Druid Akademisi

由 hge443

754K 49.6K 6.1K

Sirkte annesi, babası, beş kardeşi, dayısı, halası ve yedi kuzeni ile dünyayı dolaşan genç bir kız... Gezici... 更多

ÖNSÖZ
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11 - Macera Başlıyor
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
Bölüm 15
Bölüm 16
Bölüm 17
Bölüm 18
Bölüm 19
Bölüm 20
Bölüm 21
Bölüm 22
❗❗DUYURU❗❗
Bölüm 23
Bölüm 24
Bölüm 25
Bölüm 26
Bölüm 27
❗❕DUYURU❕❗
UYARI
Bölüm 28
Gizemli Mektup
Bölüm 29
Bölüm 30
Bölüm 31
Bölüm 32
Bölüm 33
Bölüm 34
Bölüm 35
Bölüm 36
Bölüm 38
Bölüm 39
Bölüm 40
Bölüm 41
Bölüm 42
Bölüm 43
Bölüm 44
Bölüm 45
Bölüm 46
Bölüm 47
Bölüm 48
Bölüm 49
Bölüm 50
Sonsöz
Druid Akademisi: KAÇIŞ
Druid Akademisi:KAÇIŞ İlk Bölüm Yayımlandı

Bölüm 37

13.4K 844 96
由 hge443

"Ne sorusu? Ben hiçbir şey hatırlamıyorum." dedim. Yalan! Herşeyi hatırlıyordum.

Austin de yalan söylediğimi anlamış olmalı ki hafifçe sırıtarak, "Tekrar sormamı ister misin?" dedi.

"Aslında tekrar düşündümde birşeyler hatırlıyorum. Yani tekrar sormana gerek yok." dedim masum bir gülümseme yollayarak.

Şimdi ne yapacağım? Bana burada en çok yardımı dokunacak kişi o, ama ona evet diyemem. Hem sorudan sıyrılmayı başlarmalı hem de bana edeceği yardımların önünü açık tutmalıyım.

Soruya verilecek güzel bir cevap bulmak için çarkları hızlandırdım. Sonunda ampul yandığında "Bu sorunun cevabı için erken olduğunu düşünüyorum." dedim. Sözlerim üzerine gözlerime bakmakla yetindi. Sözlerimi tartıyor gibiydi.

Gözleri bir anda endişe bulutlarıyla kaplandı ve elini nazikçe yanağıma uzattı. "Yanağına da darbe almışsın, morarmış." dedi.

"Sorun değil, daha kötüleri de olmuştu." dedim ve Austin'nin elindeki krem kutusunu aldım. Hafif nahoş kokusu olan kremi yanağıma sürmeye başladım.

"Biraz daha yukarı sürmelisin," dedi Austin.

Elimi biraz yukarı kaldırıp "Burası mı?" diye sordum.

"Hayır, biraz yana kay." dedi ve benim beceriksizliğime daha fazla kayıtsız kalmayıp elimi tutup yön verdi. Elini geri çekecekken ne yaptığının farkına vardı ve birkaç saniye daha tuttu, ardından bıraktı.

Yanağıma sürmeyi bıraktığımda krem hakkında aklıma birşey gelmişti. Başından beri kokusu tanıdık gelen kremin ne olduğunu bulmuştum ama sanki birşey yanlıştı. Yinede üzerinde fazla durmayarak kremi alıp paravandan dışarı çıktım ve doktorun masasının üzerine bıraktım.

Kapıya yöneldiğim sırada "Nereye gidiyorsun?" diyen Austin'nin sesiyle durdum.

"İşim bittiğine göre odama gitmekte sakınca yoktur diye düşündüm." dedim.

"Doktoru beklemelisin, belki yapılacak başka birşey vardır."dedi.

"Sanmıyorum, bu tür yaralanmalar için yapılacak başka birşey yoktur." dedim ve daha fazla konuşmasına fırsat bırakmadan hızla odadan çıktım.

Malesef odadan kaçmam bir işe yapamamıştı. "Sen nereden biliyorsun?" diye sordu bana arkadan koşarak yetişince.

"Yanında büyüdüğüm sirk ailesinden dolayı. Orada bilge bir büyükannem vardı, bana ve kuzenime bildiklerini öğretirdi." dedim. Aslında söylediklerim yanlış kabul edilebilirdi çünkü Tyler'ın asıl amacı bilgi edinmek değil benle vakit geçirmekti. Büyükannem ise şikayet ettiğimde 'Bırak o da gelsin, bir zerresini öğrense yeter.' derdi.

"Imm, haftasonu için hazır mısın?" diye sordu.

"Sessiz ol, biri duyacak." dedim telaşla çevreme bakınarak.

"Merak etme, etrafta kimse yok. Herkes derstedir." demesiyle zilin çalması bir oldu.

"Artık değiller. İkimizin bir arada görünmesi iyi olmaz. Haftasonu için dikkat çekmememiz gerekiyor." dedim ve merdivenleri tırmanmaya başladım.

"Tamam, kendine iyi bak." dedi ve birkaç basamak aşağıdan o da merdivenleri tırmandı.

Kendimi odaya nasıl attım bilmiyorum ama bir milim daha kıpırdayacak halim kalmamıştı. Yediğim dayağın etkileri kendini göstermek için geç kaldıklarını düşünür gibi hınçlarını almaya çalışıyorlardı benden.

Kendimi yatağın üstüne atıp ağrılara kucak açtım. Gözlerimi kapatarak ağrıları azda olsa dindirmeyi hedeflerken kapı birkaç kez tıklatıldı. Kapıyı açacak enerjiyi kendimde bulamadığım için tekrar gözlerimi kapattım ve kapıdakinin gitmesini bekledim. Tahmin ettiğim gibide oldu, bir süre sonra uzaklaşan bir çift ayak sesi geldi kulağıma.

O kadar uykum gelmişti ki kıyafetlerimi çıkarmadan öylece uyudum. Hatta yatağın içine bile girememiştim.

Tatlı uykumu bölen yemek saatini haber veren anons oldu. Gözümün tekini açıp hesap yapmaya başladım. Buradan yemekhaneye kaç adımda gidiliyor? Bu adımlar uykudan kalmaya değecek mi? Pek aç değilim aslında, en iyisi yatmaya devam etmek. Ve bir uyku seansı daha.

Sanki uykuya dalmamdan saniyeler geçmiş gibi gelmişken kapı çaldı. Başta açmamayı düşünsemde daha fazla uyuyamayacağıma karar verdim ve ayağa kalktım. Kapıdakinin kim olduğunu öğrenmek için kapıya yöneldim. Kilidi açıp kapıyı hafifçe araladım ve kim olduğuna baktım.

"Aiden?" dedim şaşırarak.

"Seni götürmeye geldim." dedi gülümseyerek.

"Nereye?" diye sordum, uyku sersemi iyice kafam karışmıştı.

Başıyla arka tarafı işaret edip "Partiye," dedi.

"Ben gelmesem olmaz mı?" dedim umutla.

"İtiraz kabul etmiyorum," dedi.

Bir süre yüzüne bakıp düşündüm ve vazgeçmeyeceğini anlayınca "Tamam, sen git ben gelirim birazdan." dedim ve itiraz etmesine fırsat bırakmadan kapıyı kapatıp kilitledim.

Kendimi tekrar yatağa atıp bir süre tavanı izledim. Kalabalıktan hoşlanmamakla birlikte bu kalabalığın akademi öğrencilerinden oluşuyor olması durumu daha da kötü yapıyordu.

'En iyisi gidip bir süre ortalıkta görünüp geri döneyim.' diye karar aldım. Ayağa kalkıp banyoya gittim. Elimi yüzümü yıkayıp aynada kendime baktım, yüzümdeki morluk solmaya başlamıştı. Hafifçe karnımı açıp baktığımda oradaki morlukların da solmaya başladığını gördüm. 'İlacın kuvvetinden olsa gerek.' diye düşündüm ve odaya döndüm. Üstümde hala derste giydiğim eşorfmanlar vardı. Üstüme hızlıca pantolon ve uzun kollu geniş bir tişört geçirip saçlarımı topladım ve odadan çıktım.

Koridorun karşısındaki odaya gidip kapıyı çaldım. Saniyeler içinde kapı açıldı. Kapıyı açan daha önce Aiden'nın yanında gördüğüm uzun boylu geniş omuzlu çocuktu. Acaba ailesi buna ne yedirmişte bu hali almış?

"Iceri gel," dedi kibarca ve kenara çekildi.

Iceri girdigimde kendi odama ilk girdiğimde karşılaştığım odaya benzer bir ortam buldum. Herseyden iki tane vardı.

Ben odayı incelerken Aiden banyodan elinde büyük torbalarla çıktı ve elindekileri odanın köşesindeki torba yığınına bıraktı.

"Kim geldi Cedric?" diye sordu, torbaları kurcalarken.

"Ben," diye seslendim.

Sesimi duyar duymaz bana baktı ve gülümsedi. "Hoşgeldin," dedi.

Odanın içini işaret ederek "Neden kimse yok?" diye sordum.

"Henüz erken," diye cevapladı.

"Erken mi geldim?" diye sordum şaşırarak. Erken gelmemi söylemişti ama beni odamdan çağırdığına göre partinin başlamış olması gerekir diye düşünmüştüm. "Ehh, gelmişken yardım edeyim." dedim, bana kapıyı açan sarışın çocuğa dönerek.

"Fikir vererek yardım edebilirsin. Sence şu yatakları ne yapabiliriz?" diye sordu.

Biraz düşünüp ihtimalleri göz önüne getirdikten sonra "Yan yana duvara yaslanabilir, tabii önce şu komidinleri kenera çekmek lazım." dedim.

Bir süre düşündükten sonra "İyi fikir." dedi ve komidinleri yanıma getirdi. Yatakları çevirmek için döndüğünde bende yanına gidip yardım ettim.

Kısa sürede yataklar yan şekilde duvara yaslanmıştı. Böylece üstüne oturulabilecek uzun bir alan oluşmuştu.

"Peki onları ne yapacağız?" diye sordu komidinleri işaret ederek.

Birkaç saniye düşünüp "Üst üste şuraya koyacağız." dedim pencere ile çalışma masalarının arasında bulunan dar alanı göstererek.

Hiçbir şey söylemeden dediğimi yaptı. Üst üste konulan komidinler masayla aynı yüksekliğe gelmişti.

"Böylece malzemeleri dizecek alan büyüdü." dedi Cedric. Bana bakıp gülümsedi ve torba yığınına ilerledi. Torbalardan birini açıp içinden büyük bir kase çıkardı ve en yakınındaki masanın üstüne koydu. Ardından başka bir torbaya yöneldi ve içinde cipsi paketlerini çıkartıp paketleri açtı. Cipsilerin hepsini kaseye boşalttıktan sonra diğer torbalara yöneldi. Boş boş dikilmemek için ben de torbalara yaklaştım.

Hepsini boşaltıp dizdikten sonra Cedric'e dönüp "Bunca malzemeyi nereden buldunuz?" diye sordum.

Bana bakıp muzurca sırıttı ve "Yemekhanenin kilerinden," dedi.

"İzin veriyorlar mı?" diye sordum şaşkınlıkla.

"Pek sayılmaz," dedi, sırıtışı iyice büyümüştü.

"O zaman nasıl aldınız?" diye sordum.

"Bu akademi bildiğin gibi çok eski bir yapı. Eski yapıların en büyük özelliklerinden biri nedir? Gizli geçitler. Aiden'nın büyükbabası akademide eğitim alırken geçitlerden birini bulmuş ve Aiden buraya gelmeden önce ona yerini söylemiş. Geçit yemekhanenin arkasındaki kilere açılıyor." dedi gülümseyerek.

Yani onlar geçitlerden birinin nerede olduğunu biliyor, eğer bana yerini söylerlerse benim için harika olur.

Cedric'in gülümsemesine aynı muzurlukla karşılık verdim. Geçidin girişini bana söyleme olanağını arttırmaya çalışıyordum.

"Cedric şunu elimden alır mısın?" diye soran Aiden'nın sesiyle banyo girişinin kapısına döndük. Cedric koşarak Aiden'nın yanına gitti ve elindeki büyük kutuyu aldı.

Aiden odanın içine göz gezdirdi. "Cedric, iyi iş çıkarmışsın." dedi.

"Ben sadace uyguladım, fikir tamamen Buria'nın." dedi kutuyu açarken.

Aiden güldü ve "Bende şaşırmıştım senden nasıl böyle bir fikir çıkabildi diye." dedi ve o da kutuya gitti. Ikili kutunun içinden ses sistemini çıkardı.

Yaklaşık on dakika boyunca hep beraber ses sistemini kurduktan sonra Aiden içinde renkli ışıkların bulunduğu bir kutu getirdi. Onları da odanın köşelerine dağıttıktan sonra işimiz bitmişti.

Üçümüzde yatakların üstüne sıralandık. Aidenla iş sırasında hiç konuşmamıştık. Cedric bir sure bekledikten sonra ayağa kalkıp ışığı kapatmaya gitti. Oda karanlığa bürünmüşken birden odanın herbir yanı renkli ışıklarla aydınlandı. Cedric prizin olduğu yerden gülümseyerek "Nasıl?" diye sordu.

Sırayla yanıp sönen ışıklara göz gezdirip "Güzel," dedim.

Aiden da mırıldandıktan sonra, bana dönerek "Gelmene sevindim." dedi.

Tam konuyu geçiştirilecekken kapı çalışmasıyla ağzımı kapattım. Cedric kapıyı açmaya gitti. Kapının açılmasıyla içerinin gürültüyle dolması bir oldu. Önde Ally arkasında tayfası en arkadada Olive girdi.

"Selam," diye bağırdı Ally, kelimeyi uzata uzata.

Aiden hiç ses çıkarmadan yanımda oturmaya devam etti.

Ally denen kız odanın içine göz gezdirirken "Yardım etmek için gelmiştik ama siz herşeyi yapmışsınız." dedi ve sonunda gözleri bizim olduğumuz yere döndü. Aiden ve beni görünce yüz ifadesi anında değişti. Hemen yanımıza gelip bizi iteliyerek aramıza oturdu. "Çok güzel olmuş burası." dedi Aiden'a kelimeleri uzatarak.

"Teşekkür ederim," diye karşılık verdi Aiden. Sesinde rahatsız olduğunu belli eden bir ton vardı.

Ally denen kızın yanında oturmaktan rahatsız olduğum için ayağa kalktım ve masaya yaslanmış Cedric'in yanına gittim.

"O kızdan nefret ediyorum." dedi Aidenla zorla konuşan Ally'i göstererek.

"Yalnız değilsin dostum." dedi Cedric.

"Ally Aiden'a karşı oldukça samimi. Daha önce tanışıyorlar mı?" diye sordum.

"Evet, malesef öyle." dedi iç geçirerek. "Aiden'nın babası, benim ve Ally'nin babasının Baş Savaşçısı. Ama Aiden'nın babası çok sıcak biridir, komutasındaki savaşçılara komutandan çok dost gibi yaklaşır. Aiden, ben ve Ally hep beraber büyüdük." diyede devam etti.

Bir süre konuşmadan dikildikten sonra Cedric bana meraklı gözlerle bakmaya başladı. "Bir sorun mu var?" diye sordum, bakışlarından rahatsız olunca.

"Imm, hayır yok." dedi kekeleyerek ve başını öne çevirdi. İnanmaz gözlerle ona bakmaya devam edince bana doğru geri döndü ve "Aslında var," dedi. Gözlerindeki çekimserliği görünce teşvik edici bir bakış attım. "Ben, ben birşeyi merak ediyorum. Etrafta bazı söylentiler var ve ben gerçek mi merak ediyorum. Acaba, acaba sen..." dedi her kelimesinde daha da alçalan bir sesle. "Acaba sen, bir ajan mısın?" diye sordu birden nefesini bırakarak.

Başta ne tepki vereceğime karar veremedim. Ne yani, benim bir ajan olduğumu gerçekten düşünüyorlar mı? Yavaş yavaş sözlerin inanılmazlığını idrak etmeye başlaya bilmiştim. Ve tam olarak olayın komikliğini fark edince kendimi daha fazla tutamayıp kahkaha atmaya başladım. Aiden, Ally ve tayfası hatta biz konuşurken gelen diğer herkes bana bakıyordu. Ben ise kahkahalarıma son vermeye çalışıyordum.

Uzun bir uğraş sonucu kendimi sakinleştirdikten sonra Cedric'e döndüm ve "Sen ciddi misin? Sana veya size benim ajan olduğumu düşündüren ne?" diye sordum. Odanın içindeki herkes artık sohbete dahil olmuştu.

İlk konusan Cedric oldu, "Sana ait tek kişilik bir oda var." dedi.

Ardından sözü Aiden aldı, "Çok iyi dövüşüyorsun." dedi.

Odadaki tanımadığım bir kız "Senin hakkında kimse birşey bilmiyor."dedi.

"Ben bile bilmiyorum." dedi Ally.

Bir süre gülümsedikten sonra ciddileşerek "Yani bu basit nedenlerden benim bir ajan olduğumu mu düşünüyorsunuz? Saçma. Hem ajan olsam burada ne işim var. Dışarıda havalı ajan işleri yapmak varken burada boş yere neden durayım ki?" diye sordum alayla.

"Bizim aramıza sızıp müdürüye bilgi toplamak için gönderildiğini düşünüyoruz." dedi Olive denen kız.

"Müdürenin öğrencilerin saçma dedikodularını merak ettiğini hiç sanmıyorum." dedim.

"Müdürenin bunu istediğini düşünmüyoruz zaten." dedi Ally bilmiş bir tavırla.

"Ne için gönderdi o zaman beni?" diye sordum alaycı bir tavırla.

"Tabii ki seçimi kazanmak için ailelerimiz hakkında bilgi almak için." dedi Ally beni suçlayan bakışlarla.

"Ne seçimi?" diye sordum, kafam iyice karışmıştı.

"Büyük Konseyin Başkanı olamak için yapılan seçim." dedi Ally'nin yanında duran kızlardan biri.

"Bu seçim müdüre için ne kadar önemli bilmiyorum ama ne müdürenizin işlerini yapmaya meraklıyım ne de bir ajanım." dedim ve Ally'nin meydan okuyan bakışlarına karşılık verdim.

Ally ile yaptığımız sessiz savaşın ardından Ally konuşmaya karar verdi ve "O zaman bize neden senin hakkında hiçbir şey bilmediğimizi söyle ve bizde inanalım sana." dedi.

"Benim hakkımda hiçbir şey bilmiyorsunuz çünkü ben bile kendi hakkımda hiçbir şey bilmiyorum." dedim.

"Nasıl yani?" diye sordu odadaki uzun boylu bir oğlan.

"Yani, beni büyütenler sirk sahibi bir aileydi. Gerçek ailem kim bilmiyorum." dedim.

Ally alaycı kahkahalar atmaya başlamıştı. "Demek sirk ucubesi olduğun doğruymuş." dedi.

Ally'nin sözleriyle sinirlenmiştim. Görüş alanımın çevresinde kızıl çerçeve kendini göstermeye başlamıştı ve hızla görüş alanımı daraltıyordu. İçimde yüksekselen öfke ve nefret karşımdakini devirmek için can atıyordu. Uzun zamandır sahip olduğum bu öldürme hevesi beni her seferinde daha da sarmalıyordu.

Biri omuzlarından tutup beni geri çekmese Ally'e doğru ilerlediğimi fark etmeyecektim. "Buria sakin ol. Ally sende düzgün konuş." dedi beni tutan eller.

O elleri aşmak benim için zor olmayacaktı ama sol kolumun en üst kısmına saplanan ani bir acıyla kendime geldim. Çivi gibi saplanan ağrı geldiği gibi gitmiş, yerini sızlamaya bırakmıştı.

"Buria iyi misin?" diye sordu beni tutan eller.

Yüz ifademin beni ele verdiğini tahmin ederek kendimi toparladım ve "Ben iyiyim Aiden." dedim.

Cedric'in arkadan gelen "Herkes önüne dönsün." sesini duydum, saniyeler sonrada "Buria iyi olduğuna emin misin?" diye soran fısıltısını.

"İyiyim teşekkürler. Sende beni bıraka bilirsin Aiden," dedim hala omuzlarımı tutan ellere. Sağ taraftaki eli zaten sızlayan yere çok yakındı. Ellerini hala indirmediği için gözlerine sorar bakışlarla baktım. Benim sakin duracağıma inanmıyor gibiydi. "Ally'nin üstüne atlayacak değilim." dedim ve ellerini tutup omuzlarından çektim. Bu ufak hareket kolumu daha beter sızlatmıştı.

Bir süre sessizce yan yana ayakta dikildikten sonra Aiden nefesini birden bırakıp "Yine aynı bakış vardı gözlerinde." dedi.

"Ne bakışı?" diye sordum.

"Thomas ve Savaşçı Luke ile dövüşürken gözlerinde olan o ölümcül bakış" dedi. Ses çıkarmadan öylece bekledim.

"Birşey sorabilir miyim?" dedi Cedric yan taraftan.

"Evet," diyerek teşvik ettim.

"Ben hala neden tek kaldığını anlamadım. Neden olduğunu biliyor musun?" diye sordu.

"En ufak fikrim yok," dedim.

"Bizlere sirkten getirdiği bitleri bulaştırmasın diye." dedi önümde dikilen siluet.

"Ally," diye seslendi sinirle, yanımda duran Aiden.

Ally cevap olarak masumane bir bakış attı. Bu kızın suratındaki sahte gülümsemeyi yüzünden sökmek isteğiyle beraber kızıl pencere tekrar ortaya çıktı. İçimdeki öfkeye hakim olamayacağımı biliyordum bu nedenle kararımı aldım ve hızlı hızlı adımlayarak kapıya gittim. Her attığım adımla davetliler kenara çekilerek yol veriyordu bana. Arkamda hayal meyal duyduğum 'Buria' diyr seslenene aldırmadan kapıdan çıktım.

Koridorun karşısına geçip kendi odamın kapısında durdum. Anahtarı takıp çevirdiğim sırada birisi sol omuzumu tutup "Lütfen bekle," dedi. Parmaklarından birkaçının ucu sızlayan yere değdiği için o acıyla kızıl çerçeve silindi. Hızlı omuzumu silkip elden kurulduktan sonra Aiden'a döndüm. "Üzgünüm, Ally hep böyledir. Hadi geri dönelim, onla konuşurum sana yaklaşmaz." dedi mahçubiyetle.

"Sen geri dönebilirsin, ben gelmiyorum. Ayrıca benim için onunla konuşmana gerek yok, kendi işimi kendim halledebilirim." dedim ve konuşmasına fırsat vermeden kapıyı açıp içeri girdim ve arkamdan kapıyı kilitledim.

Aiden'nın gidip gitmediğini dinlemek için beklemeden yatağıma gidip oturdum. Kolum çok kötü bir şekilde sızlıyordu. Tişörtün kolunu sıyırıp sızlayan bölgeye baktım. Tam o bölgede daire şeklinde bir morartı vardı.

Acaba Luke'dan yediğim bir darbe miydi? Ama revirde aynaya baktığımda böyle bir darbe izi gördüğümü hatırlamıyorum. O zaman bu nereden çıktı? Neyse, büyük ihtimalle revirde gözden kaçırmışımdır.

Kendimi incelemeyi bırakıp dolabıma gittim. İçinden Büyükannemin kitabını çıkartacakken telefondan gelen sesle kitaptan vazgeçip telefonumu aldım. Şarjı bittiği için uyarı sinyali veriyordu. Burada birkaç kişi konuşurken duyduğuma göre telefon, müzik çalar, elektronik oyun kolları gibi aletler yasaktı. Ve ben bunu bile bile telefonun sesini kapatmayacak kadar zekiydim.

Hemen telefonu sessize alıp şarj cihazını çıkardım. Hazır ben odadayken takılı kalsın istiyordum.

Telefonu şarja taktıktan sonra elime alıp gelen mesajlara baktım, elbette hepsi Tylerdandı. Yapacak başka işim olmadığı için okumaya karar verdim. Bana şehirde ne yaptığına dair bilgi vermişti ve beni yanına davet ediyordu. Tam telefonun ekranını kapatacakken bir mesaj dikkatimi çekti.

'Şin en sia nam.'

Neden bunu yazmıştı ki? Uzun zamandır bu dili konuşmuyorduk, nerden çıkmıştı şimdi?

Mesajların devamını okuyup başka Toprak Dili'nde mesaj var mı diye baktım ama yoktu. Neden yıllar sonra bu dili kullandığını merak ettiğim için sormaya karar verdim.

'Neden Toprak Dilini kullandın?'
diye yazdım.

Saniyeler sonra cevap gelmişti. 'Dikkatini çekeceğini biliyordum.' yazmıştı.

Ardından bir sürü mesaj atmıştı ama hiçbirine cevap vermemiştim.

Dolabıma tekrar dönüp Büyükannemin kitabını çıkardım ve masaya gittim. Amaçsızca sayfaları kurcalarken kitabın içinde katlanmış bir kağıt buldum. Elime alıp kağıdı açtığımda içinde Toprak Dili Harfleri ile yazılmış bir yazı ile karşılaştım. Bu Büyükannemin söylediği Gece şarkısıydı.

Eski anılar gözlerimin önüne gelmişti. Büyükannem bana ve Tyler'a şarkılar söylerdi, bize bitkiler ve karışımlar hakkında ders verirdi. Dersler sırasında canımız sıkılmasın diye bize bir oyun bile tüketmişti, kendimize ait bir dil oluşturma oyunu. Oyun basitti hergün yeni birkaç kelime bulup onu anlatacak bir alfabe üretiyorduk. Alfabe aslında Çince gibi dillerde olduğu gibi kelimeleri ifade ediyordu, her şekil bir kelime. Genelde hatta her zaman kelime oluturma işi Büyükannem yapıyordu biz ise yalnızca fikir sunuyorduk. Ben bu oyunu çok seviyordum, Tyler derse olduğu gibi bu oyuna da soğuktu. Oyunu sevsin diye yeni dilimizin ismini koymayı ona bırakmıştık ama işe yaramamıştı. Belkide derse ce oyuna olan ilgim ailenin geri kalanının aksine büyükannemin bana gösterdiği şefkattendi.

Şimdi elimde bu kağıda bakarken anıları hatırlamak, büyükannemi anımsamak bana iyi gelmişti. Kağıdı katlayıp yerine koydum. Ve kitabı kapattım. Kütüphaneden aldığım kitapları açıp incelemeye koyuldum.

Uyandırma anonsunu duyduğumda başım masanın üstünde uyurken buldum kendimi. Kendimi toparlayıp, tutulmaya ramak kalmış boynumu ovuşturdum ve ayağa kalktım. Banyoya gidip yüzümü yıkadıktan sonra geri odaya döndüm ve telefonu şarjdan çıkardım. Üstümü değiştirmek ve telefonu gizlemek için dolaba yöneldim.

Dolabın önüne gelir gelmez aklıma gelen acı bir gerçekle duraksadım. Okul pantolunum soyunma odasında kalmıştı. Okul eteğini giyecek ezik kızı oynamak istemiyordum bu nedenle gidip pantolonu almalıydım. Telefonu hemen gizleyip dün geceki kıyafetlerimle odadan çıktım.

Hızlı adımlarla koridoru geçip merdivenler indim. İkişer üçer adımlarla merdivenlerden inip dış kapıya vardım. Kapı kapalıydı fakat iteleyince hemen açıldı. Kapıdan çıkar çıkmaz koşar adımlarla spor salonuna gittim.

Spor salonunun kapısının önüne geldiğimde tuhaf bir ses kulağıma geldi. Kapıyı yavaşça açıp içeri baktığımda sesin kaynağını gördüm.

继续阅读

You'll Also Like

1M 91.9K 98
Ormanın içinde uyanan bir kız ... Hafızası silinmiş bir kamp dolusu insan ... Dövmelere göre ayrılmış gruplar ... Savaşın eşiğinde bir ülke ... Carme...
281K 24.6K 45
Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Görev, sınır ötesindeki...
253K 26.9K 62
Evrenimizin oldukça genç olduğu asırlar öncesinde, Kainat'ın yüce yaratıcısı, yönetici olarak gönderdiği evrenin en güçlü varlığı olan İrisleri yarat...
5.8K 354 10
⚠️Şu kitabı okumaktan vazgeçin ben gördükçe cringe koması geçiriyorum nasıl okuyabilirsiniz bunu ya⚠️ İşsizlikten yapılmıştır. Yazım, noktalama, emoj...