları olsun istiyordum çünkü bu kalbimi biraz olsun rahatlatıyordu. Biz yola böyle çıkmıştık. İkimiz de birbirimizden bir şeyler saklayarak, birbirimizi bir sonraki hedefimiz için birer basamak olarak görerek... Planlarımın arasında aşk yoktu. Aşk, beynimin içinde dolaşan bir kelime bile değildi Tuğra'dan önce. Emindim ki onun planlarının arasında da yoktu. Sarışın olduğu için dalga geçtiği kızı, güzel sarışın sıfatına layık gördüğü zaman bile bu işin sonucunun buralara varacağını tahmin edemezdi. Bir anda yaşamıştık her şeyi ve ben gerçekleri anlatırsam bir anda da kaybedecektik. Bu su götürmez ve her ne kadar yanılmak istesem de büyük bir gerçekti. Tuğra her şeyi öğrendiği zaman bana acıyacak ve beni Sezgin'den kurtaracak derken Tuğra'nın sevdiğim adam olabileceğini hesap edememiştim. Şimdi ona tüm gerçekleri anlatmak ve onu başından beri kandırdığımı söylemek daha yeni kazandığım güven duygusuna bir daha asla kapanmayacak koca bir delik açmaktan başka bir işe yaramazdı. Söylemeye cesaret edemiyor ancak sustukça da ölüyordum.

Saniyeler sonra, "Buna gerek yok," dediğimde elimi sıkıp ona bakmamı sağladı.

"İstiyorum," dedi tekrar. Alnını alnıma yaslayıp nefesini çok yakından hissetmeme neden olduğunda ben de gözlerimi kapattım. "Ama şimdi değil. Belki yarın akşam... Bugün Mısra için geldik, eğlenmek için geldik. Ne Hande ne de geçmişim bugünün güzelliğine gölge düşüremeyecek."

"Sen nasıl istersen," diye mırıldandığımda alnıma bir öpücük bırakıp ayağa kalktı. Yüzündeki gülümsemeyi gördüğümde içim ısınmıştı. En başlarda tanıdığım Tuğra'nın koca bir yanılgı olduğunu daha iyi anlıyordum her seferinde.

Piknik sepetinin hazır olduğunu söyleyerek beni aşağı indirdiğinde Mısra'nın elindeki bebekle koşup, "Teşekkür ederim Eyşan," diye bağırıp kucağıma atlamasıyla şaşırsam da onu hemen kucağıma alıp gülümsedim. "Dayım dedi, bebeği sen seçmişsin. Çok güzel bu bebek! Hem sana benziyor Eyşan!"

Kıkırdayarak bana bakıyor, bir şeyler söylememi bekliyordu. Bense dalıp gitmiştim onun neşesine. Ruhum besleniyordu sanki kulaklarıma dolan cıvıltısıyla. Kalbinin saflığı, mükemmelliği bana akıyordu.

"Rica ederim," dedim kendime geldiğimde. "Senin gibi güzel ve harika bir kız daha iyilerine layık."

Benim üzerimde olan dikkatini kaybedip yere inmeden dayısının kucağına geçtiğinde, "Bebeğimin adını Eyşan koyacağım dayı biliyor musun? Eyşan'ı ve seni özlediğimde hep ona sarılırım," dedi. Kurduğu her yeni cümlesiyle beni başka bir şaşkınlığa iterken Tuğra'nın, "Bebeğinin adını Güneş koymaya ne dersin?" diye sormasıyla nefesimi tutup Tuğra'ya bakmaya devam ettim. "Sarı saçlarıyla bu isim ona çok yakışır eminim ki."

"Ama olmaz," dedi Mısra dudaklarını büzerek. "Güneş çok güzel ama Eyşan'ın adını koymalıyım."

Tuğra'nın gözleri beni bulduğunda ne demek istediğini anlayıp başımı iki yana salladım. Eyşan'dım ben. Bir zamanlar Güneş olduğumu söyleyip Mısra'nın kafasını karıştıramazdık. Eğer ikinci adım olduğunu söylersek iki taraf için de her şeyin oldukça basit geçeceğinden emindim fakat bunu da ben kabul edemezdim. İkinci adım Güneş değildi benim. Eyşan ve Güneş aynı bedende yer alan ancak birbirine zıt iki kimlikti.

Kapı çalınca Tuğra'nın isteğiyle gidip baktığımda Çınar'ı görmemle gülümsedim.

"Şuna da bakın!" dedi gülerek. "Birileri beni özlemiş olmalı."

"Hoş geldin," diye mırıldandıktan sonra arkasından gelen Çağrı'yı gördüğümde, "Hoş geldiniz," diye düzelttim. İkisi de selam vererek içeri geçtiğinde Çınar bana sarılmış ve kendimi daha da iyi hissetmemi sağlamıştı. Mısra onları gördüğü anda sabahtan beri attığı çığlıklarına devam etmişti. Önce Çağrı'ya sonra da Çınar'a sarılırken aldığımız oyuncakları onlara gösteriyor, Eyşan adını verdiği bebekle tanıştırıyordu onları. Kahkaha sesleri salondan eksik olmazken ben de onlara eşlik ediyordum.

Hep birlikte, piknik sepetini de alarak dışarı çıktığımızda Mısra çoktan kendini Çağrı'nın kucağına atmıştı bile.

***

Evden uzaklaşıp biraz yürüdükten sonra Mısra'nın söylenmeleriyle bir köşeye oturduk. Kilimi serip piknik sepetindekileri çıkarmaya başladığımızda, "Annem neden gelmiyor dayı?" diye soran Mısra hepimizin sessiz kalmasına neden oldu.

"Başı ağrıyormuş biraz dayıcığım." Mısra'nın üzgün bakışları bebeğine döndüğünde dayanamayıp piknik sepetine konmuş ipi elime aldım.

"Seninle ip atlayalım mı Mısra?" diye sordum gülerek. "Topumuz yok ama ipimiz var."

"İp mi?" diye heyecanla sorduğunda başımı salladım. Az önce yüzü düşen çocuk şimdi heyecanla bana bakıyordu.

"Ben atlayamıyorum ama sen bana öğretir misin Eyşan?"

"Öğretirim tabii," diyerek ayağa kalktım. "Biz ip atlarken de dayınlar sofrayı hazırlar, değil mi?"

Tuğra gülerek bana bakarken Çınar ve Çağrı'nın yüzünde şaşkınlık hâkimdi. Böyle konuşmamı, onlara bir şeyler yaptırmamı beklemiyor olmalıydılar. Onları önemsemeden Mısra ile birlikte ip atlamaya başlarken ikimizin de kahkahaları eksik olmuyordu. İnsanı hayata bağlayan ve yaşadığını hissettiren bir enerjisi vardı Mısra'nın ya da belki de her çocuk aynıydı. Hande büyük bir hata yapıyor, kızını ikinci plana atarak acılarına yöneliyordu. Eğer izin verseydi Mısra onu bambaşka bir insan yapardı eminim ki.

Mısra'nın ip atlamaya çalışmasını izlerken belimde hissettiğim kollarla hemen arkamı döndüm. Gözlerim yerde oturan Çağrı ve Çınar'ı bulduğunda başlarını çevirdiklerini fark edip utandım. Sanki hiç kimse yokmuş gibi rahatça sarılmıştı Tuğra bana. Tuğra'nın her şeyini bildiklerini biliyordum ancak bir de gözlerinin önünde olması beni utandırıyordu.

"Hadi artık bir şeyler yiyelim," dediğinde Mısra suratını assa dayemekten sonra hepimizin onunla oynayacağını söylediğimizde yüzü tekrargülmüştü. Onun için bu kadardı işte surat asma süresi. Daha iyi bir oyunduyduğunda her şeyi unutuveriyordu.

Yedikten sonra oynayıp tekrar yemeye karar verip ayağa kalktık. Çağrı yere uzanmış bizi izlerken Çınar ve Tuğra da ipin birer ucundan tutuyordu. Mısra ile ortaya geçtiğimizde ellerinden tutarak atlarken ona yardım etmeye çalışıyordum.

"Çok hızlı sallıyorlar Eyşan!" diye şikâyet ettikten sonra yorulduğunu söyleyip Çağrı'nın yanına gitti ve koluna yattı. Bu hareketi hepimizi güldürürken Çınar da ipi bırakıp uzaklaştı yanımızdan.

"Biz atlayalım mı?" diye soran Tuğra'ya gözlerimi devirip, "Çocuk muyuz biz?" dedim.

"Ne? Sen kendini çok mu büyük görüyorsun," dedi alayla. "Yirmi yaşındasın sen daha. Benim için hep çocuksun yani."

"Öyle demek," diyerek kaşlarımı çattığımda bir adım daha atarak hemen karşıma dikildi. Aramızda azıcık bir boşluk vardı ve bu nefesimin hızlanmasına yetiyordu.

"Öyle." Başını sallayarak yüzünü yüzüme doğru yaklaştırdığında hemen bir adım geri çekilerek aramızdaki mesafeyi açtım. Tuğra önce şaşkınlıkla bana baksa da sonra utandığımı anlayıp sırıttı. "Bir şey mi oldu?"

"Acıktım," dedim mantıklı bir neden olup olmamasını önemsemeyerek. "Bir şeyler yiyeceğim."

Onu ardımda bırakarak eski yerime oturup yarım bıraktığım börekten ısırdım. Tuğra'nın uslanacağını düşünmek gibi bir hata yapsam da hemen arkama oturup elimden böreğimi alıp ısırmasıyla güldüm. Yirmi altı yaşında olabilirdi Tuğra. Bir sürü şey yaşamış ve tıpkı benim gibi hayattan ve en yakınlarından büyük darbeler de almış olabilirdi ancak Tuğra'ydı işte. İşine geldiğince eğlenceli kimliğine bürünen büyüyememiş bir çocuktu. 

***

Kıyafetlerimi değiştirdikten sonra yorgunlukla kendimi yatağa atıp gözlerimi kapattım. Hava kararana kadar eve dönmemiş hep birlikte güzel zaman geçirmiştik. Eve geldiğimizde bile Hande ortalıkta görünmemişti ama annesini özleyen Mısra hemen odasına koşmuştu. Biz de salonda biraz daha zaman geçirip kahve içtikten sonra odalara dağılmıştık.

Tuğra, kapıyı yavaşça açıp içeri girdiğinde ben de biraz doğrulup ona baktım. Giyinmem için odada beni yalnız bırakıp banyoya gitmişti.

Gülerek, "Hemen yatmışsın," dediğinde tekrar gözlerimi kapatıp yan döndüm.

"Çok yoruldum," diye mırıldandım. Yatağın diğer tarafındaki ağırlığı hissettiğimde gözlerimi aralayıp nefesimi tuttum. "Burada mı yatacaksın sen de?"

"İlk defa birlikte uyumayacağız," dediğinde hak versem de, "Ama evde bir sürü insan var," diye itiraz ettim. Ona doğru dönüp gülümseyen yüzüyle karşılaştığımda içim sıcacık olmuştu. "Çınar ve Çağrı Beyler var. Hande Hanım var." 

"Eee?"

"Ayıp Tuğra!" diye sesimi yükselttiğimde kahkaha atıp beni kollarının arasına çekti. Saçlarımın arasına bir öpücük bıraktıktan sonra çenesini başımın üzerine koydu.

"Sensiz uyumak istemiyorum," dedi fısıltıyla. "Senin, benim odamda olduğunu bilerek başka bir yerde uyumak istemiyorum."

"Ama..." Devam etmeme izin vermeden, "Bir dakika," deyip kalktı. Gardırobundan çıkardığı poşetle yanıma geldikten sonra bana uzattı. "Bu nedir?"

"Aç bak bakalım." Büyük poşeti elime alıp içine baktığımda kaşlarım çatıldı. Birkaç saniye gözlerimi hızlı hızlı kırparak gördüğüm şeyin doğruluğundan emin olduktan sonra tekrar Tuğra'ya baktım.

"Bu Mısra'nın bebeği," dediğimde, "Hayır senin," diyerek tekrar yanıma oturdu. "Sana verilebilecek en güzel şeyin geçmişin olduğunu düşündüm. Maalesef ki geçmişini tam olarak vermem mümkün değil ben de en azından Güneş gibi gördüğün bir bebek olsun istedim."

"Bu..." Gözlerimde biriken yaşları geriye yollayamayıp boş verdiğimde yanaklarımdan aşağı süzülen yaşları kendi elleriyle sildi Tuğra.

"Hiç ağlama istiyorum," dedi fısıltıyla. "Ne üzüntüden ne de sevinçten. Hep gül istiyorum. Dünyadaki her şeyi önüne sermek, her istediğini yapmak istiyorum ancak başaramadığımı biliyorum."

"Yeterli," dedim hemen. "Sen yeterlisin! Bu bebek yeterli. Bu yaşadıklarım yeterli Tuğra, gerisinde gözüm yok." 

"Olmalı," dedi yanağımdan öperek. "Çünkü daha çok şey yaşayacağız. Hepsini yoluna koyup dilediğimiz her şeyi gerçekleştireceğiz."

Cevap vermeden onu izlemeye devam ettiğimde, "Hadi biraz uyu," dedi. "Birkaç saat içerisinde yola çıkarız."

Bu kadardı işte. Mükemmel bir gün geçirip hayal edemeyeceğim kadareğlenmiştim. Yine Tuğra'nın kollarında dalıyordum uykuya ancak uyandığımda herşey yeniden başlayacaktı. O şirket, Cihan Yener, Selim Yener ve Sezgin... Aslapeşimi bırakmayacaklardı. Tuğra, hayal kuruyor ve hayal kurdukça daha çokyenilgi alan güzel sarışınının inanmasını bekliyordu. Yapamazdım. Onagüveniyordum ancak sözlerinin hayalden öte olamayacağını düşünüyordum. Bu benimkaderimdi ve toprağın altına girene kadar da devam edecek gibiydi.

3 bin kelimeden de fazla olan bu bölüm için bol yorum ve oy beklediğimi unutmayın lütfen :) 

Diğer hikayem Son Sürat'i henüz okumayanları da mutlaka bekliyorum. Bölümün ikinci kısmı en yakın zamanda geliyor^^

Instagram, Twitter: /shdaks

Continue Reading

You'll Also Like

168K 20.9K 43
Büyük gemide emin adımlarla ilerledim. Topuklu ayakkabılarımın beni sarsmasına rağmen düşmemeyi başardım. Alyansımı aceleyle cebime koydum. Kimsenin...
180K 12.7K 28
Zamanın ikiye böldüğü o günün gündüzü ben gecesi oydu. Günün gece ile, gecenin gün ile karışması imkansız sanırdım. Onu tanıyana kadar. Onu tanıyıp k...
1.3M 52.9K 53
Gece "Bu yara bende kanadıkça, affın yok yüreğimde" demişti. İhanetin ateşini içine düşüren sevdiği adama. Gece kaybettiği canın derdine düşmüş yara...
2.8M 150K 17
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.