Breaks Of The Ice // chanbaek

By cocachanie

14K 1.1K 383

"Burası sıcacıkmış." More

TANITIM
pt.2 SES
pt.3 FİNAL

pt.1 DANS

4.5K 313 127
By cocachanie

Soğuk hava siyah saçlarımı okşarken, kardan dolayı oluşan ince buz tabakasını izliyorum. O kadar ince ki parmağımı değdirsem kırılacak. Basmaya korkuyorum. Yanına gitmeye korktuğum gibi.

Ayaklarımın altında ezilen minik kar taneleri var. Botumun arasına sıkışıp kalıyor bazıları ve orada ölüyor. Her adım atışımda tuhaf bir ezilme sesi geliyor derinlerden.

Ayağımın önüne gelen bir taşı savuruyorum her an kırılacak gibi duran buzun üzerine. Hiçbir şey olmuyor.

Hiç çıkartmadığım kulaklarım var kulağımda. Sesler geldiğinde koruyor beni. Kendimi küçük bir cihazın ardına saklıyorum. Korkularım önümde koca bir dağken.

Ellerim lacivert kabanımın ceplerine yuva kurmuş. Dışarı çıksa her an morarıp donacak sanki. O yüzden daimi yuvalarında kalıyorlar.

Tam o sırada, iyice buz tabakasına odaklanmışken sırayla dizilmiş ağaçların oluşturduğu küçük bir ormanın ardından o çıkageliyor. Yalnızca buzun üzerinde kaymasına odaklanmış durumda. Karın birikip oluşturduğu tepeden onu izlediğimi fark etmiyor. Kahverengi saçları her hareketinde alnına dökülüyor. Saçlarını düzeltmiyor. Her hızlanışında rüzgar zaten saçlarını kulaklarının arkasına sıkıştırıyor. Beyaz teni, karla yarışır derecede. Dudakları ise çatlamış durumda. Kırmızı buz pateni ayakkabıları eski görünüyor ama hala hızlı ve kullanılabilir.

Rüzgar yüzünden gözlerim kısılıyor ama onu izlemeyi sürdürüyorum. Siyah saçlarım rüzgar sayesinde olduğundan daha karışık bir hale geliyor. Onu izliyorum. Bu soğukta üzerinde yalnızca okul üniforması var. Ceketi dışında onu ısıtan bir şey yok. O bir peri gibi buzla dans ediyor. Anlaşılan soğuğu pek de umursamıyor. Önce sağa, sonra sola. Ardından ileriye ve daha sonra kendi etrafında dönüyor. Gözleri hiç buluşmuyor benimle. Hala onu izlerken babam mesaj atıyor. Yanına gelmemi istiyor ama onu izlemeyi bırakamıyorum. En sonunda yanına gidiyorum. Ve o beni bu süre zarfında hiç fark etmedi.

Yeni kalacağımız eve giderken yine o iğrenç sesler dolduruyor kulaklarımı. Ellerim kulaklarıma kapanıyor çabucak. Fakat ne fayda. Sesle susmuyor. Beni çıldırtacak kadar artıyor. Zar zor nefes alıyorum. Annem ön koltukta yan dönerek bana bakıyor. Gözlerinden endişe akıyor.

"Kulakların yine mi aynı?" diye soruyor.

Kendimi cevap verecek kadar güçlü hissetmiyorum. Yalnızca başımı aşağı yukarı sallıyorum ellerim hala kulaklarımın üzerindeyken.

Sesler geçmiyor daha da artıyor. Kafamı koltuğa yaslıyorum ve derin, sesli nefesler almaya başlamışken sesler duruyor. Ufak bir rahatlama çöküyor içime.

Kısa bir süre sonra eve geliyoruz. Yaşlıca, saçları kül rengi bir adam var evin hemen yanında. Annem ve babam arabadan inip adamla konuşurken ben arabada kalıyorum. Onların saçma konuşmaları dikkatimi çekmezken eve girmek için arabadan çıkıyorum. Annem beni görünce yüzüne bir gülümseme oturtuyor ve yanına çekiyor. Yavaş adımlarımı yanına sürükleyip kulağımda duran kulaklığın tekini çıkartıp anneme bakıyorum.

"Tatlım, bu köy muhtarı Bay Yang," diyor.

Adama dönüp ufak bir baş sallama veriyorum.

"İyi akşamlar," diyorum babamın delici bakışları altında.

"Ne yakışıklı ama," adam tuhaf el hareketleriyle beni gösteriyor ve babamla konuşuyor. "11. sınıfa mı gidiyorsun?" bu sefer benimle konuşuyor.

Başımı sallıyorum. Kahkahasını serbest bırakıyor. Yüzüne bakmıyorum. Yerde oluşan ayak izlerine bakıyorum.

"Bu köyde çok can yakacak gibisin."

Cümlesini bitirince kendimi ondan uzaklaştırıyorum. Hala sesleri kulağıma ilişiyor.

"Sen Seul'e iş için gideceksin. Eşin ve oğlun burada mı kalacak?" diyor babama.

"Evet. Buradaki güzel havanın onun çalışmalarını arttıracağını düşünüyorum," diyor babam. Ve ekliyor. "Hafta sonları zaten burada olacağım."

Adam tekrar konuşuyor. Neden bilmiyorum ama sesi çok rahatsız ediyor. "Bu kadar endişelenme. Burası Seul'den daha güzeldir."

Babamdan birkaç onaylama cümlesi çıkıyor. Adımlarım ilerledikçe kapının önüne bir iple bağlanmış domuzu görüyorum. İğrenç sesler çıkartarak bir şeyler yiyor. Adam tekrar konuşuyor. Onu ve sözlerini duymak istemiyorum ama dinliyorum.

"Annesinden ayrıldığından beri böyle. Senin olsun ister misin?"

Tiksinmeyle suratımı buruşturup domuzun yanından uzaklaşıyorum. Babamın arkamdan bağırışını umursamadan kendimi koşar adımlarla evin içine atıyorum.

Yeni okulumda, yeni sınıfımın önündeyim. Annem ve babam kapının gerisinde dururken sınıftaki öğretmen girmem için komut veriyor. Adım seslerim mermer zeminde yankılanırken öğretmenin kürsüsünün yanına gidiyorum sınıftan çıkan tuhaf sesler eşliğinde. Herkes hep bir ağızdan farklı şeyler mırıldanıyor. Öğretmen cetveli birkaç kere tahtanın üzerine vurduğunda gürültü yok oluyor.

"Şu çenenizi kapatsanız olmuyor mu? Salaklar." Son kelime ağzından iğrenir gibi çıkıyor.

Kendimi tanıtmamı istediğinde önce eğilip daha sonra da konuşmaya başladım.

"Adım Park Chanyeol. Seul'den geldim."

Sınıftan tekrar bir uğultu yükselirken orta sıralarda oturan bir çocuk konuşmaya başladı.

"Hocam, bizim bir herife ihtiyacımız yok ki. Bize kız getirmelisiniz."

Öğretmen yüzüne alaylı bir gülümseme takınıp çocuğa cevap verdi.

"Yüzlerce kız gelse bile bir şansın yok."

Çocuk tekrar saçma sapan birkaç cümle söyledikten sonra öğretmen bana bir çocuğun adını söyleyerek otur dedi. Kim olduğunu bilmememe rağmen tek boş olan sıraya attım bedenimi.

Öğretmen ise hala kapıda beni bekleyen ebeveynlerimin yanına giderek onlara daha fazla burada durmalarına gerek olmadığını söyledi.

Sırama geçerken onu görmüştüm. Dünya umurunda değil gibi bir hali vardı. Benim sınıfa geldiğimi fark etmemiş, pencereden dışarıyı seyrediyordu. Göz bebekleri bir saniye olsun bana kaymıyordu. Dışarıyı seyretmeye devam ediyordu.

Önümdeki kızın aptal sorularına umursamazca cevaplarımı sıraladım.

Aklım hala o'ndaydı.

Teneffüslerde haplarımı alıyor ve çocuklarla kısa bir süre muhabbet ediyorduk. Her okul çıkışı bisikletimle eve dönerken onu ilk gördüğüm yere gidiyordum. Bazı günler göremiyor, bazı günler görüyordum. Gördüğüm günlerde ise yüzüme bakmıyordu. Yalnızca güzel dansını izleme şerefini bırakıyordu bana. Ders bitimlerinde gözüm ona kayıyordu. Derste ya uyuyor ya da hiçbir kelime söylemeden dışarıyı seyrediyordu. Zil çaldığında dağılan saçlarını bile düzeltmeden okulun, benim hiç bilmediğim köşelerine çekiliyordu. Teneffüslerde her ne kadar peşinden gitmek istesem de gidemiyordum. Ya önümdeki kız rahat bırakmıyor. Onu istemediğimi bile bile asılmaya devam ediyordu. Ya da çocuklar onunla takılmam için ısrar bile etmeden sıramı kendi sıralarıyla birleştiriyorlardı. Sadece bir kez, çok ama çok kısa süreliğine göz göze gelmiştik. Her okul çıkışında yaptığım gibi yine onu ilk gördüğüm yere gidiyordum. Kar tabakası biraz daha kalınlaştığı içim bisikletim ilerlemiyordu. Elimde bisikletimle ormana daldığım zaman o da buzun üzerindeydi. Bu sefer üzerinde siyah kabanı ve koyu gri atkısı vardı. Atkısı tüm boynunu kaplıyor, hiç açık alan bırakmıyordu. Ellerini dizlerine koyup dinlenirken beni fark ediyordu. Derin nefes alış veriş sesleri kulaklarıma kadar doluyordu. O böyle yaparken dudakları hafif bir şekilde aralık duruyordu. Kafasını kaldırıp ağaçların arasında duran beni fark ediyordu. Gülümseyip el sallıyordum. O ise, tekrar yaptığı işe dönüyordu.

Öğretmen derste güneş ve ay tutulmasından bahsediyordu. Aklımda o varken dinlemek oldukça zordu. Nokta olmayı bekleyen soru işaretleri vardı. Herkes bir şeylerle uğraşırken, o yine uyuyordu.

Yanımdaki çocuğu dürterek en arka sırada, pencere yanında oturan onu gösterdim.

"Nesi var?"

Kaşları havaya kalkarak tuhaf bir surat ifadesi takındı ama cevabı çok gecikmedi. "Kimin? Baekhyun'un mu?"

Onaylar bir ses döküldü dudaklarımdan.

"O kapalı."

Elimdeki kalemle oynamayı kestim.

"Nasıl?"

İlk önce öğretmene bakıp tekrar bana dönüyor ve cevaplıyor.

"Deli olduğunu duydum. Tam olarak bilmiyorum ama garip şeyler söylüyor."

"Yani bir şaman mı?"

Öğretmenin duymadığından emin olmak istiyor ki, sürekli öğretmene bakıp kısık sesle konuşuyor. "Öyle değil. Şeytani şeyler söylüyormuş. Gerçi ben kendim duymadım. Ama biraz ürkütücü, değil mi?"

Tam ağzımı açıp bir şey söyleyeceğim sırada öğretmen sinirle homurdanıyor ve bize dönüp bağırıyor.

"Sizi iki mankafa. Ay tutulması ile ilgili demin ne dedim, söyle?"

Konuştuğum çocuk kafasını sıraya gömerken derin bir nefes alarak tekrar bağırmaya başlayan öğretmenin sözünü kesiyorum. Çocuk beni durdurmak istiyor ama ilerliyorum. Işığın düğmesini kapatıyorum. Sınıf loş bir karanlığa hapsoluyor. Öğretmenin ne yapıyorsun sen diye söylenmelerini göz ardı edip konuşuyorum.

"Dünya kararır." Herkes pür dikkat beni dinlerken onun kafası yine sıranın üzerinde. "Aynı, şu an ki gibi. Ay'ın gölgesi Dünya'ya düşer." Sadece ona bakarak konuşuyorum. Son cümlemin ardından başını sıradan kaldırıyor. "Ay tutulması olduğunda ışıklar söner."

Sınıftakiler tuhaf sesler çıkartıp beni överken o yalnızca bakıyordu. Öğretmen yerime oturmamı söylediğinde de bakıyordu. Yalnızca baktı. Işığı tekrar yakarak son sözlerini söyledi ve zil çaldı.

"Önümüzdeki ay, Ay tutulması olacak bu yüzden fotoğraf çekmeyi unutmayın. Ödeviniz bu."

Çocuklar beni överken gülümsüyordum. Çantamdan yemek koyduğum küçük çantayı çıkardım. Onun sırasına baktığımda çoktan ayaklanıp sınıftan çıktığını gördüm. Arkasından bende çıktım. Bağırıyordum adımlarım onu takip ederken. Merdivenlere gelip, aşağıdan çatı katının kapısını gördüğümde adımlarım duraksadı.

Onu hatırladım. Onun için çatıya nasıl koştuğumu.

Ona da bir şey olmasından korkarak adımlarımı hızlandırdım. Kapıyı açtığımda soluk soluğaydım. Onu gördüm. Boş sıraların ardında. Çatı katının mermerinde ayaklarının üzerinde dikiliyordu. Rüzgar saçlarını savuruyordu.

Arkasından sesimin çıkabildiği kadar bağırdım.

"Hey, bu tehlikeli!"

Yine kulağım çınlamaya başladı. Sesler rahat bırakmıyordu. Ellerim kulaklarımın üzerine kapandı sesi azaltmak için. Görüntü bulanıklaşıyordu. Bedenini net göremiyordum. Yeşil zeminin üzerinde kalırken gözlerim, tekrar yukarı baktım. Bu sefer o değil, Luhan oradaydı. İsmini çağırdığımda omzunun üzerinden bana bakıyordu.

"Sorun ne?"

Kulaklarımda hala o iğrenç ses yankılanıyordu. Bir türlü kesilmiyordu.

"Yapma!"

Küçücük mermerde duramıyor. Atıyordu kendini aşağı.

Çığlık sesleri ve ona karışan kulak tırmalayacı sesler.

"Atlasam bile," o konuşunca tüm iğrenç sesler kabuklarına çekilip rahat bırakıyor beni. "muhtemelen ölmeyeceğim."

Gözlerimi açıp, kulaklarımdan ellerimi çektiğimde çok yakınımda olduğunu gördüm. En azından oradan inmişti.

Sesli nefeslerimin arasında konuştum. "Ne yapıyorsun?"

Fazla sakin duruyordu az önce oradan neredeyse atlayacak olan birine göre. "Sağır mısın?"

Artık bana bakan gözleri bana değil aşağıya bakıyor.

"Atlasam bile ölmeyeceğimi söyledim."

Yutkunarak cevap veriyorum. "Atlayan herkes ölür."

Kafasını kaldırıp bana bakıyor. "Hiç ölmek istedin mi?" Yutkunamıyorum artık. "Sıkışma hissi... boynundaki... sen... gerçekten bilmiyor musun?"

Her kelime tek tek, sakinlikle dökülüveriyor dudaklarından.

Bir süre gözlerine baktıktan sonra tek kelime etmeyip kırmızı, siyah küçük çantayı alarak onu çatı katında yalnız bırakıyorum.

Eve geldiğimde odamda bulunan tüm ilaç şişelerini sağ elimin tersiyle devirip ilaçların odanın dört bir yanına saçılmasını sağlıyorum.

Okuldan sonra eve dönerken bağırışma sesleriyle bisikletimi yavaşlattım. Yakalamaya çalıştıkları yalşıadam bisikletime çarpıp yere düştüğünde birkaç tane adam gelip ona vurmaya başlamışlardı. Bir yandan çirkin hakaretler sıralıyor bir yandan da yaşlı adama vurmaya devam ediyorlardı. Yaşlı adama acımazsızca vuruyorlardı. Orta yaşlarda bir kadın gelip adamı durduğunda neler olduğunu sordu.

"Bu pislik, küçük kızıma tecavüz etmeye çalıştı." Adam hem bağırıyor hem de hala yaşlı adama vurmaya devam ediyordu.

"Bunu burada halledemeyiz."

Adam, dövdüğü yaşlı adamın kolundan tutup ayağa kaldırdı.

"Tamam. Karakola gidelim."

Onlar büyük bir topluluk halinde ilerlerken onu gördüm. Beton duvarın hemen yanında, üzerinde eşofmanları ve montunun cebine soktuğu elleriyle öylece duruyordu. Hiçbir duygu barındırmayan yüzü bana bakmıyordu. Başka yerlere bakıyordu.

Az önce giden adam yanıma gelerek konuştu. "Az önce olanları gördün mü? Birlikte gidelim ve şahitlik yap."

Ona baktım. Bu sefer bana bakıyordu.

Karakolda işlemlerin hallolmasını bekliyordum. Sıkıntıyla ellerimle oynuyordum. Sağa ve sola bakıyor. Sonra tekrar sola bakıyordum.

Okulda bana asılmaya çalışan kızdı. Yaşlı adamı dövende onun babası.

"Yani Bay Eun, bu adamın kızınıza saldırdığını mı söylüyorsunuz?"

Adam ellerini yüksek mermere yaslayarak sinirle konuştu.

"Memur Bey, tekrar sormanızın ne anlamı var? Geçen ay da Young Duk'un karısına tecavüz ediyordu."

Gözüm bir köşede oturan ona kaydı. Gözleri mermer zemini delmek ister gibi oraya bakıyordu.

Aniden içeriye köy muhtarı geldi. Ne olduğunu sorduğunda, memur kıza sorular soruyordu ve kız ona saldıranın yaşlı adam olduğunu söylüyordu. Muhtar, adama bu kadar yaygara çıkarmamasını söylüyordu.

Adam daha da öfkelendi. "Bu onun bu ay içindeki 3. olayı. Bu deli hala ortalıkta elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Normal bir hayat yaşayamamızın nedeni bu. Artık deli gömleğini giymeli!"

"Kendi gözlerinle gördün mü? Boş boş konuşmayı bırak artık."

Adam memura saldırdıktan bir süre sonra karakoldan çıkmıştık. Baekhyun yaşlı adamın koluna girmişti ve ben bisikletimle hemen arkalarından ilerliyordum. Baekhyun yaşlı adamın kolundan çıkarak arkaya dönerek adama baktı ve ona doğru ilerlemeye başladı. Onu izliyordum. Adamın kulağına bir şeyler fısıldadı. Adam şaşkın bakışlarını Baekhyun'un üzerinde gezdirirken o çoktan arkasını dönmüştü. Tekrar yaşlı adamın koluna girip ilerlemeye başladıklarında konuştum. Aklım sınıftaki çocuğun sözlerindeydi. Doğru olabilme ihtimalinden korkuyordum.

"Ona ne söyledin?"

Tamamen bana dönmedi. Omzunun üzerinden baktı.

"Andong'daki gayrimeşru çocuğunun hasta olduğunu."

Şaşkınlıkla tekrar bir soru yönelttim. "Bunu nereden biliyorsun?"

Gözlerime baktı. Tam gözlerimin içine. Ama tek bir duygu kırıntısı yoktu. "Sadece biliyorum," dedi beni sorularımla baş başa bırakarak.

Onlar tekrar ilerlemeye başlarken seslendim. "Hey. Hiçbir şey söylemedim."

Ertesi gün okuldayken Young Jae'nin sağ yanağında kocaman bir yara bandı vardı. Merak etmemiştim. O gelene kadar. O geldiğinde bütün gözler ona döndü. Aralarında ona bakarak fısıldaştılar. Elimdeki bordo renkli atkısını masasına bıraktı ve çantasını çıkardı. Derin bir nefesi ciğerlerime doldurduktan sonra ayağa kalkarak oturduğu sıraya ilerledim.

"Bugün de kayacak mısın?"

Gözleri diğerlerinde gezerken, en son bana baktı ve, "Evet," dedi.

Karanlıkta arkasından ilerlerken karın ayaklarımızın altında eziliş sesi çok netti.

Küçük, terk edilmiş, tahta bir kulübenin içindeydik. Dışarısı çok soğuktu. O elindeki el feneriyle duruyorken yanına oturdum. Ellerimi dizlerimin üzerinde birleştirdim ve aklıma yeni gelmiş gibi arka tarafa attığım beyaz, üzerinde siyah kurdele bulunan kutuyu ona uzattım.

"İşte."

Sesimi duyduktan sonra duygusuz gözleri beni buldu.

El fenerini kenara koyup elimden kutuyu alıp dizlerine koydu. Yavaşça açtı. Ellerim dizlerime sarılı onu seyrediyordum.

Bir çift buz pateni ayakkabısı almıştım ona. Beyaz, tıpkı onun gibi.

El fenerini alarak ışığı yüzüme tuttu. Ellerimle yüzümü kapatmaya çalıştım ama bir yandan da onu görmek için gözlerimi biraz aralık bıraktım.

"Niye bana iyi davranıyorsun?"

Işığı duvara tutmaya başladı ve bende ellerimi indirdim.

"Bilmem."

Pencereye bakıyordu.

"Benimle ilgili söylentileri duymadın mı?"

"Söylentilere inanmam."

Gözlerimiz buluştu. Bu sefer yüzünde şaşkınlık gördüğüme yemin edebilirim.

"Gerçekten inanmıyor musun?"

Yüzüme küçük bir gülümseme yerleştirip başımı aşağı yukarı salladım ama bana bakmadığı için görmüyordu. "Evet."

Buz pateni ayakkabılarını kutudan çıkarıp kendi ayakkabıları ayağından çıktığında ayaklarına baktım. Yer yer kurumuş kabuk vardı. Ayağı ezilmiş, bazı yerleri kanıyordu. İçim acıdı o an.

"Ne oldu?"

"Patenler çok küçük." Ona baktım ve tekrar ayaklarına. Devam etti. "10 yaşındayken babam almıştı."

"Acımıyor mu?"

"Çok değil, çünkü derim yeterince kalın."

Ona bakmayı sürdürdüm. Ne düşündüğünü ya da ne hissettiğini bilmiyordum. Sadece güzelliğini seyrediyordum.

"Kaymayı her şeyden çok seviyorum."

Yeni patenleriyle buzun üzerinde dans ederken yüzünde ilk defa küçük, minicik bir gülümseme belirdi. Ellerini iki yana açmış oradan oraya gidiyordu. En son bir yerde durarak defalarca, sayamayacağım kadar çok kez etrafında döndü. Benimde başımı döndürdü. Bir kütüğün üzerinde, ellerimi birbirine kenetlenmiş onu izliyorum. Saçları her ilerleyişinde oradan oraya savrulup alnına dökülüyor. Yorulunca yanıma oturuyor. Ellerini dizlerinin üzerine koyuyor, derin nefesler alıyor. Nefes seslerini artık çok net duyuyorum. Sol elimi havaya kaldırarak yanağını okşamak istiyorum ama aniden dönmesiyle elim yavaşça aşağıya iniyor. Sanki hata yapan küçük bir çocuk gibiyim.

Tekrar buzun üzerine çıkıyor. "Sen neyde iyisin?"

Yüzüne bakıyorum. Gülümsüyor. Mahvoluyorum.

Ayağa kalkıp bende gülümsüyorum ve bisikletime atlıyorum. Buzun üzerinde daireler çiziyorum. Onun etrafında. Beni gülümseyerek izliyor. Sonra o da bana katılıyor. Dakikalarca dans ediyoruz.

Continue Reading

You'll Also Like

140K 13.1K 60
Teen Wolf Fanfiction | Sterek Derek'in sesini tünelin ucundan geliyormuş gibi duydum. "Yapma Stiles." dedi. İçlerinde en güçlü duran oydu, her zaman...
397K 12.4K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...
1.9K 207 40
*Çeviridir. *Tamamlandı *** Aralarında her zaman heyecan olacaktı ama tartışmakla flört etme arasında ince bir çizgi vardır. (Ya da Arthur Pendragon...
135 78 5
bakugo katsuki x todoroki shoto bu kurguyu düşünürken olmayan psikolojimin bedenimi terk ettiğini hissediyorum mk beyin hücrelerinizi seviyorsanız ka...