Mavi Gözyaşı

By fraatkaya

26.6K 2.8K 792

Bir Mavi Hikayesi... More

1.Bölüm - BOĞULMA ANI
2.Bölüm - KURTARILIŞ
3.Bölüm - RÜYA
4.Bölüm - ŞARKÖY TURU
6.Bölüm - SARMAŞ DOLAŞ
7.Bölüm - Maria Puder
8.Bölüm - Rüya'nın Evi
9.Bölüm - Nil'in Evi

5.Bölüm - GİTARIN SESİ

1.1K 154 31
By fraatkaya


Kafamı kaldırıp gökyüzüne baktım güneş batıyordu. Güneş eğilipte denizi öperken derin bir iç çektim ve bir kenara oturdum. Güneş, Şarköy'ü terk ederken yerimden kalkasım gelmedi. Gizemli kızın üzgünlüğü bana da bulaşmıştı adeta. Denizi seyretmeye başladım. Seyrederken de onu düşündüm. Neden bu kadar sessizdi, ne düşünüyordu acaba? Onun böylesine düşüncelere dalmasına sebep olan şey neydi ya da kimdi?

Belli ki düşünceleri özgür kendisi tutsaktı. Her hücresi, bir hücreye kapatılmış gibiydi. Kapısı açık bir hücredeydi, ama dışarı çıkmak istemeyen gönüllü bir mahkumdu kendisi. Sanki deniz onun için bir zindandı üstelik bu zindandan kurtulmanın tek yolu kendini dalgaların kollarına bırakmak ve kıyıya vurmayı beklemekti.

Onu tanımıyordum, pek fazla konuşmamıştık üstelik ama yine de onu çözmeme yetmişti söylediği bir kaç cümle ve hareketleri. Anlaşılan bir çok kez mağdur olmuştu; onu mağrur yapan da buydu. Açık denizler kadar gizemliydi ve ben onu çözmeye karar vermiştim bir denizci gibi. Çok derindi, kolay kolay kimse yaklaşmaya cesaret edemezdi. Ama ben boğulmaya razıydım onun denizinde...

Yoldan geçen arabada çalan müziğin sesiyle kendime geldim. Çok yüksek sesle yabancı şarkı çalıyordu. Deniz kenarında olupta müzik dinleyen insanları anlamıyorum, neden dalgaların sesinden mahrum bırakıyorlar ki kendilerini? Halbuki suyun sesi kadar insanı mutlu eden ve huzur veren ses yoktur.

Kalktım ve ağır ağır yürüyerek eve gittim. Eve girdiğimde bir şeyler atıştırıp çatı katında bulunan odama çıktım. Sırt üstü yatağa uzandım. Adını bile bilmediğim o gizemli kızı düşünmeye başladım. Gerçi onu düşünmeden geçen bir saatim bile yoktu neredeyse. Kimdi bu kız? Ne derdi vardı? Acaba adı neydi? Aklımdan geçen sorular kemirirken beynimi yataktan kalktım ve saldalyeyi pencerenin kenarına koyup gökyüzünü seyretmeye başladım.

Madem ismini öğrenemiyorum bu kızın, o halde kendim bir isim koyayım. Ada olmalı bu kızın ismi çünkü sularla kaplı olan hayal dünyamdaki tek kara parçası olmuştu kısa zamanda. Ve ben onun etrafını çevirsem bile o kendi içine kapanıp yaşamayı sürdürüyordu. Ya da Asya olmalı ismi. Dünyanın en büyük kıtası. Belki mütevazi duruşuyla büyük olmayı kabullenmiyordu ama benim hayatımın en büyük parçası oluvermişti kısa zamanda. Belki de İmge olmalı ismi. Gerçekleşmesi zor olan düş... Zaten hayatım gerçekleşmeyen ve hiçbir zaman gerçekleşmeyecek olan düşleri kurmakla geçmişti...

Ona isim aramayı bırakıp kalktım sandalyeden. Mutfağa gidip bir kahve hazırladım kendime. Saat gece yarısına yaklaşmıştı ve herkes uyumuştu. Kahvemden bir yudum aldığımda yüzümü buruşturdum. Oldukça koyu olmuştu, tıpkı mırra gibi acıydı. Zaten kahve yapmayı da pek beceremem. Yarım bıraktım kahveyi.

Odama geçtiğimde saate baktım 00:00 'ı gösteriyordu. Fakülteden bir arkadaşım saati çift olarak yakalamanın anlamı olduğunu söylerdi ama ben buna pek inanmazdım. Gerçi saati çift olarak yakalama şansım pek olmamıştı bu güne kadar. Meraklandım ve internetten 00: 00 'ın anlamını araştırdım.

'Gündüz seni düşünmek bedenini doyurmaya yetmedi ve şu anda seni rüyasında görüyor. Sana beslediği aşk o kadar büyük ki geriye kalan yaşamını sadece seni düşünerek geçirmek niyetinde. Senden de aynı sevgiyi ve tutkuyu görecek olursa hayata daha iyi odaklanabilecek ancak şu anda seni düşünmekten başka bir şey yapamıyor. Büyük ihtimalle sabah uyanıp sana mesaj attığında seni rüyasında gördüğünü söyleyecektir.'

Pek inandırıcı olmasa da saatle alakalı yazılan bu yorum hoşuma gitti ve uykuya mutlu olarak dalmamı sağladı.

Sabah kalktığımda ablam siyahlara bürünmüş bir şekilde dışarı çıkmak için beni bekliyordu. "Günaydın abla hayırdır?"

"Günaydın canım. Bugün beraber annemin mezarına gidelim."

"Abla istersen sen git. Ben de kahvaltı yapayım öğlene doğru giderim. Annemle yalnız konuşmak dertleşmek istiyorum."

"Anlıyorum." dedikten sonra gitti ablam. Ben de kahvaltı masasına oturdum ama ağzıma lokma sürmedim. Annemin yanına gideceğim zamanlarda hep böyle iştahsız ve mutsuz oluyorum. Annemi kaybetmiş olmanın ve bir daha onun geri gelmeyecek olmasının verdiği hüzün hayatla olan tüm bağlarımı koparıyordu bir anda. Bir kaç yudum çay içtikten sonra evden çıkıp yavaş yavaş mezarlığa doğru yola çıktım.

Yolda bir çiçekçiye uğrayıp çiçek aldım ve mezarlığa girdim. Annemin mezarını uzaktan görür görmez gözyaşlarım yanaklarımla buluşmaya başladı. Önce durdum bir süre baktım uzaktan, ardından hızla koştum annemin mezarına. Tıpkı beni okuldan almaya geldiği günlerde onu okulun bahçesinde gördüğüm zaman koşarak ona sarıldığım gibi.

"Canım annem çok özledim seni." Toprağına koyarken yanağımı, gözümden damlayan yaşlar kurumuş toprağı nemlendiriyordu. Biraz olsun kendime gelipte göz yaşlarıma hakim olmaya başladığımda, ellerimi kaldırıp bir Fatiha okudum hem annem hem de diğer mezarlarda yatanlar için. Mezarlık yüksek bir yerde olduğu için deniz manzaralıydı. Özellikle burayı seçmiştik çünkü annem de tıpkı benim gibi deniz görmeden rahat edemezdi.

Bize vasiyetiydi öldüğünde Şarköy'e gömülmek istiyordu. Çünkü annem burada doğmuş büyümüş ve babamla evlendikten sonra İstanbul'a taşınmıştı. Çocukluğunun geçtiği, yürümeyi ilk öğrendiği günlerde düşüp düşüp dizlerini vurduğu, ilk kokladığı çiçeğin yetiştiği bu topraklarda uyumak istiyordu ebediyete kadar.

'Ben de annemin yanına gömülmek istiyorum ölünce, cesetime bile sahip çıksın diye...'

Çiçeklerin bir kısmını mezarın toprağına ektim, bir kısmını da mezarın üzerine bıraktım. Hayattayken babamla birlikte çiçek alırdık anneme. Babam ayrı verirdi ben ayrı... Önce ben verirdim çiçeğimi anneme beni kucağına alır boynumu yanaklarımı ısırırcasına öperdi ve koklardı. Sonra babam verirdi çiçeği bu safer kucağa alınma sırası annemdeydi. Annem, babamın boynuna sarılır babamda onu belinden tutar yukarı kaldırırdı. Annemin ayakları yerden kesilirdi, babam onu kaldırdığı için değil; mutlu olduğu için... Acaba şimdi getirdiğim çiçekler de onu mutlu ediyor mudur?

Sonra oturdum mezarın karşısına konuşmaya başladım sanki hayattaymışcasına. "Biliyor musun anne geçen gün az kalsın sana kavuşuyordum. Yani denizde boğularak ölüyordum. Gerçi sen görmüşsündür beni çünkü biliyorum ki sen her zaman beni izler belli etmesen de koruyup kollarsın. Sonra bir melek geldi ve beni kurtardı. Biliyor çok güzel bir kızdı ve çok iyi kalpliydi. Üstelik çok gizemliydi bu dünyaya ait olmadığını düşünmeye başladım. Yoksa sen mi gönderdin o meleği?

Ölmek çok garip bir duyguymuş anne. Eskiden korkardım ölümden ama ölüm anında her şeyin bittiğini, filmin sonunun geldiğini anladığımda korkularımdan eser kalmadı. Hiç üzgün değildim öleceğimi anladığımda, hatta az da olsa mutlu olmuştum. Çünkü dünyanın tüm dertlerini geride bırakıyordum ve artık gelecek planları yapmak zorunda kalmayacaktım. Ayrıca artık nankör, karaktersiz, vicdansız, çıkarcı ve kötü kalpli insanlardan kurtuluyordum."

Bir el dokundu sırtıma. Mezarlıkta olmamın da vermiş olduğu etkiyle epeyce ürperdim. Döndüm baktım ablam ve Nil vardı arkamda. Ben şaşkın şaşkın onlara bakarken "Merhaba" dedi Nil "Başın sağolsun."

"Dostlar sağolsun." diyerek başımı öne eğdim. Ablam üzgün olduğumu görünce bana sarıldı. "Hiç üzülme kardeşim annemiz şimdi cennette bizi seyrediyor." Biraz daha iyi hissettim kendimi onlar yanıma geldikten sonra.

"Abla sen benden önce çıkmamış mıydın evden?"

"Önce Nil'e uğradım. Onun da annesi burada yatıyor o yüzden biz her zaman birlikte geliyoruz mezarlığa."

"Evet" dedi Nil "Ben de annemi ziyarete geldim. Annemin orada yatıyor." diyerek biraz ilerideki mezarı gösterdi.

"O zaman senin de başın sağolsun."

"Teşekkür ederim. Senin şuan neler hissettiğini biliyorum. Çünkü ben de annesiz büyüdüm. Seni çok iyi anlıyorum."

Sonrasında ablam Yasin okudu biz de dua ettik. Ardından Nil'in annesinin mezarına gidip orada da dualar ettikten sonra mezarlıktan çıktık birlikte.

"Hava çok sıcak ben susadım. Bir cafede oturup soğuk bir şeyler içelim." dedi ablam. Çok güzel bir fikirdi çünkü hepimiz güneşin altında kavrulmuştuk.

İki katlı güzel bir cafe vardı meydanda. Oraya girdik ikinci katına çıktık. Fazla müşteri yoktu, sakin bir yerdi. Loş ışıkları vardı ve slow müzik çalıyordu. Bordo renkli deri koltuklara oturduk. Gelen garsona birer kola sipariş ettik. "Siz nasıl sağlıkçısınız, kola sağlığa zararlı değil mi? Neden içiyorsunuz?" diye sordu ablam gülümseyerek.

Nil ve ben göz göze geldik. "Zararlı ama tadı güzel." dedi ve ekledi Nil, "Bu sıcakta kola içmek gibisi yok."

Ben de gülümsedim. "Aynen."

Ablam kolasını çabuk bitirdi. "Çocuklar siz oturun benim bir yere uğramam gerekiyor. Akşama evde görüşürüz" diyerek bizim cevap vermemizi beklemeden hızlı adımlarla oradan uzaklaştı.

Biz ise şaşkın bir şekilde birbirimize bakakaldık. Sezen Aksu'nun Ben Sende Tutuklu Kaldım şarkısı çalıyordu. Sessizliği bozan Nil oldu. "Çok severim bu şarkıyı. Sen ne tür müzik dinlersin?"

"Aslında her tür müziği severim. Fakat seçiciyim sadece kaliteli olan şarkıları dinlerim."

"Peki ne sevdiğin şarkı hangisi?"

"Pera - Sensiz Ben."

"Çok zevklisin. Ben de hayatımın tamamını Pera dinleyerek geçirebilirim. Ayrıca sana bu şarkıyla ilgili bir sürprizim olacak."

Çok şaşırdım. "Sürpriz mi? Nedir sürprizin?" diye sordum merakla.

"Adı üstünde sürpriz. Söylersem sürpriz olmaz ki." diyerek gülümsedi. "Peki en sevdiğin renk hangisi?" Benim hakkımdaki her şeyi öğrenmeye kararlıydı.

"Mavi rengi severim."

"Demek mavi... O zaman sana bir bilgi vereyim. Bilim adamların yaptığı araştımalara göre: mavi rengi seven insanlar genellikle sakin, düzenli, güvenilir, sadakat sahibi, barışçıl ve içe dönük insanlardır." Genel kültürü oldukça iyiymiş. "Ama genelde erkekler siyah rengi sever, yani severmiş öyle duydum." Çok fazla erkek tanımadığını anlatmaya çalıştığı belliydi. "Hem mavi renk şirindir, çünkü şirinler mavidir. Eheheh." Gülüşü çocuksuydu aynı zamanda çok tatlıydı.

"Siyah mı? Bırak insanlar siyah renkte kendini bulsunlar, ben maviliklerde kaybolmak istiyorum."

"Kaybolmak iyidir bazen. Çünkü hiç kaybolmayan insanlar, hep aynı şeyleri yaşayan insanlardır."

"Haklısın. Peki sen en çok hangi rengi seversin?"

"Imm şey ben beyazı severim. Beyaz saflığı, temizliği ve masumiyeti temsil eder. Ama ben renklere çok fazla anlam yükleme taraftarı değilim. Çünkü suyun rengi, kabın rengidir. Yani kimin içinde yer edersen ona bürünürsün."

"Artık kalkalım bence." diyerek kasaya ilerledim. Hesabı ödedikten sonra kapıya yöneldim. Otomatik kapı açılınca elimle buyrun işareti yaptım. "Teşekkür ederim çok kibarsın." diyerek öncen çıktı Nil, ben de arkasından...

Siteye girdiğimizde birbirimize iyi akşamlar dileyerek ayrıldık. İçeri girdiğimde ablam hamen yanıma geldi. "Eee neler yaptınız, ne konuştunuz?" diye sordu merakla.

"Hiiç havadan sudan..." Bunu duyunca morali bozuldu ablamın. "Neyse ben sana bir şeyler hazırlayayım." Yüzünü asıp mutfağa gitti.

Akşam yemeği boyunca pek konuşmadım. 'Acaba Nil bana nasıl bir sürpriz hazırlayacak?' diye düşündüm durdum.

Gece eşofmanlarımı giydim ve tam yatmak üzereyedim ki, dışarıdan bir ses geldiğini işittim. Bir kız sesiydi, Pera'nın Sensiz Ben şarkısını söylüyordu. Hemen dışarı çıktım. Nil, evinin kamelyasında oturmuş gitar çalarak şarkı söylüyordu. Göz göze geldik, şarkıyı söylemeyi sürdürdü. Demek gitar çalmayı biliyordu. Üstelik sesi de çok güzeldi. Evimizin önündeki çimenlere bağdaş kurarak oturdum ve onu dinlemeye başladım.

Sesi muhteşemdi. Eğer mümkün olsaydı sesine sarılabilirdim. Üstelik o muhteşem sesini dinlerken kollarımı kullanmadan boynuna sarılmış gibi hissettim kendimi. Ayrıca çok iyi çalıyordu. Uzun zamandır gitar çaldığı belliydi. Müzik ruhun gıdasıysa bu kız insanı obez yapar.

Sesi yankılanırken gecenin karanlığında, ay ışığı alkış tutuyor gibiydi ona. Bu şarkıyla anılarım canlanmıştı adeta. Hafızamdan silemediğim kelimelerin tamamını oluşturuyordu sesinin tonu. Küf tutmuş yüreğime hayat veriyordu.. Onu dinlerken hayatı sessize almış gibiydim. Ondan başka hiçbir şeyi duymuyor, görmüyordum. Kulağımda kımıldayan sesi, üşüyen bedenimde ilerliyor, ruhuma hükmediyordu.

Şarkı bittiğinde elindeki gitarı masaya bıraktı, yanında hiç kimse yoktu. Bana bakarak gülümsedi. "Beğendin mi?" Beğenmek mi? Nutkum tutulmuştu. Konuşamadım, ama bakışlarım ne kadar etkilendiğimi anlatıyordu.

Yerimden kalkıp yanına gittim. Eğildim ve elini tutarak "Çok teşekkür ederim." dedim kısık bir ses tonuyla. Bu yaşıma hiç yapmadığım bir şeydi tanımadığım birinin elini tutmak. Ama içimden gelmişti çünkü çok güzel bir jestdi bana yaptığı. Ona teşekkür etmek istemiştim sadece. Hemen yüzü kızardı. Onu daha fazla utandırmak istemedim. "Sürprizin harikaydı, iyi geceler." diyerek eve döndüm.

Ninni dinlemişcesine rahatlamıştım. Mutluydum çok iyi bir arkadaşım olmuştu. Artık derin bir uyku çekmeye hazırdım.

Continue Reading

You'll Also Like

61.1K 3.5K 22
☆"Kayla ne biçim isim Rus musun sen?" "Hatırlatma travması var"
752K 12.7K 7
Yıllarca aile baskısı gören , aile sevgisinden mahrum kalan Peri. Babasına gelen telefon ile doğumda karıştırıldığını öğrenir. Peki bundan sonra ne o...
196K 8.4K 58
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
1.8M 122K 40
"Öyle güzelsin ki..." diye fısıldadı dolgun dudaklara doğru. Kadın, adamdan işittiği sözleri yutkunarak dinledi. Çünkü adamın sesindeki o boğuk tını...