'Till We Surrender

By Elifeyza

1.1M 33.4K 6.8K

“Birincisi-” “Harika, bir de maddelemiş.” gözlerimi devirdim. Beni önemsemeden, devam etti. “Birincisi, kimse... More

1; "Fake It or Pretend"
2; "Getting Hot In Library?"
3; "Let's Cheers To This"
4; "Offer From A Gentleman?"
5; "The More You Ignore Me; The Closer I Get"
6; "Held You Close 'Till I Can Barely Breathe"
7; "A Chance Of Overtime..."
8; "Jealousy It Taints?"
9; "You Better Believe In Karma"
10; "Secrets With Benefits"
12; "Show You Who You Belong To"
13; "Believe In Me, Don't Be Leaving Me"
14; "Two Jerks Are Better Than One Jerk Kind of Thing"
15; "The Way We Hate Each Other"
16; "Take It Off, You Want It Off"
17; "We're Done Here"
18; "Look At Me Instead of Moving On"
19; "Rules Are Broken, So Am I"
20; "Mend A Broken Heart"
21; "Should Have Known This Wasn't Real"
22; "Not In Love"
23; "Smells Like Front Porch Kiss"
24; "Flusick More Like Lovesick"
25; "Friendzoned" / Part I
25; "Friendzoned" / Part II
26; "Still With Hearts Beating"

11; "One Rule Of Cuddling: Break The Rule"

37.9K 954 164
By Elifeyza

Öncelikle bilmenizi isterim ki her zaman bu kadar aptal değilimdir. Bence bu defaki Harry’nin evinin atmosferinden kaynaklanıyor. Biliyorsunuz, ev fizik kurallarının geçersiz olduğu bir tür hassasiyet ya da paranormal kesişim noktasından geçiyor olabilir.

Ya da ben sahiden fazla aptaldım. Muhtemelen durum bundan ibaretti çünkü Harry neredeyse her ne haltı yanlış anlamışsa bundan dolayı evde terör estirecekti ve ben hala saf saf etrafa bakmakla meşguldüm. Ve tek gördüğüm de birbirine ölümcül bakışlar fırlatan yeşil irislerdi, gamzelerden eser bile yoktu.

Her ne kadar kendimi bir kenarda unutulmuş grup seks üyesi gibi hissetsem de, ayağa kalktım ve boğazımı temizleyip beklentiyle bakışlarımı üstlerine diktim. “Hey,” diye mırıldandım aptal aptal. Anne, Gemma ve Harry’nin bakışları anında üstüme dikildi. “Bayanlar, eee sorun olmazsa ben artık eve-”

“Hayır!”

“Hayır!”

“Hayır!”              

Aynı anda üçünün de aynı itiraz kelimesini kullanmaları onların aksine beni irkiltmişti. Şaşkınlıkla kaşlarımı kaldırıp, bir adım geriye gittim. “Pekâlâ?”

Kendine ilk gelen Anne olmuştu. Başını iki yana sallayıp, Harry’yle Gemma’nın arasından geçti ve yanıma geldi. “Affedersin tatlım,” dedi, tanık olduğum tuhaf şeyden dolayı mahcup görünüyordu. “Gitme demek istedim,” bir süre bakışlarını beklentiyle Harry ve Gemma’ya dikti, bir tür onay bekliyor gibiydi. İstediğini anlamayacağını fark etmiş olmalı ki, bozuntuya vermeden gülümsedi. “Onlar da öyle demek istedi.” Dedi dişlerinin arasından. Zihninde her an çıkması olası abla-erkek kardeş kavgası konusunda bir şeyler tasarlıyor gibi görünüyordu.

Başımla onaylayıp, “Ona ne şüphe.” Diye mırıldandım. Kafam karışmıştı. Beklemeden iki küçük adımla Harry’nin önüne gidip, tereddütle omuzuna dokundum. “Stili-E, Harry, hey,” başını usulca çevirdi, Gemma’ya sertçe diktiği bakışları yine benimkileri buldu. “Artık müjdeli şeyi alıp gidebilir miyim?” diye sordum en masum tavrımı takınarak.

Bir anlığına da olsa onunla konuşuyor olmama şaşırmış görünmüştü. Gecenin başından beri ilk defa kafayı çalıştırmayı denedim ve bunun, Gemma ve Anne'in bana anlattığını sandığı şeyin, arkama bakmadan kaçmama sebep olacak bir içerik barındırdığını anladım. Of geri zekâlı çocuk, kesin hala oyuncak ayısıyla uyuduğu gibi bir sırrı ele verdiklerini sanıyordu.

Nasıl oldu bilmiyorum ama, Harry aniden yine keyiflenmenin bir yolunu bulmuştu.

“Aslında hayır,” diye cevapladı Anne sorumu, Harry bana gevrek gevrek sırıtmayı seçerken.

“Hm?” sorarcasına onlara baktım. “Ben bir şey mi kaçırdım?”

“Öyle görünüyor.” dedi Harry sırıtışını bozmadan. “Benimle gel.” Bir an sonra eli bileğimi kavramıştı. Bütün gece bana ve Harry'ye pek dostça yaklaşmayı tercih etmeyen Gemma'nın Harry'nin elini izlerken gülümseyişini bastırmaya çalışması gözümden kaçmamıştı.

Anladım, sorun genlerdeydi. Ailecek dengesiz olmanın başka açıklaması yoktu.

Harry'nin peşinden ilerlerken bahçe kapısına geldiğimizi fark etmiştim. “Nereye gidiyoruz?” diye sordum. “Hey, bekle çantamı alm- Ah.” bahçede, tam önümüzde duran çadıra öylece bakarken kaşlarımı çattım. “Çadır.” diye mırıldandım kısaca. Harry bileğimi bırakıp kısa bir alkış tuttuğunda gözlerimi devirdim. “Pekala, bu kadar yeter. Aklından ne geçiyorsa bir saniye içinde ötmezsen-”

“Burada kalacaksın,” dedi benim aksime sesini alçaltma ihtiyacı hissetmeden. “Benimle.”

“Çadırda.” dedim ifadesizce.

Omuz silkti. “Kimseyi uyandırmak istemeyiz.”

“Çadırda.”

Başını salladı. “Yataktan da kurtuluruz.”

Şey, evet size beleşe genel kültür bilgisi: Seks için yatak kullanmıyoruz. Bizim tarzımız değilmiş de bilmem ne.

Sinir bozucu halimi sürdürmekte kararlıydım. Dudaklarımı konuşmak için yeniden araladım. “Çadırda.” Diye mırıldandım kısaca.

Kaşlarını kaldırdı. “Anlamana sevindim, Kimberly.”

Ona bir tane çarpmak istedim. “Anladığıma ben de sevindim geri zekâlı. Anlamayan sensin. Kural.”

“Hm?”

Ayağımı yere çarptım. “Of, Harry,” Ona yaklaşıp gözlerine küçük bir çocuk inadıyla baktım. “Biz birlikte kalamayız ki. Anlamıyor musun? Kural bu, birlikte uyuyamayız.”

Aramızdaki minicik mesafeyi kapatırken her an yakalanabileceğimiz ihtimalini hiç de önemsiyor gibi görünmüyordu. Bir anlığına kalçamda hissettiğim eli, hafifçe bel oyuntuma yükseldi ve beni aniden vücuduma yaslayıp, yüzünü bana eğdi. Bu kalp atışımı duymasını engelleyecek gibi aptal bir hisse kapıldığımdan nefesimi tutmuşken, dudaklarının hareketini kulağımın hemen ardında hissettim. “Ah, Berry-Berry,” diye fısıldadı. “Sana uyuyacağımızı kim söyledi ki?”

Dişleri kulak mememi ısırırken, duraksayıp aniden geri çekildi. Bana nasıl baktığını gördüğümde gözlerim irice açıldı. Aman tanrım, kesin yakalanmıştık. Kesin yakalanmıştık. Kesin hemen yan tarafımızda Anne ya da Gemma ya da Candice? Ya da ben ne bileyim işte-

“Tanrım, Kimmy,” dedi Harry, şaşkınlığı hala sürüyordu. “Nefes al.”

“N-ne?”

“Nefes,” diye tekrarladı. “Nefes al tanrı aşkına. Ölürsen hiçbir işime yaramazsın.”

Ne kadardır tuttuğumu bilmediğim nefesi bırakırken, kaşlarımı çatmıştım. “Bu çok kabaydı.” Dedim gözlerimi kısarak.

Biraz önce annesinden azar işitmiş gibi yanağının içini ısırdı, bu bir anlığına gamzesini belirginleştirmişti. “Üzgünüm.”

Bahçe kapısına yürümeye başladığında, peşine takıldım. “Ben ciddiydim!”

“Ben de öyle.”

Yok yok. Kesin genlerdendi. Kesin.

***

“Hadi. Şimdi ben de bir kuşum, de.” Dedi Allie, dudaklarını Noah’nınkilere bastırırken.

Noah öpücüğün arasından gülümsedi. “Eğer sen bir kuşsan, ben de bir kuşum.”

Kollarımı göğsümde birleştirip arkama yaslanırken boş boş ekrana bakmayı sürdüyordum. Biri yanımda burnunu çekene kadar.

Gözlerim irice açılmış halde Harry'ye döndüm. “Ciddi misin?”

Yüzüme bakmadı. “Bu alerjik, tamam mı?”

“Nicholas Sparks alerjisi mi?” diye sordum alayla. “Ne tesadüf, bende de var. Ama benimkinin semptomları arasında göz yaşı yok.” beklemeden playerın kapağını indirdim. Harry itirazla dudağını büzüp kapağa uzandığı an elini kavradım. “Hayır, hayır, hayır,” dedim inatla. “Cidden, Harry kusmak üzereyim ve akşam yemeğinden olduğunu hiç sanmıyorum.”

Omuz silkip arkasına yaslandı. Bense, loş ışıkta bir süre öylece büzülmüş dudaklarına baktım. Biraz önce izlediğim öpüşme sahneleri, hepsi onların suçu olmalıydı.

Zorlukla yutkunarak başımı diğer tarafa çevirdim, sandığınızın aksine bu geceyi birbirimizi yiyerek geçirmemizin bir yolu yoktu. Harry'nin söylediğine göre Gemma ve Anne bizi kendi halimize bırakıp odalarına çekilmek için fazla meraklılardı. Ve yine onun söylediğine göre, zaten başından beri amacı öyle bir şey değildi.

Seks bağımlısı falan değildim, geceyi böyle geçirecek olmak sorun değildi. Yani hafta sonunu planını hepiniz biliyorsunuz değil mi? Ona tutunabilirdim, hem seks partnerlerinin bir süre fiziksel temastan kaçınmasının iyi sonuçlar doğurduğunu da biliyordum. Sadece... Biz seks dışında hiç yalnız kalmamıştık. Ve bu çok ilginçti çünkü yan yana birbirimizi düzmeden ya da öldürmeden kalabileceğimize hiç garanti vermiyordum. Ama buradaydık işte, sebebini bilmesem de.

“Hey,” dedim sessizliği bozarak. “Bak ne diyeceğim. Bir şeyler dinlemeye ne dersin?”

Başını çevirip boş boş yüzüme baktı. “Yeni müzikler keşfetmek? Bilinmeyen grupları bulmak? Bir başkasının Ipod’ını karıştırmak? Hadi ama, ne biçim hipster’sın sen?”

Yanaklarını şişirdi. “Pekala.” dedi kısaca.

Başımı sallayıp çantamı kucağıma aldım ve Ipod’ımı çıkardım. Ona uzatırken, yanıp sönen telefonumu göz ardı edemeyip, elime almıştım.

21 yeni mesaja bakarken, Harry çoktan playlistime göz atmaya başlamıştı bile. Beklemeden rehberde kaydı olmayan numaradan gelmiş, alt alta sıralı mesajları bir bir okumaya başladım.

‘Hey, Kimberly. Yanlış numara olmadığından emin olmak istedim  -Ted.’

‘Kim? -Ted.’

‘Merhaba? -Ted.’

‘Kiiiiiiiiiiiiiiiiim? -Ted.’

‘Pekala, bunu aldığında bana maç konusundaki kararını mesaj atar mısın? -Ted.’

‘Hy Kim. Pub’dym. Glmeek istre msiin? Snaa içk alıırm xxxxx-Ted.’

Son mesajı okuduğumda gözlerim istemsizce irileşmişti. Tanrı aşkına, bana sarhoşken bile mesaj atmıştı.

“Kim?”

Başımı kaldırıp, Harry’ye baktım. “Hm?”

“Kötü bir haber mi?”

Dudağımı ısırdım. “Pek sayılmaz...”

“Emin misin? Kızarmaya başladın ve-” gözlerini kısıp telefonuma baktı. “İzin ver bir bakayım,” diye mırıldandı. Bunu o kadar umursamazca söylemişti ki, bir an ne demek istediğini anlamamış ve telefonu almasına izin vermiştim.

“Hey,” diye itiraz ettim. “Stilci, ver onu bana. Harry,” elini benimkinden uzaklaştırıp birkaç saniye boyunca ekrana baktı. “Harry, ver şunu dedim.”

Ekrana bakarken kaşlarını kaldırdı. “Bakın kimin ahmağın teki bir hayranı varmış.”

“Off, ver şunu.”

“Gel de al.”

İnatla eline uzanmaya çalıştım. “Harry, kes çocukluk yapmayı.”

“Bu neden oyunlarda senden daha iyi olduğumu açıklar.”

Ellerimiz havada birbirlerinin ardında daireler çiziyordu. “Ver şunu. Ver dedim. Off, versene şunu ya!” dizlerimin üstünde yükselip, ona eğildim. “Harry, hadi ama.” iki elimle kolunu kavrayıp, elini hareket ettirmesini engellemeye çalıştım. Ama o bunun yerine dengesini kaybetti, diğer elimle bacağımı kavradı ve sırt üstü düşerken, beni de üzerine çekti.

Üstünde doğrulmaya çalışırken, saçlarım iki yandan yüzüne düşüyordu. Gemma’nın verdiği tuhaf gecelik belime kadar sıyrılmıştı. Sadece bir an kalkmaya yeltendiğimde elleri aniden belimi sarıp beni kendine bastırdı. “Bekle.” diye fısıldadı.

Göğsünün üstünde birleştirdiğim ellerime çenemi yasladım. Öylece birbirimize bakıyorduk. Biliyorum, bunlar Notebook’un suçu olabilirdi ve muhtemelen hayır, etrafta kıvılcımlar falan yoktu ama.. tuhaftı işte.

Bakışlarımı onunkilerden ayırmadan, nefesinin benimkine karışırken bunu nasıl yaptığımı anlamasam da, elimi yere sürüp, telefona dokunabilmeyi umdum. Nihayet aradığımı bulduğumda, zafer gülümseyişiyle onu kaldırdım. Bu Ipod’ımdı. Telefon değil.

Harry sorarcasına elime baktı. Gülümsemeye çalıştım. “Di-dinleyecektik?” beklemeden ne seçmiş olduğuna baktım. “Ed Sheeran,” diye mırıldandım, acınası bir şekilde havaya özgürce yayılmış yüksek tansiyondan uzaklaşmaya çalışıyordum. “Bilir misin?”

Başını iki yana salladı. “Bilmeli miyim?”

Onun tanıdığı Kim’e dönmeme yardımcı olacağını umarak, göğsüne bir tane çarptım. “Kızıl Tanrı! Elbette bilmek zorundasın.” kaşlarını kaldırdığında devam ettim. “Merak etme, geç kalmadın. Daha sadece birkaç EP’si var. Ama bir gün çok ünlü olacak, bunu biliyorum.”

Aklına bir şey gelmiş gibi, alayla güldü. “Hı-hım. Eminim çook ünlü olur.”

Gözlerimi kısıp, buklelerini kenara çektim ve kulaklığın bir ucunu sertçe kulağına soktum. “Kes sesini ve kızıl tanrıya itaat et, seni sersem.”

Diğer ucunu da kendi kulağıma taktıktan sonra, karıştırıcıyı açık olduğundan rastgele bir şarkının başlamasını bekledim. Bu sırada Harry’nin bir eli belimi, diğeri ise kalçamın hemen altından bacağımı kavramıştı. Başımı göğsüne yaslamışken kendimi ten kokusuna bırakmamak için zor tutuyordum. Öte yandansa, vücut ısılarımız birbirine alışmış gibiydi, sanki bunun için yaratılmış gibi-

Lanet olası Nicholas Sparks.

Sunburn kulağımıza dolmaya başladığında mutluluktan bildiğiniz kedi gibi mırladım. Harry’nin şarkıya dikkat kesildiğini az çok farkındaydım.

“Stilist,” diye mırıldandım yorgunca. “Uyumamamız gerek, biliyorsun.”

“Im-hm.”

Başımı göğsünden kaldırıp ona baktım. “Hadi şey yapalım... Şey...”

Gözlerinde belli belirsiz bir ateş yandı.

“Yirmi soru?” diye tamamladım sırıtarak. Ateş anında söndü -sırıtmadan edemedim- onun yerini uysal bir bakış almıştı. Usulca başını salladı. “Sen başla.”

“Tamam, ımm,” etrafıma baktım. “Ed Sheeran nasılmış bakalım?”

Evet, biliyorum. Soru bulamadım ne yapayım?

“Fena değil.” dedi şımarıkça. “Teddy’yle aranda ne var?”

“Vay. Yavaş gel kaplan,” dedim şaşkınlıkla. Ardından dudaklarımı düşünüyormuş gibi büzdüm. “Henüz bilmiyorum.” diye mırıldandım. “Ama sanırım iyi bir şey. Sen söyle... İlk seksini ne zaman yaptın?”

Bu konuda kendinden çok iddialıymış gibi sırıttı. “13.”

Kaşlarımı kaldırdım. Omuz silkip, devam etti. “Nasıl bir erkekle çıkardın?”

Ona alaylı bir sahi mi? Bakışı fırlatsam da, bu soruyu en son aldığım zamanı hatırlamadan edemiyordum. İki yıl önce, iğrenç bir sosyete balosunda iğrenç bir röportaj verirkendi. Sosyete çocuklarıyla yaptıkları bu dünyanın en saçma yazısı The Sun’da basılmıştı. İnanabiliyor musunuz? Merak etmeyin, harika bir cevap vermiştim.

Harry’nin de bir cevap beklediğini hatırladığımda, yanaklarımı şişirdim. “Aptal ve popüler olmayan. Kesinlikle tanınmayan ve biraz da kap kek olan biriyle,” dedim ezberden konuşuyormuş gibi. “Böyle galiba.”

İnanın bana, Harry’yi renk değiştirirken ilk defa o zaman görmüştüm.

“Anlayamadım?” diye sordu şok içinde.

Beklemeden tekrarladım. “Aptal ve popüler olmaya-”

“Nasıl yani?” boş boş bana baktı. “Aptal ve tanınan, sosyal ve biraz da kötü çocuk olan biriyle değil mi yani?”

Kahkaha attım. “Haha, Harry! Tıpkı iki yıl önceki röportajımda yaptığım gibi konuştun! Ben de aynen böyle demiştim. Ne eğlenceydi ama.” gülerek yüzüne bakarken, aniden gözlerim kısıldı. “Tabi, senin.. röportajdan haberin yoktu, değil mi?”

Kaşlarını çattı. “Ne röportajı?”

“Unut gitsin.” başımı iki yana salladım. “Eee, sıra bende. Söyle bakalım, Candice sahiden bakire mi?” sırıttım.

“Neden merak ediyorsun?” sesi buz gibiydi.

İstemsizce ciddileşsem de, keyifli görünmeye çalıştım. “Tüm okula yayıldığını bir düşüns-”

“Böyle bir şey yapmayacaksın.”

Zorlukla yutkundum. Savunmaya geçerken, bunu yaptığımı fark etmemiştim bile. “Bana burada onu ne kadar sevdiğinden bahsetmeyeceksin, değil mi? Onu aldatan sensin; ben değil.”

“Aldatmak mı?” alayla güldü. “Sahi mi, Kim? Seninle aramızdaki şeyin bir başkasını aldatmak olarak sayılacak kadar önemli olduğunu mu düşünüyorsun?”

Doğruyu söylüyordu. İğrenç bir yoldan olsa ve suratıma tokat gibi çarpsa da doğruyu söylüyordu. Öyleyse ne halt yemeye sinirden titremeye başlamıştım?

Bana her ne oluyorduysa, hemen kesmeliydim. Hemen normal davranmalıydım. Söyledikleri beni etkilememiş gibi -ki etkilememişti de zaten-.

“Tamam,” dedim sakince. “Sen öyle diyorsan.”

İkimiz de konuşmadık. Yirmi soru bitmiş olmalıydı. Şu an, bütün gün olduğu gibi romantik- dram filmine uyarak üstünden kalkıp buradan kaçmayı ben de isterdim. Ama burada romantizmden söz edemezdik. Beni kapana kısılmış sayabilirdiniz, öylece bekleyecektim işte. En azından Ed vardı, endişeye gerek yoktu. İroniyi görmezden gelerek yüzümü iyice Harry’nin tişörtüne gömdüm ve sadece kulaklıktan yükselen sese odaklanmaya çalıştım.

“Come inside for, a little lie down with me. (İçeri gel, benimle uzan biraz.) And if we fall asleep, it would be the worst thing. (Ve uyuyakalırsak, bu en kötüsü olur.)”

Biri ironi mi dedi?

Saat kaç olmuştu bilmiyorum. Ama neler olduğunu farkındaydım. Bilincimi yitirmek üzereydim, zihnimde binlerce düşünce dolanıp duruyordu. Ed’in sesi derinlerden gelip hepsini içine almaya çalışıyordu ama bu pek de mümkün değildi. Harry’nin nefes alış verişlerinin ağırlaştığını az çok farkındaydım, elim bir yumruk halini almış ve başımın altında, göğsüne yerleşmişti.

Kafamdaki binlerce ses arasından, bir tanesi aniden tanıdıklığıyla diğerlerinden ayrıldı, çok yakından geliyordu. “Peki ya o,” diye fısıldıyordu. “Nasıl görünürdü? Çıkacağın erkek?”

İyice yaslanırken yine o ilginç, kediyi andıran mırıltıyı çıkardım. “Gamzeleri olurdu,” dediğimi duydum, sesimde tuhaf bir mutluluk vardı. “Kesinlikle gamzeleri olurdu.”

Bir soru sormam gerektiğini biliyordum. Ama bunu yapacak kadar kendimde değildim, bu yüzden sadece düşünmeye çalıştım. “Neden ben?” diyordum. “Neden bunun için seçeceğin o kadar kız değil de, ben?”

Zihnimden bu tuhaf bilinçaltı oyunuma ortak olup bana bir cevap vermesini bekliyor sayılmazdım.

“Her zaman sendin.” Nefesinin saçlarımda dolaştığını hissetmek beni o halde bile irkiltiyordu. “Her zaman.”

“And If I kiss you, will your mouth read this truth? (Ve eğer seni öpersem, dudakların bu gerçeği okur mu?)”

***

Uyanmak tam bir saçmalıktı.

Yani neden uyanıyordum ki? Uyumuş muydum ki? Nerede olduğumu bile bilmiyordum. Ve her neredeydiysem, pek rahat bir pozisyon içinde sayılmazdım.

Gözlerim aniden açıldı. Kaçırılmış olabilir miydim?

Ardından yüzümün altındaki sıcaklık dikkatimi dağıttı. Avuç içlerimi yere bastırarak her neyin üstündeysem, doğruldum.

Ya da kimin.

Aman tanrım.

Şaşkınlıkla öyle iğrenç ve anlık bir çığlık attım ki, Harry anında gözlerini açtı. Refleksel olarak bana bakmadan bileklerimi yakaladı ve onu uykusunda öldürmeye gelmiş bir katilmişim gibi, aniden beni altına aldı, elleri boğazımı sarmıştı.

“Harry!” başımı iki yana salladım. “Of, kalk üstümden. Su katılmamış aptal seni. Of.”

“Kim?” elleri gevşedi, ama o kadar şaşkındı ki bir an inme indiğini falan sandım. “Si-siktir.”

“Teknik olarak o dediğini yapacak kabiliyetim-”

“Burada ne halt ediyorsun?” diye bağırdı.

Kaşlarımı kaldırdım. “Hey, yavaş. Sana tecavüz falan-”

“Kuralı yıktık,” ayağa kalkıp, bana bakmaya tahammül edemez gibi aniden çadırdan çıktı. Bir an yerde öyle kaldıktan sonra doğrulup, ben de peşinden çıktım. Ama yürüyemiyordum bile.

“Harry, bekle,” diye seslendim sendeleyerek arkasından giderken. “Ne saçmalıyorsun tanrı aşkına? Ne olmuş boktan bir kuralı-”

“Kes sesini.” diye tısladı dişlerinin arasından.

“Şu an çok mantıksız davranıyorsun.” peşinden bahçe kapısına ilerledim.

Kapının önünde durup, bana baktı. “Öyle mi?” diye sordu. “Ne yapmamı bekliyorsun? Gel, diğer kuralları da yıkalım dememi falan mı?”

“Dengesizlik yapmasan yeter.” dedim kısaca.

Başını salladı. “Seni hamile bırakmışım gibi davranmayı kesecek misin?” diye sordum bu haline gözlerimi devirerek.

“Asla ciddi olamazsın, değil mi? İki saniye için bile?” bana bakarken yüzünü buruşturdu. “Ne var biliyor musun, bence gitsen iyi olacak.”

Kaşlarımı kaldırdım. “Affedersin?”

“Gitsen iyi olacak,” diye tekrarladı. “Zaten bir hataydı. En başından.”

“Ve sen bunu üç aydan sonra-”

“Candice’e sadık olmalıydım.” diye kesti, yüksek sesle. Derin bir nefes alıp, ses tonunu alçalttığında beklemeden devam etmişti. “Haklıydın, onu aldattım. Kafam karışıktı. Ama bitti.” bana arkasını dönüp, eve girdi. “Gitsen iyi olacak,” diye tekrarladı, kapıyı yüzüme kapatmadan hemen önce.

Continue Reading