Kayıp Kanatlar 3: Yükseliş

By mrsbrownstone

86.2K 7.7K 362

Öğrendiğim önemli bir şey vardı. Ne kadar hızlı uçarsan o kadar sert çarparsın ve ne kadar dibe batarsan o ka... More

Giriş
Bölüm Bir
Bölüm İki
Bölüm Üç
Bölüm Dört
Bölüm Beş
Bölüm Altı
Bölüm Yedi
Bölüm Sekiz
Bölüm Dokuz
Duyuru
Bölüm On
Bölüm On Bir
Bölüm On İki
Bölüm On Üç
Bölüm On Dört
Bölüm On Beş
Bölüm On Altı-Kısım Bir
Bölüm On Yedi
Bölüm On Sekiz
Bölüm On Dokuz
Bölüm Yirmi
Bölüm Yirmi Bir
Bölüm Yirmi İki
Bölüm Yirmi Üç
Bölüm Yirmi Dört
Bölüm Yirmi Beş-Final Kısım Bir
Bölüm Yirmi Beş-Final Kısım İki
Veda

Bölüm On Altı- Kısım İki

2.6K 246 10
By mrsbrownstone

Kısım İki

Havada elma kokusu vardı. Böyle bir koku ancak belirsizlik getirirdi. Fire, Will'in oturduğu taşa doğru ilerlerken Lex'in onun yanından ayrıldığını gördü.

''Will?'' diye seslendi Lex'in arkasından bakan Will'e.

Will, başını çevirdi ve Fire'la göz göze geldi. ''Ziyaretçi bolluğu yaşıyorum.'' dedi gülerek.

''Ne sakladığını biliyorum.'' diyerek direkt konuya girdi.

Will, afallamasını gizleyemedi. ''Ne saklıyormuşum?''

''Zırvalamayı kes.'' dedi Fire. ''Peru'daki şatodaki ne sakladığını biliyorum.''

''Hiçbir şey saklamıyorum, Fire.''

''Bana palavra sıkma.'' Fire, sinirleniyordu. ''Eğer bana doğruyu söylemezsen, Lucretia'ya her şeyi anlatırım.''

Will, gözlerini kıstı. Sonra birden omzunun üzerinden sağa baktı. ''İnsanları gizlice dinlemek hoş bir hareket değil, Lucretia.''

Fire, Will'in baktığı yöne çevirdi başını. Lucretia, saklandığı kayanın arkasından çıktı. İstifini bozmadan Will ve Fire'a doğru yürüdü. ''Bana neyi anlatacakmışsın?'' Lucretia, kollarını göğsünde kavuşturdu.

Fire, Lucretia'nın sorusunu görmezden gelerek yeniden Will'e döndü. ''Bunu neden yaptın?'' diye sordu.

Will, inkar etmeye devam etti. ''Ben bir şey yapmadım. Neden bahsettiğini bilmiyorum.''

''Onu gördüm. Onunla konuştum.''

''Kim? Hiçbir şey saklamıyorum.''

Fire, sesli bir şekilde soluğunu verdi. ''Neden Will? Neden yaptın?''

Will, sinirlenerek Fire'ın üzerine yürüdü. ''Sen laftan anlamaz mısın? Neden bahsettiğini bilmiyorum dedim ya!''

Fire da onunla aynı ses düzeyinde cevap verdi. ''Bana yalan söyleme!''

Lucretia, elini Will'in koluna koydu. ''Ne yaptın, Will?'' diye sordu nazikçe.

Kısa süreli bir sessizliğin ardından Fire cevap verdi. ''Regulus'u kurtardı.''

Lucretia, yutkundu. Will'in sakladığı şeyin bu olabileceğini düşündüğü halde başka bir şey olması için dua ediyordu. Elini çekerek birkaç adım geriledi. ''Bunu neden yaptın?'' diye sordu. Will, hala kabullenmese de artık inkar da etmiyordu. ''Onun ölmesini ikimiz de yüzyıllar önce istemeye başlamıştık. Şimdi neden bunu yapasın?''

Will, dişlerini sıktı. ''Çünkü artık dışarıda Regulus'tan çok daha kötü şeyler var.''

''Her zaman varlardı! Hem onlara karşı Regulus'un bizimle savaşacağını mı düşünüyorsun?''

''Onlardan nefret ediyor. Bizimle birlikte olmasa bile onlara karşı savaşacaktır.''

''Lucifer'e ihanet etmez.''

''Ama Satan'a eder. Onu yok etmek istiyor. Ve bunu biz de en az onun kadar istiyoruz. Bize yardım edebilecek tek kişi o. Bir anlaşmamız var. Regulus'un neler yaptığını ve neler yapabileceğini biliyorum ama verdiği sözden dönmez.''

Fire ve Lucretia birbirlerine baktı.

''Başka kim biliyor?'' diye sordu Fire.

''Sadece Tasha.'' Duraksadı. ''Bunu olabildiğince az kişinin bilmesi lazım. Anlıyorsunuz değil mi?''

Lucretia, Tasha tarafında ihanete uğramış gibi hissetti. ''Onu dışarı çıkarmak için neyi bekliyorsunuz?'' dedi.

''Tüm gücüne yeniden ulaşmasını... Tasha'nın kendi işlerini halletmesini...''

''Tasha'nın kendi işleri nelermiş?'' diye sordu Fire.

''Antares'i iyileştirmek üzereler. En az Regulus kadar ona da ihtiyacımız var.''

Lucretia, sesli bir şekilde güldü. ''Onların ittifak olacağını mı düşünüyorsunuz?''

''Böyle zamanlarda ne tür ittifakların çıktığını bilsen şaşar kalırdın.'' dedi Will, ciddi ses tonunu koruyarak. Omuzlarını gerdi. ''Umarım birbirimizi anlamışızdır.'' Will, sol elini cebine attıktan sonra onların yanından uzaklaştı.

Will'in gidişinin ardından oluşan sessizliği Lucretia bozdu. ''Sana güvenmiştim. Neden bana doğruyu söylemedin?''

Fire bu sorunun ne zaman geleceğini merak ediyordu. Yutkundu. ''Özür dilerim. Sadece neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Seni saçma bir şeyin ortasına düşürmek istemedim.''

''Beni kollamaya çalışmak senin üzerine vazife değil. Bundan sonra sadece senden istiyorsam onu yap.''

Fire, Lucretia'ya doğru adımlar attı. ''Bana emir veremezsin.''

''Öyle mi?''

''Evet. Öyle.

''Göreceğiz.'' dedi Lucretia. Uzaklaşmak için bir hamle yapsa da Fire onu dirseğinden yakaladı. ''Ne?'' diye çıkıştı Lucretia kolunu ondan kurtardıktan sonra.

Fire, onun kolunu yeniden tuttu. Yüzüne laubali bir gülümseme yerleştirdi. ''Geçen gece bir soru sormuştun. Hatırlıyor musun? Hemen şimdi ölsek pişmanlıklarımızın olup olmayacağını sormuştun.''

Lucretia, cevap vermek yerine tek kaşını kaldırdı.

''Benim bir tane olurdu.''

''Çok merak ediyormuşum gibi davranmaya ne kadar daha devam edeceğim?''

Fire, Lucretia'nın alaylı sorusunu görmezden geldi. ''Hiç kimseyi öpmeden ölmek istemezdim.''

''Daha önce kimseyi öpmedin mi?''

Fire, başını sağa sola salladı. ''Ama özellikle seni öpmeden ölmek istemezdim.''

Lucretia, afalladı. Hızlanan nefesini kontrol altına almaya çalıştı. ''Benim evli olduğumu biliyorsundur değil mi?''

Fire'ın yüzüne çarpık bir gülümseme yerleşti. Lucretia'nın üzerine doğru eğildi. ''Seninle yasak aşk yaşamaya razıyım.'' diye fısıldadı.

Lucretia, cevap vermedi ama kalbi çok hızlı atıyordu. Daha önce Regulus'tan başka kimse ona böyle şeyler söylememişti. Gözlerini Fire'ın gözlerine kilitledi. ''Sana aşık değilim. Olmam da.''

Fire, gülümsemesini bozmadı. ''Ben de sana olmayacağım.''

Bu kez Lucretia da sırıttı. ''Yine de herhangi bir şeyden pişmanlık duymanı istemem.'' dedi tıpkı Fire gibi fısıldayarak.

Fire, birkaç saniye daha bekledikten Lucretia'yı usulca öptü. Tutkulu bir öpüşten çok daha öteydi. Tutulmayı bekleyen bir sözün sonunda yerine kavuşması gibiydi. Öpüşmeyi bıraksalar da yüzlerini birbirlerinden uzaklaştırmadılar. Fire, birkaç saniye Lucretia'nın yüzünü inceledikten sonra onu bir kez daha öptü.

''Elma dersem çık armut dersem çıkma. Elma!''

Nerden geldiğini ilk başta anlayamadıkları bu ses onları birbirlerinden ayırdı. Birbirileri ardından yürüyerek ateş yaktıkları yere doğru yürüdüler. Yarı yolda Will de onlara katılmıştı.

Satan...

...

Fire, annesinin cesedinin üzerine doğru eğilmişti. Lucretia, ne yapması gerektiğini bilemiyordu. Hiçbiri bilemiyordu. Ve tam o sırada...

Regulus... Hiç değişmemişti.

''Her zaman ölümü kandırmanın bir yolunu bulabilmen çok hoş.'' dedi Satan.

Regulus, bıyık altından güldü. ''Kader olmalı...'' Elini cebine attı ve küçük bir taş çıkardı. Yamuk yumuktu ve kehribar rengindeydi. ''Sonunda bunu bulabildim.'' Satan, dudaklarını birbirine bastırdı. Gerginliğini dışarıya hiç mi hiç yansıtmasa da Regulus bunu çok iyi anlayabilirdi.

''O elindeki, senin için çok tehlikeli.'' dedi Satan. ''Onu daha önce de kullanmaya çalışanlar oldu. Başlarına neler geldiğini sana hatırlatmama gerek yok diye düşünüyorum.''

''Hayır, hiç yok. Çok iyi hatırlıyorum. Ama benim onlar gibi olmayacağımı çok iyi biliyorsun.'' Regulus, taşı avucunda sıktı. ''Düşman olmamız çok üzücü.''

Satan, Regulus'a doğru ilerleyince pelerininin uçları havalandı. ''Düşmanım olabilecek kadar yüksek seviyede biri değilsin, Regulus.''

Regulus, kehribar rengindeki taşı Satan'ın koluna doğru yaklaştırdı. Satan, dişlerinin arasından çıkan iniltiyle geriye doğru yalpaladı. ''Emin misin?'' diye sordu Regulus.

Satan, kendini toparladı. Boynunu sağa doğru kırarak kütletti. ''O sadece bir taş. Üstelik o taş olmadan bir hiçsin. Ben... Bense senin kabusunum.'' Satan'ın etrafındaki toprak havalandı. Tıpkı meleklerin yaptığı gibi sert bir rüzgar çıkmasına sebep oldu. Satan'ın vücudu irileşmeye başladı. Saniyeler sürdü. On başlı ejderin ortaya çıkışı sadece saniyeler sürdü. On başlı ejder, Satan'ın savaşı demekti. Sadece bir savaş onu bu siluete sokabilirdi.

Ejder, gökyüzünde kayboldu.

Ejderin yarattığı yoğunluk kaybolunca gözler Regulus'a çevrildi. Will, ona doğru adımlar attı. ''Bunu neden yaptın? Tasha'yı bekleyeceğimiz konusunda anlaşmıştık.''

''Ben kimseyle anlaşmam.''

Will, dişlerini sıktı. ''Çizgiyi aşmamalısın.''

''Ve o çizgiden kastın nedir, William?''

Will, göğsünü şişirerek nefes aldı. İkisi de çok uzundu. İki dev adam gibilerdi. Will, siyah kanatlarını ortaya çıkardı. ''Bir düşmüş olduğunu unutma, baba.''

Kanatları saniyeler içinde yeniden yok oldu. Will, arkasını dönüp gitmeye hazırlandığında diğerleriyle göz göze geldi. Andrew, dişlerini ve yumruklarını sıkıyordu.

Dikkati Will de olmayan tek kişi Lucretia ve Fire'dı. Fire, hala şok halinde annesinin cansız vücudunu tutuyordu. Lucretia, Fire'ın yanında dursa da gözleri Regulus'taydı.

''Ah, Lucy.'' dedi Regulus. Lucretia'ya doğru kısa adımlar attı. ''Güzel Lucy'm...'' dedi elini onun yanağına koyarak. Bir süre Lucretia'nın yüzünü inceledi. Yüzü düştü ve dişlerini sıktı. Dudakları çizgi haline gelmişti. Sonra sesli bir şekilde nefes aldı. ''Benden başkasını öpmüş olman çok üzücü.'' dedi.

Lucretia, nefesini tuttu. Dudaklarını birbirine bastırdı ve hiç konuşmadı ama Regulus'la olan göz temasını da kesmedi.

Üzücü... Regulus'un böyle merhametli kelimeler kullanması Lucretia'yı dehşete düşürüyordu.

Fire, başını kaldırarak Lucretia'ya kısa bir bakış atsa da Regulus'a bir an bile bakmadı. Annesini kucağına alarak diğerlerinin yanından uzaklaştı. Onun üzücü hikayesi ortamı terk ettiğinde geriye sadece diğerlerinin birbiriyle hesaplaşmaları kaldı.

''Sadece beni sevebilirsin, Lucy. Ancak öldüğünde beni sevmeyi bırakabilirsin.''

Lucretia, başını aşağı yukarı salladı. ''Ancak seni sevebilirim, Regulus. Bunu biliyorsun.''

''Biliyorum, Lucy. Bizi ayırmaya çalışanlara asla izin vermem. Sen de bunu biliyorsun değil mi?''

Lucretia, nefes almaya çekiniyordu. ''Biliyorum.'' dedi hızlıca. ''Geri dönmenden çok mutluyum.'' diye ekledi. ''Öldüğünü düşünmek beni mahvetmişti.''

''Seni bırakıp hiçbir yere bırakmam.''

Andrew, Lucretia ve Regulus arasında geçen diyalogu dinlemeyi bırakalı çok olmuştu. Gözlerini Will'in üzerinden çekemiyordu. Öfkesi çok şiddetliydi. Orada daha fazla bulunmak istemedi. Will'e son bir bakış daha attıktan Fire'ın peşinden gitti.

...

Bir rüya olduğunu biliyordum. Anlayabiliyordum bunu. Ama uyanmak istemiyordum. Uzun zamandır olmadığım kadar huzurlu hissediyordum. Ferah bir hava vardı. Her yer lavanta kokmasına rağmen etrafta bir tane bile çiçek yoktu. Birisi gelecekti, biliyordum. Birisi rüyama benimle konuşmak için gelecekti. Nasıl düzeleceğimi anlatacaktı. Bu düşünce uyanmak istememe sebep oldu. Bu saçmalıkla uğraşmak istemiyordum.

''Clara?''

O an beni konuşturabilecek tek sesi duymuştum. Jamie... Var olmayan ve hiç var olmamış haliyle buradaydı. Taş zeminin üzerinde bana doğru koştu. Bacaklarıma sarıldığında içimde bir şeylerin parçalandığını hissettim. Ona yeniden bağlanamazdım.

''Nasıl burada olabiliyorsun?'' diye sordum.

''Beni burada istiyorsun çünkü.'' dedi canlı bir sesle. ''Bunu hissettim ve geldim.''

Sözlerinin hiçbir mantığı olmadığını biliyordum. Ama sorgulamadım. Zaten onunla ilgili hiçbir şey mantıklı değildi. Pantolonunun küçük cebinden oyun kağıtları çıkardı. Konuşmadık. İkimiz de yere çöktük ve onun kağıtlarıyla oynadık. Bunu özlemiştim.

''Burası çok mavi.'' dedim etrafıma bakarak.

Jamie, başını salladı. ''Evet.'' dedi. ''Burayı dünyanın başlangıcı veya sonu olarak düşünebilirsin.''

''Bunlar çok farklı iki kavram...''

''Hayır, değiller. 'Başladığı gibi bitecek her şey.' Verilmiş en eski sözlerden biri bu. Dünya yaratılırken maviydi, yıkılırken de mavi olacak.''

''Her zaman bu bilgeliğinin nerden geldiğini merak etmişimdir.'' dedim.

''Ben var olan biri değilim, Clara. Bir siluetim, belki de bir gölge... Karanlıkta gizli kalan her şeyi biliyorum.''

''Gerçek olmalıydın, Jamie. Senin gerçek olman her şeyi feda ederdim.''

''Gerçek olmamı sağla, Clara.''

''Nasıl?''

''Beni hatırla.''

''Hatırlıyorum. Hatırlayacağım.''

''Hayır, hatırlamıyorsun. Uyandığın zaman, beni hep bir parça daha unutmuş oluyorsun.''

''Hayır, bu doğru değil.''

''Evet, doğru. Kaç kere rüyana girdim, biliyor musun? Onlarca kez... Hangisini hatırlıyorsun?''

''Hayır, yanılıyorsun. Bu ilk kez oluyor.''

''Hayır, Clara. Her uyuduğunda, benimlesin.''

Bu düşünce başımın dönmesine sebep oldu. ''Hiçbirini hatırlamıyorum.''

''Neden?''

''Bilmiyorum. Bu benim elimde değil.''

''Çünkü beni hatırlamak istemiyorsun. Lucifer'le kalmak istiyorsun. Ben sana Lucifer'i unutturuyorum. Arkadaşlarını hatırlamanı sağlıyorum. Ve sen de beni unutmayı seçiyorsun.''

''Jamie...'' dedim titrek bir sesle. ''Asla seni unutmayı tercih etmem ben.''

Jamie, kırgın bir şekilde güldü. ''O zaman hatırla beni, Clara.''

''Bir daha onların yanına dönmeyeceğim, Jamie.''

''Neden? Onlar senin ailen.''

''Hayır, değiller. Benim ailem öldü. Onlar kısa süre önce tanıştığım yabancılar sadece.''

''Senin hayatını kurtardılar. Defalarca kez. Sen de onlarınkini... Onlarla birlikte ağladın, onlarla birlikte güldün, onlarla birlikte savaştın. Sana değer veriyorlar. Seni yeniden kazanmak için mücadele ediyorlar. Ailen olmak için daha ne yapmaları gerekiyor?''

Başımı öne eğdim. Derin bir nefes aldım. ''Anlamıyorsun.''

''Belki... Belki de sen anlamak istemiyorsun. Belki de sorun onlar değil, sensindir. Belki de kendini onlara layık görmüyorsundur.''

''Neden böyle düşüneyim? Çok güçlüyüm ben.''

Jamie, güldü. ''Bunun güçle ilgisi yok ki. Herkes senin ne kadar güçlü olduğunu biliyor zaten. Bir söz verildi, Clara. Dünya mavi olacak. Çok geç olmadan önce kendi mavine sığın.''

Düşme hissiyle uyandım. Dilim damağıma yapışmıştı. Başucumdaki bardaktaki suyun hepsini içtim. Soğuk su uyanmama yardım etti.

''Mırıldanıyordun.''

Ses beni ürkütse de belli etmedim. Lucifer, odamdaydı. Heyecanlanmıştım. Çalışma masasına yaslanmıştı. Üzerinde eski bir beyaz gömlek ve pantolon askısı vardı. Sarı saçları dağınık bir şekilde yüzüne düşüyordu. Çok güzel görünüyordu.

''Ne görüyordun rüyanda?'' diye devam etti.

Bunu düşünmek başımı ağrıttı. Ne gördüğümü hatırlamaya çalıştım. ''Bilmiyorum.'' dedim yüzümü buruşturarak. ''Hatırlamıyorum.'' Nefesimi verdim. ''Son zamanlarda çok derin uyuyorum. Hiçbir rüyamı hatırlamıyorum.''

Lucifer, mavi gözlerini yüzümde gezdirdi. Uzun bakışları gerilmeme sebep olmuştu. Masaya yaslanmayı bıraktı ve yanıma geldi. Yatağımın ucuna oturarak elini yanağıma koydu. ''Solgun görünüyorsun.'' dedi. ''Kendine dikkat etmelisin. Sana ihtiyacımız var. Benim sana ihtiyacım var.''

İçimde bir şeylerin titrediğini hissettim. Heyecanımı bastırmak için yutkundum. ''Evet.'' diyebildim sadece.

Lucifer, gülümsedi. Gülümseyince yanaklarının kenarlarında uzun çizgiler oluştu. Ayağa kalktı. ''Satan'ın nerede olduğunu biliyor musun?''

''Hayır.''

''Yaklaşık bir saat önce on başlı ejderin uyandığını hissettim. Ama hala buraya gelmedi.''

Nasıl bir cevap vermem gerektiğini kestirmeye çalıştım. ''Yakında döneceğine emindim.''

...

''Kaybettiğin birçok şeyi zaten hatırlamak istemediğine eminim.'' dedi Albiel. Antares'e omuz atarak yanından geçti ve La Paz'daki küçük dairenin duvarına yaslanarak kollarını göğsünde birleştirdi.

Antares, Albiel'in peşinde gitti. ''Hafızamı geri istiyorum. Böyle bir şeyi yapmanıza izin vermem için çıldırmış olmam lazım.''

''Alınma ama...'' dedi Tasha. ''Biraz çıldırdığın doğru...''

''Ve sen bir Caracalla cadısı değilsin. Bütün Caracalla cadılarını tanırım ben.''

Albiel, gülmeye başladı. ''Ciddi olamazsın.'' dedi ve kendini tutamayarak yeniden gülmeye başladı. Tasha, Katalia ve Anael'e baktı. ''Nasıl gülmeden durabiliyorsunuz?''

''Kes sesini!'' diyerek üzerine yürüdü Antares.

Albiel, duruşunu dikleştirerek Antares'e karşı durdu. ''Sadece bir düşmüş melek olduğunu unutma sakın.''

''Bu şekilde küçümsediğin biri olsam şu an bana ihtiyacın olmazdı, değil mi?''

''Fareleri yesinler diye kedilere ihtiyaç var ama bu onların kıyamet günüyle baş edebileceklerini göstermez.'' dedi Anael, araya girerek. Ses tonunu düzdü. Odadaki herkesin dikkatini çekmeye yetecek bir sesle konuşmuştu. Antares'e doğru yürürken cebinden bir zarf çıkardı. ''Bunu kendine yazdın. Hiç kimse okumadı. Kendi yazını tanıyabilirsin diye düşünüyorum.'' Zarfı Anael'e uzattı. ''Kendini toparlamak için yarım saatin var. Seni kendi deliliğinden, bize cephe alasın diye kurtarmadık.''

Albiel, Antares'e son bir bakış attıktan sonra Anael'le birlikte odadan çıktı. Tasha, çıkmadan önce Antares'in koluna güven verici bir şekilde dokundu.

Katalia, Antares ile bir kez bir göz göze gelmende çıkmak için atıldı ama Antares arkasından ona seslendi. ''Talia... Gitme...''

Katalia, olduğu yerde duraksadı ama arkasını dönmesi için aradan uzun bir süre geçmesi gerekmişti.

''Anlamıyorum, Katalia. Bana yardım et.''

''Ben sana yardım edemem. Ancak sen kendine yardım edersin Antares.''

''Sen benim sevdiğim kadınsın, Katalia. Nasıl bana yardım edemezsin?''

''Aradan çok uzun zaman geçti Antares. Çok uzun...''

''Hayır, geçmedi. Daha dün o sahilde birlikteydik.''

''Dün değil, Antares. Yüzyıllar önceydi bu.''

''Ama ben dün gibi hatırlıyorum. Sen hatırlamıyor musun?''

Katalia, ağlamamak için dişlerini sıkıyordu. ''Çok fazla şey yaşandı. Çok zaman geçti... Ve ben...'' Katalia, cümlesini Antares'in kendi sözleriyle bitirmeye karar verdi. ''Ben seni gerçekten sevdiğimi düşünmüyorum artık. Bizimkisi gerçek aşk değildi. Senin için kendi hayatımı ve Amazonluğumu tehlikeye atamam. Üzgünüm.''

Antares'i şaşkınlığı ile baş başa bırakarak odadan çıktı.

La Paz'daki ahşap binadan dışarı çıktılar. Katalia, gözlerini gökyüzüne çevirdi. ''Bugün gökyüzü çok normal. Günbatımını özlemiştim.''

Albiel, bir adım öne çıktı. Gözlerini kıstı. ''Günbatımı değil bu.'' dedi. ''Ateş bu.''

''Ejder ateşi.'' diye tamamladı onu Anael.

Albiel, gözlerini Tasha'ya çevirdi. ''Buradaki işimiz bitti, Tasha. Geri dönmeliyiz.''

''Micheal, neden kendini göstermiyor?'' diye sordu Tasha, onu duymamış gibi.

''Daha zamanı gelmedi.''

''Dünya alt üst oluyor. Tüm bunlar başladığından beri milyonlarca insan öldü. Onlarca şehir yok oldu. Tüm o çığlıkları duyabiliyorum. Şeytan, dünyanın üzerinde kol geziyor. Lucifer, kafesinden çıktı ve her an adımını Tesislerden dışarı atıp bir katliam yapabilir. Melekler nereye çekildi Albiel? Son gördüğümde hepsi savaşa hazırdı. Neredeler şimdi? Micheal nerede?''

Albiel, cevap vermemeyi tercih etti.

Tasha'nın onun üzerine yürüdü. ''Bana cevap ver.''

''Nasıl bilebilirim, Tash? Günlerdir beni burada hapis tutuyorsun.'' dedi alay edercesine.

Tasha, elini Albiel'e doğrulttu. Avucundan alevler çıkıyordu.

''Bana zarar veremezsin. Ben bir baş meleğim.''

''Benim büyümle savaşamazsın.''

''Belki ben yapamam ama Anael yapar.''

Tasha, hafifçe sırıttı. Buz mavisi gözlerini Albiel'in arkasında duran Anael'e çevirdi. ''Bunu yapar mısın, Anael? Onu korur musun?''

Anael, dudaklarını birbirine bastırdı. ''Micheal, Lucifer'in harekete geçmesini bekliyor. Lucifer, sabrı tükendiğinde tüm hıncını dünyadan çıkaracak. Şimdikinden çok daha büyük vahşetle... Ve Micheal bir Mesih olarak kendini gösterecek. Beklediğimiz şey bu. Meleklerin kaybolmasının sebebi bu. Micheal'dan emir aldık.''

Tasha, onu sakince dinledi ama Katalia'nın göz bebekleri büyümüştü, yumruklarını sıkıyordu. ''Anael...'' dedi Tasha yumuşak bir ses tonuyla. ''Bunu onaylıyor musun?''

''Onaylamıyorum. Ama eğer soruna gelirsek, evet, ona yardım ederim. Etmeliyim.''

Tasha, başını öne eğerek güldü. Elindeki alevler yok oldu ama Albiel'e doğru bir adım attı. ''Lucifer'den daha iyi değilsiniz.''

Albiel güldü. ''Bunu hiç reddetmedik. Bu hiçbir zaman bir iyi-kötü savaşı olmadı, Natasha. Bu bir güç savaşı. Anlayamadığınız şey bu. Elbette Lucifer'den daha iyi değiliz. Ama ondan daha fazla merhamete sahip olduğumuz yönünde duaya başlasan iyi edersin. Buna ihtiyacın olacak.''

Tasha, gülerek başını salladı. Anael'e baktı. ''Nedense içimde merhametin şiddetine ilk sen kurban gidecekmişsin gibi bir his var.''

...

Bunu neden yaptın, Will?''

Andrew, sakinliğini korumaya çalışıyordu.

''Çünkü ona ihtiyacımız vardı, Andy.''

''Ona ihtiyacımız falan yoktu.'' diye çıkıştı Andrew.

Will, sessizce gülerken sessizliği, Lex'in çakmağının sesi bozdu. Sigarasının dumanı etrafa yayıldı.

''Lucifer'in üzerine insanları gönderdik. Tesislerde boş yere, sırf dikkat dağıtmak için yüzlerce insanın ölmesine sebep olduk.'' dedi Will.

''Farmalhaut öldü. Ve insanların bir direniş başlatması sağladık.'' diye karşılık verdi Andrew.

''Satan izin verdiği için Farmalhaut öldü. Ve insanların bir direniş başlatmasına falan da sebep olmadık. Hiçbir şey olmadı!''

''Onları zorlamadık Will. Oraya kendi istekleriyle gittiler.''

Will, Andrew'a küçümseyerek baktı. ''Tam da Lucifer'in söyleyeceği bir şey bu. Ve Micheal'ın... Çoktan onlardan birine dönüşmüşsün.'' dedi. Andrew, çıkışmak için ağzını açsa da Will devam etti. ''İnsanların Tesislere bir zarar vermesini hiç istemedin zaten. Bunu yapamayacaklarından emin olduğun için onları oraya gönderdin. Aksi takdirde Clara'ya zarar verecek hiçbir şey yapmazdın.''

''Evet! Ondan asla umudumu kaybetmem ve senin gibi onu öldürmeye çalışmazdım!''

''Asla onu öldürmeye çalışmadım, Andrew.'' dedi Will, Andrew'un aksine yumuşak bir sesle. ''Onu öldüremezdim de zaten. Hepimizden daha güçlü şu an. Ama eğer onun için yüzlerce insanı ölüme terk edip etmeyeceğimi soruyorsan, hayır etmezdim.''

''Eğer farklı düşünüyor olsaydın en yakın iki arkadaşın belki şu an hayatta olurdu. Eğer farklı düşünseydin belki Nate ve Faye için bir şeyler yapabilirdik.''

Andrew'un son sözleri Will'de bıçak etkisi yaratmıştı. Nefesini verdi ve dişlerini sıktı. Omzunun üzerinden Lex'e baktı. Onun da öyle düşünüp düşünmediğini anlamaya çalıştı ama Lex'in yüz ifadesi dümdüzdü. Yeniden Andrew'a döndü. ''Çoktan ruhumuzu kaybettik, Andy. Ne kadar tam zıddına inansak da... Regulus'tan daha iyi değiliz. Nasıl biri olduğumuz hakkında nutuk çekme. Ona ihtiyacımız olduğunu biliyorsun.''

Andrew cevap vermedi. Bu belki bir barış değildi ama kesinlikle bir ateşkesti.

...

''Bir şeyler yanlış, Clara.''

Lucifer'i ilk kez bu kadar histerik görüyordum. ''Ne gibi?'' diye sordum.

''Bir şeyler oluyor. Çok sessiz... Her yer çok sessiz... Ayağa kalkıyor gibiler.''

''Kimler?''

''Herkes... Bu sessizliği tanıyorum. Aynı şeyleri daha öncede yaşadım.''

''Hiçbir şey olmuyor.'' dedim. Lucifer, mavi gözlerini bana çevirdi. Küçümserce baktı bana. Kalbim kırılsa da konuşmaya devam ettim. ''Bu kez kazanacaksın.''

''Arkadaşlarından birinin ismini söyle.'' dedi.

''Ne?''

''Bir isim!'' diye bağırdı. ''Arkadaşlarından birinin ismini söyle!''

''Lucretia.'' dedim kısaca.

Lucifer, ortadan kayboldu. Arkasında sadece serin bir rüzgar bırakmıştı. Dönmesi sadece bir dakika sürdü. Lucretia'yla birlikte dönmüştü. Onu kollarından ve boynundan tutuyordu. Bir an onun adını söylediğime pişman oldum. Lucifer, Lucretia'yı sandalyeye oturttu.

''Peru'dan ayrılmanızdan sonra neler oldu?'' diye sordu Lucifer.

Lucretia, gözlerini ondan ayırmıyordu. Onu oturduğu sandalyeye bağlayan hiçbir şey olmamasına rağmen hareket edemiyordu. Lucifer, onun hareket edebilme imkanını almıştı.

Lucifer, sorusuna cevap alamayınca, Lucretia'nın üzerine doğru eğildi ve sorusunu daha sert bir ses tonuyla tekrarladı. ''Peru'dan ayrılmanızdan sonra neler oldu?''

Lucretia, gözlerini bana çevirdi. Onun da olanlardan bir şeyler anlamadığına emindim. Luicfer'in paranoyaklaşmasının sebebini bilmiyordum. Lucretia, yeniden Lucifer'e döndü. ''Ne bilmek istiyorsun?''

''Her şeyi!''

Lucretia, o bilindik gülümsemelerinden birini takındı. ''Seni yenecekler.''

Lucifer, sesli bir şekilde güldü. ''Bundan nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?''

''Onları hiç bu kadar güçlü görmemiştim.''

Lucifer, yüzünü Lucretia'nın yüzüne iyice yaklaştırdı ve fısıldayarak konuştu. ''Seni koruyacak güçleri yoktu ama.'' dedi.

''Ama onlardan korkuyorsun. Yoksa beni neden buraya getiresin?''

Lucifer, Lucretia'ya sert bir tokat attı. Lucretia, dişlerini sıkarak duruşunu düzeltti.

''Beni neden buraya getirdin?''

''Seni almak için buraya gelmelerini istiyorum.''

Lucretia, cevap vermeden önce düşündü. ''Neden?''

Lucifer, cevap vermedi. Onun yerine omzunun üzerinden pencereye baktı. Başını yeniden bize çevirdiğinde yüzü normale dönmüştü. Histerik bakışları ve gergin alnı yok olmuştu. Yeniden Lucifer'di. Hatta gülümsediğine yemin edebilirdim.

''Hoş bir girişti.'' dedi. Kimle konuştuğunu anlamak zordu ama benimle veya Lucretia'yla konuşmadığı kesindi. Boşluğa bakıyordu. ''Eski savaş anılarını göstermek, hissettirmek... Tam senin tarzın bir hile.''

''Senin için özel olarak hazırlattığım kafesin parmaklıklarına zarar vermişsin. Eski haline döndürmek uzun zamanımı aldı. Ödeşmek istedim. Ayrıca yüzünde o paranoyak ifadeyi görmek beni hep eğlendirmiştir.'' Sesi duyana kadar odada bir başkası daha olduğunu anlayamamıştım. Odanın sağ köşesindeydi. Lucifer'le aynı boylardaydı. Teni Lucifer'in aksine oldukça esmerdi ama gözlerinde aynı tonda mavi parıltılar vardı. Bol ve beyaz bir gömlek giyiyordu. Pantolon askısı vardı ama kollarından geçirmek yerine aşağı sarkıtmıştı.

''Oldukça adil bir ödeşme.'' dedi Lucifer.

''Ayrıca kaçarken askerlerimden öldürdüklerin olmuş diye duydum.''

''Beni o kafese tıkarak fazladan enerji depolamama izin vermemeliydin.''

''Bir dahakine kaçamayacağından emin olacağım.''

Lucretia'yla birbirimize baktık. Micheal'ın odadaki varlığı tuhaf hissettiriyordu.


Continue Reading

You'll Also Like

1.3K 341 15
Son dönemlerde sosyal medyaya, alışılmışın dışında bir yaşam koçu damga vurmuştu. Söylenenlere göre görüşmeye giden kişileri mutfağına davet ediyor...
12.5K 3.4K 43
Birbirinden güzel, özel ve çekici kapaklar için tek adres. Hikâyesi için kapak ihtiyacı duyanlar için burdayım, sonuçta her hikaye ve roman güzel bir...
7.5M 344K 65
Fantastik #1 Siz hiç bir ruha aşık oldunuz mu? Gülüşünden bihaberken ya da öfkelendiginde nasıl baktığı bilemeden sonsuz bir melankoninin içine düştü...
Canlanma (3) By Büşra

Science Fiction

154K 12.9K 42
Helen ondan intikam istememişti. Helen asla ölümüne sebep olan kişinin sonunu istememişti. Bu David'in isteğiydi. Travis ve Luthor'un ölümü David'in...