Lacivert - Safir - Amber

Per tymazerr

2.8M 125K 24.3K

Tıp öğrencisi Beren, yıllardır göğüs gerdiği aile şiddeti yüzünden sonunda evden kaçtığında, aklına gelecek s... Més

GİRİŞ
1- BEREN SOYDAN
2- JAMES HUNTER
3- Mahzen
4- Royal De Maria
5- Antidote
6- Sofia Dark
7- Denge
8- Dönüş
9- Kaçış
10- Sara
11- Soğuk
12- Ekip
13- Sınırlar
14- Kırık
15- YANILGI
16- YENİ GÖREV
17- DONUK
18- ACI SESLER
19- ILIK GECE
20- EV
21- BOWIE
22- DEIRDRE
23- ÇIPLAK
24 - NOT
25- OYUNCAK BEBEK
SAFİR | GİRİŞ
SAFİR | 1.BÖLÜM
SAFİR | 2. BÖLÜM
SAFİR | 3. BÖLÜM
SAFİR | 4.BÖLÜM
SAFİR | 5.BÖLÜM
SAFİR | 6. BÖLÜM
SAFİR 7. BÖLÜM | Gece Nöbeti
SAFİR 8. BÖLÜM | Fil Ağacı
SAFİR 9. BÖLÜM | Zehir
SAFİR 10. BÖLÜM | BOZUK
SAFİR 11. BÖLÜM | LACİVERT
SAFİR 12. BÖLÜM | AİT
SAFİR 13. BÖLÜM | SIFIR
SAFİR 14. BÖLÜM | Ruh Kesiği
SAFİR 16. BÖLÜM | Ateş
SAFİR 15. BÖLÜM | Cennet
SAFİR 17. BÖLÜM | Geç
SAFİR Final | Herkes için...
Amber 1 | PARADOKS
Amber 2 | KARMAKARIŞIK
Amber 3 | EĞİTİM
Amber 4 | ÇAYLAK
Amber 5 | MILEN
Amber 7 | RÜYA
Amber 8 | HAVADA SÜZÜLMEK
Amber 9 | SOĞUK ATEŞ
Amber 10 | TAŞIYICI
Amber 11 | KAÇIŞ
AMBER 20 | LIZY
AMBER 12 | CENNET
AMBER 13 | DEĞİŞİM
AMBER 14 | UZAY BOŞLUĞU
AMBER 15 | ZİHİN YANGINI
AMBER 16 | GÜVEN
AMBER 17 | FAROE
AMBER 18 | GENOA
AMBER 19 | GÜN IŞIĞI
AMBER 20 | LIZY
AMBER 21 | VEDA VE ÖTESİ
AMBER 22 | FİNAL 1- İLLÜZYON
AMBER 23 | FİNAL 2- GERÇEKLER
AMBER 24 | FİNAL 3- MASALLAR VE SONLAR

Amber 6 | DARKBLUE

22.6K 1.2K 367
Per tymazerr


Instagram: t.y.mazer
Twitter: tymazerr

AMBER 6. BÖLÜM
DARKBLUE

Öfkem damarlarımdan taştı, Haluk'u o an yere sermemek, bu iğrenç sözlerini kesmemek için kendimi zor tutuyordum. Arkamızdan yükselen James'in sesini duyunca tüm benliğimle rahatladım.
"Haluk," dedi son derece sakin ama bir o kadar da tehlikeli bir şekilde.
"Bu gece buradan sağ çıkmak istiyorsan Milen'in kolunu bırak."
Haluk Savacı eli ateşe değmiş gibi anında kolumu bırakırken, James aramıza girdi. Yüzümü avuçları arasına alarak sıcacık bir şekilde gülümsedi.
"İyi misin sevgilim?"
Herhangi bir cevap veremeden başımı olumlu anlamda salladım ancak dikkatim hala yanımızda kaskatı duran Haluk'taydı. James beni kollarına aldıktan sonra ona döndü. O an fark ettiğim başka bir şey de izleyicilerimizin olduğuydu. Kollarında gerildiğimi fark edince James beni daha sıkı tuttu.

"Şu andan itibaren bir daha buraya giremeyeceksin. Sınırlarımın ne olduğunu bilirsin Haluk. Fikrimi değiştirmeden burayı terk et."

Haluk'un suratı morarmıştı. "Yapamazsın" dedi ama ses tonu çoktan yenilgiyi kabullenmiş gibiydi. James başını kaldırdı ve kısa bir işaret yaptı. Saniyeler içinde iki görevli duygusuz bir suratla Haluk için gelmişlerdi. Haluk ellerini havaya kaldırdı. "Zorluk çıkarmayacağım, bana dokunmayın."
Görevliler ona eşlik ederken Haluk'un James'e bir şeyler mırıldandığını gördüm. Ne olduğunu duyamasam da Lacivert duymuş, sırtımı yasladığım göğüs kafesi taş gibi olmuştu.

Haluk gözden kaybolduğu anda Lacivert ona dönmemi sağladı. "Kireç gibi oldun sevgilim, buraya gel yüzünü yıkayalım."

James belimden nazikçe kavrayıp beni tekrar kadınlar tuvaletine soktuğunda şaşkınlıkla onu izliyordum. İçeride işlerini bitirmek üzere olan kadınlara kibarca gülümsedi. "İzninizle güzel hanımlar, sevgilim içkiyi biraz fazla kaçırdı, onu kendine getirmem için müsaade eder misiniz?"

Kadınlar iç çekerek James'e gülümserken gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Lacivert'in ceketinin iki yakasını kavrayıp onu kendime doğru çekmekte olduğumu ancak son kadın kapıdan çıktığında fark ettim. James hafifçe güldü.
"Bölgeni mi işaretliyorsun sevgilim?"
Hızla ellerimi çözüp geriye gittim. "Hayır, ben sadece..."
Bana beni içine çeker gibi baktı. Neydi bu bakışın anlamı? Kalbimi böylesine hareketlendirmesi normal miydi? Ardından aramıza mesafe koyarak başını salladı ve tüm ifadesi değişti.

"Fazla vaktimiz yok." Sessiz bir hamleyle tuvaletin kapısını kilitledi. Fısıltısı boynuma çarptı. Zaten deli gibi çarpan kalbim beklentiyle kasıldı. Yüzünü yüzümle hizaladığında yutkundum. Dudaklarımızın arasındaki mesafe öylesine kısaydı ki, bu hem delicesine yanlış hem de bir o kadar da doğru geliyordu.

"Şimdi seni öpeceğim" dedi dudaklarıma neredeyse değerek. "İnan bana bu şekilde olmasını istemiyorum ama kabinlerden birine girmek için bahaneye ihtiyacımız var." Gözlerim şaşkınlıkla açıldı ama bir şey söyleyemedim. "Lütfen" dedi parmaklarını boynuma geçirerek. İçimde oluşmaya başlayan sıcaklık beni gafil avlamıştı. Acımasız bir hipnoz altında gibiydim. "Kendini bana bırak, söz veriyorum bunu telafi edeceğim."
Neyin telafisini yapacaktı? Kafam delicesine karışsa da, mantığım hala arka plandaydı çünkü kalbimin ritmi sağlıklı düşünmeme izin vermiyordu. Gözlerine son defa baktım, lacivertleri her zaman bu kadar parlak ve güzel miydi? Daha fazla dayanamayarak gözlerimi kapattım. Dudaklarım karıncalanıyordu. Öylesine tecrübesiz öylesine acemiydim ki. Görev için bile olsa ona nasıl karşılık verecektim?

James beni rahatlatmak ister gibi boynumdaki parmaklarını kıpırdattı. Dokunuşu güveni, huzuru ve yuvayı çağrıştırıyordu. Çorak ruhundan emin olduğum bir adamın nasıl böylesine sihirli teması olabilirdi ki? Tüm uzuvlarımın ona yaklaşmak istediğini fark ettim. Sanki bende ona ait bir şey vardı ve ortaya çıkmak için can atıyordu. Sonunda dudaklarımla birleşti. Aman Allah'ım göğsümdeki patlama mıydı? Bir dokunuş, bir öpücükle bedenim nasıl bu kadar titreyebilirdi? Bana başka bir şey mi yapıyordu? Bu adamın nasıl bir büyüsü vardı? Ve, ve bu... neden bu kadar tanıdık ve muhteşem bir histi?
Lacivert belimi sıkıca kavradı, dudaklarımdan ayrılmayarak beni kabinlere doğru sürükledi. Muhtemelen tuvaletin içindeki kameralardan saklanmaya çalışıyorduk ve başka bir yolu yoktu. Tüm bu varsayımları öpüşmemiz sonlandıktan sonra kafamda canlandırabilecektim. Çünkü o an tek düşünebildiğim onun ritmiyle atan kalbimdi.

Doğru kabine yaslandığımız anda kapıyı tekmeledi ve beni hızla içeri çekti. Ama temasımızı o kadar kolay koparmadı. Sonunda benden ayrıldığında yüzüm hala avuçları arasındaydı. Birbirimizi solar haldeydik. Birbirimize bağımlı gibiydik.

Bitmişti. Gösteri sonunda bitmişti. Ancak ikimizin de gözleri kızarmıştı, tenlerimiz alev alevdi.
"İyi misin?" dedi, daracık alanda nefesi yüzüme çarpıyordu.
Telaşla yutkundum. "İyiyim."
Tam bu anda ona delicesine kızmam ve göğsünü yumruklamam gerekmiyor muydu?
Ancak hissizleşmiş gibiydim. Tüm dünyam az önceki sahte öpücük üzerine kurulmuştu sanki. Ancak onun da benden farkı yok gibiydi. Saniyeler boyunca birbirimizin gözlerinde kilitli kaldık, görevi unutmuştuk. En sonunda benden uzaklaştığında karşımda o değil de başka biri olsa kesinlikle sersemlemiş derdim. Hızlıca kendini toparlayınca az önceki anın hayal olduğunu bile düşündüm.
James vakit kaybetmeden cebinden minik bir böcek şeklinde cihaz çıkardı ve kabinin kapısına taktı. Cihazdan gelen titreşimler kapının hafiften sarsılmasına neden oluyordu. Ve sesler... Ne olduğunu anlayınca utançla kulaklarımı kapadım. Yanaklarım saniyeler içinde kıpkırmızı olmuştu. James'in ifadesi bozulmadı. "İnandırıcı olmamız gerek." dedi kuru bir sesle. Bu kadar profesyonel oluşu her zamanki gibi sinirlerimi bozarken, duyduğum seslerden ötürü yüzüm şekilden şekile girmişti. Lacivert nihayet elleriyle duvarı kontrol etti, ardından tuğlalardan birine her bir parmak izini sırayla okuttu. Duvar sifon teçhizatının bittiği yerden, neredeyse hiç ses çıkarmayarak ikiye ayrıldı. "Buraya gel," dedi elini uzatarak. Açılan gizli kapı ancak tek tek geçebilmemiz için uygundu. James klozete basmamı sağladı ve eteklerimi toplamama yardım ederek beni gizli duvarın ötesine geçirdi. Saniyeler sonra arkamda belirdiğinde ilk işi açık duvarı kapatmak oldu. Güvenliğimizden emin olduğum anda gözlerimi bu yeni gizli alana çevirdim ve ne kadar şaşırabileceğim konusu çığır açtı.

Tüm kulübü çevreleyen cam duvarların olduğu bir odadaydık. Olduğumuz yerden kulüpteki insanlar her ayrıntısına kadar seçilebiliyordu. Aramızda sadece onların göremediği ince cam bir duvar vardı. Bu gizli yer öylesine merkezi bir noktada konumlanmıştı ki, parmaklarımı cama değdirerek ötemizdekilere ulaşmaya çalıştım.
"Akustik lamex" dedi James boynuma fısıldayarak. "Ses ve görüntü geçirmez cam." Hangi ara bu kadar yakınıma gelmişti bir fikrim yoktu. Vaktimizin az olduğunu belirtmesine rağmen şu an tek yaptığı gözlerini yoğun bakışlarla üzerimde gezdirmekti. Ürkek bir şekilde ona bakınca derin bir nefes aldı ve kravatını gevşetme ihtiyacı duydu. Elimi tutup beni odanın merkezindeki koltuğa oturttuğunda aklımda hala az önce yaşadığımız o anlar vardı. O da benim gibi o anı düşünüyor muydu? Saçmalıyordum. Lacivert'in görev esnasında mümkün olan her şeyi yapabileceğini zaten bilmiyor muydum? Bugün partneri bendim ve beni öpmek zorunda kalmıştı. Sofia'nın yerine geçmiştim. Sofia... Eğer bu göreve ben katılmasaydım Sofia ile aynı şeyleri yaşayacağı fikri mideme koca bir taş gibi oturdu. Bunun beni ilgilendirmemesi gerekiyordu. Sahi onlar eski sevgili değiller miydi?
Zihnim öylesine karıştı ki, alnımı ovma ihtiyacı hissettim. James gözlerini kontrol panelinden alarak elimi sıktı. "İyi misin?"
Başımı olumlu anlamda salladım. Aynı anda mekanik bir ses konuştu.
"4009 James Hunter, 9003 Beren Soydan Dark Blue kontrol merkezine hoş geldiniz." Bu Jenny'di. Yüzümü kocaman bir gülümseme kapladı. "Selam Jenny" dedim heyecanla.
"Gerçek bir ajanmışım gibi konuştu" dedim küçük bir çocuk gibi.

James hafifçe gülümsedi. Ardından camın karşısında geçti ve illüzyon gibi önünde açılan dijital panelleri kontrol etmeye başladı. Elleri oldukça hızlı hareket ediyordu. Seri hamlelerle masadaki insanların görüntülerini hemen önümüze getiriyor ne olduğunu bilmediğim detayları kontrol ettikten sonra bir diğer masaya geçiyordu. Ancak teknoloji muazzamdı. Yakın takibe aldığı herkesin vücut ısıları dahil tüm profilleri önümüzde simülasyon şeklinde ortaya seriliyor ve kalp atışına kadar tüm fonksiyonları gösteriliyordu.
Lacivert merakla izlediğimi görünce açıklamaya başladı.

Kalabalık bir masayı inceliyordu. Masada alımlı iki kadın ve iki adam oturuyordu. Herkes partneriyle gelmişti. Lacivert masada konuşmakta olan esmer adamı yakın takibe aldı. Ekranda kalp atışından kan basıncına kadar tüm değerler göründü. "Şu an kaçırdığı silahlar hakkında yalan söylüyor" dedi çenesini kaşıyarak. "Son teknoloji bir silahı şimdiden birçok terörist grubuna sattı ancak kendi tekelini sürdürmek için kimsenin bundan haberi olmamasından emin oluyor." Şimdi de adamın yanındaki kadına odaklandı.
"Kadının hiçbir şeyden haberi yok, kalp atışlarını takip et. Konuyla ilgilenmiyor bile. Sadece görev icabı burada."

"Benim gibi" dedim mırıldanarak.

Lacivert keskin gözleriyle bir süre beni hapsine aldı. Akıl çelici görüntüsünden uzaklaşmaya çalışarak, bakışlarımı tekrar Dark Blue Kontrol Merkezine çevirdim.
Mahzenin dışında işleyen böylesine bir teknoloji... İnanılmazdı. Aradan birkaç dakika geçti. Gördüğüm her ayrıntı merakımı körüklüyordu. Belli etmeden Lacivert'e göz attım. Gözlerini hafifçe kısarak, seslerini yükselttiği iki kişinin konuşmalarına odaklanmıştı.

Adamlar aralarında Fransızca konuşuyorlardı ancak görünüşlerinden nereli olduklarını çözmemiştim. Zaten o an, hedefleri çözümleyemeyecek kadar şaşkındım.

Hala buradaki düzeneğe inanamıyordum. Bu kontrol merkezi buranın sorumlusunun Birlik olduğunu mu gösteriyordu, yoksa farklı bir açıklaması mı vardı?

Odada çılgınca turlamaya başladığımda kollarıma değen sıcak ellerin sayesinde yavaşlamayı akıl edebilmiştim.

Lacivert dağınık ve can alıcı görüntüsüyle tam karşımda duruyordu. İşaret parmağını kaşlarım arasında gezdirdi.
"Önce çatılan kaşlarını düzeltelim." dedi yumuşak bir tonla. Ve kollarımı bırakmayarak beni boşta olan koltuğa oturttu.

Kafamın karışık olduğunu açık eden ifademi bozmayarak yüzüne baktım.
"Burada rolüne devam etmene gerek yok James."

Dudaklarını düz bir çizgi haline getirerek, her zamanki ifadesizliğine döndü. Ancak gözlerinden geçen belli belirsiz keder beni biraz şaşırtmıştı. Yoksa iğnemelerim Edepsiz'i üzüyor muydu?
İşte buna hayatta ihtimal vermezdim.

Koltuğunu tam karşıma çekerek zarif bir el hareketiyle simülasyonu durdurdu. İki adam da donmuştu ama bulunduğumuz odanın camları arkasında kalan masalarında hala konuşmaya devam ediyorlardı.

"Şimdi, " dedi yumuşak bir sesle.
"Ne bilmek istiyorsun?"

"Burası size mi ait?" dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Biz?" diye sordu kafasını yan yatırarak. Dağıttığı saçlarının tutamları yine alnına dökülmüştü. Dikkatimin dağılmasına izin vermeden gözlerimi o görüntüden çektim.
"Birlik'ten bahsediyorum." dedim anlamamasına kızarak.

"Hem evet, hem hayır." dedi. Dikkatle gözlerimin içine bakıyordu.

Devam etmesini beklediğimi anlatmak adına ben de gözlerimi onunkilere diktim. Ve o anda harelerinde büyük bir değişimin oluştuğuna yemin edebilirdim.

"Birlik burayı tam da sana bahsettiğim bir oluşum için kurdu. Yani kulübün kurucusu Birlik'in ta kendisi. Ama elbette bunu kimse bilmiyor."

"Nasıl yani? İnsanların kirli işlerini yürütebileceği bir kulüp mü kurdunuz?" Hayretle ve biraz da sesimi yükselterek sormuştum.

"Hayır, hayır." dedi sakince. "Böyle kulüpler zaten vardı. Biz sadece kurduğumuz klüzün en iyisi olduğuna insanları ikna ettik ve sırlarını başka kulüplerde konuşacaklarına, burada konuşmalarını sağladık."

"Böylece tüm konuşulanlardan haberiniz olacaktı." dedim. Kaşlarım 'vay be' kıvamında havaya kalkmıştı.

James'in yüzünde memnun bir ifade belirdi. Ancak sorularım bitmemişti.
"Peki bu kadar zahmete ve bu kontrol merkezine ne gerek var? Demek istediğim, Jenny burada olduğuna göre, pek ala mahzenden de kontrol edebilirsiniz."

"İşler o şekilde ilerlemiyor." dedi ve ince parmaklarını saçlarında gezdirerek tutamları alnından çekti.
"Jenny burayla bağlantı kurabilse de verileri güvenlik açısından dışarı çıkaramıyoruz. Zaten buradaki mekanizmada uyku modunda çalışıyor. Ben yokken her şeyi filtreleyerek geri planda kaydediyor ancak ben geldiğimde sistem aktif hale gelerek herkesi yakın takibe alıyor."

Gözlerini bir anlığına kapayıp geri açtı. Ardından açıklamaya devam etti.
"Girişteki kontrolden sonra, sistem otomatik devreye girdi ve benim buraya gelebilmem için gizli geçitler hazır hale getirildi."

Derin bir nefes aldım. Anlattıkları tahminlerimin oldukça ötesindeydi.
"Peki bu kadar bilgi ile ne yapıyorsunuz?" dedim şaşkınca.

"Burada bir çok şey dönüyor Beren, ancak Isolation Unity'nin belirli bir görev tanımı var. Lokal meselelere müdahale etmiyoruz ancak yine de MİT'e katkıda bulunduğumuz oluyor."

"MİT'in sizden haberi var mı yani?"
"Elbette yok." dedi. Dudakları şaşkınlığım üzerine yukarı doğru kıvrılmıştı. Yanaklarındaki hareket o an için fazla gelmişti. Nasıl anlatmam gerektiğini bilmiyordum ancak kalbimin atışı hızlanmıştı.

"CIA üzerinden ilerliyoruz bu durumlarda."

Duyduklarımı zihnimde bir süre tarttıktan sonra aklıma gelen şeyle kaşlarımı çattım.

"Bana neden bu kadar şey anlatıyorsun James?"
"Sorduğun için." dedi sakince.

"Eskiden de sorardım." dedim şüpheyle.
"Ama cevapsız kalırdım. Günün sonunda hafızamı silip beni bir köşeye atmayı planlamıyorsun değil mi?"

Alayla sorduğum soru karşısında onun da benim gibi kaşları çatıldı. Lacivert hareleri önce küçüldü sonra da koyu bir bataklığa batmış gibi kararmaya başladı.
Tehlike çanlarının deli gibi beni çağırdığını hissettim.

Öfkeyle ayağa kalktığında, zaten kocaman olan vücudunun daha çok devleştiğine şahit oldum. Altındaki koltuk gürültüyle yere devrilirken, az önce havada seyreden özgüvenim şimdi yerle bir olmuştu. Oturduğum koltuğa iyice sinerek yutkundum ancak yanıma o kadar hızlı geldi ki aynı anda kapanan gözlerim korkuma eşlik etti.

Kokusunun bu kadar yakın olması korkudan atağa geçmiş kalbimin göğsümü daha fazla dövmesine neden oldu.

Nefesini yüzümde hissettiğimde ellerim koltuğun kollarını can havliyle kavramıştı.

"Neden gözlerini kapadın?" diye fısıldadı tehlikeli bir tonla.
"Sana zarar vermemden mi korkuyorsun?"

Ses tonundaki tehlike şefkatle karışmıştı. Bu nasıl bir karışımdı bilmiyorum ama göz kapaklarımı daha sıkı yumma isteği uyandırdı. Sanki gözlerimi açsam etraf alev alacaktı. Lacivert ikimizin de yıkımı olacaktı. Sessiz ama yakıcı bir silahtı o.

Kuruyan dudaklarımı ıslattım ama kelimeler adeta dilime dolanmıştı. Son derece tehlikeli bir adamı kızdırmıştım ama ona güvenmemem için beni devamlı uyaran bir bilinçaltına sahiptim. Bu karışıklıktan nefret ediyordum.

Cümle kurmayı başaramayınca başımı belli belirsiz salladım.

Lacivert derin bir nefesi havaya bıraktı.
Sesindeki tını iyice şefkate dönerken, parmağını yanağımda hissettim.

Kadife dokunuşu elmacık kemiğimde gezinirken vücudumun titremesine engel olamamıştım. Ne yaman bir çelişkiydi bu, bedenim dokunuşu altında titrerken, zihnim ondan köşe bucak kaçmamı emrediyordu.

"Sana hiç, bilerek zarar verdim mi?" diye sordu fısıltıyla. Sesindeki şefkat ve tehlike yine birbirlerine karışmıştı. Minik dokunuşları altında titreyen tenim aynı ölçüde beynimi uyuşturuyordu. Düşünemiyordum ancak içten içe cevabı biliyordum.
Vermemişti.
Başımı olumsuz anlamında salladım.

"O zaman bu lanet fikre neden kapıldın?" dediğinde benimle oyun oynayan bilinç altımdan nefret ettim. Ses tonu ben tehlikeyim diye bağırıyordu adeta. Gözlerim hala kapalıydı ve bu sakin ama son derece yoğun ton ürpermeme neden olmuştu.

Cevap vermedim. Sabırsız bir nefesi havaya bırakırken, ses tonu sertleşmişti.
"Aç gözlerini Beren." dedi otoriter bir şekilde.

Yavaşça gözlerimi açsam da bakışlarımı ondan kaçırarak zemine odaklandım.

Ama James pes edecek gibi durmuyordu. Bakışlarımı yakalamak ister gibi önümde eğildi. Ses tonuyla tamamen zıt olan bu tavrı karşısında şaşırmadan edemedim. Dağınık ve dokunulası saçlarıyla biz dizinin üzerine çökmüş ona bakmamı bekliyordu. Bu anı sanki daha önce yaşamışım gibi düşündüren anlık bir his dalgası gelip geçerken, hala taş kadar katı olan yüzüne baktım. Güzel bir taş.

"Bana bak Beren," dedi sert ama sabırlı bir tonla.
Gözlerimi yavaşça gözlerine çevirdim.
"O güzel aklından ne geçiyor ya da ne düşünüyorsun bilmiyorum ama başından beri amacım seni korumaktı. Hala da öyle."

Ses tonu bir nebze de olsa yumuşamıştı. Ruhumun içine hapsolduğu karanlık kuyuyu aydınlatacak en ufak bir ışık yoktu. Bu adama karşı hissettiğim nefretin kaynağı boşlukta asılı kalmış gibiydi. Öyle ki ne ruhumdan söküp atabiliyor ne de yok gibi davranabiliyordum. Ancak o an, ona inanmak istesem de, zihnimde bunun büyük bir yalan olduğunu inatla fısıldayan bir taraf vardı.
Son zamanlarda süregelen bu karışık hissin verdiği yenilgiyle omuzlarımı ve gözlerimi düşürdüm. Edepsiz'in sesi kulaklarıma güzel ama derinliği olmayan bir melodi gibi çarpıp geçiyordu. Belki de kendimi fazlaca zorluyordum.
Düşüncelerim arasındaki çatışmayı kadife sesi bozdu.
"Gözlerini benden kaçırma Beren." dedi tekrar. Sesi sakin çıksa da sabırsızlığı gözlerinden okunuyordu. Onu sabırsız gördüğüm an pek yoktu. Ama buna bile şaşıramayacak kadar karışık bir haldeydim. Edepsiz beni ne zaman düşünmeye zorlasa karışıyordum ve direkt savunmaya geçmek istiyordum.
Korkumun yerini alan kafa karışıklığı adeta ona bakmamam için diretiyordu. Gözlerinde gördüğüm sabırsızlık harekete geçerek ellerini bana uzattı ve ince parmaklarıyla boynumdan kavrayarak, parmaklarının bir kısmıyla ensemi, bir kısmıyla da omuzlarımı hapsetti. Parmak uçları saçlarımı okşamaya başlamıştı bile. Bu ani ve sıcak temasla kendimden geçmek üzereydim.
Bu adamın kollarında oyuncak bir bebeğe dönüşüyordum. Bana ne yaptığını bilmiyordum ancak bedenimin ona verdiği tepkiler utanç vericiydi. Düşürdüğüm gözlerimi istem dışı olarak ona çevirdim. Bu hareketimle boynumu daha sıkı kavrayarak alınlarımızı yaklaştırdı. Bir nefes kadar yakındık artık.
Harelerini saran lacivert tonlardaki sıcaklık, tamamen savunmasız kalmamı sağlamıştı. Gözlerimi kapamak istesem de lacivertlerinin büyüsünden kopmak istemiyordum.
"İçinde bir yerlerde sana asla zarar vermeyeceğimi biliyorsun." dedi usulca.
Dudakları... Sanki acıyla kıvrılıyordu. Yüzündeki muhtaç görüntü kesinlikle zihin karışıklığımın yorumuydu.
"Sana asla zarar vermem..." bu sefer sesi fısıltıya dönüşmüştü ve elimde olmadan gözlerimi kapadım ve derin bir nefes bıraktım. Parmaklarının yanaklarıma kaydığını hissettiğim anda Kontrol Merkezi'ndeki arka planda kalan sesler yoğunlaşmaya başladı.
Lacivert boynumu yavaşça serbest bıraktı ve bu sefer de ellerinin oluşturduğu boşluk ürpermeme neden oldu.
"Gitmemiz lazım." dedi ve her zamanki ifadesiz ses tonuna büründü.
Bu adamı anlamakta o kadar güçlük çekiyordum ki. Bu gerçek hali ise az önce bana söyledikleri neydi? Hangisi gerçekti?
"Beren" diye seslendi tekrar.
"Gitmemiz gerekiyor."
Derin bir nefes alarak kafamı salladım. Gizli odaya girerken kullandığımız geçide yöneldik.
James aynı işlemi tekrarlayarak parmaklarını duvara sürttü ve bir saniye geçmeden gizli bölme açıldı. Sessiz olmak adına nefesimi tutmuş bekliyordum ancak geçidin açıldığı tuvalet kabinine girdiğimiz anda duyduğumuz seslerle yüzümü buruşturdum.
Seslerin yüzümü kızarttığı yetmemiş gibi bir de bulunduğumuz kabinden geliyor olduğu gerçeğiyle James'e döndüm ve ellerimle yüzümü kapadım.
"Bu utanç verici." Diye fısıldadım.
Dudakları alayla kıvrıldı. Benim aksime o içine düştüğümüz durumla oldukça eğleniyor gibiydi.
"Şştt, merak etme. Bu sadece klüp yetkililerinin şüphelenmemesi için, başka kimse duymadı."
İkna olmamış bir ifadeyle ona baktım ancak dudakları hala aralıktı ve gözlerinin içindeki ışıltılar dikkatimi dağıtıyordu.
Yüzüme doğru eğilerek baş parmağını dudağımda gezdirdiğinde, yanaklarıma oturan kızarıklıklar koca birer alev toplarına döndü.
Parmağını dudağıma bastırarak çene hizama kadar kaydırdı. Bu hareketiyle benim canım yanmamıştı ama onun yüzündeki ifade bir anlığına işkence çektiğini hissettirmişti. Elbette ifadesini anında değiştirerek parmağını dudağımdan çekti.
Girdiğim hipnozdan çıkarak tekrar fısıldadım.
"Bu neydi şimdi?"
"10 dakikadır ortalarda yokuz. Kimse rujunun dağılmadığına ikna olmaz."
Gülümsedi.
Benden ise sadece bir "ah." Sesi çıkabildi.
Yine ateş basmıştı. Ve bu ateş omuzlarıma dokunup askımın birini indirdiğinde yanardağa dönüştü. Tenim resmen aklıma ihanet ediyordu ve tek istediğim şu sahnelerin son bulmasıydı.
Nihayet kabinden çıktığımızda Edepsiz'in alaycı gülümsemesi solmamıştı ancak benim ciddi anlamda rol yapmaya ihtiyacım vardı. Resmen dağılmıştım.
Beni belimden kavrayarak aynanın önüne çektiğinde nefesimi tuttum. Sıcak dudaklarını boynuma değdirdi. İkimiz de nefesimizi tutmuş gözlerimizi kapamıştık. Elbette o muhteşem rol yapıyordu ancak ben kendimde değil gibiydim. Böyle bir adama karşı koymak çok zordu.
"Rujunu tazelesen iyi olur sevgilim" dedi imalı bir gülümsemeyle.
Anında rolüme bürünerek çantamdan rujumu çıkardım ve dudaklarıma gezdirmeye başladım. Lacivert gömleğinin açıkta kalan düğmelerini ilikliyordu.
O an her kim tarafından izleniyorsak, farklı bir senaryoya inanması olanaksızdı çünkü oldukça inandırıcıydık.
Lacivert derin bir iç çektikten sonra bana döndü. Bir an bu sahnelerin onun için de zor olduğunu düşündüm. Belki de yanında fazla acemi kalıyordum.
"Milen, sevgilim, şunu bağlamama yardımcı olur musun?" dedi gülümseyerek.
"Elbette." dedikten sonra gergin bedenine yaklaştım. Kokusu buram buram etrafımda dağılıyordu. Parmaklarımı boynuna uzattığım anda dudaklarını kulağıma yaklaştırdı.
"Titriyorsun sevgilim, bu kadar mı iyiydi?" dedi edepsizce.



Dudaklarımdaki yanma hissi nefesimi kesiyordu.
Sertçe yutkunarak kalbimin tutturduğu tempoya kulaklarımı tıkamayı denedim. Rüya da olsa mantığıma sığınmam gerekiyordu. Şayet Lacivert'in kolları arasında titreyen vücudum bana fazlasıyla ihanet ediyordu.
Gözlerindeki renkliliğe bakma hatasını yaptığımda kanımdaki fokurdama, kalp atışlarım gibi kulaklarıma ulaştı. Vücudumu saran sıcaklık, harelerindeki dans ile ateş topuna dönüşüyordu.
Beni zehirliyordu. Rüyalarımda bile beni zehirliyordu. Bunu bilen bilinçaltıma karşılık, teslim olmamı fısıldayan kalbim adeta Edepsiz'in haklı olduğunu haykırıyordu.
Benliğim onu istiyordu. Ama neden? Bu adamdan başından beri nefret etmiyor muydum? Öldürücü bir toksin gibi etrafımda dağılan kokusu zihnimi öyle bulandırıyordu ki, düşüncelerim arasında sıkışıp çaresiz kalıyordum. Benden adeta izin bekleyen gözlerindeki acıyı görmezden gelmek zor geliyordu.
Rüya diye fısıldadı zihnim.
Sadece rüya.
Kaçıp kurtulmalıydım.
Ancak gözlerinde gördüğüm samimiyet ve arzu, kaçışımı öylesine zorlaştırıyordu ki, bir rüyadan bu kadar etkileniyor olduğuma lanet ettim. Dudaklarının bünyeme sızdıracağı zehirden can havliyle kaçarken sığınabileceğim en yakın durak sıcak kolları ve gergin göğsü oldu. Başımı hızla göğsüne dayadığımda bu geçici sığınakta kalp atışlarımın dinmesini diliyordum. Ancak vücut ısısı kanıma karıştıkça, bu sefer de tenimi zehirliyordu.
Başımı iri gövdesine gömdükten sonra zaten gergin olan kaslarının taş kesildiğini hissettim. Kaçma girişimlerim yine kollarına kadardı. İnce parmakları saçlarıma ulaştığında mucizevi bir şekilde sakinleştiğimi hissettim. İçten, oldukça derinden bir iç çekti. Ardından fısıltısı kulaklarımı işgal etti.
"Cennet'in bu kadar yakınken beni cehenneminde yakıyorsun Deirdre."
"Deirdre" diye sessizce tekrar ettim. Bu bir rüyaydı belki ama ilk duyduğumdaki kadar anlamsız gelmemişti. Uykumun ağırlığıyla bulanık bir buluta saplanan zihnim bir kez daha fısıldadı "Deirdre". Bu karmaşık ve can yakıcı rüyadan sağ salim uyanmak için gözlerimi kapadım.
*
Sabah uyandığımda her şeyi gayet net hatırlıyor oluşum garip gelmişti. Kupkuru dudaklarımın ve içimdeki hararetin etkisiyle hızla mutfağa gidip bir bardak su doldurdum ve bir dikişte içtim. Susuzluğum bile rüyadan kalma gibiydi.
Banyoya geçip hazırlandıktan sonra bir şeyler atıştırdım ancak hala kafamda Lacivert'le ilgili düşünceler dönüyordu. Sadece gerçeğe yakın bir rüyaydı diye hatırlattım kendime. Kaldı ki ben de sırf rüya diye o şekilde kontrolsüz davranmıştım. Aksi taktirde, Lacivert'in kollarında uyuma fikri... Elbette anlamsızdı!
Belki Mike'ın bulaşıcı neşesi kafamda dönen hesapları durdurmaya yetebilirdi. Odamdan çıkıp Mike'ın odasına ilerledim.
Kapısını tıklattığımda, bir süre içeriden ses gelmesini bekledim ancak çıt yoktu. Kapıyı hafifte ittirip, kilitli olmadığını anlayınca, kafamı uzatıp içeriye bir göz gezdirdim.
Mike yastıklara savaş açmış bir şekilde, sele serpe yatakta keyif sürüyordu ve horlamanın eşiğine yaklaşmış garip sesler çıkarıyordu.
Önümde beliren görüntüye kısık sesli bir kahkaha attım. Onu uyandırmakla, odama dönüp dönmemek arasında kalmıştım ama yalnız kalmak da istemiyordum.
Tereddütümü bir kenara atıp içeri girdim. Dostlar bu günler içindi.
Odada ilerledikçe Mike'ın ne kadar dağınık olduğu daha fazla gözler önüne seriliyordu. Kınayan bakışlarla adımlarımı hızlandırarak yatağına yaklaştım. Ancak bu sefer de, duyduğum ağır koku yüzümü buruşturmama neden oldu. İki parmağımla burnumu tutarak yere düşen yastıklardan birini aldım ve Mike'in kafasına geçirdim.
Hiçbir tepki yoktu.
Bu kokuya katlanmaya niyetli değildim, acilen kalkıp duş alması gerekiyordu. Yastığı bir kez daha kafasına indirdim. Ancak yine uyanmamıştı.
Aksine homurdanarak yatağa daha çok gömüldü. Bu sahne beni tekrar gülümsetti. Mike gözünü açıp kim olduğuma bakmaya tenezzül etmezken, Edepsiz'in şimdiye kadar beni tehlike addedip yere sereceğini düşündüm. Bu düşünceyle kızaran yanaklarım onu aklımdan atamadığıma işaretti. Sıkıntıyla bir of çektim ve yastığı daha sert bir şekilde kafasına indirip bu sefer sonuç almayı bekledim.
Gözleri aralanır gibi oldu.
"Haydi, uyan Mike! Hadi canım sıkılıyor." diye sitem ettiğimde gözleri kapalı olduğu halde sırıtmaya başladı.
"Biraz daha yastıkla dövsene, masaj niyetine iyi oluyor."
Gözlerimi kısarak elime geçen ilk ağır nesneyi ona gösterdim.
"Uyanmazsam bununla döveceğim."
Gözlerini hafifçe aralayarak bana baktı. Elimde ağır olmasına rağmen neye benzediğini çıkaramadığım şeyi gördüğü an, ok gibi yataktan fırladı.
"Tamam kovboy sakin ol, teslim oluyorum, ama önce elinde tuttuğun, Rugby tarihinde kazanılan ilk kupayı rahat bırakıyorsun." Yüzünde oluşan korku kahkaha atma isteği uyandırsa da, onu şüpheyle süzerek elimdekini yere bıraktım.
"Rugby mi?" dedim hayretle. "Bu garip şey bir Rugby kupası mı?"
Oldukça eski görünmesine ragmen antika gibi de durmuyordu. Dikkatlice bakınca tepesinde yamuk bir topun şekillendirildiğini gördüm.
"O kupa, 1800'lerden kalma. Rugby konusunda fikir sahibi misin bilmiyorum ama aslında Romalıların ve Yunanlar'ın oynadığı ilk top oyunlarından biridir. Futbol tarihi Rugby'den daha eski görünse de, Rugby çok daha eski bir tarihe sahiptir."
"Vay be," dedim şaşkınlığımı gizlemeyerek, "senin bu konulara ilgin olduğu aklıma gelmezdi."
"Ben bir isolaterım fıstık," diye sırıttı. "Tabii ki her konuda bilgim var."
"Pekala bay çok bilmiş," diyerek parmağımı ona uzattım. "O zaman gidip bir duş almanın vakti geldiğini de bilmen gerekir. Leş gibi kokuyorsun." Söylerken tekrar burnumu tutmuştum.
Söylediğime daha çok gülerek bana yaklaştı.
"Bazıları sizin aksinize eğlenmeyi biliyor tatlım."
"Bu eğlenceye umarım Sinem de dahildi." dedim tek kaşımı kaldırarak.
"Tabii ki," dediğinde gözlerinde oluşan parlamayla içimin ısındığını hissettim. "Zil zurna şarhoş olup kızı oralarda bırakmadın değil mi?" diye sordum tekrar gözlerimi kısarak.
"Biz şarhoş olmaya bile eğitimliyiz fıstık," deyip elini omzuma atınca, kötü kokusundan uzaklaşmak için hızla kendimi geriye attım.
Leş gibi haline karşılık hala havalı görünmeye çalışıyordu. Normalde bu hareketine gülmem gerekirken cevap vermedim ve hızla odadan çıkıp kapı eşiğinden bağırdım.
"Ben odamdayım, işin bitince gelirsin."
Mike'ın bu ani tavır değişikliğim karşısında şaşkınca arkamdan baktığını tahmin edebiliyordum. Ancak ben de neden bu kadar tepki gösterdiğimi bilmiyordum. Alnımda biriken ağrıyı dağıtmak için parmaklarımı saç diplerime bastırdım.
İç sıkıntımdan kurtulamadığım gibi şimdi bir de baş ağrım çıkmıştı. 'Zor bir gün olacak' diye kendi kendime mırıldanarak odama yöneldim.

Continua llegint

You'll Also Like

778K 46K 66
"Hiç bir aile karesinde yerim yokmuş ki benim" Ben Buse. Buse Yalın olarak doğmuştum ve şimdi Buse Gamzeli olarak ölecektim. Bu ruhu ölmüş, bedeni ya...
19.5M 1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
2.8K 449 11
Üniversiteye giden her genç gibi Rachel'ın da tek derdi geçmesi gereken finallerdi ama her gün uğradığı kahve dükkanında silahlı saldırıya uğrayınca...
688K 51.6K 5
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...