Mavi Gözyaşı

By fraatkaya

26.6K 2.8K 792

Bir Mavi Hikayesi... More

1.Bölüm - BOĞULMA ANI
2.Bölüm - KURTARILIŞ
3.Bölüm - RÜYA
4.Bölüm - ŞARKÖY TURU
5.Bölüm - GİTARIN SESİ
6.Bölüm - SARMAŞ DOLAŞ
8.Bölüm - Rüya'nın Evi
9.Bölüm - Nil'in Evi

7.Bölüm - Maria Puder

918 102 32
By fraatkaya



Eve girince kendimi hızla banyoya attım. Güneşten kavrulmuş vücudumu ancak soğuk su serinletebilirdi. Duşun altına geçip soğuk suyu açtım. Ellerimi duvara dayayıp başımı öne eğdim. Kendimi suyun soğukluğuna teslim ettim. Vücuduma değen ilk soğuk su damlaları irkilmeme neden olsa da sonradan alıştım.

Vücudumdan akan suları seyrederken derin düşüncelere daldım. Yine o gizemli kız gelmişti aklıma. Acaba neden bu kadar gizemliydi? Neden bana ismini söylememişti? Hepsinden de önemlisi ben bu kızı neden aklımdan çıkaramıyordum? Yakınımda duran ve bana yakınlaşmak için türlü bahaneler üreten Nil'i değil de, bana uzak ve benden uzaklaşamak için her yolu deneyen o gizemli kızı düşünüyordum sürekli. Zihinim kemiren düşüncelerle birlikte duştan çıktım.

Kurt gibi acıkmıştım. Yüzmek insanı çok acıktırıyor. Buz dolabından bir şeyler çıkartıp atıştırırken bana mesaj atan çiftçi geldi aklıma. Kitabevine gelmemi istemişti. Akşam olmadan kitapçıya gitmeye karar verdim ve yanıma bir hırka aldım belki geç kalırsam akşam üşümeyeyim diye. Hızla evden çıktım.

Yolda yürürken mesaj attım. "Birazdan bana tarif ettiğiniz kitabevinde olacağım. Şuan orada mısınız?"

Mesajıma anında cevap geldi. "Evet oradayım. Sizi bekliyorum."

Adresi bulmak zor olmadı. Zaten Şarköy'de hepi topu bir tane kitapçı vardı. Kırtasiyeleri saymazsak eğer. Buranın halkı kitap okumayı pek sevmiyor sanırım. Zaten yazlıkçılar da denize girmekten kitap okumaya fırsat bulamıyordur. Hal böyle olunca kitapçıya da gereksinim duyulmuyordur.

Birkaç dakika sonra kitapçıdan içeri girdim. Etrafta kimse görünmüyordu. Kitapları inceleyen bir iki müşteri vardı. Bir de arkası dönük bir kız vardı raflardaki kitapların tozunu alıyordu. Buranın çalışanı olduğuna göre çiftçi amcayı kesin tanıyordur. Yanına yaklaştım pardon bakar mısınız?" dedim kısık sesle. Kitabevinde yüksek sesle konuşmak uygun olmazdı.

Yüzünü dönmesiyle birlikte şoke oldum. Karşımda duran kız hayatımı kurtaran kızdı. Onun burada karşıma çıkacağı aklımın ucundan bile geçmezdi. "Aaa bu ne güzel tesadüf." dedim şaşkınlıkla.

"Beni takip ettiğinizi düşünmeye başlıyorum artık."

Elimi kaldırdım ve hayır anlamında salladım. "Yok vallahi takip etmiyorum."

"Sakin olun ya sadece şakaydı. Tüm karşılaşmalarımızın birer tesadüf olduğunun farkındayım. Kitap seversiniz ve kitap almaya geldiniz, öyle değil mi?"

"Tam olarak öyle sayılmaz. Yani evet kitap severim ama buraya çiftçi bir amcayı görmeye geldim. Üzüm bağı varmış kendisinin."

Gülmeye başladı. "Amca mı?" Gülmeye devam etti, hatta kahkaha atmaya başladı. Gittikçe arttı kahkahaları. Ben ise neler olduğunu anlamaya çalışıyordum. Belli ki çiftçi amcayı tanıyor. Belki de amca değil de teyzedir ve bu yüzden gülüyordur. Elindeki toz bezini bıraktı ve koltuğa oturdu. Artık kahkaha atmıyordu daha doğrusu atmamaya çalışıyordu ve karnından gülüyordu.

"Amca birazdan gelir. Ama baştan söyleyeyim çok aksi bir ihtiyardır. Fazla üzerine gitmeyin. Hatta hiç bir şey söylemeyin, o ne derse kabul edin. Ha unutmadan söyleyeyim geçenlerde bastonuyla bir çocuğu dövdü bu arada."

"Öyle mi? Peki neden dövdü?" diye sordum şaşkınlıkla. Attığı mesajlardan nazik birisi olduğunu düşünmüştüm halbuki. Demek kaba bir herifmiş.

"Bir çocuk onun bağından üzüm koparmış o da çocuğu yakalayıp dövmüş."

Benim içimi az da olsa endişe kapladı. Sonuçta yaşlı bir adamdı ve bana vurmaya kalksa ona karşılık veremezdim. Acaba bir bahane uydurup dışarı çıksam mı diye düşünürken, "Hatta o çocuk yediği üzümler için para bırakmış. Sonra da mesajlaşmışlar falan." dedi ve yine gülmeye başladı.

"Yoksa?"

"Evet o amca benim." Gülmekten gözünden yaşlar geliyordu. Çünkü beni bir güzel işletmişti.

"Demek bana mesaj atan sendin. Aşk olsun ya. Ecel terleri döktüm burada." derin bir nefes aldım ve masalardan birine oturdum. Orada hem kitap satılıyordu hem de kahve. Yani bir kitap kafeydi.

"Evet mesajı ben attım. Gerçi o parayı bırakanın sen olduğunu bilmiyordum ama hiç hoşuma gitmemişti bir insanın bizim bağımızdan bir salkım üzüm koparıp da parasını bırakması. Çünkü göz hakkı diye bir şey var, dileyen herkes bzim bağdan üzüm koparabilir."

Ben masada oturmuş onu dinlerken, "Dur ben sana bir kahve getireyim." diyerek gitti. O gidince ayağa kalktım ve kendime okuyacak bir kitap aramaya başladım. Binlerce kitap vardı, bir çoğu ilgi çekiciydi. Birini elime alıyordum sonra başka bir kitap gözüme çarpıyordu elimdekini bırakıp onu alıyordum. Bir türlü karar veremiyordum hangisini alacağıma.

Sonra o geldi yanıma elinde kahvelerle. Kendisine de doldurmuştu bir fincan. Kahveleri masaya bıraktıktan sonra, "Eğer kitap arıyorsanız çok satan kitaplar var onlara bakabilirsiniz." dedi ve çok satanların bulunduğu rafı işaret etti.

"Yok ben popüler kitaplarla ilgilenmiyorum. Bir kitabın çok tutulması onun iyi kitap olduğunu göstermez, tanıtımının iyi yapıldığını gösterir. Eğer bir kitap gerçekten iyiyse yıllarca raflarda kalmalıdır. Mesela; Suç Ve Ceza, Sefiller, Dönüşüm, Madam Bovary bunlar basılalı yıllar oldu ama insanlar hala okuyorlar."

"Ne diyebilirim ki? Haklısın yani... Ben hiç böyle düşünmemiştim. Ama bir şey dikkatimi çekti; saydığın kitapların hepsi yabancı yazarlara ait Türk yazarları okumaz mısınız?"

"Okumaz olur muyum?" dedim ve ekledim, "Oğuz Atay'ı, Edip Cansever'i, Halide Edip Adıvar'ı okumamak olur mu? Bu yönden kendimi şanssız hissetmişimdir her zaman. O büyük ustalarla aynı dönemde yaşayamadığım için." Gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan söylediklerimi dinliyordu. Demek ki anlattıklarım ilgisini çekmişti.

"Oğuz Atay demişken onun büyük projesi; Türkiye'nin Ruhu'nu yazamadan hayata gözlerini yumduğunu biliyorsunuz değil mi?" Bu kadar bilgili olması beni şaşırtmıştı. Oğuz Atay'ı hemen hemen herkes tanır ama son kitabını yazamadan öldüğünü bilen çok az kişi vardır. Onlar da edebiyatla yakından ilgilenen kişilerdir. Demek ki bu kız edebiyatla haşır neşir olanlardan... Gerçi kitabevinde çalışıyor o kadar da olsun...

"Tabii ki biliyorum. Ayrıca Tutunamayanlar favori kitaplarım arasındadır." dedim ve masaya oturup kahvemi yudumlamaya başladım. Az şekerliydi kahve tam istediğim gibi... Ama benim az şekerli sevdiğimi nereden anlamıştı ki? "Kahveyi az şekerli yapmanızın nedenini merak ettim."

"Naif bir adama benziyorsunuz. Sizin gibiler genellikle az şekerli severler. Gelen müşterilerimizden biliyorum." dedi ve birden kaşlarını yukarı kaldırdı. "Yoksa yanıldım mı? Az şekerli sevmez misiniz?"

"Yoo severim. Hedefi 12 den vurdunuz yani." dedim ve kahvemi yudumlamaya devam ettim. Çok hoşuma gitmişti. "Elinize sağlık kahve bir harika. Bu arada siz en çok hangi kitapları seversiniz?" Kitap zevkini merak etmiştim.

"Benim favori kitabım Kürk Mantolu Madonna'dır. Kendimi o romanın baş kahramanı Maria Puder'e benzetirim hep."

"Nee?" Elimdeki kahveyi devirmiştim bir anda heyecandan. Maria Puder benim hayalini kurduğum aşkın vücut bulmuş haliydi. Belki saçma bir şeydi ama aşık olduğum roman karakteriydi. Hayatım boyunca hep onun gibi birisiyle tanışabilmenin hayalini kurmuştum. Acaba bunu laf olsun diye mi söylemişti yoksa gerçekten karakter olarak Maria Puder'e benziyor muydu?

Hemen bir bez getirdi. Eğilip masayı silmeye başladı. "Üzerinize dökülmedi değil mi bayım?"

Üzerime değil ama elimdeki kitabın ve masanın kenarlarına dökülmüştü kahve. Ama o kitabı ve masayı değil de beni düşünüyordu.

"Maria Puder dediniz. Gözlerimi yıllardır yaşlı bırakan hikayenin kadın kahramanıdır kendisi. O yüzden biraz heyecanlandım kusura bakmayın."

"Yok sorun değil." dedi masayı silerken. Sonra doğruldu. "Evet kendime en yakın hissettiğim roman kahramanıdır kendisi. En çok da duvarlarımız benziyor birbirine."

Duvar işte aradığım kelime buydu. Bu kızla aramızda olan şeyin ne olduğunu sonunda bulmuştum; duvar! Öncelikle duvarlarının nelerle örüldüğünü bulmalıydım. Sonrasında o duvarları aşmama yardım edecek bir merdiven... Ama bu o kadar kolay olmayacaktı çünkü duvarlardan bir kale inşa etmişti ve ruhunu içeriye hapsetmişti.

Sol çaprazımda bulunan rafdaki Kürk Mantolu Madonna kitabını işaret ettim. "O benim başucu kitabımdır. Ben Maria'yı çok yakından tanıyorum hanımefendi. Yıllardır konuşur dertleşirim kendisiyle, birkaç kitap sayfasında. Yıllardır görüşürüm onunla gözlerimi her kapattığımda."

Derin bir iç çekti ve rafların üzerinde bulunan toz alma püskülünü eline aldı. Raflarda bulunan kitapların, tozlu olsun ya da olmasın hepsinin üzerine dokunarak yanımdan uzaklaştı. Sanki kitapların değil de geçmişinin, yaşadıklarının tozunu alıyordu.

Hiçbir şey söylemeden sessizce çıkıp gitmeyi düşündüm oradan. Ama yapamadım gidemedim. Bir şeyler mıknatıs gibi çekiyordu beni. Ondan uzaklaşmak istemiyordum. Bir kitap alıp orada oturup okumaya karar verdim. O anki ruh halim yalnızca ve yalnıca şiir kitabı okumaya elverişliydi. Şiir kitaplarının bulunduğu bölümden Edip Cansever'in bir kitabını aldım. O ise hala raflardaki kitaplar ve tozlarıyla ilgileniyordu. Oturduğum koltuğu onu görebileceğim bir şekilde ayarladım ve kitabın rastgele bir sayfasını açtım. Karşıma Buz Gibi isimli şiir çıktı.

Aşk iyidir bak
Duyumunu artırır insanın
Hele don gömlek sabahları
Traş olacağını duyarsın
Yeni gömleğini giyeceğin gelir
Bir yeni biçim eklersin insan olacağa
Masaya, merdivene, aynalı dolaba
Derken ardından şıpın işi bir kahvaltı
Amanın dersin bu ne delice gidiş
Paldır küldür açar mıydı fıstık ağacı
İspinoz düşünür müydü
Deli olan kaşınır mıydı

Kolların upuzun Walt Whitman'i okumaktan
Ağzın desen bir karış açık
Sokaklar yok mu, o sokaklar
Önce bir yeşile işkilli
Evlerde büyümeler, alıp başını gitmeler olacak
Kızıp duracaksın üstüne başına konan toza
Televizyondaki ise
Usanmak, hızını eksiltmek dendi mi
Cin ifrit kesileceksin birden.

Hey gidi duyumuna yandığımın dünyası
Alıp vereceğin olacak ille
Aşk maşk buz gibi yaşayacaksın.

Edip'in dediği gibi aşk iyi midir gerçekten emin değildim. Ama buz gibi olduğundan emindim. Şiiri okurken arasıra kafamı kaldırıp ona bakıyordum, bana bakıyor mu diye. Ama bana bakmıyordu. Benim varlığımı bile unutmuştu çoktan. Yapacak bir şey yoktu, masadan kalkıp sessizce çıkıp gittim oradan. Hoşça kal bile diyemeden...

Adını sormayı unutmuştum, sorsam söyler miydi acaba bu sefer? Gerçi artık adını biliyordum, o Maria'ydı... Aylar önce bir gazete okumuştum; Sabahattin Ali'nin öldükten sonra üstünden çıkan bir notta 'Maria Puder ölmedi' yazıyormuş. Evet artık emindim Maria Puder yaşıyordu.

Dışarı çıktıktan sonra eve gitmek yerine limanda bir bankta oturmayı tercih ettim. Düşündüm beni düşüncelere salan kadını. Düşündüm onu düşünmeme sebep olan şeyleri. Hiç tanımadığım halde aklımdan hiç çıkmayan kadını... Ama artık onu tanıyordum O Maria'ydı, yıllardır beklediğim, özlemiyle yandığım kadın. Gerçekleşmesinin imkansız olduğunu bildiğim hayalleri kurdurtan kadın...

İdeal kadının ta kendisidir Maria. A'sından Z'sine kadar tamı tamına olması gerekendir.

İlişki psikolojisini en iyi o tanımlamıştır Kürk Mantolu Madonna isimli kitaptaki cümlelerinde:

"İnsan, bilhassa kadın ve erkek münasebetleri o kadar karmakarışık ve arzularımız, hislerimiz o kadar anlaşılmaz ve bulanık ki, hiç kimse ne yaptığını bilmiyor ve akıntıya kapılıp gidiyor. Ben bunu istemiyorum. Beni yüzde yüz doldurmayan, bana tam manasıyla lüzumlu görünmeyen şeyleri yapmak, beni kendi gözümde küçültüyor."

Aşkın tanımını da yine en güzel o yapmıştır:

"O, bütün mantıkların dışında, tarifi imkansız ve mahiyeti bilinmeyen bir şey. Sevmek ve hoşlanmak başka, istemek, bütün ruhuyla, bütün vücuduyla, her şeyiyle istemek başka. Aşk bence bu istemektir. Mukavemet edilmez bir istemek."

Bir kadının nelere ya da kimlere tahammül edemeyeceğini de en iyi o anlatmıştır:

"Bilhassa tahammül edemediğim bir şey, kadının erkek karşısında her zaman pasif kalmaya mecbur oluşu... Neden? Niçin daima biz kaçacağız ve siz kovalayacaksınız? Niçin daima biz teslim olacağız ve siz teslim alacaksınız? Niçin sizin yalvarışlarınızda bile bir tahakküm, bizim reddedişlerimizde bile bir aciz bulunacak? Çocukluğumdan beri buna daima isyan ettim, bunu asla kabul edemedim."

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 65.5K 44
Ayağa kalkıp göz yaşlarımı sildim. Gözlerim son kez baktı ardından. Son kez seslendim adını. Bana öyle bir yara bırakmıştı ki, asla affetmeyecektim o...
152K 9.3K 24
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
7M 405K 84
Sevdiği çocuk yerine yanlışlıkla okulun serserisine yazan Ece, başına çok büyük bir bela aldığını fark ettiği an onu engeller. Fakat her şey için ço...
1.1M 15.6K 39
Aşık olduğu adamın evleneceğini öğrenen Mavi, çareyi en yakın kız arkadaşında bulur. Düğüne kısa bir süre kala acilen bir plan yapmaları gerekmektedi...