sunya

By itsajuliet

405K 39.1K 14.8K

"Sana sıfırın bir değeri olmadığı söyleyen ahmaklara sakın inanma." 2016-2022 #bangtan More

•giriş•
•1•
•2•
•3•
•4•
•5•
•6•
•7•
•8•
•9•
•10•
•11•
•12•
•13•
•15•
•16•
•17•
•18•
•19•
•20•
•21•
•22•
•23•
•24•
•25•
•26•
•27•
•28•
•29•
•30•
•31•
•32•
•33•
•34•
•35•
•36•
•37•
•38•
•39•
•40•
•41•
•42•
•43•
•44•
•45•
•46•
•47•
•48•
•49•
•50•
•51•
•52•
•53•
•54•
•55•
•56•
•57•
•58•
•59•
•final•
-son söz-

•14•

7.2K 751 235
By itsajuliet

Dünyada kaldığınız süre boyunca birçok şey yaşarsınız ama sadece on bir kez, nirvanaya ulaşırsınız derler.

Kimin dediğini sormayın, cidden çok uyduruk bir kitapta buna denk gelmiştim ama bir şekilde yine de böyle düşünmek hoşuma gidiyordu.

On sekizinci yaşımın ilk yarısında bahsedilen bu Nirvana 11'inin hiçbirini yaşadığımı sanmıyordum. Bu anlar, acı ya da mutsuzlukla ilgili olsaydı belki de sınırı aşmış olurdum ama iş mutluluğa ya da güzel şeyler hissetmeye geldiğinde, en az yirmi adım geriye atıyor ve sessizce ortamdan uzaklaşıyordum.

Dokuz yaşımdayken babamın psikolog arkadaşı, ailevi sorunlardan dolayı yaşadığım travmanın etkilerinin azaldığını söylemişti ve tam bu dönemde Minjae'yle tanışmıştım.

O yaştayken kaybettiğim herkesten ve her şeyden geriye kalan tek kişi Yoo Seul olmuştu.

Yooseul'la yaşadığımız sorunları kapsayan arkadaşlığımız, Minjae'yle aynı servise yazılmam ve onların komşumuz olması sebebiyle sekteye uğramıştı.

O yıllara dair hatırladığım şeyler oldukça azdı ama yine de aklımda kalanların çoğu Minjae ve... Minjae'ydi.

Onunla serviste sadece susardık, odamda belgesel izlerken susardık, onun odasında bilimsel kitaplar okurken susardık, yemek yerken, aynı matematik kursundayken... Yani biz genelde birlikteyken konuşmazdık ama Minjae bir yerden sonra, kendi kalıplarını kırmıştı. Bir ara benimle dans etmeye falan da çalışmıştı ama onda tuhaf duruyordu çünkü normal olan her şey Minjae'de tuhaf dururdu.

Anılardan kopup, odamın günümüzdeki haline baktığımda bana el sallayan Minhyuk'u fark ettim.

"Nuna! Bunu yiyebilir miyim?" diye sordu nereden aldığını anlamadığım çikolatayı göstererek.

"Tabii,"

Yatağa oturduğumda o da çikolatasını yerken, diğer yandan konuşmaya başladı.

"Hala neyi düşünüyorum, biliyor musun nuna?"

"Neyi?"

"Abimin... Sunya Nuna'dan hoşlanıyor olma ihtimalini."

Kafamda bunun imkansızlığıyla ilgili matematiksel bir şema çizerken alayla güldüm.

"Öyle bir şey olması mümkün değil, Minhyuk."

"Neden olmasın? Nuna çok güzel ve çok zeki. Her erkek senden kolayca etkilenebilir."

Muhtemelen bu dünyadaki erkekler değil, diye düşünürken arkama yaslandım.

"Hem... Eğer Minjae Hyung ya da şu dün gelen serseriden hoşlanmıyorsan seninle ben evleneceğim, nuna."

Bahsettiği şu dün gelen serseri Jungkook'tu. Ama bunu görmezden geldim. Gülerken ona benden küçük olduğunu ve bunun doğru olmayacağını birkaç defa daha anlattım. Her defasında farklı bir sebep gösterip, beni mutlu edeceğini falan söylüyordu.

Saat dokuza gelirken, -bunu yapmam için o kadar ısrar etmişti ki, kıramamıştım- vahşi hayvanlarla alakalı bir hikaye anlatıyordum.

O soru sormayı bırakıp burnundan tuhaf bir ses çıkarmaya başlayana kadar fark etmemiştim ama kafamı karşımdaki duvardan ona doğru çevirdiğimde, uyuduğunu gördüm.

Kalkıp üzerine battaniyemi örttüğümde "Ayy," gibi bir ses duyuldu.

"Ne tatlı~"

Bay ve Bayan Lee, arkalarındaki babamla birlikte kapının önünde duruyorlardı.

"Ona ablalık yaptığın için teşekkürler, Nari." dedi Bay Lee.

Bayan Lee ise gülümseyerek bizi izliyordu. Tebessüm etmeye çalıştım ve bu kez yapmacık olmadı çünkü Minhyuk'u %78 falan seviyordum ki bu... Pek görülmüş bir şey değildi. Benim sevgimi verebildiğim insanların çoğunun (hatta neredeyse hepsinin) derecesi %50'nin altındaydı.

Bay Lee, Minhyuk'u uyandırıp arabaya kadar neredeyse taşıdıktan sonra babam ve ben salonda tek kalmıştık.

"Bulaşıklar için yardım istersen..." dediğimde omuzlarını ovalıyordu.

"Ah, boş ver. Cidden çok yorgun hissediyorum. Soo Hyun yarın halleder."

Onu başımla onaylayıp merdivenlere yöneldim.

"Pekala. İyi geceler."

O da kendi odasına yönelirken seslendi.

"Tatlı rüyalar, prenses."

Sabah, her zamanki gibi sıradan yalnız bir cumartesi günü geçirmeyi planlıyordum. Ilık ve bulunduğumuz semte göre biraz fazla sessiz bir hafta sonuydu. Hava hayal ettiğimden daha kapalıydı. Gökyüzü bir şeylere darılmış ama gururundan ağlamıyormuş gibiydi. Ama bu kadar kara bulut dertleşmek için bir araya gelmiş olamazdı, akşama kadar gözyaşlarını illa bırakacaktı.

Öğleden sonra iki buçukta Harry Potter Serisi'nin filmlerini yeniden izlediğim sırada odamın kapısı sertçe açıldı.

"Heyy!"

"Basıldın!"

"Oha, odası büyükmüş."

"Sunya'ya göre fazla... Modern bir oda."

"Sen ne bekliyordun ki?"

"Bilmem... Mesela her yerde sıkıcı tablolar ve... Ansiklopediler?"

"Of! Sussanıza!"

Üçlü parazitler, kendi içlerinde bir kaosa giriştiğinde ve son olarak Yooseul onları uyardığında, bıkkınlıkla filmi durdurup sandalyemi geriye ittim.

"Farkında mısınız bilmiyorum ama sizi duyabiliyorum."

Hepsi içeri girdikten sonra Yooseul kapıyı kapattı.

"Burada ne yapıyorsun?"

O sırada Sora, izin almadan oldukça rahat bir tavırla dışarıda giydiği kıyafetlerle yatağıma oturdu ve komodinin üzerindeki kutuyla oynamaya başladı.

Iseul ise duvarlardaki posterleri inceliyordu.

"Baksanıza, film izliyor işte." diyen Iseul posterlere gözleri bozukmuşçasına (ya da emin olmak istercesine) yakından bakması yetmiyormuş gibi diğer yandan onlara dokunuyordu.

"Sıradan bir asosyalin sıradan bir günü." dedi Sora. Büyükbabamın bana hediye ettiği kolyeyi koluna takmaya çalışıyordu.

"Öyle demesene belki alınabili-Ah,bu bir Flyleaf posteri mi? Cidden onları dinliyor musun? Çok severim!"

Bunu söyleyen Iseul, kitaplığın yanındaki rozetlere yönelmişti.

Kızlar odamı didiklemeye devam ederken, dokundukları her şey saçımdan bir tel çekiliyormuşçasına rahatsız hissetmeme neden oluyordu.

Bıkkın bakışlarımı fark edebilen tek insan Yooseul'dı.

Çalışma masasının yanındaki sandalyeyi, benimkine yaklaştırıp oturdu.

"Biraz konuşmak ister misin? Hayır, hayır. Bunu sormam bile hata. Biraz konuşalım, Nari."

Pekala. Eğer Yang Yoo Seul bana gerçek adımla hitap ediyorsa ciddi bir şeyler var demekti.

"Onlar buradayken rahat olamayacağımı biliyorsun, değil mi? Bildiğin halde gelmelerini söyledin."

"Yemin ederim bu kez ben bir şey söylemedim. Seni sevdiklerine inanmıyorsun ama... Cidden seninle konuşacağımı söylediğimde gelmek istediler. Bizimle artık daha az takılman onların da dikkatini çekti tabii."

Yooseul'un bu söyledikleri arasından en az üç yalan çıkartabilir ve bunu ispatlayabilirdim ama yapmadım. İnanmış gibi yaptım, başımı pencereden tarafa çevirdim.

"Bugün seni bir yere götürmek istiyorum." dedi.

"İtiraz etme. Kızlar da gelecek ama bizi orda yalnız bırakacaklarına söz verdiler."

Nirvana rozetlerimden birinin üzerindeki etiketi çıkarmaya çalışan Iseul bir anda bize doğru döndü.

"Aa, nereye gidiyoruz?"

Kolyelerimi birbirine dolamış olan Sora da kafasını çevirip gülümsedi.

"Yemek yiyelim mi? Çok acıktım."

Aslında önce gitmek istememiştim ama Yooseul ilk defa gideceğimiz yerin neresi olduğunu oraya varmadan önce öğrenmeme izin vermişti.

"Han Nehri'ne gidiyoruz." derken gözlerinde pek sık göremediğim bir şey vardı.

"Küçükken hep yaptığımız gibi."

Doğruydu. Küçükken daha yakın olduğumuz zamanlar ailecek Han Nehri'ne piknik yapmaya giderdik. Yooseul, Yoogeun, Nayeol ve ben vardık.

O zamanlar... Ailelerimiz eksik ya da yarım değildi. Ve belki biz de... Bu kadar yıpranmış ve yıkılmış değildik. Aileyi bir binaya benzetecek olursak, şimdi sadece yıkık dökük parçalarımız kalmışken, o zamanlar kolonlarımız sağlamdı. Güçlüydük, mutluyduk.

Han Nehri'ne Yoogeun ve Nayeol gittiğinden beri uğramamıştım.

Tahmin ettiğim gibi varır varmaz Yooseul beni o küçük inimize sürükledi.

Sora ve Iseul basketbol sahasında koşuştururken biz taş mermerin arkasına doğru yürüdük, ağaçların biraz ilerisinde durduk.

Yooseul, eliyle zeminin üzerindeki taşları ovaladı ve kırık olanı bulup yerinden çıkardı.

"Bak... Hala burada..."

Ellerini silkelerken oturdu, kolumdan çekip benim de oturmama neden oldu.

Taş zeminde yazılan şeyi birkaç defa okudum ve ağlamamaya çalıştım.

"Yoogeun - Süper Kahraman

Nayeol - Şarkıcı kız

Yooseul - Sulu göz

Nari - Çakıl taşı

17 Mayıs 2005'ten SONSUZA DEK..."

Gözlerimin kızardığını hissedebiliyordum. Hissetmek, sıklıkla yaptığım bir şey değildi. Genelde mantığımla hareket ederdim ve Yooseul bunu çok iyi bildiğinden beni buraya getirmişti.

Derin bir nefes aldım.

Yoogeun ve Nayeol...

İkisinin de hayali zihnimde canlanıp içimdeki hasreti körükledikten sonra bu şey onların silüetini yanımızda görmeme neden olurken Yooseul ve ben birbirimize baktık, bir süre sustuk.

Susmaktan ve hissetmekten başka yapılabilecek bir şeyimiz yoktu zaten.

-

Continue Reading

You'll Also Like

40.9K 3.9K 43
Birbirine rakip iki müzik grubu: Heartless ve Paradise. Bu iki grup arasında filizlenecek bir aşk nelere sebep olabilirdi ki? ❅ 19.10.23 bxg #1 01.0...
playhit By fb

Fanfiction

111K 12.2K 40
[bts,bp] ༄ "Playhit'e hoşgeldin. İki tarafta birden yer alamayacağın bu oyun sonun olabilir. Dikkatli ol, iki grupta oyunun yöneticisi tarafından ona...
40.2K 3.6K 60
"Mutluluk..." dedim koyu gözlerine bakarken. Düşlediğim bir zamanın içindeydim. "Bu anı ileride hatırladığımda, senin hâlâ yanımda olacağını bilmek...
228K 24.6K 56
Ben Seon Ah... Sarayda kalmamak ve ailemin katilinin oğluyla evlenmek istemediğim için lanetlendim. Tanrı'nın emirlerine karşı gelerek Kraliçe olmak...