İçgüdü

By MrsAuthor_99

119K 8.4K 1.6K

Hayatınız elinizden alınıp yerine sonsuzluk bahşedilseydi, bunu ödül olarak mı görürdünüz? Yoksa olabilecek e... More

Vampir Grupları Hakkında
1. Bölüm
3.Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölümden Kesit
7. Bölüm
Çok Önemli !
8. Bölüm
Mini Duyuru
9. Bölüm
10.Bölüm
11. Bölüm
Flashback
Alıntı ve Birkaç Şey
12.Bölüm
İçgüdü-Alıntılar
13. Bölüm
14. Bölüm
Duyuru
15. Bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm
18. Bölüm
19. Bölüm
20. Bölüm
21. Bölüm
22. Bölüm
23. Bölüm
24. Bölüm
Üzgünüm...
25. Bölüm
26. Bölüm
27. Bölüm
28. Bölüm
29. Bölüm
Flashback 2
30. Bölüm
31. Bölüm
Duyuru
🎄 Yılbaşı Özel Bölümü 🎄
32. Bölüm (1. Kısım)
32. Bölüm (2. Kısım)
33. Bölüm
34. Bölüm
35. Bölüm
36. Bölüm
37. Bölüm
38. Bölüm
39. Bölüm
40. Bölüm
41. Bölüm
42. Bölüm
43. Bölüm
44. Bölüm
45. Bölüm
Kayıp Kardeş (Özel Bölüm)
46. Bölüm
Sorularınız⬇
47. Bölüm
48. Bölüm (1. kısım)
48. Bölüm (2. kısım)
49. Bölüm
Flashback 3
FİNAL (1. kısım)
FİNAL (2. kısım)
Yazardan...
Playlist
İçgüdü: Sofia
Özel Bölüm
50 Bin Özel Bölümü 🥳
75 Bin Özel Bölümü ✨

2. Bölüm

4.3K 236 36
By MrsAuthor_99

Bölüm şarkısı:Evanescence-Everybody's Fool

Düzenlenmiştir.

Karanlığı yenmek için bir tek ışık yeterli olmayabilir. Ancak gökyüzündeki tek bir yıldız bile gecenin bütünlüğünü bozmaya yeter.

İnsan kalmakla canavara dönüşmek arasında kıldan ince bir çizgi vardır. Ve bu çizgiyi geçmek dünyadaki en kolay şeylerden biridir. Önemli olansa bunu fark ettikten sonra geri dönebilmektir. Peki geri dönmek mümkün müdür?

İlk kez insan kanı içtiğimde bunun dünyada var olan en güzel şey olduğunu düşünmüştüm. Bedenim daha fazlasını arzuluyordu, damarlarımda akan kanın alev aldığını hissediyordum. O küçük kızın bedenini bir çöp gibi ağacın altına attığımda ise yaptığım şeyin farkına varmıştım. Canavara dönüşmüştüm. Belki de en başından beri öyleydim, bilmiyordum. Zihnimin içinde insanlığımdan kalan son kırıntılar ile dönüştüğüm canavar arasında bitmek bilmeyen bir savaş vardı. 

Fakat emin olduğum tek bir şey vardı: Ben o gece o ağacın altında sadece küçük bir kızın hayatını çalmakla kalmamış, umutlarını, hayallerini, neyi varsa hepsini yok etmiştim. Ondan sonraysa aylarca kendimi dünyadaki en kötü varlık olarak tanımlamıştım. Ta ki benden daha kötüsü ile karşılaşıncaya dek.

1507

Avrupa daha kötü bir hal almıştı. Neredeyse her gün kilisenin cadıları yaktığını ve hatta bu yüzden insanların bile öldüğünü duyuyordum. Halk bunların hiçbirine sesini çıkarmıyor, hatta izleyebilmek için saatler öncesinden meydanları dolduruyordu. Vampirlerse en güçlü oldukları dönemi yaşıyorlardı. Birçok şehir -Roma bile- vampirler tarafından idare ediliyordu. Bense daha sakin sayılabilecek bir yerde yaşıyordum. Hayvan kanı içmeye başladığımdan beri insanların arasında dolaşmaktan rahatsız olmuyordum. Bu yüzden küçük bir köyde yaşamaya başlamıştım. Haftanın birkaç gününde köydekilerin uyumasını bekleyip ormana kaçıyordum ve bu sayede kimse vampir olduğumu fark etmiyordu. 

Yine avlanmak için ormana gittiğim gecelerin birinde beklemediğim bir şey oldu: Bir anda insan çığlıkları yankılandı ve sesler ormana kadar ulaştı. Öyle ki ormandaki tüm hayvanlar daha güvenli bir yere gitmek için koşuşturmaya başladılar. Başta kurtların köye saldırdıklarını düşündüm ve hızla ağaçların arasından geçerek köye ulaştım. Geldiğimde çoktan gitmişti, etraf cehenneme dönmüştü. Köyün meydanında bedenler üst üste dizilmişti, boyunlarından akan kan ayaklarımın dibine ulaşan bir yol oluşturuyordu. Bunu kimin yaptığını biliyordum. Onunla daha önce karşılaşmış olmasam da adını defalarca duymuştum. Herkes onun Yunan tanrıları kadar çekici fakat bir o kadar da korkunç olduğundan bahsederdi. 

Alex Laurent. 

Karşımdaki duvarda kanla yazıldığını kokusundan anladığım, büyük puntolarla yazılmış isim. Yaşayan var mı diye kontrol etme gereği duymadım. Zira bu adam kimseyi sağ bırakmıyordu. Bu yüzden köyden ayrılmadan önce kilisenin yapacağını bildiğim tek şeyi yaptım: Köyü ateşe verdim ve yoluma devam ettim.

Günümüz

Evin içindeki telaşlı hava dün geceki halinden bir şey kaybetmiş değildi. Bıkkınlıkla onları -özellikle Jack'i- izlerken konuşmak için bir fırsat arıyordum fakat çabalarım sonuçsuz kalıyordu. Herkes hep bir ağızdan konuşuyor ve hepsi kendi fikrini savunuyordu. Elimdeki bıçağı tahta kapıya doğru fırlattığımda masadaki tüm sesler kesilmişti. Saatlerdir aynı konu tartışılıyordu fakat hala elle tutulur bir sonuca ulaşmış değildik. Herkesin sakinleşmesi için bir süre bekledikten sonra Jack'e döndüm. "Şu an gelecek her türlü teklifi değerlendirmek durumundayız." dediğimde gözlerini devirdi. "Hava vampirlerine kaldıysak savaşı baştan kaybettik demektir."

Jack sıkıntıyla geriye yaslandığında bakışlarımı kısa bir anlığına ona çevirdim. Haklı olduğunu biliyordum ama ben de çok haksız sayılmazdım. Ortada çıkması muhtemel bir savaş vardı ve bizim de müttefiklere ihtiyacımız olacaktı. Bu yüzden bu teklif en zayıf gruptan gelse dahi düşünmeye değerdi. Sonuçta sayıca üstün olmak da son derece önemliydi. Ama arkadaşlarımdan hiçbirinin hava vampirleriyle iş birliği yapmak isteyeceğini sanmıyordum. Onlar çok zayıftılar, öldürülmeleri için kısa bir süre nefessiz kalmaları yetiyordu. Bize en az bizim kadar güçlü müttefikler lazımdı.

"Aslında..." dedi Percy, devam edip etmemekte kararsız görünüyordu. Devam etmesi için başımla onay verdiğimde bana kaçamak bir bakış atıp masaya döndü. "Ben anlaşabileceğimiz bir grup biliyorum." Jack merakla öne doğru eğilip dirseklerini masaya yerleştirdi. "Grubun tamamı ateş vampiri ki bu bize çok büyük avantaj sağlar." diye ekledi Percy.

"Öyleyse herkes onlarla müttefik olmak isteyecektir." dedim umutsuz bir sesle. Ben konuşunca hepsi bakışlarını bana çevirmişti. Jane beni onayladığını belirtir şekilde kafa salladığında Percy "Sanmıyorum." diye mırıldandı. Hemen sonra "Liderleri neredeyse herkesle düşman." diye ekledi. Kaşlarımı çattım. Kim olabilirdi? Percy'nin rahatsız hareketlerine bakılırsa tehlikeli biri olmalıydı. 

Bu yüzden merakımı gizlemeden "Liderleri kim?" diye sordum. Percy bu soruyu duymaktan korkuyormuş gibi yüzünü buruşturdu. Odada kimseden ses çıkmıyordu, hepimiz Percy'nin söyleyeceği ismi bekliyorduk. "A-Alex Laurent." dedi Percy neredeyse fısıldar gibi. Duyduğum isim kanımı dondururken masadan itiraz sesleri yükselmeye başlamıştı bile. "Söz konusu bile değil." dedim. 

Sesim beklediğimden daha yüksek çıkmıştı. Percy bal rengi gözlerini bana çevirdiğinde bakışlarına karşılık verdim. "Onlarla bir görüşme ayarladım, Alexandra." Percy'nin sesi de en az benimki kadar soğuk ve kararlı çıkmıştı. Jack hafifçe öksürdü fakat bu ortamdaki gerginliği kırmaya yetecek kadar etkili olmadı. "Ne yaptın sen?" diyerek ayağa kalktım. "Bana sormadan nasıl böyle bir şey yaparsın?" 

Percy hala yerinde oturuyordu. Sinirle yakasına yapışıp onu kapıya doğru fırlattım. Bu, felaket demekti. Başka bir açıklaması yoktu. Tarihte hiç de hoş anılmayan bir adamla müttefik olmak üzereydim. Hem de haberim olmadan. Percy çabucak toparlanıp yüzüme bakmadan evden çıktığında öfkem dinmemişti. "Beni duyuyor musun?" diye bağırdım. "Seni bizzat öldüreceğim!" Masada devam eden sessizliği bozan Ashley olmuştu. "O yalnızca hepimizin iyiliğini istiyor, senin aksine."

Öfkeli bakışlarımı ona çevirdim. Biraz önce attığım bıçağı kapıdan çıkarırken "Eğer onun gibi düşünen varsa burayı şimdi terk etsin." dedim bıçağın sivri ucuyla Ashley'i göstererek. Daha sonra hiç beklemediğim bir şey oldu. Ashley suratıma yumruğunu geçirdi ve duvara yapışmamı sağladı. Bir yandan ise öfkeyle bağırıyordu. "Sen bizim liderimiz olamazsın! Çünkü bir lider arkadaşlarını asla yarı yolda bırakmaz!" 

Çıldırmış gibi görünüyordu, onu ilk kez böyle görmüştüm. "Ayrıca..." dedi bıçağı fırlatıp bana yaklaşırken. Sertçe kolumdan tutup kaldırdığında tepki vermedim. "İster kabul et ister etme ama Alex o grubun lideri olduğu sürece savaşı başka kimse kazanamaz."

Cümlesini bitirir bitirmez kolumu sertçe bıraktı ve Percy'nin peşinden gitti. Odada duyulan tek şey hızla alıp verdiğim nefeslerdi. Bakışlarımı Oliver ve diğerlerinin olduğu tarafa çevirdim. Jane ve Jack dağıttığımız yeri toplamakla meşguldü. Oliver ise benimle göz göze gelmemek için elinden geleni yapıyordu. Kimseye bir şey demeden Percy ve Ashley'in arkasından gitmek için evden çıktım. Ashley haklıydı, haklı olması beni daha da sinirlendiriyordu. 

Berbat bir liderdim. Beni ailelerine kabul edip liderleri yaptıkları için pişman olmuş olmalıydılar. Olmaları da gerekiyordu zaten. Onlara kökenim hakkındaki gerçekleri bile anlatmamıştım ki! Yeterince dürüst olmadan onlardan dürüstlük beklemem aptalcaydı. Hızla yağan yağmur gözyaşlarımla karışarak toprağa akıyordu. Bense durmadan koşuyordum. Beş asırlık yaşamımda edindiğim tek aileyi kaybedemezdim. Kaybetmemeliydim. Yalnız kalmaktan deli gibi korkuyordum. Çünkü ne zaman tek başıma kalsam her şey birbirine giriyordu. 

Dizlerimin üstüne çöküp "Özür dilerim." diye mırıldandım. Öfkemi kontrol edemediğim için kendime kızıyordum. Oysa belki de o evde kendime en yakın bulduğum kişi Percy'di. Onu abim gibi görürdüm, beni her zaman kollamıştı. Lider olduğumda en büyük desteği ondan almıştım. Ben ise yaptığı ilk yanlışta onu silmek üzereydim. 

"Alexandra!" 

Yağmur yüzünden yüzüme yapışan saçlarımı çekip yüzümü sildim. Percy hızla koşarak yanımda diz çöktü. "Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Kollarımdan tutup beni sarstığında ağlamaya devam ediyordum. "Ashley haklı." diye mırıldandım ayağa kalkarken. "Berbat bir liderim." Percy gülümsedi ve bana sarıldı. "İşte şimdi saçmaladın." dedi. Güldüğünü sesinden anlamıştım. "Sen sahip olabileceğimiz en iyi lidersin."diye ekledi. Az önceki davranışımdan sonra hala beni kolluyor olması kalbimdeki baskıyı arttırırken "Özür dilerim." diye mırıldandım. Percy şefkatle saçlarımı okşarken "Her şey iyi olacak." diye mırıldandı. "Yeter ki bana güven."

******************

Yüzyıllardır adının duyulduğu yerde hayvanların bile kaçtığı söylenen Alex Laurent'i hayatımda ilk kez karşımda görecek olmak az da olsa heyecanlanmama neden olmuştu. O, yıllardır anlatılan bir efsane gibiydi, kimileri büyüleyici yüz hatları olduğundan bahsediyordu. Kimileriyse şeytanın onun yanında melek kaldığından. 

Gerginliğimi azda olsa üzerimden atmak için görüşmeye gitmeden avlanmaya karar verdim. Bu yüzden güneş ışıkları yeryüzüne değer değmez kendimizi evimizin yakınındaki ormanda bulduk. Toprak dünkü yağmurdan sonra hala nemliydi, ağaçların yapraklarından damlayan sular dışında pek bir ses de yoktu. Yine de kendimizi ormanın derinliklerine gitmeye zorladık. Ağaçlar iyice sıklaşmaya başlamıştı, bu kendimi yeşil bir denizde yüzüyormuş gibi hissettiriyordu. 

"Percy!" diye seslendim bir kütüğün üstünden atlarken. "Daha fazla gitmeye lüzum yok." 

Etrafta tek bir hayvan dahi olmaması Alex hakkında söylenenlerin gerçek olduğunu düşündürmüştü. Percy beni onaylar biçimde kafasını salladıktan sonra yanıma geldi. Diğerleri çoktan ormandan çıkmış, bizi bekliyorlardı. "Bir şeyler bulabildiniz mi?" diye sordum. "Sanki tüm hayvanlar bir anda yok olmuşlar." diye yanıtladı Oliver. 

"İşimize bakalım." Percy'nin sesini duyduğumda gözlerim Ashley'e takılmıştı. Bana hala sinirli olduğunu biliyordum. Hatta belki de benden nefret ediyordu. Percy kolumdan tutup yürümem için çekene kadar bakışlarımı Ashley'den çekmedim. Nehrin kıyısına geldiğimizde gördüğüm görüntü beni şaşırtmıştı. Karşımızda neredeyse iki yüz kişilik bir vampir klanı duruyordu. Gözlerim tüm grubu tarayıp Alex'i fark etmeye çalışıyordu. Bu sırada, klanda yalnızca üç sırayı dolduracak kadar kız olması beni şaşırtmıştı. 

Öndeki ilk iki sıra yana doğru açıldı ve yavaş adımlarla bize yaklaşan Alex'i gördüm. Açıkçası beklediğim kişiyle uzaktan yakından alakası yoktu. Yüzyıllar boyunca herkesin önünde diz çöktüğü adam en fazla yirmi yaşında görünüyordu. Buna karşılık, yemyeşil gözleri cam kadar keskin bakışlar atıyordu etrafa. Sert yüz hatları vardı, kaşlarıysa hafifçe çatıktı. Ben onu incelemekle meşgulken Alex, aramızdaki mesafeyi oldukça kapatmıştı. 

Yüz hatları yakından çok daha sert görünüyordu. Güneş ışıklarının yüzünde oluşturduğu gölge onu olduğundan daha olgun gösteriyordu. Alex bakışlarını etrafta dolaştırdıktan sonra bana çevirdi. Bakışlarımızın aniden buluşması kalp atışlarımın hızlanmasına neden olmuştu. Bakışları o kadar ifadesizdi ki bir duvara bakıyor gibi hissetmiştim. Alex gerginliğimi fark etmiş olacaktı ki yüzüne alaycı bir gülümseme yerleştirdi. Karşımda kendini beğenmiş bir tavırla duran adamın tarihteki en acımasız katillerden biri olduğuna inanmak mümkün değildi. 

Şeytanın insanları kandırabilmek için güzel bedenlerde göründüğünü duymuştum. Sanırım şu an onlardan birine bakıyordum.

"Pekala, Alexandra." dedi Alex çok yüksek olmayan bir ses tonuyla. Ses tonu o kadar güzeldi ki kendimi kilisede ilahi dinliyormuşum gibi hissettirmişti. "Şimdi..." diye devam etti Alex üzerindeki siyah ceketi çıkarıp kazağının kollarını sıvarken. "İş konuşalım."

Continue Reading

You'll Also Like

31.4K 153 12
bir gün telefonla uğraşırken bir mesaj gelir "selam bebeğim"...
2.1K 777 29
Düzen, bu sözcük yıllar öncede vardı yıllar sonrada olacak. Peki siz buna düzen diye bilir misiniz? Bir annenin ölmemek için çığlığını yada bir çocuğ...
2.3M 220K 31
"Hoşuma gidiyorsun ama seni öldürürüm."
1.8M 164K 89
2019'da yazılan mektuplara 1979 yılından gelen cevaplar. İki tarih arasında köprü olan kırmızı bir posta kutusu. İki insanın manevi değişimi ve en...